Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@ck_2525

 

 

KAYIP RÜYA

 

İnsan izlerden ibaret.”

 

 

İnsan umutlarının sönüşünü, hayallerinin elinden bir hiç uğruna alınmasını sessizce nasıl izleyebilirdi? Hayatını adadığı, çoğu şeyden o hayaller uğruna vazgeçtiği şeyin ellerinden kayıp gitmesini içi yana yana nasıl kabullenebilirdi?

 

Tek bir hareket ve bum! Tek bir yanlış hareketim sebep olmuştu hayallerimin toz olup havaya uçmasına. Doktor çapraz bağ kopması demişti. Üzgün bir ifade vardı yüzünde. Voleybola yıllarımı adadığım bilgisi annem tarafından kendisine ulaşmış olacak ki başını eğmişti bir süre. Nasıl söyleyeceğini bilemediği bir ifade oluşmuştu yüzünde. On sekiz yıllık hayatının sekiz yılını voleybola yatırmış bir kızın karşısına geçip de 'çapraz bağların kopmuş, acilen ameliyat olman gerekiyor ama ameliyat sonrası voleybola dönmen imkansız' demesi zor olsa gerekti. En sonunda kafasını kaldırıp da yarım saattir kafamın içinde dönüp duran cümleleri kurduğunda tepki verememiş donmuş şekilde yüzüne bakakalmıştım. Benim vermem gereken tepkiyi annem vermiş, önce elini şaşkınlıktan aralanan ağzına götürmüştü. Sonra da şaşkınlığını üzüntüsü bastırdığında eliyle kapattığı ağzını açtı ve ilk söylediği şey ağlamaklı bir sesle "Ne diyorsunuz doktor bey? Voleybol onun hayatı." olmuştu.

 

Benim hayatım kalmamıştı. O andan itibaren hayatımda kariyer planlaması dahil her şey değişmişti ve ben bu değişikliklere ameliyat sonrası ağrılı bir süreçle başlamıştım.

 

Ameliyatımın üzerinden sekiz ay geçmişti ve ameliyatım gayet başarılıydı. Hastane de 3 gün tutulmuş, oda üzerime üzerime gelmeye başladığında da doktora olan yoğun ısrarlarım üzerine taburcu edilmiştim. Sekiz aydır isteksiz de olsam her gelmemin öncesinde annemle kavga da edip zorla da gönderilsem, fizik tedavi günlerini kaçırmamıştım. Doktoruma göre isteksiz olmama rağmen oldukça ilerleme kat etmiştim.

 

Hayatta başarmak istediği ve hayalleri kalmamış biri olarak gayet de azimliydim bence. Ne için geliyordum ki zaten buraya? Eski yürüme formuma ulaşsam tekrar dönebilecek miydim ki takım arkadaşlarımın yanına, ait olduğumu hissettiğim yere? İmkansız dememiş miydi doktor?

 

Yine bir fizik tedavi günüydü ve ilk gün değneklerle girdiğim yerden şimdi ayaklarımın üzerinde dimdik çıkmıştım. Sağ ayağımda bugün çok zorlamamdan kaynaklandığını bildiğim hafif bir sızı vardı ve o kadar takmıyordum ki onu şu an. Bitmişti tedavim çünkü. Tamamen kurtulmuştum bu illet yerden. Yarın sekiz ayın araya girmesinden kaynaklanan okula gitmeme durumum da bitiyordu. On ikinci sınıf olmuştum ve içimde tuhaf hisle beraber bir de gitmeme isteği oluşmuştu. On birinci sınıfın ikinci dönemini hiç görememiş olmama rağmen devamsızlığımda sorun çıkarmamışlardı yönetmelik ve hastaneden aldığım raporla ve onların da gösterdiği imtiyazla geçmiştim On ikinci sınıfa. Okulumu, arkadaşımı özlemiştim yalan yok ama içimden gelmiyordu gitmek.

 

Beni almaya gelmiş olan abimin durdurduğu arabayı gördüğümde hızlı adımlarla ilerleyip ön kapıyı açarak oturdum. Günlük her zamanki nasıl geçti sorularıyla yolu tamamladığımızda eve yetişmiştik. Bu olaydan bağımsız olarak abimle aram hep iyi olmuştur. Keza ablamla da öyle. Bu olaydan sonra tüm aile bireylerim- ki bu anne, abi ve ablayı kapsıyordu- oldukça üstüme düşmüştü. İlk iki ay boyunca doktorun iyi misin sorularına kafa sallamak dışında pek tepki göstermemiş, olabildiğince kaçmıştım konuşmaktan. Psikolojimin berbattan hallice olduğu o dönemde bir an bile bıkmamışlardı suratlarına buz gibi bakan betona benzer suratıma gülümseyerek konuşmaktan. Onların öyle yapması içimde hayata dair sönmüş olan umutlarımı filizlendirmişti. Hala geleceğe dair kaygılarım mevcuttu ve asla da son bulayacaklarını düşünsem de onların yanımda bu kadar benden hiç vazgeçmediklerini hissettirerek durmalarıyla hayat daha çekilir gelmişti bu süreçte.

 

Eve annemin gülümseyerek açtığı kapı aralığından geçtiğimde hızlı adımlarla üst kattaki odama çıktım. Şu an tek isteğim sabahtan beri yalnızca su giren midemi tıka basa doldurup geri odama çekilip iyi bir uyku çekmekti. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulduktan sonra ve yemekten döndüğümde uyumaya hazır olmak için pijamalarımı giydikten sonra banyoya geçip yüzümü yıkadım soğuk suyla. Aşağıya indiğimde annemlerin yemeğe oturmak için beni beklediğini gördüm. Merdiven seslerinden geldiğimi anlamışlardı. Abim de benim gibi çok acıkmış olmalı ki beni görür görmez kalkıp masa başına geçti. Bende masadaki yerimi aldığımda ablam ve annem de oturmuşlardı. Eve girdiğimde evi saran kokunun kaynağı olan yaprak sarmasından bana yetecek kadar tabağına aldıktan sonra hiç kimseyle göz teması kırmamaya özen göstererek yemeğime gömüldüm. Göz temasından kaçınma operasyonum ablam tarafından bana yöneltilen bir soruyla baltalandığında tabağımdaki son sarmaya çatalımı batırıyordum.

 

"Yarın okulunun ilk günü, nasıl hissediyorsun?"

 

Aslında bu masada oturan herkes okul hakkında düşüncelerimi çok iyi biliyordu. Sadece benimle iletişim kurmak için debeleniyorlardı ve konu onlar için hiç mi hiç önemli değildi. Tıpkı yarınki okul için oldukça isteksiz ve heyecansız olduğumu bildiği halde sorulan bu soru gibi. Yine de onlar benim için bu kadar uğraşırken onları üzmek en son isteyeceğim şey bile değildi ama yalan söyleyecek kadar enerji bulamamıştım o an.

 

"Stabil." Dedim sadece. Ayrandan bir yudum aldığımda dilimde hoş bir tat bırakan tuzu tattığımda bakışlarım anneme döndü. Bu evde ayranı kimse tuzlu içmezdi benim dışımda ve uzun zamandır ayran benim için tuzlu yapılıyordu. Bu ufacık bir şey olsa da benim için o kadar anlam ifade ediyordu ki... En ufak ayrıntısına kadar düşünülüyordum ve bunun kadar güzel bir his yoktu. "Eline sağlık." Dedim bitirdiğim bardağımı, tabağımın içine bırakarak çatalımı da aldıktan sonra mutfağa yöneldim. Bu kadardı işte benim sosyalliğim. Gün içinde üç, dört maksimum beş kelimelik konuşuyordum ve bu benim için yeter ve artardı bile. Bulaşıklarımın kirini aldıktan sonra makineye yerleştirdim ve tam mutfaktan çıkacaktım ki kapının pervazına yaslanmış olan ablamla gözgöze geldim.

 

Sare.

 

Annem koymuştu adını. Saf ve temiz demekti. Adı gibi bir kişiliği ve yüzü vardı. Yüzüne bakarak anlayabilirdiniz içinin iyiliğini, saflığını. O kadar güzel bir yüze sahipti ki bazen kendimi sorgulardım, onun yüzü bu kadar güzelken ben neden böyleyim diye. O girdiği ortamlarda parlardı, göz bebeği olurdu daima.

 

Ben; onun aksine hep adımın anlamını taşırdım her yerde.

 

Saye.

 

Gölge demekmiş. Babam o lanet gölgesi bi an üzerimden gitmesin diye mi seçmişti bu ismi? Eğer öyleyse oldukça başarılıydı. Onun düşünceleri, onun adı altında ezilip kalmıştım ben.

 

"Konuşabilir miyiz biraz?" Dedi, yüzüne düşen perçemini kulağının arkasına sıkıştırırken. Reddetmemden korkan bir hali var gibiydi. Çünkü biliyordu, onu reddedersem konuşmak için diretmesine ısrar etmesine fırsat tanımazdım. Sınırlarım vardı evet, kalın kalın duvarlarım vardı ve ailemin bile geçmesine izin vermiyordum bir müddettir.

 

Başımı salladım hafifçe. Bir şey demeden mutfak masasının sandalyesini çekip oturduğumda o da karşımdaki yerini aldı.

