34. Bölüm

^1.33.BÖLÜM^ : ‘Öldürülecekler listesi mi yok daha neler’

Cornephelia
cornelianews

Canlarım merhabalar uzun bir aradan sonra yine ben yeni bölümle karşınızdayım.

Lütfen bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.

Ne kadar çok yorum gelirse o kadar çok bölüm yazasım geliyor biliyorsunuz.

 

Seviliyorsunuz...

 

33.Bölüm

 

...📖...

 

Gözlerim kaçamak bir şekilde Lenora'ya kaydığında, cezalı çocuklar gibi kafasını yere eğdiğini ve kaldırmamakta ısrar ettiğini gördüm. Çaktırmadan kafamı kaldırdığımda, parlak turkuaz gözler yine diken gibi tenimi kesti. Hızla kafamı eğerek, topuklarımın değdiği ayaklarıma baktım.

 

En son böyle duvar kenarında durduğumda ortaokuldaydık. Şu anın o andan farkı, tek ayak üstünde durmuyor olmamızdı.

 

"Daha ne kadar böyle duracağız?" diye söylendiğimde, Lenora az öncekiyle aynı "çeneni kapar mısın" temalı nazik bakışlarını gönderdi.

 

Gözlerim dayanamayıp yine karşıda, sakin bir şekilde hemen ilerimizdeki yetkili şövalyenin odasının kapısını izleyen muhafızda gezindi.

 

Allah için, bu yazarının muhafızlarla ne alıp veremediği vardı? Hep merak ederdim; neden kitaptaki onca karakter içinde muhafızlar daha yakışıklı ve güzeldi? Yazarın muhafızlara torpil geçmesinin sebebi neydi acaba? Yoksa o da içten içe muhafızlara ölüp bitiyor muydu?

 

"Ben elendim, sen devam et," diye mırıldandığımda, Lenora yine yalvaran gözlerle baktı bana. Bu hale nasıl geldiğimizi anlatmam gerekirse, önce bayıldıktan sonra yaşananları anlatmam gerekiyor.

 

Ha bir de, Denzel'in demiri bükmesi rüya değilmiş arkadaşlar. Ama ne yazık ki, benim mükemmel ötesi şansım sayesinde o sahneyi kaçırmıştım.

 

Allah kahretsin, o sahneyi görmeyi çok istiyordum ya.

 

Hani Denzel demiri bükemezdi, hani hulk mu bu diyordun iç ses? Neredesin lan?

 

Hulk, benim muhafızımın yanında halt etmiş.

 

Benim etrafa kan fışkırtarak bayılmamın üzerine, beni o halde gören Isaac da kustuktan sonra bayılmış. Zavallı çocuğun travmalarının içinden geçmiştik, bu çocuk daha toparlanmazsa tüm suç ona tokat atan Lenora'dadır. Benim yaşananlarla hiçbir alakam yoktur, sevgiler. Nokta.

 

Geriye kalan bahtsız bedevi Lenora da bize söve söve bir hâl olmuş. Lenora'nın demesine göre harbiden bayıldığım için Denzel, demirleri bükerek dışarıya çıkmış.

 

Sahneye kendini fazla kaptıran Lenora'nın olayı izlerken oluşan dalgınlıkta ben elinden kayıp kafamı yere çarpmışım. Şerefsiz beyin hücrelerimin yarısı senin yüzünden öldü.

 

Muhafızların dışarıya çıkmasıyla birlikte Denzel yine beni kollarının arasına almış. Asla, hiçbir şekilde bu durumdan memnun değilim.

 

Asla ve asla Denzel'in üniformasının altındaki kaslarını düşünmüyorum çünkü biz Tanrı'nın namuslu azizeleriyiz.

 

Çok fazla vakit geçmeden, zeki olduğundan şüphelendiğim yetkili şövalyenin Elwestar Düklüğü'ne gönderdiği bildiri sayesinde olanlardan haberdar olan Dük Arion'un, Kanal 7'de ortaya çıkan beşinci boyut dizisindeki Dede gibi belirişiyle, yanında getirdiği bir ordu dolusu hekim tarafından tedavi sürecine girmiştik.

 

Isaac ve ben, yüzleri korkudan bembeyaz olmuş bizden daha beter zombi görünümlü hekimlerin yetenekleri sayesinde, ikimiz de babasının kandırarak "gezmeye" dediği dedesinin tatil evinde gözlerini açmış torunlar gibi ağlamaklı bir ifadeyle etrafa bakmıştık.

