Yeni Üyelik
24.
Bölüm

^1.23.BÖLÜM^: 'Yabboz parçalarını birleştir'

@cornelianews

 

Merhaba gençlik bu bölümde biraz kan ve vahşet olacak bu yüzden sizi etkisinde bırakabilir mi bırakmaz mı emin değilim, elimden geldiği kadar çok detaylı yazmamaya çalışacağım.

 

Lütfen buna göre okuyun.

 

Ve lütfen çevrenizdeki gördünüz ya da bizzat yaşadığınız her türlü zorbalığa karşı ses çıkarın.

 

Bu kitap zorluk görüp cesaretini toplayamayan ve kitapların içine sığınan herkes adına ithaf edilmiştir.

***

 

Kimse bir başkasını yaralayarak kendini iyileştirmez.

 

 

23.Bölüm

 

 

..📖..

 

Kızıl rengi severdim, çünkü anneme en çok yakışan rengin bu olduğunu düşünürdüm. Tıpkı onun gibi saçlara sahip olduğum içinde mutlu hissederdim.

Merak ediyorum da kendimden ve en çokta saçlarımdan nefret etmeye başladığım gün ne zamandı.

O çocuğun gözlerimin önünde intihar ettiği gün müydü.?

Tüm saçı kırmızıya bulandığı zaman mı başlamıştı kırmızı saça olan korkum.

Yoksa bileklerini kestiğinde saçıma bulaşsa bile kan olduğunu fark etmediğim zaman mıydı.?

Lise yılları demiştim değil mi.?

Lise yılları güzeldir, eğer güzelsen ve zenginsen, neşeli ve pozitifsen ya da çok fazla arkadaş edinirsen.

Peki ya bunların hiç birine sahip değilsen o zaman lise yıllarının nasıl olduğunu biliyor musunuz.?

Eminim içinizde bilen vardır, bir toplumun yüzde doksanı zorbalanan taraf olur.

Cehennem bazen kimsesizlik gibidir, çünkü insan en çok kimsesiz olduğunda zorbalık görür.

Yetişseydim o gün bir şeyler değişir miydi.?

Bunu alsa bilemeyeceğim.

Ben Aylin Meva Gürhan, bu benim asla açmayacağım günlümün en kanlı sayfaları.

Ve o sayfalar bir gün mutlaka yeniden açılacak.

 

'Bir gün bana yapılan başka bir gün başkasına yapılacak ve bu döngü asla bitmeyecek ta ki birleri bu zorbalığa dur diyene kadar.'

***

 

İçerisi dışarısından bin kat daha fazla kan kokusuna sahipti, bu öyle bir kokuydu ki bayılmam an mesesiydi.

Eskimiş mavi deponun içine doğru bir adım attığımda tüylerim daha ne kadar diken diken olabilirse o kadar diklendi.

İçerde tavana asılı bir sürü kesici alet vardı. Hepsi bir kancaya takılıydı ve kancaya takılı aletlerden akan kan yere damlıyordu.

Titreyen ellerime içeriye girdim kan gölüne bastığım için ayaklarımdaki ayakkabılar tamamen kana bulandı.

Korku sanki bu karanlık kulübenin içine sızan küçük gün ışığı gibi içime sızıyordu.

Kendime defalarca kez bunun bir görü olduğunu ve uyandığımda herkesin yanımda olacağını söylememe rağmen korkum asla dinmiyordu.

İyice içeriye girerek sağ tarafa doğru korka korka döndüm. Midem yerinden kalkmak üzereydi. Bir çok tavşanın kafası kopmuş bir şekilde öylece asılı duruyordu.

Ne halt dönüyordu burada.

Kanlı masanın üzerinde çok eski bir kitap vardı.

Sayfaları açık kitabın içinde garip görseller yer alıyordu. Sanki bir çeşit ayinin ortasındaydım. Bu hiç mantıklı gelmiyordu.?

Burası Elwestar malikhanesiydi böyle bir şey yaşansa bile Dük'ün ya da başka birinin fark etmemesi imkansızdı.

