@cinkonur
|
Oğlanla tanışması en az oğlanın kendisi gibi tuhaf olmuştu. Tanrıların bile unuttuğu bir yerde karşılaşmışlardı. Kuzeyin en ucunda, Çilde'nin kış vaktinde kara bir hiçliği andıran tundrasında. Taparlu'dan ayrıldıktan sonra zaten azıcık gördüğü güneşi hepten kaybetmiş, bahar ortasına kadar ebedi geceye gömülmüş buzlu topraklarda zaman kavramını yitirmiş halde durmadan ilerlemişlerdi. ׄ Eliz o gün için hem talihliydi hem de talihsiz. Talihliydi çünkü nicedir birine katılmak istediği naçiz keşfi için Nadir'den izin koparabilmişti sonunda. Ve keşif vakti tam da tatilde olduğu, derslerini birazcık bırakabildiği, ileriki haftalarda Geceboğan'ı kutlayacakları döneme denk gelmişti. ׄ Ama talihsizdi de. Vardıkları yer hayallerinde canlandırdığı hiçbir şeye uymamıştı. Canlı bir Çilde şehri beklemişti o. Hani şu buzulları oyarak kurdukları, yapıları tepelerindeki kuzey ışıklarının renklerine bürünmüş, yüksek kemerli, upuzun burçların süslediği kaleleri ve safi büyü ile çalışan teleferikleri olan şehirleri. Göğünde memleketini terk etmiş yelkanlıların renkli, yılansı ikinci bedenleriyle uçtuğu sokaklar, renk renk kürkler giymiş türlü türlü insanlar, kalabalık ve gürültülü ışıl ışıl meydanlar... ׄ Ama şimdi önünde yalnızca alabildiğine düzlük ve düzlüğün en bayağı noktasına dikilmiş bir karakol yerleşkesi vardı. İşin ilginci, yerleşke terk edilmiş gibiydi. İnsanın nefesini ciğerinde donduracak soğuğa rağmen yerleşkeden çıkan tek bir duman, tek bir ışık dahi yoktu. Sanki harcayacağı bolca parası olan biri burayı rastgele bulmuş, onca zahmete katlanıp minik bir yerleşke kurmuş, sonra da burayı ve içindekileri unutup kendi memleketine dönmüştü. ׄ Ya da... Belki de unutmamıştı. Belki de burayı kasıtlı olarak yaptırmıştı. Son çare saklanabileceği bir sığınak... Ya da bir şeyleri saklayabileceği bir kasa olarak. ׄ İşte bu, Nadir'in en güncel haritalarda bile varlığından söz etmeyen bu yerleşkeyi eliyle koymuş gibi bulduğunu açıklardı. ׄ Nadir naçizleri arar ve bulurdu: payları yüksek kişilerce yapılmış, büyülerinin depolandığı garip andaçları. Bir baston, bir tarak, bir broş, defter, gitar, iplik, kemik... Yeter ki esas sahibinin yüce payından kırıntı kalmış olsun. Şekilleri kadar bulundukları yerler de acayip olurdu naçizlerin. Rehincide ya da tüccarda. Bir keresinde kaçakçıda. Canlı şehirlerde ya da yalnız tek bir iyenin günlerini geçirdiği yüksek tepelerde. ׄ Veya böyle bir karakolda. ׄ Eliz ve büyücü kadın, onları buraya getiren arabaların önünde bekliyorlardı. Yerleşkenin boşluğu usta büyücüyü bile şaşırtmıştı. Eşini ekibin başına geçirmiş, kanatlı iri insanları önden yollamıştı. "Bizden daha hızlı hareket edebilirler," demişti Nadir. "Hem, içeride biri varsa bile Zenith de büyüsüne ve gücüne hakim. Birine