 

"Tedavin bitmiş bugün. Çok sevindim." Dediğinde parlayan gözlerini donuk bakan gözlerime çevirdi. Maviydi onun gözleri. Işıl ışıl parlayan, bir zamanlar güldüğünde parıldayan içimi ısıtan iki mavilik. Ben her zamanki gibi aykırıydım. O kadar aykırıydım ki gözlerim bile almıştı bundan nasibini. Ne maviye sığdırabilmişti kendini ne siyaha. Maviye kaçan koyu gri rengine hapsolmuştu irislerim. "Yarın umarım senin için çok güzel bir gün olur. Önünde çok güzel yılların var, yeniden başlaman için büyük bir şansın ve ben biz hep senin yanındayız. Bunu unutma, olur mu?" Kalbimden akan bir sıcaklığın vücudumu sardığını hissettiğimde dudaklarım istemsizce iki yana kıvrıldı. Oturduğum yerden kalkıp ona sarılmak için bir hamle yapmıştım ki ne oldu bilmiyordum, yapamadım. Yapamıyordum işte. Bana ne oluyordu, o canlı kıpır kıpır kız neye gitmişti de yerine bu lanet buzdan kişi nasıl gelmişti? O Tek bir hata benden birçok şey götürmüştü. Manevi açıdan ciddi manada sömürüldüğümü hissediyordum.

 

O beni anladı. Ona dolamak için kaldırdığım kollarım iki yanıma gerisin geri düştüğünde ne hissettiğini bilmiyordum ama yüz ifadesinden okumamak imkansızdı. Kahroluyordu. O, annem, abim. Bende üzülüyordum ama olmuyordu. Olmuyordu işte. Onlarla arama ördüğüm duvarın bir benzerini kalbimin çevresine de örmüş olmayım ki ona ulaşmak oldukça zordu. Kalbimin donduğunu hissediyordum bazen. Çevresini buzullar sarmıştı sanki ve o damarlarımda dolaşıp yaşamsal faaliyetlerimi devam ettirmek amacıyla kan pompalamak dışında bir şey bilmiyormuş gibiydi.

 

Bir insan sekiz ay boyunca annesine bir kez bile sarılmaz mıydı? Sarılmamıştım, sarılamamıştım.

 

Geçirdiğim krizlerde beni kendime zarar vermemem için beni sararak tutması sarılmadan sayılır mıydı?

 

Gittiğim hiçbir psikolog düzeltememişti bu bendeki durumu. Ne gibi bir psikolojik hastalıktı bilmiyordum, ilgilenmemiştım. O seanslar sırasında konuşma kapasitem evet ve hayırdan ibaretken hiçbir doktorun bana yararının dokunamamış olması kaçınılmaz bir sonuçtu. Konuşmuyor, dediğini duymuştum bir psikoloğun anneme. Onu böyle tedavi edemeyiz.

 

İçimde asla dolduramadığım ve doldurmaya dair umudumun olmadığı saçma sapan bir boşluk hissi gün yüzüne çıkıp göğüs kafesimin üzerine kurulduğunda ablamın dolan gözlerinden gözlerimi kaçırarak çıktım mutfaktan. Odama geçtiğimde saçlarımı yukarıdan gevşek bir dağınık topuz yaptım. Komodinimin üzerindeki telefonumu alıp son ses İngilizce bir şarkı açtıktan sonra uyumaya hazırdım. Açtığım şarkı kafamdaki sesleri az da olsa bastırabiliyordu ve ben rahat bir uyku çekebiliyordum böylece. Kabussuz, terden sırılsıklam uyanmadığım bir uyku.

 

Kapalı gözlerimin altında bir tablo oluştu. Mutlu aile tablosu. Herkes mutluydu. Annemin güldüğü için oluşan gamzesi yerini almıştı. Ablamın gözleri parlıyordu ve abim.. Abimin o adamdan aldığını belli eden o gözleri aynı onun gülünce kısılan gözleri gibi kısılmıştı. Ablamın beline elini koymuş gülümsüyordu. Ben vardım bir de. Şimdiki yaşam faaliyetleri göstermeyen yüzüme inat neşe dolu gülümseyen ben. Hemen Sağ tarafımda ama oldukça arkamızda Kalan o vardı bir de. Çatıktı kaşları.

 

Her zamanki gibi.

 

Onu hayallerimde bile yaşatmak istemiyordum. Ve o an başından başlayarak küle dönmeye başladı. Vücudunu yok eden kül havaya karıştığında dudaklarımın iki yana kıvrıldığını hissettim yattığım yerde. Artık huzurla uykuya teslim edebilirdim kendimi.

 

 

 

&&&&&&&&&&&&

 

Can yanması sadece fiziksel mi olurdu? Bunca zamandır çektiğim fiziksel acı şu an çektiğim acının yanında az kalır gibiydi. Kalbim sancıyordu, neden bilmiyordum ama nefesimin tırmandığı soluk borumdan bana ulaşmadığını hissediyordum. Bu hep böyle mi olacaktı? Hayata dair attığım her adımda suratıma yediğim sert tokatla iki adım geri mi gidecektim?

 

Olmuyordu. Olmuyordu işte, atamıyordum o lanet adımı bu koskoca okul bahçesine. Yaklaşık yarım saattir burada, okul kapısının önünde bekliyordum. Abim beni bırakmış, okula girdiğimden emin olmuş ondan sonra da gitmişti. Çok sürmemiş, içeriye attığım iki adımı gerisin geri atmış geri çıkmıştım okulun bahçesinden. Yapamıyordum. Attığım ilk an kalbim göğüs kafesim ona dar geliyormuşcasına ve kendini dışarıya atmak istercesine atmaya başladığında yapamayacağımı anlamıştım. Okul bahçesi boşalmıştı. Herkes sınıfına çekilmiş olmalıydı. Ders saatinden sonra gelmek için evde olabildiğince oyalanmış ve bu süreyi ancak On beş dakika gibi bir süreye sığdırabilmiştim.

 

Omzumda bir hissettiğimde hızla kendimi çekip elden kurtulduktan sonra elin sahibine döndüm.

"Gelmişsin! Gerçekten gelmişsin, inanamıyorum!" Diyerek bana sarılmak için kollarını açıp bir hamle yapınca ona gönderdiğim soğuk bakışlarımı gördüğünde vazgeçti bunu yapmaktan. Yüzünü saran koca gülümsemesi sekteye uğradı ama kendini topladı çabucak. "Olsun. Gelmişsin, o yeter bana. Yeter de artar."

 

Bu süreçte kimin gerçek arkadaşım kimin sadece iyi günümde yanımda olduğunu çok iyi görmüştüm. Hastaneden çıktıktan sonra bazıları bir iki kere aramış, bazıları da sanki böyle bir arkadaşı hiç olmamış gibi davranmayı seçerek bana ulaşmayı denememişti bile. Rüya'ydı sadece gerçek anlamda yanımda olan. Bir an bile bıkmamıştı yanımda olmaya çalışmaktan. Her okul çıkışı inatla geliyordu beni görmeye. İlk zamanlar psikolojimin oldukça harap olduğu dönemde kimseyi görmek istemeyişim bile yıldırmamıştı onu. O zamanlarda çoğu zaman bağırıp çağırıp kovmuştum herkesi sanki onların suçu varmışcasına. O kadar şey söyleyip yapmama rağmen bir sonraki gün kapımda bulmuştum onu. Her gün geliyor, yorum yapmasam onunla konuşmasam da gün içinde ne yaşadıysa, neler yaptıysa gelip anlatıyordu bana. Gelemezse arıyor, öyle anlatıyordu ve onun bu çabası onunla az da olsa iletişim kurmaya itiyordu beni.

 

Okul bahçesine adımını atıp bana döndü gelmemi istediğini gözleriyle bile anlatarak. Ondan güç aldığımı hissettim o an. Neyden korkuyordum? Kimden yüzleşmek korkutuyordu gözümü? Hayatlarına oldukça iyi devam eden ve voleybolda gayet başarılı noktalara gelmiş olan takım arkadaşlarımı görmek mi zor geliyordu bana?

 

Zor da olsa attım o adımı. Rüya parıldayan gözlerle bana bakarken yanına gelmiştim. Çekinceli gözlerle bana baktığı sırada elini uzattı tutmam için. Tuttum. Uzun zaman olmuştu kendi isteğimle birine temas etmeyeli. Onunla el ele girdik okul binasına ve bizi boş koridorlar karşıladı.

 

Dünden atılan ders programıma bakmamıştım. Çantama rastgele iki defter atmış, öyle çıkmıştım evden. Çok da umurumda olduğu söylenemezdi. Derslere bir an önce girip çıktıktan sonra evime yetişip yatağıma atmak istiyordum kendimi.

 

"Dersin ne?" Diye sorduğunda omuz silktim.

 

"Bilmiyorum."

 

"Baksana hemen. Benimkiyle aynı ders mi?"Dedi telefonumu çıkarttığımda bana daha da yaklaşarak ekranını açtığım telonuma eğildi. Programımı açtığımda ve pazartesi gününü büyülttüğümde neşeyle yerinde zıpladı. "Matematik, Celal hocaya. Yes be! Aynı ders."

 

Onun yönlendirmesiyle sınıfımızın olduğu kata çıkıp sınıfımıza geçip boş sıraya yerleştiğimizde geçen seneden derslerde denk düştüğüm iki kızlar sırayla göz gelmiş, kaçırmıştım hemen.

