Yeni Üyelik
18.
Bölüm

^1.17.BÖLÜM^: 'Diane'nin Peşinde'

@cornelianews

 

 

~Sol lucet omnibus~

 

 

 

17.Bölüm

 

 

 

..📖..

 

"Bana mı öyle geliyor yoksa biz kayıp mı olduk.?" Bir yandan elimdeki büyük ruloya benzeyen kağıt parçasına bakıyor bir yandan da elimle Lenora'yı teselli eder gibi omzuna vuruyordum.

 

Koca akademide kaybolmuştuk nereye gideceğimize karar vermek için etrafa bakarken beni tanıyan biri ders programının değiştiğini söylemiş ve elime kağıt parçasını tutuşturup koşarak gitmişti. Arkasından şaşkın şakın bakmıştık ve onun kim olduğu hakkında hiç bir fikrimiz de yoktu. Elimdeki siyah renkli kâğıt parçası, üzerinde beliren yazılara göre büyüyüp küçülebiliyordu.

 

Gün içinde hangi derslere nerede gideceğim tek tek yazıyordu. Sadece dersin profesörünün kim olduğunu bilmiyordum ama sanırım dersin olduğu sınıfın kapısında adı ve soyadı beliriyordu.

 

Bir çeşit büyülü sistem vardı, sisteme göre hangi derse gireceksen o yer ve ders hakkındaki bilgiler tablet görevi gören kâğıt parçasında beliriyordu. Yapman gereken tek şey o yere giderek kapının üzerinde yazan dersin profesörünün ismine bakıp derse girmekti.

 

Yani bir bakıma tüm gün boyunca akademideki her yeri gezmiş sınıfları ve profesörleri araştırmamız bir işe yaramıştı. Çokça ilginç şeyler ve yerler bulmuş sonradan araştırmayı kafaya koyarak deftere bolca not almıştık. Elimdeki defteri açarak kırmızıyla yazdığım yazılara göz attım.

 

Akademinin bodrumuna inmeyi dene.

 

Akademi müdürünün muhafızından uzak dur. ( Not: İnsanların ruhlarını görebiliyor, İlia'nın bedeninde farklı bir ruh olduğunu anlayabilir.)

 

Kış bahçesindeki kelebekleri araştır.

 

Profesör Vartica'dan da olabildiğince uzak dur. ( Not; anılara girebilen biri benim anılarımı görme ihtimali var.)

 

Nedense kırmızıyla yazdığımız notları uygulamak zor olacak gibiydi. Özellikle de profesör Vartica'dan kaçma operasyonu. Kitaptan bildiğim tek şeyin profesör'ün garip bir adam olduğuydu. Ne iyiydi ne de kötüydü çok garip bir kişiliğe sahipti. Diane'nin acısından okurkende profesörden şüphe duyup ihanet etti edecek beklentisiyle her hareketine dikkat etmiştim. Diane zavallı kuzum adamın her hareketinden ürküyordu.

 

Ürkmemek imkansız gibiydi adamın bakışları İlia'nın korkutucu ve soğuk gözlerinden bin kat daha korkutucuydu. Bir sahnede Diane profesördense İlia'yla bir yere kapatılmayı tercih ettiğini söylemişti.

 

Üstelik o bölümlerde ona en çok kötü davranan da İlia'ydı. Buna rağmen Diane profesörden o kadar ürküyordu ki, İlia'ya koala gibi yapıştığı bir sahne vardı. O sahnede o kadar çok gülmüştüm ki.

 

Şimdi ise bende Diane gibi köşe bucak kaçıyordum.

 

Allahım güldüğüm için başıma geliyor değil mi.?

 

Karmanında böylesi, bu hayatta en tehlikeli şeyin karma olduğuna ikna olmuştum. Ne yaparsan bin katı geri dönüşü oluyordu sana. İlia yüzünden bir çok kişi ölmüşken başka biri tarafandan öldürülmek istediğim en son şey olabilirdi.

 

Bunun içinde yapacağım ilk şey kitabın biricik ana karakterlerini etrafıma toplamaktı. İlk olarak hikayenin odak noktası olan Diane'yla başlayacaktım. Diane etrafımda olup düşmanım olmak yerine dostum olduğunda hikaye büyük ölçüde değişmeye başlayacaktı.

 

Bu kitap tamamen Diane Katiana üzerinde dönen ona odaklanmış bir dünyaydı bu yüzden ne olursa olsun Diane baş rol kadın olarak kalmak zorundaydı ne yazık ki değiştiremeyeceğim tek şey buydu.

 

Yani Diane'nin yaşayacağı kötü olayları değiştiremezdim ama karışarak yönünü saptırabilirdim. Bu bile benim için büyük bir şanstı, tabi kitabın akışın bozduğum için bu evrenin beni ortadan kaldırmaya çalışmayacağı belli değildi o da bir ihtimaldi. Zaten kaderinde ölmek olan birini öldürmekte bir sorun göreceklerini sanmıyorum. İşte tam da bu yüzden ana kadın karakterin en yakın arkadaşı olacaktım.

 

Birinci kitabın sonuna kadar Diane'nin hiç arkadaşı olmamıştı. Her seferinde dostça yakınlaşıp sırtından vurulmuştu, bu nedendir ki Diane kendi muhafızları dışında kimseyle çok konuşan bir insan değildi ve hiç kimseye güvenemiyordu.

 

Ama içten içe bir arkadaşın yokluğunu çektiğini biliyorum, bir arkadaşa sahip olmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyordu. Ailesinden ayrılıp başkente geldiğinden beri her şeyin onun için ne kadar karmakarışık ve zor olduğunu tahmin edebiliyordum. İste tam da bu fırsatı kullanmayı planlıyordum. Kimine göre bu yaptığım beni dünyanın en kötü insanı yapabilirdi ama zaten kaderinde ölmek olan kötü bir kadının bedenindeydim. Hayatta kalmak için elimden geleni yapmaktan başka şansım yoktu.

 

Kim ne derse desin ben hayatta kalmak için sadece bir roman karakteri olan bu insanları harcamaktan çekinmezdim.

 

Eğer konu benim ve Nilvera'nın hayatıysa önüme kim gelirse hepsini harcardım.

 

Evet kesinlikle onlara merhamet etmeme gerek yoktu. Kendime bunu defalarca söylememe rağmen karşımda gerçekmiş gibi duran bu insanlar öylesine vicdan azabı çekmeme neden oluyorlardı ki.

 

Derin bir nefes alarak plana odaklandım, yeni planım Diane'nin her başı belaya girdiğinde tipik bir erkek başrol gibi onu kurtarıp aklını karıştırmaktı. Bekle beni Diane üzümlü kekim ben buradayken Hector'da kimmiş.

 

Seni öyle bir baştan çıkaracağım ki peşimden ayrılanayacaksın.

 

Hedef; ana kadın karakterin uğruna her şeyi yapabileceği en yakın arkadaşı olmak.

****

 

"Bence Diane benden pek hoşlanmıyor." Diye mırıldandığımda Lenora kafasını bana çevirerek ciddi misin der gibi baygın bir ifadeyle baktı. "Ciddi değilsin herhalde kıza okula geldiği ilk günden beri kötü davranıyorsun yani senin için ölüp bitse daha garip olurdu."

