@cornelianews
|
-Döngü Akademisi
Düştüğümüz kuyular sandığımız kadar dipsiz değil aslında , tutunmaya çalıştığımız ipler çok kısa.
~Charles Bukowski
13.Bölüm
..📖.. Elien nefes almaksızın aralıksız iki saattir beni azarlıyordu, bende yatağa oturmuş bir yandan beni azarlayıp bir yandan da sabah bakımımı yapan Elien'i izliyordum. Arada bir gözlerim kapanıyor azarı bana ninni gibi geliyordu. Her içim geçtiğinde Elien daha yüksek sesle azarlıyordu.Gözlerimi açarak hala huysuz bir surat ifadesiyle bana bakan Elien'in zeytin tanesi gözlerine baktım. Elien gözlerin çok güzel. Zeytinleri çok severim. "Leydim neden bana öyle bakıp gülümsüyorsunuz korkuyorum."Gözleri kısılmış bakışlarımdan ürkmüş bir şekilde bana bakan Elien'i görünce gülümsedim. Elien bana hala tam olarak alışamamış olsa da çok iyi bir şekilde ayak uydurabiliyordu. Artık gülüp onunla şakalaşıyordum. Elien hala garipsese bile sanırım bundan hoşlanmaya başlamıştı. Onunla uğraşmak benim ne kadar hoşuma gidiyorsa onun da o kadar hoşuna gidiyordu. Onun yumuşak bir ifadeyle bana baktığı zamanları görebiliyordum. Sevimli şey. Sabah bakımım bitmiş olmalıydı ki Elien ellerini yıkamak için odamın içindeki lavaboya yöneldi. O gittiğinde bende yatağın üzerindeki tertemiz olan akademi üniformalarını giydim. Geçen sefer ormanda pislettiğim kıyafetleri atmışlar diye duymuştum. Zenginliğin gözü kör olsun. Zengin olunca böyle oluyor, yıkamaya bile üşeniyorlar böyle bir dünya var mı ya.? Var ve ben şuan da o dünyanın içindeyim. Yüzümde tehlikeli bir sırıtış belirdi. Bu gün aşırı derecede pozitif bir enerjim var. Üniformaları giydikten sonra aynanın karışına geçtim. Elien lavabodan çıkıp saçlarımı yapmaya başladı. Siyah dümdüz saçlarım çok uzun kalçalarımdan aşağıya dökülüyordu yüzüm oldukça aydınlık duruyordu. Bu gün sanki ışıldıyordum. Her şeyimin hazır olduğundan emin olduktan sonra çantamı sırtıma takıp Elien'le aşağıya inmeye başladık. Salon yine her zamanki gibi doluydu. Kahvaltı hazırlanmış aile üyelerimin hepsi sofrada oturuyordu. Hepsi derken muhafızlar ve başbüyücüyü de kastetmiştim. İlianna sabah kahvaltısında onlar varsa asla sofraya oturmazdı. Bu bir testti. Gözlerim karşılıklı oturan Dük ve Düşes de gezindi. İkisininde bakışları benim üzerimde geziniyordu. Sanırım bu sabah olanlardan haberleri vardı. İkisi de merakla bana bakıyordu. Bu sefer işin içinde Dük'te vardı anlaşılan. Sanırım cidden aile üyelerim bende bir sorun olduğunu düşünüyorlardı. İlia'nın son zamanlardaki değişen hareketleri yüzünden olsa gerek onlarda benden şüphe ediyordu. Kalios ve Marcus yan yana oturuyor sakince yemek yiyorlardı. Marcus'un keskin gözleri üzerimde geziniyor sabah ki gecelik mevzusu hiç olmamış gibi davranıyorlardı. Asıl ilginç olan Denzel'di. O sabah kahvaltılarına gelmezdi, onu nasıl ikna etmişlerdi acaba. Sanki hepsi benim nasıl bir tepki vereceğimi merak ediyor gibiydi. Tek boş yer olan Denzel'in yanıydı. Gözlerim Denzel'de gezindi, o nasıl desem biraz gergin gibiydi. İlia'nın şuan da muhafızların bu sofrada ne işi olduğuyla ilgili yaygara koparması gerekiyordu. Özellikle