Yeni Üyelik
17.
Bölüm

^1.16. BÖLÜM^: 'Satırlar arasında'

@cornelianews

 

~Sors librorum ad eos pertinet

 

 

16.Bölüm

 

 

..📖..

Derler ki; " Kötülerin kaderini kötüler belirler." Bu cümleyi ilk duyduğum andan beri yaşanan her şeyi hayatımdan ve benliğimden silinmesi gereken anılar bölümüne yerleştirmiştim.

Lise yıllarım benim için olduğu kadar Nilvera içinde berabattı. Lisede Nilvera'yla aynı okulun ayrı sınıflarına düşmüştük. Lise yıllarımı hatırlıyorum da en çok pişman olduğum yıllardı.

Bir insan gençliğinin başında neden pişmanlıkla yüzleştirdi.?

Kimileri lise yıllarını mutlulukla anar yaptığı çılgınlıkları geçirdikleri güzel anlarından bahsederdi ama Nilvera ve ben,lise yıllarını asla anmazdık. Çünkü ne kadar anarsak o kadar kanardı.

Lise bitiğinden beri hiç bir şey olmamış hiç bir şey yaşanmamış, sanki hiç kayıp vermemiş gibi davranıyorduk. İkimizde çaresizce o berbat günü unutmaya çakışıyorduk.

O berbat geceyi ve o çaresizlik kokan kırmızı koyu kanı.

Zihnimizin her zerresine sinmiş acı dolu çığlığı.

Ve pişmanlığın üzerinden yıllar belkide aylar geçse bile içimde bir köşeye sinen, o korkak cesaret kırıntısını hayal kırıklığıyla harmanlanmış o kan birikintisinde boğulmaya mahkum edişimi.

Ve belkide bu yüzden kötülerden nefret etmiş öldüğünde İlia'ya üzülmek yerine kurtulduğumuz için rahatlamıştım.

Ve karma öyle bir şeydi ki kaderle birleştiğinde seni bu hayatta dönüşmekten en çok korktuğun şeye dönüştürüyordu.

Bir zorbaya.....

****

Kaçamak gözlerim bahçede gezinirken yerimde rahatsız bir şekilde kıpırdanmamak için kendimi zor yutuyordum.

Nilvera'yla konuşmaya o kadar dalmıştık ki saatin kaç olduğunu ancak Denzel ve Ahzee gelip bizi bulduğunda fark etmiştik. Ahzee bir çok kez Lenora'ya bir sorun olup olmadığını sormuştu. Lenora ise ondan kaçıyordu, bu yüzden olsa gerek sağa da gitsek sola da gitsek Ahzee peşimizden geliyordu.

Lenora en sonunda bahçeye bir banka oturmuştu nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde bende onun karşısına oturmuştum.

İkimizde derslere girmekten vaz geçmiş hatırladığımız her şeyi deftere dökmüştük. İyiki Elien'den normal bir defter değil de büyülü bir defter istemiştim. Bu sayede ne yazarsak yazalım defterin sahipleri dışında kimse okuyamıyordu.

Elien'nin o zaman ki tepkisinden anlamamıştım ama şimdi defterin ne kadar pahalı olduğunu anlıyordum.

Sanırım deftere servet yatırmıştım.

Hiç bozuntuya vermeden havalı havalı çantamdan çıkardığım garip haritaya bakıyordum. Nilvera bu haritayı Lenora'nın çizdiğini ve Costantinova malikanesinin arka tarafındaki ormanı gösterdiğini söylüyordu.

Gözlerimi kısarak el yapımı haritaya baktım. Lenora'nın çizimi gerçekten çok güzeldi. Bizim dünyamızda olsa şimdiye ressam olurdu. Haritayı bir sağa çeviriyor bir sola çeviriyordum. Bizzat gidip görmüş hatta içinde koşmuş biri olarak söylüyordum ki her şey çok net çizilmişti. Tek sorun benim gördüklerimle bu haritadakilerin hiç alakası olmamasıydı.

Tüm ağaçlar yeşil ve çok güzeldi, oysa benim gördüğüm sadece giriş kısmı güzeldi belli bir noktaya kadar her şey çok güzel görünüyordu. Bir tepe vardı ve o tepeden çıktığında mavi renkli kuşlar karşına çıkıyordu. Kuşlar başta güzelce ötüp sonra deli gibi bağırarak ötmeye başlıyor sonra ise hiç varolmamış gibi kayboluyorlardı.