 

"Ama ben hiç bir şey yapmadım İlia yaptı." Bir yandan mızmızlanıp diğer yandan tadı garip olan abur cuburu yiyordum. İkimizinde içinde ne olduğu hakkında hiç bir fikri yoktu tadı samana benziyordu işin garip tarafı yedikçe daha da yiyordum. Bir yandan iğrenç diye mırıldanıyor gider yandan kıtır kıtır yiyorduk. "Sanırım küçük bir yeri kaçırıyorsun canım, şuan İlia sensin."

 

Elim garip yeşil renkli çubuk krakere gittiğinde durdum. Doğru ilia benim, bu yüzden onun yaptığı her şeyden de ben sorumluyum. Suratımı asarak ona baktım, "İyi tarafından bakalım, İlia tapınakta yaşanan kazadan sonra Diane'ye daha da kötü davranıyordu yani bu durumda hala aramızı düzeltme şansım var." Bana acır gibi bakarak aynen kesin düzeltirsin der gibi kafasını sallayıp yeniden önüne döndü.

 

İkimizde bahçede bir köşeye geçip yaslanmıştık. Öyle bir yer bulmuştuk ki kimsenin dikkatini çekmiyorduk, rahat rahat herkesi izliyor plan yapıyorduk.

 

Diane'nin açısından okuduğumuz kadarıyla bildiğimiz tüm karakterlere dikkat ediyorduk. Kimin bizim için sorun yaratacağına kiminin bizim için faydalı olacağına göre sınıflandırıyorduk ve liste uzadıkça uzuyordu.

 

Lenora kollarını göğüsünün altında bağlayarak dik dik insanlara bakmaya devam etti. "Baksana şu Marki Albert'in oğlu, ondan hiç hoşlanmıyorum." Gözlerim onun baktığı tarafa kaydı gri saçları uçuşan dalgın bir şekilde masaya bakan Green aynı zamanda da çok öfkeli görünüyordu. Yanındaki çocuklar durmadan ona bir şeyler söyleyip gülüyorlardı. Sanırım benim onu tokatlamamla ilgili dalga geçiyorlardı.

 

Ne ilginçti zorbanın kendisininde sözde arkadaşları tarafından zorbalanıyor olması.

 

Sırf zorbalanmamak için başkalarını zorbalayanlar benim gözümde her zaman en aşağılık varlıklar olarak yerini alırdı. Sanırım zorbalara karşı bu kadar nefret dolu olduğum için yüzleşmekte zorlanıyordum.

 

Zorbalardan ölümüne nefret eden Ayliz Meva en büyük zorbanın ta kendisiydi artık.

 

Yinede İlia'nın bedenine girdiğimden beri öğrendiğim şeylerden biri şuydu, zorbalar ilginç karakterlere ve hayatlara sahipti. Mesela birinci kitap boyunca okuduğumuz ve ölsün diye dua ettiğimiz İlia aslında tam olarak zorba değilmiş. Yani zorba ama diğerlerinin yanında melek kalıyor.

 

Tamam kabul ediyorum İlia da masum değil bir çok kişiyle uğraşıyor ve onlara kötülük yapıyordu ama diğerleriyle kıyaslandığında melek gibi kaldığını da inkar edemem. Sadece kötüymüş gibi davranıyordu yinede diğerlerinden daha merhametliydi. öyle değilmiş gibi davranıyor ve elinden geldiği kadarıyla zorbalanmamaya çalışıyordu.

 

Çünkü zorbalanmak istemiyorsan zorbalamak zorunda bırakılıyordu insan.

 

"Daha ne kadar Diane'yi takip edeceğiz kız zaten senden hoşlanmıyor bizde arı gibi etrafında dolanıp duruyoruz." Kafamı çevirerek acı bir ifadeyle ona baktım. " Ne yapabilirim Diane'ye zorbalık yapmaya çalıştıklarında engellemem gerekiyor."

 

Biliyorum der gibi kafasını salladı ardından. "Son iki derse girmeye ne dersin biliyorum bu gün girmeyelim diye konuştuk ama bence sınıflara bir göz atsak iyi olur." Anında hayır ya der gibi kafamı iki yana sallayıp koluna yapıştım. Son iki derste Lenora'yla aynı sınıfta değildik.

 

Ağlar gibi sesler çıkardığımda yazık der gibi sırtıma vurdu. " iyi tarafından bak Diane'yle aynı sınıftasın bu onu korumak için iyi bir fırsat." Yalandan akan göz yaşlarımı silerek ona baktım. Beni bırakabilir misin bir daha düşün der gibi baktığımda beni sürükleyerek dersin olduğu yöne doğru ilerlemeye başladı.

 

Pis Lenora, İlia seninle arkadaşlığını bozmakla çok haklıymış. Sonuna kadar İliacıyım.

 

İkimizin ayrılacağı koridora geldiğimizde ikimizde anında birbirinden uzak durarak mesafeli bir yürüyüşe geçtik. Bizim role girme yeteneklerimiz gerçekten oscar ödülü hak ediyordu. Lenora omzundaki çantasını iyice asılarak sırtına sabitledi ilerideki koridora doğru kendinden emin adımlarla ilerlediğinde arkasından hey yavrum endama bak demek için zor durarak önüne dönüp merdivenleri çıkmaya başladım.

 

Büyülü bir evrende olmak hiç bir şeyi değiştirmiyordu çünkü burada da asansör yoktu.

 

Sızlana sızlana merdivenleri çıkarak insanların olduğu koridora girdim. Öğrenciler sınıflara giriyor kimi sağa kimi sola giderek sınıflarına yetişmeye çalışıyordu.

 

Kuzey tarafındaki binada genel olarak çok fazla insan olmuyordu bu yüzden orada Lenora'yla daha rahat takılıyorduk ama güney bloğu tam bir faciaydı. Öğrencilerle dolu kocaman bir yapıydı. Kafamı kaldırarak uzun klonların tavanla birleşik olduğu kısımdaki resimlere baktım. Tavanda yuvarlak beyaz güneş ve siyah bir ay iç içeydi.

 

Daha önce sanki buna benzer bir şey görmüştüm ama nerede gördüğümü hatırlayamadım. Dikkat çekmemek için gözlerimi çok fazla orada tutmayarak aşağıya eğdim. Üzerimde gezinen beni baştan aşağıya inceleyen birden fazla göz vardı. Özelliklede bacaklarımda oyalanan gözleri yerlerinden çıkarmak istiyordum.

 

Köşede omzu sarmal merdivenlere dayalı pembe saçlı çocukla göz göze geldik. Yüzü o kadar güzeldi ki acaba peri mi diye merak etmeden duramadım. O ise yüzünde hiç bir mimik oynatmadan bana dik dik bakıp gözlerini elinde tuttuğu deftere çevirdi. Sanki tavrı; çok ta bir yerimde değilsin der gibiydi.

 

Gözlerim diğer taraftaki kız grubunu buldu, herkes o kadar şaşalı ve süslüydü ki. Elien'e beni en az onlar kadar süslediği için minnettardım. Ne kadar makyaj istemediğimi söylememde beni dinlememiş ve süslemişti. Elien ben senden razıyım kardeşim.

 

Gözlerimi kapıya çevirdim, kapıların üzerinde büyüyle beliren ekrana benzeyen dikdörtgenin içinde isim ve soy isim yazıyordu.

 

Birazdan gireceğim ders genel karışım bitkileri dersiydi. İnşallah bitkileri büyü yapar gibi karıştırmayacağızdır. Yanlış bir şey koyup havaya uçururum diye korkuyordum.