İç organları çıkarılmış küçücük bebek
tavşanlar masanın üzerinde yatıyordu. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ben ki yolda ölü hayvan görünce midesi kalkan ağladı ağlayacak ruh haline giren biriydim. Şimdi ise bu hayvan katliamına bakmak deli gibi ağlamama neden olacaktı.

Titreye titreye kitaba dikkatlice bakarak inceledim. Bu tamamen bir kurban ritüeliyedi, garip üçgenler ve kafa tasları zerre kadar anlamadığım garip bir dil.

Elwestar Dükkanlığına bir tarikat üyesi mi vardı.?

Romanda bununla ilgili bir şey okuyup okumadığımı hatırlamaya çalıştım. Tamam tarikat üyelerini biliyordum. Akademi kütüphanesinde gördüğüm kitap aklıma geldi. Kızıl Goncalar Tarikatı'yla ilgili bir kitaptı.

Ama burada bir tarikat üyesinin olması normal miydi.?

Birinci romanda tarikat üyeleri hakkında çok bir şey yoktu. Herşeyin ortaya çıkışı ikinci romanda olacaktı. Öyleyse neden şimdi bir görü görüyordum.

Acaba romanın akışını kökten değiştirdiğimiz için tarikat şimdiden harakette geçmeye mi başlamıştı. İnsanların ortadan kaybolmasına daha çok vardı. Daha birinci kıtadan bir heyet bile gelmemişti. Gözlerimi etraftan çekerek dışarıda duyduğun adım sesleriyle beraber dışarıya doğru ilerledim. Beni görmezlerdi değil mi.?

Sonuçta bu bir görüydü.

İleride yaşanacak bir şeydi daha yaşanmamıştı bile.

Yinede temkinli ve korka korka dışarıya baktım. Kulübenin önünde bir adam vardı ve arkasından koşarak gelen bir kadın. Kadının üzerine hizmetlilerin giydiği kıyafetlerden vardı. Sanırım üstü başı kan içinde olan adam da burada çalışan hizmetlilerdendi.

Adam öfkeyle kulübeye doğru ilerlediğinde kadın koşarak adamın kolunu tuttu.

"Yalvarırım dur Marco, lütfen biraz daha zaman ver bana ben nasıl yapacağımı bilmiyorum." Kadın ağlayarak konuştuğunda adam sertçe kadının yüzüne vurarak bağırdı.

"Artık vaktim kalmadı diyorum kahrolası, sana söylediğim şeyi yapmayacaksan Liva'yı sunmaktan başka şansım yok." Diye bağırdığında kadın çığlık atarak ağlamaya başladı. Bir yandan da konuşmaya çalışıyordu.

"Yapma Marco yalvarırım o bizim kızımız kendi kızını mı öldüreceksin yalvarırım yapma."

"Başka şansım kalmadı Marie sana Riena'nın kızını getirmeni söyledim ama getirmedin söyle ne yapayım." Dediğinde kadın ağlayarak adamın koluna yapıştı.

"Marco nasıl yapayım, Riena benim çocukluk arkadaşım sütüm gelmediğinde kızımızı kendi kızı gibi emzirdi şimdi nasıl onun kızını getireyim yalvarırım yapma." Dediğinde adam kadının saçlarını çekerek yüzüne doğru bağırdı.

"Hepimiz öleceğimize o kaltağın kızı ölsün aptal kadın, bizi öldürürler diyorum sağ bırakmazlar git ve hemen çağır kızı buraya anladın mı beni.?"

Bedenim o kadar titriyordu ki, gözlerim çaresizce titreyen kadında gezindi.

Gerçekten yapacak mıydı.?

Öylece en yakın arkadaşının kızını sırf kendi kızı ölmesin diye kurban edecek miydi.?

Titrememe engel olamıyordum. Kadına avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Git ve başka birinden yardım iste. Sen bir annesin nasıl başka birinin evladını katledilmesine göz yumarsın.

Kadın ağlaya ağlaya giderken adam yüzünde tek bir mimik bile oynatmadan gidişini izledi. Kendi kendine bir şeyler mırıldanmaya başladı. Hızlıca kulübeye girdiğinde ben çıkmıştım kulübeden.