de Denzel'in üzerine gidip onunla uğraşıp kavga çıkarmaya çalışırdı. Yanımda dikkatle ne tepki vereceğimi izleyen Elien benden daha gergin görünüyordu. Yavru ördeğim sana ne oluyor sen niye bu kadar gerginsin.? Yavaş adımlarla sofraya doğru ilerledim. Omzumdaki çantayı sandalyenin köşesine astım, sandalyeyi çekerek Denzel'in yanına oturdum. Gözler dik dik üzerimde gezindi. Yavaşça geri yaslanarak; "Sanırım bana kahvaltı servisi açılmayacak.?" Hizmetliler yerlerinden sıçradılar. Sanırsın kılıcımı kınından çıkardım. Alt tarafı soru sordum ya. Resmen şeytan muamelesi görünüyorum. Çabuk getirin lan kahvaltımı dinime imanıma burayı cehenneme çeviririm. Hizmetliler hızla önüme kahvaltı servisi açtılar, her şeyden tabağıma doldurup içmem içinde önüme hoş kokulu bir çay koydular. Gözlerim çay fincanında gezindi, beni zehirlemezler değil mi.? Nedense hiç emin olamadım. Kafamı masadan çekerek kaldırdığımda Direk karşımda oturan Kalios'la göz göze geldik. Beni inceliyordu ve hiç de saklama gereği duymuyordu. Bu sabah neden herkes bu kadar gergindi. "Günaydın birtanem." Kalios'la bakışmamızı bozan şey hemen yanımda masanın ucunda oturan Düşes Elisia oldu. Yumuşak bakan gri gözleri yüzümde gezindi. Ona dönerek güzel yüzünü izledim. Bu gün de çok güzelsiniz hanımefendi. "Günaydın." "Kazadan sonra uzun bir süre akademiye gidememiştin, tekrar başlamak güzel olmalı."Bilemiyorum Elisia malum kızın dersleri pek takmayan bir insan olduğundan onun için bu soru hiç bir anlam ifade etmiyor. Kızını tanımıyor musun, yoksa yine de bu soruyu sormak mı istedin merak ediyorum.? İlianna akademide derslere çok katılan biri değildi, akademiye insanlara zorbalık yapmak için gidiyordu. Bu yüzden profesörlerlede arası berbattı. Babasının konumu sağ olsun, bu yüzden kimse ona karışmıyordu karışanları da takmıyordu. Düşes kızının okulda neler yaptığından haberi olduğuna bahse girerim o zaman neden hiç bir şey yapmıyorsun. Daha önce ilia'yla bu konuyla ilgili konuşmuş muydu acaba.? İlia'nın anılarında göremediğim şeylerden biriydi. Nasıl bir konuşmaydı, İlia nasıl bir tepki vermişti.? "Ya ya tekrar başlamak çok güzel." Sesim biraz alaycı çıktı. Çünkü İlianna'nın akademiyi sevmediğini herkes bilirdi. "Düşes Pamila'nın daveti için bu gün akşama doğru terzi gelecek akademiden döndükten sonra oturup elbiseye karar veririz olur mu.?" Ah bir hafta sonra gerçekleşecek en önemli sahnelerden biri. Düşes Pamila'nın davet gecesi. Diane ve Hector'un karşılaşmasını önlemem gerekiyordu. Ne olursa olsun kadın başrol ve erkek başrol karşılaşmamalıydı.? Bir an önce akademiye gidip Nilvera'yı bulamam gerekiyor."Olur akademiden geldiğimde hallederiz." Düşes memnun olmuş gibi gülümseyerek bu gün gideceği çay partisinden bahsetmeye başladı. Marcus ve Lucander iş ile ilgili konuşurken , Denzel ve Kalios sessiz kalıp onları dinliyordu. Bir yandan kahvaltı yapıp bir yandan Düşesi dinleyerek kahvaltı zamanını atlatmıştım. Gözlerim masanın üzerindeki çay fincanına kaydı.? Kesinlikle içmeyi düşünmüyorum. İçimden bir his beni tetikleyip duruyor ya da paranoyak