@cornelianews
|
"Aklına sahip olmalısın, diye geçirdim içimden,asıl tehlike aklını kaçırmak."
20.Bölüm
..📖..
Bazen merak ediyorum da sorun bende mi yoksa cidden yanımdakilerde mi.? Gözlerim yakalandığı için yüzünde nasıl bir tepki vereceğimi bilemeyen Diane'nin çaresizliğinde gezinirken derin bir nefes aldım. Evet yakalanmıştık. Ben kapı dinlerken yakalanmıştım. Bu ağır yenilgiyi kendime yediremem. Diane olmasaydı hayatta yakalanmazdım bir kere. Hapsi ana kadın karakterin şansızlığı yüzünden. Derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Benim oldukça sakin olduğumu gören Diane de ayağa kalkarak bize kapıdan bakan Dorian'a baktı. Muhafız Dorian yüzünden çarpık bir gülümsemeyle bizim halimizden çok keyif alıyormuş gibi sırıtarak kapıdan geçebilelim diye kenara çekilerek bekledi. Sakin ve kendimden emin bir şekilde içeriye doğru ilerledim.Kötü kadın, kötü olarak kalmalıydı belkide. Çünkü biraz bile iyi biri olmaya çalıştığımda içimde gölge var diye ilan edildiğime göre belkide onlara hak ettikleri ve görmek istedikleri kötü kadını vermeliydim. İçeriye herkesin toplandığı yuvarlak masaya doğru adımladım. Biraz ilerleyerek odanın tam orasında durdum. Herkes birbirinin yüzüne öyle gergince bakıyordu ki. Neden sustunuz.? Benim halkımda konuşmaya devam etsenize. Neden susuyorsunuz.? "Leydi İlia uzun bir aradan sonra sizi yeniden görmek çok güzel." Gözlerim bana seslenen bu sessizliği bozmaya cesaret gösteren adama doğru kaydı. Uzun kahverengi saçları omuzlarından aşağıya dökülen adamın kulakları sivriydi. Sanırım bir çeşit elf soyundan geliyordu. Kaç yüzyıl yaşında olduğunu sorgulamayı bırakarak adamın yüzüne odaklandım. Adamın kim olduğunu hatırlamıştım. O İlia'nın ustası sayılırdı. Ona ilk kahinlerle ilgili şeyleri öğreten kişi oydu, bu adam aynı zamanda Düşesinde öğretmeni sayılırdı. Gerçi Düşesle aralarında ne olduğunu bilmiyordum ama dük ondan hiç hoşlanmıyordu. "Öyle gerçekten uzun bir araydı usta." Dediğimde hafifçe gülerek oturduğu yerden kalktı bana doğru yaklaşmaya yeltendiğinde tüylerim diken diken oldu. Sanki tüm hislerim alarm veriyor gibiydi. Bana doğru gelen bir tehlikenin olduğunu iliklerime kadar hissediyordum. Eski kahin bir şey yapmaya hazırlanıyordu. "Yerinde olsam yapmazdım usta." Adam olduğu yerde durarak bana baktı. "Şayet ben senin eğittin bir kahinim, eğitimimi tamamlamamış olmam kahin olduğum gerçeğini değiştirmiyor ya." Dediğimde adam öylece yüzümde baktı. Sanki gerçekten benim kim olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi. İçimde gerçekten bir gölge var mıydı yok muydu, ama asıl soru bu değildi. Ben gerçekten ilia mıydım yoksa değil miydim, asıl soru buydu. Onun İlia'nın ustası olması hiç bir şeyi değiştirmedi çünkü o da anlamadı. İlia'nın bedeninde başka biri olduğunu. Ne üzücü gereçten yokluğunu hiç kimsenin fark etmemiş olması. Senin için gerçekten üzülüyorum İlia. Sana karşı fazlasıyla acımasız bir dünya. "Öylece zihnime girip zihnimi dağıtabileceğini sana düşündüren ne usta, bunu sıradan bir insana yapabilirsin ama başka bir kahine yapmak öyle kolay değil yanılıyor muyum.? Benim sana karşılık verip senin zihnin parçalara ayırmayacağım düşündüren nedir.?" Odanın içinde öyle bir gerginlik oluştu ki. Sanki herkes nefes almayı unutmuş gibiydi. "İlia neden sakin olmuyorsun." Diyen Düke doğru yavaşça döndüm. "Neden mi sakin olmuyorum, güzel soru." Kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Yavaşça Düke doğru ilerlerken ustanın hareket etmeye hazırlandığını fark etince ben öylece olduğum yerde kala kaldım. Benim gerçekten onlara zarar vereceğimi düşünüyorlardı. Gözlerim çaresizce bunun doğru olmadığını söylesin diye Düşese doğru dönünce onun yüzündeki ifade yemin ederim öylece hıçkıra hıçkıra ağlamama neden olacaktı. Sanki boğazımda beni nefessiz bırakan eller vardı. "Cidden benim size zarar vereceğimi mi düşünüyorsunuz.?" Onların yüzlerine baktım öylece ve ilk feda maske takamadım. Yüzümdeki hayal kırıklığını gören Düşes anında yerinden kalktı. "İlia tatlım öyle değil, biz senin bize zarar vereceğimi düşünmüyoruz." Dediğinde söylediğine kendi bile inanmıyordu buna rağmen ben inanmak istedim, bu yüzden ona doğru bir adım attım. Sonuçta o benim annemdi değil mi.? Ben ona doğru bir adım atınca Dük ayağa kalkarak Düşesin önüne onu korumak ister gibi kolunu karının hizasına koyduğunda gözlerim öylece düşesin karnına kaydı. Ve gözlerimin önüne bazı görüntüler geldi. Ben cidden bu kadar kötü biri miyim.? Kendi kızının kendi kardeşine zarar vereceğini düşündüğü için bunu benden sakladıklarına inanamıyorum. Kendimi tutamayarak kahkaha attım hayır ben o kadar yüksek sesle güldüm ki. