@cornelianews
|
Zaman büyük bir öğretmendir. Ne yazık ki tüm öğrencilerini öldürür.
~Curt Goetz
22.Bölüm
..📖.. Elimi yanağıma yaslamış uykusuzluktan yanan gözlerimle dik dik camdan dışarıya bakıyordum. Geceden beri yaptığım gibi dayanamayıp tekrardan kafamı masaya vurdum. Sabaha kadar düşünmekten uyumamıştım, akşam kaç kere yastığı ısırarak bağırdığımı bir ben birde yan odamdaki zavallı Diane bilirdi. Kız iki üç kere kapıma vurup iyi olup olmadığımı sormuştu. Zavallı çocuğum çıkardığım seslerden garip bir yaratığa dönüştüğümü düşünüyor olabilirdi. Odanın öteki ucundan sürükleyerek camın önüne koyduğum masadan kafamı kaldırarak acıyan gözlerimi ovaladım. Akşam Denzel'in ettiği yeminden sonra nasıl kalktığımı ve koşarak malikaneye girdiğimi bile bilmiyordum. İşler nasıl bu hale gelmişti onu hiç mi hiç bilmiyordum, sevinsemi ağlamasam mı emin de olamıyordum. Böylesi bir yemin romanın tüm akışını değiştirir miydi ki.? Kafamı bir kere daha masaya vurarak Denzel'in yumuşacık saçlarının ayağıma değdiği zamanı hatırladım. Ayak bileğim karıncalanmaya başladığında uyarır gibi bir kere daha kafamı masaya vurdum. Sadakat yemini. Bir muhafızın efendisi için koca bir kıtayı katlecek kadar ileri gideceğinin göstergesi olan yemindi. Romanda Diane'nin muhafızları bile böyle bir yemin etmemişti. Hangi muhafız böyle bir yemin ederdi ki zaten.? Sadakat yemini muhafızın tüm hareketlerinin kısıtlayan bir yemindi, artık Denzel, benim verdiğim her bir emri emir ne olursa olsun yerine getirmekle görevliydi. Yani Denzel'e soyun yersem bile anında yerine getirecekti. Gözümün ününe gelen görüntülerle tövbe çekerek kafamı bir kere daha masaya vurdum. Neden.? Denzel neden bana sadakat yemini etmişti, akademideki konuşma yüzünden miydi.? Çünkü ilia daha önce Denzel'e öfkeli bile olsa ağızını açıp hiç bir şey dememişti. Bu yemin sayesinde ben ölürsem bile bir kere daha dirilebilirdim. Ancak Denzel tamamen yok olacaktı. Endişeyle dudağımı ısırarak kafamı tekrar vurdum. Sadakat yemini eden bir muhafızın efendisiyle diğer efendi ve muhafız arasındakinden daha derin bir bağa sahipti. Bu öyle bir yemindi ki,normalde bir efendi öldüğünde onunla bağlı olan muhafız efendisi öldükten sonra tam üç gün içerisinde yok olurdu. Üç gün olmasının nedeni muhafızın bu dünyadaki efendisine veda etmesi için verilen bir şanstı. Eski nesil muhafızlarla diğer muhafızların arasındaki fark buydu. Eski nesiller efendileri öldükten sonra bile bu dünyadan yok olup ruhlar diyarına gitmiyordu. Bu dünyada ya amaçsızca dolaşıp duruyorlardı ya da yeni efendileri doğana kadar istirahata çekiliyorlardı.Yani Denzel ben öldüğüm gibi ölecekti, ruhu ruhlar diyarına gitmek yerine tüm gücü bana yeniden dirilme şansı verecekti. Denzel'in ruhu parçalara ayrılıp yok olurken ölmüş olan ben yeniden dirilecektim. Yani Denzel ruhumun bedenimden çıkmasına izin vermeyen kalkanım olacaktı. Gözlerim masanın üzerinde uzun uzun gezindi, bu