Adam içi kan dolu bir kova ve büyük kanlı bir baltayla ilerleyerek kulübenin önüne bana doğru yere çöktü. Ürkerek biraz daha uzaklaştım adamdan. Elini kan dolu kovaya sokup çıkardı ve yere garip semboller çizmeye başladı.

Elwaster düklüğünün arka bahçesinde öylece bir kızı mı katledeceki yani.?

"Bir çok az." Diyerek bir anda kendi kendine konuşarak gülmeye başladı. Habire omuzunun arkasına bakıyor sanki orada bir şey varmış gibi konuşuyordu. "Üç iyi kesinlikle çok iyi." Dediğinde o kadar zor yutkundum ki.

Öldürecekti üçünüde.

Ne kendi karısı ve kızı, ne de diğer kıza merhamet etmeyecekti.

Uyanmak istiyorum.

Bunu izlemek istemiyorum.

Gözlerim çaresizce etrafta gezindi, gitmek istiyorum nasıl çıkacağım nasıl uyanacağımı bilmiyordum.

Bir sağa bir sola doğru giderek bir yol aradım az önceki ağaç boşluğu yok olmuştu. Yani ağaçtan geçerek geri döneniyordum. Tir tir titremeye başladım. Kadının sesini duyunca başımdan aşağıya kaynar sular döküldü sanki.

Kadın ve onun yanında sapsarı saçları olan çok güzel bir kız vardı. Parlak mavi gözleri narin bir yüzü vardı hemen hemen on altı yaşlarında olmalıydı belkide daha küçük.

Gözlerim çaresizce kadına doğru döndü. Ona doğru atılarak onu tutmaya çalıştım.

"Yapma lütfen bunu yapmak zorunda değilsin o daha çok küçük lütfen yapma." Kadına ne kadar yalvarırsam yalvarayım beni duymuyordu ve göremiyordu.

En kötüsü ise ben kadına dokunamıyordum.

Lütfen yapma.

Ellerimin titremesini durduramıyordum. Kız safça kadına doğru dönerek, "Marie Teyze Liva beni çağırıyor demiştin nerede o.?" Diye sorduğunda kadın zorla yutkundu.

Burada çığlık atsa bile kimse onu duyamazdı. Kimse yardıma gelmeyecekti.

Lütfen lütfen yapma yalvarırım.

Deli gibi ağlamaya başladım, göz göre göre öldürülmesine göz yumacaktı. Adam ayağa kalkarak kıza doğru ilerlediğinde.

Kız korkarak bir adım geri çekildi. "Ne oluyor burada Marco Amca yaralı mısın.?" Diye sordu korkmuş bir sesle.

Adam ise gülümseyerek, "Sorun yok kızım biraz yaralıyım ama geçecek yardımcı olur musun?"dediğine kız kararsız bir şekilde etrafa baktı.

Etraftaki kan birikintilerini görünce korkarak zorla yutkundu.

"Ben eve gitsem daha iyi olur." Diye mırıldandı. Adam gülerek kıza doğru atıldığında kız çığlık attı. Kendimi tutamayarak bende çığlık attım.

Marie bir anda cesaretini toplayıp Marco'yu ittirerek kıza doğru döndü, "Loria kaç." Dediğinde Marco hızla Marie'nin saçlarını çekerek kadını yerde sürüklemeye başladı.

Loria korkuyla çığlık atarak kaçmak yerine Marco'nun eline asılarak Marie'nin saçlarını onun elinden kurtarmaya çalıştı. İki kadın da birbiri için deli gibi çırpınmaya başladı.

"Lori kaç bırak beni git." Diye çığlık attı Marie.

Loria ağlayarak Marco'nun elini çekmeye devam etti. "Siz benim annem gibisiniz nasıl gideyim." Dediğinde Marie daha fazla ağlamaya başladı.

Pişman olmuştu, Loria'nın onun kızından hiç bir farkı yoktu. Kendi kızı gibi seviyordu onu. Marie'yi bir köşeye atan Marco bu sefer Loria'nın saçlarına yapışarak onu bayılana kadar dövdü. Yerden zar zor kalkan Marie Marco'ya atıldığı gibi tek bir tokatta yere yığıldı.

Avazım çıktığı kadar çığlık atmama rağmen hiç bir şey olmuyordu sesim çıkmıyordu sanki.