bir şey olmadan dışarı çıkarlar." ׄ Eliz hem doğrudan hem de dolaylı olarak ne aradıklarını sormuştu Nadir'e. Hem de defalarca. Her seferinde bulacakları şey konusunda az buçuk fikri olurdu kadının. Herkesin işini kolaylaştırmak için bunu ekibine anlatırdı ki hedefe daha hızlı varabilsinler. ׄ Ama ilk defa o sefer kadının neyle karşılaşacağından hiçbir fikri yok gibiydi. Payının ona sezdirdiği şey muğlaktı. Kelimelere dökememişti. "Bulunca göreceksin." demişti Eliz'e. "Bulunca ben de göreceğim." ׄ Eliz kollarını göğsünde kavuşturmuş, bir hareket bekliyordu. Karakoldakilerin payları zihninin arkalarında soluk bir şekilde renkleniyordu. Hareketleri net değildi. Çünkü epey uzaktaydı. Ama oradalardı. Payların diken üstünde sakinliği içini sıkmamış değildi. Bir şey bekliyorlardı sanki. ׄ Her ne bekliyorlar ise onu buldular. Onlarca farklı renk, farklı şekilde titreşti, renk değiştirdi ve canlandı. Neydi bu, korku mu? Ama harekete geçmediler. Eliz kaşlarını çatıp renklere odaklı kalmaya çalıştı. ׄ Binanın camlarından biri açıldı. Rengi belli belirsiz biri kendini camdan dışarı çıktı, gri kanatlarını çırpıp önce yükseldi. Sonra dengesini bulup Nadir ve Eliz'e doğru süzüldü. Ama peşinden biri gelmedi. Diğer renkler binanın içinde dağılmış gibilerdi biraz. Çok emin olamıyordu. Hızlanan nabzı yüzünden sıkı sıkı tuttuğu hakimiyeti bir parça gevşemiş, renklerin netliği bozulmuştu. ׄ Bir şeyler tersti. ׄ Bu boz kanatlı, uzun boylu insanlar dengelerini normal bir rüzgarda öyle kolay kolay yitirmezlerdi. Doğuştan usta uçuculardı. ׄ Ama gezici fırtınanın girdap rüzgarları bambaşkaydı. Kuvvetli akımları, tundrayı evi bilen kuzeyli yelkanlıların bile kabusuydu, en azından Eliz'in annesi öyle anlatmıştı. Deli bir rüzgardı, önüne kattığını -kar, taş, buz, kişinin kendisi, hatta bir iye!- döndürür de döndürür, işi bitince en olmayacak yere atıverirdi. Bir tanesi de tam enselerinde olmalıydı. Birkaç dakika öncesine kadar uysal uysal yerde yatan kar sanki ayaklanmıştı. Beyaz tanecik ve topaklar sağa sola ahenksizce saçıldılar. ׄ Umur genç fazla süzülemeden yalpaladı, erkenden yere konmak zorunda kaldı. "Çabucak gelin!" diye bağırdı. Sesi sık nefesleriyle bölünmüştü. "Sizi çağırıyorlar, gelin de bakın. Çabuk-" Kelimeleri fırtınanın uğultusu yuttu. ׄ Nadir bir kanatlı oğlana bir de gerisinde yaklaşan fırtınaya baktı. "Aptal çocuk, ne diye havaya bakmadan atlarsın pencereden?" diye söylendi. Eliz'e döndü. "Arabaya geç. Ona yardım edip buraya getireceğim. Fırtınaya kapılırsa kaybolabilir." Sonra Eliz'i beklemeden oğlana fırladı. ׄ Eliz "İyi de sen de kaybolursun!" diye bağırsa da kadın onu uğultudan duymadı. Hızlıca oğlana doğru koştu. Genç umur, kanatlarını iyice arkasında toplamış, ayağa kalkıp kadına ilerlemeye başlamıştı. Ama