 

Okulumuzun işleyiş şekli çevre okullara göre farklıydı. Hocalarımız ve sınıflarımız sayıca yeterli ve fazla olduğundan hocalara sınıf açılmıştı ve öğrenciler sene başında seçtiği hocaların dersinde o hocanın sınıfında giriyordu. Öğrencinin sınıfı yoktu, öğretmenin sınıfı vardı.

 

Az evvel gözgöze geldiğim kızlardan sarışın olan arkasını dönmüş şaşkın ve çekingen gözlerini üzerime diktiğinde bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Hemen yanında oturduğum cam otoparka bakıyordu ve o an görüş açıma siyah bir lamborghini girdi. Bizim okulda bu kadar zengin olan iki kişi vardı ve onların ikisinin de bu araba kullanmadığına emindim. Beynimi yokladım, eğer o ikisinden biri arabasını değiştirse ve tercihleri bu arabadan yana olsa bu bilgiyi Rüya bize gelmeyi beklemez bize gelen yolda beni arar ve altyazı olarak kesinlikle geçerdi. Üstüne de bize geldiğinde resimli olarak bi tur daha anlatırdı. Hafızamı yoklama işim bittiğinde öyle bir bilgiyle karşılaşmamıştım. Arabanın kapısı açıldığında inecek kişiyi oldukça merak ettiğimi hissettim. Çocuğun siyah saçları görüş açıma girdiğinde birinin adımı seslendiğini duydum. Çocuğun yüzünü görmeme fırsatım olmadığından seslenen kişiye dönmek zorunda kalmıştım.

 

" Saye! Hoş geldin!" Dedi kel olan ama matematik anlatması süper ve hiç bitmeyen bir enerjiye sahip olan Celal Hoca. Geçen sene olsa ayağa kalkar neşeyle karşılık verirdim kendisine çünkü okulda sevdiğim sayılı hocalardandı. Oturduğum yerden tebessüm ederek başımı sallamakla yetindiğimde bende olan değişimi o da fark etmiş, gülümsemesi solmuştu. Kendini toparlayıp elindeki çantasından kalemlerini çıkarttı ve tahtaya yazı yazmaya başladı.

 

İlk iki ders olan matematik tahtaya yazılan şeyleri defterime not almakla geçerken teneffüste Rüya ile beraber kantine inmiş sıcak bir kahve almıştık. Üçüncü dersin zil sesi çaldığında ve Rüyayla derslerimiz denk düşmediğinden elimdeki yarılanmış karton bardağıyla beraber yollarımı ayırmak zorunda kalmıştım onunla. Sınıfımı bulma telaşına henüz girmemişken dolabıma gidip ilk iki derste tuttuğum matematik notlarımın bulunduğu defteri dolabıma koyup kilitledim. Daha sonra sınıfı aramaya koyuldum. Yanından geçtiğim ve beni tanıyan ya da yüzüme aşina olan kişiler yüzüme tuhaf tuhaf bakıp arkadaşlarıyla konuşmaya başlıyordu ve bu durum beni olabildiğince germişti. Bu lanet sınıf neredeydi harbiden!

 

En sonunda aramalarım bir sonuç bulduğunda sınıfa girdim ve önceki dersteki gibi kimseyle gözgöze gelmemeye özen göstererek camın hemen yanına konuşlanmış sıraya kuruldum. Cam öncekinin aksine yeşilliklerle bezelenmiş bir arka bahçeye bakıyordu. Rüyanın biyoloji hocasının arka bahçeyi küçük bir çiçek serası haline getirdiği hakkında söylediklerini anımsadım. Oldukça güzel görünüyordu. Görsel şölendi adeta.

 

Fizik dersi de zor bela bittiğinde Rüyayla kantinde buluştuk. Son üç dersimize geçtikten sonra çıkış ziline olan son 5 dakikayı sayıyordum içimden bir yandan çantamı toplayıp.

 

Ders notlarımı dolabıma tıkıştırdıktan sonra kolidorda oluşan kalabalığa döndüm. O kadar kişinin arasından Rüya'yı bulmam imkansıza yakınken telefonumu çıkartıp onu okul kapısında beklediğime dair mesaj attım. Muhtemelen o benden önce bahçe kapısına varacaktı ama yapacak bir şey yoktu. Kalabalığın dağılmasını bekledikten sonra yavaşça kolidoru aşıp merdivenleri indim.

 

Hemen sağda etrafa bakan, büyük ihtimalle beni arayan Rüya'yı gördüğümde yanına adımladım. Kahve kıvırcık saçlarını topuz yapmış ve başına siyah bir şapka geçirmişti. Üzerindeki kırmızı ekoseli elbiseyle ve ince uzun bacaklarını saran siyah kilotlu çorapla mankenlere taş çıkartacak fiziğini ortaya çıkartmıştı. Bugünün ne gibi bir farkı vardı bilmiyordum ama normalde ultra bol şeyler giymeyi tercih derdi. Ya o bugün için bir farklılık olsun istemişti ya da bu sekiz ayda benim değişimim kadar o da değişmişti.

 

Tam karşımdan takımdan bir kızın geçtiğini gördüğüm an Rüya'nın başındaki şapkayı çıkarttığım gibi başıma geçirdim ve Rüya'ya döndüm. Sorgulayıcı bakışlarıyla karşılaştığımda gözlerimi kaçırarak "Kombinini bozuyordu. "dedim. Tabii ki inanmamıştı. Çatılan kaşlarıyla beraber etrafı taradı gözleriyle. Etrafta fır dönen gözleri aradığı kişiyi bulmuş gibi kısıldığında gözlerine öfke oturmuştu. Öfkeli bakışlarının hedefi olacağımı bildiğimden bir şey demesine fırsat vermeden ve arkamdan geleceğini bildiğimden onu arkamda bırakıp yürümeye başladım.

 

"Ee ne yapacaksın? Bütün dönem bu koca okuldaki her tanıdığından ölümüne kaçacak mısın böyle?"

 

Cevap vermedim. Devam ettim yürümeme. Onun da arkamdan geldiğini attığı adım seslerinin kulağımı doldurmasından biliyordum.

 

"İstediğin kadar kaç herkesten. Kaçtığın kişi, yüzleşmekten korktuğun kişi kendin olduğunu anlamadığın sürece hiçbir şeyi çözemeyeceksin."

 

Haklıydı. Ben kendimle yüzleşemiyordum. Yaşadıklarımı sindiremiyordum. Sindirmem için ilk önce kendimle yüzleşmem gerekiyordu ama ölümüne kaçmayı tercih ediyordum.

 

"Kimi cezalandırıyorsun?" dediğinde bir anı belirdi önümde. Adımlarım yavaşladı ve nihayet durduğumda aslında ne kadar hızlı yürüdüğümün farkına varmıştım. Rüya hızlı ve hararetle attığı adımlarla yanıma vardığında gözleri dolu doluydu. Ben kendim için ağlamazken o benim için ağlıyordu.

 

"Kimi cezalandırıyorsun Saye?" diye mırıldandığnda sol gözünden bir damla yaş firar etti.

 

"Kendimi."

 

"Hayır."dedi başını iki yana sallayarak. "Bizi. Tek bir cümlen için ağzının içine bakan anneni. Tek bir gülümsmene muhtaç olan ablanı. Bak sana eski günlere dönmeni bekleyen demiyorum tek bir gülümsemeni bekleyen ablanı. Doğru dürüst yaşam belirtisi vermen için her şeyi yapan abini. Eski arkadaşını deli gibi özleyen, karşısındaki duvardan hallice seninle bile mutlu olmayı öğrenmiş olan beni."dedi ellerini iki yana açarak. "Sen bizi cezalandırıyorsun."

 

Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş yüzüyle yüzüme bakarken dayanamadım, kolumu boynuna doladığım gibi çekip sımsıkı sarıldım ona. Haklydı, bu süreçte tek yıpranan ben değildim. Yıprandığım kadar da bencilce çevremi de yıpratmıştım. Evet yaptığım hata sonucu hayallerimden vazgeçmiş olabilirdim ama bunu onlara ödetmem yanlıştı. Ben çevreme de zarar vermiştim.

 

Ağlaması az da olsa dindiğinde geri çekildim.

 

"Bana hiçbir zaman kaçmamam gerektiğini,gerçekler canımı yaksa da onlarla yüzleşmemi, mücadele etmemi öğreten sen değil miydin?" dediğinde acı bulaşmış kısık gözlerine bakamamış kaçırmıştım hemen. Aramızda açılan bir adımı da adımlayıp bu sefer de o boynuma kollarını doladığında kollarımı kaldırıp belini sardım. "Ne olursa olsun yanındayım. Artık aramıza gerçek anlamda dön. Lütfen." Yanağımdan öpüp geri çekildi. Ağlamaktan beyaz kısımları kanlanan gözlerini elleriyle ovaladı.

 

Başımdaki ona ait olan olan şapkayı çıkarttığımda saçlarım savruldu. Ve o an bir şey dikkatimi çekti. Hemen sokağın köşesine park edilmiş siyah Lamborghini. Sabahki araba mı yoksa bu semtteki zenginler mi arttı bilmiyordum ama araba çok fena görünüyordu. Bu zamana kadar spor arabaları beğendiğimi fark etmemişim.

 

"Nereye bakıyorsun?"