Marco eline aldığı baltayla yere attığı Loria'ya baktı. Bu sahneyi izleyemezdim. Korkuyla ellerimle yüzümü kapadığımda balta büyük bir hızla inerek Loria'nın narin kafasını gövdesinden ayırdı.

Ondan gelen açı dolu iniltiyle gözlerimi sıkıca kapattım. Kulağıma dolan bağırış sesiyle bu tarafa doğru koşan kıza baktım. Marie'nin kızı Liva, o kadar çok çığlık atıyordu ki.

Çığlıkları benim çığlığımı bile bastırdı.

Koşarak annesine doğru ilerlediğinde ellerime kulaklarımı tekrar kapadım. Hemen yanımda ki adam üç kızı katletti ve ben çaresizce izledim.

Hiç bir şey yapmamadan öylece izledim.

Gözlerim Marie'nin boğazını sıkan Marco'da gezindi. Sanki onun karısı olduğunun farkında bile değildi. Ölmesine rağmen onu sıkmaya devam ediyordu. Marco sonunda zavallı kadını bıraktığında gözleri arkama doğru kaydı.

"Başardım bitti, kurbanlar sizin istediğiniz üç farklı şekilde kurban edildi." Dediğinde ensemde hissettiğim nefesle hareket edemedim.

Kalbimin atış sesi kulaklarımı delip geçerken korkuyla arkamı döndüm. Göz göze geldiğim adamın yüzündeki büyük yara, bir anda açılarak büyük bir ağıza dönüştü.

Elleri koluma dolandığında büyük ağız biranda kafamı boynuma kadar ağzına alarak dişleriyle boynumu delip kafamı gövdemden ayırdı.

Öyle bir çığlık attım ki.

Bir anda zihnimin içinde sanki cam parçalara ayrılmış gibi kırılma sesi yankılandığında sanki bir şey zorla onu çekip almış gibi gözlerimin önündeki beyaz perde yok oldu. Dehşetle nefes nefese gözlerimi açtığımda yüzleri bembeyaz olmuş korku dolu gözlerle bana bakan Lenora ve Diane'ye gördüm.

Ağladı ağlayacak gibi duran Diane ne yapacağını bilmiyormuş gibi bir o yana gidiyordu bir diğer yana. Kendini sıkan hareket bile etmeyen Lenora'ya baktım. Sanki bir anda yüzleri az önceki adam gibi ağıza dönüşecekmiş gibi hissettim için korkuyla geriye doğru kaçmaya çalıştım.

Kolları beni sıkı sıkıya sarmış Denzel beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama ben durmadan çırpınıp duruyordum. "Geçti Leydi İlia, buradayım iyisiniz güvendesiniz." Dediğinde titreyerek kaçmaya çalıştım.

"Benim Leydi İlia gerçekten benim sizin muhafızınızım gerçeğim sorun yok." Diyerek kafamı göğsüne bastırarak hareket etmeme izin vermedi.

Ellerimi o kadar sıkı tutuyordu ki. Üzerimdeki kan lekelerini görmüştüm.

Kendime zarar mı vermiştim.?

Deli gibi titrerken çırpınışlarım durmuyordu. Ben ne kadar çırpınıyorsam Denzel o kadar sıkı tutuyordu beni.

"Şimdi yap." Dediğini duydum Denzel'in. Ahzee bana doğru eğildiğinde kaçmaya çalıştım. "Leydi İlia kısa bir süreliğine sizi uyutacağım çok kısa sürecek daha iyi olacaksınız." Dediğinde çığlık atmaya hazırlanmıştım ki elini anlıma koyduğunda tüm düşüncelerim yok olmuş gibi hareket etmeyi kestim.

Gözlerim bir anda karardığında tüm bedenim bu dehşetin etkisiyle kısa bir uykuya daldı.

Bu kahinlik işinden hiç mi hiç hoşlanmadığımı söylemiş miydim.?

****

Düşünüyordum da bu görülerin bana anlattığı şeyleri doğru anladığımdan şüpheliyim.

Bazen geçmiş bazen gelecek arasında dolanıp duruyordum. Akademinin revirindeyken gördüğüm görüyü düşündüm.

