Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@ck_2525

Zaman beni yaralayan bir şey olmuştur hep. Ya da yaralarımı açan kendimi kanatan ben olmuştum, bilmiyordum.

 

Tek bildiğim vardı; zaman ilaç falan değildi, zaman insanı içten içe sömüren, onu yok eden bir zehirdi.

 

 

25 gün geçmişti onsuz, onlarsız. Uyumuştum, kalkmıştım, yemek yemiş yediğimi geri çıkartmıştım çoğu zaman. Günler böyle böyle birbirini kovalıyordu bu geçen yirmi beş günde ama sanki geçmiyordu da bir yandan. Gelmelerini dört gözler beklerken şehadet haberlerinin gelmeleri ihtimali bir sarmaşık gibi sarıyordu zihnimi. Kemiriyordu içten içe beni. Eğer o ihtimal bir gün gerçekleşirse ne yaparım bilmiyordum.

 

Bugün 26.gündü. Günlerin üzerine bir gün daha eklememek için gittikleri saate kadar o günü geçmiş saymıyordum. Sayılar arttıkça özlemim artıyordu. Sayılar arttıkça korkum artıyordu.

 

Hiçbir haber yoktu onlardan. Bu geçen günler içerisinde kendimi kaç kez karargahın önünde buldum ve artık yüzümü görmekten sıkılmış olan komutanla kaç kez görüşmüştüm bilmiyordum. Elle tutulur bir bilgi de vermiyordu komutan. Geçiştiriyordu her seferinde.

 

Babama göre gitmemem gerekiyordu karargaha. Ona göre, asker ailesi sabırla beklemeliydi göreve askerini. Karargaha gittiğimi bu geçen günlerin yarısında öğrenmiş ve ciddi bir konuşma yapmıştı ama vazgeçmeyeceğimi anladığında en sonunda pes etmişti.

 

Abim diye başlıyordum sorularıma ama Allah biliyordu ya ikisini de çok merak ediyordum. Onlara dair içimdeki özlemin kıyaslamasını tabii ki yapamıyordum ama Toprak'a olan eskiden gelen özlemim gün geçtikçe büyüyordu.

 

Yaz tatili bitmişti. Çocukların okula dönme varktinin gelmesiyle bir anaokul öğretmeni olarak bana da yol görünmüştü. Aklım ne kadar Toprak'ta ve abimde olsa da dersime girmek zorunda olduğumun bilinciyle sürükleye sürükleye de olsa okuluma atmıştım kendimi. Belki bıcır bıcır konuşan ve asla susmak bilmeyen minikler dağıtabilirdi kafamı. Az da olsa nefes alabilirdim belki.

 

Sınıfa geçtiğimde aslında içinde telefonum ve cüzdanımdan başka bir şey olmayan ama sanki dünyanın tüm yükünü omzuma bindirmişim gibi ağır gelen çantamı bıraktım masaya. İnsan hayattan bu kadar bıkınca ve umutsuzluğa kapılınca ufacık şeyleri bile gözünde büyütebiliyordu.

 

Çocukların geliş saatine kadar kafamın içindeki düşüncelerin beni sarmalamasına izin vermemek adına yerleri karışan oyuncakları düzenledim önce. Etkinlik kitaplarını topladım, aynı hizaya getirdim. Islak mendille masaları sildim. Yapabilecek bir iş kalmayınca ve daha geliş zamanlarının gelmediğini, boş vaktimin kaldığını anlayınca telefonumu da alıp öğretmenler odasına doğru adımladım. Haber bekliyordum annemden. Gelirlerse veya ararlarsa direkt beni aramaları için tembihlemiştim bir güzel evden çıkmadan önce. Telefonumu kotumun arka cebine sıkıştırdıktan sonra yandığını hissettiğim boğazıma sardım ellerimi. Bir hasta olmadığım kalmıştı, o da olacak tam olacaktı gerçekten. Zaten böyle zamanlarda çekilmez birine dönüşüyordum -kendi kendimi çekemiyordum- hasta da olursam tam yatak döşeklik olurdum herhalde.

 

Reglim de geçikmişti zaten. O yüzdendi bu duygusallık hali. Asla Toprakla alakası yoktu...

