@cornelianews
|
18.Bölüm
..📖.. Bazı anılar vardır, asla unutulmaz. Ne kadar unutmak istersen o kadar yerleşir zihnine. O anlardan ve o anların bende bıraktığı etkilerden ne kadar kaçarsam kaçayım bana defalarca aynı hissi tattıran, belki düşman belkide dost olan içimdeki o karanlık kısım. O kısmı çok uzun yıllardır susmaya mahkum bıraktığım için mi şimdi avazı çıktığı kadar bağırıyordu.? Ne kadar uzaklaşırsam o kadar yakınımda hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum. Yavaşça yakınıma gelip kulağıma fısıldıyor. "Tıpkı o zaman olduğu gibi, bana yine arkanı mı döneceksin.?" Karanlık onu görmemi istiyordu bende her zaman olduğu gibi onu zihnimin en havasız, karanlık ve rutubetli yerine hapsettim. Ama kendimde unuttum o karanlığın aslında benden bir parça olduğunu. Ve karanlığı karanlığa hapsettim, oysaki onun da karanlıktan korkup korkmadığını sorabilirdim. Tıpkı bana sorulmadan hapsedilen benliğimin yaşadığı gibi. Şimdi soruyorum kendime onlardan ne farkın var.? Sende en az onlar kadar zorbasın. *** Sesler fısıltılar ve gözler. İnsanların yargılayan bakışlarından kaçmak kadar zor bir şey var mıydı hayatta.? Gerçi bu soruyu benim cevaplamam gerekirdi, tüm hayatımı bu bakışlardan kaçmak için harcamamış mıydım.? Tüm hayatım insanların bakışlarından kaçmaya çalışmakta geçmişti, bu da o anlardan biri değil miydi.? Bu anı diğerlerinden farklı kılan neydi acaba.? Başka bir evrende olmak mı yoksa başka bir bedende olmak mı.? Yoksa tüm bakışlara siper olan iri omuzların beni sıkıca sarması mı.? Biliyor musun Denzel, babamda insanların bakışlarından beni korumak için sıkı sıkı sarılırdı. "Leydi İlia sorun yok geçti." Evet Denzel geçti ve ilk defa bu kadar kısa sürdü. Bu dünyanın insanları bir başka insanın olmasını istediği tipteki insanlar olduğu için mi böyleydiler. Gözlerim Lucius'u buldu. Etraftaki insanları uzaklaştırıyor olabildiğince bana alan açmaya çalışıyordu. Joshep'de çatık kaşlarıyla insanlara bakıyor benim hakkımda bu durumda bile konuşmaya devam etmelerine hayret ediyordu. Titreyen ellerime Denzel'den destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Denzel çatık kaşlarıyla yüzüme bakıp kalkmamam gerektiğiyle ilgili konuşmaya devam ettiğinde gözlerim etrafta gezindi. Diane biricik üzümlü kekim. En başta kadın ana karakter olduğu için böyle şeyler yaşamasının kitabın akışı için normal olduğunu düşünmüştüm bu basit bir roman da olsa hiç kimse böyle şeyler yaşamaya mecbur kalmamalıydı. Dişlerimi sıkarak titreyen bacaklarımla ileriye doğru bir adım attım. Denzel kolumu sıkıca tutarak hareket etmemi engellemeye çalıştı. Kafamı çevirerek ona baktım, yüzümde nasıl bir ifade gördü bilmiyorum ama kolumu bıraktı. Parmakları yavaşça gevşeyerek tenime sürtünüp ayrıldı. İlk defa ağızını açtığını gördüm, bir şey diyecek gibi oldu ana susmayı tercih etti. Sormaktan korktuğu için miydi yoksa duyacağı cevaplara hazır olmadığı için mi.? Titreyen bacaklarımla insanların arasından geçerek bulanan midemi yatıştırmak için ard arda yutkundum. İlia'nın zihnini kurcalıyor bodrumun yolunu hatırlamaya çalışıyordum. Lenora'yla gitmediğimiz yerlerden biriydi. Bu yüzden nereden gidildiğini bilmiyordum. Akademinin içinde üstü başı dağılmış bir şekilde koşturduğum için olsa gerek tek tük