Yine aynı ağaçı görüştüm şu ilk görüde ormanda gördüğüm korkunç ağacı.

O zaman geçmiş bir anıdaydım, Ilia ve Lenora'nın küçükken kayboldukları zamanda. Nasıl oluyorsa her şey bir şekilde birbiriyle bağlantılıydı ama yapbozun parçalarını bir araya getiremiyordum.

Bir düşünelim ve yapboz parçalarını birleştirmeye çalışalım.

Çocukluğundan beri çok yakın olan İlia ve Lenora, kaybolup on iki gün boyunca bulunamıyor. Görüde gördüğüm kadarıyla onlar aynı ağacın kovuğunda duruyorlardı.

O garip yaratığımsı şey onlara saldırmaya çalışmıştı ama saldıramamıştı. Öyleyse on iki gün boyunca İlia ve Lenora nerdeydi ve ne yaşamıştı.

Her şey buradan sonra karmaşık bir hal alıyordu.

İlia gittikçe insanlardan uzaklaşmaya başlıyordu ve Lenora'yla arası bozuluyordu. İkiside birbirinden nefret etmeye başlıyordu bu öyle bir nefretti ki Lenora İlia'yı izlesin diye Costantinova malikanesine bir casus yerleştiriyordu.

Sanki onun bir şeyler yapmasından korkuyordu.

Yinede o gece o iki küçük çocuk ne yaşamıştı ki birbirlerine karşı temkinli davranmaya başlamışlardı.

Neye şahit olmuşlardı.?

Ve şu ağaç durmadan karşıma çıkan, bir şekilde Lenora'yla bizi birbirimize bağlayan ağaçta bir şeyler vardı.

İlk görümü düşündüm, ormandaki o korkunç ağaç ve beni kovalayan gölge.

Ondan sonraki, akademide Diane'yi boğulurken görüşüm. Bir sonraki ise yine ağaçın içinden geçip bu sefer geçmişe gitmiştim. Şimdi ki görü ise tarikatla ilgiliydi.

Daha yaşanmamış bir görüydü.

Üstelik en çok kafama takılan şey Lenora'nın gölgeye nasıl konunabildiğiydi.

O kadar çok soru vardı ki ve hiç bir şekilde cevapları yoktu. Daha İlia'nın günlüğünü bulamamıştım ve Lenora'nın günlüğünün bazı sayfaları hala kayıptı.

Her şey o kadar üst üste geliyordu ki ayak uydurmakta zorlanıyordum. İlia'nın hayatı her zaman bu kadar hareketli miydi.?

Ne yorucu bir hayat.

Benim Costantinova malikanesine geri dönmem gerekiyordu herşeyin başladığı yerlerden biri orasıydı. Çünkü gözlerimi açtığımda İlia'nın odasındaydım. Ama asıl her şeyin başlangıcı tapınaktı bir an önce tapınağa gidip araştırma yapmam lazımdı.

Artık Denzel konusunda endişelenmeme gerek yoktu çünkü beni istese bile sorgulayamazdı.

Çünkü yemin etmişti.

Ve her şeyden önemlisi Düşesin bebeğiydi, romanda olmaması gereken bir bebek.

İlia'nın kardeşi.

Eğer bir gün gerçekten ilia'yla yüz yüze gelirsem onu tebrik edecektim bunca şeye dayandığı için.

Yavaşça gözlerimi açarak yabancı tavanı izledim. Odanın için garip bir şekilde çok tanıdık konuyordu. Limon kokusunu çok severdim Nilvera'yla bağımlısıyız desem yeriydi.

Odasının Limon koması komik gelmişti.

Eski günlerdeki gibiydi,kendi dünyamızda olduğumuz zamanlardaki gibi hissettirmişti.

"Uyandın mı.?" Gözlerim hızla bana seslenen odanın içinde ayakta duran Lenora'da gezindi.

Elindeki tütsü benzeri şeyi masanın üzerine koyarak bana doğru yaklaşmaya başladı. Yataktan hafifçe diklenerek odanın içine baktım. Denzel ve Ahzee içerideydi. Kapının yanında duruyorlardı ve ikiside hiç konuşmuyordu.