Sonrası ise daha da korkunçtu, ağaçlar kararmaya ve çürümüş gibi kokmaya başlıyor. En büyük sorun ise korkup geri gitmeye çalıştıkça aslında ormanın içine daha fazla giriyordun. Daha ilerisinde de simsiyah dallarında kuru kafaları ve gövdesinde yüzü olan o ağaç karşına çıkıyordu.

Ha bir de onun arkasından çıkan gölge vardı.

Bak yine bi titreme geldi bedenime.

Haritayı biraz daha yaklaştırıp kalemle üzerini çizmeyi düşünürken Lenora'nın sesiyle dikkatim dağıldı. "Ahzee neden İlia'yla yer değiştirmiyorsun eminim Denzel'in yanına oturursan daha rahat edersin." Kafamı çevirerek aralarına bir kişi daha oturacak mesafe bırakmış Ahzee'ye dik dik bakan Lenora'ya çevirdim.

Ahzee derin bir nefes vererek Lenora doğru döndü. "Bu şekilde gayet rahatım efendim."

"Ama ben değilim."

Lenora bir saniye bile beklemeden konuştuğunda Ahzee gözlerini kısarak Lenora'nın gözlerine baktı. Ahzee ne kadar onun gözlerinin içine bakmaya çalışıyorsa Lenora o kadar gözlerini başka tarafa çeviriyordu. Kedi fare gibi birbirlerini kovalayıp duruyorlardı.

Büyük ihtimalle Ahzee neden Lenora'nın davranışlarının değiştiğini ve kendisinden neden uzak durduğunu anlayamıyordu. Bu yüzden olsa gerek ısrarla onun gözlerine bakmaya çalışıyordu.

Eski Lenora'yı arıyordu ama bulamıyordu, bu da bir hata yaptığını Lenora'nın da bu yüzden ondan uzaklaşmaya çalıştığını düşünmeye itiyordu.

"Farkındayım Leydi Lenora, ama yerimde çok rahatım." Bakışlarını Lenora'dan çekerek bahçedeki öğrencilerde gezdirmeye başladı. Bu sefer Lenora ona doğru dönerek dik dik bakmaya başladı. Daha önce Ahzee'nin hiç böyle davrandığını görmemiştim o da görmemiş olmalıydı ki neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Sanırım Ahzee taktik değiştirmişti, madem Lenora ondan uzak durmaya çalışıp habire onunla atışıyordu o zaman oda aynı şekilde karşılık vermeye başlayacak gibiydi.

Gülmemek için kendimi tutarak Elien'nin çantama koyduğu renkli kalemlere baktım. Bunlara da çok para vermiş miydi acaba.?

İlk defa ondan renkli kalem istediğim için çok heyecanlanmış bu yüzden ona verdiğim parayla bana bir çok şey almıştı. Onu daha önce hiç bu kadar heyecanlı görmemiştim. Aldığı şeyleri bana gösterip benim beğendiğimden emin olunca annesinden aferin almış çocuk gibi seviniyordu.

Elien lütfen Costantinova düklüğündeki casus sen olma.

Neden bilmiyorum ama o olduğunu düşündüğümde bile midem bulanıyor içimde bir yerlerde bir şeyler sızlıyor.

Kırmızı renkli kalemi elime alarak ağacı gördüğüm yeri işaretledim. Ormanın tam ortasındaydı üstelik Lenora'nın günlüğünde yazana göre burası İlia ve Lenora'nın küçükken kaybolup bulunduğu yerdi.

O ağacın beş altı metre ilerisinde kuşların öttüğü yer vardı. Mavi kalemle küçük küçük kuşlar çizdim. Onun bir tık ilerisine kahverengiyle tepeyi çizdim ve diğer alanlara güvenli bölge olduğunu belli etmek ister gibi turuncuyla daireler çizdim.

Kafamı kaldırıp yüzüme doğru gelen saçlarımı çektiğimde Denzel'in kafasının bana doğru dönük olduğunu fark ettim. Gözleri gözükmediği için hiç bir şey anlamasam bile bana baktığını hissediyordum.

Söylesene Denzel, benden nefret ediyor musun, istediğin gibi bir efendi olmadığım için. Başka efendilerin muhafızlarına şiddet uyguladıklarını biliyordum hatta taciz bile etmekten çekinmiyorlardı. Kim bilir kaç yüz yıldır hayatta olan ruhun kaç kişinin muhafızı olmuştu. Ruhun gerçekten nefret etmiyor muydu benden.?