 

Uyandığından beri sessiz ve durgun olan Isaac, Lenora ve benim deli gibi vicdan azabı çekmemize neden oluyordu. Özellikle de Lenora, durmadan Isaac'ın yanağındaki kızarıklığa bakıyor; sonra sanki ben vurmuşum gibi kınayan gözlerle bana bakıyordu.

 

Ulan yapma, etme dedim, dinlemedin beni. Gelmiş bir de "niye beni durdurmadın" diye tripleniyor. Az daha çocuğu kurtaralım derken amel defterini kapatıyordu.

 

Her şey bir yana her zaman, kitaplardaki havalı sahneler nasıl oluyor diye düşünürdüm. Bizzat şahit olmak gerçekten farklı bir şeymiş.

 

Dük Arion içeriye girdiğinden beri sanki herkes nefesini tutuyordu. Keskin mavi gözleriyle adamları delik deşik etmişti bu vesileyle ilk defa Dük'ün muhafızını görmüştüm.

 

Biz tapınakta kaza geçirdiğimiz zamandan beri Lenora'nın dediğine göre Dük ve Düşes'in muhafızı bir yere göreve gitmişti yani bende Lenora'nın yalancısıyım artık ne tarz bir görevdir bilinmez.

 

Benim muhafızı ilk defa görüşümdü ama sanırım Lenora dükün muhafızıyla tanışmıştı. Merakla Lenora'nın suratına baktığımda, yüzünün beyazladığını görünce ne olduğuna anlam veremeden bir azar tufanının içinde kapana kısılmıştım.

 

Size yemin ediyorum, muhafızın içine Pera Teyze kaçmış gibiydi. Pera Teyze, Nilvera'nın annesiydi. Ve o azarladığında herkes sus pus olurdu.

 

Sanki o anı yaşıyor gibi, olduğum yerde durup ne kadar rezil bir insan olduğumu sorgulamayı denedim ama içimdeki iflah olmaz çapkın Nuriye'nin gözlerı fılfır fılfır nefes kesici güzellikte olan muhafızı dikizledi. Upuzun, simsiyah saçları vardı. Saçlarının uzunluğu Denzel'le yarışırdı.

 

Nilvera, annesi karşısındaymış gibi dudaklarını birbirine bastırarak yere bakıyordu. Aynı hissiyatı yayması normal miydi ya?

 

Neredeyse Muhafız Axel'in içine Pera teyzenin reenkarne olduğunu düşünecektim. hayır imkansız da diyemiyordum malum bizde başka birinin bedenindeydik.

 

Yediğim azarlardan sonra ilginç bir şekilde kendimi inanılmaz suçlu hissediyordum.

 

Zaten, suçlusun.

 

Sen kes sesini iç ses, nerelerdesin lan sen?

 

"Birine tokat atmak üstelik bir kontun oğluna Leydi Lenora'nın aklından ne geçiyordu." Axel öfke kokan sesiyle kızdığında yerimden sıçradım.

 

Bir kontun oğluna vurmanın yaptığımız en masumane şey olduğunu söylesem ağzımıza tükürür müydü?

 

Hayır benim anlamadığım şey benim neden azarlandığımdı, tamam Dükün muhafızı Axel Lenora'yı azarlıyordu ama beni azarlama şekli daha garipti. Her zaman yaptığı bir işmiş gibi o kadar profesyonel azarlıyordu ki nevrim dönmüştü.

 

Bana mı öyle geliyordu beni daha mı içten azarlıyordu?

 

Axel bizi azarladıkça İlia'nın çocukluk anıları kafamın içinde canlanıyordu bu yüzden sessiz kalıp biraz daha azar yemeye devam ettim.

 

Her şey bir yana Muhafız Axel'den behsetmek gerekirse kendisi duru güzellik tanımının bir kanıtıydı. Turkuaz gözlerini çevreleyen uzun siyah kirpikleri gözlüklerinin arkasında o kadar dikkat çekiyordu ki.

 

Ağzımızdan sayla akıtarak azar yiyorduk resmen.

 

Sen bana bir ömür kız sesim çıkarsa si- sevsinler yani.

 

Upuzun simsiyah saçlarını geriye omuzlarından aşağıya attı, Allah belamı versin bu kitaptaki kimse de bu kadar cazibe yok. Bir erkek nasıl güzel ve cazibeli olabilirdi?

 

Isaac mı yoksa Axel mi deseler beşinci boyutda ki Salih derim. Ne kadar imkansız bir tercih olduğunu siz düşünün.

 

Dük Arion yetkili şövalyelerle tartışırken muhafızı da bir posta bizi azarlıyordu. İnanılmaz uyumluydular adamların kızma sitili bile benziyordu.