yan taraflarından gelen kapkara sis önce ikisini yuttu. Sonra da arabaya henüz geçememiş Eliz'i. ׄ ׄGövdesini büyük bir kuvvet öne ittirdi. Düşmemek için arabaya sıkıca tutundu. İçeri girmesi gerekti. Hem de hemen. Ellerini arabadan ayırmadan gövdesini yana döndürdü. Tutuna tutuna ilerledi. Eliz'in adımları daha birbirine yeni karışmıştı ki önüne doğru sendeledi. Parmakları arabadan kopup gitti. O acayip rüzgar Eliz'e toparlanma şansı bile tanımadan önce önünden sonra da arkasından vurdu. Bacakları kararsız hava akımları yüzünden gideceği yeri şaşırdı. ׄ ׄİnce ama zalim buz parçaları yüzüne püskürdü. Gözlerini açık tutamadı, yüzü ince kıymıklara batmış gibi acıdı ve ateşe yaklaşmış gibi yandı. ׄ Rüzgar yine önünden onu ittirdi. Eliz dengesini az daha kaybedecekti. Bir kolunu gözlerine çekti. Bir şeyler görmeliydi. Arabanın yanından ayrılmamalıydı. Hiç değilse yanında durmalıydı. Rüzgardan korunabilirdi böylece... ׄ Çılgın akımlardan biri Eliz'i yana ittirdi. Dengesini yine buldu. Ama her seferinde sabit bir yerde kalmak daha da zor hale geldi. Yalpaladıkça yalpaladı. Sağa, sola, birkaç defa önüne... ׄ Kulaklarını tırmalayan uğultu, sakinliği gibi yönünü de kapıp kaçtı. Kolunun arkasından yalnızca birkaç saniye gözlerini açabildi. Zaten ona da derhal pişman oldu çünkü göz pınarlarına o rezil buz parçaları girdi. ׄ Koskoca, gürültülü, kaotik bir hiçlik içindeydi. Tipi kuzeyin dans eden ışıklarını da yuttu, o azıcık ışık da yitti. Kalbi göğsünde tekledi. Ellerini öne uzattı. Ama hiçbir şeye, hiçbir yüzeye dokunamadı. ׄ Kaybolmuştu. ׄ ׄFırtına çevresinde döndü. Sonra öfkeyle gürledi. Bundan sanki kaçabilirmiş gibi başını eğip omuzlarını yukarı çekti. Bir yön bulması lazımdı. Arabaya ya da Nadir ile umur gence çıkan bir yön. ׄ Renkler. Renklere ulaşabilirse Nadir'i, hiç olmadı karakoldakileri duyumsayabilirdi. Renkler orada kaldığı müddetçe rüzgar onu istediği yere sürüklesin, yine yolunu bulurdu. Evet, makul bir fikirdi. Ama önce sakinleşmesi gerekiyordu. Henüz sakinleşmeden renkleri duyumsayabilecek kadar hakim değildi payına. O yüzden yere dizlerini üstünde çökmeyi denedi. Çök, yoğunlaş, paya ulaş, sonra da renklere bak. Plan buydu. Ama başka bir akımla diz boyu kara gömüldü. ׄ Nefes nefese yeniden ayağa kalkmaya çalıştıysa da fırtına onu ancak oradan oraya savurdu. Hayır hayır, bu şekilde daha beter oluyordu. Ayakta durma şansı yoktu. Akımın başka bir darbesiyle yine dizlerinin üstüne düştü. Sağ dizi korkunç bir soğukla yandı. Yüzünü kollarının arasına aldı. Göğsü körük gibi inip kalkıyor, gırtlağı buz gibi havadan çatlıyor gibi acıyordu. ׄ Yalnızca birkaç dakika. Birkaç dakikaya gezici fırtına buradan göçecekti. Sonra karakola gidecekti. Orada Zenith'e epey söylenecekti. Sonra bakmaları gereken her