Denzel, İlia sana ne yaptı bilmiyorum ama özür dilerim.

Gerçekten üzgünüm sadece ölmek istemiyorum.

Lütfen, lütfen bana ihanet eden kişi olma.

"Leydi İlia bir sorun mu var.?"

Gözlerimi anında ondan çekerek başka bir yere baktım. Birbirleriyle kavga eden Lenora ve Ahzee'nin bakışları bize doğru döndü. "Ders saati geldi içeri geçiyorum."

Lenora bana huysuz bir bakış attı. "İyi birlikte gidelim bu arada bana öyle bakmayı kes Ahzee." Gözlerini kısmış şüphe barındıran gözlerle Lenora'yı inceleyen Ahzee'ye söylenerek ilerlemeye başladı.

İkimiz birlikte akademi sınırına doğru ilerlerken herkesin bakışları üzerimizdeydi. Bizim hakkımızda öyle çok konuşuyorlardı ki bahçede duymayan kalmıyordu. Lenora'nın ters ters insanlara baktığını görünce birine bir tane geçirmesin diye dua etmeye başlamıştım.

Aptallar diye türkçe mırıldandığın duyduğumda dirseğimle dirseğine hafifçe vurarak onu susturdum. Bana ters ters bakıp önüne döndü. Omuzlarımda hissettiğim bakışlarla omzumun üzerinden geriye doğru baktım. Denzel bana bakıyordu ama ne düşündüğü hakkında hiç bir fikrim yoktu.

Tek bildiğim benden en çok şüphelenen kişinin bizzat kendi muhafızım olduğuydu.

 

****

Akademi öyle bir yerdi ki koca binanın içinde birden fazla merdiven vardı. Merdivenler uzadıkça uzuyor saymaya çalıştığında ise fazlasıyla baş döndürüyordu.

Çok fazla sınıf ve bölüm vardı. Farklı yeteneklere sahip herkes bir aradaydı. Aynı eğitimi görüyorlardı ama konu güce geldiğinde eğitim bir çok faklı alana ayrılıyordu. İlianna kahin soyundan geldiği için güç bakımından diğerlerinden farklıydı bu yüzden ders programı diğer öğrencilerden farklı şekilde düzenlenmişti.

Diane'de ışığın gününe sahip olduğu için farklı dersleri farklı profesörlerden alıyordu. Bu bakımdan İlia'yla benziyorlardı.

Denzel ve Ahzee'ye derse gireceğimizi söyleyerek onlardan kurtulmuştuk ama bu gün gerse girmek yerine akademiyi olabildiğince gezip incelemeye karar vermiştik. Akademi hakkında hiç bir bilgimiz yoktu. İçinde bulunduğumuz bedenlerin anılarına göre hareket etsek bile bir zaman sonra istemeden de olsa pot kırmaya başlayacaktık.

İşte tam da bu yüzden akademinin içini iyice araştırarak hatırladığımız her şeyi not alıyorduk. Nerenin nerede olduğunu neyin hangi amaçla kullanıldığını.

İlia'nın anıları sağ olsun bazı şeyleri az çok biliyordum ama akademinin içi o kadar karışıktı ki kendim gezip bizzat ezberlemem gerekiyordu. Aksi takdirde tekrar tekrar pot kırıp insanları şüphelendirebilirdik.

Gözlerimi geçtiğimiz yerlerde dikkatle gezdirdim. Yürüdükçe farklı tasarıma sahip koridorlar insanı büyülüyordu. Sanki bir çok kişi bir araya gelerek her bir koridoru kendi zevkine göre tasarlamıştı.

Sütunları beyaz mermerlerle işlemeli bir odaya girdik. Odanın her köşesi büyük altın oymalara sahip heykellerle doluydu. Resmen gözlerimi odadan alamıyordum en çok dikkat çeken şey ise odanın ortasındaki havuzdu.

Kare şeklinde kenarları ilginç sembollerle doldu havuzun hemen önünde daha ilgi çeken şey ise iki üç basamak yukarısında olan büyük ağaçtı. Yemyeşil yapraklara sahip ağacın dallarından üzüme benzeyen mor renkli garip meyveler sallanıyordu ve ağacın kalın köklerinin olduğu kısımda su yeşili kelebekler uçuşuyordu. Ders saati olduğu için kimseciklerin olmadığını bilmenin rahatlığıyla ağaca hayranlıkla bakarak yaklaştım. Gözlerim büyük bir beğenmişlikle ağacı incelemeye başladı.