 

Okulun kahve, çay işlerinden uğraşan ablayı odada görünce kahve istedim bir kupa. Hazır edene kadar camdan dışarıdaki trafiği izledim ve hazır olunca teşekkür ettikten sonra tekrar sınıfıma döndüm. Biraz da orada oyalandıktan sonra teker teker öğrencilerim gelmeye başladı. Tam on beş kişiydi bu minik canavarlar. 7 erkek, 8 kız. Kızlarımdan bazıları çok bilmiş ve süslüyken bazıları kendi halinde sessizdi. Erkekler...

 

Tam bir canavarlardı. Şakasız...

 

Kızlarım ne kadar sessizse onlar bi o kadar yaramaz ve gürültülülerdi.

 

Geçenlerde yanılmış yunulmuş bir kere dışarı çıkartmıştım onları. Okul bahçesinde etkinlik yapacaktım benim planlarıma göre ama en son birini ağaç tepesinde, birini kedi sevmek için kedi peşinde, birini de diğer öğretmen arkadaşımın çıkardığı sınıftan kızlarla konuşurken nereden bulduğunu bilmediğim gülleri kızlara verirken yakalamıştım ve o günden sonra tövbe etmiştim onlarla dışarıda etkinlik yapmamak için.

 

O gün kadar yorulduğum bir günü hatırlamıyordum şunca yıllık hayatımda.

 

"Öğretmenim!" dedi, Melek koşarak bana doğru gelirken. Üç kişi gelmişti bile. Gerisi de tek tek damlardı birazdan.

 

"Meleğim!" Kollarımı açtım, arasına girip sarıldı hemen.

 

"Öğretmenim, annem saçlarımı öremedi bugün. Kardeşim ağlıyordu hep. Niye ağlıyordu onu da anlamadım ya zaten. Yaramaz işte." Konuşmasının sonuna doğru kendiyle konuşmaya başladığını fark edince eğdiği başını geri kaldırdı, gözlerime baktı."Saçımı örer misiniz?"

 

Her gün örgülü gelirdi Melek. İstisnasız her gün. Daha sonra annesi Zehra Hanım doğum yapmıştı ve Melek ister istemez biraz etkilenmişti bu durumdan. Doğumdan sonra tek tük örülü görüyordum saçını ve her örgüsüz gelişinde aynı şimdi ki gibi çöküyordu önüme başlıyorduk saç örmeye.

 

Örgü bittikten sonra uzattığı tokayı alıp bağladım ucunu. Ayağa kalktı ve sandalyede oturuyor olmama rağmen kısa olan boyuyla bana doğru uzandı parmak uçlarında. Sardı kollarını boynuma sıkıca. "Sizi çok seviyorum öğretmenim."

 

Okurken defalarca kez bırakma aşamasına geldiğim ama bitirdikten sonra defalarca kez iyi ki dediğim bir meslek olmuştu öğretmenlik. En büyük iyikilerim de böyle anlarda oluyordu işte.

 

O gün bolca etkinlik yaptık çocuklarla. O kadar dalmıştım ki okul kapısından adım atıp dışarıya çıkana kadar sadece çocukları düşünüyordum. Ta ki kapıdaki arabayı görene kadar. Siyah bir Passat duruyordu kapının önünde. Hemen önünde de kapıya yaslanmış bir Toprak. Dış kapıdan adım atıp onun beni görebileceği konuma geldiğim an gözlerimiz kesişti.

 

Tek bir bakışıyla bile karşısındakini titretebilir miydi bir insan?

 

Titretebilirdi.

 

Korku olabilirdi belki bunun nedeni. Öfke olabilirdi.

 

Benim ki aşktandı. Özlemdendi. Ona bir şey olacak korkusundandı. Şahadet haberinin gelecek olması, onu bir daha göremeyecek olmamın korkusundandı.

 

Ayaklarım titriyordu ve ben tutunacak ufacık bir dal bile bulamıyordum.

 

Hep böyle mi olcaktı gerçekten? O gidecek, ben arkasından bu kadar mahvolacak mıydım her seferinde? Canım yanacak mıydı sürekli? Onun gelişini her görüşümde tekrar yaşadığımı mı hissedecektim hep?

 

Bu his için her şeyi çekmek değmez miydi?

 

Pektabii, değerdi.

 

O sapasağlam gelmişti ya, yüzüme yine o güneşten kısılan gözleriyle bakıyordu ya yeterdi o benim için. Gerisinin bi önemi yoktu.

 

O gelmişti...

 

Loading...
0%