ne haltsa ona bakacak ve bir daha asla- ׄ Uğultu sonunda kulak zarlarını dövmekten vazgeçti, acı verici bir yavaşlıkta hafifledi. Rüzgar hala önünde, yanlarında ve arkasında onu devirmeye çalışıyordu ama önceki hırsından eser yoktu. Üstünde tuhaf bir ağırlık vardı sadece. Özellikle sırtında ve ensesinde. Kollarını buzların kestiği, soğuktan hissizleşen yüzünden korka korka çekti. Sonra doğruldu. Montuna takılıp üstüne yığılan buzları şöyle bir silkeledi. Yüreği kulaklarında atarken sulanan gözlerini açtı. Tabii ki kıta sınırına kadar sürüklenmiş olamazdı ama ya arabalardan çok uzaklaştıysa? Ya renkleri seçemeyecek kadar sürüklendiyse? Bu fikir bile içinden bir parça söküp attı. ׄ Aynı ölü düzlükteydi. Bu sefer tepesinde dans eden renkli ışıklar yoktu. Çöktüğü yerden kalkmadan bir o yanı bir bu yanı hızlıca taradı. Alabildiğine karanlıktı. Normal miydi böylesi bir karanlık? Kör gibiydi. Ayağa kalkıp -ki bu bile hiçbir şey görmeden öylesine zordu ki- kendi etrafında bir kez döndü. Belki bir ışık zerreciğine, ufacık bir yansımaya rastlayabilirdi. ׄ Önünde, en fazla birkaç adımlık mesafede kar bir şey tarafından eşeleniyor gibi ezildi. Sanki biri -bir şey!- buzların ve hareket etmiş kar kütlesinin altında kalmış da dışarı çıkmaya uğraşıyor gibiydi. ׄ Ya Nadir, ya o genç çocuksa bu? Eliz acıyan dizine aldırmadan paytak paytak sesi duyduğu yere gitti, karı kazdı. ׄ Birkaç el kazış sonrası karın altından sanki bir uğur böceği yanıp sönmüş gibi ışık geldi. Korkudan az daha yeniden düşecekti Eliz. Turuncumsu sarı, neredeyse parlak ışık. O mini minnacık renk tanesi bile gözlerini aldı. ׄ Yardımı işe yaramış olacak, beş dakika önce tepede renkleri dans ettiren ışık ruhu o ufacık insansı bedeniyle karın dışına kendini attı. Boyu ancak Eliz'in işaret parmağı kadardı. Vücudu saf, yakmayan bir ateşten yapılmış gibi dalga dalga renkleniyordu. Ufaklık önce dizlerinin üstünde bir süre nefeslendi -demek ruhlar da nefesleniyordu - ardından ayağa dikilip şöyle bir silkindi. Sanki bunu her gün yapmaktan usanmış gibi kürdan kadar ince ellerini beline koydu. Ardından yüzü olmayan başını Eliz'e çevirdi. ׄ Ruhlar ürkek mahluklardı. Bu ışık ruhundan beklenebilecek en olası hareket kızdan korkup yeniden göğe fırlaması olurdu. Sonuçta Eliz de kendisinden yüz kat büyük bir devin ona tuhaf tuhaf baktığını görse o da koşup kaçardı. Hem de ne kaçmak. Ama bu altın renkli ruh, rastgeldiği nadir, güzel bir yaratığa bakar gibi bir süre Eliz'i süzdü. ׄ Ne yapmalıydı ki? Sevimli olsa da ruh ruhtu. Eline alıp fırlamasına yardım edemezdi sonuçta. Heyhat, muhtemelen ona dokunamazdı bile. Öylece elinin içinden geçip giderdi. Yine de minik bedenin etrafına yaydığı ışık şeritlerine dayanamadı. Asil, neredeyse ulaşılamaz bir güzelliğe sahipti