Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Son Kıyım.

@corignis_

***

Bir deniz kıyısının huzuru, ya da bir uçurum kenarı.

Atlamak isteği, boğulmak dileği, ya da avaz avaz haykırmak.

Duyguların katili ve katliamı hislerin.

Sağ çıkanlar, solundan yaralananlar, ya da soluğu ondan alınanlar.

Uyanın, bu bir kıyım, ne sondu ne ilk.

Siz yine de, uyanın.

***

Bir varmış bir yokmuş. Bütün masallar böyle başlarmış.

"Bana bir masal anlat baba," Gözyaşlarım damla damla dökülürken elimdeki fotoğrafa, dişlediğim dudağımın acısı göğüs kafesimin ardındaki sızıdan daha fazla değildi. Ölüyormuşum gibi hissediyordum. Ölüp ölüp diriliyormuşum gibi. "Bir varmış," Hıçkırdım. Sesim duyulmasın diye daha sert geçirdim dişlerimi dudaklarıma. "Bir yokmuş," Gözlerimi tavana çevirdim bir cevap bekliyormuşçasına, "Bütün masallar böyle başlarmış, baba. Böyle söylerdin..." Artık böyle söyleyemezsin. Ve bu beni yıkmaktan daha beter bir hale sokuyor baba. Görünmez, iri eller boğazımı mengene gibi sarmış sıkıyor, boğuluyorum, sesim çıkmıyor, çıkamıyor.

Kapı tıklatılıyor hafifçe, bakışlarım sesin kaynağına yöneliyor. Düşünmek istemiyorum diyorum ama zihnim bana düşmanmışçasına kim olabileceğine dair hesaplamalar yapmaya başlıyor.

Dide önce seslenir.

Efşan üç kez değil dört kez vurur.

Varal hem tıklatır hem seslenir.

Yarkın...

Düşünme. Düşünme. Düşünme.

Kimse kim, sanane? Niye yapıyorsun kendine bunu? Aklını oyalamak isterken bile daha da dolduruyorsun. Düşünme. Yapma kendine bunu daha fazla.

Yataktan kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Elim kilidin üstüne gitti ama açmadım. Derin bir nefes alıp yere oturdum. Sırtımı kapıya yaslayıp başımı dizlerime koydum, kollarımı bacaklarıma sardım. Maalesef, kapının ardındaki kim, biliyordum. Çünkü onları tanıyordum. Çünkü onları tanıyacak kadar anlayabiliyordum zamanında.

Onları tanımak istemiyorum. Kapıya vuruş şekillerinden bile anlayacak kadar ezbere bilmek istemiyorum davranışlarını. Yabancı kalsınlar bana, çünkü ben çok yabancı kaldım kendime.

"Ağlama," Bir ses tonu insanın içini ne kadar acıtabilirse o kadar acıyordu canım. Daha çok ağlamaya başladım. "Ağlama gözünü öpeyim," dedi kapının ardından kendi canı acıyormuşçasına bir yakarışla.

"Gözden öpmek ayrılık getirirmiş," diyebildim kısılan sesimle.

"Gözünden öpmüştüm," dedi birden yeni fark ediyormuşçasına bir şeyi. "O yüzden mi koptuk böyle Asil Peri'm?"

"Sen bu tür batıl şeylere inanmazsın," Sesim tersler bir tonda çıkmıştı ama ne kadar anlaşılıyordu karşı taraftan bu, bilemiyordum. "Niye soruyorsun ya da nasıl sorabiliyorsun?"

"Sende bu tür batıl şeylere inanmazsın."

"Evet," diye mırıldandım. "İnanmam."

"Ama gerçekleştiği için bu bir ihtimal değil artık kafanın içinde ve dışa dökmek istiyorsun." Ne diyeceğimi bilemeyerek sustum, konuşmaya devam etmesini bekledim. "Gözlerinden yeniden öpeceğim Asil," Kaşlarım havalandı şaşkınlıkla, "Ve bu sefer beni yeniden kabul etmiş olacaksın hayatına. Başka bir ihtimali daha yok edeceğim zihninde. Çünkü bilirsin, batıl inançlar, batıldır işte, ve ikimizde inanmıyorsak, inanmadığımızı her türlü göstermemiz lazım. Aksi kendimizle çelişmek olmaz mı?"