insanlar durup yüzüme şaşkınca bakıyordu. Koşarken ayaklarım titredi düşecek gibi oldum bu yüzden birine çarptım. Bedenim hafifçe sarsıldığında çarptığım kişiye döndüm. Simsiyah saçlarından onun Alex olduğunu anında anladım. Endişeyle bir yerinde bir şey var mı diye inceledim. Alex'in yanındaki çocuk onu kolundan tutarak düşmesini engellemişti. Çatık kaşlarıyla bana doğru dönen lacivert saçlı çocuk bağırmak için ağzını açtığında yüzü garip bir hal aldı. "Hey burnun kanıyor." Elim bir anda burnuma gittiğinde parmaklarıma değen sıcacık sıvıyla gözlerimi kırpıştırdım. Gerçekti gördüğüm o görü yaşanacak bir şeydi.? Tıpkı ormanda gölgeden kaçmam gibi gerçekti ve görü gördüğüm zaman burnum kanıyordu. Yani sevinsem mi üzülsem mi bilemediğim için koşmaya başladım. Sonra üzülürdüm önceliğim biricik ana karakterimizin güvenliğiydi. Arkamdan Alex'in o kim dediğini ve çocuğun ismimi söylediğin duydum. İnsanların bakışlarını boş vererek koşmaya başladım. Eğerki gerçekse gördüğüm görüde Diane'nin kalp atışlarının zayıfladığını hissetmiştim. Bu da onun kalbinin durma ihtimali olduğunu gösteriyordu. Diane kurban olduğum, koruyucu meleğim geliyor dayan. Akademide deli gibi koşarak ilerlerken göğüsüme garip bir his yerleşti. Sanki ılık bir şey kıpırdanıyor gibiydi. Olduğum yerde durup ciğerlerime nefes çekerken kafamı çevirerek büyük siyah bir kapı gördüm. Kalp atışlarım hızlandığında kapıya doğru ilerleyerek hızla açtım. Açtığım kapı geriye vurup ses çıkardığında gözlerim tıpkı görüdeki gibi simsiyah merdivenlerde gezindi. Bu kahin hislerinden hoşlanmaya başlamıştım. Hızla merdivenlerden iniyor bir yandan da kolumla kanayan burnumu siliyordum. Kuşağıma konuşma sesleri geldiğinde daha hızlı inmeye başladım. "Bence bu kadar yeter Olric." Olric'in arkasında gergince bacağını sallayan çocuk görüdekiyle aynıydı. Hızla o tarafa koştuğumda herkesin bakışları bana doğru döndü. Bethany sapsarı saçları omuzlarından aşağıya dalgalanırken bana doğru döndü. Beni görünce şaşırarak yüzüme baktı. Seni yüzüne ne oldu lan der gibi gözlerini kırpıştırdığında hızla Olric'in üzerine yürüdüm. Beni gördüğü an gözlerinin rengi değişmişti sanki. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. "Vay vay seni buraya getiren nedir Leydi İlia." Anan dememek için zor durarak kolunu Diane'nin saçlarından çekmeye çalıştım. Çatık kaşlarıyla yüzüme bakıp öylece gülümsedi. Lan manyak öldüreceksin bırak kızı. "Bırak kızı öldüreceksin." "Hiç bir halt olmaz ona merak etme, tanrıça onun tarafında değil mi zaten." Ağzım şaşkınca açıldığında Olric'in arkasındaki çocuk "Olric kız haraket etmiyor." Diye bağırdığında Olric Diane'nin saçlarını bıraktı. Diane geri çekilmek yerine havuzun içine düştüğünde Bethany korkuyla karışık bağırdı. "Öldü mü.?" "Ölmüş olmasın.?" "Gidelim." Green'nin yanındaki gülen çocuğun bile suratı sertleşti. Şoka girmiş gibi gözüken Green'i sarsarak gidelim diye bağırıp merdivenlere doğru ilerlediler. Şaşkınca onlara baktım, cidden onu bırakıp gidecekler miydi.? En sona kalan Bethany havuza doğru ilerlediğinde Olric kolunu sertçe tutarak merdivenlere doğru çekiştirdi. Ciddi ciddi gittiklerinde titreyen ellerime şaşkınca havuza baktım. Diane gittikçe daha fazla dibe batıyordu. Tüm bedenim deli gibi titrediğinde ağzıma