sayede ölmekten korkmama gerek kalmamıştı romanın akışı benim istediğim gibi gidiyordu. Denzel'in yemini başka bir faktör oluşturmuştu. Romanın akışında bir çatlak daha meydana gelmişti. Mutlu olmalıydım ama neden değildim.? Diğer muhafızlar gibi ruhlar diyarına gidip yeniden başka bir efendi doğana kadar orada dinlenecekti ama şimdi ruhu ebedi azaba mahkumdu. İşte bu yüzden hiç bir muhafız efendisine sadakat yemini etmezdi, bu yemini edip etmemek tamamen muhafıza kalmış bir şeydi. Şimdi ise Denzel ve ben asla kopartılamayacak bir yeminin bağlarıyla sarılmış haldeydik. İlia Denzelle arasındaki bağı kısıtladığı için hissedemiyordum ama bu yemini ettikten sonra o kısıtlamayı istesemde istemesemde kaldırmak zorundaydım. Endişeyle alt dudağımı ısırdım düşünmeye o kadar çok dalmıştım ki kapı tıklatınınca resmen yerimden hoplamıştım. "Leydi İlia uyandınız mı efendim.?" Diyen kadın sesiyle yerimden kalkarak yatağa oturdum. Gelmesi için konut verdiğimde kapıyı açarak içeriye giren genç hizmetliye baktım. "İzninizle sizinle ilgilenmek için gönderildim efendim, giyinmenize yardım edebilir miyim.?" Kızı kafamla onaylayarak getirdiği elbiseyi giydirmesi için ayağa kalktım. Ben sessizce kızın beni hazırlamasını beklerken kız bana kaçamak gözlerle bakıyordu. "Bir sorun mu var.?" Dediğimde istemeden irkilerek, "Hayır hayır efendim sorun yok, sadece siz çok solgun görünüyorsunuz iyi hissetmiyorsanız kahvaltıya inmek zorunda değilsiniz." Dediğinde gözlerim odanın köşesindeki aynaya kaydı. Tövbe bu halim neydi benim.? Her türlü hayalet filimlerinde oynayabilecek bir görünüşe sahiptim resmen. Zavallı kızın neden yüzüme bön bön baktığı belli olmuştu. Halledebilir mi diye kıza baktığımda anlamış gibi makyaj malzemeleriyle beni hayalet rolünden ana karakterin yardımcısı rolüne çevirmişti. Eh buna da razıydım. Hiç yoktan iyiydi. İkimiz her şeyim bitikten sonra onun eşiğiyle beraber alt kata kahvaltı yapmaya indik. Ben aşağıya indiğimde herkesin masada olduğu gördüm. Muhafızlar her zaman olduğu gibi efendilerinin hemen arkalarında duruyorlardı, bu cidden rahatsız ediciydi. Neden onlarda yemek masasına oturmak yerinde ayakta dikilmek zorundaydılar. Costantinova malikanesinde Denzel ve Kalios kahvaltıda ve akşam yemeklerinde hep bize eşlik ederlerdi. Sanırım biz anormaldik, çünkü genel olarak da muhafızlar her zaman efendilerinin arkasında olurdu. Yani Costantinova malikanesindekiler bilerek muhafızlarının onlarla oturmasına izin veriyordu. Çünkü Düşes Elisia bundan rahatsız değildi. Düşes Liriel'in de rahatsız olmadığını düşünüyordum ama Dük Arion katı kuralları olan ve onlara uyan bir adamdı. Masadakilerin bakışları anında bana doğru döndü, neden bana baktıklarını anlamaya çalışırken gözlerim benim sandalyemin arasında dikilen Denzel'de gezindi. Onu görünce yüzümdeki ifade değişmesin diye çok çaba sarfettim. Gözlerimi özellikle ona çevirmeden masaya doğru ilerledim. Herkesin