"Kafam bulanık, ve sende bundan yararlanarak bir şeyler ekmeye çalışıyorsun." diyebildim sinirle. Oysa içim, dışımın aksine oldukça huzur doluydu sanki.

Güldüğünü duydum. Bu sinirimin anında hafiflemesini sağlarken, daha da öfkelenirken buldum kendimi de aynı zamanda. "Bir şeyler ekmeye çalışmıyorum. Ektiğim şeylerin büyümesini sağlamaya çalışıyorum."

"Büyütme. Büyüttükten sonra da acımadan kesersin sen."

"Yavrum, her zaman bu kadar önyargılı mıydın sen?"

"Ne?" diyebildim şaşkınlıkla. "Ben mi önyargılıyım?"

"Yanına acımasızı da ekleyebiliriz hatta," diye mırıldandı. "Bana zamanında bir şans verdin Asil," dediğinde sözünü kestim. "İkinci şans zırvalığına gireceksen ne senin ne diğerlerinin-"

"Bana zamanında bir şans verdin Asil," Üstüne basarak konuşmasıyla susup dinlemeye başladım. "Ve elimde o şans varken, o şansı düzeltme fırsatım varken, neden ikincisiyle uğraşayım?"

"İyi," dedim çocuk gibi dudaklarımı büzerek. "Zaten ben kimseye ikinci şans vermem."

"Biliyorum," Gülümsediğini hissedebiliyordum. Dahası gülümseyen yüzü gözlerimin önündeydi, dokunsam ellerim yanaklarına yerleşecekmiş gibi sahici bir görüntüydü. Neden böyle oluyordu? Neden böyle olmasını engelleyemiyordum? "Verdiğin şansı iyi kullansınlar istiyorsun. Yapılan hatalar bir özür ve ikinci bir şans isteğiyle geçiştirilmesin, ilk şans telafi edilsin istiyorsun."

"Yarkın," diye seslendim bocalamışlıkla, "Madem anlayabiliyordun," Boğazım acıyordu. Ağlamak istiyordum ama ağlayamazdım onunla konuşurken. "Neden anlamadın beni?"

"Asil Peri," Sesinden şefkat akıyordu ya da ben öyle sanıyordum bilmiyorum. Çünkü ben onun beni anlayamadığını da sanıyordum. "Halledeceğim her şeyi," Derin bir üzüntü besleyip büyütüyordum göğsümde her geçen saniye. Hiçbir şey hallolmayacaktı. "Ama şimdi konuşmamız gerekiyor, hep birlikte."

"Yalnız kalmak istiyorum."

"Yemek hazır ve seni bekliyoruz başlamak için."

"Beklemeyin."

Bir şeyler canını sıkıyormuş gibi derin bir nefes verdiğini işittim kapının ardından, "Makarna," diyebildi ardından zorlukla, "Annesininkine benzememiş."

Yutkunamadım. Makarna, annesininkine benzememiş. Makarna, teyzeminkine benzememiş ve biz bir daha asla onun ellerinden makarna yiyemeyeceğiz. Sanki bunun farkında değilmişim, derin bir uykudaymışım ve sarsılarak uyandırılmışım gibi irkildim. Tüylerimin diken diken olduğunu hissediyordum, burnum sızlıyordu, konuşmak istiyordum ama boğazım düğüm düğümdü. Teyze demek istiyordum, gerçekten bir daha yiyemeyecek miyim ellerinden makarna? Üzgündüm, çok. Ve bunun da bir önemi yoktu.

Gözlerim dolu dolu kalktım ayağa, kendime birkaç saniye zaman verdim gelen yaşları göndermek için. Bir elim kapı kulpunda bir elim anahtarın üstünde öylece bekledim ardından sakince çevirdim anahtarı deliğinde, yine de diğer elim kapı kulpunu çekip açmaya yeltenmedi, üstünde öylece beklemeye devam etti.

