Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Yenilgi Hırkası.

@corignis_

 

***

 

Gelsen bir kere, ve versen elini.

Ruhun ruhumu mühürlese, ve kalbin kalbimi denklese.

Teğet geçse ayak izlerimiz birbirine, ve silinse bir kar fırtınasında.

Kırılsan kırdığın kadar, ve anlasan dilimin ucuna gelenleri.

Açılsa boğumlar, ve çözülse lâl olan her şey.

Yine de son sözün; ne ölüne ne ölüme mi, söyle.

 

***

Geçmişin izleri, ve nefesi koynumda. Bir yılan mı bu sarılan, ya da bir yalan. Elem mi bu içimi yakıp kavuran, hak mı ki bu yüreğimi sızlatan. Soru mu soruyorum, cevap mı arıyorum; hayır efendim bu bir ayna, ben gerçekliği sorguluyorum. Bilmem anlıyor musun beni, bilmem anlamak için çaba sarf eder misin ya da, bilmem ki işte, soruyorum sana, okuyorsun satırlarımı, işliyor mu içine, istiyor musun anlamak?

Her şey böyle başladı bizim hikayemizde.

Her şey böyle başladı benim hikayemde.

Zor bir insansın diyorlar bana, beni anlamak zormuş. Gülüyorum, söylenilen bir iltifatmışçasına. Bir zaman sonra yalan tebessümlerde sahici oturuşlar yapıyor dudağımın üzerine. Bir yalan daha gerçeğe dönüşüyor, farkına bile varmıyorum.

Anlatmayı sevmezdim, ve o da sevmezdi; yine de benim sessizliğim onunkinden daha gürültülüydü. Kendini kötü hissetmesin diye konuşurdum çünkü ben, oysa o kalıpları dışına çıkmayı sevmezdi.

Herkesi anlamaya çalışırken kendini yok eden bir kız var karşımda, demişti. Belki de yok olmak istiyordur o kız, ve sonrasında bulunmak, anlayabildiği kadar anlaşılabilir sanıyordur kendini ya da.

Sevgili Yarkın, bizim hikayemiz, "Sustuğun müddetçe anlaşılmamak kaderin olacak." demenle başladı, ve sana bir söz verdim o gün, böyle bitmemesi için.

Şimdi karşımdasın, yanı başımda ve bir o kadar uzaksın bana. Uzansam tutacağım gibi aslında ellerini, ama dokunamıyorum; çünkü bugün bu noktaya kendimizi yine biz getirdik. Biliyorsun, biliyorum. Sen gittin, ben sildim. O zaman söyle, niçin gözlerin gözlerimde bu denli oyalanıyor?

"Nasılsın?" Efşan Evim Alpman. "Bana olağanüstü bir şey yapmaz ve sende gitmezsen ben asla gitmem senden, Asil." diyen kız, arkadaşım. Eski. Eski arkadaşım.

"İyiyim." Ailemi kaybettim, evimi kaybettim, bir gece de dünyam başıma yıkıldı ama ben yıkılmadım. İyiyim. Çok.

"Bende iyiyim," diye mırıldandı, "Sorduğun için teşekkürler."

Kahve fincanında olan bakışlarımı anlık çekip gözlerine baktım, bir yabancıya bakar gibi, saniyelik ve olabildiğince soğuk. "Sormadım."

Zaten gergin olan ortam benim bunu söylememle iyice gerilirken ben hiçbir şey umrumda değilmişçesine kahvemi karıştırıyor ardından yudumluyordum. Kırıldığımda, üzüldüğümde, öfkelendiğimde kendimi kapatırdım. Duygularım alınmışçasına ve hatta bedenimde hiç varolmamışçasına bir tavır sergilerdim.

Bugünde o günlerden birindeyiz. Bu yönümü en yakınlarım bilir, bu odadakilerde biliyorlar maalesef, ve fakat yıkıcılığımın da farkında değiller, çünkü onlara bu yönümü göstermem gerekmemişti hiç. Bugüne kadar.

"Tamam, sakin olalım." diyen Dide'ye kaydı dikkatler. "Konuşmadığımız halde bu kadar yardımcı oldular bize Asil," Kaş göz işareti yaparak ileriye gitmememi istiyordu benden, içten bir şekilde güldüm buna. Kime karşı, kim?