yüzünde meraklı bir ifade vardı. Yinede hiç kimse bir şey sormadı. Hemen Diane'nin yanındaki sandalyeye oturdum. Oturduğum gibi Diane beni incelmeye başladı. Hayır tatlım hala bir ejderhaya dönüşmedim. Biliyorum akşam çıkardığım seslerden öyle sandın ama ne yazık ki insanım. "Leydi İlia iyi misiniz.?" Diane diğerleri duymasın diye bana doğru eğilerek konuşmuştu. Vallahi utandım kardeşim ya. Kız yanlış anlamasa bari. Kafamı çevirerek ona baktığımda birbirimize çok yakın olduğumu fark ettim. "Duvarlar fazla ince." Dediğimde gözleri kocaman açıldı, burada utanması gereken benken onun yüzü kıpkırmızı oldu. Lan. Yoksa Diane benim odada şey yaptığımı mı sanmıştı, sesler ejderha yerine inleme gibi gittiyse. Kız vallahi kükrüyordum. Sen yanlış anladın. İkimizinde yüzü garip bir ifade almış olmalıydı ki masadakiler anlamaz gözlerle bakıyordu. Diane'yle aynı anda geri çekilerek yerimize sindik. Allah kahretsin, ben niye hep bu kızla böyle bir olaya maruz kalıyorum. Yavrumun yüzü o kadar kızarmıştı ki. Durumum garipliğine kahkaha atmak istiyordum. Diane odanın kapısına vurduğu için çok utanmış görüyordu. Kendi kendine kızıyor gibi yüzü garip şekiller alırken dudaklarımı birbirine bastırdım. Önüme yemek servisi açan hizmetliye odaklandım. Yoksa öyle bir kahkaha atacaktım ki herkes neye uğradığını şaşıracaktı. "Leydi Diane iyi misiniz.?" Diyen düşesle elimle yüzümü kapadım ki gülmeyeyim. Diane hazırlıksız yakalanmış gibi ağzını açtı ama geri kapattı. Nerdeyse kendi tükürüğünde boğulacaktı. Kendimi zor tutarak önümdeki suyu onun önüne koydum. Suyu zar zor içerek sakinleşmeye çalıştı. Düşes endişeli gözlerle yüzüne bakıyordu. "İyiyim Düşes boğazıma bir şey takıldı da." Dediğinde düşes rahatlamış gibi bana doğru döndü. "İyi uyuya bildin mi İlia.?" Şimdi de ne diyeceğini bilemeyen bendim, ben sessiz kalınca Diane daha çok öksürmeye başladı. Yüzü o kadar kırmızıydı ki bayılacaktı. Düşes endişeyle yerinden kalkarak Diane'ye doğru ilerledi. "Tatlım hiç iyi görünmüyorsun daha fazla su getirir misin Noveria." Dediğinde Diane daha da panik yaptı. Hızla yerimden kalkarak, "Ben Leydi Diane'yi hava alması için dışarı çıkarayım, belki sakinleşir." Dediğimde düşes kararsız bir ifadeyle bana baktı. "Emin misin Perlo'yu çağırabilirim iyi gözükmüyor." Dediğinde elimle Diane'nin sırtına vurarak çok iyi bizim aslan parçası der gibi çekiştirdim kızı. Sanırım kızın sırtını kırmıştım. Masadakiler anlamaz gözlerle bize bakarken Lenora'yla göz göze geldik. Ne oluyor der gibi baktığında anlatırım der gibi göz kırptım. Diane ben ve muhafızlarımız arkamızdan gelirken bahçeye çıktık. Şimdi Diane'nin biraz daha sakinleşmiş hala kıpkırmızı yüzüne bakıyordum. Dışarı çıktığımız için muhafızları daha rahat hareket ediyordu. İkiside Diane'ye bakarak iyi olup olmadığını soruyordu. "Bence oturmanız daha iyi olur efendim." Dediğinde Lucius'u kafasıyla onayladı Diane, köşedeki banklardan birine oturdu. Şimdi