ruh. Onu tedirgin edeceğinden emin olsa da ruhun kendisi kadar olan işaret parmağını ufak bedene uzattı. ׄ O acayip günde başka bir acayip olay oldu: Ruh kızın parmağına yaklaştı, iki elini de kızın parmağının üstüne koydu. ׄ Her ne kadar elinde eldiveni olsa da teni önce canını yakmayan ama hoş da olamayan elektriklenme ile iğnelendi. Elektrik yerini pek çok farklı hisse bıraktı. Önce az evvel Eliz'i mahveden fırtınanın heyecanına ve deliliğine. Sonra gökteki dansının coşkusuna ve özgürlüğüne. Kız kıkırdadı, "Teşekkür ederim," dedi. "Sanırım ben de tanıştığıma memnun oldum." ׄ Ruh ışığıyla cıvıldadı -Uluyel, ne tuhaf bir sesti öyle! Tiz bir heves ve pes bir neşe- ardından eforsuzca havalandı. Havada dansçılara has zarif adımlarla yürüdü, Eliz'in omuz hizasına geldi. ׄ Şuna bak, ruh epey cana yakın çıktı. "Yolumu mu aydınlatacaksın?" Ruhun altın ışığı vücudundan şeritler halinde kurdele gibi kıvrılarak dışarı aktı. Hem Eliz'i sarmaladı hem de yola saçıldı. Kutbun renkli ışığı artık gökte değil, yerde oynaşıyordu. Şeritler saniyelerle birlikte büyüyüp uzadı, ta ki Eliz'in boyunu biraz aşana dek. ׄ O an ışığın kaynağı kendisi gibiydi: Hemen hemen saydam, ışıltılı, altın renkli kıvrımlı kurdelelerin. Yıldızlar gibi. Eh, ruhtan beklenecek zarif bir cevaptı doğrusu. ׄ Işıkla birlikte ruha tekrar teşekkür edecekti ki başını kaldırdı. Karakolun cesedinin yanı başındaydı şimdi. Panik göğsünün içinde parladı, ciğerlerini söndürdü. Yandaki cephesi olmalıydı. Nadir ile gördüğü cepheden daha kısaydı burası. İleride de daha önceden fark etmediği üç dört ufak baraka dikiliyordu. ׄ Fırtınanın onu karakoldan öteye savuracağını zannetmişti, onu içeride kimin veya neyin olduğunu bilmediği yerleşkeye getireceğini değil. Yeni kavuştuğu ışık aslında ona yolunu bulduracaktı, güvenli yere götürecekti. En azından az önceye kadar umudu buydu. Şimdi ise parlayan bir hedef gibi ortada dikiliyordu. Hem de en olmaması gereken yerde. ׄ Hızlıca geriye döndü. Geride kimseyi göremedi. Onları buraya getiren arabalar bile o yönde değildi. Ters istikametten ulaşmış olmalıydı buraya. Tabii teller, çitler, duvarlar ya da koruyucu hiçbir şey olmadığı için de bir yere çarpıp durmamış, dosdoğru yerleşkenin içine girmişti. ׄ Belki de cepheyi takip edip karakolun girişine gitmeliydi. Öyle olursa Nadir'i ya da onlar fırtınadayken karakolda olan Zenith'i ve diğerlerini bulabilirdi. Hem Zenith çoktan dışarı çıkmış, havadan Nadir'i ve kızı arıyor olmalıydı. Zaten pırıl pırıl parlıyordu, Eliz'i bulmak çok da zor olmasa gerekti. ׄ Eh tabii, Zenith dışında başkaları da Eliz'i bulabilirdi. Dişlerini sıktı, eğer hızlıca diğer cepheye giderse, hem de duvara yakın şekilde... ׄ Ayaklarının altındaki sarsıntı ile Eliz'in kalbi neredeyse yerinden çıkacaktı. Ruh