giren kanı bile umursayamıyordum artık. Kalp atışlarım kulaklarımda yankılanırken kendime düşünme fırsat vermeden bir anda ileriye doğru kendimi havuza attım, bedenim buz gibi suyla buluştuğunda burnumdan akan kan havuza dağılmaya başladı. Hızla kendimi dibe doğru iterek Diane'nin eline ulaşmaya çalıştım. Parmaklarım onun parmaklarına değdiğinde bir kere daha kendimi ileriye doğru atarak Diane'nin kolunu tuttum. Onu kendime doğru çekerek kollarımı etrafına sardım. Bir yandan onu bir yandan kendimi çekerek yüzeye çıkmaya çalıştım. Tekrar tekrar deneyerek sonunda suyun yüzeyine çıktımda derin derin nefesler aldım. Diane'yi havuzun kenarına yaslayarak kalçasından ittirip havuzun dışına kenarına yatırdım. Kollarımla kenardan tutunarak dışarıya çıkmaya çalıştım ama kollarımdan tüm güç gitmiş gibiydi. Ağlamamak için kendimi zor tutarken, ayaklarımla havuzun kenarından destek alıp bir kere daha çıkmayı denedim. Bu seferki deneme başarılı olduğunda ilk işim Diane'nin üzerine çıkıp kalp masajı yapmak oldu. Yüzümden akan suların arasında benim kanımda vardı. Burnumdan deli gibi kan damlıyordu. Titreyen ellerimle ona kalp masajı yapmaya başladım. Hiç bir işe yaramadığını gördükçe korkuyor daha hızlı yapmaya çalışıyordum. Bir anda bedeni titreyip sarsılmaya başladığında rahatlayarak zar zor bende ciğerlerime nefes çektim. Diane deli gibi öksürerek gözlerini kırpıştırdığında kendimi yanına zemine sertçe bıraktım. Sırtım soğuk zemine değince titreyen bedenimi serbest bıraktım. Kulağıma dolan son sesler merdivenlerden inen insanların bağırışları ve Diane'nin adımı fısıldar gibi söyleyişi oldu. Ve ruhum karmaşık bir anıya doğru yola çıktı. *** Gözlerimi yavaşça kırpıştırarak açtım, ne olduğunu anlamak için sağa sonra da sola dönerek etrafıma baktım. Her yer bembeyazdı yine bir görünün içinde olduğumu düşünerek olduğum yerde durup derin bir nefes vererek kollarımı göğüsümde topladım. Kardeşim vallahi artık yoruldum. Beş dakika dinlenmeme izin ver kurbanın olayım. Olduğum yerde durmaktan sıkıldığım için trip atar gibi omzumu silkip yere oturdum. Kaç dakika böyle oturdum bilmiyordum ama değişen hiç bir şey olamamıştı. Yani illa diyorsun ki ilerleyip görmen lazım. İki dakika daha durarak kendimce protesto yaptıktan sonra oflayarak ayağı kaldım. Beyaz bir kutuda gibi hissediyordum kendimi tek sorun ilerledikçe ilerleyen bir boşluk olmasıydı. Yavaş yavaş ilerlememe rağmen karşıma hiç bir şey çıkmayınca sinirlenerek tekrar yere oturdum. Kendi kendime mırıldanarak söverken duyduğum ağlama sesiyle irkilerek arkama baktım. Hemen önünde benim sığabileceğim bir oyuk vardı sanki beyaz sonsuzluğu delen bir resim gibi görünüyordu. Bu tıpkı bir anda beliren o siyah merdivenler gibiydi. Sıkıntılı bir nefes alarak oyuğun içinden geçerek elime etrafa dokundum. Sanırım bir çeşit ağacın içindeydim ve biraz daha ilerimde ağacın içinden çıkabileceğim boyutta bir delik daha vardı. Yavaş ve dikkatli bir şekilde ağacın içinden çıktığımda gözlerim simsiyah ağaçlarda gezindi. Kocaman bir ormandaydım gökyüzü kapkaraydı ve gecenin bu saatinde ormanın içinde ağlayan çocuk sesleri yankılanıyordu. Bir yanım kaçıp gitmek isterken bir yanım kaçmak yerine gidip onları bulmak istiyordu. Yani bu bir görüyse beni göremezlerdi yinede ben