 

Baktığım yöne o da bakışlarını çevirdiğinde siyah Lamborghini'nin filmli camlardan içeride birinin olup olmadığına emin olamamıştım. Eğer içeride biri varsa ve ona bu kadar dikkatli bakan iki kişiyi fark etse, ki etmemesi imkansız bir durum, bizi sapık sanabilirdi.

 

"Plakayı okusana bir. Gözlüğümü takmayı unutmuşum, okuyamıyorum."

 

"34 EYM 356" dediğimde az önceki ağlayan ifadesinden eser kalmayan yüzü aydınlandı.

 

"Okulun yeni basketcisi. Bu saatte çoktan gitmiş olurlardı onlar aslında. Niye gitmemiş ki acaba?"

 

"Basketçi dedin antrenmanı olabilir."dedim ve yürümeye başladım.

 

"Konuşmam ve ağlamalarım işe yaramış." dediğinde anlamadığımı belli eden sorgulayıcı bakışlarımı bana yetişmeye çalışan ona çevirdim. "Aramıza mı dönmeye karar verdin?"

Bezgin bakışlar gönderdiğimde omuz silkti. Bana yetişip koluma girdiği sırada siyah bebeğin yanından geçiyorduk ve ikimizde ağzımızın suyunu akıta akıta geçtik yanından. Ben yüz ifademden belli etmesem de Rüya'nın gözlerinden fırlayan kalpleri görmemek için kör olmak gerekti.

 

"Ne zaman geldi bu çocuk? Bana anlattığını hatırlamıyorum."dediğimde koluma girmiş koluyla beni çekiştirip heyecanla yerinde kıpırdandı.

 

 

"SEN CİDDEN NORMALE DÖNÜYORSUN!" Kulağımın dibinde bağırmasıyla kulağımı kapatmam bir oldu. Kafayı falan mı yemişti bu kız? Kulağımla ne alıp veremediği vardı Allah aşkına?

 

Ters bakışlarımdan nasibini aldığında heyecanı sönmüş, olduğu yere sinmişti.

 

"Beni dinlediğini de bilmiyordum ayrıca. Duvara konuştuğumu hissettiriyordun da çoğu zaman boş bakan grilerinle." Sessiz kaldım. Bir şey demeyeceğimi anladığında konuşmaya devam etti. "İllaki anlatmışımdır sen hatırlamıyorsundur. Bu çocuğu anlatmama gibi bir imkanım yok çünkü ilk olarak bir yürüyen afet. Beni bilirsin her yakışıklıya yakışıklı demem. Gerçekten yakışıklı olması lazım demem için." dediğinde göz devirdim. Eski sevgilileri gözümün önüne geldiğinde yakışıklı dediği çocuğun tipsiz bir şey olduğuna emindim. Ne düşündüğümü anlamış olacak ki "Onlar gözümün kör olduğu ana denk geldi. Unuttun mu miyopum ben."dedi ve bir kere daha göz devirdim. Kör olma olasılığı yüksekti ama bunun miyoplukla uzaktan yakından alakası yoktu. Yüksek dozda salaklık ve aşk körlüğü mevcuttu o dönemlerde arkadaşta.

 

"Geçen sene ikinci dönem geldi okula. Geldiği ilk günden basketbol takımına girdi. İlk haftadan koç onu takım kaptanı yapmış biliyor musun? Yağız'ın o bozulmuş morarmış tipini bir hayal etsene. Ay bii gözümde canlandı da," Kahkaha attığında benim de gözümün önünde canlanmıştı ve gülmeden edememiştim.

 

Yağız okulumuzun ukala, kendini beğenmiş, herkesi kendinden küçük gören bir artistiydi ve maalesef o model artistlerden okulumuzda oldukça mevcuttu.

 

"Bu adı Eymen olan arkadaşın da gözlemlediğim kadarıyla Yağızdan farkı yok. Ve en bombası geliyor!" Meraklandığımı hissettim. Ne zamandan beri okuldakileri merak eder olmuştum? Rüya'yla dedikodu yapmayı özlediğimi fark ettim.

 

"Gökçeyle tuhaf bir yakınlığı var. Kız hiçbir şekilde yanından ayrılmıyor. Birkaç kere beraber arabaya binip gittiler hatta. Okulda dönen dedikodulara göre sevgililerdi ama eğer öyle bir şey varsa tatilde ayrılmış da olabilirler çünkü bugün onları hiç yanyana görmedim."

 

"Okulun dedikoducu kızlarından olmuşsun." dedim sene iflah olmazsın bakışları atarak. Daha sonra konu kapandı ve biz eve gidene kadar Rüya konudan konuya atlayarak dünya kadar şey anlattı ve ben eve geldiğimizde yarısını unutmuştum bile. Evin kapısını çalıp açmalarını beklerken gelmiş olmamıza rağmen hala susmak bilmeyen Rüya'ya çevirdim başımı. Başım ağrımaya başlamıştı. Bunu ona söylesem ve susmasını istesem çok mu kaba olurdum?

 

Kapı açıldığında üzerindeki takım elbisesiyle karşımızda dikilmiş bir yandan da boynuna geçirdiği takımın renginde olan kravatı takmaya çalışan abimle karşılaştım. Nereye gideecekti? Ayrıca bu kadar resmi giyineceği nereye gidiyor olabilirdi Allah aşkına?

 

"Hoş geldiniz."dedi yüzündeki bezgin ifadeyle. İçeriye girip çantamı duvar kenarına bıraktım. Abim kravatıyla biraz daha uğraşıp beceremeyeceğini kabullenip oflayarak savurdu boynundaki kravatı.

 

"Seçkin abi istersen yardımcı olabilirim." dediğini duydum Rüya'nın. Abim başını salladığında ona doğru adımladı. Onları orada bırakıp mutfağa doğru ilerledim. Tam mutfağa girecektim ki abimin arkamdan seslenmesiyle adımlarım duraksadı.

 

"Saye."

 

Arkamı dönüp donuk ve düz bakışlarımı mavilerine çevirdiğimde bakışlarımı görünce söyeyeceği şeyi söyleyip söylememe arasında kaldığını alenen ele veren bir ifadeyle baktı yüzüme. Yutkundu sonra. Ademelması hareket etti.

 

"Akşamki davete benimle gelir misin?"Duraksadım. Bugüne kadar katıldığı sayılı davet vardı -olabildiğince gitmemek için bahaneler üretirdi- gittiğine de ablamla giderlerdi hep. Ne olmuştu da beni götürmek istiyordu?

 

"Gelir."dedi Rüya bana sorulan soruya sanki ona sorulmuş gibi cevaplayarak. Bir yandan da kravatı bağlıyordu. İşini bitirmiiş olacakki geri çekildi ve bana bakmaya başladı.

 

"Çok heevesliysen sen git Rüya." Abimin hevesle bana bakan yüzünün düştüğünü gördüm. Umursamayarak arkamı döndüm ve utfağa gitmektan vazgeçerek odama yürümeye başladım. Odama geçmeden hemen önce duyabilecekleri tonda "Ben hiçbir yere gitmiyorum." demiştim.

 

Gittileri davetlerin oldukça sıkıcı olduğunu her davet sonu üzerini değiştirip duş almış şekilde yanıma gelip de br yandan saçını tarayıp bir yandan da davette olanları çok da umrumdaymışcasına bana anlatan ablamdan defalarca dinlemiştim. Oradaki samimiyetsiz insanların arasına karışıp zoraki konuşmalar yapmaktansa yatağıma girip saatlerce uyuma fırsatım varken geri neden tepecektim ki? Gerçekten de benim yerime Rüya gidebilir, abim onu kardeşi olarak tanıtabilirdi. Alınmazdım. Hem zaten Rüya'nın o gibi yerlere benden daha kolay uyum sağlayabileceğine emindim.

 

Bi an daha üzerinden çok geçmeyen konuşmamızı hatırladım Rüya'yla olan. Haklılığını kabullenmiştim. Bende biliyordum o olaydan sonra zor birine dönüştüğümü ve çevremdekileri de kendimle beraber hırpaladığımı ama böyle davranmak onların istediği gibi davranmaktan daha kolay geliyordu. Bencilce miydi? Muhtemelen.

 

Kalkıp iki süslenip o davete gitsen ölmezsin, dedi içimden bir ses. Vicdanım.

 

Onlar senin için çırpınırken bi davete katılıp yalandan gülümsemek çok da zor olmasa gerek, diye devam etti.

 

Düşüncelerim nefesimi daraltırken dayanamadım. Abim için yapmalı,gitmeliydim. Hem bu şekilde Rüya'nın deyimiyle 'yeniden aralarına dönme' işine bir yerden başlamış olurdum.

 

Girdiğim odadan gerisin geri çıkarken aşağıdan Rüya'nın sesi geliyordu. Mutfakta olmalıydı. Aşağı indiğimde direkt mutfağa ilerledim. Ada tezgahımızın uzun sandalyelerinden birinde Rüya oturmuşken başköşedekine de daha az önce Rüya'nın boynuna taktığı kravatı çıkartmış abim oturmuştu. Pervaza yaslandığımda yüzü bana dönük olan abimin kahveleri grilerimi buldu. Benim geldiğimi fark ettiğinden beri odagi bende olan abimin onu dinlemediğini fark eden Rüya duraksadı. Sonra arkasını döndü.