Lucius ve Joshep sorgular bir ifadeyle neyi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sanırım Diane onlar düşüncelerini öğrenmesin diye gizliyordu, bu yüzden olsa gerek ki Joshep çatık kaşlarıyla bana doğru bakış atıyor sonra yeniden Diane'ye dönüyordu. Denzel hemen yanımdaydı kafamı ona doğru çevirdiğimde beni izlediğini gördüm. "Leydi Diane biraz daha iyi misiniz.?" Dediğimde utanarak beni kafasıyla onayladı. Bu benim özelim olduğu için sanırım muhafızları öğrenmesin diye çok uğraşıyordu. Onun bu hali o kadar tatlıydı ki. Yanaklarını sıkmak istiyordum. Benim tatlı düşünceli kekim, gerçekten yemek istiyordum onu. Ona bakışlarımı görünce gözlerini tekrar benden kaçırdı, kendimi tutamayarak gülmeye başladığımda şimdi hepsini bakışları garip bir şey görmüş gibi bana kaymıştı. Denzel'in hareket bile etmeden beni izlediğimi biliyordum, buradaki dört kişide kendi muhafızım da dahil ilk defa güldüğümü görüyorlardı sanırım. İleriye doğru bir adım atarak elimi Diane'nin kafasına uzattım, Diane refleksle gözlerini kapattığında elimi yavaşça saçlarına yasladım. Gözlerini açarak bana şaşkınca baktığında hafifçe saçlarını karıştırdım. Ona doğru eğildim için yüzlerimiz yakındı. "Leydi Diane bana mı öyle geliyor yoksa siz beni hep yanlış mı anlıyorsunuz, açıklama yapmama gerek yok değil mi burada misafiriz." Dediğimde yanakları daha ne kadar kızarabilirse o kadar kızardı. Vay be Elien'den daha fazla kızarabilen biri varmış meğer. "Yanlış anlamış olmalıyım çok üzgünüm." Dediğinde daha çok gülmeye başladım. Diane gözlerimi benim yüzümde gezdirerek garip bir ifadeyle yüzüme baktı. Gözleri gülümseyen yüzümde gezindi, elimle saçlarını biraz daha karıştırarak yerimde diklendim. "Sakinleştiysen yemeğe gidelim mi.?" Ben yavaşça ilerlerken onun elini benim saçlarına dokunduğum yere koyduğunu gördüm, bana garip bir bakış atarak elini kafasından indirdi. Yerinden kalkarak nefeslenip sakinleşmeye çalıştı. Şimdi aramızda oluşan garip atmosfer yüzünden kimse konuşmuyordu. Diane durmadan yüzüme bakıp duruyordu. İyiki bir güldük kardeşim. Gerçi bir kere bile gülmeyi bırak, her zaman donuk bir ifadeyle bakan İlia için bu şekilde gülmesi herkes için şok edici bir manzara olmalıydı. Acaba düşes görse nasıl hissederdi.? Çok uzun zamandır istediği tek şey İlia'nın eskisi gibi gülmesiydi. Malikanenin kapısından içeriye doğru bir adım attığımda Diane adımı seslendi. Olduğum yerde durarak omzumun üzerinden ona baktım. Bir şey söylemek istiyorda söyleyemiyor gibi baktı. Yanakları yine hafifçe pembeleşti ve sonunda cesaretini toplayarak konuştu. "Şey daha önce görmediğim için gülmek size çok yakışıyor yeni fark ettim, hatta daha önce hiç kimseye bu kadar yakıştığını görmemiştim." Dediğinde sessizlik oldu. Bu İlia'nin ilk defa iltifat alışı değildi ama sanki içimde bir şeyler oldu. Benimde ilk defa iltifat alışım değildi ama Diane'nin ilk defa birine iltifat edişiydi. Neden bilmiyorum ama ağlamak istedim, o an Diane ve İlia bir madalyonun iki yüzü gibi geldiler gözüme. Yakın oldukları kadar da uzaktılar, sırt sırta yaslanmış gibiydiler. Bu romanın ana kadın karakteri ve kaderinde ölüm olan kötü kadın karakteri.