Yeni Üyelik
12.
Bölüm

^1.11.BÖLÜM^ : 'Ana karakterin doğuşu'

@cornelianews

 

 

 

 

 

Diane Katiana

 

 

 

 

 


Muhafızları Joshep ve Lucius

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

~Bil ki; Yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın. Ve unutma; Ne yaşattıysan elbet birgün onu yaşarsın.

 

 

 

 

 

-L.Tolstoy

 

 

 

 

 

 

11.Bölüm

 

 

 

 

 

 

..📖..

 

Tamam bir düşünelim İlia kendi öleceği zamanı göremedi bu yüzden de ölümünü kaçınılmaz sondu. Ben İlia'nın öleceği zamanı görebiliyorum çünkü ben bu evrene ait değilim ve aynı zamanda kahin de değilim.

Eğer kahinler ölecekleri zamanı göremiyorlarsa bu gerçekten büyük bir zayıflıktı.

Kahin soyları için büyük bir zayıflıktı ama benim için avantajdı. İlia'nın bedeninde olduğum için olacak ve olabilecek şeyleri önceden görebiliyordum.

Yani bir şekilde ölümümü değiştirmem lazımdı, yaptığım ufak tefek şeyler tabikide romanın akışını değiştirmiyordu çünkü roman Diane'nin etrafında dönüyordu.

Öyleyse tam olarak neyi değiştirmeliydim ki romanın akışı tamamen değişsin.İlia'nın yaptıkları ve davranışları değiştikce ufak tefek değişiklikler oluyordu ama yeterli değildi. Ben bu romanın sonunda öyle ya da böyle ölüyordum.

O zaman kitabın içinden bir sahneyi değiştirmem gerekiyordu, Diane için oldukça önemli bir sahne olmalıydı. Mesela Düşes Pamila'nın davet gecesi.

Romanda gerçekleşmesi gereken kesin şeylerden biri Düşesin düşük yapması ve Diane'nin Veliaht Prens'le karşılaşmasıydı. Peki ya Düşes düşük yapmazsa ve Diane Veliaht Prens'le karşılaşmazsa. Eğer ki Velihat Prens Diane'yi kurtarmazsa bu büyük bir değişiklik olurdu değil mi .?

Sonuç olarak erkek başrollerden biriyle ilk karşılaşma bozulursa kitabın akışı büyük bir değişikliğe uğradı. İşte bu benim için büyük bir fırsattı.Davet gecesi ne yapıp ne edip bir şekilde romanı değiştirmem gerekiyordu.

"İlia"

Düşünmeye öyle dalmıştım ki , Düşes'in bana seslendiğini bile duymamıştım. Gözlerim Düşes'e döndü."Efendim dalmışım duyamadım tekrar söyler misin anne.?"

"Diyordum ki, davet için özel tasarım elbise ayarlayalım." Ah doğru ya, özel davetler için herzaman özel tasarım elbiseler giyiliyordu. Bence özel tasarıma gerek yoktu, ne de olsa İlia siyahtan başka birşey giyinmiyordu."Evet özel tasarım olmalı."

Düşes elini yasladığı yanağından çekerek beni inceledi,"Sen iyi misin.?"Endişeli ve temkinli gözlerini görünce yerimde kıpırdandım."Bu aralar çok dalgınsın hatta kazadan beri böylesin birşey olmadığına emin misin.?"Gözlerimi Düşesten çekerek Düşesin arkasında beni izleyen Kalios'la göz göze geldim.

Dört kişi de gözlerini kırpmadan beni inceliyordu, yani bu durumda ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim."Ben iyiyim ama siz değil gibisiniz son zamanlarda biraz garip davranmıyor musunuz.?" Söylediklerimle Düşes bir anda yerinde gergince kıpırdandı.

Gözlerim Marcus'a kaydığında Marcus'da geriye doğru yaslandı,"Aslında Leydi İlia, Düşes ve ben sizin için endişeliyoruz, kazadan sonra çevreye uyum sağlamakta zorlanıp zorlanmadığınızı anlamaya çalışıyoruz." Güzel kıvırıyorsun kızıl yılan, ama yemezler.

"Öyle mi, Baş Büyücü benim için bu kadar endişeleniyorsa bir daha ki sefere benimle ilgili konularda bana fikrimi sorarak hareket etmeyi denemelisiniz."Odanın içinde bir anda oluşan sessizliğiğe ahanda böyle zort ederler adamı demek istesem de kendimi tutarak tepkilerini inceledim.

Düşes benden böyle bir tepki beklemiyor olmalıydı ki şaşkınca bana bakıyordu, e kadın şaşırmakta haklıydı ne de olsa İlia birşeyi bilse bile herzaman bilmemezlikten gelip karışmıyordu.

