Yeni Üyelik
16.
Bölüm

^1.15.BÖLÜM^: 'Görünenin arkasındaki görünmeyenler'

@cornelianews

 

 

 

~Veritatem dies aperit~

 

 

 

15.Bölüm

 

 

 

..📖..

 

Sıcak havaya rağmen rüzgarın ılık olmasının tadını çıkarıyordum. Gözlerim akademiye geldiğimden beri en ilginç bulduğum şey olan göle doğru döndü.Gölün içindeki su o kadar berraktı ki, gerçek olduğundan emin olmak ister gibi iki kez tekrar tekrar kontrol etmiştim.

Havanın sıcaklığı gölden gelen soğuk havayla beraber gölün etrafındaki belli bir mesafeye kadar etraftaki havayı soğutuyor böylelikle ılık rüzgarın tenimde soğuk esintiyle birlikte dans etmesini sağlıyordu.

Aşırı iyi bir şeydi, havayı soğutan göl mü olurdu.?

Demek ki oluyordu çünkü şuan ona bakıyordum. Kafamı yana yatırarak gölün içindeki çeşitli renklerdeki balıklara baktım, su soğuk değil gibiydi.

Eğer çok soğuk olsaydı balıklar donmaz mıydı.?

Ya da acaba göl sıcak da sadece dışarıya soğuk hava vermesini sağlayan bir çeşit büyüye mi sahipti.

Sırtımı arkamdaki ağaçtan ayırarak gözlerimi tepemden dökülen mor renkli çiçeklere çevirdim. Ağacı kapayan onlarca morun farklı tonlarına sahip çiçekleri uzaktan gördüğümde delirmiştim. Denzel'i bile arkamda bırakarak ağacın altına oturmuş kaç saattir burada oturduğum hakkında da hiç bir fikre sahip değildim.

En başta Denzel başımda dikilip durmuş sonra ise yerimden kalkmadığımı hatta uyuklamaya başladığımı fark ettiğinde ise gitmişti. Bir ara kendime gelip uyandığımda bacaklarının üzerinde Denzel'in pelerinini görmüş pelerini kaldırınca da rüzgarın eteğimi yukarı doğru katladığını fark etmiştim.

Canım Denzel ben uyurken bile götümü kolluyordu.

Bu herife gittikçe daha fazla hayran oluyorum.

Kafamı ağaca tekrar yaslayarak ılık rüzgarın etrafta uçuşturduğu çiçeklere baktım. İlginç bir şekilde çiçekler yere düştüklerine kar tanesi gibi eriyerek yok oluyorlardı. İlia'nın anılarına göre bu ağacın bir efsanesi vardı.

Çok eski bir efsaneye göre bir peri ölen küçük kızının bedenini bu ağacın köküne gömmüş. Derler ki küçük perinin bedeni bu ağacın içinde yaşıyormuş.

Ağacın kökleri göle kadar gidiyor olmalıydı ki ilginç bir şekilde ağacın gövdesi soğuktu. Bir çeşit serinletici alet gibi düşünün çünkü sırtım ağaç sağ olsun kavurucu güneşten korunuyordu.

Morun her tonuna bayılan küçük periye göre bu tonlar bazı insanların ruhlarını ifade ediyormuş. Bu yüzden bu ağacın yanına gelip oturan insanların kafalarından aşağıya ruhunun tonunu yansıtan renge sahip çiçekler dökülüyormuş.

En başta neredeyse kalp krizi geçirmeme neden olacak bu olaya fazlasıyla endişelenmiş sonra ise İlia'nın ruhuyla anı tonda dökülen koyu tonu görünce rahatlamıştım.

İşin daha gerici tarafı ise yapraklar yere değmeden farklı bir renge dönüşüyor öylece yok oluyor olmasıydı ve tanrıya binlerce kez şükürler olsun ki Denzel gittiği için minnettardım.

Kafamı çevirerek etrafa kısa bir bakış attım. Etrafım tamamen boştu sanırım ilk iki derse girmemiştim. Biraz sıkıntı yapsam bile İlia'nın zaten dersleri takmıyor oluşu beni biraz da olsa rahatlatıyordu. Bedenimi yüz üstü yere uzatarak gölün içine baktım.

Denzel'in pelerinini üzerime örttüğüm için götüm açılmıyordu ve bu kesinlikle içimi rahatlatıyordu.