oldum. O kadar şey yaşadıktan sonra normaldi ama yine de hayatımı tehlikeye atmaya gerek yoktu. Hayatta kalmak için önemli kurallar. Birinci kural; hislerine güven, doğru çıksın ya da çıkmasın, bir gün doğru çıkar nasılsa. "Leydim." Gözlerimi çay fincanından çekerek elindeki çay fincanıyla bana bakan Elien'e döndüm. Sadece ben değil masadaki herkes ona doğru dönmüştü. Elien bir an ne diyeceğini unutmuş gibi etrafa ürkek bakışlar attı. Kız leydim dedi, niye herkes dönüp bakıyor yavrum ne diyeceğini unuttu.? Önümdeki çay fincanını ittirerek önüme boşluk açtım. Elien omuzlarından bir yük kalkmış gibi benim yüzüme bakıp çay fincanını önüme koydu. Bana çay koyan diğer hizmetli kız;"Leydim sizin hoşunuza gitmeyecek bir şey mi yaptım. Çayın kokusunu mu beğenmediniz.?" Kızın endişeli duran yüzüne baktım, onun yaptığı çayı beğenmediğimden mi endişelenmişti.? "Sorun çay da değil , Elien dışında birinin demlediği çayı sevmiyorum Elien her zaman tam istediğim gibi yapıyor." Kız söylediğimden rahatlamış gibi duruyordu, ama bakışlarında garip bir ifade vardı. Kafasını eğerek selam verdi. Bu kız neyin nesiydi.? Niyeyse gerilmiştim kendimi garip hissediyorum. "Bir sorun mu var Leydi İlia.?" Kulağımın yanından gelen sesle istemeden irkildim, kafamı çevirdiğimde yüzü benimkine yakın olan Denzel'in göz bandına baktım. Denzel anında geri çekilerek diklendi bana bir sorun mu var der gibi bakıyordu.? Yerimde rahatsız bir şekilde kıpırdandım, gözlerim kaçamak bir şekilde hizmetli kıza döndüğünde gözlerimi kırpıştırdım. Bu şaka mıydı.? Az önceki önüme fincanı koyan siyah saçlı kızın yüzü değişmişti. Kahverengi saçlı hafif çilli kız kafası eğik bir şekilde yere bakıyordu. Gözlerimi az önce yaşanan olayın gerçek olduğuna inanamıyor gibi kırpıştırdım. Az önce benimle konuşup çay ikram eden hizmetli kız şu an da farkı biri gibi görünüyordu. Öyleyse az önce bana çay koyan kız kimdi.? "İlia tatlım iyi misin.?"Düşes endişeyle bana seslendi, ellerim istemeden eteğimin kumaşını sıkmaya başladım. Sakinleşmek için derin bir nefes alıp sofradan kalktım. Benim hızlı kalkışım herkesin bana dönmesine neden oldu. "İlia." Dük adımı seslenerek çatık kaşlarıyla bana baktı. Ne olduğuna anlam vermeye çalışıyor gibiydiler. Neden böyle şeyler hep benim başıma geliyor gerçekten merak ediyorum neden yani.? Gerçek İlia da böyle şeyler yaşıyor muydu acaba.? "Bir şey yok doydum ve akademiye erkenden gitmek istiyorum." Söylediklerime ikna olmamış bir şekilde bana bakan insanları görmezden gelip sandalyeye astığım çantamı alarak omzuma astım. "Size afiyet olsun." Yavaşça arkamı dönüp malikanenin çıkışına doğru ilerlerken Elien'le göz göze geldik. Benim yüzümdeki bakıştan bir şey olduğunu anlamış gibi hızla peşime takıldı.