Şimdi benimle ilgili meselelere karışmalarına tepki gösterdiğim için haliyle şok oluyorlardı. Gözlerim en az Düşes kadar şaşkın olan Marcus'a kaydı. Marcus Düşesten daha hızlı bir şekilde yüz ifadesini toparladı.

"Leydim sizi rahatsız eden şey nedir fark etmeden sizi sinirlendirecek yada rahatsız edecek bişey mi yaptım.?"Marcus'un söylediklerini sakin bir ifadeyle masanın üzerindeki çayımı elime alıp bir yudum alarak karşıladım.

Eğerki gerçek İlia burda olsaydı sessiz kalıp olayı büyütmezdi. Çocukluğundan beri kendisiyle ilgili olaylara karışmazdı ama bu sadece malikâne içinde geçerliydi. İliana malikanede ne kadar sessiz ve içine kapanıksa akademide bir o kadar kavgacı ve nefret doluydu. Sanki içinde biriktirdiklerini akademide ki öğrencilerden çıkarıyor gibiydi.

Neyse ki İlia burda değildi o zaman biraz tartışma çıkarsak sorun olmazdı değil mi.Hadi ortalığı karşıtıralım.

Elimdeki fincanı masaya koyarak sakince Marcus'a döndüm."Baş Büyücü birinin izni ve rızası olmadan bir kişinin zihnine girmenin cezasını biliyor musunuz, sizin gibi uzun bir hayat yaşamış birinin bilmemesi imkansızdır değil mi.? Ne de olsa koca Wiera Krallığının tek resmi büyücü temsilcisi sizsiniz."

Marcus dikkatle bana baktı şimdi yüzündeki mimiklerinden hiç birşey anlamıyordum. Maskelerini yine yüzüne geçirmişti ya da maske değiştirdi desek daha iyi oldurdu.Bu hikayede yüzündeki maskeleriyle İlia'yla yarışabilecek kişilerden biride Marcus'du. Yan karakter olması onu daha tehlikeli yapıyordu. Hakkında bildiğim şeyler kısıtlıydı ve İlia'nın anılarının hepsini görememek benim için kötü bir durumdu.

"Leydim çocukluğunuzdan beri sizinle ben ilgileniyorum bu zamana kadar hiç itiraz ettiğiniz görmedim üstelik belirtmeliyim ki Dük'ün emri olmadan zihninize girmeye çalışmadım."

Yalancı herif , beni destekleyecek kimse olmadığı için bu kadar rahat olduğunu biliyorum seni sinsi yılan.

Sandalyemde geriye yaslanarak tabağın içindeki kurabiyelerden birini aldım, sakince ısırarak çiğnedim. Ağzımdaki lokmayı yutarak soğuk gözlerimi Marcus'un ela gözlerine diktim.

"Öyleyse Baş Büyücüye artık çocuk olmadığımı hatırlatmalıyım, ben geç bir Leydiyim ister babam ister annem olsun benim iznim olmadan zihnime girmeniz hiç etik değil yanlış mıyım.?"

Marcus'un ela gözlerindeki kıpırtıları hissedebiliyordum. En az benim kadar sakindi,o kadar dikkatle gözlerimin içine bakıyordu ki. "Genç Leydim bu zamana kadar rahatsız olduğunuzu hiç belirtmediğiniz için bunu bilemezdim ya."

Geç Leydim lafını bastırarak söylemişti, bildiğin altını çizmişti.

"Anlıyorum Baş büyücü ama benim yaşımdaki gençlerin kendi özel alanları olmalı değil mi ,herşeyi bilmeniz benim için utanç verici olabilir, tabi özellikle zihnimde aradığınız bişey yoksa.?"

Marcus geriye doğru yaslanarak gülümsedi,"Leydimin zihninde ne araya bilirim ki. Benim gibi birinin ilgisini çekecek bişeylerinizin olduğundan şüpheliyim.?"

Elimdeki kurabiyenin tamamını yutarak fincandan bir yudum aldım."Öyleyse artık zihnime girmenizi gerektiren bişey yok , umarım beni yalnış anlamıyorsunuzdur bu oldukça rahatsız edici."

Gözlerim Marcus'dan Düşes'e döndü, ona baktığımda Düşesin bana hak verdiğini anladım.

Savun beni anacım savun.

"İlia'ya katılıyorum sanırım artık büyüdüğünü kabul etmeliyiz, o genç bir bayan söylediği gibi kendine ait özel düşünceleri olabilir bence Lucander biraz abartıyor bundan sonra İlia'nın izni olmadan zihnine girme Marcus."

Kesin emir Düşes'den geldiği için artık denersen kesinlikle yakarım çıranı oğlum.

Marcus'un yüzüne bakıp sinsice sırıtmak istiyorum. Sakin ol Ayliz Meva. İliana gülmeyi sevmiyor ve burdaki insanların İlia'nın en son ne zaman güldüğünü gördüğünü bile tahmin edemiyorum. Şimdi gülersem hayatlarının şokunu yaşarlar bence.