 

Tek sorun Dük Arion korkutucu ve tek bakışıyla insanı gererken muhafız Axel ne kadar çok kızarsa insanın o kadar hoşuna gidiyordu.

 

Üzerinde üniforma ona çok yakışıyordu, zayıf ama uzun ve sağlıklı bir bedeni vardı. Gözlerim götüne doğru kayıyordu ama hiç görme fırsatım olmamıştı.

 

Aklımdan ne geçtiğini biliyor gibi koluma vuran Lenora bana kızacak sandığımdan dönüp bakmıyordum. Muhafız bizi duvar kenarına diktiğinden beri bana kızıp duruyordu.

 

Tekrar vurduğunda ne var be der gibi ona doğru döndüm. Gözleriyle pencereyi işaret ettiğinde çaktırmadan o tarafa baktım.

 

Camın yansımasından üzerindeki pelerinli çıkarmış muhafız Axel'in kalçası gayet iyi görünüyordu. Hay maşallah yazarlar neler yaratıyor ya kurban olduğumun dünyası.

 

Dudaklarımı birbirine bastırarak yan yan muzip bakışlarla Lenora'ya baktım. Kendisi bu götü keseli çok oldu temalı gururlu bakışlarıyla saçlarını geriye attığında tipine gülmemek için zor tuttum kendimi.

 

Dük Arion'un herkesin eline verdiği yargı bittiğinden olsa gerek ağır adımlarla odanın kapısından çıktı.

 

Gözlerim kaçamak bir şekilde Glen'e yaslanmış bize doğru gelen Isaac da gezindi. Hekimler onun biraz daha dinlenmesini söylediği için içerideki odalardan birindeydiler.

 

Dük Arion ona doğru ilerleyip keskin gözlerini kısarak onu inceledi. "Lord Isaac kendinizi nasıl hissediyorsunuz umarım daha iyisinizdir." Dediğinde Isaac'ı ilk defa bu kadar sakin gördüm. Rahat bir ifadeyle Dükü selamlayıp iyi olduğundan bahsetti.

 

Hep Isaac için edişelendiğimden onun toplumda bizden daha iyi olduğu gerçeğini kaçırmışım. Oldukça profesyonel bir şekilde insanlarla konuşabiliyordu. Bizimle konuştuğundan daha farklıydı.

 

Aslında bu rahatlatıcıydı, Lenora'nın helal olsun aslanıma duygu yüklü gözlerini görünce Isaac'a baktım.

 

Gözleri kaçamak bir şekilde bize kaydığında saygıyla bizi selamladı. Lenora ve ben aynı anda zort olmuştuk.

 

Isaac'la tanıştığımızdan beri üçümüzde kendimiz gibi davrandığımız için bu kadar resmiyet bocalamamıza neden olmuştu. Bir gün de olsa kendimiz gibi davranmak çok iyi gelmişti itiraz edemezdim.

 

Isaac bir kontun oğluydu biz ise Dük ailesinden geliyorduk. Tabikide Isaac bizi selamlamak zorundaydı. Yinede bu resmiyetten hiç hoşlanamamıştım. Lenora de sevmemiş gibiydi.

 

"Kızımın davranışı için üzgünüm soylu erkekleri tokatlamak gibi bir hobisi yoktu yani en son yoktu diye biliyorum." Diye imayla Lenora'ya baktığında ikisinin imalı atışmasına gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak başka bir şey düşünmeye başladım.

 

Denzel'in kas-hayır hayır onu düşünmek yok. İptal, iptal.

 

Lenora ateş saçan gözlerle babasına baktı. "Aslında Leydi Lenora'nın böyle bir amacı olmadığını biliyorum lütfen özür dilemeyin, arkadaşımın babasının benden özür dilemesi hoş değil."

 

Lenora'nın tükürüğü boğazında kaldı. İkimizinde gözleri şaşkınlıkla açıldı, Isaac ilk defa bizimle arkadaş olduğunu dile getirmişti.

 

Yanlış duyup duymadığını kontrol etmek ister gibi Lenora can havliyle koluma vurduğunda ensesine bir tane yapıştırmamak için zor durdum.

 

Isaac sanki ona kızacakmışız gibi gözlerini kaçırdığında Lenora ağlamamk için zor duruyordu. Ya Isaac senin o güzel yüzüne kurban olurum.

 

Sırf bize söylemeden bir anda arkadaşız dedi diye kızıcağımızı falan mı sanıyordu.

 

Dük Arion tükürüğü boğazına kaçmış gibi Lenoradan sonra öksürük krizine giren kişi olmuştu. Onunkisi daha uzun sürmüştü, nefesini zar zor düzene soktuğunda şaşkınlıkla arkasında dikilen Axel'e dönmeden konuştu. "Ben mi yanlış duydum yoksa kızımla arkadaş olduğunu mu söyledi?"