 

Elimdeki rulo kağıdının üzerinde dersimin yanında yazan ismi içimden tekrar ettim Billienca Wistea. Gözlerim sakince etrafta gezinerek profesörün isminin yazdığı kapıyı arıyordum ve bulamadıkça geriliyordum. Allah'ım kendimi okulun ilk günündeymiş gibi hissediyorum. Her zaman ilk günlerden nefret etmişimdir.

 

Sonunda kapının üzerinde gördüğüm isimle birazda olsa rahatladım. Birazdan hikayenin ana karakteri Diane'yi kanlı canlı göreceğim gerçeği kalbimin atışını hızlandırıyordu.

 

Sınıf kapısından geçerek içeriye girdim. Sınıflar bizim dünyamızdaki üniversite ortamına benziyordu. Sadece gerçek olamayacak kadar mükemmel görünüyordu. İkişer ikişer yerlerde bir çok insan oturuyor her şey gümüş ya da altın işlemeli gibi görünüyordu. Kürsüde profesörün olduğu belli olan bir masa vardı ve üzerinde garip sesler çıkaran bitkiler vardı.

 

İleriye doğru adım attığım anda tüm bakışlar üzerime döndü.

 

Niye şeytan görmüş gibi bakıyorsunuz kardeşim.?

 

Fısıltılar bir anda kesilmiş sonra tüm hızıyla devam etmişti. Üzerimdeki gözler beni o kadar geriyordu ki yüzümü sabit tutmak için çok çabalıyordum. Yavaş adımlarla sıralara doğru ilerlediğimde sanki iguana görmüş gibi hızla geriye kaçıyorlardı.

 

İguanalar sevimli hayvanlardır ırklıcık yapmayalım.

 

"Kazadan beri hiç görmemiştim gerçekten yaşıyor." Hadi ya nasıl anladın der gibi kıza döndüğümde kız bir anda irkildi. Yanından geçiyordum oda arkadaşına benim hakkımda oldukça yüksek sesle bir şey söylüyordu. Ulan bari kulağına söyle sağır değilim ya duyuyorum.

 

"Duydun mu Green'e tokat atmış.?"

 

"Kafayı yemiş olmalı."

 

"Belkide kazada kafasına darbe falan almıştır."

 

"Cidden delirmiş olmalı Green onu öldürecek."

 

Kafamı çevirerek benim öleceğimle ilgili konuşan çocuğa döndüm. Çok yüksek sesle konuşuyorlar dönüp baktığımda da şoka giriyorlar.

 

Mal mısınız oğlum siz.?

 

Duyuyorum.

 

İlk defa mı duyan insan gördünüz niye bu kadar şaşkınsınız.?

 

Olduğum yerde durarak yana doğru döndüm."Sen, marul kafa seni duruyorum." Yeşil saçlı uzun gür kirpikli çocuğun yüzü bembeyaz kesilmişti. Şaşkınca kekeleyerek 'ne' dediğinde, bir tane suratına patlatasım geldi. "Diyorum ki kulağım var." Çocuk şaşkınca kahverengi gözlerini kırpıştırarak gözlerini kaçırdı. Allah kahretmesin bu evrendeki herkes neden bu kadar güzel ve yakışıklı.

 

İnsan bir tane de olsa çirkin koyar.

 

Sinirimi bozulduğu için içimden söve söve arka sıralara doğru ilerledim. Yan sırada o kadar çok soylu vardı ki. Anında o tarafa oturmaktan vaz geçerek boş sıralardan birine oturdum. Herkes bana garip varlık görmüş gibi bakıyordu çünkü sınıfta gözle görülür bir ayrım vardı.

 

Sağ taraftakiler zengin ve soylu insanlardı sol taraftakiler ise kendi halinde takılan ve dışlanan insanlardı. Ve ben sol tarafta oturmuştum en arkadan iki öne. Deli gibi benim hakkımda konuşuyor şaşkınca bana bakıyorlardı. Ne bekliyorsunuz oğlum içeri girer girmez birinin üzerine işeyen bitki falan mı atayım.?

 

Gerçi öyle bir şey var mıdır ki, yani konuşan bitki varsa işeyen bitkide vardır diye düşünüyorum.

 

"Hey İlia sanırım yerini karıştırdın." Uzun buradan baktığımda bile saçları yumuşacık görünen kız kendine gel karı der gibi bana bakıyordu. Kızın yüzünün güzelliğini incelerken kıza cevap vermeyi unutmuştum. Kız ona nasıl bakıyorum bilmiyorum ama ürkmüş gibi gözlerini benden kaçırarak yüksek ihtimalle manyak diye mırıldanmış ve önüne doğru dönmüştü.

 

İlia senin hiç bir mimik oynamayan yüzüne kurban olurum.

 

Gözlerimi ondan umursamazca çekerek önüme baktım. Sınıf gittikçe doluyor benim hakkımdaki konuşmalar yavaştan azalmaya başlıyordu. Bu arada fark etmiştim de kimse yanıma oturmuyordu. Buna sevinsem mi üzülsem mi emin olamadığım için keyfime bakmaya karar verdim.

 

O sırada onu gördüm, biricik üzümlü kekim Diane.

 

Uzun kahverengi siyah saçları omuzlarından aşağıya salınıyor omzundaki çantasının sapını o kadar çok sıkıyordu ki gerildiği çok belliydi. Yüzü cidden çok güzeldi. Fındık kadar burnu ve kalp şeklindeki dudakları göz alıcıydı. Yanakları hafif pembeleşmişti. Gözleri yerde geziniyor direk insanlara bakmıyordu.

 

Sınıfa girdiği an tüm bakışlar ona doğru döndü. İki muhafıza sahip o meşhur kız. Benim hakkımda konuşmayı kesip Diane hakkında konuşmaya başlamaları saniyelerini bile almamıştı. Elimi masaya yaslayarak onu izlemeye başladım.

 

Sol taraftaki masalara doğru ilerleyip sağ tarafa bakmadan yürümeye başladı. Ön taraftaki tüm masalar hemen hemen dolu olduğu için en arkaya kadar yürümek zorunda kaldı. Yanı boş olan sıradaki kişiler bile çantalarını boş yere koyarak onun oturmasını engellediler. Bu gerçekten o kadar sinir bozucuydu ki.

 

Benim ön sıram boştu Diane ön sıramda durarak kimsenin oturmadığından emin olunca oraya oturdu. Kafasını bir çevirse ve en büyük zorbasını arkasında olduğu görse kalp krizi geçirebilirdi.

 

Yerimde geriye doğru yaslanarak Diane'nin kasılmış sırtını izlemeye başladım.Çantasından kitaplarını çıkartarak masasının üzerine koydu. Kafasını masadan çekmeden sanki kazığa oturmuş gibi öylece hareket etmeden önüne bakıyordu.

 

Herkesin gözlerini ayırmadan ona bakması ne kadar beraber bir durumdu. Nasıl hissettiğini az çok anlayabiliyordum.

 

Kafasını çevirip baktığında kendine olan düşmancıl ve aşağılayıcı bakışları görünce gözlerini yeniden masasına devirdi.

 

Gergin bir şekilde yerinde kıpırdandıktan sonra hareket etmeyi kesti. Omuzları rahatlamış gibi aşağıya düştüğünde zihninin içinden muhafızlarıyla konuştuğunu anlamıştım.

 

Çünkü her korktuğunda ya da gerildiğinde muhafızları onunla konuşarak onu sakinleştirirdi. Aslında şöyle bir baktığım zaman Diane de herkes gibiydi öyleyse neden bu kadar üzerine gidiliyordu. Tek sebebi onun konumuydu. Her zaman öyle olmazdıydı zaten.