"Doğru, bu evi onlar buldu değil mi?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Başıyla onayladı beni. Onaylayabildi. Ne güzel.

"İyi," dediğim an Efşan ve Dide belli etmediklerini sanarak rahat bir nefes aldıklarında, bir sonraki hedefimde aldıkları o nefesti. "En kısa zamanda gideriz buradan."

"Saçmalıyorsun."

"Giderek mi?" dediğimde burnundan sesli bir nefes verdi Yarkın, ne demek istediğimi anlamıştı, çoğunlukla anlardı zaten, kendini beni anlamamak için kapatmadığı zamanlarda yani. Kendini çoğunlukla kapatırdı da yorulduğunda, ben onu yorduğumda.

"Yeni bir ev bulmak o kadar kolay değil, biliyorsun." Dide kendi çapında hala sakince derdini anlatmaya çalışıyordu. Benim onu anlamamı bekliyordu. Her zamanki gibi.

O kadar her zamanki gibi ki, artık olması gerektiği gibi.

"Dide haklı Asil, fevri kararlar veriyorsun yine, oturup bir düşünsen anlarsın aslında-"

"Anlarım evet," diyerek sözünü kestim Efşan'ın. "Ama canım anlamak istemiyor." Göz ucuyla dahi olsa Yarkın'ı kontrol etme gereği duymadım, bana baktığını biliyor, canını yaktığımı hissediyordum bir şekilde.

"Asil," dediğinde bile değdirmedim bakışlarımı yüzüne. "Benden aldıklarının hepsini bir günde geri veremezsin bana. Borcunu ödemeyi seversin sen, misliyle," Gözleri özlem ve acıyla karışıkken dudaklarında gurur ince bir kolyeyle asılı duruyordu. "Benim tanıdığım Asil sırf bunun için bile kalır."

"Senin tanıdığın Asil kim, bilmiyorum." Gözlerim teker teker artık bana yabancı olan üç surette gezindi olağanüstü bir sakinlikle. Efşan Evim Alpman, grubun annesi. Adı gibi, ev sıcaklığını hissettirir size. Korur, kollar, sakınır tıpkı bir anne gibi. Efşan saçar, dağıtır. Kırar Efşan, döker, parçalar gün sonunda elinde pişmanlıklarının yarattığı bir kesikle öylece duvardaki gölgesini izler. Duvardaki gölge tek kişilik olur o zamanlarda. Kendi elinden kendisi tutar yine, ve sonra Evim gelir, Efşan'ın dağıttıklarını toparlamak için.

Oysa benim hikayemde bu durum biraz daha değişik ilerledi. Daha tersten. Sonundan. Evim geldi bana önce, giderken ise Efşan kapıdaydı. Bir anne gibi açtı o kapıyı, ve yine bir anne gibi kapattı suratıma. Şimdi o kapıyı çalmadığım için beni suçluyor. Ve bunu yaparken de yüzüme kapanan hiçbir kapının önünde beklemeyeceğimi çok iyi biliyor. Kendi içinde tezatlıklar yaşıyor, kabullenmek yerine görmezden gelmek ona bir şeyleri düşünmekten daha kolay geliyor.

Varal Aksoy, grubun neşesi. En masumumuz demek ne kadar doğru bilemiyorum, yine de kalbimden bu tabir onun için uygun geliyor. Masum, oldukça. Olabildiğince. Kalabildiğince. Çocuksu yönü olgun tarafına ağır basıyor, ya da o öyle olmasını sağlıyor. Çünkü bilirsiniz karşınızda kızacağınız bir yetişkin ve bir çocuk iki kişi varsa, yetişkin olan o azardan nasibini alır, ve o bunu kullanmayı çok iyi biliyor. Varal çocuk gibidir, yaramazdır, sevecendir, korunma iç güdüsüne sahiptir; korunsun, kollansın, şefkat gösterilsin ister, birileri onun sesi olabilsin. Tam olarak bu sebeplerden de düşünmeyi sevmez, birileri onun yerine de düşünsün ister. Ve zaten hayatında onun yerine düşünen birileri vardı; sorgulamadı ve bak Asil, seni kaybetti.