 

Axel dudaklarını birbirine bastırarak Dük'e doğru yaklaşdı;"Evet efendim doğru duydunuz bende aynı şeyi duydum." Lenora karşısındaki iki adama ters ters bakarak gögüsü kavga etmeye hazırlanmış tavuklar gibi kalktı. Dük'e doğru ilerlediğinde dük bir savaşın yaklaştığını anlamışcasına o da hemen Lenora'ya döndüp kabardı.

 

Horozların savaşını izliyor gibi sağa sola yem var mı diye göz atarken ne olduğuna anlam veremeyen Isaac'ı görünce hiç horoz kavgasını izlemedi mi acaba diye düşünmeye başladım.

 

"Seninle arkadaş olduğunu mu söyledi Lenora bana mı öyle geldi."

 

"Neden bu kadar şok olmuş gibi davranıyorsun, görende beni hiç arkadaş canlısı değilim zanedecek." Dediğinde Dük'ün mavi gözleri kısıldı. "Zaten değilsin."

 

"Pardon o nereden çıktı?"

 

"Hiç arkadaşının olmamasından."

 

"hiç arkadaşım yok değil, İlia var."

 

"Pardon siz İlia'yla arkadaş mısınız ben onu senin öldürülecekler listende sanıyordum."

 

Gözlerim irice açıldığında senin öyle bir listen mi var der gibi baktım, onunda yüzüne öyle bir liste mi varmış dercesine etrafa baktığını gördüm. "Bir kere benim öyle bir listem yok."

 

"Evet var küçükken bahsediyordun hatta Oslo ve İlia hep o listenin birinci sıralarında olurdu." Axel de Düke katılarak öyle bir listenin varlığını onaylamış oldu.

 

Allahtan listenin başında tek değilim.

 

Sence tek sorun bu mu yarım akıllı.

 

Sen sus iç ses habire ortalardan kayboluyorsun fark etmedim sanma. Hem Osla Düşes Liriel'in muhafızı değil miydi?

 

Biz niye Oslo'yla listenin başına geçmek için yarışıyorduk lan.

 

Gerçek Lenora nasıl biriydi merak etmeye başlamıştım. Renkli bir kişiliği var gibiydi.

İlia'yla nasıl bir arkadaşlıkları vardı acaba.

 

Nedense arkadaşlıkları Nilvera ve benim arkadaşlığıma benziyordu ama benzemiyordu da. Nilvera'nın öldürülecekler lisesi yoktu ve ben onun başında değildim. Gözlerim şüpheyle ona doğru kayarken istemeden kısıldılar.

 

Nilvera, doğru söyle öyle bir liste yok dimi.

 

Benim şüpheli bakışlarımı gördüğünde yok daha neler der gibi gözlerini belertti. Dük Arion Isaac'ı baştan aşağa süzmeye başladı.

 

Bu şey bakışı değilmiydi ya? Türk dizilerindeki şirret kaynana fasfakir gelinini benim oğluma layık değilsin süzüşüydü. Nerede görsem tanırım annemle az dizi izlememiştik.

 

"Şaşkınlığımı mazur görün Lord Isaac Lenora'nın İlia dışında bir arkadaşının olması Lordian'nın adam olmaya karar vermesi kadar ilginç bir meseledir benim gözümde." Neden İlia derken sesinde çokça ima ve şüphe vardı? Ulan siz birbirinizden ne kadar nefret ediyordunuz da adama barıştık desekte inanmıyordu.

 

Lenora konuşma arasında iki çocuğuna lafları geçiren babasına gözlerini kısarak cidden mi der gibi baktı. Ayak üstü Lordian'da laf yemişti. Bu arada harbiden Lordian eve ne zaman dönecekti acaba?

 

Küçük kardeş şeytanın yer yüzündeki gölgesi olabilirdi. Tanrı herkesi ergenlerin gazabından korusun.

 

Anılarımda ki Lordian gelmesede olur diyebileceğim kadar hırçın bir çocuktu. Gerçi şimdi on altı yaşında olmalıydı.

 

Yakında sosyeteye çıkmak zorundaydı ve sırf bunu geciktirebilmek için birinci kıtaya okumaya gitmişti. Serseri alem edip kallem etmiş o kadar çok çalışmıştı ki birinci kıtanın en prestijli akademisini kazanmıştı.

 

O da böyle bir manyaktı.

