Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ck_2525

Kaderin etrafını ördüğünü hissedersin bazen. Dört bir yanından çevreler seni ve kaçamazsın. Bir örümcek ağı misali sana yapışır ve kaçmaya çalıştıkça daha da sarılı halde bulursun kendini. Tam da öyle hissediyordum tam şu an. O benim kaderimmiş gibi.

 

Onu gördüğüm anki kalp çarpıntım onun kolları ve kokusu tarafından sarmalandığımda kat ve kat artmıştı. Hiç düşünmeden yaptığım bir şeydi onu gördüğüm an koşar adım gidip sıkıca sarılmak. Nerden ve nasıl cesaret ettiğimi bilmesem de yapmıştım.

 

Abim ve Toprak’ın dönüşüne özel gibi olan ama asla alakası olmadan onların gelişinden önce ayarlanan yemek için koşturuyorduk eve geldiğimizden beri. Toprakla sarıldıktan hemen sonra arabanın içinden abim çıkmış zor da olsa Toprak’tan ayrılmış abime de sarılmıştım. Hemen sonra arabaya binmiş ve eve gelmiştik. Geldiğim ve üzerimi değiştirdiğim gibi annem hazırladığı şeyleri dışarıdaki masaya götürmem için elime tutuşturmuştu. Yaprak sarmasını da masaya bıraktığımda eş zamanlı olarak Su da elindeki böreği masaya brakmıştı. Annem elindeki ayranla kapıda göründüğünde her şey tamdı. Herkes masada yerini almışken bende Su’nun yanına oturdum. Herkes yemeğe dalmış ve aynı zamanda sohbet ederken abimin sesini duyurmak için hafif bağırarak söylediğiyle masadaki yoğun muhabbet bıçak gibi kesildi ve hepimizin bakışı ona döndü.

 

“Benim size söylemem gereken bir şey var.” dedi. Herkesin odağında olduğunu fark ettiğinde gerildi. Karşısında olan ve ona bakanların ailesi olduğunu fark ettiğinde gergin bir gülüş belirdi dudaklarında. Eli cebine gittiğinde Su ile birbirimize bakmıştık bir anlığına. Cebinden çıkarttığı şeyin kapağını açarak masaya koydu.

 

Masaya bıraktığı şey bir yüzük kutusuydu. İçinde kafam kadar olan bir tektaş olan bir yüzük kutusu.

 

“Ben Çiler’e evlenme teklifi edeceğim.” Dediğinde gözlerim hem yüzüğün büyüklüğünün hem de dediklerinin şaşkınlığından kocaman oldu.

 

“Oha!” diye bir tepki verdim. Allah'tan tepkim sessiz olmuştu. Çiler, abimin senelerdir sevgilisiydi. Bu sene geçen ay dördüncü senelerini devirmişlerdi. Böyle bir son olacağını hepimiz bekliyorduk ama abimin evlenme teklifini Çiler’le beraber hepimiz uzun bir süredir beklediğimizden ve abimden böyle bir atak göremediğimizden umudu kesmiştik bir süre önce. Sonunda edebiliyordu teklifi. Geç bile kalmıştı zannımca.

 