 

Sırf basit bir çiftçinin kızının böylesi güce sahip olması herkesi öfkelendirmişti.

 

Tanrı neden daha iyi birini değilde Diane gibi birini seçmişti ki.

 

Kafamı daldığım Diane'nin sırtından çekerek sınıfın kapısından giren kadına çevirdim. Billienca Wistea upuzun sapsarı saçları omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Buz mavisi gözleri etrafta manidar bir şekilde gezinerek hafifçe burnunu kırıştırdı. Yine bu serserilerle uğraşacağım der gibi bir ifade gelip gitti yüzünde. O kadar kontrollüydü ki neredeyse bana öyle geldiğini düşünecektim.

 

Elini arkaya doğru uzatarak biri kapıdan geçsin diye beklemeye başlamıştı. Gözlerim Profesör Billienca'nın arkasından gelen çocuğu buldu. Simsiyah gece karası saçları uzun ve burnuna kadar geliyordu gözleri hiç bir şekilde gözükmüyordu. İlk dikkatimi çeken şey gözlerindeki siyah gözlük oldu. Yavaşça ilerlediğinde elinde uzun bir çubuk olduğunu fark ettim.

 

Yere sürterek yavaşça ilerlemeye başladı. Kafamı yana yatırarak baştan sonra simsiyah giyinen çocuğun tek beyaz şeyi olan tenine baktım. Ölü gibi bembeyaz bir tene sahipti, dışarıdan bakıldığında gerçekten ilgi çekiciydi.

 

Elindeki çubuğu yere sürte sürte ilerlemeye devam etti. Göremese bile nereye oturacağını biliyormuş gibi sol tarafa doğru gelmeye başladı. En öne oturmaya çalışmadı bile. Direk arka sıralara doğru ilerlemeye devam etti.

 

Gözlerim Diane'de gezindi sanırım onun yanına oturacaktı.

 

Çocuk yaklaştıkça burnuma garip bir koku geliyordu.

 

Daha önce hiç almadığım bir kokuydu buna rağmen bana bir şeyi çağrıştırıyordu. Gözlerim iyice yaklaşmış çocukta gezinirken onun kim olduğunu hatırlamaya çalıştım. Çocuk tam sıramın yanında durduğunda elindeki çubuk sıraya hafifçe çarpmıştı. Bir anda elini bana doğru uzattığında refleksle yana doğru kaydım. Böylelikle çocuğun eli oturduğum sandalyeye değdi. Eliyle hafifçe kontrol ederek yanıma oturdu.

 

Gözlerim ne olduğuna anlam vermez gibi çocukta gezindi.

 

"Sizi rahatsız ediyorsam kalkabilirim.?"

 

Çocuğu incelmeye o kadar dalmıştım ki konuşunca boşluğuma gelmişti. İstemeden irkildim. "Sorun yok." Umursamazca konuştum. Çocuk gözlüğünü çıkarmak için elini havaya kaldırmıştı ama eli öylece kala kaldı.

 

Sanki inanamıyor gibi kafasını bana doğru çevirdi ve öylece baktı. Tek sorun bana bakamıyor olmasıydı. Kafasının açısı biraz yanlıştı.

 

Göremiyor olması duyamadığı anlamına gelmediği için olsa gerek sesimi tanıdığında oldukça şaşırmıştı. Okulun zorbası İlia yanında oturuyordu. Yerinde gereğince kıpırdandı sanki kalkıp kalkmama arasında kalmış gibiydi. Çocuğu incelerken ona da mı zorbalık yaptım acaba diye düşünmeye başladım.

 

"Evet sevgili gençler seslerinizi keser ve bana odaklanır mısınız.?" Gözlerim bıçak kadar kesin olan sesin etkisiyle suspus olan sınıfta gezindi. Herkesin odak noktası kürsüde kendinden emin bir şekilde duran kadında gezindi.

 

"Geçen haftada da söylediğim gibi eşlerinizle yaptığınız bu çalışmadan aldığınız puan ikiye bölünerek eşit olarak size dağıtılacak, bu yüzden alabileceğiniz en yüksek puanı almaya çalışın." Dediğinde herkesin yüzünde oluşan yine mi ya ifadeyle düşünmeye başladım.

 

Yani herkesin bir eşi mutlaka vardı, bu ortağınla yapabileceğin bir dersti. Gözlerim sınıfı kısaca taradı herkesin eşinin olduğunu sadece Diane'nin yalnız oturduğunu fark ettim.

 

Gözlerim ona bakıp gülmemek için kendini tutan insanlarda gezindi. Sanki herkes ne olacağını biliyormuş ve bu durumdan çok zevk alıyormuş gibi davranıyordu.

 

Gözlerim etrafta gezinerek profesörü buldu. Kollarını göğüsünün altında toplayan kadın kısa bir şekilde Diane'de göz gezdirdi. "Bayan Katiana bana mı öyle geliyor yoksa sizin eşiniz yine mi yok.?" Diane gözlerini masaya dikerek sessiz kaldı. "Size eşinizle konuşmanızı söylemiştim derslere girmemesi dahilinde o da sizde sınıfta kalacaksınız bunun farkında mısın?"

 

"Kendisiyle konuşmaya çalıştım profesör ama nasıl bir karar vereceği hakkında bir fikrim yok." Dediğinde sınıfta gülüşmeler meydana geldi.

 

"Seninle oturmak istemediği için gelmiyordur belkide köylü." Diye mırıldandı biri ağzının içinde. Kafamı çevirerek kimin söylediğini anlamaya çalıştım. Kitapta okumak ve birebir yaşamak cidden farklı oluyormuş onu öğrenmiştim.

 

Farklılığın tek ortak yönü ise iki türlü de sinir bozucu olmasıydı.

 

Gözlerimi yanımda oturan eşime çevirdim, en azından eşim var yani görmese bile.

 

Elini çantasına götürerek dikkatle açtıktan sonra içine sokup biraz karıştırdı. Sanırım aradığı defterlerinin hangisi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elini sonunda çektiğinde gözlerim elinde tuttuğu lacivert deftere kaydı. Gözlerim defterin üzerindeki işlemelerde ve defterin tam ortasındaki armayı bulunca az daha tükürüğümde boğuluyordum.

 

Kitabın en büyük kayıplarından biri karşımda duruyordu.

 

Alex Wanberdic, Wanberdic ailesinin dahilerinden biri.

 

Bir gecede katledilen dahi Wanberdic ailesi.

 

Alt dudağımı ısırarak elimi başıma vurdum. Neredeyse kitabın orta kısımlarında olduğumuzu unutuyordum. Kitabın son kısımlarına doğru Wanberdic ailesi katlediliyordu. Hatta Prensesin doğum günü partisi gecesinde tüm ailenin öldürüldüğü haberi geliyordu. Öyle ki prensesin doğum günü daveti iptal ediliyordu.

 

Krallığın en önemli ailelerinden biri de Wanberdic ailesiydi. Nesiller boyu bu aileden bir çok bilim adamı ve dahi çıkmıştı. Kitaptan hatırladığım kadarıyla Alex'in ablası Madrigal Wanberdic gölgelerle ilgili olduğunu düşündüğüm çok önemli bir şey keşfediyordu.