 

Tek sorun hareketleri ve kişiliği sağ olsun gördüğün gibi besmele çekmenize neden olurdu. İlia'nın bedenine girdiğimden beri hiç onunla karşılaşmamıştım. Sanırım Nilvera'da kendisiyle tanışmamıştı ama Lenora'nın anıları bile suratını buruşturmaya yetiyordu.

 

Yüzünde ki inşallah karşılaşmayız ifadesini gizlemeye çalışıyordu.

 

"Hiç sorun değil efendim ama Leydi Lenora gerçekten çok arkadaş canlısı biri, kendisiyle tanıştığımdan beri leydiliğinden hiç ödün vermedi." Lenora ve benim kaşlarım otomatik olarak kalktı. Kim, Lenora mı leydi? Ya bu kız utanmasa bacılar oturuşu yapacak sen gelmiş leydi diyorsun Isaac.

 

Lenora'da benim gibi düşünüyor olmalıydı ki yüzündeki ifadeyi sabit tutmak için çok uğraştı; bir yandan da Isaac kendisini babasına övdüğügü için çok duygulanmış gibi bakıyordu.

 

Sanırım bunlar köle tacirinin elindeyken baya kaynaşmışlardı.

 

Aferin lan bir şeyler kapmışsın benden der gibi bakan Lenora'nın bakışlarını gören Isaac gülmemek için hemen gözlerini ondan kaçırmıştı. O ikisini böyle görünce garip bir şekilde mutlu olmuştum. Isaac bize düşündüğümüzden daha hızlı alışıp ayak uydurmuştu.

 

Dük Arion omzunun üzerinden Axel'e bakıp sende duydun mu diye tekrar teyit ettirdi. Axel başını salladığında Dük kendi gözlerimle görsem inanmam dercesine; "Ne zamandır arkadaşsınız Lenorayla?" Dediğinde Isaac gözlerini bana doğru çevirdi, sakin ol ve topu ablana pasla der gibi kafamı eğdim.

 

"Ah aslında bizi Leydi İlia tanıştırdı, kısmen Leydi Lenora'yla yeni tanıştık sayılır." Dük Arion, Isaac ben Nihat Hatipoğluyum demiş gibi tükürüğünde boğuldu.

 

Gözleri irice açılarak bana baktı. Abi niye çocuğunun çarpıldığından emin olmuş anneler gibi gözlerini belertiyorsun korkuyorum ya.

 

"İlia!, Axel ben doğru duydum değil mi İlia'nın arkadaşıyım dedi?" Hayatının sokunu yaşıyormuş gibi inanamaz gözlerle bana baktı. Bir de bayıl istersen Feriha diye bağırmamak için zor durdum.

 

Ya sıra bana gelince neden herkes bu kadar garipsiyordu. Sizin gözünüzde İlia neydi Ornitorenk Perry mi?

 

Candace mısınız siz? O da şizofreni çıktı zaten Allah kahretmesin neredeyse ben bile ikna oluyordum Ornitorenk Perry'nın ajan olduğuna.

 

"Dük Arion—" Konuşmama izin vermeden sözümü kesti. "Evet, senin arkadaş edinmen, babanın toplantılara katılmaya karar vermesi kadar imkânsız bir şey." Adamın ne diyeceğimi önceden biliyor olması ürkütücüydü ve Dük Lucander'ın da o toplantılara katılması Diane'nin bana aşık olması kadar imkansızdı, ama yavaştan Diane'den bir yuri sezmiyorda değildim.. Allahım nolur, tamam Diane'yi baştan çıkarıp romanın akışını değiştirmek istiyorum ama türü aynı kalsın nolur.

 

Ulan, Dük Arion doğru söyle, harbi beşinci boyutta ki Dede misin? Saklama, sende bu evrende buldun kendini dimi?

 

Vah dedem, kıyamam.

 

"Dük Arion bunu ilk fırsatta babama yetiştirecekmiş gibi hissettim," dediğimde, Dük tek kaşını kaldırarak beni küçümseyen bir ifadeyle süzdü.

Resmen 'Ne sandın, yapram' der gibi baktı.

 

"İlk fırsatta değil; şu an gidip anlatacağım," Sesi buz gibi sakindi. Bu adam nasıl bu kadar sakin kalabiliyor ya. "Ve yaşananları babana bildirdim bile. Kendisi gelmemesi için ne kadar uğraştım, bilemezsin."

 

Elindeki mektubu okuyan babam Lucander'ın, kızının köle tacirlerinin eline düştüğünü öğrendiğinde yüzünde oluşacak ifadeyi düşünmek bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Büyük ihtimalle onu, 'İlia bundan nefret eder' diyerek gelmemesi için ikna etmişti.