Yarkın Dinçmen, grubun beyni. Yarkın biraz, ya da çokça ben gibidir. Onu anlatmak, kendimi tanımlamaktan her zaman daha güç olmuştur. Karşınıza geçer ve sadece kelimeleriyle en büyük inancınızdan şüphe ettirir. İnançsızım ben diyen birinin aklıyla dalga geçer, kendinden şüphe ettirir. Cümleleri zehirli olan insanlardandır; panzehire dönüşüp dönüşmemesi karşısındaki insana bağlıdır. Tehlikeli bir zihin ve uçsuz bucaksız bir labirent. Ama artık orada tek başına. Kendi karanlığıyla da yüzleşmek zorunda şimdi, çünkü ona aydınlık olduğunu söyleyen kimse yok, karanlığı sahiplenen kimse yok. En başında olmasını istediği gibi.

"Ama ben zamanımı böyle şeyler yerine, yanımdaki insanlara harcamayı tercih ediyorum."

"Asil," dedi, yapma der gibi. Görmezden geldim. Bazen böyle olması gerekirdi. Bazen böyle olmamız gerekirdi. Sorun şuydu ki, ben hep böyleydim, kendimi bildim bileli.

"Kaydını sildirdiğini söylemiştin?" Dide'ye döndüm, zaten sahip olduğum bir bilgiyi teyit etmek için.

"Evet, sildirdim."

"Güzel," Başımla onayladım. "Ama ben sildirmedim." Online olarak dilekçemi vermiştim ve onaylanmasını bekliyordum, ayriyeten kartımı da teslim etmem gerekiyordu fakat o an bunu ona söylemedim. Hayır, söylemeye gerek duymadım.

"Hayır, Asil," dedi, Yarkın bir sonraki cümlemi öngörerek.

"Ne?" Varal Yarkın'ın neden bir anda yükselip hayır dediğini anlamlandıramadı, karmaşık bir surat ifadesiyle dümdüz karşısındaki çocuğa bakıyordu.

"Anlamadım," diye ekledi, Dide de Varal'a katılarak.

"Kaydımı sildirmedim," dedim omuz silkerek, "Neden İstanbul'a gitmeyelim?" Blöf. En iyi bildiğim şey. Ya da şeylerden biri.

Kahve fincanını alıp ayağa kalktım. Birileri bir şeyler söylüyordu, duymazdan geliyordum. Aslında başım o kadar ağrıyordu ki, daha fazla ağrımasın diye kendimi ortamdan soyutlamaya çalışıyordum. Yaptığım tam olarak buydu. Koluma dokunan kolla irkilip yarım adım geriye kaydım.

"Konuşalım," dedi Varal, iki elini havaya kaldırarak, koluma o dokunmuştu. "Sadece ikimiz." diye ekleme gereği duydu kabul etmeyeceğimi düşünerek. Birkaç saniye boş boş yüzüne bakarak düşündükten sonra göz teması kurmayarak başımla onayladım.

"Cüzdanımı alıp geliyorum."

Sonrasında kimseye görünmeden evden çıktık, yollarda boş boş gezindik; kafası dolu olan her insanın yaptığı gibi. Dalgınlıkla ve biraz da savrulmuşlukla adımladım geçtiğim her sokağı, dikkatle inceledim kaldırım taşlarını. Onun gezmesi gereken sokaklarda, onun için onun yerine ben gezdim, ve Varal eşlik etti. Arkadaşım-dı, eskiden. Eski arkadaşım. O da, diğerleri de, herkes.

"Şu parka geçelim mi?" Omuz silktim sorusuna, adımlarımız zaten bizi buraya getirmişti. Eskiden de böyle yapardık. Çocuk gibi üzülürdük, çocuk gibi mutlu olmak isterdik. Bir salıncak, ve zincirlerinde güvendiklerinin elleri, arkandalar, hiç düşmezmişsin gibi sallayacaklar seni. Düşeceksin, düştüğün için sen suçlu olacaksın. Güvenmeseydin Asil. Bir zinciri tutan eller, elbet bir an bırakabilir de. Sen bunun farkındalığıyla büyümedin mi, neden bakıyorsun gözlerime şimdi böyle?

Sıkıldım, çok.

Salıncağa oturdum, kaçmadım.

"Sallayayım mı seni?" Adımları arkama yöneldiğinde süratle başımı iki yana salladım. Durdu, belki de dondu çünkü gördü. Perdenin arkasını, bir anlık da olsa, anlık dediğimiz her şeyi.