İkimizde dışarıya çıktığımızda etraftaki hizmetliler bize kaçamak bakışlar atıyordu. Elien ağzını açamadan omzunu tutarak kendime yaklaştırdım. Yüzlerimiz birbirine yaklaşınca Elien'nin siyah gözleri kocaman açıldı. "Elien senden bir şey istesem yapar mısın.?"Gözleri şaşkınlıkla açılmış bana bakan Elien zorla yutkunarak "Tabiki Leydim ne isterseniz." "Bana çayı koyan kız, o kız da bir şeyler var. Gördüğüm görüyle alakalı senden istediğim şey kızın odasına girip bir göz at bir şeyler bulabilir misin bir bak." Gözleri söylediğim şeyi idrak ettiğinde ondan beklemediğim bir şekilde bir anda dikleşerek ciddi bir şekilde bana baktı. "Merak etmeyin efendim yakalanmadan bir göz atacağım kızın hakkında ne kadar şey öğrenebileceğime bakacağım."Bir an dumura uğradım, gözlerim Elien'nin yüzünde gezindi. Elien onu tanıdığımdan beri çok narin bir kızdı, söylediğimi bu kadar hızlı kabullenip komutanından emir almış bir asker gibi ciddiye almasını beklemiyordum oldukça şaşırmıştım. "Öyleyse senden birini daha araştırmanı isteyeceğim sarışın bir hizmetli adı Freya." Elien bu sefer yüzündeki değişen ifadeyi saklayamadı, neden Freya'yı araştırmasını istediğimi anlamaya çalışır gibi tereddütle bana baktı. Bakalım bana nasıl bir sonuç getireceksin Elien.? "Anladıysan dikkatli ol akademiden geldikten sonra odamda konuşalım." Elien Freya'nın adını andığımdan beri gergin duruyordu. Bir şey söyleyecek gibi olduğunda kapıdan çıkan Denzel ve Marcus'la Elien söylemekten vaz geçerek sessiz kaldı. Elien gözlerini yerden çekerek benim gözlerime dikti, bana bir şey anlatmaya çalışır gibi baktığında hiç bir şey anlamamış gibi gözlerimi ondan çektim. Malikanenin önüne gelen lüks siyah arabanın içinden çıkan hizmetli anahtarı Denzel'e uzattı. Denzel omzunun üzerinden bana doğru döndü. Rüzgar beyaz saçlarını omuzlarından aşağıya dalgalandırıyordu. Gözlerim dalgalanan beyaz tutamlarda gezindi. Bakma Ayliz Meva, unutma İlia beyazdan nefret eder özellikle de muhafızının saçından. Ay dayanamıyorum insanın gözüne çok hoş gözüküyor. "Leydi İlia." Gözlerimi bana seslenen Marcus'a çevirdim elinde tuttuğu zarfı hafifçe havaya kaldırdı. Elien'i arkamda bırakarak onlara doğru ilerledim. Yanlarına geldiğimde gözlerim Marcus'un kan kızılı saçlarında gezindi. Lenora'nın saçından bile daha koyu bir saçı vardı. Çok fazla göze çarpıyordu. Zarfı bana doğru uzatarak, "Dük bunu Akademi Müdürü Bayan Reyna'ya vermenizi istiyor." Bana uzattığı zarfı alarak üzerindeki Costantinova Düklüğünün resmî mührünü gördüm. Bu durumda zarfı açıp içindekini okuyamazdım. Bu dükün resmî olarak akademiye gönderdiği özel bir zarftı. Bayan Reyna Patrov dışında biri zarfı açamazdı. Zarfı çantamın küçük gözüne koyarak ona doğru döndüm, ela gözleri kısık bir şekilde yüzümde gezindi. Bana hafifçe gülümsedi.Onun gülümsemesi karşısında bende gözlerimi kısarak ona baktım. Önüme doğru dönerek arabaya doğru ilerlediğimde arkamdan Elien'nin seslenişini duydum. Arkamı dönerken ayağımın altındaki taş kaydı. Neye uğradığımı şaşırdım, bir an da geriye savrulduğumda Marcus'un beni tutmak için koluma uzandığını görünce refleksle Denzel'in koluna yapıştım. Benim ona tutunduğumu fark eden Denzel yere yapışmadan hızla kolunu belime doladı. Yere kıç üstü yapışmayayım diye can havliyle koluna yapıştığım Denzel'le burun burunaydık. Nefesi yüzüme çarptığında elektrik çarpmış gibi hızla birbirimizden uzaklaştık. Göğüsüm hızla inip kalkarken