Herkes tek tek abimi tebrik ederken gözlerinde gördüğüm parıltılar beni sabaha kadar ağlatabilirdi ama tuttum kendimi. Sızlayan burnumu çektiğimde birinin bakışlarını üzerimde hissettim. Toprakla göz göze geldik o an. Tek bir bakışıyla anlayabilirdi beni, üzerimdeki ruh halini o an. Nitekim öyle de oldu. Hüzünlü baktığına emin olduğum gözlerimin içine bakıp tebessüm etti hafifçe. Ardından göz kırptığında yüzüme doğru bir sıcaklığın yayıldığını hissettim. Gögüs kafesim hızla inip kalmaya başladığında nefesimi kontrol edemiyordum. Herkesin dikkatinin abimde olduğunu fırsat bilerek ayağa kalktım aniden. Anlam veremeyerek baktığından emin olduğum bakışları sırtımı delerken koşar adım eve girdim. Tek bir hareketiyle bu hale gelmem korkutuyordu beni. Hayatımın iplerini ne zamandan beri ona dolamıştım? Hemde sımsıkı. Onun tek bir hareketi, onun ek bir bakışı, onun sözleri… Onun onun onun… Onun yaptığı her şeyin beni bu denli sarsması, hem de onun beni kardeşi gibi gördüğünü bildiğim halde, ne kadar normaldi? Lisede başlamıştım onu sevmeye. Lise bitmişti, ergenliğim geride kalmıştı. Ergenliğim gibi onu geride bırakabilseydim keşke. Okulda çocuklara bağımlılık hakkında açıklamalar yapıp duruyorduk. Telefon bağımlılığı en basit örneğinden. Onlara bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu ve eğer o bağımlılığımızı yönetemezsek bir zaman sonra onun bizim hayatımızı yönetmeye başlayacağını söylemiştim bir keresinde. Öğretiyordum ezber bilgileri öğretmesine de iş uygulamaya gelince sınıfta kalan ben oluyordum. Telefona değildi benim bağımlılığım, ona bağımlı olmuştum.

 

Kronikleşmiş bir şey gibi o olduğunda da azalmıyordu bu o olmadığında da.

 

Banyoya girer girmez suyun soğuk tarafını açıp yüzüme çarptım birkaç defa. Yüzümdeki yanma tamamen gitmese de azalmıştı az da olsa. Tezgahtan havlu peçete alp yüzümü kurladım hafif nemli bırakarak. Tişörtümün ön kısmı ıslanmıştı biraz ama önesemedim. Peçeteyi çöpe atıp banyodan çıktığımda karşımda gördüğüm karaltıyla çığlık atmam bir oldu. Ağzımın üstü biir el tarafından kapandığında elin sahibini etrafımı çepeçevre saran kokudan tanıdım. Nasıl tanımazdım ki zaten? Yıllarım ona yakın durayım belki az da olsa kokusunu solurum düşüncesiyle dibine sokulmalarımla geçmişti. Üniversiteye geçtiğinde almıştı bu parfümü. Çok iyi hatırlıyorum. Yaz tatilinde geldiğinde hoşgeldin sarılması yaptığımızda anlamıştım kokusuyla beraber onunda değiştiğini. Çenemi tutamamış, kokunu mu değiştirdin diye sormuştum. Gülümsemişti hafifçe. Nasıl fark ettin diye sormuştu. Annesi bile fark etmemiş. Öyle demişti. Ezbere bildiğim kokusu yoktu artık. Yerine erkeksi ama çok ağır olmayan bir koku almıştı. Tabii hemen arkasında da parfüm kokusunu bastırmayan sigara kokusu.

 

Kahveleri öyle yakındaydı ki sakinleşmek şöyle dursun az önce soğuk suyla az da olsa götürdüğüm sıcaklık elinin altındaki yanaklarıma tekrar nüfuz etmişti.

 

“Sakin ol, benim.” dedi elini çekmeden. Gözlerimi kapatıp açtım anladığımı belirtmek için. Bir an önce elini çekmeliydi zira ya nefessizlikten ya da yakınlığının verdiği heyecandan küt diye bayılmama ramak kalmıştı. Beni bayılmaktan son anda kurtardı. Elini çektiğinde derin bir nefes çektim ciğerlerime. Oksijen değil kokusuydu sanki ciğerlerimi kaplayan. “Neyin var senin? Yüzün kıpkırmızı olmuş.”

 

“Sıcaktan herhalde.”diye geveledim ağzımın içinde benim bile zor duyduğum bir ses tonuyla.