Çok merak ediyorum Diane, biz gerçekten arkadaş olabilir miyiz.? Kaderimiz yüz yüze değil de sırt sırta savaşmak olur muydu.? *** Kahvaltı faslı oldukça ilginç bir şekilde geçmişti, Dük ve Düşes bizi sorgulamış, bir nevi yemekten ziyade sorgu seansı gibi bir şey olmuştu. Diane ve benim acı çektiğimi gören Lenora ise olaya el atarak üzerimizdeki baskıyı azaltmıştı. Kahvaltıda ilk defa Düşes ve Dük'ün muhafızlarını görmüştüm. İkisindende kitapta çok fazla bahsedilmediği için nasıl biri oldukları hakkında tahmin yürütemiyordum. Kaçamak gözlerim kahvaltı sofrasındaki tek boş yer olan Lordian'nın yerinde gezindi. Düşesin iki kere oraya doğru dalgını durgun bir şekilde tekrardan önüne dönüp yemeğine devam ettiğini görmüştüm. Oğlunun evde olmamasına içten içe üzülüyor gibiydi. Hiç bir soru sormadan sessiz kalıp kahvaltı faslından dualarım sayesinde kurtulmuştuk, şimdi ise malikanenin arka bahçesinde gölün kenarına kurulmuş camdan kamelyanın içinde çay içiyorduk. Muhafızlarımız tepemizde gardiyan gibi dikilmiş bekliyordu ve bu o kadar gerici bir şeydi, içtiğim çay boğazımdan inmiyordu bildiğin ya. Onları nasıl kovsak diye düşünüp duruyordum. Bu arada Elwestar Dükkanlığına bayılmıştım, sanırım Diane de çok sevmişti. Gözleri habire bahçede koşuşturan tavşanlarda geziniyordu. Hatta çayı soğumak üzereydi. "Tavşanları sevmiş gibisiniz Leydi Diane.?" Dediğinde Diane hızla gözlerini önüne çevirerek mahcupta baktı. Bir arada otururken onun dikkati dağıldığı için ona kızacağımızı düşünüyor olmalıydı. Tıpkı Markies'in ona yaptığı gibi. Lenora ve ben Diane'nin yaşadıklarını en iyi bilen kişiler olarak Lenora'nın ona olan bakışları kızgından çok yumuşaktı. Yinede romanın akışına göre çok fazla muhattapları olmamıştı Lenora'yla. Bu yüzden Lenora onunla nasıl konuşacağını bilmiyor gibiydi. Leydi Diane ise o kadar gergindi ki. "Tavşanları çok seviyorsanız yakalayalım mı.?" Diane gözlerini çayından çekerek Lenora'ya baktı. "Bu sorun olmaz mı şu an da çay içiyoruz." Dediğinde Lenora elini masaya yaslayarak onun yüzüne yavru köpeğe bakıyormuş gibi baktı. Aklından çok sevimli diye geçirmiyorsa bende bir şey bilmiyordum. "Neden sorun olsun Leydi Diane, çay içmek pek sizlik değil gibi.?"Dediğinde Diane gözlerini kaçırarak, "Şey ben pek çay sevmiyorum üzgünüm." "Öyle mi çok iyi bende sevmiyorum sadece siz misafirim olduğunuz için ikram ettim bu yüzden üzgün olmanıza gerek yok." Dediğinde Diane şaşırmış gibi ona baktı. Soylu bir kız ve çay sevmemesi görülmüş bir şey değildi. Diane soylu olmadığı için çay içmeye alışık değildi ama markizes ve kızları çay sevmeyen bir soylunun olmadığını söylediği için çok şaşırmıştı. Tüm soyluların çay içmek zorunda olduğunu sanıyordu