bile tiz bir cırıltıyla havalandı, kızın omzunun arkasına saklandı. ׄ Neydi bu? Bir şeyler mi patlamıştı? Ama ses duymamıştı ki? Parlama da görmemişti. Yalın bir sarsıntı sadece. Hatta sarsıntı bile değil. Sakin olmalıydı. Sakin. Sık ve sığ nefesler yerine kontrollü ve derin nefesler aldı. ׄ Belki de bir şeyler devrilmişti. Öyleyse yakınlarda -epey yakınlarda- birileri vardı. Tanıdığı biri olsa ismini söylerdi, bağırırdı, bir şeyler yapardı. Eline geleni devirmezdi, hayır. ׄ Yer ayaklarının altında bir kez daha titreşti. ׄ Birileri vardı. Ve büyü kullanıyordu. ׄ Eliz ona çocukluğundan beri Nadir'in öğrettiği gibi kendi payına erişti. Kara. Soğuğa. Buza. Taşa. Hatta yıldızlara. Hiçbiri de Eliz'i reddetmedi, uysal bir şekilde kızın hakimiyetine teslim oldular. Teni soğudu, ışık ruhunun renkleri bile bir parça soldu. Hakimiyeti ile nefesi dahi yavaşladı. Sakinlik geri geldi. Varlık ve yokluk yeniden parmaklarının ucunda, ufacık bir isteği için beklemedeydi. ׄ Her şey titreşti. ׄ Yine. ׄ Kaşlarını çattı Eliz. Bunun bir kaynağı olmalıydı. Kaynakta da bir kullanıcı, bir büyücü. Büyücüye giden de bir yön, bir yol. Bir sonraki titreşimi beklemek için bir dizinin üstüne çöktü, elini yere koydu. Kasları yay gibi gergindi. Sakin. Omzunun hemen gerisindeki ufak ışık ruhunun tedirgin vızıltısı hariç tek bir ses bile yoktu. ׄ Titreşim yine onu buldu. Parmak uçlarını şiddetiyle yaktı ama çabucak geçti bu his. Bir atım. Kalp atışı gibi. Çok kuvvetli, neredeyse öfkeli. Eliz'i payından koparacaktı neredeyse. Ne bu böyle? ׄ Elini kaldırdı. İşte orada, tam önündeydi kaynak. ׄ Her ne idiyse -bir büyücü, aza, naçiz- saldırmadan önce Eliz önce davranacaktı. En yakındaki buzların ve kayaların durağanlığını topladı. Çektiği güç göğüs kemiğini sızlattı ama gelecek şeye hazırdı. Damgalar, rünler ve çemberler olmadan da payını kullanabilirdi. Büyüsü için ellerine bile ihtiyacı yoktu. İsterse olurdu. ׄ Damarlarında donan kanın verdiği cesaretle kaynağa ilerledi. Vücudunu saran ama şimdi görece daha sönük olan şerit ışıklar yolunu aydınlattı. Karakoldan uzaklaştı. Arkada kalan barakaların dizildiği izbe, geniş alana girdi. ׄ Atımı yeniden hissetti. Bu sefer ayaklarının altında değil, teninin her noktasında. Özellikle de bedeninin sağ yanında. O huzursuz edici hisse tüylerini diken diken eden bir ses eşlik etti. Biri boğuluyordu. ׄ Hayır, birinin gırtlağı eziliyordu. ׄ Sağına döndü. Işık şeritleri barakalara ve ilerisindeki açık alana ulaştı. Bir siluet ayakta öylece dikiliyordu. Ayaklarının dibindeki karartıyı ışık oraya ulaştıkça fark edebildi. Yerdeki şey -insan ya da aza- karların içinde kıvranıyor, nefes alamıyor gibi boğuk sesler çıkarıyordu. ׄ Ayakta duranınsa hiçbir şey yaptığı yoktu. Yerde nefes almak için çırpınana neredeyse