zorla yutkundum. Bedenime bir sıcak basmıştı. Korktum, evet ondan kalbim bu kadar hızlı atıyor. Kesinlikle ondan. "Leydi İlia iyi misiniz.?" Endişeyle yanımıza gelen Elien hafif titreyen elleriyle yüzüme baktı. Onun gözlerini görünce bedenim kas katı kesildi. Bilerek yaptı. Gözlerim hızla Marcus'a döndü kısık gözleri Elien'nin üzerinde geziniyordu. Ona kızmış gibi baktığında Elien'nin kolunu tuttum. Titreşen göz bebekleri bende gezindiğinde, "Ben akademiden gelene kadar izinlisin iyice dinlen, geldiğimde görüşürüz.." Elien gözlerimin içine baktı, ne yaptıklarını anladığımı anlamıştı. Zorla yutkundu bir şeyler söylemek için ağzını açtığında onu dinlemeden arabanın arka kapısını açarak içeriye girdim. Denzel'in Marcus'a ters bir şekilde uzun süre baktığını hissettim, sanki konuşmadan anlaşıyorlarmış gibi birbirleriyle bakıştılar. Denzel kafasını çevirip bakışmayı ilk kesen oldu. Seri adımlarla şoför koştuğuna oturup arabayı çalıştırdığında malikane yolunda ilerlemeye başladık. Kafamı cama yaslayarak gözlerimi yumdum. Marcus bilerek yapmıştı, en başından beri zihnime girmeye çalışıyordu çünkü hala gölgenin İlia'nın bedenine girdiğinden ya da İlia'ya bir şeyler yaptığından şüpheleniyordu. Taşa takılmam Marcus'un yaptığı büyü yüzündendi. En kötüsü ise Elien'nin bunu biliyor olmasıydı. Neye kızmalıydım bilmiyorum.? En başından Marcus'un benden izin almadan temas yoluyla bir kere daha zihnime girmeye çalışmasına mı yoksa bildiği halde önceden bana söylemeyip son anda kararını değiştirip bana seslenen Elien'e mi.? Elien sen kimin tarafındasın.? En önemlisi ne kadarını biliyorsun ve sen gerçekte kimsin.? Marcus'un tarafında mısın yoksa benim tarafımda mı.? Bu gün kimsenin göründüğü gibi olmadığını bir kere daha anlamıştım. Burası bir kitap dünyası ve her bir karakter sandığımdan daha fazlası. Yakalanmak istemiyorsam asla tam anlamıyla kimseye güvenemem. *** Zihnimin içinde bir şarkı çalıyordu çocukluğumdan kalma anılar şarkının nakarat kısmındaki melodi gibi belirip kayboluyor geride hoş bir his bırakıyordu. Kafamı geriye yaslayarak düşündüm. Biz ölmüş müydük gerçekten.? Bir insanın bir romanın içine girmesi imkansız değil miydi.? Öyleyse bu yaşadığımız nasıl mümkün olabiliyordu.? İlianna Costantinova bu romanın kötü kadın karakterlerinden biriydi tek sorun onun geçici bir karakter olmasıydı. Kitabın sonunda İlia ölüyordu bu durumda asıl kötü karakter İlia değildi. İlia,Diane'nin karakter gelişiminde katkı da bulunan bazı karakterlerden sadece biriydi. Her romanda olduğu gibi kadın ana karaktere kötülük edip onun güçlenmesinde yardım eden sonunda kadın ana karakter tarafından yenilmeye mahkum olan basit kötü karakterden biriydi. Yine de kafamı kurcalayan bir şeyler vardı. Basit bir kötü karakterin neden bu kadar soylu bir geçmişi olurdu ki. İlia'nın sahip olduğu yetenekler basit harcanabilir bir karakterden daha fazlasıydı.? Aile bakımından da İlia oldukça yüksek bir konumdaydı. Nasıl oluyor da bu kadar kolay öldürülüyordu ki.? Peki İlia öldürüldüğü gün ortadan kaybolan İlia'nın çocukluk arkadaşı Lenora'ya ne