"Sizin için zor olduğunun farkındayım," Hissettiğim duygu karmaşasında kendi sesimi bile duyamazken kapının diğer tarafında olup benimle konuşan onun sesi gayet netti. Onun sesi o yokken bile netti zihnimin içinde. Böyle insanlar tehlikelidir, uzak durmayı başaramazsanız bağımlılık yaparlar. Sende o insanlardan biri değil misin Asil? "Ve sen istemesen de, Dide'nin bize ihtiyacı var." Gözlerimi sıkıca yumup karanlığa kucak açtım, karanlıktan kaçmak zordu en az aydınlıktan kaçmak kadar.

"Ben varım," diyebildim kısık bir sesle. Ben vardım, yetmez miydi?

"Ama bu ona yetmeyecek Asil, biliyorsun. Onu benden daha iyi tanıyorsun. Sen sadece onun varlığıyla yetiniyor olabilirsin ama o bugün bile yetinmiyor olacak ki şu an biz buradayız, sana rağmen, yaşanılan şeyleri bilmesine rağmen, seni karşısına alma ihtimali olacağının gayet farkında olmasına rağmen." Yetmezmiş. Nefes almak ne zamandan beri bir işkence haline dönüşmüştü? Göğsüme bir şeyler batıp çıkıyordu sanki, batıp çıkıyordu ve biraz daha kaybediyordum kendimden bir şeyleri.

"Anladım." dedim, başka bir şey söylemeye gerek duymayarak. Anlamıştım, yeterdi. Benim anlamam, her zaman yeterdi, herkes için. Anladım, tamam.

"Kapıyı aç ve çık, çünkü bunu senin yerine ben yapmayacağım, bir başkasının yapmasına da izin vermeyeceğim." Derin bir nefes aldım. Verdim. Canım daha az acıyordu şimdi. "Kapıyı aç ve çık Asil, hemen burada olacağım." Açtım. Başımı hafif yukarı kaldırarak koyu kahve irislerinin en içine baktım, "Ama o gün orada olmadın," Gözlerimi ondan duvara çevirdim, onu onun gözlerine bakarak acıtmak istemiyordum şu an. "Ve o gün orada olmadığın için bugün ya da sonrasında herhangi bir kapının ardında olmanın da bir önemi yok, olmayacak da."

"Asil," Yürürken bileğimden tutmuştu durdurmak için. Başımı geriye çevirip bileğimi tutan eline baktım, "Bırak," dedim ama onun bırakmasına zaman tanımadan kendim çektim kolumu elinden. O ardımdan boşta kalan eline dikmişken gözlerini ben hızlı adımlarla mutfağa girdim. Gözlerim herkesi es geçip Dide'yi ararken elinde çatalıyla yemeğiyle oynarken buldum onu. Varal ve Efşan kendi arasında bir şey konuşuyordu ama benim mutfağa tabiri caizse dalmamla birlikte ikisi de eş zamanlı olarak susmuşlardı. Belimde hissettiğim elle başımı eğip elin sahibine baktım, "Geç hadi," diyen Yarkın'a hiçbir şey söylemeden yürüyüp Dide'nin karşısına oturdum. Benim yanıma da Yarkın gelip oturmuştu, Varal ve Efşan da Dide'nin iki yanına.

"Makarnayı kim sosladı?" diye sordum gayet sakin bir ses tonuyla. Dide başını yemeğinden kaldırıp bana baktı dolu gözlerle, "Ben yaptım," dedi ve ekledi. "Ama bak, anneminkine benzemedi hiç."

"Senin," dedim üstüne bastırarak, "Domates soslu makarnandan yemek istediğimi söylemiştim, Dide."

"Ama bana bunu yapmayı o öğretti," dedi farkında olmaksızın sesini yükselterek.

Aynı şekilde karşılık vermekten geri durmadım. "Ama o artık yok." Dumura uğramış bir yüz ifadesiyle bakınca suratıma bir an için devam etmesem mi diye düşünsem de susmadım. "Bu durumu kabullenmeli ve hayatımıza devam etmeliyiz. Annen sana bir şeyler öğretemez artık, ya da sen yaptığın yemek onunkine benzemedi diye gidip ondan yapmasını isteyemezsin, bunun için hem kendini hem çevrendekileri üzüp hırpalayamazsın. Başa çıkmayı öğrenmelisin, çünkü üzgünüm ama sana bunu öğretebilecek kişiler de hayatta değil. Bir şeylere tek başına göğüs germeyi öğrenmelisin, bunu biliyorsun-"