zavallı yavrum. Sevmiyorsa bunu dile getirebilirdi buna rağmen markizes ona o kadar baskı yapmıştı ki sevmediği şeyleri bile yapmak zorunda gibi hissediyordu kendini. "Başka birine zahmet vermesen daha iyi." Dediğinde Lenora çağından bir yudum aldı, acı çayı sevmediğini bildiğim için içine dört kaşık şeker atığı çayı keyifle içişini izledim. Benim çayımda şekeriydi, üstelik ben koymadan hizmetliler koymuştu. Bu biraz garipti. Hizmetlerin tereddütlü haraket ettiğin fark etmiştim. Çünkü İlia şekersiz içerdi çayını, şimdi ben de Lenora'ya şekerli içiyorduk. Bu yüzden olsa gerek hizmetliler bize anlamaz gözlerle bakıp gitmişlerdi. Büyük ihtimalle ikimizinde kafayı yediğini falan düşünüyor olmalıydılar. Buna rağmen benim aksime Lenora fazlasıyla saygı görüyordu. Onun konumu benim kinden daha iyiydi. Tek sorun birden değiştiği için herkes çok garipsemiş olmalıydı, bu yüzden basıl davranmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Lenora yavaşça sandalyeyi iterek ayağa kalktı. "Başka birine zahmet vermeyeceğiz Leydi Diane çünkü biz kendimiz yakalayacağız, Elwestar malikanesinde tavşan sevmek istiyorsan bizzat kendin yakalamak zorundasın." Diane bu tekliften çok hoşlanmış gibi yerinden hızla kalarak hevesle Lenora'ya baktı. Çocukluğu çayırlarda tavşanlarla ve diğer hayvanlarla geçen biri için bu teklif reddedilemeyecek bir şeydi. Onun heyecanlı halini izlerken bende yerimden kalarak kamelyadan çıktım. Diane ve Lenora önden giderken ben arkalarından ilerledim. Diane o kadar heyecanlanmıştı ki onu ilk defa bu kadar rahat gördüm. Soylu gibi davranmak onu yoruyor gibiydi. Onu çok iyi anlıyordum, başka biri gibi davranmak gerekten yorucuydu. Biraz ilerleyip malikanenin yan tarafına doğru ilerledik burası diğer yerlere göre daha ıssızdı. Uzun boş bahçede bir sürü tavşan koşturup duruyordu. Gözlerim bahçenin yanındaki küçük kulübeye takıldı. Sanırım orada bahçenin eşyaları vardı. Bir nevi depo gibi bir yerdi. Koca malikanede o kadar çok yer vardı ki en son dikkatimi çekecek şey küçük bir kulübeye benzeyen depo olurdu. Yinede gözlerim mavi renkli kısmen bazı yerleri eskimiş deponun üzerinde çok fazla oyalandı. Nedendir bilmem ama garip bir şekilde kendimi rahatsız hissetmiştim. Gözlerimi oradan çekerek heyecanla tavşanlara atılıp onları yakalamaya çalışan Diane de gezindi. Lenora ona nasıl yakalaması gerektiğini anlatırken Diane o kadar dikkatli dinliyordu ki. Küçük bir çocuk yerinde duramıyor gibiydi. Tekrar ve tekrar yakalamak için tavşanlara atıldı. Lenora da ona eşlik ederek tavşan yakalamaya çalıştı. Ben onlarla oynamak yerine izlemeyi tercih ettim. Sanırım bu yüzden olsa gerek Diane habire dönüp bana bakıyordu. "Leydi İlia." Diye seslendiğinde ona doğru baktım. "Evet." "Tavşan sever misiniz.?" "Severim neden.?" "Sizin için tavşan yakalayabilir miyim.?" Dediğinde şaşkınca ona baktım. Cidden benim için yakalamak mı istiyordu.? Gözleri elimdeki sargıya