 

Tam olarak neyi keşfettiği hiç ortaya çıkmamıştı yani en azından birinci kitapta yoktu. Ama Nilvera ve bana göre gölgelerle ilgili bir şeydi. Çünkü hiç kimse onları neyin öldürdüğünü bulamamıştı. Bir büyücü müydü yoksa gölge suikastcısimiydi. En çok şüphelenilen tür bu ikisi olmuştu.

 

Wanberdic malikanesine adımını atmak öyle kolay değildi. Her köşesi hem sıkı sıkıya korunuyordu hemde tuzaklarla doluydu. Bir çok dahinin bir arada yaşadığı yerden bahsediyorduk eğerki girmek bu kadar kolay olsaydı Wanberdic ailesinin öldürülmeleri imparatorlukta alarm verilmesine sebep olmazdı.

 

Bu yüzden Marcus ve diğer büyülerin imparatorluk emriyle göz altına alındığı ve orada işkence çektirilerek konuşturulmaya çalıştığı bölümler yaklaşıyordu.

 

İstemeden gergince yanağımın iç kısmını ısırdım. Kaçamak gözlerim yanımda oturan çocukta gezindi, onu gördüğümden beri o kadar çok düşünmüştüm ki masaya çarpan ellerle irkilerek masamızın yanındaki kadına döndüm.

 

Profesör Billienca sarı kısılmış kaşları ve çok dikkat dağıtıcı fiziğiyle bana bakıyordu. "Bayan İlia dedim ki masanızın üzerinde beliren karışım şişelerini tarifteki gibi sırayla boşaltın. Herkes başladı ama siz öylece duruyorsunuz bir sorun mu var.?"

 

Gözlerim masaya döndüğünde üzerindeki küçük küçük şişelere baktım. Ne ara masanın üzerinde belirmişti onu bile anlamamıştım. Yanımda sessizce duran Alex ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi.

 

Kafasını bana doğru çeviriyor sonra vaz geçerek karşıya bakıyordu. Sanırım kafasını bana doğru çevirmekten çekiniyordu. "Üzgünüm profesör dikkatim dağıldı bir daha olmaz." Profesör ağızını açtı ama geri kapatıp duraksayarak bana baktı. Az önce üzgün olduğumu söylemiştim ve profesör kesinlikle böyle bir şey beklemiyordu. Dudaklarını birbirine bastırarak beni baştan aşağıya inceleyerek baktı.

 

"Sorun değil Bayan İlia, tapınakta yaşanan kazadan sonra sizi sağ salim sınıfımda gördüğüme sevindim, konuşmak isterseniz ofisime uğrayabilirsiniz." Onaylar gibi kafamı salladığımda beklediğimden daha iyi bir şekilde alttan alarak masasına doğru ilerledi.

 

Gözlerim masanın üzerindeki renkli küçük cam şişelerinde gezinirken içimden ağlar gibi sesler çıkardım. Ben böyle şeylerde hiç iyi değilim.

 

Sınıfı havaya uçururum hocam nolur Alex tek başına yapsın.

 

Gözlerim yanımda oturan elleriyle yavaş yavaş cam şişelerin üzerinde gezdiren çocukta gezindiğinde vazgeçtim. Sanki onun bir şeyleri havaya uçurma ihtimali benimkinden daha fazlaydı.

 

Gözlerim profesörün hiç bir şey anlamadığım isimli karışımları teker teker söylerken aklımda tutmaya çalışıyor bir yandan da ön sıramdaki Diane'den kopya çekmeye çalışıyordum.

 

Olum İlia sen ki kötülerin kraliçesi, iyilerin kahramanından kopya çekecek kadın mıydın ya.?

 

Ne yapalım İlia hayat şartları çok zor.

 

Böyle şartlarda çekebildiğin kadar kopya çekeceksin.

 

Bir yandan Diane'yi izliyor bir yandan da İlia'nın anılarına göre Alex'le sırayla önümüzdeki şeffaf ağızı daha geniş ve büyük olan cam şişeye karışımlardan döküyorduk.

 

Gözlerim Alex'in yüzünde gezindi, gerçekten çok güzel bir erkekti. Yüzü bebek gibiydi ne bir leke ne bir sivilce hiç bir şey yoktu. Simsiyah gözleri sanki her şeyi görüyor gibi canlıydı ama göremediği yanlış karşım şişesine dokunup durduğundan belliydi.

 

Gözlerim önümdeki şişelerde gezindi anladığım kadarıyla mor renkli sıvıyı katmak zorundaydım ama Alex'de önünde kalan tek şişe olan turuncuyu katması gerekliydi. Önümdeki kullanım kılavuzuna göre mor ve turuncu ard arda gelmemeliydi. Bu bir çeşit tepkimeye neden olabilirdi.

 

Ben kullanım kılavuzunu okuyabiliyordum ama Alex okuyamıyordu. Sadece kokluyor sonra şişenin şeklini eliyle kontrol ediyordu. Hepsi birbirinden farklı olan şişeleri ezberlemiş olmalıydı, buna göre sıra ona geldiğinde koyuyordu. Tek sorun aynı şişeden iki tane olmasıydı ve Alex benim elimde tuttuğum şişeyi dökmeliydi.

 

En başta bir şeyleri yanlış yaptığımızı anlamıştım ama sorun etmemiştim. Sonuçta yanlış yapa yapa öğrenirdik ama şimdi uyarı işaretine sahip olan karışımı yapıyorduk. Bu durumda kim karışımı bozarsa o kişi ceza alıyordu. Altı ön sıramızda profesörün birini deli gibi azarladığını gördüm.

 

Tehlike işaretine sahip olduğu için büyük bir patlamaya neden olur muydu ki.?

 

Tereddütte kaldığım için Alex'e doğru hafifçe eğilerek ona değmeden şişemi onun şişenin önüne koydum. Alex fark etmesin diye neredeyse nefesimi tutuyordum, çok dikkatli bir şekilde onun şişesini alarak geri çekildim.

 

Gözlerim biri beni fark etti mi diye sınıfta gezinirken kimsenin bana bakmadığını herkesin önündeki karışımla ilgilendiğini görünce rahatlayarak geri yaslandım.

 

"Leydi İlia." Gözlerim hemen Alex'e doğru döndü. Farketmişmiydi ki, yani adam kör ama sağar değil ya.

 

"Sıra sizde."

 

"Ah evet döküyorum."

 

Gözlerimi kapatarak rahat bir nefes verdim. Karışımı kaldırarak ilk önce ben döktüm ardından da Alex döktü. Gözlerim masada bomba varmış gibi incelerken hiç bir şeyin olmadığını görünce rahatlayarak Alex'e baktım.

 

Alex çatık kaşlarıyla önüne bakıyordu, bir sorun olup olmadığını anlamak için karışıma baktım hafifçe rengi açılmıştı. İki üç kere burnundan nefes çekti ardından kendi kendine bir şeylerin yanlış olduğuyla ilgili mırıldandı. Gözlerim şişede gezinirken ne olduğunu anlamıyordum.

 

Yani patlamadığı sürece sorun yoktu bence.

 

"Rengi nedir.?"

 

"Efendim neyin.?" Kafasını hafifçe bana doğru çevirir gibi oldu dudaklarının garip bir şekilde hafifçe kıvrıldığını gördüm. Ya da bana öyle gelmiş olabilirdi. "Karışımın rengi."

 

"Ah şey değişiyor." Dediğimde kaşları havaya kalktı. Hafifçe öne doğru eğilip karışımı kokladı. Ne olduğunu anlamamış gibi tekrar kokladığında gözlerim karışımın içindeki köpürcüklere kaydı.