Zavallı Elien hala ona gülümsediğimin şokundan çıkamadı zaten diğerlerini düşünemiyorum.

"Öyleyse sorunu halletiğimize göre uyanıkken rüya görmenin mümkün olup olmadığı konusuna geri dönebilir miyiz.?"

Tüm odağımı Marcus'dan çekip Düşes'e çevirdim. Düşes bu konuya yine değindiğim için rahatsız olmuş gibi görünüyordu.

"Uyanıkken rüya görmek senin gibi kahinlik becerilerine sahip olanlar için normal olabilir. Ama İliana biliyorsun ki böyle şeyler her zaman olmaz, eski profesörüm sadece uyanıkken görü görmenin kahinlerin sezgilerinin kendilerine yaşanacak şeyler için önceden bir uyarısı olduğunu söylemişti.

Bu tarz şeyler çok nadiren olur bunun anlamı kahinin başına birşey gelme ihtimalidir ya da yaşanacak bir felaketin uyarısıdır ama gördüğün şeylerin görü olduğundan emin olman lazım, kahinler sık sık görüler ve halüsinasyonları karıştırır. Bizim zihinlerimiz normal insanlardan daha farklı çalışıyor bizler aynı zamanda da kendi zihinlerimizle de savaş halindeyiz. Özelliklede delirmemek için kontrollü olmak çok önemlidir, kaç tane kahinin delirdiğini biliyor musun.? Eskiden kahinlerin sayısı oldukça fazlaydı şimdi ise yaşayanların sayısı bir elin parmağını geçmiyor."

Düşesin söylediklerini dinlerken düşünmeden edemiyordum, yani o gördüğüm şeylerin halüsinasyon olma ihtimali vardı ama eğerki değilse bunun ayrımını nasıl yapıyorlardı ki.

Ömürlerini gördüklerinin gerçek olup olmadığına anlam vermeye çalışarak mi geçiriyorlardı.?

O simsiyah ağacın bir halüsinasyon olmasını ne kadar istediğimi anlatamam umuyorum ki öyledir,ama zihnimde bir yer hep fısıldıyordu ya değilse. Şüphe tohumları bir kere düşmüştü zihnimin dipsiz kuyularına emin olana kadar nasıl rahatlayabilirdim ki.

Elimin üstüne değen elle irkildim, gözlerim hemen yanımdaki Düşesi buldu, o da irkilmemi beklemiyor olmalıydı ki şaşırmıştı. "İyi misin tatlım,biliyorsun ki benimle herşeyi konuşabilirsin gördüklerin ve görmediklerinde dahil."

"Biliyorum sorun yok sadece anlam vermeye çalışıyorum ve biraz kafa dinlemeye ihtiyacım var. Yarın akademiye gidip profesörle konuşursam daha iyi anlamamda yardımcı olabilir."

Düşes biraz tereddütle elini saçlarıma götürerek okşadı, sakin bir şekilde tepki vermeden ona izin verdim. Endişeli gri gözleri yüzümde gezindi.Bu kadının gözleri endişeliyken de çok güzel görünüyordu.

Bir insanın her halimi güzel olur ya.

Dük Lucander bu kadından etkilenmesinde ne yapsın ben bile etkileniyorum.

"Öyleyse neden biraz odana çekilip dinlenmiyorsun akşam yemeğine hizmetliler seni çağırır olur mu.?"

Olur anlamında kafamla onaylayarak yavaşça sandalyeden kalktım. Düşes omzumu sıvazlayarak gülümsedi hala yüzünde endişeli bir ifade vardı.

Birbirimizin yüzüne bakıyorduk ama asla açık açık konuşmuyorduk, mesela Düşes Kalios'un benim bayıldığımı ondan sakladığını öğrendiğine adım kadar emindim ama konuyu açmıyor sanki bilmiyormuş gibi davranıyordu.

Ya da bana açık açık ormanda ne gördüğümü sormuyorlardı, kendi içlerinde ne düşündüklerini merak ediyordum. Üstelik ben gittiğimde benim haraketlerimin şüpheleriyle ilgi konuştuklarını tahmin edebiliyordum.Davranışlarıma anlam veremiyor olmalıydılar ki beni her seferinde test ediyorlardı. Elimden bişey gelmiyordu , açık açık konuşsam işler daha fazla sarpa sarardı.

Şöyle bir göz attığımda benden en az şüphelenen Düşes'ti yinede emin olamıyordum ya aslında rol yapıyorsa ve içten içe en çok şüphelenen oysa.

Kimin ne düşündüğünü tahmin etmek zordu çünkü hepsi yan karakterdi onları doğru düzgün tanımıyordum. Bu yüzden beyin fırtınası yapmak zorundaydım.

Üstelik o İlia'nın annesiydi hangi anne kızı herzaman davrandığından farklı davranmaya başladığında şüphelenmezdi ki. Mesela Marcus kesinlikle bana güvenmiyordu ve işin içindeki Gölge herşeyi daha da karmaşık yapıyordu.