kaydı sonra ise yeniden bana baktı. Elim yaralı olduğu için onlara katılmadığımı mı düşünüyordu. Bu yüzden benim için yakalayıp bana verecekti ki kendimi yalnız hissetmeyeyim. Ne garip akademiye başladığı zamandan beri ona zorbalık yapanlardan biriydim ama o onlara katılmayıp tek başıma burada dikiliyorum diye bana tavşan yakalamayı teklif ediyordu. Romanda da Diane bu kadar iyi biri miydi.? Asla öfkelenmiyor muydu ya da kin tutamayan biri miydi.? Neden. Neden bu kadar iyi niyetlisin. Şuan gülerek tavşan yakalamaya çalışan o saf kızın bu romanın sonunda yaşayacakları sanki romanı ben yazmışım gibi yüzüne bakmaktan çekiniyordum. Bu romanı ben yazmamıştım ve ona bu kaderi layık görende ben değildim öyleyse neden bu kadar kötü hissediyordum ki. Zaman geçtikçe Diane gözüme bir kitap karakterindense daha fazla insanmış gibi geliyordu. Ne garip sadece ben mutlu olayım diye tavşan yakalamaya çalışıyor olması. Hiç soylu bir kadının davranmayacağı bir davranıştı elbisesi yere düşmekten kirlenmişti ama gözüme yinede güzel geliyordu. İlia neden ondan nefret ettin.? Neden ona bu kadar çok zorluk çektirdin.? Onun kadar özgür olmak mı istedin.? Ama o da çaresizce senin kadar güçlü olmak istiyor. Diane'nin gözünde Ilia çok güçlüyken İlia'nın gözünde Diane özgürdü. İstediği gibi davranabiliyordu ve hayatını yaşayabiliyordu. Oysa ne Diane özgürdü ne de İlia güçlü. İkiside bir madalyonun kaderlerine tutsak kalmış yüzleriydi. "Leydi İlia onlarla eğlenmek ister misiniz.?" Kafamı çevirerek hemen yanımda sanki benim her mimiğimi anlamaya çalışıyor gibi bakan Denzel'e kaydı. Gözlerim onun çenesinde gözündeki metal bağda gezindi, ardından Diane ve Lenora'ya bakarak hafifçe güldüm. "Eğlenceli gibi gözüküyor." "Daha önce bir şeyleri eğlenceli bulduğunuzu görememiştim." "Çünkü eğlenceli olup olmadığına hiç dikkat etmemiştim." Denzel bana doğru eğilerek merakla, "Ya şimdi.?" Dediğinde tenim karıncalandı. "Şimdi farklı bir açıdan bakıyorum, rahatsız edici mi.?" "Hayır merak uyandırıcı, sizin bir şeyleri ilgi çekici bulduğunuzu görmemiştim bu yüzden sadece anlamaya çalışıyorum." Dediğinde neden bilmiyorum ama garip hissettim. Beni tanımaya çalışıyordu ve anlamaya. "Yani sevmediğiniz şeylerin iyi yönlerimi bulmaya çalışıp onları sevmeye çalışıyorsunuz, doğru mu anladım.?" Dediğinde ona doğru dönerek hafifçe bende ona doğru eğildim. Şimdi ikimizin yüzlerinin arasında çok az mesafe kalmıştı. "Sayılır." Dediğimde ılık rüzgar eserek ikimizin saçlarını uçuşurdu. Bu sayede onun beyaz saçlarına benim siyah saçlarım karıştı. O benden önce davranarak saçlarını sivri kulağının arkasına doğru tıkıştırdı. Gözlerim onun bembeyaz saçlarında gezinirken o da benim uçuşan siyah saçlarıma bakıyordu. "Bu sayılırın içinde bende var mıyım.?" Dediğinde yanaklarımda karıncalanma hissediyordum. Bir nevi Denzel beni de sevmeye çalışıyor musun diye sormuştu. Çünkü İlia kendi muhafızından nefret ediyordu ve Denzel