Elimi uzatarak gölün içine soktuğumda balıklardan mavi renkli olanların bana doğru yaklaştığını fark etmiştim. İlia bu ağaca zerre kadar ilgi duymadığı için ağaç ve göl hakkında genel bilgilere sahipti onun dışında hiç bir şey bilmiyordu.

Sadece kitabın içinde Diane'nin bir kere ağaçla ilgili bir şeyler duyduğu ve araştırmak için kütüphaneye gittiği kısım vardı. Kütüphaneye gitse bile araştırmaya fırsatı olmamıştı çünkü başka erkekler tarafından sıkıştırılarak rahatsız edilmişti.

Kafamı yavaşça çimenlere vurdum.

Of ya Diane'yle arkadaş olsam ne olurdu.?

Kitap tamamen değişmez miydi.?

Hikayedeki yerimi kötü kadın yapmak yerine ana kadın karakterin arkadaşı yapsam o zaman kitabın geleceği iyi bir yönde şekillenir miydi bir umut.?

Aslında iyi fikir gibi görünüyordu. Hector ve Diane'nin karşılaşmasını engellerim ve Diane'nin arkadaşı olursam kitabın yönü tamamen değişebilirdi.

Olasılıklar vardı ama nasıl şekilleneceğini tahmin edemiyordum. Bu istemeden korkmama neden oluyordu. Hiç bir şeyi değiştirmesem sadece kendi öleceğim zamanı değiştirmeye çalışsam tek başıma yapabilir miydim ki.?

En kötü şey şuydu, İlia'yı kim öldürmüştü.?

Kahrolası birinci kitabın sonunda bunu öğrenememiştik ki. Üstelik Lenora kaybolmuştu. Peki onu kim kaçırmış olabilirdi.?

Kafamı yere vurarak derin bir nefes aldım.

Tamam hadi Nilvera'yı bulalım ve sakinleşelim.

Yavaşça yerden kalkarak pelerini koluma astım çantamı da diğer omzuma asarak yavaşça yürümeye başladım. Gözlerim ormanlık yolu geçerek geldiğim yerden gerisin geri gittiğimde bahçede daha az kişinin oturduğunu fark ettim.

Şimdi bahçe daha sakin görünüyordu yani en azından iki saat öncesi kadar dolu değildi. Bazı öğrencilerin muhafızlarıyla sınır çizgisinin dışında oturduğunu görünce rahatladım.

Gözler kaçamak bir şekilde bana bakıyor bu sefer üzerime dikemedikleri gözlerini kaçırıyorlardı. Sanırım bana bakmaktan çekiniyorlardı.

Allah razı olsun ya, bunun için birilerini tokatlamam mı gerekiyordu.?

Gözlerimi etrafta gezdirerek kızıl kafalı birini görmeye çalıştım. Etrafa bakarken gözlerim bembeyaz saçlara takıldı. Denzel başka muhafızlarla bir masada oturuyordu.

Onu robot gibi davranmadan görmek garip hissettirmişti. Hep sakin ve sessizdi robot gibiydi şimdi ise masada normal biri gibi oturmuş konuşan diğer muhafızları dinliyordu.

Gözlerim masadaki muhafızlarda gezinirken aralarında muhafız olmayan birini fark ettim. Üzerinde benim gibi akademi üniforması vardı. Hiç bir şey umrunda değil gibi kafasını geriye doğru yaslamış bulutları izliyordu.

Yanında omzunu yasladığı kişi de muhafızı olmalıydı. İçlerinde bir öğrenci olması rahatlatıcıydı çünkü Denzel'in yanına gitmeyi düşünüyordum ama biraz garip olur diye çekinmiştim.

En azından yanlarında bir öğrenci vardı.

Onlara doğru adımladığımda bana doğru oturan muhafızlardan biri beni fark etti. Gözlerini kısarak onlara doğru geldiğimden emin olmaya çalışır gibi baktı. Sonra gözlerini arkama doğru çevirdiğinde öne doğru eğilerek bir şey dedi.

Bu da masadaki herkesin bakışlarının bana doğru dönmesine neden oldu.

Senin ben gelmişini..

Gerilen omuzlarımı gevşetmeye çalıştım ama hiç bir işe yaramadı. Denzel sanki kala kalmış gibi bana bakıyordu ve masadaki diğer muhafızlarda en az onun kadar şaşkınca bana bakıyordu.