 

Eğer buraya gelseydi... yemin ederim, buradaki herkesi kılıçtan geçirirdi. Düşüncesi bile korkutucuydu.

 

Aslında, içten içe Dük Arion'a minnettardım. Çünkü ben, henüz İlia'nın ailesiyle yüzleşmeye hazır değildim. O da bunu biliyor gibiydi; babamın gelmesini engellemişti. Ama Dük Lucander'ı biraz tanıyorsam, çoktan Marcus'u beni alması için yolamıştır. Ve evde panik atak geçiren Düşes Elisia'yı da sakinleştirmeye çalışıyordur.

 

Isaac ise hâlâ benim Costantinova ailesinden olduğumu anlamamış gibi saf saf bakıyordu.

 

"İlia ve Lenora'nın... birbirlerini öld— yani birbirleri dışında arkadaş edinmiş olmaları gerçekten sevindirici," dedi Dük. "Hatta festivale arkadaşınızla buluşmak için gittiğinizi bile bilmiyordum."

 

O an üçümüz arasında garip bir bakışma oldu. Çünkü teknik olarak, bizim de bu karşılaşmadan, yakınlaşmadan ve arkadaş olma kararından haberimiz yoktu.

 

Her şey Isaac'ın güzel göt-yani yüzünden dolayı başlamıştı.

 

Arkadaşlığımızın temeli buydu.

 

Dük Arion, Isaac'ı bildiğin sorguya çekmişti. İkisi önden çıkmış, merkezin taş kapısından geçmişti. Gözüm, dışarıdaki arabaları görünce ağzımdan neredeyse "Oha" çıkacaktı. Sayısız fayton ardarda sıralanmıştı.

 

Dük Arion, orduyla gelseydin resmen ufak çaplı bir savaş verip kazanırdık.

 

Hayır, bu kadar gerilmemin sebebi... Elwester arması taşıyan arabaların Variesta topraklarında bu kadar çok bulunmasıydı. Variesta Dükü, bunu duyunca kesin araştırma başlatacaktı.

 

Zaten köle ticareti çöktüğü için burnunun dibine kadar gelen bu meseleye kayıtsız kalmayacaktı. Ama biz bu işin içinden nasıl çıkacaktık, işte orası tam bir muammaydı.

 

Adam tabii ki üç kişinin koca köle ticaretini nasıl çökerttiğini merak edecekti.

 

Asıl korktuğum şey neydi biliyor musunuz?

 

Ya bu işi araştırması için ikinci erkek başrol olan Judas Variesta'yı görevlendirirse?

 

Allahım... Dük Elwester bizim götümüz kollayacağı için o kadar mutluydum ki.

 

Üstelik ilk defa bir Dük'ün kızı olduğum için seviniyordum. Çünkü Dük Lucander'ı tanıyorsam, imparator bile olsa beni öylece sorguya çekemezdi.

 

Üstelik iki Dük, Variesta'nın yaşanan her şeyin sorumluluğunu almasını isterse, arada çıkacak siyasi gerginliği düşünmek bile beni bayıltacak kadar korkutuyordu.

 

Bu işten hızlıca sıyrılabilirdik belki, ama Dükler arasında çıkacak çatışmanın sonuçlarını öngörmek zordu. Hele hele... ikinci erkek başrolün dikkatini çekmek hiç istemiyordum.

 

Sadece o da değil—birinci başrolün de ucundan kenarından dürtülmesine sebep olmuştuk. Eğer imparator, iki tarafı da yatıştırmak için veliaht prensi görevlendirirse...

 

Sıçtık.

 

İki erkek başrol tek bir görev için harekete geçerse, Lenora'yla ben büyük bir hızla romanın ana işleyişine dahil oluruz. Oysa bizim arka planda kalmamız gerekiyordu.

 

Her şeyi dikkatlice, uzaktan ayarlamalıydık. Hikâyeye aniden giriş yaparsak... başımız beladan asla kurtulmaz.

 

Hayır, zaten şu ana kadar da doğru düzgün kurtulmamıştık ki. Bir de başrollerle aynı sahnede olursak...

 

Gelsin suikastlar, entrikalar, ölümler ve kanlı savaşlar.

 

Allah kahretsin, ölümümü engellemeye çalışırken galiba daha da erkenden< öleceğim.

 

****

 

At arabasının tahta tekerlekleri taş yolda yankılandıkça, düşüncelerim içimde büyüyordu. Pencere kenarından kaçamak bakışlarla dışarıyı izliyor, gri bulutların arasından sızan solgun güneş ışığına göz gezdiriyordum.