 

“Yemekte bir şey mi dokundu acaba?” diye sordu bu sefer. Yemekte doğru düzgün bir şey yiyebilseydim belki… Belki bu dediğini onaylayabilirdim. “Gerçi doğru düzgün bir şey de yemedin.” dediğinde yaşadığım anlık farkındalıkla gözlerim irileşti. Şok içerisinde ona baktım. Yemek boyunca beni mi takip etmişti yani? Böyle davranıp davranıp sonra senin Su’dan bi farkın yok deyip duruyordu. Benim de hevesle uçtuğum havalardan hayalkırıklığıyla yere çakılmam bir oluyordu.

İçimden ılık bir sıcaklığın aktığını hissettim ona kalbime doğru.

 

Hayır etkilememem gerekiyordu. Ben bu sözlerin sonunu biliyordum .Defalarca aynı şey olmuştu, defalarca yere çakılmıştım. Bu sefer düştüğümde kırılacak kalbimde yer kalmamıştı. Bu sefer olmazdı.

 

Silkelendim o yüzden. Bir an önce kendime gelmem lazımdı. ‘‘ İyiyim ben. Bir şeyim yok.’’ dedim yanından geçip koridora çıkarken. Arkamdan emin misin diye sorsa da cevap vermedim. O sırada çelik kapı açıldı ve aralıktan Su göründü. Beni süzdükten sonra arkadan gelen Toprak’a bakışları çıktığında hafif kaşları çatılır gibi olsa da geri düzeldi ve gülümsedi.

 

‘‘Nerede kaldınız ya?” diye sordu hafif hızlı soluk alıp vererek. İkimizden de ses çıkmayınca “ Baran film izleyelim diye tutturdu. Annemler bize geçecekmiş. Bizde burada izleriz diye düşündük filmi.” Sessiz kalıp omuz silktim sadece. Benden yana sıkıntı yoktu çünkü. Filmin yarısında uyuyup kalacaktım büyük ihtimalle her zamanki olduğu gibi. Bunu onlar da biliyordu ama her film gecesi olduğu gibi inatla bana da izletmeye çalışıyorlardı. Aşağıya inip sofrayı topladık el birliğiyle. Bulaşıkları toplayıp annemleri karşı binaya gönderdik. Her şey toplanıp bittikten sonra en nihayetinde ben ve Su abur cubur koymak için mutfağa geçtiğimizde abimler de Su’nun bulduğu filmi açmış içeride bizi bekliyorlardı. Film aşk filmiydi ve açarken bile abimlerden yükselen itiraz cümleleri mutfağa kadar gelmişti. Su denilenler ona söylenmemiş gibi içeri girdiğinde filmin konusunun çok güzel olduğunu, film bittiğinde izlemek istemeyenlerin utanacağından bahsetmişti. Abimlerin aksiyon ve vurdulu kırdılı filmlerinin yanında bu oldukça soft bir film olduğundan tatmin edemiyorduk beyleri. Benim için sıkıntı yoktu. Ne de olsa birazdan uyuklardım. Herkes yerlerine kurulduğunda uzun koltukta kendimi salarak ayaklarımı orta sehpaya uzattım. Hepimiz rahat bir pozisyon bulduğunuz da Baran filmi başlattı. Film jeneriği gösterilmeye başlandığında abimin televizyondaki dikkatli bakışlarını gören Toprak “ İyi izle. İki üç taktik öğren de Çiler’e uygularsın.”dedi.

 

“Ben zaten oldukça romantiğim oğlum. Olmayanlar düşünsün.”dedi abim kaşlarını kaldırarak Toprak’ı gösterdi. Baran gevşek gevşek sırıtarak “ Bizim genlerimizde var romantiklik Toprak abi. Ayıp ediyorsun.”dedi. Abim “Seninkine bizden bağımsız yavşaklık da eklenmiş koçum.”deyip hemen yanında oturan ikizimi boynundan yakalayıp göğsüne yapıştırdığında Toprak da Baran’ın saçlarına elini daldırıp dağıtmıştı.