Burası Lenora'nın odasıydı, oldukça şaşalı ve pembenin bir ton açık rengine sahip mobilyalar vardı. Nerdeyse beyaz diyebilirdim. Yavaşça yatağın kenarına oturdu, kafamı çevirerek ona baktım. Yemyeşil gözleri benim yüzümde ve boynumda uzun uzun gezindi.

İçeride muhafızlarımız olduğu için bu şekilde uzanmam doğru bir davranış değildi ama hiç kalkacak güce sahip değildim.

Lenora da onları gram umursamadan yanıma uzandı. Şimdi ikimiz yan yana yatıyorduk ve yüzlerimiz birbirine doğru dönüktü. Elini yanağının altına yaslayarak bana bakmaya başladı.

Onunla beraber uyumayı özlemiştim, çocukken asla ayrı yatmazdık her gece birbirimizin evinde sabahlardık.

Şimdi ise o kadar uzaktık ki, ona sarılmak ve deli gibi ağlamak istiyordum. Bu bedene girdiğimden beri yaşanan her şeyi anlatmak için can atıyordum. Omunda benden hiç bir farkı yoktu bu bakışları iyi tanırdım.

"Etkilendin mi.?"

"Neyden.?" Dediğimde gülerek eliyle yüzünü gösterdi. "Çok uzun baktığın için etkilendin sandım." Diye dalga geçince dudaklarım yukarıya kıvrıldı.

"Sende etkilendin herhalde çok uzun baktığına göre yüzüme." Dediğimde gülerek hayır demeden omuz silkti.

Yerinde dönerek sırtını yatağa yasladı. Şimdi ikimizde tavana bakıyorduk.

"Daha iyi misin.?"

"Yani hala ölmedim." Dediğimde ayaklarını sallayarak, "Bende henüz ölmedim." Dediğinde tavanı inceledim.

Baya kaliteli boyaydı herhalde hiç rutubet falan da olmazdı. Tekrardan bana doğru döndüğünde gözlerimi tavandan çekerek bende ona doğru döndüm. Sorgulama seansı başlıyordu. Kaçışım ne yazık ki yoktu.

"Gördüğün görü ölüm içeriyor muydu.?"

"Daha çok ölümler desek daha iyi olur." Dediğimde yerinde rahatsızca kıpırdandı.

"Bir katliam mıydı.?"

"Vahşetti." Gözleri yüzümde gezindi hatırlayınca bile tütlerim diken diken oluyordu.

"Benim tanıdığım biri miydi.?" Kafamla onu onaylayarak tavanı incelemeye devam ettim. "Ailemden biri mi yoksa malikanedeki çalışanlardan biri mi.?"

"Ailenden değil." Dediğimde rahatlamaya benzer sıkıntılı bir nefes aldı.

"Bana yakın bir hizmetli mi Anna ya da Ahzee." Dediğinde kafamı hayır der gibi salladım. Rahatlamış gibi bir nefes vererek kollarını göğsünde topladı.

"Başka bir şey var mıydı.?"

"Biri daha vardı." Dediğimde merakla yataktan kalkarak oturur pozisyon aldı. "Kadın ya da erkek.?" Diye sorduğunda ona bunu nasıl anlatayım diye düşünüyordum ağızımı açtım ama konuşamadım. Sanki kelimeler ağızımdan çıkmıyordu.

Benim konuşamadığımı fark ettiğinde, "Çok fazla detay veremiyor musun.?" Dediğinde onu kafamla onayladım.

"İnsan ya da hayvan, o da değil mi.?" Dediğinde kafamı yine hayır anlamında salladım. "Hiç biri değilse bir yaratık falan mıydı neydi.?" Dediğinde yüzüne ağlayacak gibi baktım.

Lenora bak yemine kuran gölgeyi tercih ederim o yaratıktansa.

Bak hala elim ayağım titriyor ya.

Adamın yüzünde büyük bir yanlamasına yara izi vardı ve yara bir anda açılarak onlarca dişe sahip bir ağıza dönüşmüştü.

Stranger Things mi çekiyoruz kardeşim o neydi öyle ya.?