Ne bakıyorsunuz kardeşim açıkta bir şey mi var.?

Gözlerim kafasını gökyüzünden çekerek çok ilginç bir varlık görmüş gibi bana bakan çocuğa diktim. Göz göze geldiğimizde gözlerini kısarak bana baktı.

Bu çocuk kimdi acaba.?

Hiç tanıdık gelmiyordu.

Denzel ayağa kalkacak gibi hareketlendiğinde o kadar hızlı bir şekilde geriye doğru çekildim ki kolumdaki Denzel'in pelerini yere düştü. Bir anda arkaya doğru çevrildiğimde az daha yere yapışıyordum. Saçlarım savrularak yüzüme serçe çarptı.

Gözlerim nefes nefese bana bakan iki çift yeşil gözde gezindi. Kızıl saçları koştuğu için olsa gerek karma karışıktı. Hemen arkasındaki Ahzee'de nefes nefeseydi.

Sanırım koşarak gelmişlerdi iyide neden, bir şey mi olmuştu.?

Elimi sıkıca tutarak bir adım geriye gittiğinde pelerini almak için elini uzatmıştım ama beni çekince pelerini alamadım. Denzel'le garip bir bakışma yaşadık.

Yani onun gözlerini görmedim ama bana göre oldukça garip bir bakışmaydı.

Lenora beni çekerken Ahzee'ye dönerek net bir sesle, "Ahzee Denzel'le burada kal." Sesinin tonu sayesinde olsa gerek Ahzee olduğu yerde durarak beni çekiştiren Lenora'yı izledi.

Herkesin garip bakışları eşliğinde Lenora tarafından sürüklenerek uzak bir yere doğru ilerledik.

Sanırım bu akademinin bu kadar büyük olması bir yandan gizli şeyler konuşma açısından iyiydi bir yandan ise yorcuydu. Kaç saattir beni çekiştirerek ilerlediğimizi bilmeden Lenora'ya baktım.

"Daha ne kadar yürüyeceğiz şimdi şuraya bayılacağım." Dediğimde bir anda olduğu yerde durdu.

Az daha ona çarpacakken son anda bende durduğumda bana doğru döndü. Gözleri etrafta gezinerek yüzündeki o maskeyi çıkardı. Onun yüzündeki maskenin çıkması benimkinin cam parçaları gibi dağılmasına neden oldu. Titreyen dudaklarımla ona baktığımda beni çekerek kollarının arasına aldı.

İkimizinde ilk dediği şey, "Böyle kaderin ızdırabını-." Devamını getiremeden kahkahalara boğulduk. Kafamı onun omzuna gömerek sıkıca sarıldım.

Ne kadar süre birbirimize sarıldık bilmiyordum ama şimdi gerçekten iyiydim.

Kafamı kaldırarak onun gözlerine baktım. Beni gördüğü için yüzündeki rahatlama ve endişe benim yüzümde olan şeylerdi.

Eliyle hemen ilerimizde ağacın altında duran boş bankı gösterdi.

Gülümseyerek oraya doğru ilerledik. Banka oturduğumuzda o da en az benim kadar nereden başlayacağını bilmemiyor gibiydi.

Birbirimizin yüzüne bakarak birbirimizi inceledik. " 'Keşke kitabın içine girsek' duasının kabul olacağını bilseydim romantik komedi olması için dua ederdim." Kendimi tutamayarak güldüm. Omzumu ona yaslayarak, "Al benden de o kadar." Diye mırıldandım.

"Tüm akademi senin Marki Albert'in oğlunu tokatladığını konuşuyor."

"İki kere."

Gözleri anlamaz bir şekilde bana baktığında elimi sallayarak, "iki kere tokatladım yanlışlık olmasın." Dediğimde gülmeye başladı.

Helal aslanım der gibi omzuma vurdu. Ona doğru dönerek yüzüne baktım. "Bu arada yardıma ihtiyacım var, görünüşe göre bu bedenlere girmemiz kitabın akışını değiştirmiyor bu şekilde devam edersek sonunda öleceğim." Elini uzun kızıl saçlarına götürerek dağıttı. Biliyorum der gibi elini sallayarak gözlerini kısttı. Çantamı işaret ettiğinde omzumdaki çantaya baktım.

"Defterin var mı.?"

"Elien çantama koydu diye hatırlıyorum neden.?"