 

“Toprak abin kendi romantik olmadığından bizi de öyle sanıyor. Herif odun geldi odun gidecek. Kaç yaşına geldi hâlâ manitası yok.”dedi Baran’ı saldığında abim tekrar konuyu romantikliğe getirerek. Toprak güldü hafifçe bu dediğine. Abim Toprak’ın gülmesinden şüphelenmiş gibi kaşlarını çattı. “Bu gülüşten ben bi kıllandım. Var mı lan yoksa?” Kalbim sıkıştı aniden. Var mıydı gerçekten? Olmayacak mıydı elbet günün birinde? Ben olasılıklara katlanamazken gerçeğiyle yüzleşme düşüncesi bile.. Nefesimi kesiyordu.

 

“Olsa bilmez misin lan?” Dedi Toprak herkesin ilgisinin ona döndüğünü ve hepimizin ondan bir cevap beklediğini fark ederek. Derin bir nefes verdim. Neyse ki bu olasılıklar yakın bir tarihte gerçekleşmeyecekti. “Ayrıca dağda birbirimizden başkasını mı görüyoruz biz?”

 

“Niye öyle diyorsun? Aşk engel tanımaz. Belki Mete’ye tutuldun, söyleyemiyorsun.”dediğinde anında Toprak’tan ensesine şaplağı yemesi bir oldu abimin.

 

İkisinin birbirleriyle uğraşmasını kesen şey jeneriğin bitmesi ve filmin başlaması oldu. Esmer, kapkara zeytin gibi gözlere sahip bir kız belirdi önce ekrana. Kızın keskin yüz hatları onu öylesine güzel göstermişti ki yüz yogası yapasım gelmişti tekrardan. Bir ara yapıyordum ama okulun yoğunluğundan eve geldiğim gibi sızdığım için çoğu zaman, aksayıp durmuştu. Bende en sonunda tamamen bırakmıştım. Çocuk girdi sonra kadraja. Kumral saçları beyaz teniyle öylesine uyumluydu ki esmer sevdiğimi,karşımda kanıtlarıyla oturmasa, bilmesem kumrallar tam benlik diyebilirdim. Ama maalesef bendeki bu sevdayla ben ancak diyebilirdim ki Toprak tam benlik.

 

Filmin yarısına kadar geldiğimizde şaşırtırcı bir şekilde filmden kimse sıkılmamış ve en büyük şok edici olay ise ben uyuklamamıştım. Kızı kendime benzetişim miydi dikkatimin çekmesine sebep olan filmi bilmiyorum ama oldukça dikkatle izliyordum. Kız ve çocuk küçüklükten beri aynı okula gidiyordu ve kız anaokulundan beri çocuğa aşıktı. Ne olursa olsun bunu çocuğa söylemiyor belli bile etmiyordu. Başroller hemen hemen bizim yaşlarda olsalar da eskiye dönük çekimler yaptıklarından küçüklüğünden bu yana görmüştük olan biteni. Onları izledikçe gözümün önüne lisedeki hallerin gelmişti. Toprak’a karşı duygularımın başladığı ve durdurak bilmez bir hale gelişi dün gibi olsa da dile kolay, yıllar geçmişti üzerinden.

 

Bir ara filmdeki çocuk sevgili yapmıştı ve anında bakışlarım Toprak'a dönmüştü. Eski sevgililerine çok vakıf olmasam da zaman zaman abimin adını geçirdiklerini duyduğumda bile canımın nasıl yandığını hatırlıyordum. Ben onun için hayatıma kimseyi almazken onun adının yanında geçen adlara bile nefret duyacak kadar seviyordum onu. Her zamanki gibi görmemişti beni de sevgimi de. Filmde ki kız da benim kaderimi yaşıyordu. Çocuk başkalarıyla gününü gün ederken o bunları izleyerek kendine acı çektirmekten öteye gidemiyordu.