Kalios değiştiğimi düşünüyordu ama ya iyi anlamda değilse, kaç asırdır hayatta olduğunu hesaba katarsak bu kadar kolay değiştiğime inanması şüpheliydi özelliklerde şu sarışın hizmetli Freya ila arasında ne vardı.?

İkisini arka bahçede konuşurken duymuştum yanlarına yaklaşırken tartışıyorlardı, Freya gitmekle ilgi birşeyler söylüyordu ve Kalios kesinlikle saçmalığını ve hiçbir yere gidemeyeceğini söylüyordu.

Birincisi Freya aslında kimdi ve Kalios'la nasıl bir bağları vardı. Basit bir hizmetçi neden istediği bir yere gidemiyordu. İkincisi Kalios'u bu zamana kadar hep sakin görmüştüm ama o zaman gerçekten öfkelenmiş görünüyordu. Her zaman rahat olan Kalios'u Freya'nın gitmek istemesi neden bu kadar öfkelendirmişti.

Bu malikanede ne haltlar dönüyordu ve ben yarın akademide ne halt yiyecektim.Ah cidden düşünce bile başıma ağırlar gidiyor.Elien yavru ördeğim yine bana masaj yaparmıydı acaba.

"İlia beni duyuyor musun.?" Gözlerim Düşes'e döndü , gerçekten endişeli görünüyordu neye bu kadar endişelendiğini anlamak için önüme döndüm kapının önünde öylece duruyordum nasıl dalmışsam kapıyı açmıyor öylece bakıyordum.

Vallahi bu gidişle beni deli diye yatıracaklar akıl hastanesine gerçi burda akıl hastanesi de yok ki.

Neyse bu evrene akıl hastanesi şart, bir tane kesinlikle yaptırmam lazım. Benimde biraz katkım olsun dimi. Hem en çokta bana lazım değil miydi zaten.?

"Dalmışım sorun yok." Düşes dediğime hiç ikna olmamış gibi Denzel'e doğru döndü,"Muhafızın odana kadar eşlik etsin." Tam gerek olmadığını söyleyecektim ki Denzel bana doğru yaklaşmaya başladı.

Maşallah çok güzel yürüyor , yani yürüyor derken normal yürümekten bahsediyorum yoksa bana yürüdüğü falan yok.

Ah nerede o günler , beyaz gülüm biraz bana yürüseydi güzel olurdu. Gerçi böyle birşey gerçekleşseydi kıyametin kopmak üzere olduğunu anlardım. Çünkü ancak kıyamet koparsa Denzel Efendisine başka bir gözle bakardı.

Ah hayat ah böyle yakışıklı erkeğin bize başka gözle bakmayacağını bilmenin açısıyla bir köşeye geçip ağlayalım.

Götür beni odama Denzel, biraz ağlamam lazım depresyona gireceğim. Bu acıyı atlattıktan sonra başka yakışıklılara yelken açacağım.Mutlaka ölmeden yakışıklı bir erkekle yemeğe çıkamam lazım tabi buna fırsatım olursa.

Çay odasının kapısında çıkarak koridora geçtik, dışarıdaki hizmetliler beni bir kere daha selamladıktan sonra işlerini halletmek için dağıldılar. Büyük ihtimalle içeriyi temizleyeceklerdi. Dışarıda kalan tek hizmetli Elien'di.

Elien kafasını kaldırarak bana kısa bir bakış attı. Yüzüm solgun görünüyor olmalıydı ki endişeyle bir anda bana doğru ilerleyerek;"Leydim iyi misiniz kolunuza girmemi ister misiniz.?" Dediğinde garip bir sessizlik oldu.

Kapının önündeki Düşes ve Marcus şaşkınca Elien'e bakıyorlardı. Ne sandınız he, Elien artık benden korkmuyor nasıl da rahat yanımda benim yavru ördeğim.

Düşes ve Marcus'un şaşkın bakışları eşliğinde kolumu öne uzattım. Denzel'in de bakışlarını üzerimde hissediyordum. Beni izliyordu.

Elien dikkatlice koluma girerek koridorda ilerlemeye başladık. Sırtımda hala bakışlarını hissediyordum. Gülmemek için kendimi zor tuttum , şaşkın bakışları cidden çok komikti.

Neyse ki güvenli bir şekilde çay saatini atlatmıştım, umuyorum ki bundan sonraki çay saatlerim de kolay ve hızlı geçerdi.

Uzun koridorda Elien ve ben kol kola ilerlerken Denzel sol tarafımda sesiz adımlarla odama kadar bana eşlik etmişti. Gözlerinin odama girene kadar üstümde gezindiğini hissetmiştim.

Ah canlarım benim siz daha çok şaşıracaksınız hepinizin feleğinizi şaşırtacağım hazırlayın kendinizi.