 

Yaslandığım yerden dikleşip onlara doğru yürüdüm. Masanın üzerindeki kravatı kavradığımda ikisinin de anlam veremeyen bakışları yüzümü talan ediyordu. Abime yaklaşıp boynuna geçirdim elimdeki ipek kumaşı. Zor da olsa bağladığımda parmaklarım ağrımıştı. "Yarım saate hazır olmuş olurum." Dedim usulca. O adamınkine benzeyen kısık kahveleri yüzünde oluşan gülümsemeyle daha da kısılarak yok olduğunda içimin ısındığı hissettim.

 

Onları orada bırakarak ilk önce iç çamaşırı alarak odamdaki banyomda hızlı bir duş aldım. İç çamaşırlarımı giyip saçımı nemi gitmesi için bi havluya sarıp odama geçtiğimde dolabımı karıştıran Rüya'yı görmem uzun sürmedi. Bir eli belinde bir eli dolabımın içindeki elbiseleri bir o yana bir bu yana çekiştiriyordu. Onu elbiseyi seçmesi ve bu işi de benim yapmam zorunluluğum ortadan kalkması için rahat bıraktığımda aynanın karşısına geçtim. Başımdaki havluyu çıkarttım ve saçımın ıslaklığının tenime bulaşmasına izin verdim. Çekmecemdeki tarağı alıp saçımı taramaya başladığımda aynanın aksinden hâlâ dolabımı karıştırdığını görebiliyordum. Nihayet bir elbisede karar kıldı ve dolaptan çıkartıp bana çevirdi. Tarakla saçımı taramaya devam ederken bir yandan da elbiseyi sürüyordum. Siyah dar bir elbise seçmişti. Kalp yakaydı, giydiğimde ne çok büyük ne de çok küçük olan göğüslerimi saracağını biliyordum. İki sene önce kuzenimin düğünü için almış, o geceden sonra da üzerime bir daha geçirmemiştim. Elinden alıp üzerime geçirdim hızlıca. Dolabın ayakkabı bölümünü açıp uzun zamandır ayağımda ağrı sızı hisseetmediğime güvenerek ince topuk bantlı topukluları çıkartıp giyindim bir çırpıda. İplerini bağlamayı sonraya ertelediğimde saçlarımı kurutmaya başlamıştım. Ben saçlarımı hallettiğim sırada eğilip ayakkabımın iplerini bağlayan Rüya olmuştu. Makyajımı da Rüya üstlendiğinde baştan aşağıya siyahlara bürünmüş bir kız çıkmıştı ortaya. Siyah elbisemle uyumlu olması adına siyah seçmişti farı. Dudaklarımı kırmızıyla renklendirmiş, kirpiklerime üç kat maskara sürmüştü. Maskaranın göz kapaklarıma verdiği ağırlıktan şu dakikada bile nefret etmiştim ve daha gece başlamamıştı bile. Şu an bedenimdeki tek farklı renk bal rengini anımsatan saçlarımdı. Ha bir de gözlerim. Soğuk ve donuk bakan grilerim.

 

Saçlarımın ucuna maşayla şekil veren elleri duraksadığında işinin bittiğini anlamıştım. Makyaj aynamın üzerindeki rastgele parfümlerden birini alıp üzerime boca ettikten sonra hazırdım.

 

"Çok güzel oldun!" Dedi hayranlıkla bana bakarken. Tebessüm ettim yalnızca. Kısa elbiseyi aşağıya doğru çekiştirmek için ellerimi uzatmıştım ki hedefine ilerleyen ellerim havada yakalandı. Beni çekiştirerek dolabın önüne geldi, deri ceketimi çıkartıp elime tutuşturdu. Kapıya doğru arkamdan ittirerek beni odamdan çıkarttığında oflamamak için zor tutmuştum kendimi. Ne vardı ablam gitseydi bugün? Saçma sapan insanlarla muhatap olacak, gece boyu beni asla ilgilendirmeyen mevzuları dinlemek zorunda kalacaktım şimdi.

 

Rüya'nın öncülüğünde -sırtımdan ite kaka götürmesiyle- aşağıya vardığımızda salonda oturmuş annemle konuşan abimin konuşması duraksamış başı bizden tarafa dönmüştü. Gözlerine yerleşen beğeniyi anbean gördüğümde onu ne kadar mutlu ettiğimin de bilincindeydim. Annemle ikisi beni sürerken üzerimdeki bakışlardan rahatsız olduğumu hissederek bakışlarımı onlardan çekip elimdeki ceketi üzerime geçirdim.

 

"Ne kadar güzel olmuşsun!" dedi annem oturduğu yerden ayaklanıp bana doğru yürürken, gözleri dolmuştu. Bakımlı elleri ellerimi sardı, usulca okşadı baş parmağıyla ellerimin üstünü. "Ne ara büyüdün sen? Daha dün gibi seni kollarıma uzatışları."

 

Sessiz kaldım bu sözlerine. Konuşsam üzerindeki duygusallık çığ gibi büyüyerek üzerimize devrilirdi. Şu aralar ağlamak en son isteyeceğim şey bile değildi. Duygusal boşluktan yakamı kurtaramıyordum zaten.

 

Sert bir nefes çektim ciğerlerime. Hafif bir tebessüm ettim ona, durması gerekiyordu. Susmaz ve devam ederse neler olabileceğini kestiremiyordum. Duygularımı kontrol edemiyordum bile artık.

 

İlk zamanlar üzüntü vardı. Daha sonra hayallerimin elimden alınmasını duyduktan hemen sonra üzüntü yerini öfkeye devretmişti. Her şeyden, herkesten nefret etmiştim. Kendimden bile... Hakkım bile yoktu aslında herkese bu yaşadığımın yükünü yüklemeye ama işte... Yüklemiştim. Öfke bitmişti sonra. Hissizlik başlamıştı. Ya da acı her şeyin üzerini örtmüştü ve ben onu hissizlik olarak algılamıştım, bilmiyordum.

 

Abime döndü bakışlarım. Annemle birleşen ve benim hala çekmediğim ellerimize bakıyordu yüzündeki tebessümüyle. Harelerini gözlerme çıkarttı az sonra. Gözgöze geldik. Başımı eğdim hafifçe. Çıkmak istiyordum artık bu evden. Bi an önce gitmeli, bu davet biter bitmez eve gelmeli ve yatmalıydım. Şimdiden sıkıldğımı hissediyordum.

 

"Hadi, çıkalım artık. Geç kalacağız." Duvara donan gözlerimi çektim abimin sesini duyunca. Annem hâlâ ellerimi bırakmamış, yüzme bakıordu içli içli. Yavaşça ayırdım ellerimizi. Abim kapıyı açtığında Rüya çıktı önden. Arkasından adımların onu takip ederken duraksadım bi an, arkamı döndüm. Kapı pervazına yaslanmış gözleri benim üzerimde olan anneme baktım kısaca. Donuktu büyük ihtimalle bakışlarım. O kısa bakışıma bile mutlu olduğunu gözündeki parlamadan, yüzüne yerleşen kocaman gülümsemeden anlayabailiyordum. Arkamı dönüp kapıdan çıkmak için bir adım atmştım ki abimn mırıldanışını duyunca adımım sekteye uğradı.

 

"Benim minik kız kardeşim büyümüş." Dediğinde dudakları Kulağımın yanında olsa da gözleri yerdeydi. Benimle değil de kendisiyle konuşuyor gibiydi. " Ve hiç tahmin bile edemeyeceğim kadar güzel biri olmuş."

 

Dudaklarım kıvrım kazandı cümleleri kulaklarıma ulaştığında. Büyüdüğümü kabullenmesi güzeldi. Daha çok yakın zamanda, geçen sene gibi bir zamanda büyümediğim hâlâ küçük bir kıız çocuğu oldduğumu dile getirir dururdu oysa.

 

Arabaya yerleştiğimizde ilk önce yolumuzun üzerinde evi olan Rüya'yı bıraktık. O evine geçer geçmez yolumuza devam ettiğimizde çok değil bi on beş dakika sonra davetin olacağını bianın önünde durmuştuk. Devasa büyüklüke olan taş yapı cam görünümüyle içinde olduğumuz çağa da ayak uydurmak istercesine parlıyordu boş sokakta. Dört basamak çıkıyordunuz önce, iki koruma karşılıyordu hemen sizi kapıda. O korumaları geçtiğinizde kırmızı halıya adım atıyordunuz topuklularınıza. İnce topuklulularımla yürümekte zorluk çektiğimden abimin koluna sardım elimi.

 

Davet; ayakkabı üzerine olan bir şirketin davetiydi ve bizde burada annemin ona babasından kalan şirket adına bulunuyorduk. Davetin yapılacağı salona giriş yaptığımızda seçtiğim- Rüya'nın seçtiği- elbisenin ne kadar doğru bir karar olduğunu gördüm. Kırmızı abiyesinin içinde beyaz teniyle ışıldayan bir kadınla gözgöze geldim o an. Sarı saçları çıplak omuzlarına dökülüyor olmasına rağmen teninin beyazlığını kapatamamıştı. Başını eğdi hafifçe selam verdi. Bende karşılık olarak hareket ettirdim başımı belli belirsiz. Abimin yanında ablamı görmeye alışık olan gözler yadırgıyordu muhtemelen beni görünce. Masamıza geçene kadar selam verenlerle abim sohbet emiş, masamıza geçtiğimizde de hemen önümüze içeceklerimiz servis edilmişti.