 

Bir süre daha kimseden ses çıkmadan filmi izlemeye devam ettik ama benim gözlerim kapanmak üzereydi. Zor da olsa dayandım ve bitmek üzere olan kaseden cips alıp attım ağzıma. Çok değil on beş dakika kalmıştı bitmesine filmin ama kız hâlâ inatla çocukla onu sevdiğini söylememiş, inatla saklıyordu. Filmin duygusal ve romantik bir film olduğunu Su’dan duyduğumdan filmin başından beri ağlamalık duygusallık bekliyordum ama hâlâ öyle bir şey olmamıştı. Su yerinde biraz daha kayıp başını göğsüme koyduğunda Toprak’ın bakışlarının bize döndüğünü gördüm. Temiz olan elim Su’nun saçlarını bulduğunda başını kaldırıp bana baktı anlık. Geri dönüp filmi izlemeye devam ettiğinde saçlarını okşamaya başlamıştım.

 

Film bittiğinde gözlerimi dolduran yaşlarla etrafı bulanık görüyordum. Herkes filmden etkilenmiş olacak ki jenerik bitene kadar kimseden ses çıkmadı. Herkes jeneriği izliyordu. Yanağıma damlayan yaşı silerken ya benim de sonum öyle olursa diye düşünüyordum. Kız filmin sonuna kadar çocuğa açılmamış, hep etrafında olarak başkasıyla olan ilişkikerini izleyip durmuştu. Çocuk etrafındaki kızdan ve onun hislerinden bihaberken hayatına devam ediyordu. Kız açılmaya karar verdiğinde çocuğa giderken ve tam yetişmişken kaza geçirmişti ve çocuğun kollarında can vermişti. Hikayede kendi hikayemi bulmuşken sonu herkes gibi beni de üzmüştü ve ayrıyetten korkutmuştu da. Ölmekti belki korkutan. Ya da ona içindekileri dökmeden ölmek.

 

Su göğsümden kafasını kaldırıp bana döndüğünde dolu gözleriyle karşılaştım. O da bende böyle bir son beklemediğimizden afallamıştık.

 

“Kız yanlış yaptı.”dedi abim. Baran da ona katılırken başını sallamıştı. “Bence de en başında söylemeliydi hislerini.”

 

“Söylese de bir şey değişmezdi bence.” Toprak konuştuğunda hepimizin bakışı ona döndü. “ Çocuk ya onu üzerdi ya da reddederdi. Görmediniz mi abisi yaşında.” Dediğinde gözlerimi kaçırarak önüme döndüm hemen.

 

Evet abisi yaşındaydı ama gönül ferman dinlemiyordu ne yazık ki.

 

Bu benden büyük onu sevmemeliyim dese de kendine bin defa; kalp kör oluyordu, kulak sağır.

 

Seçme şansı verseler yine onu sever miydim diye düşündüm o an. Cevabım yine yine ve yine evet oldu. Seçenekler arasında o varsa eğer diğer kişileri seçenekten saymazdı kalbim.

 

“Bence çok güzel bir aşk yaşarlardı.”dedim nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle Toprak'ın yüzüne dik dik bakarak. Diğerleri gibi o da bana döndüğünde gözlerimiz kesişti. “Yaş sorun olmamalı. Seven her türlü sever. Ve çocuk sevmeyecek biri de değil ayrıca. Sevmeyi bilmiyor. Sevilmeyi bilmiyor. Sadece önündeki onu gerçekten seven kişiyi göremiyor o kadar.” Filmdeki çocuğun aksine sevmeyi de sevilmeyi de gayet iyi biliyordu. Öyleyse beni niye görmüyordu?

 

Herkesi gören gözleri bir bana mı kördü?

 

Yaşı bu kadar takan biri olduğunu bilmiyordum. Ona açılma düşüncesi zihnime hiç kurulmadan öylece ortadan kalktı böylece.