***

Kalemi parmaklarımın arasında çevirirken önümdeki bembeyaz sayfaya uzun uzun baktım. Nerden başlayarak yazmam gerektirdiğini düşünüyordum.

Odaya geçtikten sonra Elien'den kalem ve kağıt getirmesini istemiştim, Elien mektup yazacağımı düşünmüş olmalıydı ki oldukça güzel bir kağıt getirmişti .Kağıdın köşelerinde çiçek desenleri vardı oldukça hoş duruyordu.Rahat bir şekilde mektup yazabileyim diye bana atıştırmalık getirme bahanesiyle yanımdan ayrılmıştı , Elien cidden çok anlayışlı bir insandı.

Derin bir nefes alarak odaklandım, İlianna'nın kaderini değiştirme operasyonunun planı için bir yerden başlamam gerekiyordu. İlk önce hedefe odaklanmam gerek. Hedef ana kadın karakterden başka bişey değil.

Düşes Pamila'nın davet gecesi kadın karakterimizin erkek başrollerden biri olan Veliaht Prens Hector Wiera ile karşılaşacak, kitabın şuanki zaman diliminde Diane akademiye başladığından beri soylular tarafından aşağılanıp zorbalığa uğruyor.

Ona en çok kötü davranan kötü kadınlardan biri olan İlianna Costantinova ikinci kötü kadın ise Bethany Qelia.

Bu iki kötü kadın Diane'nin üzerinden deli gibi birbirleriyle yarışıyor,bildiğiniz kim daha kötü kadın diye savaşıp duruyorlar. Sırayla akademideki herkes tek tek Diane'ye kötü davranıp duruyor.

Aşırı kibirli ve tek hamlede bayıltmak isteyeceğiniz türden insanlarla dolu bir yer ve zavallı kadın ana karakter basit bir çiftçinin kızı olarak statü bakımından herkesten daha geride.

Zorbalık,istismar aşağılama ve daha binlercesi , bu kadın ana karakterimizin kendini bulma hikayesi. En başa dönüp kısa bir şekilde kadın ana karakteri yeniden süzgeçten geçirelim.

Oldukça düşük bir statüyle sahip , halktan biri olan Diane Katiana sıradan bir çiftçi ailesinin tek çocuklarıdır. Çiftçilikle para kazanmaya çalışan ailesi oldukça kültürlü ve bilinçli insanlardı. Çiftçi ve düşük statüyle sahip olsalar bile dünyanın en iyi anne babasıydı.

Önemli olanda bu değil mi zaten , sahip olduğun aile mükemmelse halktan biri olup olmamak ne fark eder ki . İnsan bir şekilde yaşamanın yolunu bulur önemli olan herzaman seni sonuna kadar destekleyecek ve her daim yanında gururla duracak insanların olması. Bu bakımdan Diane oldukça şanslı bir insandı. Anne ve babası onu el üstünde büyütmüş sevgi ve saygıyı sonuna kadar öğretmişlerdi.

Kadın ana karakterimiz on beş yaşına kadar ailesiyle beraber büyüdü. Yaşanılan korkunç bir katliamdan sağ kurtlan sadece kendisi ve ailesiydi.

Tarih oldukça gerilerde, nedeni bilinmez bir şekilde kasabadaki insanlar köyün suyunda bir gariplik olduğunu söyleyip duruyorlar içen herkesin günlerce kabus görüp sayıklamasana neden oluyor. Zavallı köy halkı ne olduğunu anlamıyor , bazıları inanmıyor ama içen herkeste beliren gariplikler köylüleri korkutuyor.

Köy halkı korkup suyu içmemeye başlıyorlar ama ne zamana kadar sussuz kalabilirler ki. Köyün erkekleri bir araya gelip bu olaya bir çözüm bulmak için kafa kafaya veriyorlar . Düşünüp dururken içlerinden biri suyun kaynağında bir sorun olup olmamasıyla ilgili ortaya fikir atıyor.

Köylüler bunun olabileceğini düşünüp araştırmak için su kuyusunun kaynağını araştırıyorlar. Dağlardan gelen sular köy kuyusunun içine giriyor. Eski köy halkı uzun kazılar ve uğraşlar sonucunda suyu köye getirmeyi başarmışlar. Köyün eski haritasına göre dağın eteklerinde bir mağara, mağaranın içinden köye kadar uzanan bir su kanalı var.

Köylüler su kanalını kontrol etmek için dağın eteklerine doğru yola koyuluyorlar , çıkılması zor ve tehlikeli olan dağa çıkmak yarım günlerini alıyor. Güneş doğduğu gibi bir grup dağın eteklerine çıkıyor. Kararlaştırdıkları zamana göre hava kararmadan dönmeleri gerekiyor.

