@ck_2525
|
Hayat; mutlu anılarımız ve mutsuz anılarımız diye ikiye ayrılırdı. Mutlu olduğumuz anılardaki ayrıntıları hatırlamazdık ama mutsuz olduğumuz anların her zerresini ezbere bilirdik. Mutsuzluğun içindeki kavruluşumuzdu belki de unutmamızı zorlaştıran. O anki çektiğimiz acıydı.
Ben sayabilirdim hayatımdaki mutlu olduğum birçok anıyı ve hepsi de bir tarihin öncesine dayanırdı.
Liseden öncesine...
Babamla ilk bisiklet sürüşümüz mesela. Annemle tatlı yapışlarımız. Arkadaşlarımda ettiğim sohbetler. Tek başına keyifle okuduğum kitaplar... Bunların hepsi mutlu olduğum anlar olarak hafızamda yer edinirken, mutsuzluk kavramı onu sevmeye başladıktan sonra girmişti hayatıma.
Onu sevmeye başladığımı anladıktan sonra.
Bilmiyordu onu sevdiğimi. Varlığım onun hayatında küçük kız kardeş olarak var oluyordu. Haklıydı da bir yandan. Abimin arkadaşıydı, yakın arkadaşımın abisiydi.
Biz abi kardeş olarak büyümüştük ama...
Aması vardı işte.
Olmuyordu. Bakamıyordum ona abi gözüyle.
O benim bütün ezberlerimi bozmuştu.
Dayanamadığımı hissediyordum son zamanlarda. Daha çok görüşür olmuştuk. Annelerimiz sürekli planlar yapıyordu birlikte ve mecbur kalıyorduk bir araya gelmeye. Gerçi bu görüşmeden yalnızca ben rahatsızdım. Rahatsızlığım da daha fazla ona çekilmemden kaynaklanıyordu. Onu görünce mutlu oluyordum ama daha fazla bağlandıkça korkuyordum içten içe.
Bugün de o günlerden birindeydik. Yaz ayının kavurucu sıcağına karşılık bir İzmir halkı olarak çareyi denize gelmekle bulmuş olan aile büyüklerimiz sayesinde ellerimizde koca koca poşetlerle kapıda abim ve Toprak'ın arabaları getirmelerini bekliyorduk.
Evet... Adı Toprak'tı.
Babası askerdi. Annesi Gül teyze anlatmıştı bir keresinde ismini nasıl koyduklarını. Görevden dönen Metin amca oğlu olacağını öğrendiğinde "Ben bu memleketin toprağı için savaşıyorum. Sizin için savaşıyorum."demiş eli eşinin karnında. O an Gül teyze karar vermiş oğlunun adına. Metin amcanın memleket sevdası, vatan sevdası vermişti Toprak'a adını.
"Kollarım koptu anne ya! Nerede kaldı bunlar?" Diye söylendim elimdeki poşeti diğer elime alıp sağ elimi dinlendirirken. Yere koyamıyorduk çünkü annemin titizliği tutmuştu.
"Ne bileyim ben Bade?" Dedi annem. "Gelirler herhalde şimdi."
Güneş tepeden tepeden vuruyordu. Öğle güneşi kimeydi?
Umarım malum şeye değildi...
Güneşten dolayı gözlerim yaşarmaya başlarken gözlerimi yumup arkamı döndüm güneşe doğru. Tam o sırada karşı binamızın kapısı açıldı. Önden Gül teyze çıktı. Arkasından da kollarını kremlemekle meşgul olan canım arkadaşım. Su..
Boşta kalan elimle saçlarımı omzuma aldım. "Ay Su gel gel. Şu sırtıma da sür. Süremedim ben." Dedim ona arkamı dönerek. Güneş yine gözlerimi almıştı. Su önüme geçip beline bağladığı çantasını karıştırdı önce. Ne doldurduysa artık o kadar bulamadı bir süre aradığını. En sonunda bir gözlük çıkarttı.
"Yine gözlerin sulanmış. Sen hala alma gözlük yanına tamam mı?"diye söylendi gözlüğü gözüme takarak. " Aferin böyle devam et. Kör kal sonra."