 

Hayır hayır sakın patlama.

 

"Bence geri çekilmelisin." Diye gergince mırıldandığımda tiner koklar gibi tekrar kokladı.

 

Oğlum patlayacak şimdi, tinerci misin geri çekilsene.

 

Köpürcükler bir anda yukarı doğru çıkmaya başladığında o kadar hızlı bir şekilde Alex'in kolu tutup geri çektim ki. Sırtı sertçe arkaya çarptı bir anda oturduğum yerden kalkınca Alex'de kalktı.

 

Şişe çatlamaya başlayıp gürültüyle patladığında Alex de bende geriye doğru çekildik. Kalkarken sandalyemizi geriye doğru ittirdiğimiz için arkadaki sıraya çarpıp durdu. Alex sıraya çarpıp dengesini kaybedince istemeden kolunu daha sıkı tutarak düşmesini engelledim.

 

Durum o kadar garipti ki. Sıranın üzeri batmıştı ve Alex'in oturduğu yerde batmıştı. Alex ve ben geriye doğru çekilmiş üstelik ben düşmesin diye de çocuğun koluna yapışmıştım resmen.

 

Tüm sınıf nasıl başardınız lan der gibi bize baktığında gülmemek için zor durdum. Ben demiştim karışım dersine girersem patlatırım bir şeyleri diye, kimse beni dinlemiyor ki.

 

Hızlıca yerimde diklenerek Alex'in kolunu bıraktım. Dengesini zar zor sağlayan Alex elini uzatarak tutunmaya çalıştı. Bir an elini tutup yadım edecektim ama herkesin bakışları üzerimde olduğu için vazgeçerek bize doğru gelen profesörün ona yardım etmesini bekledim.

 

Profesör hızla Alex'e ilerleyerek bir yerinde hasar var mı diye kontrol etti. Gözlerim herkesin bakışları eşliğinde yerimde gergince kıpırdandım. Hep bir ağızdan benim hakkımda konuşmaya başlayan sınıfın orasında üstelik ayakta durmak bana lise yıllarımı anımsattı.

 

İstemeden yerimde gergince kıpırdandığımda profesör bana doğru ilerlediğini fark ettim. Bedenim kaskatı kesildiğinde bana kızması için kendimi hazırlamaya çalıştım,"Bayan İlia bir yeriniz yaralandı mı.?" Dediğinde yüzüne bön bön bakmaya başladım.

 

Benim şokta olduğumu düşünen kadın ellerimi kontrol etti. Kollarımı da ederek bir yerimde bir şeyin olmadığından emin olunca gözlerime baktı.

 

Ne kadar garipti.

 

Bu sahnenin aynısını kendi dünyamda yaşamıştım ve o zaman gerçekten çok utanmıştım.

 

Öyle ki ağlaya ağlaya eve gitmiştim.

 

Sanırım o hocayı ve bana attığı tokatı asla unutamayacaktım. Alt tarafı devlete ait bir şeye zarar vermiştim üstelik isteyerek de olmamıştı ve tam olarak da benim suçum değildi. Buna rağmen bana sormadan başka birinin sözünü dinleyerek bana attığı o tokat, benim için bir çok şeyin başlangıcı olmuştu aslında şimdi fark etmiştim.

 

O günü hatırlıyorum da zar zor yutkunmuştum.

 

Cidden herkesin içinde vurmak zorunda mıydın.?

 

Evet hata yapmıştım ama cidden özelliklede onların önünde vurmak zorunda mıydın.?

 

"Leydi İlia bir yerinize bir şey oldu mu, her hangi bir şekilde yaralandıysanız revire gidelim." Gözlerim profesörün mavinin açık tonu olan gözlerinde gezindi. Beni inceliyor her hangi bir tepki vermemi sabırla bekliyordu.

 

Bir an dudaklarım titreyecek sandım ve profesör bunu fark etti. Dudaklarımı bir birine bastırdığım için titremiyorlardı ama o bunu fark etmişti. "Sorun yok gençler derse kaldığımız yerden devam ediyoruz." Diyerek üzerimdeki dikkatleri dağıtarak herkesi önüne dönmeye ikna etti.

 

Üzerimdeki gözler azalınca rahatlayarak omuzlarımı gevşetmeye çalıştım. Gözlerim Diane'nin olduğu yere kayınca göz göze gelmeden gözlerin hızla benden kaçırarak önüne döndü.

 

Sakin ol kız yemem seni.

 

Masaya doğru ilerleyerek masanın üzerine baktım yani dokunmazsak sorun olmazdı büyük ihtimalle ama oturmak için cidden pisti özellikle de Alex'in yeri. Gözlerim ona doğru döndüğünde yüzünde düşünceli bir ifade vardı kaşları çatık ve rahatsız olmuş gibiydi.

 

Onun oturacağı yere ne koyacağımı düşünürken o oturmak için hamle yapınca şaşkınca ona baktım. Cidden oturacak mıydı pis olsa bile.?

 

Dur bir dakika pis olduğunu bilmiyor ki.

 

Tam oturmaya hazırlandığında kolunu tuttum. Yine kolunu tuttuğumu fark edince hemen bıraktım, Alex beni anlayamıyor gibi bir ifadeyle baktığında, "Yer değiştirelim o tarafa oturmak istemiyorum." Dediğimde sessiz kalarak öylece durdu. Biraz düşündükten sonra benim oturacağım yere doğru bir adım kayarak elini uzatıp bir şey var mı diye kontrol etti. Tek kaşımı kaldırmamak için zor durdum.

 

Cidden mi.?

 

Seni zorbalamaya çalıştığımı mı düşünüyorsun.?

 

Çok mantıklı bir hareket Alex seni taktir ettim. İlia'dan bahsediyorduk sonuçta ona güven olmazdı. Büyük ihtimalle o burada olsa seni oraya kesinlikle oturturdu.

 

Kendine gel Ayliz, İlia sensin.

 

Olduğum yerde durarak acı gerçeği bir kere daha zor da olsa kabul etmeye çalışarak üzerimdeki ceketi çıkartıp sandalyeye koydum. Ardından oturarak inşallah eteğime geçmez diye dua etmeye başladım.

 

Dersin sonuna kadar Alex ve ben put gibi oturup durduk. Alex önüne bende onun simsiyah saçlarına bakıp durdum. Son iki ders Billienca'nın olduğu için dersi bölmeden işlemişti. Şimdi ise ödevleri verip dersten çıkmıştı giderken bana garip bir bakış atmayı da ihmal etmemişti.

 

Yanımdaki Alex yavaşça kalarak çantasını omzuna asıp çubuğunu açtı. Gözlerim Diane'nin çantasında gezindi, derste lavaboya diye çıkmış bir daha geri dönmemişti bu yüzden son saate kadar kalmıştım gelip çantasını almayacak mıydı acaba.?

 

Yerimde rahatsızca kıpırdanarak Alex'e geçmesi için yer verdim. Alex ileriye doğru bir adım atıp hafifçe durdu bana bir şey diyecek gibi omzunun üzerinden hafifçe baktı ama vaz geçerek ilerleyerek sınıftan çıktı.

 

Çocuğun konuştuğu zaman dilimi yok gibiydi, iki derstir toplasam on kelime bile söylememişti.