Dağa çıkan grup geç saatlere kadar gelmiyor , köy halkı endişeli bir bekleyişin içine giriyor. Güneş yeniden doğup ertesi gün olduğunda geri gelmeyen grubu bulmak için ikinci bir grup erkenden dağın eteklerine çıkıyor. Köy halkı gittikçe daha fazla korkmaya başlıyor. Akşama kadar bekliyorlar ama ne birinci grup ne de ikinci gruptan geri dönen kimse olmuyor.

Köyün geri kalan erkekleri gitmekten korkup vazgeçiyorlar. Onların vaz geçmesi köy halkını öfkelendiriyor. Dağa gidip gelmeyen insanların aileleri endişeyle bekliyorlar.

Kimse cesaret edip gidemiyor, iki gün geçtikten sonra köy halkı rengi değişen suyu gördüğünde çılgına dönüyorlar.

Berrak tertemiz suya karışan kan insanların ödünü koparıyor, tüm köy halkı ayağa kalkıyor. Giden grupların saldırıya uğradığını düşünüp yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünmeye başlıyorlar. Ne yapacağını bilemeyen köy halkı korkuyla birbirleriyle kavga etmeye başlıyor.

Köyün geri kalan erkekleri dağa gitmeye korktuğu için eşleri gelmeyen kadınlar dağa çıkma kararı alıyorlar. Bu kadınlardan biri de başrolümüzün annesi.

Sofia Katiana eşi Saniel gelmediği için onu armaya dağa çıkma kararı alıyor , o zamanlar on beş yaşında olan Diane'yi komşularına bırakıyor.

Diane annesine gitmemesi için yalvarıyor , onun ağlamasını ve ısrarla gitmemesi için yalvarması Sofia'yı şaşkına çeviriyor. Diane herzaman sakin ve uslu bir kız olmasına rağmen ilk defa bu kadar huysuz davranıyor.

Sofia şefkatle Diane'nin saçlarını okşayarak ne olursa olsun onu almak için geri geleceklerini söylüyor.Diane biraz da olsa sakinleşip düşünüyor. Annesi söz verdiğinde sözünü herzaman tutan dürüst bir insan olduğu için şimdi de verdiği sözü tutacağı konusunda annesine güveniyor.

Sofia hazırlıklarını yaparak diğer köyün kadınlarıyla dağa çıkmak için köyün girişinde toplanıyorlar. Diane annesinin en yakın arkadaşı olan Mie teyzesiyle annesini uğurlamak için meydanda bekliyor.

Toplanan kadınlarda gözlerini gezdiriyor . O kadınlara baktıkça midesi bulanıyor. Kadınlardan gelen garip bir koku var. Diane en yakın arkadaşı olan Mie'nin oğluna üç kere kokuyu alıp almadığını sormasına rağmen çocuk hiç bir koku almadığını söylüyor.

Diane kendini garip hissediyor, sanki yer sallanıyormuş gibi geldiğinden sık sık bakışları yere toprağın altına kayıyor.

Babasını düşündükçe daha fazla ağlayası geliyor. Annesini uğurlarken ağlamamak için kendisini zor tutuyor.

Kitabın bu sahnesini okurken küçük Diane'yle beraber çok üzülmüştüm. Küçücük bir çocuğun böyle bir şeye şahit olması berbat birşeydi.

Derin bir nefes vererek elimdeki kalemi masaya koydum.

Parmak uçlarım kalemi tutmaktan ağırmıştı. Gözlerim türkçe yazdığım yazılarda gezindi. Özellikle türkçe yazmıştım ki başka biri denk gelirse ne yazdığıma baksa bile hiç bir şey anlayamasın.

Kitabın bu kısmından sonra başrolümüzün annesiyle beraber dağa giden kadınlarda dönmüyor. Diane bedeninin içinde patlamaya hazır bir koza tarafından sarılmış gibi hissediyor. İçindeki kötü hisse anlam veremiyor. O zamanlar Diane Kutsal Kılıç'a sahip olduğundan habersiz.

Köydekilere hemen köyden gitmeleri gerektiğini söylüyor. Tabikide köylüler küçük bir kızı dinlemiyor. Diane çok fazla dil döküyor ama kimse onu umursamıyor.

Her şey iki gün sonra gerçekleşiyor . Sabah olmasını bekleyen köylüler hala sabah olmadığını ve güneşin doğmadınız görünce o kadar korkuyorlar ki . Ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Diane'nin söylediği gibi kaçmaya çalışıyorlar . Diane onlara bu sefer kaçmamaları gerektiğini hatta hareket etmeyi kesmelerini söylüyor. Köyüler o kadar korkuyor ki kimseyi dinlemiyorlar.

O sırada yer sallanmaya ve kırılmaya başlıyor. Köyün altındaki su kanallarının olduğu yerler kırılıyor ve içeri doğru çökmeye başlıyor.

Açılan koca yarıklardan çıkan koca yılan ömürleri boyunca görmedikleri kadar uzun özelliklede koca ağızı binlerce insanı yutacak kadar da büyük.