onların kim olduğunu bulup onlara yardım edebilirdim. Kendi kendimi cesaretlendirerek yavaş adımlarla ağlan çocukların seslerine doğru ilerledim. Ay ışığı karanlık ağaçlara vuruyor onları sanki canlıymış gibi gösteriyordu. Çocukları bilmem ama ben birazdan ağlamaya başlayabilirdim. Tedirgin bir şekilde ilerlediğimde gözlerim o ağacı buldu. Anında dudaklarımdan kaçan küfürle gözlerim kocaman açıldı. Görüde gördüğüm dallarında kafa tasları ve gövdesinde yüzü olan ağaç tam karşımda duruyordu. Tek sorun şuan gövdesinde yüzü yoktu ve dallarında da korkutucu kafa tasları olmamasıydı. Titrek bir nefes alarak etrafa tereddütlü bir bakış attım. Her an bir yerden gölge çıkıp üzeme saldırsa şuracıkta sen beni öldürme abi ben ölürüm diyip kalpten gidecek potansiyelim vardı. Gözerim ağacın oyuğuna sığınmış iki küçük çocuğu buldu. Biri durmadan ağlıyordu diğeri ise acı çeker gibi inleyip duruyordu. Korkularımı geride bırakarak bunun bir görü olduğunu kendime defalarca söyleyip çocuklara doğru ilerledim. İkisine doğru yaklaşıp ne yaptıklarına baktım. Çocuklardan biri sanki bir şey onu boğuyormuş gibi çırpınıp duruyordu ve diğeri deli gibi titremesine rağmen asla onu bırakmıyordu. Sıkı sıkı sarılarak ağlamaya devam ediyordu. Ne yapacağımı bilmediğim için endişeyle çocuğa baktım. Elim istemeden çocuğun omzuna doğru gittiğinde bir anda kolumu tutan çocuk ağlamayı kesti. Kolumu o kadar sert tutmuştu ki sanki kemiklerimi kırmak üzeriymiş gibiydi. Kafasını kaldırdığında ay ışı tam üzerimizde vurdu. Gözlerini gözlerimin içine diktiğinde deli vibi titremeye başladım. Onu tanıyordum, onu çok iyi tanıyordum çünkü o İlia'nın ta kendisiydi. "Ondan uzak dur." Bağırarak beni ittirdiğinde geriye doğru savruldum ama yere düşmedim. Gözlerim şaşkınca çevirerek küçük İlia'nın nefretle baktığı tarafa hemen arkama doğru döndüm. Beni ittirmesin rağmen yere düşen garip yaratığa bakarken kalp krizi geçiyorum sandım. Öylesine korkunç görünüyordu ki deli gibi titremeye başladım. Sanki İlia'nın tüm anıları iç içe girmiş gibi ağlamaya başladım. Korku. Daha önce hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Uyan uyanmam gerekiyor. Korkuyla çıktığım o ağacı aramaya başladım. İlia ve Lenora'nın küçükken ormanda kaybolup on iki gün boyunca bulunamadığı o anıdayım yani ben geçmiş bir anıyı görüyordum. Ve o kadar çok titriyordum ki. Ağacı gördüğüm gibi sanki bir şey peşindeymiş beni yakalaması an meselesiymiş gibi can havliyle ağacın içine girmeye çalıştım. Bir anda arkamdan bir şey beni tuttuğunda arkama bakmaya o kadar korkuyordum ki. Çığlık atmaya başladım. Uyan uyanmak zorundasın. Lütfen uyanmak istiyorum. "Leydi İlia buradayım sorun yok sadece nefes alın." Gerçek değilsin. Gerçek değilsin. Bedenimi geriye doğru hafifçe yaslayarak dirseğini son hızla geriye doğru vurdum. Beni tutan her neyse ona o kadar hızlı vurdum ki dirseğim acımaya başladı. Beni tutan o şeyden kurtulduğun gibi beyaz boşluğa adım attım. Nefes nefese gözlerimi açtığımda gözlerine çarpan ışıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Sorun yok Leydi İlia şuan da güvenden akademinin revirindesin ve muhafızında hemen yanında bu yüzden beni duyuyorsan iki kere gözlerini kırpıştır İlia." Gözlerimi kırpıştırmaya çalıştığımda aynı nazik ses, " Şu an da