"Abartma." Dedim ama haklıydı biliyordum. Gözlüğüm yok değildi sadece dışarı çıkarken takmayı unutuyordum.
Göz devirdi. Çantasını karıştırmaya başladı tekrardan. Güneş kremini bulduktan sonra avcuna biraz sıkıp arkama geçti. Omuzlarımdan başlayarak yedirmeye başladı sırtıma.
"Beline sürdün mü?"
"Sürdüm de sen yine de sür. Biliyorsun, çok yanıyorum."
"Bilmem mi? Amele yanığı oluyorsun."dediğinde kıkırtısı kulaklarımı doldurmuştu. O elindeki kremi belime yedirmeye başladığında mahallenin girişinde önce bizim araba göründü.
Arabadan indiklerinde ona bakmamak için direndim. Ama olmadı.. Allah kahretsin ki yine hiçbir şey yapmadan çekiyordu beni kendine.
Böyle oluyordu işte. O sadece duruyor ben ve lanet olası gözlerim çekiliyorduk ona. Çekemiyordum bakışlarımı. Alamıyordum gözlerimi üzerinden. Mantığım kalmıyordu onun olduğu yerde. Mantığım bitiyor, beynim duruyordu. Kalbim hükmediyordu bedenime. Siyah bir şort giymişti. Üzerindeki beyaz tişört ona özel dikilmiş olabilir miydi? Keza öyle güzel duruyordu ki ona özel dikilmemişse bile başkasının da giymesi ona haksızlık gibiydi. Bir tişörtü daha iyi taşıyamazdı.
Hızlı adımlarla annesinin yanına gidip elindeki poşetleri aldı. Annemin elindekileri abim alırken Toprak bana döndü. Benim elimdekileri de almayacaktı değil mi? Almasındı. Eli elime değer falan, zaten yüreğimi zor durduruyorum.
"Alayım Bade sendekileri de ." Dedi yanıma gelerek. Al işte. Ne gerek vardı böyle bir şeye? Ben koyamıyor muydum arabaya? Elim yok muydu? "Gözlükler yakışmış bu arada." Göz kırptı.
Yapma işte, yapma.
"Sağ ol."dedim utandığımdan içine kaçan bir sesle. Duymamış olabilirdi, o kadar sessiz söylemiştim.
Kıpkırmızı kesildiğime yemin edebilirdim.
Elimdeki poşeti ona doğru uzatınca tuttu. Soğuk parmaklarım onun sıcacık parmaklarıyla temasa girince elektrik çarpmışcasına çektim elimi. Takılmadı bu halime. Aldığı poşetle beraber arabaya döndü.
Bugün ayrı bir yakışıklı mıydı sanki?
O nasıl bir cümle ya? İçimden geçirdiğim cümlelerin bile şaftı kayıyordu onu görünce.
Abim de yanına gidince konuşmaya başladılar. Gözlerimi bile kırpmadan onu izliyordum. Zaten gözlük vardı gözümde. Kimse anlamazdı da ona baktığımı. Aralarında komik bir şey geçmiş olacak ki, güldü.
O güldü ve ben burada eridim.
Aşk böyle bir şey miydi gerçekten? Onun bir gülüşüyle huzura dolmak, mutsuzluğuyla kahrolmak mıydı? Aşk böyle bir şeyse ben ayvayı yemiştim. Değilse de bendeki bu hislerin tanımı neydi?
Ben ona ne zaman bu kadar kapılmıştım?
Kafamın içinde tonlarca soru vardı ve ben geride bıraktığım senelerde hiçbirine cevap bulamamıştım. Her şey tamam olduğunda rahatlıklarından asla ödün vermeyerek bahçede tavla oynayan babalarımızı çağırdık. Arabalara da yerleştikten sonra yola çıktık.
Ben, Su ve annesi Toprak'ın sürdüğü arabada giderken annemler abimin süreceği arabaya binmişlerdi. Su ön koltuğa, abisinin yanına oturmuşken ben tam Toprak'ın arkasındaki koltuğa oturmuştum. Hep dikkat ediyordum onun sürdüğü arabaya bindiğimde arkasına oturmaya. Çaprazına otursam sürekli bakacağımı biliyordum çünkü .Engel olamıyordum ki. Camımı indirdim. O kadar sıcaktı ki hava az kalmıştı süblimleşmeme. Toprak ve Su aralarında konuşurken ben dışarıyı izledim yol boyunca. Kapıya yasladığım kolum boşluğa düşünce kendime geldim. Öylesine dalmıştım ki duran arabayı bile fark etmemiştim.