Ben ağaca yaklaşıp mor meyveler ve kelebeklere bakarken Nilvera ağacın çevresinden dönerek üst kata çıkan sarmal merdivenleri tırmanmaya başlamıştı. Gözlerimi ağacın gövdesinde yazan garip yazılardan zar zor çekerek Nilvera'nın peşinden çıkmaya başladım.

Merdivenleri çıktıkça mor meyveler kafama değiyordu, elimi uzatarak bir tanesine dokundum. Çok garip bir şekilde kalbim çok hızlı atıyordu.

Bu ağaç tam olarak neyin nesiydi.?

Meyveler neden garip bir şekilde duygu taşıyordu.?

Sanki bir tanesini ağızıma atsam bir anda oturup hüngür hüngür ağlayacaktım. Her bir meyve sanki içinde farklı duyguları taşıyordu. Nilvera bu garip duyguyu hissetmiyor muydu.?

Kafamı çevirip ona baktım, ağaç hiç ilgisini çekmemiş gibi çoktan üst kata çıkmıştı. Gözlerimi yeniden meyveye çevirdim.

Üzüntü, bu meyveden buram buram üzüntü yayılıyordu.

Meyveler duyguları mı emiyordu yoksa bir çeşit duygu çoğaltıcı kapsül gibi bir şey miydi.?

Elimi meyveden çekerek diğer daldaki meyveye dokundum. İnce ılık bir his kaburgamın altından süzülüyordu.

Neden bu kadar duygu yüklüydüm bu ağacın İlia'yla bir ilgisi olabilir miydi.?

İlia'nın anılarında bu ağaçla ilgili hiç bir şey yoktu zihni tamamen boştu sadece garip bir sızı ruhuma işliyordu.

Sanki tanıdık bir dosta bakıyor gibi hissetmiştim.

"Daha ne kadar bakacaksın o meyveye, sen ağlıyor musun.?" Kafamı çevirerek merdivenin başına gelmiş kolunun altındaki kitabı sıkıca tutan Nilvera'ya baktım. Şaşkınlıktan son kısmı türkçe söylemiş endişeyle eliyle ağzını kapatarak etrafta birileri var mı diye kontrol etmişti.

Elimi kaldırarak yanağıma dokundum, parmak uçlarıma bulaşan göz yaşına şaşkınca baktım.

Neler oluyor bana mı öyle geliyor yoksa meyveler beni ağlatıyor mu.?

"Daha önce hiç böyle bir meyve görmediğim için göz yaşlarına boğuldum, cahillik çok zor bir şey." Dediğimde Nilvera durumun garipliğine gülmemek için kendini zor tutuyordu.

Ulan harbiden ağladım ya.

Bir meyve için de ağlamadım demem artık.

Bu anı not alıyorum İlia, bir meyve için ilk defa ağladın. Sonra yok ben öyle şeyler yapmam etmem deme şahidim bile var.

Evrene bak kardeşim depresyona sokan meyvesi bile var.

Yok biz bu evrende hayatta kalamayız imkanı yok, ben kendimi yol yakınken öldüreyim en azından kendim yaparsam acısız olur.

Elimi meyveden çekerek meyveyi araştırmayı kafamın bir köşesine not ederek üst kata çıktım. Üst kat o kadar garipti ki, iki duvarda da boydan boya tavana değen bir kütüphane vardı üstelik burası asıl kütüphane bile değildi.

Öğrencilerin buraya girmesine çok izin vermezlerdi, bu kısım bir nevi asıl kütüphaneye giriş kısmıydı.

Kütüphanenin asıl başlangıcına ilerideki koridoru geçip doğu tarafındaki binaya doğru ilerleyerek ulaşılıyordu. Hazır kimse yokken kurcalasak bir şey olur mu diye düşünürken Nilvera ilgisini çeken bir şey bulmuş gibi çoktan üst üste kitap dizip incelemeye başlamıştı.

Onun bu umursamaz haline gülerek yanına yaklaştım.

"Neye bakıyorsun.?"