"Peki fotoğrafını çizebilir misin.?" Dediğinde yüzümde bilmem der gibi bir ifade oluştu. Lenora hızla yataktan kalkarak dolapları karıştırıp bana bir defter ve kalem buldu.

Bende yataktan kalkarak yavaş adımlarla onun ortaya çektiği masa ve sandalyelere doğru ilerledim. Gözlerim odanın köşesindeki aynaya kayınca olduğum yerde durarak aynadan kendime baktım.

Lan.

Benim boynuma ne olmuş.

Tırnak izlerinin sebep olduğu büyük küçük yarlarla doluydu boynum. Sanki kendi boynumu parçalamaya çalışmış gibi gözüküyordum. Allahım sen beni her türlü inli cinli şeylerden uzak tut yarabbim.

Ne kadar garip yaratık varsa bana uğruyor selam verip gidiyor böyle olmaz abi.

"Şifacı boynunuza bir krem sürdü kremin etkilisi geçtikten sonra iyileştirmeye gelecek bu süreçte dokunmamak en iyisi olur efendim." Gözlerim aynadan arkamdaki duvara sırtını dayamış beni izleyen Denzel'i buldu.

Dokunmak için uzattığım parmaklarımı boynumdan çekerek yavaşça Denzel'e doğru döndüm. Ahzee'de onun hemen yanındaydı ikisi cezalı gibi niye duvar kenarında bekliyordu ya.

Gözlerim kaçamak bir şekilde Lenora'ya kaydı.

Vallahi bu kızdan korkulur.

Denzel'in yüzüne bakarak bir şeyler anlama çalıştım ama oldukça sakindi. Bir kerede tepki ver be adam. Efendim sizin bu kriziniz çok oluyor falan de.

Ne bileyim şikayet et. Şu hale bak yüzünde yaralar vardı. Tırnaklarımla yüzünü çizmiş içine sıçmıştım bildiğin buna rağmen tek bir şikayet etmeyi bırak adam normalmiş gibi sessizce duruyordu olduğu yerde.

Ellerinde de yaralar görüştüm.

Tedavi ettirmiş miydi acaba.?

Cidden ona minnettarım o olmasa şimdiye ölmüştüm. Adam her seferinde yere yapışmadan beni yakalıyordu. Bu görüler yüzünden bir gün yolun ortasında bayılacağım falan diye korkuyordum.

İyiki Denzel vardı da nereye gitsem peşimden geliyordu.

Denzel olmasa halim ne olurdu bilmiyorum.

Yavaşça gözlerimi ondan kaçırarak Lenora'nın karşısına geçip oturdum. Kalem ve kağıdı önüme bıraktı ve bana göster gücünü der gibi baktı.

Yani İlia'nın çizim yeteneği var mıydı emin değildim çünkü hiç demememişti ama ben çok iyi resim çizerdim.

Eğerki mimarlık tutmasaydı güzel sanatlara da giderdim.

Derin bir nefes alarak kalemi yavaşça oynatmaya başladım. O adamı düşündüm yüzünü ve yüzündeki yarayı. Açılan ağzı ve sivri dişleri.

Kalem elimde yavaş yavaş hareket ederken Nilvera çocukluğumuzda olduğu gibi hiç ses çıkarmadan benim çizim yapmamı izliyordu.

Resim çizmeyi cidden çok özlemişim. Şimdi farkına varıyordum yani her şey o kadar üst üste geliyordu ki.

Tapınağa gidip dua etsem işe yarar mıydı acaba.?

Yok benim ettiğim dualar niyeyse kabul olmuyordu.

"Bitti." Diyerek resim ona doğru uzattığımda yüzü garip bir hal aldı. "Bu ne böyle Strenger—." Dediğinde elimle hızla ağzını kapattım.

Bir insan bu kadar mı en yakın arkadaşına benzerdi ya.

Sus bakışı attığında beni anında anlayarak kağıda bakmaya devam etti.

"Böyle bir yaratık var mı, gelip bir göz atmaya ne dersiniz.?" Diyerek Ahzee ve Denzel'e doğru döndüğünde. İlk hareketlenen Ahzee oldu. Onun arkasından Denzel yanımıza gelerek kağıda bakmaya başladılar.