"Yana kay."
"Kayamam yana falan. Ortaya oturunca midem bulanıyor benim." Dedim. Baran'ın açtığı ve yana kaymamı beklediği kapıdan çıktım. Dik dik suratıma bakıyordu. Gözlerimle içeriyi gösterince göz devirdi. İnat edeceğimi bildiğinden pes edip bindi arabaya. Onun arkasından da ben bindiğimde Toprak arabayı çalıştırdı. Kaldığımız yola devam ettik. Baran açana kadar ki pozisyonuma geri dönüp elime de çenemi yerleştirdim. Yanından geçtiğimiz ağaçları saydım tek tek. Yanımızdan geçen siyah Arabaları saydım sonra. Başımı çeviremiyordum önüme. Biliyordum çünkü çevirirsem eğer bakışlarım ne yapar eder onu bulurdu.
Omzumun hayvan gibi dürtüklenmesiyle elimdeki çenem kaydı ve öne savruldum hafifçe. "Bana bak elimin tersindesin. Çarparım bir tane suratına he." Dedim ters bakışlarımı Baran'a çevirerek. Sırıtmasını görünce daha çok sinirlerim gerildiğinde şort giydiğinden ötürü çıplak bacağını tutup cimcirdim.
Acıyla bağırınca keyiflendim. "Heyheylerin tepende yine. Ne oluyor sana?"dedi bir eliyle sıktığımdan ötürü kızaran bacağını ovalarken.
Bir şey demeden omuz silktim. Bir de ne oluyor diyordu. Yaptığını çabuk unutmuştu, belliydi.
"Bugüne kadar iyi anlaşan hiç ikiz görmedim ama sizinki biraz fazla değil mi ya?" Dedi Su, başını iki koltuğun arkasından uzatıp bize bakarken. Bir anlık bakışlarım Toprak'a kayınca güldüğünü gördüm. İstemsizce yüzümde gülümsemenin oluştuğunu hissedince gülmeyi kestim hemen ve çektim bakışlarımı hızlıca. Böyle oluyordu işte; bakışlarım ona bir saniye bile değse yüzümde gülücükler açıyor, kalbim duracakmışcasına atıyordu.
Ellerimin titrediğini hissederken bacaklarımın arasına sıkıştırıp hapsettim onları. Tek bir gülüşüyle bu hale gelebiliyordum. Hiç ama hiç farkına bile varmadan bana çok şey yapabiliyordu. Baran Su'nun başını parmağıyla iteklerken o sıra da Su söyleniyordu.
"Çek şu elini! Kırarım bak!" Dedi Su, Baran'ın elini itekleyerek.
"Aman be! Sizle de uğraşılmıyor bugün." Dedi Baran. Su ile aynı anda ona göz devirdiğimizde Toprak konuşmuştu.
"Sadece bugün mü aslanım?"dedikten sonra sağa döndük. Arabanın hızı yavaşlamıştı. Gelmek üzere olmalıydık. "Bu iki cadıyla hiçbir zaman uğraşılmıyor."
"Abi ya aşk olsun. Cadı mı olduk şimdi de?" Su abisine sitem ederken Toprak omuz silkmişti. Çok geçmeden araba durdu. Arabadan indik ve bagajdaki eşyalardan herkes bir iki aldığında sahile doğru yürümeye başladık. Abimler çoktan gelmişlerdi ve yere örtüyü açmışlardı bile. Elimdeki poşetleri örtünün üzerine bıraktığımda bi anlığına bakışlarım Toprak'a kaydı. Üzerindeki beyaz tişörtü ensesinden tutarak üzerinden çıkarttı. Esmer teni ortaya serildiğinde yutkunmadan edememiştim. Zor da olsa çektim bakışlarımı üzerinden. Etrafta gezdirdim. Pek de kalabalık olmayan kumsalı taradım. Gözümde güneş gözlüğü olabilirdi ama anlaşılma ihtimali de vardı sonuç olarak. Riske atamazdım. Abim de üzerindeki tişörtten kurtulduğunda onlar denize doğru yürümeye başladılar.