diyecektik. Hepsi çok şüpheliydi ve bizim için en önemli olan birinci kitabın sonuydu. Kafamın içinde kitabın sonunu ya da İlia'nın öldüğü günü canlandırmayı çalışıyordum ama işe yaramıyordu ben İlia'nın öldürüldüğü günle ilgi bazı şeyleri unutuyordum. Bunun sebebi neydi biz neden bu kitabın içindeydik.? Bizim burada olmamızda ki asıl amaç neydi, bizden ne istiyorlardı.? Neyi değiştirmemizi istiyorlardı.? Aklıma gelen şeyle bir anda irkildim. Benim irkilmemle Denzel bana doğru dönmeden seslendi. "Bir sorun mu var Leydi İlia .?" Denzel'in sorusuyla gözlerim arabanın içinde gezindi camdan dışarıya döndüğümde gördüğüm onlarca insan ve binalarla şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. Her biri birbirinden farklı insanlar ve binalar. O kadar garipti ki, bir filmin içinde girmiş gibi hissediyordum. Eski tarz evler dükkanlar ve yollar. Sanki eski çağ ve yeni çağ iç içe girmiş gibiydi. Her şeyden bir parça taşıyordu bu evren. Araba pazar benzeri bir yerden geçti, gözlerim çiçek satan tezgahlarda gezindi. Daha önce hiç görmediğim onlarca farklı tür çiçek vardı. Benim dünyamda böyle çiçekler görmek imkansızdı. İmkansızlığın imkanlaştığı bir düşler ülkesindeydik. Etrafta koşuşup gülen çocuklar birbirine gülümseyerek bakan insanlar onlarca farklı şey satan tezgah ve onlarca ilginç hayvan. Gözlerim kadının birisini tasmasının takılı olduğu garip yaratıkta gezdirdim. Böyle evcil hayvan mı olur ya.? Suratı şişman ve etleri aşağı sarkıyor. Küçük bacaklarıyla köpek ve tavşan karışımı bir şeydi. Gözlerim elinde tuttuğu keman tarzı bir aletle müzik çalan adama döndü. Elinde tuttuğu alet kemana benziyordu ama daha önce bu tarz bir keman görmemiştim. Hoş bir melodi tüm pazar alnına yayılıyor önünden geçip giden insanlar adamın hemen önündeki büyük şapkanın içine para atıyordu. Adam göz ucuyla önündeki şapkaya bakıyor sonra hafifçe gülerek keman çalmaya devam ediyordu, sanki insanların ona verdiği parayla dalga geçiyordu. Gözlerimi ondan çekerek yanından geçtiğimiz tatlıcıya baktım, insanlar gülümseyerek büyük bir mutlulukla pasta yiyordu. Mavi saçlı bir garsonun önündeki kendi yaşlarında bir leydiye çayını verdiğini gördüm. Leydi elinde tutuğu kâğıt benzeri şeyi garsonun ceketinin cebine attı. Dudaklarımın kıvrılmaması için zor tutuyordum. Bu evrende telefon yoktu bu yüzden numara yerine buluşabilecekler yerin adresini yazıp vermiş olmalıydı. Haberleşmek için büyülü taş kullanıyorlardı büyü bir çok şeye ihtiyaç duyulmamasını sağlıyordu. Teknoloji yerine büyü vardı. Bir yerden bir yere gitmek için ya at arabası ya da bir tık büyük otobüs benzeri arabalar kullanılıyordu veya büyü ile gidecekleri yere ışınlanıyor gerektiğinde de geçit açıyorlardı. Büyük tünel benzeri içi karanlık yola doğru ilerledik tünelin girişinde üzerinde zırh olan iri muhafızlar vardı. Zırhlarının üzerindeki armadan Costantinova Düklüğünün muhafızları olduğu anlaşılıyordu. Burası Costantinova Düklüğünün geçiş kapılarından biriydi, bu geçitten geçtikten sonra içerideki büyü mekanizması sayesinde hangi bölgeye gitmek istiyorsak o bölgeye