"Oldukça iyi çizmişsiniz çizim yeteneğinizin bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum." Diyen Ahzee'ye baktım.

Vallah bende bilmiyordum kardeşim der gibi omuz silktim.

Denzel biraz daha yakına gelerek masanın üzerindeki yaratığa daha dikkatli baktı. Uzun saçları masanın üzerine doğru döküldü. Saçlarına bakma saçlarına bakma.

Bismillah Allahım ben günahtan kaçınan imanlı bir insanım. Görüyorsun onlar gözüme gözüme sokuyorlar geniş ve kaslı omuzlarını maşallah.

Gözlerimi hızla kaçırarak Ahzee'ye baktım. Gördüğü şeyden hiç hoşlanmamış gibi bir ifadeye sahipti.

Yüzünde ilk defa böyle bir ifade görmüştüm. En az benim kadar şaşkın olan Lenora bile ne olduğunu anlamamıştı merakla, "Neden öfkelisin.?" Diye sorduğunda Ahzee gözlerini kağıttan çekerek sessiz kaldı.

Aralarındaki bağ sayesinde Lenora onun ne hissettiğini anlamıştı.

Kağıdı masadan alıp, "Bir yere kadar gidip geleceğim sorun olur mu efendim." Dediğinde onun ilk defa bu kadar gerildiğini gören Lenora git der gibi kafasıyla onayladı. Ahzee kağıdı alıp hızla odadan çıktığında gözlerimiz Denzel'e doğru döndü.

"Uzun zaman önce benzer bir yaratık görmüştüm, şuanki zamandan oldukça eski bir zamandı ve bu yaratıklar Ahzee'nin o zamanki efendisini öldürdü, size anlatmak istemediğinden değil Leydi Lenora sadece bu konuyu dile getirmekten hoşlanmıyor." Dediğinde romanda asla geçmeyen bu bilgiyle ikimizde neye uğradığımızı şaşırmıştık.

"Siz daha önceden de tanışıyor muydunuz.?" Diye sordu Lenora.

Denzel yerinde diklenerek, "Bazen aynı zaman diliminde efendilerimizin doğduğu oluyor, bazen karşılaşıyoruz bazense hiç karşılamıyoruz." Dediğinde ben hala inanamıyordum.

"Yani efendileriniz düşmansa o zaman siz." Diyerek devamını getirmedi Lenora.

"Evet efendilerimizi korumak için birimizi öldürüyoruz." Dediğinde tüylerim diken diken olmuştu. Ya hiç böyle bir şeye denk gelmişler miydi.?

Birbirilerini öldürmüş müydüler efendileri uğruna.?

Tüm muhafızlar böyle bir hayat mı yaşıyordu, ne berbat bir hayattı.

Bir hayatında efendini öldüren kişinin soyundan biri olabilirdi sonraki efendin. Bu tam olarak neye göre seçiliyordu. Yani efendiler ve muhafızları nasıl bir araya geliyordu ki.

Mesela Denzel neden benim muhafızımdı.?

Kafamı çevirerek onun gözlerinin olduğu kısımda baktım. O da bana doğru bakıyordu.

Eğer biz Lenora'yla barışmak yerine kanlı bıçaklı düşman olsaydık muhafızlarımız belkide dost olsa bile birbirlerini öldürmek zorunda kalacaklardı.

Kim bilir kaç muhafız bunu yaşamaya mahkumdu.

Kitapta hiç bu kadar detay verilmemişti, bu yeni bilgi beni de Lenora'ya da meraklandırmıştı.

Daha karşımıza yazılmayan ne kadar çok şey çıkacaktı.

"Ya sen o zamanki efendin nasıl biriydi.?" Diye sorduğumda Denzel çok garip bir ifadeyle yüzüme baktı.

Neydi bu hissettiğim duygu bilmiyorum ama Denzel'in o zamanki efendisini çok merak etmiştim.

Onun bana olan bakışı bile bir garipti.

Merak edip sorduğum için miydi.?

İlia olsa sorar mıydı.?

O zamanki efendisi ve şimdiki ben, hangimiz daha beterdik merak etmeden duramıyorum.

Loading...
0%