"Off vücuda bak!"diye bir ses duyunca bakışlarım sesin geldiği yöne döndü. Çok uzakta sayılmayan şezlongların üzerine uzanmış iki çakma sarı güneşleniyordu. " Esmer teni güneşte nasıl da duruyor ama."dediğinde ve gözlerini takip ettiğimde, kaşlarım çatılmıştı. Gözlüğümü çıkarıp başıma doğru itekledim.
"İyi misin lan?"diyen Su'ya bile cevap veremedim. Başıma ağrı saplanmıştı. Migren atağımın tam sırasıydı çünkü! "Bade, gözün seğiriyor lan. İyi misin?"
Gözüm mü seğiriyordu? Fark etmemiştim bile. Ters bakışlarım sadece o lafları diyen kıza odaklıyken kız üzerindeki bakışlardan rahatsız olmuş olacak ki Topraktaki bakışları bize doğru döndü.
"Bir sorun mu var?"
"Evet. Var." Dedim onlara doğru yürümeye başlayarak. Annemler arkada kalmıştı. Duyamacaklarından emin olduğum bir uzaklığa geldiğimde durdum. Su da benimle durdu. "Pek bir süzdün adamı? Hayırdır?"
Oturduğu yerden dikleşerek kalktığında" Sevgilin mi tatlım?"diye sordu.
"Ne fark eder?" Dedim ters ters. Kız ortamın gerginliğini ancak fark etmiş olacak ki gözlerindeki gözlüğü çıkarttı. "Ha sevgilim ha değil, ne fark eder."
"Sevgilin değilse çok şey fark eder." Dedi. Dönüp arkadaşına baktı ve ikisi de güldü. Daha sonra gözlerini denize döndürdü. Benimde bakışlarım oraya dönünce Toprak'ı gördüm. Üstü çıplak denizden çıkan Toprak'ı.
Üstü çıplak.
Arkadan esmer tenine güneş vuran Toprak'ı.
Toprak'ın bakışları bir anlığına bize çarpınca kaşlarını çattı. Anlam veremez bakışlarını bir kızlara bir de bize çevirdiğinde kızlara baktığından dolayı büyük bir rahatsızlık duymuştum.
Kızlar bikiniliydi ve deli gibi şu an kıskanıyordum kızlara bakmasını.
Kriz geçirmeme son bir...
"O gözlerini çek onun üzerinden."derken buldum kendimi bi an kıza dönerek.
"Sevgilin mi diye sordum ama cevap alamadım?" Dedi kız göz kırparak. Tam cevap verecekken belime sarılan bir kol hissettim ve kokusu sarmaladı etrafımı. Bakışlarım kolun sahibine döndü.
"Güzelim, tanışıyor musunuz?" Dedi bir saniye bile kızlara bakmıyorken. Gözleri direkt gözlerimdeydi. Olayın şokundan çıkamamıştım ama mal gibi görünmemek için kendime geldim zorla da olsa. Bende baktıkça beni kendine çeken gözlerinden çekmedim gözlerimi ve öyle kurdum cümlemi.
"Hayır. Sadece, arkadaşım sandım ama karıştırmışım." Dedim ufaktan gülümseyerek.
"Pekala. O zaman hadi denize girelim." Dedi belimden çekerek beni hareket ettirdi. Komuta ondaydı. Dümeni ona vermiştim. Nereye çevirecekse benim pusulam oraya bakardı bu saatten sonra. Tabi ben ona yanık aptal bir aşık o ise ona vurulduğunu bilmediği bir kızın bir abisi olarak." Sizsiz tadı olmuyor."