 

" O da benim, hanımefendi." dedi bardığıma giden elimi itekleyerek, bardağı kavradı uzun parmakları. Hayret dolu bakışlarım ona döndüğünde omuz silkmekle yetinmişti. Yan profilini inceledim bi süre, ortamdan soyutlanarak. Orta büyüklükte kemersiz bir burnu vardı. Gülünce kısıla gözlerinin çevresindeki çizgileri babası ona miras olarak bırakmıştı. Bize bıraktığı bunlarla ibareti işte. Varlığı bu kadardı hayatımızda. Dudaklarına indi gözlerim sonra. Kırmızı, dolgun bir dudağı vardı kirli sakallarının arasında. Sus çizgisine dokundu gözlerim. Küçüklükten kalan bir yara vardı tam bıyığının altında. Şimdi görünmese de bilirdim orada olduğunu. İnsan açtığı yarayı unutabilir miydi?

 

Unutabilirdi.

 

Ya da karşısındakine yara açtığını bile fark etmezdi.

 

Belki de bile isteye açardı o yarayı elinde keskin bıçakla karşsındakine hiç acımadan darbeler indirerek.

 

Kaşlarına çıktı sonra griye kaçan mavilerim, kumral orta kalınlıktaki kaşlarına. Annemden almıştı muhtemelen kaş şeklini. Babasınınki oldukça kalındı çünkü, ona benzemesi imkansızdı. Ablamınki ona benzerdi. Kapkalın ama şekilli. Beyaz tenine her zaman dökülmesine rağmen rağmen bu sefer oldukça özenle şekil verilmiş olan saçlarına baktım. Düzlerdi ve yukarı doğru şekillenmişlerdi.

 

Bardakların boşaldığını fark ettiğim an masamızın başında bir garson belirdi. Boşları alıp tepsiye bıraktığında şampanya dolu iki kadehi önümüze bıraktı.

 

“ Kardeşime alkolsüz ne varsa getirebilir misin? ” dedi garsona doğru. Garson başını salladığında ona doğru yaklaşıp kaşlarını kaldırdı. “ Alkolsüz olmasına özellikle dikkat et ama.”

 

“Abi!”dediğimde uyarır gibi, ışıldayan gözeri bana döndü. “ Abim.” Dedi içi gider gibi. “Söyle güzelim. Söyle canımın içi.”

 

Sessiz kaldığımda dediklerine, nefes alıp bıraktığını anladım inip kalkan göğsünden.

 

“ Sen bana abi deyince…”dedi, yutkundu hemen sonra. Ademelması hareket etti. Mavilerine oturan kara bulutları seçmek zor değildi. “Her şeyi çözmek daha kolaymış gibi geliyor. Sen bana hep abi de olur mu? De ki hâlâ bir umut olduğunu anlayabileyim.”

 

Kara bulutlar yavaşça dağıldı. Parlak maviler aldı onun yerini. Gözlerindeki umudu seçebiliyordum bu sefer. Onların duygularını okumak bu kadar kolaydı işte ama benim boş bakan grilerimde ne gibi bir duygu bulduklarını ya da bulabiliyorlar miydi onu bile bilmiyordum.

 

Yaşıyordum ama yaşamıyor gibiydim sanki.

 

İfadem yumuşadığında onun gözleri altında Kapattım yavaşça gözlerimi. Tamam demekti bu. Tamam abi, derim. Açtığımda mavilikleri karşıladı yine beni. Gözlerine baktığım sırada arkasında siyah takım elbiseli - ki burada herkes öyle- biri belirdi. Odağımın arkasına kaydığını fark eden abim kollarını dayadığı masadan dikleşerek ayrıldı. Adam görüş açımıza girdiğinde simsiyah olan saçları dikkatimi çekmişti. Bembeyaz bur teni vardı ve saçlarının siyahlığı acaba boya mı dedirttiriyordu insana. Yaşlı olsa belki ama genç, abimle yaşıt diyebileceğim yaşlardaydı tahminimce.

 

“ Sevran, nasılsın?” diye sordu adam elini abime uzatarak. Abim elini sıktığında bakışlarına oturan şaşkınlığı seçebilmiştim.

 

“Çağlar?” dediğinde sesine de yansımıştı şaşkınlığı. “İyiyim. Sen nasılsın? Seni burada görmeyi beklemiyordum açıkçası.”

 

“Valla babam zorlamamış olsa bende beklemiyordum kendimi burada görmeyi de işte, el mahkum.” dedi, bakışları bana dokundu hemen sonra. “Hanımefendi kim?”

 

Abimin sırtı daha da dikleştiğinde eli belimi bulmuştu. Siyah kumaştan elinin sıcaklığını hissediyordum. “Kız kardeşim, Saye.” dediğinde bakışları karşımızdaki adamlardı. Bakışlarına oturan bir ifade vardı ama okuyamamıştım . Mavileri adamın yüzünü tavaf ediyordu, herhangi bir ters hareket ararcasına.

 

Adam yüzüne dik dik bakan abimi yok sayarak yüzüne oldukça sahici bir gülümseme konduğu elini uzattığını aynı zamanda “Çağlar ben.” demişti. İstemesem de mecburen elini sıktığımda konuşmaya devam etti. “Seni Sare’yle görmeye alışık olduğumdan şaşırdım açıkçası. Hiç de benzemiyorsunuz kardeşin olduğunu anlayalım.”

 

Söylediklerine abim karşılık verse de o andan itibaren ortamdan koptuğumdan ne dediğini pek anlamamıştım. Çevredekilerin yüzlerinde gözlerimi gezdirmiş, can sıkıntısından dikkatimi çeken kişilerin dudaklarını okumaya bile çalışmıştım. Masamdaki beylerin bakışlarının arada üzerime döndüğünü hissetmiş olsam da muhabbetlerine katılma zorunluluğum olmaması için dönmemiştim onlara. Adam bir süre daha bizim masada kalıp abimle sohbet ettikten sonra kendi masasına dönmüştü. Birkaç kişinin daha masamıza uğraması ve abimle sohbet etmeleri sonunda kürsü gibi bir platform yapılmış olan bir yere hafif orta boylarda esmer bir adam çıkmış konuşma yapmış ve geldiğimiz için teşekkür etmişti.

 

 

Masanın üzerine bıraktığım telefonumun ekranının yanıp sönmesiyle dikkatim oraya evrildi. Elime daha alamamışken ikinci kez aydınlandığında dayanamayıp elime aldım.

 

Rüya:

Saye.

 

Yardımına ihtiyacım var.

 

Mesajı okurken bir mesaj daha geldi.

 

Rüya:

Biliyorum davettesin

Saçmalama da anlat hadi.

Noldu?

 

 

 

Bir yere gitmemiz gerek.

 

Ne olduğunu bende pek bilmiyorum

 

Gelemezsen anlarım davettesin sonuçta.

 

 

Burada sıkıntıdan patlayacak duruma gelmişken ve onun gibi bir dostum varken tabii ki neresi olduğu önemli değil, giderdim.

 

*KONUM*

Bekliyorum.

 

Mesajı attığım gibi çift tik ve direkt mavi tik oldu. Ekranı açık mesajımı bekliyrdu. Ne kadar gelip gelmememin kararını bana bırakmışsa da yanında olmama ne kadar ihtiyacı olduğunu anlayabiliyordum. Hissedebliyordum ya da, bilmiyordum.

 

 

 

Belli bir zaman geçtikten sonra daha fazla dayanamayarak abimi dürtükledim ve bana bakmasını sağladım. Telefonumu çıkartıp notlar kısmını açtığımda yüzümdeki bakışları oraya düştü.

Rüya yazdı​​​

 

Yazdığımda hafifçe başını salladı anladım der gibi.

 

Çok önemli bir şey olduğunu ve konuşmamızın gerek olduğunu söyledi.

 

Kaşları çatıldı önce ve yavaşça kafasını kaldırıp bana baktı. Doğruyu, bir yere gideceğimi ama neler döndüğünü bilmediğimi ve Rüya’nın da pek bir bilgisi olmadığını söylersem gitmeme izin vermeyeceğinden ufak da olsa yalan söylemek zorunda kalmıştım.

 

Yazmaya devam ettiğimde tekrar ekrana donmüştü bakışları.

 

Ben gitsem olur mu? Kalmamı istersen kalırım. Sorun değil, gitmem.

 

 

Başını iki yana salladığını gördüm ekrana bakarken. Başını kaldırdığında halihazırda zaten ona baktığımdan gözgöze geldik. Az önceki adamın konuşmasından sonra son derece yükselmiş müziğin sesinden kendi sesini bana duyuramayacağını fark ettiğinde elimdeki telefona sarıldı parmakları. Benimle oradan konuşacaktı.

 

Benim oradan konuşmamın nedeni ses değildi..

 

Sorun değil. Git bence önemli demiş hem, sıkıldığını da görebiliyorum zaten.