hipnotize olmuş gibi bakıyordu. ׄ Sonrasında Eliz'in hayatı boyunca asla unutamayacağı, zaman zaman kabuslarını süsleyen ses geldi: Bir şeyler çatırdadı ve kırıldı. ׄ Cam değildi. Taş değildi. ׄ Çatırdayan şey yerdeki adamın kemikleriydi. O rezil ses barakaları, sokağı ve bulundukları alanı titretti. ׄ Eliz sadece ellerini ağzına kapatıp hıçkırdı. En azından o kadarına aklı yetti. Yerdeki kimse zemine yığıldı. Pelte, akışkan bir hamur gibi. Ses kafasının içinde yankılanmasa olan her şeyin gerçekliğini sorgulayabilirdi. Ama buzun kendisi kadar gerçekti ve bu farkındalıkla karnına yumruk yemiş gibi bedeni öne büküldü. Sakinliği hakimiyetiyle birlikte uçup gitti. Titreyen bedenini düşmemek için zorladı. ׄ Ayaktaki, çatırtıyla birlikte uğursuz hipnoz halinden çıkıp geriye sendeledi. Işık şeritleri ince, uzun bedenine uzandı ve Eliz canavarın neye benzediğine bakabildi: Aşağı yukarı kendi yaşlarında genç bir oğlandı. Rüzgarda kalmış yaprak gibi titriyordu. Bir kolunu bedenine sardı. Diğer kolu yanında kaldı. O hareketsiz kolu omzuna sonradan takılma etten bir oyuncak gibiydi. Doğallıktan uzak şekilde öylece sallandı. ׄ Oğlan ışığı takip etti. Ardından dosdoğru Eliz'e baktı. Kaşları çatıldı, gördüğünün gerçek olup olmadığını anlamaya çalışırmış gibi tuhaf tuhaf kızı ve çevresindeki ışık kurdelelerini inceledi. Ardından sakar adımlarla sanki az önce birini öldürmemiş gibi ağır ağır kıza yaklaştı. ׄ Pıt pıt. ׄ Hiçliğin ortasında, ailesinden uzakta ölmeyecekti Eliz. Hele beceriksizce payına hakimiyet kuran birine karşı asla. ׄ O an Eliz'in payını tahakküm altına alabilmesi sakinliği ile değil öfkesi ile oldu. Buz ve soğuk ona hevesle cevap verdi. Gücü bedeninden dışarı akmak istedi: ayakta kalan her şeyi dondurmak, taş etmek ve söndürmek. ׄ "Yaklaşma sakın." Sözcükler kuru boğazından takıla takıla çıktı. ׄ Ama oğlan kıza birkaç metre kalana kadar kızı anlamamış gibi yürüdü. Sonra durdu. Pıt pıt. Çok hasta biri gibi kesik kesik soluyordu. Pıt pıt. Burçicenin en ağır kuzey aksanında konuştu: "Sen onlardan değilsin." dedi ki Eliz Burçice bilmesine rağmen aksanından dolayı dediklerini neredeyse anlayamadı. "Neden buradasın?" ׄ Pıt pıt pıt. ׄ "Ben..." Göğsünde tuttuğu gücü gayri ihtiyari bıraktı. Gözleri karardı ama ayakta kaldı. "Fırtınada yolumu kaybettim." Verilmesi gereken en akıllıca cevap bu değildi ama yine de çocuğun şüpheyle çarpılmış yüzünü gevşetti. Eliz de bundan cesaret aldı. "Ailem burada. Muhtemelen beni arıyorlar." ׄ Eliz oğlanın hareketsiz eline ve diğerine göre desteğini kaybedip düşmüş gibi duran omzuna baktı. Parmaklarının uçlarından kanlar süzülüyor, kara çarpıp karı eziyordu. ׄ "Ailen." dedi oğlan kendi ağır aksanıyla dili dolaşarak. Birazdan uykuya dalacak gibi yorgun halde başını yukarı