"Olmaz."dedim kızlardan bi hayli uzaklaştığımızda olduğum yerde durarak. Toprak da benimle beraber durdu ama Su bizi asla takmayarak üzerindeki uzun tişörtü çıkartıp bikinisiyle kaldı ve denize doğru adımladı. Alışıktı bizi böyle görmeye. Yani bizde normaldi böyle olaylar. Eskiden beri abimlerin yanında rahatsız olduğumuz birini görürsek müdahele ederdik onların sınırları içerisinde. Keza onlarda bizde aynısını yapardı. Mahallede az kavga etmemiştir benim için, laf atan veya rahatsız eden erkeklerden.
Evet çok seviyordum onu ama dışarıdan öyle göstermiyordum ki. Ona göre, diğerlerine göre de olduğu gibi kardeşçe bir kıskanmaydı bendeki. Abimi nasıl kıskanıyorsam onu da kıskanıyordum. Ama değildi. Hiçbir zaman da olmamıştı.
"Ne olmaz?"dedi Toprak.
"Fotoğraf çekilmedim. Giremem denize falan." Dediğimde ofladı.
"Bir kere de çekilmesen olmuyor mu Bade?"diye söylendi huysuzca.
" Sana çek diyen mi oldu ya? " Diye çemkirdim yüzüne yüzüne. "Çekil, çekilirim ben tek başıma." Dediğimde belimdeki kolunu iteklemiştim.
"Tek başına boydan nasıl çekileceksin?"diye sordu onu iteklememden zerre etkilenmeden. "Ayrıca senin fotoğraf çekilmeni biliyoruz. Pozdan poza gireceksin iki saat. Hem poz verip hem nasıl kendini çekeceksin merak ediyorum?"
Haklıydı. Çekemezdim. Aklıma bir hinlik düştüğünde etrafta gezdirdim bakışlarımı. Benim yaşlarımda iki genç görünce gözlerimle onları gösterdim.
"Arkadaşlardan biri yardımcı olabilir diye düşünüyorum."
"Bende senin kafanı kırmayı düşünüyorum."dedi aksi aksi. "Ver telefonunu. Çekeyim de bitsin şu çile."
"Sana çekmen için yalvarıyormuşum gibi davranmasana ya!"
"Tamam Badeciğim."dedi derin bir nefes vererek. Sakin kalmaya çalıştığı bariz ortadaydı. "Verir misin telefonunu? Ben kendi hür irademle fotoğrafını çekmek istiyorum. Öyle, içimden geldi."
Yüzümdeki gülümsemeyle keyifle çıkarttım cebimden telefonumu. Şifresini açtıktan sonra eline tutuşturdu . Ben onun tabiriyle 'pozdan poza girerken' hiç yorum yapmadan, söylenmeden çekmişti fotoğraflarımı. En son kumsala oturup bir poz verdim, gülümseyerek çekmesini bekliyordum ta ki havalanana kadar.
"Bu kadar fotoğraf yeter."
"Abi dur ama ya!" Dedim Boran abimin kucağında debelenerek. "Fotoğraf çekiliyordum ben ama ya."dedikten sonra yüzüne doğru ofladım uzunca.
"Oflama." Ayaklarım suyla temas edince soğukluğundan ürperdim.
"Ya bi dur, üzerimi çıkartmadım!"dediğimde duraksadı. Hak vermiş olacak ki tekrar kıyıya doğru götürdü beni. Üzerimi çıkarttığımda çıkarttığım tişörtü bırakmama fırsat bile vermeden omzuna almıştı bile. Son dakika elimdeki tişörtü ve gözlüğümü fırlattım kumsala doğru. Annemin gelip alacağını bildiğimden o kadar rahattım.
"Gözlüğüm kırıldıysa yenisini almaya hazır ol!" Dedim sırtına bir tane vurarak. Abim beni hiç takmayıp devam etti.
Saatlerce suda durup yüzdük. Bi ara beni Boran abim, Su'yu da Toprak omzuna almış ve bizi horoz dövüştürür gibi dövüştürmüşlerdi. Güreş yapmıştık kısaca, tabi ona güreşmek denirse. Denize girmeden önce Toprak' süzen kız biz suya girdikten kısa zaman sonra denize girmiş etrafımızda dönüp durmuştu. Toprak'ın onunla ilgilenmediğini anladığındaysa da bana daha fazla kriz geçirtmeden çıkmıştı sudan. Hepimiz tek bir kulaç atamayacak hale geldiğimizde yavaş adımlarla çıktık denizden. Kuma bata çıka annemlerin yanına ulaştığımda bana uzattığı havluyu üzerime aldım.