"Gölgelerle ilgili bir kitap, ilk önce gölgelere nasıl dokunabildiğimi öğrenmem lazım." Onu kafamla onaylayarak tapınakta gölgeye dokunduğu zamanı düşündüm. Diane gölgeye ne kadar dokunmaya çalışırsa çalışsın bir türlü dokunamamış ve ondan bir türlü kurtulamamıştı ama nasıl oluyorsa Lenora gölgeye dokunabilmişti hatta bu sayede Diane de dokunabilmişti.

Gölgenin de en az Lenora ve Diane kadar bocaladığını hatırlıyorum.

Kitapta Lenora'nın gölgeye nasıl dokunabildiği hiç anlatılmamıştı. Diane şüphelenerek kendi başına bir şeyler araştırmaya çalışmıştı ama araştırması yarım kalmış olaylar üst üste gelmişti.

Bu yüzden bunun nasıl gerçekleştiğini birinci kitapta hiç öğrenemedik.

Gölgenin Lenora'nın ona nasıl dokunabildiğini öğrenmek için tekrar gelip gelmeyeceğini de bilemezdik. Bu bir ihtimaldi yinede korkunç olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Eğer ki tekrar

gelirse ne yapacağımız hakkında hiç bir fikrim yoktu.

Topukluyla mı yoksa rujlamı bilmem ama bir şeyle saldırmamız gerekeceği kesindi, tabi kıçımıza bir hançer girmesini istemiyorsak daha etkili bir şeyle saldırmamız daha iyi olurdu orası ayrıydı.

Ormandaki romantik karşılamamız ve kaçan kovalanır oyunumuzdan sonra bir kere daha karşılaşırsak aramızdaki bağ çok özel bir yerlere gidebilirdi.

Ve bilin bakalım bu bağı kim istemiyordu.?

Tabikide ben ve zavallı İlia'nın ayakları.

En kötüsü ise ya Lenora'ya tek başındayken saldırırsa o zaman olacakları düşünmek bile istemiyordum. Şimdi aklıma geldi de Lenora'nın kaybolması da gölgelerin suçluysa ya gölgeler onu kaçırmışsa. Bak tek bir tüyün bile olmadığı vücudumdaki tüylerim diken diken oldu.

Oturduğum yerden kalkarak karşı raflardaki kitaplara doğru ilerledim. Rafın en başında Kahinlerin Görüleri isimli kitabı görünce hemen elime aldım. Gözlerimi rafın üstündeki bölüm yazısına çevirdim. Bu kısımdaki kitaplar kahinlerle onun yanındakiler ise efsaneler ve tarihi olaylar ve daha fazlasıyla ilgiliydi.

İlgiyle elimdeki kitabın kapağına baktım. Kapağı çok ihtişamlı görünüyordu.

İki dakika durarak kitabın içinde kitap olduğum gerçeğine sayıyla selam verdim.

Kitabın kapağını açmaya çalıştığımda kitabın kapağında kırmızı iç içe geçmiş bir arma belirdi. Ben açmaya çalıştıkça ses çıkarıyordu ve kitap açılmıyordu. Sanırım anlamıştım, girilmesine izin olmayan bir yerin kitaplarını bu kadar kolay okuyabilseydik garip olurdu zaten.

Kitapların üzerinde kilit büyüsü vardı bu sayede öğrenciler isteseler bile açıp okuyamazlardı.

Kitaplığın sağ tarafı kilitli kitaplarla doluydu hemen üzerlerinde kırmızı arma belirmişti. Üzerinde kırmızı arma olan kitaplar önemli ve değerli olmalıydı bu yüzden okumak için izin almak gerekiyordu.

Bizzat gidip bu kitapları okumak istediğimi yetkili personele bildirmem gerekiyordu. O da akademi profesörlerine ve akademinin müdürüne bildirecekti ancak onlar izin verirse okuyabilirdim.

Üstelik bu kitapları buradan çıkarmak imkansızdı.

Bir yerlerime mızrak sokulmasını istemiyordum bu yüzden denemeyi düşünmedim bile.

Kafamı çevirerek Nilvera'nın arkasındaki raflara baktım. Arkasındaki raftaki tüm kitaplar yeşil armaya sahipti. Sadece bazıları mavi armalıydı.

Sanırım yeşil ve mavi okuyabildiğimiz kitaplardı.

Nilvera'nın elindeki yeşil aramalı bir kitaptı bu yüzden açıp rahatça okuyabiliyordu. Elimle kafamı ovuşturup içimden küfür ederek kırmızı armalı başka bir kitabı elime aldım. Kehanet Ağacı ve Eski Nesil Kahinler bu raflardaki her bir kitap benim işime o kadar çok yarardı ki.