"Çünkü yapacağımız ilk şey hatırladığımız her şeyi en ince detayına kadar not almak olmalı, sende fark ettiysen gittikçe ilerideki yaşanacak şeyleri unutuyoruz. Bu bedenlerin içinde ne kadar sona doğru yaklaşırsak o kadar kitabın sonunu unutacağız bir an önce not almamız gerek."

Onu onaylayarak çantamdan defteri çıkardım. Böylelikle ikimizde yere oturmuş defteri bankın üstüne koymuştuk.

Birbirimizin yüzüne bakarak derin bir nefes aldık.

"İlk önce anlatmam gereken şeyler var aslında dün akademiye gelecektim ama başıma çok ilginç şeyler geldi." Diye başladığımda hiçte şaşırmış gibi durmuyordu. Ona neden sanki en başından beri biliyormuşsun gibi baktığımda sıkıntılı bir nefes aldı.

"Sen anlatmadan önce benim sana anlatmam gereken şeyler var, görünüşe bakılırsa Lenora'nın Costantinova düklüğünde senin her adımını izleyen bir casusu var." Gözlerim şaşkınlıkla açılırken "Ne"diye bağırdım. O kadar yüksek sesle bağırmıştım ki endişeyle etrafa baktım.

Lan ne casusu.?

"Biliyorum bende ilk öğrendiğimde şok oldum rol yapmak o kadar zordu ki. Neden bilmiyorum ama Lenora İlia'nın her hareketini izliyor büyük bir araştırma yaptım ve inan bana öğrendiklerim beni bile şoka soktu."

Merakla ona baktım, devam et der gibi baktığımda kendini hazırlayarak anlatmaya devam etti.

"Lenora ve İlia'nın çocukluk arkadaşı olduğunu kitaptan zaten biliyorduk, ama bu kadar yakın olmalarını hiç beklemiştim. Lenora'nın günlüğünü buldum çocukluklarıyla ilgili çok fazla şey yazıyordu. En ilginç yeri şuydu Lenora ve İlia sekiz yaşındayken kaybolmuşlar."

"Nasıl yani oyun oynarken mi.?"

"Hayır Meva, Lenora onları bir şeyin kaçırdığını ve o şeyin insan olmadığını yazmış."

"Hass- ciddisin.?."

"Kesinlikle ciddiyim tam on iki gün boyunca bulunamamışlar işin daha ilginç kısmı muhafızları bile bulamamış onları. On iki günün sonunda ikiside ormanın içinde bulunmuşlar İlia baygınmış ve Lenora durmadan bir şeyler sayıklıyormuş."

Gözlerim merakla açılmış olayın nasıl gerçekleştiğini sorgular bakışlar atıyordum. İki çocuk kayboluyordu ve onları muhafızları bile bulamıyordu.

Çocuklar beş yaşında muhafız çağırır reşit olana kadar muhafızıyla arasındaki bağı kısıtlayamazlardı. Bunun anlamı ne yaparsa ya da nereye giderse gitsin muhafız efendisini hissederdi.

O zamanlar sadece bir çocuk olan İlia Denzel'le olan bağını kısıtlamamıştı. Öyleyse nasıl oluyordu da Denzel İlia'yı bulamıyordu. Bu konuyla ilgili zihnimde hiç bir anı yoktu. Sanki hiç gerçekleşmemiş gibiydi.

"İlia'nın kaybolmalarıyla ilgili hiç bir anısı yok Lenora'nın var mı.?" Dediğimde kafasını yavaşça banka yaslayarak bana baktı. "Hayır Lenora'nın da o zaman yaşananlarla ilgili anısı yok ama günlüğüne yazmış. Hiç bir şey hatırlamıyorsa nasıl günlüğüne bu kadar şey yazabildiği anlamıyorum. Bu arada Lenora ve İlia'nın aynı renk ve desene sahip günlükleri varmış sen İlia'nın günlüğüne denk geldin mi.?"

Gözlerimi kısarak geçen akşam dolabın arkasında bulduğum günlüğü düşündüm.

Günlük o muydu acaba ama çocukluğuyla ilgili hiç bir şey yazmıyordu. Sadece duygularıyla ilgili şeyler yazıyordu ve beş altı sayfası dolu diğer sayfaları boştu.

"Geçen akşam dolabın arkasında görmüştüm siyah derili, düz eski bir defter içinde İlia'nın duygularıyla ilgili yazdığı bazı yazılar vardı onun dışında başka bir şey yazmıyor o olabilir mi.?"