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Elimle gözümü silerken babama baktım. "Merak etme Dük çocuğa zarar vermem, ama haklısın gerçekten bende senin yerinde olsaydım bunu benden saklardım." Dediğimde Düşesin yüzü bembeyaz oldu. Endişeyle bana bakarak, "Hayır İlia yanlış anladın ben senden saklamaya çalışmıyordum." Dediğinde onun çaresizce kendini açıklamaya çalışmasını izledim. "Düşes sanırım unuttun bende senin çocuğunum, ben tıpkı senin gibi bir kahinim, cidden benden saklarsan öğrenemem mi sandın.?" Dediğimde sesim titredi. Yemin ederim sesim titredi. Ellerim bile titriyordu. "Hayır İlia yemin ederim öyle bir şey değil ben sana söyleyecektim sadece doğru zamanın gelmesini bekliyordum." Dediğinde buruk bir şekilde gülümsedim. Doğru zaman, ah tabi benim gerçekten bir gölge olmadığımdan emin olunca değil mi.? Dük adımı söyleyerek bana doğru bir adım atınca, "Neden açıklama yapıyorsunuz ki, umarım bu seferki çocuğunuz erkek olur böylece Dükkanlığın başına geçecek bir varisiniz olur, belkide benim gibi deli de olmaz ya da kötü mü demeliyim." Annem titremeye başladı ama ben ondan daha fazla titriyordum. "Biliyor musunuz bunu daha ne kadar yapmalıyım bilmiyorum, ne de olsa siz asla bana güvenip inanmayacaksın her zaman olduğu gibi. Sadece bu sefer cidden bana inandığınızı düşündüm. Gerçekten aptal olmalıyım.?" Dediğimde titremem geçmiyordu. Sanki onlar şok olmuş gibiydiler. Neden İlia üzülemez miydi.? Neden onun kalbi kırılamaz mıydı.? Hafifçe gülerek masaya doğru yaklaştım. Düşes ağlayacak gibi bakıyordu. Masanın üzerindeki büyülü çembere baktım. O kadar hızlı bir şekilde elimi kaldırarak tüm gücümle indirdim ki. Elimi delip geçen sivri metalın ucunu elimin üstünde görebiliyordum. Düşes öyle bir çığlık attı ki. Herkes hep bir ağızdan bağırarak endişeyle bana doğru atıldı. Elimi tüm gücümle geri çekerek kanın etrafa sıçramasını sağladım. Avucumun içi öyle bir yanıyordu ki. Yine de elim acıdığı için değil de beni anlamadıkları için avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Dük'ün bile yüzü bembeyaz olmuştu. Bana doğru bir adım atınca geri çekilerek yüzüne baktım. "Bak, büyüye bak." Dişlerimi sıkarak konuştuğumda dük kafasını çevirerek büyüye baktı. Bembeyaz bir ışık saçarak kaybolan büyüyle derin bir sessizlik oldu. Benim içimde gölge yoktu. "Rahatladınız mı ya da şimdi bana güvendiniz mi ah hayır dur belkide gölge hala içimdedir değil mi, tüh ne yapsak ki çıkacağı yok gibi." Gülerek yavaşça geri geri giderek yüzlerine baktım teker teker. "Biliyor musunuz bu saatten sonra umrumda bile değilsiniz şayet ben ölecek olsam bile sizden asla yardım istemeyeceğim ve sizde ölecek duruma geldiğimde bana yardım etmeyin çünkü yardım etmenizdense ölmeyi tercih ederim." Dediğimde arkamı dönerek ilerledim. Denzel'in bana doğru bir adım atıp elimden deli gibi akan kana uzanmak istediğinde elimi sertçe çekerek ondan kurtardım. "Biliyor musun bazen kimin muhafızı olduğunu anlamıyorum benim mi yoksa Costantinova Dükkanlığının mı.?" Dediğimde Denzel olduğu yerde öylece durdu. Bir şey diyecek gibi oldu ama sustu. Zaten buradaki kimse konuşamıyordu. Diane'nin öfkeyle muhafızlarına, " Ne zamana kadar benden bir şeyler saklamaya devam edecektiniz.?" Dediğini duydum. Yüzünde en az benim kadar hayal kırıklığına uğramış bir ifade vardı. Kapıya doğru ilerlerken Diane'ye doğru döndüm. "İyi tarafından bak Diane senden sadece muhafızların bir şey saklıyor bendense tüm ailem, bence benden daha iyi durumdasın." Diye dalga geçtim. Gitmek için hazırlandığımda Diane'nın kendini ne kadar sıktığına baktım. Neden duruyor, öfkeli olmasına rağmen neden onlara