açılan yol üzerinde devam edecektik. Burası Costantinova bölgesinin çıkışı olan Hodgars bölgesiydi. En lüks bölgelerden biriydi, çok fazla turist ve gezgin burada konaklamaya geliyordu. Gezilecek çok güzel yerleri ve tapınakları vardı. Kendime söz verdim içinde bulunduğum Dükkanlığı güzelce gezip her yerini keşfedecektim. Araba hızla tünelin içine girdi, tünelin içinde ilerlemeye devam ediyorduk ama hiç bir şey görünmüyordu. Parlak küçük ateş böceklerine benzer ışık kümeleri arabanın etrafında gezinerek tünelin içine yayıldı. Biz ilerledikçe ışık kümeleri de ilerledi. Araba tünelden çıktığında gördüğüm manzaraya hayranlıkla baka kaldım. Kocaman bir saat, kuleye benzer bir yapının tam üzerindeydi. Gözüme ilk çarpan şey roman rakamlarıyla yazılan sayılardı. Saat tam sekizi gösteriyordu. Kocaman saat camdandı altın sarısı işlemeleri olan saatin içinde sanki bulutlardan bazı parçalar vardı. Gökyüzü lacivert bulutlar ve binlerce parlak yıldıza ev sahipliği yapıyordu. Gözlerimi zar zor yıldızlardan ayırarak etrafıma baktım. Koca bir taş köprünün üzerinden geçiyorduk etrafımızda benimle aynı üniformaları giymiş insanlar konuşarak ilerliyorlardı. Hemen yanımızdan geçen at arabasına döndüm. Soylu birinin arabası olduğu çok belliydi. Muhafızıyla gelmek istemeyenler bir at arabasına binip tek başına da gelebiliyorlardı. At arabası burda taksı görevi görüyordu bir nevi. Gözlerimi biraz daha köprü de gezdirdim. Lacivert mermerlerden oluşan altın işlemeli sembollerle çeviriliydi. Daha önce gördüğüm hiç bir şeye benzemiyordu. Hayatımda gördüğüm en mükemmel manzaralardan biri olabilirdi. Yerimde hafifçe diklenerek etrafa daha dikkatli bir şekilde inceledim. Köprüde biraz daha ilerledikten sonra sağ ve sol olmaz üzere iyi tarafa ayrılan yoldan sağ tarafa saparak hemen ilerimizdeki at arabasını takip etmeye başladık. Biraz ilerimizde tekrardan başka bir tünel vardı. Araba tünele girerek parlak ışık kümeleri eşliğinde ilerledi tünelden ilk çıkan at arabası oldu ardından da biz çıktık. Az önceki yıldızlı gün batımı manzarasının yerine bu sefer bembeyaz bulutlar gökyüzüne eşlik ediyordu. Güneşin sarı ışıkları etraftaki çiçeklere vurarak çiçekleri olduğundan daha fazla göz kamaştırıcı gösteriyordu. Gözlerini kocaman saraya benzer büyük yapıda gezdirdim. Bahçesi dev gibiydi gördüğüm en büyük ve en süslü okuldu. Sanki akademi değil de kocaman bir sarayın bahçesinde duruyorduk. Etrafta onlarca park edilmiş arabaların yanından geçerek ilerideki boş yere doğru ilerledik. Arabayı park edeceğimiz yerde ki zeminde Costantinova Düklüğünün arması işlenmişti. Bu park yerine sadece Costantinova Düklüğünden olanlar park edebilirdi. Her hanenin kendine özgü arması park yerlerindeki zemine işlemişti. Araba yavaşça park yerine yerleşti. Sakin gözükmek için ne kadar kendimi sıkarsam sıkayım istemeden gerilen bedenimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım. Evet sanırım başlıyorduk yani ne kadar kötü olabilirdi ki.? Bu akademi bir insanı acımasız birine dönüştürecek kadar ne yaşatmış olabilirdi,sanırım birazdan öğrenecektim. |
0% |