Banktan kalkıp yerinde diklenirken kafasını onaylamaz bir şekilde salladı. "Defterin üzerinde roma rakamlarıyla bir saat, bir de kum saati olmalı iç içe duruyorlar." Dediğinde elimle anlını ovalayarak o tarz desene sahip bir deftere denk gelip gelmediğimi düşündüm.

"Hiç o tarz bir deftere denk gelmedim ama İlia'nın odasında bir yerdedir. Benim asıl anlamdıramadığım şey Lenora'nın neden İlia'nın her haraketini izlemesi için bir casus yerleştirdiği. O zaman İlia'nın bir şey yapmasından mı şüpheleniyordu.?"

"İnan bana hiç bir fikrim yok gecenin bir yarısında odama giren kadına attığım topukludan sonrası bende bulanık. Kadının kim olduğu hakkında hiç bir fikrim yok ama bir bilgi loncasına bağlıymış. Yani Lenora parayla birini tutmuş tuttuğu kişi de Costantinova malikanesinden senin her haraketin hakkında bilgi veriyor. Kadın onunla üç hafta arayla iletişime geçtiğimi söyledi.

Tapınaktaki kazadan sonra iletişime geçmediğim için beni görmeye gelmiş. Yemin ederim kadını topukluyla bayılttım sonra yarım saat Anna'yla ayıltmaya çalıştık. Ahzee'ye yakalanmayayım diye kaç takla attığımı bende bilmiyorum."

Gözümün önünde elinde topukluyla bir kadını bayıltan Lenora canlandığında kendimi tutamayarak kahkaha attım. Yüzündeki ifade akşamın dehşetini yansıtıyordu resmen. Ne kadar şaşırdığını ve korktuğu yüzünden net bir şekilde göre görebiliyordum.

"Gülme cidden şok oldum kitapta okuduklarımızda alakası bile olmayan şeyleri yaşıyoruz çok endişelendim. Diane'nin ağızından okuduğumuz kitapla kitabın görünmeyen arka planında kalan karakterlerin ve olayların işleyişi çok farklı. Bu gidişle ilk ölen ben olacağım herhalde."

Elimle omzunu ovalayarak sakinleşmesi için biraz zaman tanıdım. Ona ormanda yaşanan şeyleri anlatsam daha iyi olurdu.

En azından ne kadar çok şey bilirsek yaşanan olaylara karşı o kadar hazırlıklı olurduk.

"İnan bana hayatım bu kitapta biri ölecekse o kişi kesinlikle benim. Dün sabah kahvaltısından önce dışarıya biraz vakit geçireyim diye çıktım. Tapınakta Diane'nin peşinde onu öldürmeye çalışan gölge suikastçısını gördüm. Elinde bir hançerle beni kovaladı kaç saat ormanın içinde kovalamaca oynayıp dönüp durduk. En kötüsü ise bunun görü mü yoksa hayal mi olduğunu bilmiyor olmam."

Gözleri şaşkınlıkla açılmış bir şekilde bana bakan Lenora'yı görünce ona bu bedene girdiğimden beri yaşadıklarımın hepsini dökmeye karar verdim.

En son akşam yemeğinden onlar gittikten sonra yaşanan şeyleri anlatmaya başladım. Hizmetli Dara ve Elien'le yaşanan olaydan tut Marcus'la olan atışmalarımıza kadar bir çok şeyi anlattım. Ben anlattıkça daha da dehşete düşen Nilvera'nın yüzü şekilden şekle giriyordu.

Marcus'un benden şüphelendiğini ısrarla zihnime girmeye çalıştığını bu yüzden de diğerlerini de uyardığını herkesin bu yüzden temkinli davrandığını anlattım.

Marcus'un şüphesi yüzünden diğerleri de bana karşı temkinliydi bu yüzden de her seferinde beni deneyip duruyorlardı.

Düşes bana karşı bu aralar biraz daha rahatlamış görünüyordu, testleri iyi bir şekilde atlattığım için olsa gerekti. Malikanede benim değiştiğimi düşünmeye başlayan iki kişi vardı.

Biri Düşes diğeri ise Elien'di.

Başta Kalios'un söylediklerinden sonra benim değiştiğimi düşündüğünü sanmıştım ama hayır Kalios kesinlikle benden şüpheleniyordu. Ve bu sarışın hizmetli Freya kimdi çok merak ediyordum.