"Dondum!"dedim iyice havluya sarılarak. Su da benim gibi havluya sarılmış bir şekilde yanıma geldi, oturdu. Abim üzerindeki ıslaklığı havluyla aldıktan sonra tişörtünü geçirdi üzerini. Aynı performansı Toprak'tan da bekliyordum ama öyle olmadı.
"Toprak, telefonun çalıyor oğlum."dedi Gül teyze denize girmeden önce oğlunun ona verdiği telefonu uzatarak.
Elindeki küçük el havlusunu başına sürerken annesine döndü Toprak.Eline aldığında ve ekrandaki ismi görünce elindeki havluyu annesine uzattı.
"Komutanım."diyerek cevaplandırdı aramayı. Konuşmayı yanımızda yapmak istememiş olacak ki biraz ileriye doğru gitti. Herkesin dikkati başka yöne çekilmişken ben gözlerimi ondan alamıyordum.
Askerdi, evet.
Tıpkı babası gibi.
Tıpkı abim gibi.
İlk askeri liseye girmek istediğini annemlerle konuşan abimi dün gibi hatırlıyorum. Küçük sayılmazdım pek ama benim yanımda konuşmak istemeyip odaya çekilmişti annemle beraber. Tabii o yaşlarımda bile rahat durmayan ben mutfaktan bardak kaptığım gibi soluğu odasının kapısında almıştım. Anlatmıştı anneme gelecek planlarını. Ve kurduğu Topraksız bir cümle olmamıştı. Bu yaşlarına kadar ne yaptılarsa beraber yapmışlardı ve hâlâ da devam ediyordu bu.
İlk önce askeri liseyi kayıtları yapılmıştı. Şanstır ki aynı sınıfa düşmüşlerdi ve mezuniyetlerine bizde gitmiştik. Hepimiz toplanıp. Oradan çıkıp Kara Harp' a gitmişlerdi ve oradaki mezuniyetleri de bizsiz olmamıştı.
Biz ve yedi kişilik çetemiz her yerdeydik...
Oradan mezun olduktan kısa sonra girdikleri timde de ayrılmamışlardı. Toprak abimin komutanıydı ve günlük hayatımızda da bunun makarası çok dönüyordu.
Daha fazla bakıp dikkat çekmemek için yanıma doğru gelen Baran'a çevirdim bakışlarımı. Elinde iki poşetle salına salına geliyordu. Taa ki önünden geçen kızlara dek. Kızları görür görmez lokasyon değiştirmişti ki babamın sesiyle duraksadı.
"Gel buraya eşek herif." diye söylendi babam. Elindeki atmaya hazırladığı zarları sallayarak. Buraya gelirken dahi tavlasıyla gelmişti. "Her gördüğün kızın arkasından gidiyor musun böyle sen?"
"Gidiyor baba." diye atıldım hemen. Yalan değildi sonuçta. Nerede kız, orada Baran vardı. Arkadaşın, erkek arkadaşından çok kız arkadaşı vardı. O sırada Baran yanımıza gelip elindekileri yere koymuştu. Ayağındaki kumları sırf gıcık olayım diye ıslak ve çıplak olan bacağıma sürttüğünde bacağım boydan boya kum oldu. Sürttüğü ayağına vurmaya çalışsam da benden erken davranıp kaçırdı.
"Gerizekalı!" diye bağırdım sinirle.
"Kes," Eğilip az önce bıraktığı poşetlerden birinden dondurma çıkarttı. 5, 6 tanesini eline aldıktan sonra poşeti yerine bıraktı. Annemlere götürecekti. Fırsat bu fırsatı. İlgi odağı bende değilken bacağını cimcikledim. Acıyla bağırdı.
"Çocuklar!"diye uyardı babam. "Hiç büyümecekler mi bunlar Allah aşkına." derken ki sitemin öznesi biz olsak da muhattabı Metin amcaydı.