 

Bu çocuğu kesinlikle Nilvera'ya göstermem gerekiyordu çok güzeldi, bebek yüzlü erkekleri bir ayrı severdim. Yerimde sallanarak etrafa baktım gelip giden kimse yoktu. Sınıf tamamen boşalmıştı ve ben Diane'nin çantası ile baş başa kalmıştım.

 

İki saat daha beklememe rağmen gelmediğinde kalkıp çantasını topladım. Sırasının altındaki defterlerini çantasına atarken bir defter gözüme çaptı, hızlıca çantasını alıp sınıfan çıktım.

 

Kendime defalarca çantasını kurcalama diye telkin vererek koridorda onunla karşılaşır umuduyla yavaş yavaş yürüdüm. Yinede bir türlü onunla denk gelememiştim, ne yapsam diye düşünürken aklıma çantasını Muhafızlarına vermek geldi.

 

Hemde romanın içindeki en sevdiğim iki karakteri görme şansım vardı.

 

Saçmalamayın tabikide o ikisini görmek için çantasını götürmüyorum hepsi iyilik adına.

 

Hızlıca boşalmış akademi içinde gezerek ön bahçeye ilerledim. Tüm gün boyunca derslere girmeyip akademiyi gezmenin iyi tarafı buydu hemen hemen etrafı öğrenmiştim. Gözlerim boşalmış akademide gezindi sabahki kalabalıktan eser kalmamıştı ama yinede etrafta baya kişi vardı. Sınır çizgisinin dışında bekleyen Muhafızlara baktım.

 

Gözlerim istemeden ilk onu buldu Denzel'in uçuşan bembeyaz saçlarını, önündeki muhafızla bir şeyler konuşuyordu sanki beni hissetmiş gibi ben bir adım atmadan bana doğru döndü. İlia Denzel'le arasındaki bağı kısıtlamış olsa bile Denzel hala İlia'yı hissedebiliyordu.

 

Ama İlia muhafızının varlığını hissedemiyordu, bunun nasıl bir his olduğunu çok merak diyordum. Nilvera çok garip hissettirdiğini söylemişti. Alışık olmadığı içinde hep Ahzee'den kaçıyordu.

 

Yavaşça bahçede ilerledim, genelde Diane'nin muhafızları onu hep bahçenin sağında beklerdi. Gözlerimi o tarafa çevirdim tam da okuduğum gibiydi ikiside orada öylece duruyordu. Muhafızların da muhafızlara bakışları ilginçti.

 

İki muhafızın tek bir kişi tarafından çağrılması muhafızlar içinde değişik bir durumdu.

 

Nadirdi ve çok da özledi.

 

Yavaşça onlara doğru ilerlemeye başladığında kalbim o kadar hızlı atıyordu ki. Neredeyse kendi kulaklarımda duruyordum. Çok garip bir durumdu defalarca kez okuyup hayalini kurduğum o iki karakter karşımdaydı.

 

Gözlerim ilk Joshep'i buldu. Arkasındaki ağaca yaşanmış ayağını yere vurup duruyordu, yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Üzerinde diğer muhafızlar gibi üniformaya benzer kıyafetler vardı. Zırha benziyordu kıyafetleri, sanki her an savaşmaya hazırmış gibiydi.

 

Uzun çenesine kadar gelen kahverengi saçları çok güzeldi. Ortalama iri denebilecek bir omzuma sahipti, kolları kaslıydı o harika bir mızrak savaşçıydı ama onun için iş ciddi değilse kılıç kullanmayı tercih ediyordu. Uzaktan bakıldığında bile kollarının ne kadar güçlü olduğu anlaşıyordu. Sağ kulağında sallanan bir küpe vardı, rüzgar estikçe saçlarıyla beraber o da salınarak ses çıkarıyordu.

 

Gözlerim onun yanında kolları göğsünün altında bağlanmış dalgınca tepesindeki ağacın yapraklarına bakan Lucius'u buldu.

 

Gri saçları Joshep'den daha kısaydı, bir sağa bir sola giderek iyice dağılmıştı. Ben onlara doğru adım attığımda hissetmiş gibi kafasını kaldırıp bana doğru baktı.

 

Onun ela gözleriyle göz göze geldiğimde o kadar zor yutkundum ki. Çok garipti gerçekten karşımdaydı. Kendimi en sevdiğim şarkıcının konserine gitmiş onunla göz göze gelmiş gibi hissediyordum.

 

Lucius onlara doğru ilerlediğimi gördüğünde anında beni inceledi, Diane'nin çantasını fark ettiğinde yerinde kıpırdandı. Onun hareketlendiğini fark eden Joshep'in de bakışları bana doğru döndü.

 

Kaşları anında çatılarak bana bakan Joshep benden hiç haz etmediğini fazlasıyla belli ediyordu. Gerçi o soylu insanların hiç birinden hoşlanmıyordu.

 

Yaslandığı ağaçtan diklenerek Lucius'la aynı hizaya geldi.

 

Şimdi ikisininde neden elimde Diane'nin çantasını tutuşumu sorgular bakışlarıyla karşı karşıyaydım. Onlara doğru iyice yaklaşarak sınırı geçtim. Çantayı yavaşça uzatarak Lucius'un almasını bekledim.

 

Gözleri kısık bir ifadeyle çantaya bakan Lucius tek kaşını kaldırarak, "Efendimin çantası neden sizde Leydi.?" Diye kibarca sordu.

 

Evet çatık kaşlarıyla baksa bile kibarca sordu, o her zaman nazik biriydi yani en azından efendisine karşı öyleydi. Kibar olmasına rağmen onun da benden hoşlanmadığı çok belliydi.

 

En sevdiğim karakterler beni sevmiyor, bundan daha acı verici bir şey olabilir mi.?

 

"Leydi Diane dersten çıkıp geri gelmediği için çantasını getirmek zorunda kaldım. Almayı düşünüyor musun.?" Sakin bir sesle hadi der gibi Lucius'un yüzüne baktığımda şüpheyle çantaya bakıp sanki Diane'ye zarar vermişim gibi ters ters bakmaya başladı.

 

Çantayı almak yerine yüzüme bakmaya devam ettiği için elimi aşağıya doğru kaydırarak çantanın yere yakınlaşmasına neden oldum. Lucius o kadar hızlı bir şekilde çantayı tuttu ki irkildim.

 

Elime değen eliyle sanki elektrik çarpmış gibiydi titredim. Göğüsüme oturan ağrıyla istemeden yerimde sallandım. Gözlerim deli gibi yanmaya başladığında sanki yer ayaklarımın altından kayıyordu. Bedenim geriye doğru sendelediğinde beni ilk tutan Lucius oldu. Çatık kaşlarıyla iyi olup olmadığımla ilgili bir şeyler sorduğunu duyuyordum ama sesler o kadar boğuk geliyordu ki.

 

Ayaklarım beni taşıyamayıp iyice çökmeye başladığında bu sefer tüm bedenimi sarıp sarmalayan kolların kim olduğunu anında anlamıştım. Denzel'in endişeli sesi kulaklarıma doldu.

 

"Leydi İlia nefes alın.?" Diyene kadar nefesimin kesildiğini bile fark etmemiştim. Defalarca ciğerlerime nefes çekmeye çalıştığımda sanki boğuluyor gibi bir acı ciğerlerime yerleşiyordu.

 

Bu öyle bir acıydı ki kalbim patlayacak gibiydi. Her nefes alamaya çalıştığımda bıçaklar ciğerlerimi delik deşik ediyordu sanki. Elimi acı içinde inleyerek göğsüme bastırdım. Kaş katı kesilmiş bedenim ve etrafıma toplanan insanların içinde çaresizce çırpınmaya başladım.