 

Dük Arion'a 'beşinci boyuttan gelen dede' demiştim ya...

Siz onu hiç duymamış gibi yapın. Çünkü adam, Lenora ve beni "Bu kadar araba boşuna mı geldi?" diyerek ayrı arabalara bindirmişti.

 

Hayır, işin garibi, Denzel'de arkamdaki arabada geliyordu. Bu nasıl bir fantezidir kardeşim?

 

Arabaya binmeden önce, "Ne alaka, niye ayrı ayrı gidiyoruz ya?!" diye bağıran Lenora'yı duymuştum. O da başka bir arabaya tek başına bindirilmişti.

 

En çok da Isaac'a yanıyordum. Dük Arion, "Sen benimle geliyorsun," der gibi arabayı işaret ettiğinde, Isaac boynunu büküp küçük Emrah gibi arabanın yolunu tuttu. Zavallımın itiraz şansı bile yoktu; yavru ördek gibi takip etti adamı.

 

Umarım Dük Arion onun üstüne çok gitmezdi.

 

Bak, yavru ördek dedim de... Aklıma Elien geldi.

 

Yavru ördeğim... ben yokken ne yapıyordun acaba?

 

Şaka maka, iki haftadır evde yoktum. Gerçi benim yokluğumu hissedecek biri yoktu ama... Belki Elien hissetmiştir diyordum, içimden.

 

Öyle deyince insan bir buruklaşıyordu. Gitmeden önce kıza ters bir bakış atmıştım. Üstüne bir de "Ben gelene kadar izinlisin," demiştim.

 

Harbi ne yapmıştı acaba benim şapşal ördeğim? Beş dakika bile götünün üstünde oturmamıştır. Allahım... umarım ben yokken yeni hizmetlilerden zorbalık görmemiştir. Bizim kız salaktı, oturur dayak yerdi vallahi.

 

Malum... bazı yaşanmışlıklar var kolay unutulmuyor.

 

Ona, ben akademiden gelene kadar Freya hakkında bilgi toplamasını söylemiştim. Şimdi içim içimi yiyordu. Bana ne getirecekti acaba?

 

İki seçenek vardı:

Ya önemsiz, eksik, saçma sapan bilgilerle dönecekti...

Ya da elle tutulur, gerçekten değerli bir şeylerle.

 

Ama işin sıkıntılı yanı, Elien Freya'yla yakın olabilirdi. Eğer arkadaşlarsa 'ki pekte arkadaş değil gibiydiler' bana güvenilir bilgi getirmeyebilirdi.

 

O ufak tefek kızın malikânenin içindeki pek çok sırrı bildiğine yemin edebilirdim. Hep böyle zararsız görünen ufaklıklar daha çok şey bilirdi ve aslında göründüğünden fazlası çıkarlardı.

 

Her şey, Elien'in davranışına göre şekillenecekti.

 

Hayır, bu kadar kısa sürede ona nasıl bağlandım, bilmiyorum ama... üzgün hissediyordum. Bu bedende ilk uyandığımda gördüğüm ilk kişiydi. Belki de bu yüzden, onun benim tarafımda olmasını istiyordum.

 

Benimle ilgilenmişti. Gerçekten... bana değer veriyor gibiydi.

 

Ama belki de ben yokken kafasını dinlemiştir. Yani... ben olsam öyle yapardım.

 

Off... Dük Arion yüzünden yine kafamın içi karıştı.

 

Niye yalnız gidiyordum ki?

 

Yoksa bana düşünmem için fırsat mı tanıyordu?

 

Araba Elwester Malikânesi'ne doğru ilerliyordu içimden bir ses, Marcus'un beni almak için orada beklediğini söylüyordu. Eğer tahminlerim doğruysa... Dük bana düşünmem ve karar vermem için zaman tanımıştı. Bu yüzleşme meselesi artık daha fazla ertelenemezdi. Galiba Dük'ün anlatmak istediği de tam olarak buydu.

 

Sessizlik ve düşünceyle dolu geçen yolculuk, Elwester bölgesine yaklaştığımızda yavaş yavaş sona erdi. Oturduğum yerden doğrularak pencereye yöneldim ve dışarıyı izlemeye başladım.

 

Elwester'in taş döşeli yolları, yer yer yükselen sisle birleşiyor, manzaraya eski bir tablo havası katıyordu. Bu iki haftada Lenora beni sık sık dışarı çıkarmış, birlikte çevreyi keşfetmiş ve nice plan kurmuştuk. Onun enerjisi, kararlılığı ve zeki bakışları bana bu dünyada yalnız olmadığımı hatırlatmıştı.