"Rahat dur lan." Baran'ın ters bakışlarına gözlerimi kısarak gıcık bakışlarımı göndermekten başka bir şey yapmadım. Drama Queenliği bitmiş olacak ki ayaklandı çöktüğü yerden. Önce annemlere sonra da babamlara dondurma verdi.
"Su."dedim, telefondan başını kaldırıp yüzüme bakmasını bekledim.Nihayetinde baktığında gözlerimle çantayı gösterip "Tarağı versene saçlarımı tarayayım." Saçlarımın birbirine girdiğine ve berbat bir görüntü oluşturduğuna yemin edebilir ama kanıtlayamazdım. Su tarağı uzattığında elinden alıp hızlıca taradım ve üzerindeki saçları temizledikten sonra ona geri uzattım. O sırada Toprak konuşmasını bitirmiş bize doğru yürüyordu.
Boran abimin yerinde dikleştiğini görünce anladım ne olduğunu. Toprak'ın yanımızda durmasıyla tavla oynayan babalarımızın bile dikkati ona kaymıştı. "Gitmemiz gerek."dedi sadece. Bu cümleyi daha önce kaç kere duymuştum bilmiyordum -bi zaman sonra saymayı bırakmıştım- ama ne anlama geldiğini ben dahil herkes biliyordu. Göreve çağırılmışlardı ve ne zaman dönecekleri de meçhuldü.
Abim ayaklandı hemen. Abim anneme sarıldı, Toprak da annesine. Yıllardır alışmıştık alışmasına da her gidişlerinde içimde bir boşluk oluşuyordu. Onlara bir şey olacak düşüncesiyle yatamadığım günleri bilirdim. Yaşadıkları şeyleri bilmezdim ama denk gelmiştim birkaç tanesine abimin, Toprak'ın vücudunda.
Az evvelki gibi her denize gelişimizde, girişimizde tekrar tekrar yüzleşiyordum sevdiğim adamın yaralarıyla. Ben sıcacık yatağımda uyurken onun çektiği acılarla. Bazen içim daralırdı durup dururken. Nedenini anlamadığım bi bulantı olurdu kafamın içinde, toparlayamazdım bir türlü. pencereyd atardım kendimi hemen. Onun odasının penceresine bakan pencereme. Onun varlığının orada olacağından değil de onun varlığını karşımdaki ışığı bile yanmayan odada hayal etmek bile iyi gelirdi içimin daralmasına. Nefes alabildiğimi hissederdim. Yine gidiyordu ve yine o geri gelmeden asla dolmayadolmayan boşluk hissi yayılıyordu sol göğsüme. Alışamıyordum. Asla da alışamayacaktım..
Hızlıca toplanıp geldiğimiz gibi doluştuk geri arabalara. Abimler her ne kadar siz kalın, devam edin biz gideriz dese de dinlemedim onları. İçimiz rahat etmezdi çünkü. İçimize sinmezdi. Yol boyunca kimseden ses gelmedi. Sanırım sadece ben değildim bu görevler çıkınca gerginleşen.
Tek fark; ben gerginleşmiyordum, gerginlikten ölüyordum resmen.
Tırnaklarım kısa olurdu benim hep. Onun orada iyi mi kötü mü olduğunu düşünmekten delirirken kemirirdim hiç fark etmeden. Saçlarım dökülürdü hep fazla fazla. Yüzüm sarı olurdu çoğu zaman. Vitaminsizlik der geçiştirirdim ama değildi. Değildi işte. Bilmezlerdi. Onun da hiç bilmediği ve bilmeyeceği gibi kimse bilmezdi benim aşkımın da stresimin de beni yiyip bitirdiğini. Baş ağrılarım bitmezdi hiç mesela. Onu düşünerek başladığım günü onu düşünerek bitirdiğimden başım ağrırdı hep. Midem kasılırdı sürekli, iyi olmadığı düşüncesiyle kendimi yerken.