bir çeşit kriz geçiyorsun Leydi İlia bu yüzden kendine zarar verme diye ellerini ve ayaklarını tutuyoruz hissediyor musun, eğerki hissediyorsan gözlerini bir kere kırp lütfen." Bedenim uyuşmuş gibi hissediyordum bedenimi hareket ettirmeye çalıştığımda beni tutan kişileri hissetmeye başladım. Gözlerini bir kere kırptığımda tepemdeki kadın gülümseyerek, " Çok iyisin Leydi İlia lütfen konuşabilecek durumdaysan bana bir şeyler söyle olur mu.?" Titreyen bedenimle söyleyebildiğim tek şey. " O şey gerçek." Karşımdaki kadın söylediğimden ne anladığını bilmiyorum ama nazikçe saçlarımı okşayarak. " Sorun yok Leydi İlia her ne gördüysen gerçek ya da değil şu an da buradasın ve güvendesin. Senin gibi kahinleri bu tarz kriz geçirmeleri normal beni anlıyor musun, senden sadece sakin kalmanı istiyorum ve ne olursa olsun bizimle olduğunu unutma buradasın akademidesin ve şu an da benimle konuşuyorsun benim adım Lidya ve seninle tanıştığıma gerçekten çok memnun oldum." Dediğinde titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi kapatmak istemiyordum ama yinede istemeden de olsa kapanıyordu. Sağ elimi hareket ettirmeye çalıştığımda beni tutan kişinin Denzel olduğunu gördüm. Gözlerim bulanık gördüğü için yüzüne odaklanamadım. Sol bacağımı hafifçe kaldırdığımda bacaklarımı tutan kişilerin Diane'nin muhafızları olduğunu anlamıştım. Ve onu gördüm Diane'yi, endişeli bir şekilde hatta korkmuş bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerim etrafı doğru düzgün inceleyemeden bana doğru yakalaşan kadına döndü. Elinde iğneye benzeyen şeyi gördüğümde beni uyutacağını anladım. Küfretmemek için kendimi zor tutarken adı Lidya olan kadın yanıma yaklaşarak yavaşça yüzüne doğru eğildi. " Leydi İlia uykuya dalmanızı sağlamak için size bir ilaç vereceğim endişeli olduğunuzu biliyorum ama lütfen sakince beni dinleyin. Bilinciniz tam olarak kapanmadığı için durmadan ara arda görü görüyorsunuz bu yüzden sizi tamamen uyutmam lazım hiç bir şey görmeyeceğinize garanti veriyorum hatta uyanınca bir şeyler görmüş olursanız beni şikayet etmenize bile ses çıkarmayacağım." Gözlerim tereddütlü bir şekilde kadında gezinirken onu kafamla onayladığımda kadın rahatlamış gibi nefes vererek iğneyi yavaşça koluma batırdı. Her ne verdiyse zaten yorgun olan bedenim ve benliğim uyuşmaya başladı. Kulağıma boğuk boğuk şeyler gelirken Lidya'nın " Acil bir şekilde Dükkanlığa Leydi'nin durumu hakkında haber vermemiz gerektiğini düşünüyorum." Kulağıma bana doğru yakınlaşan topuklu ayakkabıların sesi doldu. " Dük özel olarak bana resmî bir evrak göndermiş görünüşe bakılırsa bir şeyler oluyor, bu olayın üzerini kapat Leydi Diane'nin durumu iyiyse ona odama gelmesini söyle." "İstediğiniz gibi yapacağım Müdüre Reyna, peki muhafızlar özellikle de Leydi İlia'nın muhafızı kendisi kesinlikle efendisinin yanından ayrılmayacağını söyledi ne yapalım." "Muhafızım onunla konuşup halletmeye çalışır, Dük ve Düşes'e hızlıca haber yolla." "Ve Lidya bana onu çağır eminim Düşes onunla konuşmak isteyecektir." "Ama efendim-" Sesler bir anda kesildiğinde derin bir nefes aldım sanırım dışarıya çıkmışlardı. Bana iğne vurmuştu uyuyayım diye ama ben hala uyumuyordum. Aloo kardeşim ben uyuyamıyorum hani uyuyacaktım. Nolur artık biri beni uyutabilir mi.? |
0% |