 

Ben gözlerimi kaçırarak kapıya doğru baktığımda elini belimde hissettim. İçeri girerkeki çıkarttığım deri ceketimi masanın üzerinden aldım. Kapıdan çıktığımızda elimdeki telefonun titrediğini hissettim. Gelmişti muhtemelen. Korumaların olduğu tarafa yetiştiğimizde abim korumalardan birine taksi çağırmalarına dair talimat verirken aşağıdaki taksinin kapısının açıldığını ve içinden Rüya’nın çıktığını görünce sustu. Bakışları bana döndüğünde elimde tuttuğum ceketi vermem için işaret yaptı. Neden istediğine anlam veremesem de uzattım. Aldı, giymem için iki yanından tutup bana adımladı. Kollarımı teker teker geçirdiğimde ve ona döndüğümde fermuarı boğazıma kadar çekerken “ Hava serin.” diye mırıldanığını duydum. Ona yalan söylemiş olmak az da olsa vicdanımı sızlatırken eğer söylemezsem Rüya’nın yanında olamayacağım gerçeği az da olsa rahatlatıyordu beni. Ne olduğunu bilmesem de önemli de olsa önemsiz de olsa yanında olmak istiyordum. O, benim o zorlu sürecimde onu ne kadar kendimden uzaklaştırmaya çalışsam da hiç gitmemişti. Hep yanımda olmuştu ve artık sıra bendeydi. Ne gerekiyorsa yapmalıydım buna abime yalan söylemek de dahildi.

 

Aşağıya indiğimde Rüya abime iyi akşamlar dilemişti ve taksiye binmiştik. Rüya taksiciye gideceğimiz yeri söledikten sonra ısrarla ona diktiğim gözlerimi görmezden gelmeyi tercih etmişti. En sonunda dayanamayıp bana döndü.

 

“Nereye gittiğimizi ve ne yapacağımızı sorma.” dediğinde kaşlarım çatıldı. Mesajlaşırken de neler olduğunu kendininde anlamadığını söylemişti ama nereye ve ne için gittiğimizi gayet de biliyordu. Neler karıştırdığını anlamasam da gitmedim üstüne.

 

En fazla ne olabilirdi ki zaten?

 

Yol boyunca ben her zamanki gibi konuşmamıştım ama şaşrtıcı olarak normalde hiç susmak bilmeyen Rüya’nın da ağzından tek kelime çıkmamıştı. Gergindi. Bunu arabaya bindiğimiz andan beri bir saniye bile durmadan salladığı bacağından anlayabiliyordum. İçinde olduğumuz taksinin tenha bir yola girdiğini fark ettiğimde oturduğum yerde dikleştim ister istemez. Rüya’ya döndü sonra bakışlarım ve onunda yolu izlediğini ancak benim aksime girdiğimiz tenha yolun onu tedirgin ettiğini ama yeri garipsemediğini fark ettim. Daha önce gelmiş olabilir miydi?

 

Taksici abi çok geçmeden sağa çektiğinde Rüya ona ücretini ödedi ve indik. Sorgulayıcı bakışlarım sokakta gezinirken Rüya’nın koluma tutunduğunu hissettim. Bakışlarım ona döndü, stresli olduğunu bas bas bağıran bakışlarla ileriye bakıyordu. Yanakları al al olmuştu. Bu karanlık ve ıssız sokakta ne işimiz olduğuna anlam veremeyerek tekrar taramayı başladım gözlerimle etrafı. Harabeye dönen bir gecekondunun aralık kapısında oturmuş yaşlı bir amca gördüğümüzde Rüya daha çok tedirgin olmuş olacak ki koluma tamamen girdi. Adamın tipinde bile hayır yoktu. Saçı sakalı birbirine karışmış, bembeyaz olmuşlardı. Yaşının kaç olduğunu tam anlamlandıramasam da yaşlı olduğu gözünün altını saran kırışıklıklardan belli oluyordu. Elinde tuttuğu gazete sarılı şişeyi dudaklarına dayadığında kafasının da güzel olduğunu anlamıştım. Rüya’nın koluma sardığı eline elimi koydum rahatlaması adına. Biraz daha ilerlediğimizde adam arkada kalmıştı. Rüya’nın durduğunu hissettiğimde bende durdum ve olduğumuz yere göz gezdirdim. Karşımızda kocaman ahşaptan bir kapı vardı. Konak kapılarını andırsa da olmadığını bakımsızlığından ve içinde bulunduğu sokağın izbe ve sarhoşlara ev sahipliği yaptığından barizdi.

Biz nasıl bir yere gelmiştik böyle?

 

Rüya kolumdan çıkarak kapıya doğru yürüdü, kapıya vurmaya başladığında bunu belirli bir ritimle yaptığını fark etmiştim. Yaptığı ritim bir şifre olmalıydı ki Rüya şifreyi verdiği gibi kapı iki tarafa doğru açılmıştı. Ona doğru yürüdüm. Koluma tekrar sıkıca sarıldı. Gözlerim etrafta kapıyı açanları arıyordu ama hayır, etrafta kimse yoktu. Burası o kapının dışında bıraktığımız sokak kadar tenha ve cansız değildi. Işıklandırılmıştı ama yeteri kadar olduğu söylenemezdi. O kapının ardında böyle bir yer beklemiyordum ancak burası kendi başına bir şehir gibi duruyordu. Burada da fazla sayılmasa da dışarıdaki harabe eve nazaran daha bakımlı gecekondular vardı ve hepsi denilmeyecek kadarının ışıkları yanıyordu. Sağ taraftaki bir evin duvarına sırtını yaslamış bir çocuğun bakışlarını üzerimizde hissettiğimde bakışlarım ona dönmüştü. Keskin gözlerini ona bakmamdan cesaret almış olacaktı ki bedenimde gezdirdi. Bakışlarının rahatsız ediciliği içimi ürperttiğinde adımlarımı hızlandırdım Rüya’yı da beraberimde çekiştirerek. Bir an önce ne halt edeceksek edip buradan def olup gitmek istiyordum.

 

Biraz daha yürüdükten sonra Rüya’nın adımlarının yavaşladığını hissederek bende yavaşladım. Cebinden telefonunu çıkardığında ne olur ne olmaz diyerek gözlerimi çevreye çevirdim. Çaprazda bir mekan vardı. Camlarından gelen ışıklardan nasıl bir yer olduğu belliydi.

 

Az önceki çocuğun bedenimde gezinen gözleri aklıma geldiğinde tekrardan bir ürperti sardı içimi. Bizi burada öldürüp bir kenara atsalar kimsenin haberi olmazdı.

 

Rüya’nın etrafa baktığını gördüğüm sırada karşıdan bir çocuğun bizden tarafa geldiğini gördüm. Aceleciydi adımları. Bize yetiştiği gibi kollarımızdan tutup duvar kenarına çekelediğinde refleksle kolumu çekmiş, iteklemiştim onu.

 

‘‘ Sakin ol, bir şey yapmayacağım.’’ dedi ellerini üzerimizden çekerek. Çocuğun bileğinde bir dövme vardı. Ne olduğunu anlamdırabileceğim kadar bir süre göremediğimden figürünü anlamamıştım. Sessiz kaldığımda bakışları Rüya’ya dönmüştü. Tereddütle ona baktıktan sonra gözleri oldukça boş olan sokakta gezindi. Elini pantolonun cebine attığında ve çıkarttığını Rüya’nın eline tutuşturduğunda bile gözleri etrafı tarıyordu. Rüya aldığını cebine tıkıştırdığında çocuk hiçbir şey demeden uzaklaştı olduğumuz yerden. İşimiz bittiğini düşünerek arkamı dönmüş geldiğimiz yönden gitmek için niyetlenmiştim ki Rüya’nın sesiyle olduğum yerde kalmak zorunda kaldım.

 

‘‘ Oradan değil, bu taraftan çıkacağız. ’’ Ona doğru döndüğümde az önce yürümekte olduğumuz yolun devamını gösterdiğini gördüm. Geldiğimiz yerden çıkmak daha mantıklı değil miydi? Daha da içeriye girmeye ne gerek vardı? ‘‘ Orası sadece giriş için kullanıyor. Açmazlar kapıyı. ’’ dediğinde yanına adımladım.

 

‘‘Daha önce gelmiş gibi konuşuyorsun.’’ Sessiz kaldı. Ne kabullenmişti daha önce geldiğini ne de reddetmişti. Onun bu sessizliği dik dik gözlerimi ona dikmeme sebep olmuştu. Bakışlarımı görünce kaçırdı hemen.

 

Bu kız neler çeviriyordu böyle?

 

Evle hastane arasında mekik dokuduğum o zaman diliminden bu yana birçok şey değişmiş gibi duruyordu ve sanırım başını da benim yakın arkadaşım çekiyordu.

Onun gösterdiği yere doğru yürümeye başladığımızda Sessiz sokak birdenbire birkaç konuşma sesleriyle canlandı. Sesler uzaktan geliyordu ve sokağın boş ve sessiz olmasından dolayı yankılanarak kulaklarımıza ulaşıyordu. Gülme sesler karıştı araya. Sokağın köşesinde seslerin sahibi belirdiğinde üzerinde siyah atletli olan genç adam yanındaki kendi yaşlarında olan lacivert tişörtlü adama doğru dönüp ensesine vurdu gülerek. “Kedi olalı bi fare yakaladın ha Tayfun!”

 

“ Evet abi.”dedi Tayfun olan, lacivertli. Ensesine vurulmasından dolayı yere eğilen başını kaldırıp direkt gözlerimize baktı. "Farelerimiz de tam karşımızda duruyor." Dediğinde olduğum yere çivilendim. Bizden bahsediyordu. Herif tam olarak bizden bahsediyordu!