Bir anda ayağa kalkarak sandalyesinin geriye düşmesine sebep oldu, saçlarını arkaya doğru çekiştirirken, "Anlamıyorum," diye bağırdı. "Seninde annen öldü. Seninde ailen öldü. Beraber bekledik o soğukta bir umut o enkazdan sağ çıkarlar diye," Sonlara doğru sesi kısılsada bir anda yeniden hiddetlenerek bağırmaya başladı, "Anlamıyorum ya anlamıyorum. Başkası değil, biz kaybettik ailemizi. Bir günde, bir gecede, saniyeler içinde. Nasıl bu kadar gamsız olabiliyorsun?"

Gamsız demesiyle birlikte gözlerime yerleşen öfkenin varlığını çok net hissedebiliyordum. Yine de kendimi sakin olmak için zorladım. Karşımdaki Dide'ydi çünkü, bir başkası değil. Ve ona bu tavizi ben vermiştim, bir başkası değil.

"Gamsız?" dedim alayla gülümseyerek, "Kurdun mu cidden bu cümleyi?"

"Değil misin?" dedi öfkeyle.

"Öyleyim," Yavaşça masadan kalkıp sandalyemi düzenledim. "O kadar gamsızım ki, sen o enkaz yığıntılarının arasında daha fazla durmak istemiyorsun diye cesedine ulaşılamayan kardeşimi ardımda bırakıp seninle burada bu konuşmayı yapıyorum, bu insanların içinde." Yüzünde oluşan kırılmayla birlikte pişmanlığı görsemde şu an için bunu görmezden gelecektim. Ben burada ne yapıyordum? İzmir'e geldim, Karaca için. Ama Karaca ölmedi ki. Ama yaşıyor mu, bunu da bilmiyorum. Yaşamıyorsa bile, onu arkamda bırakıp gelmeye ne hakkım varki benim? Beklemeliydim. Aylar sürse bile kardeşimi beklemeliydim. Ölüsü ya da dirisi, ama beklemeliydim. Dide'yi anlamak ve iyi hissetmesi için uğraşmak o an benden daha önemli olmamalıydı. Olmuştu. Böyleydim işte bende. Kendimde anlayamıyordum bazen kendimi, durum böyleyken başkasının anlamasını beklemek dahası istemek, şımarıklık olurdu galiba. Ama ben babasının nazlı kızı olarak büyümüştüm, ve bu şımarma halinden kolayca vazgeçebileceğimi de sanmıyordum.

Odama girdim, küçük bir valiz hazırladım kendime. Lazım olabilecek birkaç belge ve özel eşyayı da kol çantama koyduğumda hazırdım. En başta yapmam gereken şeyi, geç de olsa şimdi yapmalıydım. Odaya son bir bakış atıp kapıyı ardımdan çekip çıktım. Mutfağa girmeden önce salona gittim, bugün okuduğum şiir kitabının arasına bir miktar para koydum ve hiçbir şey olmamışçasına yüzüme kondurduğum gülümseme ve elimde valizle mutfağa adımladım.

"Bana seninle benzediğimizi söylüyordu," diyen Efşan'la sesimi çıkarmadan kapı girişinde beklemeye başladım, ne diyeceğini merak ediyordum çünkü ona bunu söyleyen kişiyi yakından tanıyordum. "İnatla aksini söylüyordum bende. Benzemediğimizi. Çünkü çok emindim aynı hataları yapmayacağımıza, ona aynı şeyleri hissettirmeyeceğimize," Efşan derin bir nefes alırken Dide gözlerinden yaşlar akarak büyük bir dikkatle dinliyordu onu. "Ama bugün görüyorum ki, bir konuda daha yanılmamış." Dide başını şiddetle iki yana sallıyordu çünkü Efşan'ın bahsettiği hatanın ne olduğunu gayet iyi biliyordu. "Bugün bizi nereden benzettiğini sayende öğrendim, kendimi dışarıdan görmemi sağladın."

Daha fazla dinlemek istemeyerek içeriye girdim. Bakışlar anında bana, daha doğrusu elimdeki valize kayarken Dide'nin ağlaması da şiddetlenmişti.