arkasını dönmüyor. İnsanlara arkasını nasıl döneceğini bilmediği için mi yoksa cesareti olmadığı için mi.? "Leydi Diane burada mı kalmak istiyorsun.?" Dediğimde hızla kafasını kaldırarak bana baktı. Hayır der gibi kafasını salladığında göz devirerek ona doğru ilerledim. Bana şaşkınca baktığında yaralı elimi uzatarak onun elini tuttum. "Öyleyse ne bekliyorsun gidelim." Diyerek onu odanın kapısına doğru çektim. Gözleri şaşkınca açılmış öylece titreyerek bana bakıyordu. Avucumun içinde garip bir sıcaklık hissetim kılıcın gücü kanayan elimin etrafında dolaşıyordu. Bunu boş vererek onu çekip odadan dışarı çıkardım. Elimden yere damlayan kanların sesi ve bizim ayakkabılarımızın yere vurma sesi dışında hiç bir ses yoktu. O kadar hızlı yürümeme rağmen Diane hiç bir şey demedi. Elimdeki sıcaklık devam edince olduğum yerde durdum. Diane de durdu. Sakin bir sesle,"iyileştirme bırak kanasın." Dediğimde Diane öylece bana baktı. Yavaşça elini elimden çekerek benimle beraber yürümeye başladı. İkimiz akademiden uzaklaşarak akademinin aşağısındaki başkente kadar yürüdük. Onca yol boyunca deli gibi acıyan elime odaklandım, yoksa öylece hıçkırıklara boğulacaktım. Ben nefes alamıyorum. Ben hayatım boyunca hiç bu kadar kötü hissetmedim. Ben İlia değilim. Onlar benim ailem değil. Üzülmeme gerek yok onlar bana değil İlia'ya güvenmiyorlar. Yine de neden bu kadar acıtıyor. Elimi kaldırarak kalbimin üzerine koydum. Ne kadar kendimi sıkarsam sıkayım gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Diane çaresizce bana baktı, ne yapması gerektiğini bilmiyor gibiydi. Sanki birazdan o da ağlamaya başlayacaktı. Zar zor konuşarak, "Elim açıyor." Dediğimde Diane hiç bir şey söylemedi anlıyorum der gibi kafasını salladı. Elimle daha sert bir şekilde göğsümü sıktım. Elimden akan kanlar üzerimi mahvetse bile umursamadım. Çok açıyor. Elim açıyor. Bu yüzden ağlıyorum. Tir tir titrememe rağmen kendimi sakinleştiremiyordum. Kafamı öne doğru eğerek biri ağladığımı görmesin diye kendimi kastığımda kafamda hissettiğim şeyle durarak kafamdaki cekete baktım. Kafamı kaldırdığımda ağlayan Diane'ye göz göze geldik. Sen niye ağlıyorsun kızım.? "Elin acımasın hava vurursa acır bu yüzden çeketi üzerine attım." Dediğinde garip garip bakıştık. Onu kafamla onaylayarak kafamı tekrar eğildim. Ne kadar süre bu şekilde ağladım bilmiyorum ama sonunda sakinleştiğimde bir yarım saat daha Diane'nin sakinleşmesini bekledim. Kafamı açarak ona baktım. Kıpkırmızı olmuş kahverengi gözlerini benden kaçırarak başka tarafa baktığında ikimizde konuşmadan yürümeye başladık. İnsanların içine girdiğimizde bunlara ne olmuş der gibi bakan insanlarla gergin bir şekilde gözlerimi kaçırdım. Gözlerimi başka tarafa çevirirken Diane'yle göz göze geldik. Onunda yüzünde benim gibi insanların bakışlarından rahatsız olmuş bir ifade vardı. Durumun anormalliğine kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Neden bilmiyorum ama kendimi tutamıyorum ve Diane'de gülmeye başlamıştı. Bir yarım saatte gülmekten ağladık. İnsanlar deli miyiz diye düşünüp bizden uzaklaşırken biri bize doğru ilerleyerek. "Neden biraz oturmuyorsunuz genç bayanlar, size tatlı ısmarlamak isterim. Böyle durumlara en iyi tatlı gider." Dediğinde Diane'yle bakıştık. Omuz silkerek onu çekiştirip kafe benzeri bir yere doğru ilerledik. İçeride çok fazla insan yoktu. Adam bize masayı işaret ettiğinde geçerek oturduk. Şimdi ikimde sessizce masaya bakıp hayatı sorguluyorduk. Olum ben bu durumlara düşecek insan mıydım.? Masanın üzerine konan peçete yığınına baktım. Ardından adam masanın üzerine ilk yardım çantasına benzer bir şey koydu. "Peçete gözyaşları için ve eliniz de kötü görünüyor genç hanım izin verirseniz bir göz atmak isterim." Dediğinde adamın yüzüne bön bön bakmaya başladım. Adam bizim mal olduğumuzu düşünmeye başlayacaktı artık. Adam hafifçe gülerek sandalyeyi çekip oturdu, elini bana doğru uzatınca elimi ona doğru uzattım. Diane peçeteyle burnunu silerken bende adama bakıyordum. Adam ilk başta elime çatık kaşlarla bakmış sonra da bizim halimize bakarak soru sormaktan vaz germişti. Bu delileri kendi haline bırakayım der gibi sessizce