Köylüler gördükleri canavarın karşında akıllarını kaybediyorlar. O kadar dehşete düşüyorlar ki bağırarak kaçışmaya çalışıyorlar. Koca yılan insanlar ne tarafa giderse o tarafa giderek tek hamlede bir çok kişiyi öldürüyor. Köy halkı savaşmayı bırak çoçuklarını kurtarmayı bile umursamıyor.

Köydeki karmaşada ne yapacağını bilemeyen Diane köye en uzak olan evin köşesine saklanıyor. Anne ve babasının gelip onu alması için dua ediyor.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmeden orda öylece oturuyor. Yerin altından diğer yılana göre daha da büyük bir yılan çıkıyor. İki yılan köyün tamamını yedikten sonra meydanda kıvrılarak hareket etmeyi kesiyorlar.

Diane gördüklerine inanamıyor o kadarki bedeni kas katı kesiliyor. Vücudunun titremesine engel olamıyor. Bedeninden gelen çatırdama seslerini duyuyor. Sanki bedenini saran koza çatırdıyor.

Bedeninden kemikleri kırılıyormuş gibi sesler çıkıyor.

Ne olduğuna anlam veremeyen Diane kendisini tutan kişiyle çığlık atmaya hazırlanıyor. Kolunu tutan kişi Diane'den önce davranarak Diane'nin ağzını tutuyor. Diane korkuyla arkasını döndüğünde kanlar içindeki annesi ve babasına bakıyor.

Babasının ağzını tutan elinin üzerinde garip bir çember var. Çember beyaz bir ışık saçıyor. Çember iki dakka da bir parlayıp geri sönüyor. Anne ve babasının kan revan içindeki halini gören Diane ağlamaya başlıyor.

Hıçkırık sesleri duyulmasın diye babası eliyle sıkı sıkı ağzını tutuyor. O kadar çok ağlıyor ki . Babasının da ağladığını fark ediyor. Ağızını açıp Dianeyle konuşmuyorlar ama onlarda gördükleri manzara ve yaşadıklarının acısıyla sessizce ağlıyorlar. Diane kollarını ikisininde boynuna sıkıca doluyor.

Dudaklarını ısırarak ses çıkmasını önlemeye çalışıyor. Annesinin ağladığını sallanan bedeninden anlıyor. Tüm köy halkı ölmüş ve geriye sadece üç kişi kaldıklarının bilincinde olmak onların bağırarak ağlama isteklerini çoğaltıyor.

İlk kendini toparlayan babası Saniel oluyor. Saniel kızı ve karısının elini tutarak yavaş haraketlerle ormana doğru koşmak için hazırlanıyor. Dizleri titreyen Diane sanki bedeni parçalanıyormuş gibi bir acı içinde kıvranıyor. Kendisini o kadar çok sıkıyor ki .Çıkaracakları en ufak ses üçüncünde ölümüne sebep olacağını bilmek Dianeyi dayanmak için zorluyor.

Ormanlık ağaçların arasına girip ormanda ilerliyorlar, Saniel acele etmeden yavaş adımlarla attıkları adımlara dikkat ederek ormanın içinde kendisiyle beraber karısı ve kızınıda ilerletiyor.

Elini sıkan karısıyla beraber Saniel Sofia'ya dönüyor. Sofia'nın endişeyle Diane'ye baktığını fark ediyor. Endişeli bakışları Diane'ye dönüyor. Ses çıkarmamak için dudağını ısıran Diane dudaklarını kanatmış çenesinden aşağıya kanların akmasına neden olmuştu. Bunu gören Saniel endişeyle Diane'yi kucağına alıyor. Yere ağaçların arasına çöken ikili endişeyle kızlarına bakıyorlar.

Ağızlarını açıyorlar ama konuşmaya korkuyorlar. Saniel elleriyle Diane'nin yüzünü avuçluyor. Gözlerinin içine bakıyor ama Diane gözlerin açık tutamıyor. Saniel elini Diane'nın ağızına sokarak dilini ve dudaklarını ısırmasını engelliyor.

Diane titremeye başlıyor ne olduğunu anlamayan ailesi sessizce ağlayarak tanrıya dua ediyorlar. Kendini tutamayan Diane yüksek sesle çığlık atarak karnını tutuyor.

Korkuyla Diane'nin ağzını tutuyorlar ama çok geç kalıyorlar. Ses çoktan ormanın içinde yankılanıyor.

Yer yerinden sallanmaya başlıyor. Yılanların kendilerine doğru hızla yaklaştığını anlayan Saniel,"Sofia Diane'yi kucağına al ve arkana bakmadan koş hemen arkanızdan geleceğim." Diye bağırıyor.

Diane'nın küçük bedenini kucağına alan Sofia kalkarak ağaçların arasında koşmaya başlıyor. Yılanlar ağaçları devirerek ilerlemeye çalıştıkça ağaçların kırılma sesi ormanda yankılanıyor.