 

Nefesimin daraldığını hissettiğimde oturduğum yerden kalkıp telefonumu aldım orta sehpadan. Bakışların hâlâ üzerinde olduğunu hissettiğimde “Balkonda biraz hava alacağım.” Dedim ve salonumuzun balkona attım kendimi hemen. Hareketlerim belki dikkat çekiciydi ama bugüne kadar kimse anlamamıştı. Bu saatten sonra da anlamazlardı herhalde. Uzun uzun nefesler aldım nefesimi düzene sokmak için. Bu sıralar çokca nefesim daralıyordu. Bi ara hastaneye gitmeliydim.

 

Arkamda, balkon kapısının girişinde hareketlenme hissettiğimde dönüp bakmadım. Gelecek olan gelecekti yanıma zaten. Ellerimi koyduğum demir korkuluklara iki el daha konduğunda bakışlarımı soluma, gelen kişiye çevirdim. Toprak'ın aynı ismi gibi toprak rengindeki gözleriyle karşılaşmayı beklemiyordum. Su gelmiştir diye düşündüğümden bi an afalladım. Ellerinin korkuluğa baskısından kol kasları gerilmişti. Zor da olsa bakışlarımdaki alıklığı silip yüzüne baktım. Sorgular ifadesi yüzümü tararken bir şey anlamasından korkup bakışlarımı kaçırdım. Balkonun manzarası benimkinin aksine onun odasına bakmıyor işlek bir caddeyi gösteriyordu. Yoldan geçen siyah motorları sayarken, 15.deydim ki sesiyle duraksadım.

 

“Neyin var senin?”

 

“Bir şeyim yok.”dedim omzumun üzerinden ona bakarak. Cevap verirken gözlerine bakmazsam verdiğim cevaptan tatmin olmaz, şüphelenirdi. Her hareketini ezberlediğim gibi bunu da ezberlemiştim. Onun beni görmediği gözleri neye bakınca parlar, çok iyi bilirdim mesela. Şaşırdığında kirpiklerinin nasıl hafifçe titrediğini..

 

“Bir derdin olduğunda benimle konuşabileceğini biiyorsun, değil mi?” Diye sorduğunda başı hafifçe sola yatmıştı. Ademelması gözler önüne serildiğinde zorla toparlandım. Dikkat dağıtmak için özellikle mi yapıyordu? Eğer özellikle yapıyorsa oldukça başarılıydı.

 

 

Derdim sensin demek istedim bir an. Derdim beni görmüyor oluşun. Hadi gözlerin bana kör, bakışlarımdaki senin için olan parlamalara da mı kör? Kalbimin atışını da mı duymuyor kulakların? Demek istedim. Beni neden görmüyorsun Toprak? Diye sormak istedim. Neden? Bunca sene beni nasıl görmedin?

 

Gülümsedim hafifçe. İç dünyamda dönen bütün sorularıma rağmen, “ Biliyorum.”dedim. İçimi acıtsa da “Toprak abi.”diye ekledim.

 

İkimizde sessiz kaldığımızda Toprak saatin iyice geç olduğunu söylemiş, Su’ yu da alarak evlerine geçmişlerdi. Bizde etrafı topladıktan sonra annemlerde yedek anahtarın olduğunu bildiğimizden odalara dağılmıştık. Elime yarım kalan kitabımı alıp Toprak'ın odasını gösteren camımın önündeki tekli koltuğuma kurulup kitap okuma adı altında perdeleri kapalı camına diktim gözlerimi. Az önce gitmiş olmasına rağmen içinde senelerdir geçmeyen bir özlem vardı ona dair ve ben nasıl geçirebileceğimi bile bilmiyordum. Anca bunlarla yetinebiliyordum işte. İçinde olup olmaması bile önemli olmadan camını izleyerek..

 

Elimdeki kitap göğsüme düştüğünde bilincimin kapandığını hissediyordum. Üzerimi değiştirmediğim geldiğinde aklıma kalkmaya üşendim. Ayaklarımı karşıdaki sehpaya uzatıp rahat bir pozisyon aldığımda yatağıma geçmeye bile halim yoktu. En sonunda bilincin tamamen kapandı.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%