elime pansuman yaptıktan sonra gitmişti. Diane peçetelerden birini bana doğru uzattığında elinden alarak burnumu sildim. Çok geçmeden adam bize tatlı getirerek masaya bıraktı yanında da limonataya benzer daha önce karşılaşmadığım bir içecek bırakmıştı. Diane de içeceğin ne olduğu bilmiyormuş gibi incelemeye başladı. Adam tezgahın arkasından bizi izliyordu bizim cahil gibi içeceğe baktığımızı görünce acıyarak güldü. "Bu benim özel tarifimdir kızlar ve zehirli olmadığına kefilim." Bu evrene geldiğimden beri yaşanan onca şeyden sonra tramvakolik olmuştum resmen adama inanmadığından değil ama Diane'de bir uğursuzluk vardı. Ana kadın karakter ve kötü kadın karakterin uğursuzluğunu sorgulamayı bırakarak pastadan bir dilim aldım. Diane benim yediğimi görünce annesinden izin almış çocuk gibi o da yemeye başladı. Adamın bize uzaktan baktığını gördüm, hafifçe gülmüş içeriye giren diğer müşterilerle ilgilenmeye başlamıştı. Kafamı kaldırarak Diane'ye baktım. Pasta yerken gözleri uzun uzun pastada geziniyordu sanki bir şey hatırlamış gibi yutkundu. Elindeki çatalla pastayı bir sağa bir sola doğru hafifçe ittirerek oynadığında ne diyeceğimi bilmedim. Büyük ihtimalle anne ve babasını düşünüyordu. Az önce anne babam tarafından böyle bir muamele gördüğüm için onu teselli edebileceğimi sanmıyordum. En azından onun anne ve babası gerçekten her türlü koşulda ve şartta onu sonuna kadar destekliyorlardı. Büyük ihtimalle dünyayı yok etmeye kadar verse ailesi yine de onu desteklerdi İlia'nın ise daha onun değişebileceğini bile kabul edemeyen bir ailesi vardı. Benim gibi İlia'da kendi ailesini kıyaslıyor muydu acaba.? Her geçen gün İlia için daha fazla üzülüyordum ve bu öylesine çaresiz hissettiriyordu ki. İlia'nın bedeninde vereceğim kararlar ya sonrasında İlia'yı üzerse. Bu bedende ne kadar kalacaktım. Ben öyle ya da böyle bu bedenden çıkmanın yolunu bulacaktım. Ya sonra geri gelen İlia, o ne hissederdi. Ailesiyle arasının bozulduğunu gördüğünde ne düşünürdü.? Gerçi şu an da araları çok iyi sayılmazdı. Asıl ve en büyük sorun şuydu,Düşes nasıl hamile kalmıştı.? Romanın işleyişine göre Düşesin hamile kalmaması gerekiyordu, romanda böyle bir şey yoktu. Peki ya şimdi ne olacaktı romanda hiç var olmayan bir karakter doğmuştu. Bu yazarın işi miydi yoksa benim bozduğum roman akışının bir etkisi miydi.? Bu durumda gelecek asla okuduğum gibi ilerlemeyecekti. Bu benim en büyük şansım da olabilirdi en büyük şanssızlığımda, tek bildiğim bu çocuğun bir mucize sayıldığıydı. Çünkü birinci romanın sonuna kadar neler olacağını biliyordum. Ve düşesin hamile kalması gibi bir olanak yoktu. Bu bebek benim hayatta kalmak için en büyük avantajım oluyordu. Eğerki bebek sağ sağlam doğarsa romanın akışı bozulmuş demekti ve bu durumda İlia'yı ölümden kurtarabilirdim. Kaderinde ölmek yazılı kötü kadının kaderini değiştirebilirdim. Ne olursa olsun o bebeğin doğduğundan emin olmam gerekiyordu. Benim asıl endişelendiğim şey romanın kendi akışına dönmek için bebeğin ölümüne neden olabileceği gerçeğiydi. Bu benim ne yaparsam yapayım kötü kadın olmam gibi bir şeydi. İnsanların gözünde imajım asla değişmiyordu çünkü romanın akışı buna izin vermiyordu. Akışı sekteye uğratmak için ana kadın karakterin arkadaşı olmam gerekiyordu. Gözlerim karşımda çocuk gibi pasta yiyen Diane'de gezindi. Dışarından küçük bir çocuk gibi saf durmasına rağmen Diane oldukça zeki bir insandı. Romanı onun ağzından düşüncelerini öğrenerek okuduğum için onun gözüktüğü kadar saf salak olmadığını çok iyi biliyordum. Diane benim durumumu ve ona davranışlarımı iyice ölçüp tarıyordu, en başta ona kötü davrandığım için şüphe duyması çok mantıklıydı. Şimdi ise benim hakkımdaki düşünceleri değişmiş gibiydi. Planım gerçekten işe yarıyordu. Diane'nin önünde ağladığım için bana karşı biraz da olsa yumuşamıştı. İlia'nın göründüğü kadar duygusuz olmadığını ona göstermeye çalışıyordum ve şimdi onu ailemden vurmuştum. Ailemin bana davranışını gördüğü için biraz da olsa bana karşı bir sempati beslemeye başlayacaktı. En az onun kadar yalnız görünüyordum ve o bunun farkına varmıştı. Bu yüzden bana karşı aldığı cephesi yavaş yavaş