Kendini tutamayan Diane bir kere daha çığlık atıyor. Uvuzları parçalara ayrılıyormuş gibi tüm bedenine ve hücrelerine yayılan acı Diane'nın kendinden geçmesine neden oluyor.

Defalarca ağaçlara takılarak bacaklarına dalların saplanmasını umursamayan Sofia can havliyle kucağında kızıyla koşmaya devam ediyor.

Kendisi ölecekse olsa bile en azından kızını hayatta tutmanın bir yolunu bulmaya çalışıyor. Bir yandan koşup bir yandan etrafta kızını saklayabilecek yerler arıyordu. Hemen arkasından eşinin koştuğunu görebiliyordu. Yılanlar yerde sürtündükçe yer yerinden oynar gibi sallanıyordu.

Tüm orman deprem oluyor gibi bir sağa bir sol sallanıyordu. Bir yandan ayakta durmaya bir yandan kollarında Diane'yle koşmaya çalışan Sofia ciğerlerinin sıkıştığını hissediyordu.

Ayakları defalarca dallara takılıyor yere düşmekten kendini son anda kurtarıyordu. Dizlerinde derman kalmadığında titreyen dudaklarını birbirine bastırdı. Kollarında acı içinde kıvranan kızına baktı durmadan çığlık atıp çaresizce çırpınıyordu.

Onun çaresiz çırpınışlarını izleyen Sofia dişlerini birbirine bastırdı ölecek olsa bile Diane'nin saçının tek teline zarar gelmesine dayanamazdı. Diane'yi ağaç kovuğununun içine koydu.

Hemen arkasından koşarak gelen kocasıyla göz göze geldi. Saniel sadece ona bakarak bile ne yapmak istediğini anında anladı.

Bir saniye bile düşünmeden ikiside ormanın farklı taraflarına koşarak avazı çıktığı kadar bağırdı. Öyle ki ikisinin bağırışı Diane'nin acı dolu çığlıklarını bastırdı.

Koca yılanlar hızla öne doğru atılarak iki farkı yöne ayrıldı. Büyük olan dişi yılan Saniel'e atıldı. Diğer erkek yılan Sofia'nın peşine takıldı. Ormanda ağaçların arasında kaçan kovalanır oyunu oynar gibi koşturup durdular. Yılanlar büyük ve ağır haraket ediyordu. Sofia ve Saniel ise küçük olduklarından kolayca ağaçların arasına girebiliyorlardı.

Titreyerek gözlerini açan Diane kendine gelmek için gözlerini kırpıştırdı. Titreyen bedenini zorla ağacın içinden çıkardı gözleri anne babasına döndü koca iki yılan neredeyse ikisinide yutmak üzereydi. Dudakları titreyen Diane ellerini toprağa geçirerek toprağı tüm gücüyle sıktı.

O kadar güçsüzdü ki, ne kendisini ne ailesini ne de köy halkını koruyamamıştı.

Nefret ediyorum, güçsüz olmaktan nefret ediyorum

Tüm vücudunda dolanan damarlarını bembeyaz ışıkla dolduran güç tüm damarlarını turlayarak tam kalbinin üzerinde toplandı. Sırtındaki mühür çatlayarak şekil değiştirdi .Kozasından çıkan bir kelebek iki kanatlarınıda açarak sırtına kazındı.

Yerin altında başlayarak çoğalan büyük çember iç içe geçerek içinde binlerce garip alfabeyi oluşturdu. Titreyen bedenini geriye doğru büken Diane kafasını gökyüzüne çevirdi. Tek bir rengin bile kalmadığı bembeyaz göz bebekleri karanlık gökyüzünü buldu.

Rüzgar kahverengi saçlarını uçuşturarak savurdu, tam göğüsünün üzerindeki o ağırlığı tek bir nefeste dışarıya bıraktı. Attığı çığlık tüm ormanın içinde yayılarak gökyüzünü aydınlattı .Kapkaranlık orman bembeyaz ışıkla dolup taştı. Karanlık gökyüzünde beliren bembeyaz kılıç geceyi ikiye böldü.

Diane Katiana o gece daha önce hiç görülmemiş ve ihtimal bile verilmeyen gücün tek sahibi olmuştu .Sadece tüm kıtada değil tüm evrende görülmemiş birçok şey yaşandı en önemlisi ise bir kişi yeryüzüne iki muhafız çağırabildi. Ve o geceden sonra Diane Katiana'nın hayatı bir daha asla eskisi gibi olmadı.

O gece Tanrıça Armisa'nın seçtiği son kutsal kılıçın ışığına sahip elçi uyanmıştı. Karanlık hükmünü yayarken onu durdurmakla görevli olan kutsal kılıcın elçisinin kaderi iğne iplikleriyle evrenin her köşesine işlenmişti.

Loading...
0%