çevirdi. "Işığı çalan sensin. Ya da ışığın..." Eliz sonrasını anlamadı. ׄ Ölüyordu ve büyük ihtimalle bunlar son kelimeleriydi. Kız bunları anlayabilmeyi dilerdi. ׄ Ölen genç oğlan ve kapanan gözleri, gerilerinde kalan kanat seslerini duyunca son bir güçle hayata döndü. Köşeye sıkışmış, yırtıcı bir hayvan gibi doğruldu. Eliz'in tenini o deli atım yeniden kavurdu. ׄ Zenith Eliz'in adını seslendi. Ama kanatlı adam kızın yanına konamadan kuvvetli bir şey -bir rüzgar, bir duvar, bir dalga Zenith'i ve havadaki diğer kandaşlarını geriye savurdu. ׄ "Dur," Eliz bir an bile düşünmeden öne fırladı, oğlanı omuzlarından yakaladı. İkisi de sendeledi. Atım bir kez daha titredi. Bu sefer kendi kemikleri bile buna kısa süreli ama ani bir sancıyla cevap verdi. "Dur," dedi Eliz. Tane tane konuştu. "Onlar ailem." ׄ Oğlanla göz göze geldiler. Sanki kelimenin anlamını yeni idrak ediyor gibi suratı karmakarışıktı. Atım iki çocuğun arasında sönüverdi, geride belli belirsiz, ancak Eliz'in duyumsayabildiği ve hayatı boyunca da duyacağı titreşim kaldı. ׄ Ama atımın sönmesiyle çocuğun son gücü de tükendi. İnce ve hasta vücudu Eliz'in elleri arasından kaydı. Oğlanı belinden ve kolundan yakaladı. Şaşırtıcı şekilde hafifti, tüy gibi. Tamamen yere düşmeden oturur halde yere çöktüler. Oğlanın gözleri odağını yitirip tamamen kapandı. Başı Eliz'in omzuna düştü. ׄ Bu Zenith'e ve ancak oraya ulaşan Nadir'e ve barakaların çatılarına savrulan umurlara zaman kazandırmıştı. Nadir nefesi tükenmiş halde yanlarına vardı. Eliz'in yanına çöktü. ׄ "Aradığımız şey bu çocuktu, değil mi?" Çenesi titriyordu ve konuşurken dişlerinin birbirlerine çarpmasına engel olamamıştı Eliz. Artık ne soğuğu hissediyordu ne de kaslarını yiyen yorgunluğunu. Sadece belli belirsiz titreşim vardı hepsi bu. ⇤※※※ ⨀ ※※※⇥ ׄ Eliz, umurlar oğlanı dikkatlice alıp arabaya götürmek için havalandıklarında oğlanın öldüğünden emindi. Anlayabildiği kadarıyla çok derin bir yarası vardı ve son derece hastaydı. Zaten onu bulduğunda muhtemelen şoka girmişti. Son büyü gücüyle payını son damlasına kadar kullandığı için ayakta kalabilmişti. ׄ ׄIşık ruhu Eliz'i Nadir ve Zenith ile arabaya geçene kadar takip etti. Sonra tam alnına dokundu. Orası biraz yandı ama hemencecik geçti. Ardından fırlayıp göğe uçtu. Altın ışıklarını orada dans ettirdi. ׄ Ruhun verdiği öpücük kızın tenine altın ışıltıları kazımıştı. Ama Eliz öylesine sersemlemişti ki bu hediyeyi uzunca bir süre fark edemedi. Fark ettiğinde de saklamak için Karataş'ı kullandı. ׄ Pek az kişi bu hediyeden haberdar oldu. ׄ Bunlardan biri de öldüğünden emin olduğu çocuktu. ׄ Talihli veya talihsiz... Eliz bu tuhaf arkadaşını tundranın ortasında böyle bulmuştu. Ve bu başlarına nice belalar açacak ortaklıklarının yalnızca başlangıcıydı. |
0% |