yıkılıyordu. Onu arkamda bırakmak yerine elinden tutup odadan çıkardığım için bana karşı biraz daha minnet doluydu, kendisi bile fark etmeden kılıcın gücü beni iyileştirmeye çalışmıştı. Ancak Diane beni bir tehdit olarak görmüyorsa bu gerçekleşirdi. Kılıç iki kere bana tepki vermişti bu da Diane'nin bana karşı gerçekten yumuşadığını gösterirdi. Yinede hala temkinliydi. Düşes Pamila'nın davet gecesi bu yüzden çok önemliydi. Hayatının en kötü gününü geçirecek olan kadın karakterimizi erkek başrol gibi kurtaracaktım. Yani bunun ne kadar etkili olacağını bilmiyordum. Sonuçta ben erkek karakter değildim Diane üzerinde bıraktığım etkinin bir dozu vardı. Yinede elimde bir mucize vardı. İlia'nın doğmamış kardeşi bu çocuk benim en büyük inancımdı. Bu romanın akışını bozabilir ve değiştirebilirdim. Bunu yapmak için elinden geleni ardıma koymayacaktım. *** Etraf iyice kararmış imparatorluğun başkenti Eerlan'da ışıklar tüm kıtayı aydınlatıyordu sanki. Başkent için söylenen sözler o kadar da abartı değilmiş, her zaman abartıldığını düşünmüştüm ama kendi gözlerimle görünce kesinlikle hak vermiştim. Yemeğimiz biter bitmez Diane de bende kafeden çıkmıştık. Kafe sahibi olduğunu düşündüğüm adam bizden para almamış üstelik elimize birazda kurabiye dolu bir kese tutuşturmuştu. Yol boyunca Diane'yle elimizdeki küçük keseye garip bakışlar atmıştık. İlk yemeye başlayan yine ben oldum. Diane de benden sonra yemeye başladı. Adam bize tekrar gelmemizi söylemişti, üstelik arkamızdan biraz endişeli bakmıştı. Yani büyük ihtimalle iki kızın böyle salla sümük ağladıktan sonra eve sağ salim ulaşabileceğinden şüpheleniyor olmalıydı. Aslında bakarsan gece ilk defa dışarı çıkmıştım. Bu benim için apayrı bir şeydi. Gözlerim dikkatle etraftaki insanlarda gezindi, o kadar renkliydi ki. Başkent olduğu için miydi bilmem ama insanlar cıvıl cıvıldı, gözlerim mağazalarda gezindi tezgahtaki meyvelerde ve cafelerdeki insanlarda. Gerçekten beklediğimden daha aktif bir gece hayatı vardı burada. Güzel olduğu kadar da tehlikeliydi, Yinede o kadar heyecanlanmıştım ki elimin acısını bile unuttum. Kafamı çevirerek Diane'ye baktım, en az benim kadar belkide benden daha heyecanlı bir şekilde etrafa bakıyordu. Doğru ya Diane başkente geldiğinden beri bir kere bile gezmemişti. Marki Millarce Diane'nin dışarı çıkmasına izin vermemişti. Sadece Akademi ve Markilik arasında gidip geliyordu Diane. Marki Diane'yi büyük bir para kesesi olarak görüyordu bu yüzden de dışarıya çıkmasını istemiyordu ve kutsal kılıcı bahane ederek onun için tehlikeli olacağını söylüyordu. Şu şerefsiz bu sayede imparatordan büyük bir destek alıyordu hele aldığı paraları söylemiyordum bile. İmparatorluk ailesi elçi için çokça para gönderiyordu markiliğe hatta akademiye gidip kendini geliştirsin diye de ona destek olan imparatorluk ailesiydi. Marki sadece Diane'yi söndürmekle meşguldü aptal adam nasıl bir sorumluluk aldığının farkında bile değildi. "Bu gerçekten büyüyeyiciymiş söylentilerdeki gibi gece hayatı çok güzel görünüyor." Diyen Diane'ye baktım. Küçük bir çocuk gibi gözlerinde hayranlık parıltıları vardı. Yüzümde hafif bir gülümseme oldu. Diane cidden çok sevimli. "Daha önce hiç dışarı çıkamamış gibi konuştun." Dediğimde Diane irkilerek yaptığı hatayı fark etmiş gibi bana döndü, "Bildiğim kadarıyla imparatorluk ailesi seninle ilgilenmesi için Marki Millarce'yi seçti,Markinin başkente büyük bir malikanesi var nasıl oldu da seni gezdirmeye fırsatı olmadı." Diane ne diyeceğini bilememiş gibi bana baktı, sanki bir kişi bile Marki ve ailesinin ona yaptıklarını öğrenirse Markinin kendisine yapacaklarından korkuyordu. "Hayır öyle değil Leydi İlia, sadece Marki son zamanlarda cidden çok yoğun ve benimde akademiyle ilgilenmem gerekiyor yakında sınavlar başlayacak bu yüzden ben kendim gezmek istemedim."dediğinde yüzüne dik dik baktım. Diane cidden yalan söylemekte berbatsın, koskoca Marki'nin nesi meşgul olabilirdi hadi çok meşgul diyelim Marki adına çalışan onlarca çalışan var biri bile seni etrafı görmen için dışarı çıkarmadı mı.? Diane'nın muhafızları bu durumdan ne kadar rahatsız olsalarda Diane sustuğu için susmak zorunda