 

Ne oluyordu bir çeşit kriz falan mı geçiriyordum.?

 

İnsanlar durmadan gözlerimden bahsedip duruyordu ne olduğunu anlamıyordum ama aynı zamanda gözlerim deli gibi acıyordu. Gözlerimi ne kadar kapatmak için çabalarsam çabalayayım kapanmıyordu.

 

İnsanların sesleri zihnimden silinmeye başladı bu öyle bir şeydi ki tüm tüylerim diken diken oldu. İstemeden kafamı gökyüzüne doğru çevrildiğimde nefes almayı bırakmıştım. Her şey bir anda yok oldu.

 

Sanki gözlerimin önüne sis çekilmiş gibi hiç bir şey göremiyordum. Gittikçe daha fazla nefesim kesilirken göğsüme elimi bastırdım. Çaresizce etrafa baktığımda sanki bembeyaz bir sonsuzluğun içine hapsolmuş gibiydim.

 

Hiç bir şey ve hiç kimse yoktu. Öylesine etrafta yürümeye başladım. Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum ama sonunda bir şeyler görmeye başladım. İlk gözüme çarpan simsiyah merdivenler oldu.

 

Tereddütlü adımlarla merdivene yaklaşarak aşağıya baktım.

 

Aşağıdan boğuk boğuk sesler geliyordu, içime yerleşen hisle duraksadım. Ne haltlar döndüğü hakkında hiç bir fikrim yoktu. Yinede aklıma gelen tek şey bunun bir görü olduğuydu.

 

Yani bir çeşit görü transına girmiş olabilirdim.

 

İyide böyle bir şey mümkün müydü ki.?

 

Sanırım merdivenleri inmeden öğrenemeyecektim. Yavaş adımlarla aşağıya indiğimde gözlerim kocaman bir havuzda gezindi. Burası akademinin bodrumu aynı zamanda da yüzme salonu olmalıydı.

 

İlk gözüme çarpan şey büyük havuzun önündeki insanlardı. Ne yaptıklarını anlayamadığım için onlara doğru ilerlemeye başladım. Yanından geçtiğim sarı saçlı kıza doğru döndüm. Siması çok tanıdık geliyordu sanki onu daha önce görmüş gibiydim.

 

Kız yerinde rahatsızca kıpırdandı,"bence bu kadar yeter Olric." Dediğinde gözlerimi onun gözlerinden çekerek herkesin baktığı yere baktım.

 

Olric diye seslendiği çocuk önündeki kızın kafasını havuzun içine doğru bastırıyordu.

 

Garip bir göz rengi vardı, neredeyse gözlerinde yılanlar hayat bulmuş hatta çıldırmış gibi ters bir şekilde kıza döndü. "Ne oldu Bethany bir anda sende İlia kaltağı gibi iyilik meleği mi olmaya karar verdin.?"

 

Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, hızla kıza doğru döndüm. Romanın ikinci kötü kadını Bethany Qelia karışımda duruyordu.

 

O gereçten çok güzeldi. Sapsarı dalgalı saçları bukleler halinde beline kadar dökülüyordu. Masmavi gözleri bu durumdan hiç hoşlanmadığını belli eder gibi çocuğa baktı. "Aptallaşma Olric kızı öldüreceksin, onu zorbalıyoruz ama bu biraz ağır kaçıyor." Dediğinde Olric diye seslendiği çocuk öyle bir kahkaha attı ki. Tüylerim diken diken oldu resmen.

 

"Ne oldu aynı tapınakta kaza geçirince ona karşı sempati mi beslemeye başladın.?" Dediğinde boğduğu kızın Diane olduğunu anladığımda başımdan aşağıya kaynar sular boşaldı sanki. Korkuyla çaresizce çırpınan Diane'ye doğru yaklaştım. Elimle ne kadar çocuğu ittirmeye çalışırsam çalışayım elim öylece içinden geçip gidiyordu. Ellerimin titremesini durduramıyordum neredeyse ağlayacaktım.

 

Diane öylesine çırpınıyordu ki, göğsüm yarılacak gibiydi. Olric Diane'nin kafasını sudan çekerek çıkardı. Yanaklarından yaşlar dökülen Diane deli gibi öksürüyordu.

 

Olric'in arkasında kaşları çatık bir şekilde gözlerin kaçıran Green'i gördüm. Sanki bu manzarayı görmek ona bir şeyleri hatırlatıyor gibiydi. Yüzündeki ifade durmadan değişiyordu.

 

Green'in yanındaki çocuk olanlardan o kadar zevk alıyordu ki sanki çok iyi bir şey yapılıyormuş gibi kıkırdayıp duruyordu.

 

Gözlerim Olric'in arkasında gergince bacağını sallayan diğer çocuğu buldu, habire Olric'i uyarıp duruyordu.

 

O bu kadar yeter dedikçe Olric daha da öfkeliymiş gibi tekrar Diane'nin başını suya soktu. Diane ciğerlerine öksürmekten doğru düzgün nefes bile çekememişti.

 

Gözlerim deli gibi acırken bağırmaya başladım.

 

Ben ne kadar ağzımı açıp bağırırsam sesim yok oluyor gibiydi. Kendi sesimi duramıyordum ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde bir sağa bir sola bakmaya çalıştım. Defalarca kendime gelmek için çırpınmama rağmen işe yaramıyordu.

 

Gözlerim deli gibi çırpınan Diane'yi bulduğunda gözlerimin önünde onlarca anı beliriyordu. Sanki o zamanlara geri dönmüş gibiydim.

 

Hayatımın en kötü zamanları olan lise yıllarıma.

 

Lütfen uyanmama yardım et.

 

Biri uyanama yardım etsin.

 

"Leydi İlia nefes alın sorun yok, güvendesiniz." Birinin defalarca adımı seslendiğini duyduğumda gözlerim indiğim merdivenlere doğru kaydı. Ses merdivenlerin yukarısından geliyordu.

 

Hızla ileriye doğru atılarak merdivenleri çıkmaya başladım. Bembeyaz ışığı görebiliyordum koşarak kendimi dışarıya beyazlığa doğru attığımda bir anda irkilerek gözlerimi kırpıştırdım.

 

Tüm bedenimde oksijen tükenmiş gibi nefes almaya çalıştığımda Denzel'in kaskatı kesilmiş yüzünü gördüm. Deli gibi titreyen ellerimle onun koluna yapıştım. Denzel'in iri bedeni ilk defa beni sarıp sarmaladı. O nefes al dedikçe ciğerlerime nefes çekerek sakinleşmeye çalıştım.

 

Bu o kadar korkutucu bir şeydi ki, az önce ruhum bedenimden çıkıp başka bir yere gitmişti. Bir kahinin böyle şeyler yapabilmesi normal miydi.?

 

Gerçi İlianna bunu öğrenecek kadar uzun yaşayamamıştı. Eğerki ölmeseydi gerçek potansiyelini bulabileceğinden hiç şüphem yoktu.

 

Ya İlia'nın gerçek potansiyelini bilen biri varsa ve bu yüzden öldürüldüyse.

 

Aslında İlia'nın ölmemesi gerekiyorsa bende bu yüzden bu bedenin içine girmişsem.

 

Ya benden gerçekten istenen şey İlia'yı olabildiğince hayatta tutmamsa.

 

Bu durumda benim tam olarak ne yapmam gerekiyordu.?

Loading...
0%