Salıncağa oturdum, ama sallanmadım; kaçmadım ama yüzleşemedim de.

Belki başka bir gün, başka bir gece, başka insanlarla ama şu an değil, bugün kesinlikle değil.

"Sallanırsam düşerim," diye mırıldandım. Sallarsan düşerim Varal, düşmek istemiyorum.

"Anladım," dedi, başını sallayarak. Gerçekten anladı da, onu kırmamak için sallarsan yerine sallanırsam dediğimi, onu bile isteye kırmak istemediğimi, bir yanımın hala ona kıyamayıp bu şeylerin dışında tutmaya çalıştığını. "Düşmeni istemem, hiçbir zaman da istemedim." Gülümsedim içten bir şekilde, ben bunları biliyordum zaten. Ben her şeyi biliyor, ama anlayamıyordum bazen. "Sana değer verdiğimi biliyorsun."

"Ama düştüm Varal,"

"Ama seni ben itmedim." dedi kendinden emin bir şekilde.

"Ama beni sen kaldırmadın da Varal," dediğimde gözlerindeki bocalamayı rahatlıkla okuyabiliyordum. "Mühim değil," Mühimdi. "Ben bunları zaten biliyordum, bana değer verdiğini yani," Siyah irislerim yüzünü talan ederken derin bir nefes aldım, bir konuşma bir insanı neden kalbini sıkıştıracak kadar gergin hissettirirdi ki? "Ama kabul edelim Varal, ona benden daha çok değer veriyordun." Bakışlarını kaçırışını izledim usulca, parmaklarıyla oynayışını, karşımda adeta kıvranışını, kendisiyle yüzleşmesini. "Bu yüzden beni değil onu seçtin, anlayabiliyorum." Hayır, anlayamıyorum. Neden?

"Öyle değil," Gözünden akmaya başlayan damlaları takip ettim bakışlarımla. "Yemin ederim öyle değil, Asil." Gözyaşları göz pınarlarından yanağındaki çukurlara doluyor, taşıyordu. "Özür dilerim. Allah belamı versin. Ben böyle olacağını bilemedim, yemin ederim. Ben sen gitmezsin sandım Asil. Gittin. Gitmem demiştin, gittin. Küstüm ben sana çok. Düşünmedim ki böyle olacağını, böyle hissedeceğini, böyle yorumlayacağını..."

"Varal," dedim, sözünü keserek. Arkamda birinin varlığını hissedebiliyordum, gölgesini görebiliyordum, dahası kim olduğunu biliyordum da. "Bende düşünememiştim," Durmadım, acımadım ve arkamdaki gölgenin derince yutkunmasına sebep olacak o cümleyi kurdum. "Ama bana, benim gibi birinin her durumda her ihtimali düşündüğünü söylediniz, inanmadınız. Çünkü böyleydim, her zaman her şeyi düşünmek ve anlamak zorunda olan o kişi, düşünmediğim tek bir an size mâl oldu, kardeşim."

"Özür dilerim, özür dileriz, konuşarak halledebiliriz, bizi kaybetmedin ki Asil sen."

"Ama pişman değilim Varal, o gün düşünemediğim için. Geçmişte siz benden vazgeçtiniz, bugün ben sizden vazgeçiyorum. Beni o gün suçlayarak sırtınızı dönüp anlamadığınız gibi, bugün bende sizi anlamıyorum."

"Deme böyle, böyle deme." Sende böyle ağlama Varal, bilmesen de hâla içime dokunuyor gözyaşların.

"Düşünseydiniz Varal. Siz bunun farkındalığıyla büyümediniz mi, neden bakıyorsun gözlerime şimdi böyle?"

Ve Yarkın Dinçmen haklıydı, bu haklılığını omuzlarındaki yenilgi hırkasıyla kutluyordu.

Haklıydı, çünkü ondan aldıklarımı misliyle geri ödeyecektim.

Üstelik üzerine fazlaca düşünülerek yapılan eylemlerde bulunmama da gerek kalmayacaktı.

Düşünmeyecektim.

Beni o gün suçladığı gibi. Suçladıkları gibi.

Düşünmeyecektim.

Ve hepsinin tanıdığı Asil'i, kendi ellerimle kaybedecektim.

***

sevgiler,

a.z.

 

Loading...
0%