Kalios gözüme sakin umursamaz görünmüştü ama şimdi kesinlikle dikkat etmem gereken kişinin o olduğunu düşünüyordum. Eski nesil bir muhafız, kim bilir kaç yüzyıldır hayatta olan birinin bu kadar kolay kanması çok şüpheliydi.

Kalios beni deniyordu ve büyük ihtimalle onları her seferinde dinlediğimden haberi vardı. Belkide bilerek onları dinlememe izin veriyordu.

Bir şeylerin farklı olduğunu anlamıştı ama bekliyordu. Benim Düşes'e herhangi bir zarar vermemi bekliyordu bunu yaptığım anda beni öldürmekten çekinmeyeceğini çok iyi biliyordum.

Kalios sen gerçekten kimsin.?

Bir çok şeyin farkındasın ama değilmiş gibi davranıyorsun.

Neyi bekliyorsun.?

Ben Düşese iyi davrandığım için her hangi bir hamle yapmak yerine beni izliyordu. Çünkü Düşes çok uzun zamandır İlia'yla arasını düzeltmeye çalışıyordu ve İlia buna asla fırsat vermiyordu.

Şimdi ise Düşesin tek umudunu elinden almak istemiyordu. Düşese umut vermiştim ve ona doğru bir adım atarak aramızı düzeltmeye başladığım anda Kalios'tan bana gelecek hamlelerin yönünü kesmiştim.

Bana her hamle yapmaya çalıştığında Düşesin bana olan sevgisi onu durduracaktı.

Yani Kalios'un bana hamle yapmasını engellemenin tek yolu Düşes'i kalkan gibi kullanmaktı. Düşesi kullanmak demek Dük'ü kullanmak demekti. Karısına ölümüne tapan Dük Lucander karısı mutlu olduğu sürece hiç bir şeyi önemsemezdi. Karısını bu kadar seven bir adam nasıl oluyorda karısının bu dünyaya getirdiği bir çocuğa karşı bu kadar mesafeli olabiliyordu.

Neden İlia'yla ilişkileri bu kadar garipti.?

Nasıl anlatılır bilmiyorum, birbirleriyle normal konuşuyorlar hatta bazen şakalaşıyorlar ama Dük sanki her an İlia'yı gözden çıkarabilirmiş gibi geliyordu.

Ya da İlia'nın bedeninde olduğum için İlia'nın hissettiğini hissediyordum. Yine de kendi hislerim ve İlia'nın hislerini ayırt edebiliyordum.

Bende dükün gerçekten beni gözden çıkarabileceğini biliyorum hissediyorum. Sanki benim kızı olduğumu tam olarak kabullenememiş gibiydi.

Öyleyse neden İlia ölünce deliriyordu.?

Belkide öldüğünde İlia'nın hayatında ki yerinde oluşan boşluğu kaldıramamıştı. Belkide o zaman bir kızı olduğunu idrak etmişti.

Çok mu üzülmüştü acaba, nasıl hissetmişti.?

Bir şekilde Dükle aramı düzeltmem, aramızdaki bağı daha da kuvvetlendirmem gerekiyordu. Dükün ya da Düşesin ne düşündüğü umrumda değildi ihtiyacım olan tek şey onların gücü ve şöhretiydi.

Tek istediğim şey hayatta kalmak.

Hayatta kalıp kendi anne ve babamın kolları arasına girmek istiyorum.

Babacığım yanlız hissediyorum sen asla yanlız hissetmeme izin vermessin ama burası çok yanlız hissettiriyor.

Sen hep böyle mi hissettin İlia, senin baban hiç sarılmadı mı sana.?

Keşke bir kere de olsa baba sevgisi nasıl bir şey görebilsen, senin bedeninde senin hislerini ve duygularını yaşan biri olarak söylüyorum keşke sende bu hisleri iliklerine kadar tatsan.

Kemiklerin birinin sarılmasıyla sıcacık olsa, o yumuşak hisler kalbini sarıp sarmalasa.

İlia bedenin o kadar soğuk ki ruhum üşüyor.

Sen o kadar yanlızsın ki korkuyorum.

Ben hiç yanlız kalmadım senin bedeninde hiç bilmediğim bir çok hissi ve duyguyu tadıyorum ve İlia evimi özlüyorum.

Hiç bir yerin sıcaklığını delicesine özledin mi İlia.?

Loading...
0%