kalıyorlardı. Üstelik Marki Diane'nin muhafızlarını malikaneye sokmuyordu, eğer içerde olsalardı efendisini bu şekilde istismar etmelerine müsaade etmezlerdi ama Diane durmadan onları susturuyordu. İkiside bu durumdan o kadar nefret ediyordu ki. "Leydi Diane, hiç iyi bir oyuncu değilsiniz bu yüzden iyi birinden ders almalısınız." Dediğimde Diane şaşkınca yüzüme baktı. "Ben yalan söylemiyorum Leydi İlia." Tereddütle konuştuğunda gülerek kurabiyemden bir ısırık aldım. Sakince çiğneyip konuştum. "İyide ben yalan söyledin demedim ki." Diane ne yapacağını şaşırmış gibi kala kaldığında elimdeki kurabiyeyi konuşmak üzere olan Diane'nın ağızına tıktım. Kendini savunmak için açtığı ağızı dolunca cidden sevimli gözükmüştü. Büyük kahverengi gözleri irice açılmış yüzüme şaşkınca bakıyordu. O değil de onunla uğraşmama rağmen bu benimde başkentin gece hayatını ilk defa görüşümdü. "Neden etrafı gezmiyoruz tabi eğer Marki'nin malikanesine geri dönmeyecekseniz." Diane tıpkı benim gibi zerre kadar eve gitmek istemiyordu. Yüzünden çok net okunuyordu resmen. "Saat çok geç oldu Leydi İlia, akademi biteli çok olmasına rağmen eve geri dönmedim bu biraz sorun olabilir." Dediğinde dik dik yüzüne baktım. Sanırım ona etrafı gezdirmeyi başka bir zamana erteleyebilirdim. "Anladım öyleyse sizi Markinin malikanesine kadar eşik edeyim sonuçta muhafızlarınız yanınızda yok." Gözleri anlamaz bir şekilde bende gezindi, neden onu bırakmak istediğimi anlamıyordu sonuçta İlia Diane'de hoşlanmıyordu."Eve gitmeyi geciktiriyorum." Dediğimde anlamış gibi görünüyordu, of Diane insanları okumada da çok kötüydü. Kızım saf mısın Marki senin canına okumasın diye seni evine bırakıyorum ki bu akşam dayak yeme. İkimizde etrafı geze geze Markinin başkentteki malikanesine geldik, çok fazla yürüdüğümüz için ikimizde yorulmuştuk. Gözlerim ihtişamlı malikânede gezindi, ben zenginim diye bağırıyordu resmen. Kapıdaki muhafızlar bizi gördükleri gibi anında diklenerek Diane için kapıyı açtılar. O sırada içeriden sesler gelmeye başladı, Diane'yle birlikte kapıdan içeriye girdim. Bana anlamaz gözlerle baktığını gördüğümde omuz silktim. İkimiz bahçede yürüdüğümüzde görüş acıma Diane'nın muhafızları girdi. Ve gördüğüm sahne cidden kanımı kaynatmıştı. Markizes oldukça sert bir şekilde Lucius'a tokat atmıştı, nasıl bir muhafızın efendisini tek bıraktığıyla ilgili bağırarak bir şeyler söylüyordu. Lucius'un arkadasındaki Joshep kendini o kadar çok sıkıyordu ki anlında ki damarlar şişmişti. Diane'nin titrediğini gördüm, sanki bedenindeki tüm güç gitmiş gibi öylece olduğu yerde kala kalmıştı. Haraket edemediğini fark ettiğinde hafifçe omzundan ittim, öne doğru bir adım atan Diane'nin ayakları ilerlemeye başladı. "Markizes ne yapıyorsunuz.?" Diye bağırdığında herkesin bakışları bize döndü. Hızla Lucius'un önüne geçerek ona bir kere daha vurmasını engelledi. Oldukça ilginç olaydı, bir muhafıza vuran soylu bir kadın çok iyi haber çıkardı bundan. "Diane sen neredesin ha saattin kaç olduğundan haberin var mı akademi biteli saatler oluyor kafamı mı yedin sen, üstelik yanında muhafızların bile yok." Kadın avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çığırtkan diğer adıyla Markizes Novele Millarce romanda en çok nefret ettiğim karakterlerden biri daha. Kadının sesi kulaklarımı deliyordu, okurken duymadığım halde deliyordu şimdi ise duyuyordum ve bu daha beterdi. Elimi kulağıma götürüp kapatmamak için zor durdum, gözlerim Diane'nin çaresizliğinde gezindi. "Ben" diyen Diane devamını getirmemedi. Sonuç olarak mantıklı bir açıklama yapsada yapmasada dayak yiyecekti yani ne söylese boştu. Diane'nin konuşmak yerine sustuğunu ve kekelediğini görünce öfkeyle elini havaya kaldırdı, tam Diane'nin yüzüne vuracakken yavaşça ileriye doğru adımlamaya başladım. "Markizes'in bu şekilde bağırması boğazları için iyi değil sence de öyle değil mi Diane.?" Markizes'in havadaki eli durdu, gözleri bana döndüğünde öfkeyle parlayan gözleri üzerimde gezindi. Üzerimdeki akademinin üniformalarına bakarak çatık kaşlarıyla, "Pardon siz kim oluyorsunuz da burada bulunuyorsunuz içeriye girerken kimden izin aldınız.?" Dediğinde