Bana vermeleri için yalvarabilirdim.

İçeriklerini çok merak ediyordum, ne oldukları hakkında hiç bir fikrim yoktu ama İlia ile bağlantılı oldukları kesindi bu yüzden kesinlikle okumam gerekiyordu.

İlia akademi ikinci sınıf öğrencisiydi hiç bir derse doğru düzgün girmediği için kaldığı bir çok ders vardı. Ulan ben dersten daha önce hiç kalmamıştım.

Şimdi ise geçebildiğim ders yok, cidden acı verici bir şey bunu sadece yaşayan anlar.

Derslerin hepsinden geçmem gerektiğini bilmenin acısıyla dudaklarımı bükerek başka bir kitap aldım elime. Kızıl Goncalar Tarikatı'nın Tarihçesi gözlerim ilgiyle açılırken kitabın üzerindeki armanın siyah olduğunu fark ettim.

Elimdeki kitap dışında bilemedin en fazla yirmi kitap daha siyah armalıydı. Sanırım siyah arma araştırılmaması gereken eskiye dayanan sıkıntılı olayların olduğu bilgileri yer alıyordu.

Tarihin en karanlık zamanları desek daha doğru olurdu.

Anladığım kadarıyla yeşil ve mavi aramalar genel bilgilere sahipti. Herkesin bilmesi gereken tarih olayları ve efsanelerle alakalıydı. Mesela Nilvera'nın elindeki kitap mavi armalıydı ve adı 1.Kan Savaşları Tarihçesi'ydi. Sıkıntılı bir nefes vererek Nilvera'ya doğru ilerledim, benim ilgimi çeken siyah ve kırmızılardı ama okumam imkansız gibi görünüyordu.

Nilvera'nın yanına oturarak masanın üzerindeki kitaplardan birini elime aldım. Kiremit rengi kitabın üzerinde yeşil arma vardı. Kitabın ince işlemeleri o kadar güzeldi ki elimi işlemelerin üzerinde gezdirdim. Kitabın üzerindeki Efsanevi Yaratıklar Tarihçesi yazan yeri dikkatle parmaklarımla okşayarak kitabı yavaşça açtım. İçindekilere kısa bir göz gezdirdiğimde kesinlikle aşık olmuştum.

Kitap eskiden hayatta olan yaratıklardan ve nesli tükenmiş ya da tükenmek üzere olan hayvanlarla ilgili genel bilgi veriyordu. Zararsız hayvanlar ve diğer tüm ırklar hakkında da çok bilgi vardı.

Bu kitabı ödünç alsam olurumuydı ki.?

Kafamı yana doğru eğerek Nilvera'nın ne okuduğuna baktım. Kıtalar ve Kraliyet aileleri hakkında genel bilgileri inceliyordu. Kafasını kaldırarak bana baktı. "Soy ağacım nereye kadar uzanıyor merak ediyorum ama ondan önce 1.kan savaşlarını detaylıca öğrenmemiz lazım."

Onu kafamla onaylayarak elimdeki kitabı kapatıp ona doğru eğildim.

O da bana doğru yaklaşıp kitabı bana doğru kaydırdı. Bu halimiz bana eski zamanları hatırlattı, gerçi o kadar da eski olmamıştı sanki daha dün gibiydi. Kafamı onun omzuna koyarak derin bir nefes aldım.

Bundan günler önce Nilvera kafasını benim omzuma koyarak uyumuştu, şimdi ise ben kafamı onun omzuna koyarak dinleniyorum. Tek fark şu an da farklı bedenlerin içinde olmamız ve içinde olduğumuz bedenlerin bir zamanlar en iyi arkadaşlar olup şimdi birbirlerinden ölümüne nefret ediyor olmasıydı.

Burukça gülümsedim aynı sahnenin farklı versiyonları. Sanki sürekli oyuncuları değişen bir tiyatroda gibiyiz.

Senaryo aynı sadece dekorasyon ve karakterler değişiyor. Ve bizler öylece tahta bir kulakla gibi bizden istenileni yapıyoruz.

Şimdi ise ipleri onların boğazına dolama vakti.

İzle ve gör, ben ince ipin üzerinde yürüyen bahtsız ve şanssız o karıncayım.

İzle ve gör, ben senin sandığından daha karanlık olan, tabutunun üzerinde keyifle kırıntı yiyecek o karıncayım.

Loading...
0%