"Gidemezsin," diye bağırdı bir anda yanıma gelip kolumdan sarsarak. "Beni bırakıp gidemezsin hiçbir yere anlıyor musun?"

"Dide, sakinleş." Varal onu benden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

"Gidiyor Varal," dedi bir anda sakinleşip ona dönerek. "Beni bırakıp gidiyor."

"Dide," diyen Varal'ın sesi oldukça şefkatliydi. "Herkes seni bırakabilir, ama o bırakmaz, biliyorsun."

"Biliyorum," Omuz silkip elleriyle beni işaret etti, "Ama bak," dedi çocuk gibi. "Ben bir hata yaptım ve o şimdi gidiyor."

"Nakit para bıraktım salonda," dedim Dide'ye hitaben, "Kartına da para attım, lazım olursa yine, mesaj atarsın." Sesimdeki soğukluk onun daha da paniklemesine sebep olurken ilk defa ona karşı içimden bir şey yapmak gelmiyordu. Efşan'a döndüm, "Burada kalın," dedim, "Ya da o sizle kalsın, nasıl anlaşırsanız aranızda..." Ne diyeceğimi bilememezlikle sustum bir süre ardından Varal'a döndüm, "Birbirinize emanetsiniz."

"Özür dilerim," diye çığlık attı Dide, o kadar kayıtsız bir şekilde duruyordum ki karşısında, herkes dumura uğramıştı. Dide benim kuzenimdi, çocukluğumdu. Herkese olan duvarlarım bir ona yoktu, bir ona izin veriyordum sınır ihlalleri konusunda. Kendi isteğimle sarılıp yanında ağladığım ilk kişiydi o, şimdi nasıl bu kadar umursamaz durabiliyordum karşısında? "Bende seninle geleceğim, bırakamazsın beni," Bir şey söylememe izin vermeden koşarak geçip gitti yanımdan odasına doğru.

Gitmek için doğru zamandı.

Ona ne hissettireceğimizi biliyorsun değil mi Asil? Elbette.

Arkaya doğru bir adım attığımda bileğim bir el tarafından tutuldu, bugün yeniden ve aynı kişi tarafından, evet. "Nereye?" Sert ses tonunu içten bir gülümsemeyle kucakladım.

"İstanbul'a,"

"Ne?" dedi üçü bir yandan. Korku mu hakimdi suratlarına, ben mi yanlış yorumluyordum. Kaşlarım çatılırken Varal'la parka gitmeden önce evde yapılan konuşmayı anımsadım, bu evden ayrılıp İstanbul'a gitmek konusunda.

"Okulla ilişiğimi kesmek için," dediğimde bariz bir şekilde rahatladılar.

"Ardından nereye?" Hala bileğime sarılı duran eline çevirdim bakışlarımı ve diğer elimi elinin üstüne koyu yavaş bir şekilde ayırdım bileğimden, "Ardından nereye Asil?" Ama ellerimiz ayrılmamıştı.

"Kardeşime," diye mırıldandım gözlerimi birleşmiş ellerimizden çekmezken, "En başından beri olmam gereken yere."

"Asil," Varal'ın seslenmesini duymazdan geldim, ama Dide diyecekti, ve devam edecekti. Gitmek istiyordum, bir şeyler duymak değil.

"Önceliğim Dide değil Karaca olmalıydı," dedim ve ekledim, "Sen yine haklıydın Yarkın," Gözlerinin içine bakarak ayırdım ellerimizi birbirinden, bakışlarındaki kırılmaya anbean şahit olurken sanki bu benim canımı hiç acıtmamış gibi bir gülümsemeyle devam ettim konuşmaya, "Onun size ihtiyacı var, ve ben arada bir engel değilim artık."

O gün o evi terk ederken biliyordum ki ardımda kalanlar için bir engel olsam daha az yaralayıcı olurdu onlar adına.

Görmezden gelmeyi, umursamamakla takas ederek çıktım ben o gün oradan.

Ve bilirsiniz, insan sevdiği kişiyi görmezden gelmeye çalışırken, sevmediğini umursamazdı.

Bir gece daha içim kıyılmıştı, belki sonda olmayacaktı bu kıyım ama, kimse için bir daha kendime kıymayacaktım.

***

sevgiler,

a.z.

 

Loading...
0%