Mahallenin girişi kadrajıma girince çantamı koluma taktım hemen. Arabayı müsait bir yerde durduğunda inmek gelmedi hiç içimden. Neden bilmem inmezsem gitmezmiş geldi bi an. Zaman dursaydı mesela şu an ve o gitmeseydi. Evlerimize gitseydik öylece ya da onların görevde olmadığı her yaz akşamı yaptığımız gibi çekirdek kola yapsaydık bir parkın köşesinde. Saçma sapan konuları konuşup birbirimize takılsaydık. Ya da.. Ya dalar bitmiyordu ve ortada büyük bir gerçek vardı. O bu mesleği seçmişti ve onun her göreve gidişinde benim yüreğim pır pır edecekti, asla da onun haberi olmayacaktı.
Beni kendime getiren bir ses oldu. Daldığım düşüncelerden sıçrayarak çıktığımda olduğum yeri fark ettim. Camdan dışarıya doğru dönmüş gözlerimi yola dikmiş yolu izliyordum. Araba çoktan durmuştu ve içinde ben hariç kimse kalmamıştı. Yüzümün hemen önündeki cama bir kere daha Baran tarafından vurulunca sinirlenerek açtım kapıyı.
"Dua et pislik yapıp kapıyı açmadım. Ayaklarımın önüne postun devrilirdi yoksa."dediğinde sessiz kalarak göz devirmekle yetindim. Moralim sıfırken bir de onunla uğraşamazdım. Arabanın arkasına tıktıklarımızı yine ikişerli alarak kapılarımızın önüne gittik. Evlerimiz karşılıklıydı. Penceresi pencereme bakıyordu.
Çoğu zaman evde olmadığından kapalı olan penceresi.
Kahvemi alırdım bazen, geçerdim penceresinin karşısına. Orada olması önemli değildi ki benim için. Onun orada bir zamanlar olduğunu düşünmek, o odanın onun olduğunu düşünmek bile yetiyordu.
Yine daldığımı koluma girilmesiyle fark ettim. "İyi misin sen?" Su'yun telaşlı bakışlarına döndüğümde sorun olmadığını belirtmek amacıyla gülümsedim.
"İyiyim. Sadece abimler gidecek ya ona takıldı kafam."diye mırıldandım sakince. O da fark ediyordu her gitmelerinde benim tuhaf duygularla sarıp sarmalandığımı. Abimi bahane edip hiç aklına getirmemesi gerekenleri uzaklaştırıyordum ondan böylece. Zaten abisiyle beni yanyana koyamazdı ama ihtimal vermesine bile fırsat vermemeye çalışıyordum çünkü onun öğrenmesi demek Toprak'ın da öğrenmesi demekti. Su böyle konularda asla duygularını saklayamazdı Toprak'tan.
O andan sonra her şey çok çabuk gelişti. Abimler de geldi ve Topraklar Ken evine biz kendi evimize dağıldık. Yaklaşık yarım saat sonra ikisi de hazırlanmış bizlerle vedalaşmak için bizlerle sarılıyorlardı. Ne zaman dönecekleri belli değildi. Dönecekleri bile belli değildi... Düşünmek istemediğim kötü düşünceleri kafamdan çekip almak istercesine şakaklarıma dayadım parmaklarımı. Ovaladım iyice. Tamamen geçirmezdi belki ama azaltırdı belkide başımdaki zonklamayı. Migrenim tutmuştu yine. Annemlerden ayrılan abime sıkıca sarıldım.
"Dikkat et, edin."diye fısıldadığımda kulağına, öpücük bırakmıştı başımın üzerine.
"Emredersin prensesim." Yanağımdan da öptükten sonra geri çekilip karşıya Toprak'a baktı. Normalde böyle bir uğurlama yapmıyorduk ama bu sefer nedense yapmak istemişlerdi anneler. Normal bir zamanda olsa tek bir telefonla öğrenirdik göreve gideceklerini. Göreve gidiyorum da demezlerdi gerçi, bi süre yokum derdi abim. Bir süre beni beklmeyin.
Bir süre sesimi duyamayacaksınız demekti bu. Masaya benim için bi tabak daha koyamayacaksınız. Benimle alışverişlere çıkamayacak, benimle eğlenemeyeceksiniz. Abim benim hayatımdaki şansımdı, babamdan sonra. Onların kaybolan arabasının arkasından öylece boş boş baktıktan sonra gittiklerini nihayet idrak edebildiğimde, kapıyıkapattım.
|
0% |