Markizes ve Diane'nin hemen yanlarında durarak gülümsedim. "Beni içeriye davet eden kişi Leydi Diane'ydi, bana ne kadar harika bir evde yaşadığını göstermeye çalışıyordu aslında." Dediğimde Markizes benim soylu olduğumu düşünerek elini indirdi. Benim Diane'nin akademiden arkadaşı olduğumu düşünmüş olmalı ki gözlerindeki öfke dinmişti. Öne doğru bir adım atarak Diane ve Markizes'in arasına girdim. Markies çatık kaşlarıyla bana bakmaya başladı, "Bu malikane hiç de dışarıdan göründüğü gibi değil, sanırım dış görünüş gerçekten aldatıcı." Markizes kendini sakin tutmaya çalışarak, "Diane için gerçekten çok endişeliydim bu yüzden fazla tepki vermiş olabilirim yanlış anlaşılmayı konuşarak halledelim." Dediğinde hafifçe güldüm. "Konuşarak mı, bana Markizes sorunları şiddetle çözüyormuş gibi geldi." "Siz oldukça yanlış anlamış görünüyorsunuz genç leydi, lütfen bu işe karışmayın ve çekilin Diane'nin önünden." Dediğinde hiç bir şey demeden yüzüne öylece bakmaya devam ettim. Kadının sinirlileri gerilemeye başlamıştı ve birazdan cırlamaya başlayacaktı. Of sesi cidden kulaklarını tırmalıyor. "Markizes sanırım büyük bir kabalık yaptım, kendimi tanıtmadım değil mi.?" Dediğimde Markizes dişlerini gıcırtarak güldü. Suratıma bir tane patlatacak gibiydi. "Ben Costantinova Düklüğünden İlianna Costantinova imparatorun emriyle kutsal kılıcı korumak için seçilen siz onurlu ailenin Markizes'ini selamlarım." Dediğimde bahçede derin bir sessizlik oldu. Kadının gözleri irice açılarak hızla yüzümü taradı. Düşes Elisia'nın küçük kopyası gibi görünen İlia'yı fark edince kadın öksürük krizine girdi. Bahçedeki iki üç hizmetli ona doğru atılarak iyi olup olmadığını sorduğunda yüzümde tek bir minik bile oynatmadan ona baktım. "Markizes gerçekten de kutsal kılıcın elçisini çok iyi koruyorsunuz öyle ki onu göremeyince onun için çok endişelenmiş olmalısınız." Dediğimde kadın yuttuğu tükürüğünden öksürerek kurtulmaya çalışıyordu. "Sizin içinde sorun olmazsa ki olmayacağını düşünüyorum Diane'nin akademiden arkadaşı olarak bizde kalmasını çok isterim,sizin için de uygun mu.?" Dediğimde yiyorsa uygun değil de de şahit olduğum her şeyi babama söyleyeyim ve böylelikle imparatorun en büyük generallerinden olan babam Diane'ye nasıl davrandığınızı bizzat imparatora bildirsin. Kadın zar zor sakinleşerek, "Tabikide Diane'nin böyle bir arkadaşı olduğunu bilmiyordum, Diane istediği zaman arkadaşlarında kalma hakkında sahipsin bunun için izin bile istemene gerek yok." Diane kadının yüzüne dalga mı geçiyorsun der gibi bakıyordu. Diane bile Markizes'in dönüşümüne şok olmuş gibiydi. İşte Süreyya hanımın mükemmel değişimi. Sadece biraz sevgi pıtırcığı damlatmak yeter. "Öyleyse Diane gidelim mi, saat epey geç oldu anca eve döneriz biliyorsun ki Costantinova malikanesi başkentten uzak." Dediğimde hiç bir fikri olmayan Diane yüzüme öylece baka kalmıştı. Ha cidden bu kızın rol yetenekler beni öldürüyor. "Öyleyse Markizes'e iyi geceler diliyorum." Dedikten sonra Diane'nin kolundan tutarak çekiştirdim. Diane'nin tereddütle muhafızlarına baktığını gördüm. Onlarda gelmek ve gelmemek arasında kalmış gibiydiler. Muhafızlara bakıp onlara hitaben, "Diane muhafızların çok yavaş yürüyor biraz daha hızlanmaları gerekiyor yoksa eve geç gideceğiz." Dediğimde benden onay almış gibi hızla Diane'yi takip etmeye başladılar. Büyük malikanenin bahçesinden çıkarak birlikte yürümeye başladık. Hala Diane'nin elini tuttuğumu fark ettiğimde onu rahatsız ettiğimi düşünerek elini bıraktım. Gözlerim Diane'ye kaydığında onun hafifçe kızarmış yanaklarına baktım. Ne oluyor lan.? Bu erkek başrole özel kızarma değil miydi.? Diane gözlerini benden kaçırarak utanmış gibi başka tarafa baktığında olduğum yerde kala kaldım. Kadın ana karakteri baştan çıkarayım derken sonunda romanın türünü değiştireceğim diye korkmaya başlamıştım. İkimiz önde muhafızları arkadan yürüyerek taksi benzeri atlı arabalardan birine bindik. Parayı nasıl vereceğimi düşünürken Diane'nin de en az benim kadar zürt olduğunu fark etmiştim. Neyse ki Costantinova malikanesinin armasını taşıyan kol düğmelerimden birini vermiştim ve adam sorun olmadığını