bunun farkındaydı. Bu Denzel'in efendisiyle arasını düzeltmek için bir şanstı. "Belki." Diyerek net bir cevap vermediğimde ilk defa Denzel'in dudaklarının güler gibi kıvrıldığını gördüm. Anlıyorum der gibi kafasını salladığında hızla ondan uzaklaşarak Diane'ye doğru ilerledim. Diane heyecanla elindeki sonunda yakalamayı başardığı tavşanı kaldırarak gururla bana doğru döndü. Başardım der gibi havaya kaldırdığı tavşanı sallıyordu. Lucius ona tavşanı sallamaması gerektiğini söylerken Diane onu dinlemeyip bana doğru ilerliyordu. Onun bu heyecanlı haline gülerek bende ona doğru ilerledim. Sırtıma çarpan soğuk havayla sanki tüylerim diken diken oldu. Kollarım otomatik olarak omuzlarıma sardığında adımlarım yavaşladı, garip bir uğultu kulaklarıma doldu. Nereden geldiğini anlamak için olduğum yerde durdum sanki tüm bedenime inme inmiş gibi kaskatı kesildim. Gözlerimin önüne daha önce de olduğu gibi bembeyaz bir perde inerek gördüğüm tüm renkleri yok etti. Kuşağıma endişeyle adımı bağıran Diane'nin sesi çarptı. Ama herkesten önce Lenora'nin bana doğru atıldığını gördüm. Ben daha ne olduğunu anlayamadan Denzel'in beni sıkıca sardığını hissettim çünkü ayaklarındaki güç gitmiş gibiydi. Sesler kulaklarıma boğuk boğuk gelirken yeni bir görü geliyordu. Abi bir kerede mutlu bitireyim günü nolur ya. Bu ne biçim kader kardeşim.? Yerimde oflaya puflaya bembeyaz boşlukla bakışmaya başladım. Bak ben bu işe git gide alışmaya başlıyorum ama hiç hoş değil. Daha geçen ki görüde garip bir yaratık tarafından kovalanmıştım. Hala etkisinden çıkamadım yapma etme güzel kardeşim. Nolur bu seferki güzel bir şey olsun. Yavaşça ilerideki koyu kahverengi kalın gövdeli ağaç kabuğunun içindeki yarıktan geçtim. Bu ağaç fantezisi neden, niye hep bir ağacın içinden geçiyorum ben.? Elimle etrafı yoklayarak çıktığımda gördüğüm şeyle olduğum yerde durarak sorgulamaya başladım. Burası şu an da olduğumuz yerdi. Arka bahçeyle bakışıyordum, etrafta hiç kimse yoktu. Ne Denzel ne Lenora ne de diğerleri, sadece yoğun bir kan kokusu burnuma geliyordu. Kanın yoğun kokusu burnuma sızlattığında elime burnumu kapatmamak için zor durdum. Hiç istemesem bile kendimi zorlayarak yürümeye başladım. Etrafta tek bir tavşan bile yoktu. Hatta hiç kimse yoktu. Koca bahçede sadece ben ve mavi kulübe vardı. Gözlerim o kulübeye kaydığında kalbim tekledi. Titreyen ellerimi sakinleştirmek için üzerimdeki elbisenin kenarlarını sıkmaya başladım. Yavaşça kulübeye doğru ilerlediğimde gözlerim kulübenin önündeki kan birikintisinde gezindi. Titreyen ellerimle eski kapıya parmaklarımı yasladım, açtığımda içeride göreceğim şeyleri düşünmek bile istemiyordum. Sadece bu görüden bir an önce uyanmak istiyordum. Derin bir nefes alarak yavaşça kapıyı ittirdim. Gözlerim kulübenin içinde gezindiğinde tüm haraket yetkimi kaybettim. Bazen bazı vahşeti anlatmaya kelimelerin gücü yetmezdi, ve vahşet beraberinde her zaman dehşeti getirirdi. |
0% |