 

Olduğum yerde hareketsiz kalarak Rüya'ya döndüğümde onunda benden farksız olduğunu gördüm. Onun ekstra olarak bacakları da titriyordu. Ne olacağını kestirememek ve olduğumuz yeri zerre kadar tanımıyor olmak beni daha da gererken uzanıp titreyen elini kavradım.

 

Şu an buradan koşarak kaçmalıydık.

 

Bakışları bana döndüğünde içimden ne geçirdiğimi anlamışcasına elimi sıktı. Göz kırptığımda içeriye girdiğimiz kapıya doğru koşmaya başladık. Çıkamayacağımızı bildiğimiz halde oraya doğru koşmamız biraz deli saçması olsa da yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Elimizden bir şey gelmiyordu. Gitmemiz gereken yerde onlar vardı. Bizim koştuğumuzu gördükleri gibi onlar da koşmaya başladı. Zaten çok gitmediğimiz için kapıya ulaşmamız çok zamanımızı almamıştı. Kapıyı yumruklamaya başladığımda adamlar da bize yetişmek üzereydi.

 

"Girerken ne yaptıysan yine yap aynısını, hadi çabuk!" Diye bağırdım sesimi heyecandan kontrol edemeyerek. Rüya korkmuş ve alık bakan gözlerini kırpıştırdı önce dediklerimi duyunca. Hemen sonra elini kaldırıp kapıya vurmaya başladı. Adamlar bi hayli yaklaşmıştı.

 

"Olmuyor!" Dedi Rüya ayağıyla kapıya bir tane geçirerek. "Açmıyor pislikler!"

 

"Ve böylece fareler kedinin kucağına düşer." Dedi adamlardan siyah atletli olan. Hepsinin birden attığı kahkaha boş sokakta yankılandı. Sağa sola bakındım gidebilecek, kaçabilecek bir yer var mı diye ama sağımızda da solumuzda da geldiğimiz yola kadar boydan boya evlerden başka bir şey yoktu. Adamların hepsinin birden üzerimize doğru geldiğini gördüğümde yerimde kırdamadan edemedim. Rüya'nın eli elimi kavradığında onun da ne kadar korktuğunu titreyen elinden anlayabiliyordum. Atletli adam bize yetiştiğinde kolumu kavrayacak oldu, kolumu hızlıca çekip dizimi karnına geçirdim.

 

"Siktir!"diyerek vurduğum karnına sardı ellerini. Bakışlarım diğerlerine döndüğümde korkmak bi yana dursun bu hareketim oldukça hoşlarına gitmişe benziyordu.

 

"Kız boş değilmiş abi." Dedi içlerindeki tek sarışın. Atletli karnının acısını unutmuş olacak ki bu sefer dikkatsizliğimden yararlanarak yapıştı koluma. Sarışın da hızla gelerek diğer kolumdan tuttuğunda geldiğimiz yöne sürüklenmeye başladım. Rüya'yı da arkamdan getirdiklerini çığlıklarından anlayabiliyordum. Ses çıkartmadım. Bağırsam da bağırmasam da götürmek istedikleri yere gidecektik, mecbur.

 

Siyah kapılı bir evin önüne geldiğimizde bu evin kapısının diğerlerine nazaran iki üç kat daha büyük olduğunu gördüm. Atletli dış kapıya Rüya'nın girişte yaptığı gibi ritimle vurduktan sonra beklemeye başladık. Kapı tıpkı dış kapıda olduğu gibi kendiliğinden açıldı. Atletli bir adım attığında geçmemek için ayak direttim. Kolumu sıkarak beni kendine doğru çektiğinde sarışın kolumu bırakmıştı ve öne doğru savrulmuştum. Az ileride griye boyanmış dışarıdaki evlerden oldukça büyük oldukça bakımlı bir ev karşılıyordu bizi. Ev bu sokağa o kadar yabancı gibi duruyordu ki.. Harabe bir yer beklemiştim ama böyle bir yerle karşılaşmak beni şaşırtmıştı. Atletli karnına yediği tekmemin acısını yeni hatılamış gibi benden çıkarırcasına kolumu sıkarak çekiştirmeye başladığında etrafı izlemem yarım kalmak zorunda kaldı. Aptal herif kolumu morartacaktı!

Eğer morluk olursa aileme nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Tabii buradan çıkabilirsek..

 

Evin koyu gri kapısını da aynı ritimle çaldığında bu sefer diğer iki kapıya nazaran bu kapı bir kadın tarafından açılmıştı. Evin çalışanı olduğunu gösteren kıyafetler giyen bir kadın tarafından. Belki bize o yardım edebilirdi?

 

"Hoş geldiniz Semih Bey."dedi kadın gülümseyerek. Yanımdaki herif dümdüz bakmaktan öteye geçmedi. "Abi nerede?"diye sordu. Kadın salonda olduğunu söyledikten sonra bize sanki biz de burada misafirmişiz ve hiç de zorla getirilmemişiz gibi bir gülümseme gönderip gerisin geri dönüp işine dönmüştü. Allah aşkına neler dönüyordu bu bok çukurunda?

 

Semih aldığı cevaptan sonra kolumu koparırcasına çekiştirerek beni ilerletmeye başladı.Salona gelmiş olacağız ki durduk. Çok şükür ki bu sefer kapı falan çalmadı. Kapı açıktı. Tam karşımızdaki şöminenin yanında tekli koltuğa oturmuş siyah saçlı, siyahlara bürünmüş adam geldiğimizi çıkan seslerden ve konuşmalaardan anlasa da istifini hiç bozmadan elindeki içkisinden yudumladı. "Abi?"

 

Adam içkisinden son yudumu da aldıktan sonra hemen yanındaki sehpaya bırakıp ayaklandı. Bize döndüğünde halihazırda ona baktığımdan ilk karşılaştığı sert bakan grilerim oldu. Esmer bir adamdı. Orta kalınlıktaki kaşları çatıldı bizi gördüğünde. Uzun boyu ve spor geçmişi olduğunu gösteren bir fiziği vardı. Beni süzdükten sonra gözleri arkaya takıldı. Rüya'ya da kısaca baktıktan sonra sorgulayan koyu kahveleri yanımdaki herife dönmüştü. " Ne oluyor, Semih?"

 

Şimdiye kadar burada gördüğüm adamlardan dikkatimi bir şey dikkatimi çekmişti: hepsinin sağ bileğinde bir dövme vardı.

 

Küçük bir adam ve başındaki kapşonlu. Gölge gibi duruyordu.

 

Hepsinde bu vardı, karşımdaki adamda da dahil.

 

"Bu iki arkadaşı Selim'den bir şey alırken gördüm. Kızlar yabancı, daha önce burada hiç görmediğime eminim."dedi Tayfun. Karşımdaki abi çektikleri adam yavaş yavaş üzerimizde gezdirdi tekrardan gözlerini. Gezintisi kısa sürmüş olacak ki bir adım öne atıp avup içini yukarıya doğru tutarak elini açtı.

 

"Zorluk çıkartmadan bize ait olanı geri bize verin." Adamın kemikli yüzünde tek bir mimik bile oynamıyordu. Onun bu ifadesizliği beni iyiden iyiye gererken Rüya'ya baktım kısaca. Tedirgin bakışları bana döndüğünde hafiften başını salladı olmaz der gibi.

 

"Bizde size ait bir şey yok."dedim ne yüksek ne de kısık bir sesle. "Biz kimseden bir şey almadık."

 

Adamın bakışları yanıma düşünce Tayfun öne atılarak kendini savunmaya geçti hemen. "Gözlerimle gördüm abi. Bunda. Aldığı gibi cebine attı." Diyerek Rüya'nın üzerine bir adım atmıştı ki ne ara dibime sokulduğunu anlamadığım Rüya'yı iyice arkama saklamam bir oldu.

 

"Sakın." Dedim dişlerimin arasından. "Geri bas."

 

"Bence sen geri bas ve elinizdeki ne zımbırtıysa verin artık." Adamın sesi oldukca sıkılgan çıkarken bir anlık gözüm ona kaydı. O anlık boşluğumdan faydalanan TayfunRüya'nın koluna yapıştığında bileğinden yakalayıp arkaya kıvırmam bir oldu. Tayfun elinin üzerindeki parmaklarımdan kurtulmak isterken acıyla kıvranıyordu da. Boynuma bir kol sarıldığını hissettiğimde aynı zamanda boynumdaki soğukluğu hissetmem de bir olmuştu.

 

"Adamlarımın eli bana sağlam lazım, küçük hanım."diye fısıldadı kulağıma doğru. Parmak ucuma kadar ürperdiğimi hissettim. "Bir an önce bıraksan iyi olur."

 

Kayıp bir rüyanın içindeyim sanki, boğazımdaki bıçağı kavrayan sanki o küçük yaşımda yüzüme nefretini kusan adam. Bir sanrının içinde savrulduğumu hissettiğimde yine o gündeydim. O arabanın içinde. O anı tekrar tekrar yaşadım o an. Nefret kokan nefesini yine yüzümde hissettim. Çektiğim acıyı, arzuladığım ölümü hatırladım. Ve ben o an tekrar o küçük halime dönüp ölmeyi diledim.

 

                          

 

&Finito&

 

 

Loading...
0%