söylemişti. Gittiğimiz yerde parayı ödeyeceğime onu ikna etmiştim. Fark ettim de benim niye param yok lan.? Tüm paramı Elien'e vermiştim istediğim şeyleri alsın diye şimdi de fakir fakir dolanıyordum etrafta. Diane benim yanıma oturmuştu muhafızları da karşımızda oturuyordu. Dördümüz arasında garip bir sessizlik oldu. Gözlerim kaçamak bir şekilde Lucius'un yanağında ki kızarıklıkta gezindi. Kaş koca muhafızın düştüğü durum cidden sinir bozuğuydu. Soylular öyle aptallardı ki. Bu evrende ancak efendisi çok güçlü ve soylu olan muhafızlar eziyet görmekten kurtuluyordu. Diane ses çıkaramadığı için Muhafızları eziliyordu. Gözlerim Diane'ye kaydı, üzgün gözlerle Lucius'un yanağına bakıyordu sonra da gözlerini kaçırıyordu. Düşünüyordum da Denzel İlia yüzünden ne gibi zorluklarla baş etmek zorunda kalmıştı acaba.? Denzel'e söylediklerim çok mu ağır olmuştu, öyle ki peşimden bile gelmemişti. Üzülmedim değil ama yapacak bir şeyim yoktu. "Leydiler nereye gideceksiniz.?" Diye seslenen arabacıyla gözlerim camdan bize bakan yaşlı adam da gezindi. Diane susarak benim bir şey dememi bekledi. Geriye doğru yaslanarak, "Elwestar Dükkanlığına gideceğiz." Dediğimde adam anladım der gibi başını sallayıp atları hareket ettirdiğinde Diane anlamaz gözlerle bana doğru döndü. "Diane farkında mısın bilmem ama ailemle iki saat önceye kadar deli gibi kavga ettim, yani eve gitmem mümkün değil ve sende az önce Markizes'le bir tartışma yaşadın yani seninde kalacak bir yerin yok, sanırım ikimizde sokakta kaldık." Dediğimde Diane şaşkınca bana baktı, "İyi ama şimdi ne yapacağız." Dediğinde rahat bir ifadeyle omuz silktim. "Elwestar Dükkanlığına gidiyoruz dedim ya." "Ama Dük'e haber vermeden gitmek sorun olmaz mı.?" "Koca malikanede eminim yatabileceğimiz bir oda vardır Diane neden sakin olmuyorsun." Dediğimde endişeyle bana baktı. Sokakta uyuma fikri daha iyiymiş gibi bir ifadeye sahipti. Gergince muhafızlarına baktığında kafamı arkaya doğru yatırarak. "Diane Elwaster ailesi çok uzun zamandır Costantinova ailesiyle çok yakınlar yani haber vermeden evlerine gitmek sorun olmayacak bizi kapının önüne koymazlar tamam mı.?" Dediğimde Diane sessiz kaldı, ondan ses çıkmayınca gözlerimi açarak ona doğru döndüm. Yerdeki bakışlarını bana çevirerek, "Leydi İlia neden bana yardım ediyorsunuz önce tapınakta yardım ettiniz sonra da havuzda beni boğulmaktan kurtardınız şimdi de Markizes konusunda yardım ediyorsunuz.?" Dediğinde derin bir nefes alarak camdaki küçük perdeyi çektim. Böylelikle yolu izlemeye başladım. "Diane insanlar senin sandığından daha kötü ve merhametsizler ama aynı zamanda daha iyi ve merhametliler, bu tarz insanlar arasındaki ayrımı nasıl yaparsın.?" Dediğimde Diane sanki annesi bir şey soran küçük bir çocuk gibi dikkatle düşündü. Onun bu haline hafifçe güldüm. "Kötüleri iyilerden iyileri de kötülerden ayırt edemezsin, heleki konu insanoğlu olduğunda çünkü insanlar içlerinde kötülüğü ve iyiliği aynı anda taşıyabilen ilginç varlıklardır sadece yaşadıkları hayata göre şekillenirler." Gözlerim Diane'nin yüzünde gezindi. "Ve bazen iyi biri olman gerekir bazende kötü, asla tam anlamıyla biri olamazsın hayat buna pek izin vermez, yinede kötü olmak iyi olmaktan daha kolay." Dediğimde Diane, "Bu yüzden Leydi İlia, kötü biri olmayı mı seçiyor.?" Dediğinde kendimi tutamayarak güldüm. "Sence ben iyi biri olsam insanlar buna inanır mı, birileri mutlaka kötü olmak zorunda Diane yoksa suçlayacak kim kalır ki. Mesela sen benim iyi biri olduğuma inanıyor musun sende bana güvenmiyorsun ve aklın varsa güvenmemeyi tercih et, güvendiğin zaman ihanete uğrayacak olma ihtimalin çok yüksek güvenmediğinde zaten beklediğin bir şey olduğu için çokta etkilenmiyorsun." Dediğimde Diane yavru köpek gibi bakarak, " O zaman tüm hayatımı insanlara güvenmeden mi yaşayacağım.?" Dediğinde kafamı tekrar arabanın arkasına yaslayarak gözlerimi kapadım. "Sadece güvenini boşa çıkartmayacak ve sana ihanet etmeyecek insanlar bul." Dediğimde sessiz kaldı, onun susmasıyla beraber birazda olsa dinlenmek için uymayı denedim ama elimi düşünmekten uyuyamıyordum, tamamen uyuşmuştu resmen. Umarım sakat falan kalmam. |
0% |