 

Arabaya binmeden hemen önce, Lenora'nın elime tutuşturduğu paketi dikkatlice çevirdim. Şık ve zarif bir kutuydu.

 

İçinden çiçek desenleriyle süslenmiş, ay taşlarıyla bezeli muazzam güzellikte bir broş çıktı. Beyaz tonlarıyla parlayan bu aksesuar, Düşes Pamila'nın giyeceği her elbiseye uyum sağlayabilecek nadide bir parçaydı.

 

Renk seçimi bile zekiceydi; Lenora'nın her detayı düşünmüş olduğundan emindim.

 

Kutuya iliştirilmiş küçük bir kâğıt dikkatimi çekti. Bu, broşun kullanım kılavuzuydu. Lenora'nın özellikle böyle bir açıklamanın yazılmasını istemesi hiç şaşırtıcı değildi; her zamanki gibi zekası ve öngörüsüyle beni bir kez daha etkilemeyi başarmıştı.

 

Kâğıdı elime alıp açtım. Satırlar büyülü bir şeyler taşıyormuş gibi ışığı farklı kırıyordu. Broşa dair detaylar tek tek anlatılıyordu: Broş, takıldığı kişinin zehre temas etmesi ya da yaklaşması durumunda renk değiştirerek uyarı veriyordu.

 

İki seviyesi vardı. İlk renk, yeşildi. Bu, hafif dozda bir zehri simgeliyordu. Mide bulantısı, baş dönmesi gibi belirtiler yapabilirdi ama etkiler zehrin türüne göre değişebilirdi. İkinci renkse sarıydı; bu, tehlikenin çok daha büyük olduğu anlamına geliyordu.

 

Sarı renk, kan kusma gibi ağır belirtileri işaret ederken, zehrin kana karışması durumunda durum daha da vahim bir hâl alabilirdi.

 

Biz her ihtimale karşı dikkatli olacaktık, ama asıl hedefimiz sarı renkti. Çünkü Düşes'in eline aldığı kadehin içinde en ufak bir zehir olursa, broş anında tepki verecekti.

 

Zehir kadeh dışında bir yerdeyse ne olacaktı, bilmiyordum. Fakat planlarımızda zehrin mutlaka kadehte olması gerekiyordu; romanın işleyişi de bunu öngörüyordu zaten.

 

Kâğıdı dikkatle katladım. En alt köşesinde, "Sesli bir şekilde 'okudum' de" yazıyordu. Dediğim anda kâğıt parladı ve birden bire tutuşarak havada küle döndü. Büyü tamamlanmıştı. Broş artık çevredeki tüm zehirleri algılayabilecek hale gelmişti.

 

Hayır, övünmek gibi olmasın ama... cidden zekiydik. Planımız kusursuzdu. Tabii şansıma güvenemediğim için, her şeyin birbirine gireceğinden endişelenmeden de duramıyordum.

 

Derin bir nefes alarak küçük kutuyu dikkatlice ceketimin iç cebine yerleştirdim. Araba, Elwester malikanesinin büyük demir kapılarından geçip taş avluda yavaşlarken kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Bu gece her şeyi düzgün atlatmam gerekiyordu.

 

Özellikle de ailemle olan ilişkimi biraz olsun düzeltmeliydim. Tam anlamıyla barışmasak bile, en azından birbirimizi boğazlamadan aynı odada durabilmeliydik.

 

İçimde hâlâ onlara karşı tam olarak bastıramadığım bir öfke vardı. Ama Düşes Elisia'nın hamile olması, bu öfkeyi susturmam gerektiğini fısıldıyordu. Bu yüzden susuyordum... şimdilik. Ama bir gün... özellikle düke karşı içimde biriktirdiğim her şeyi haykıracağımı biliyordum. Ne zaman olacağını kestiremiyordum ama o patlama günü gelecekti.

 

Araba durduğunda içimdeki tedirginliği bastırıp kendimi cesaretlendirdim. Derin bir nefes alarak doğruldum. Kapı usulca açıldığında başımı kaldırdım.

 

Karşımda, omuzlarına kadar uzanan uzun ve bembeyaz saçları rüzgârda hafifçe savrulan Denzel duruyordu. Elini bana doğru uzatmış, gözleriyle dikkatle beni süzdüğünü hissediyordum. Saçlarını geriye iterek bana biraz daha yaklaştı.

 

Onu karşısında görünce içimde beklenmedik bir minnettarlık yükseldi, yüzümü istemsizce kızartan bir sıcaklıkla karışık.

Denzel... geldiğin için teşekkür ederim.

 

Bunu büyük ihtimalle sesli söylemeyecek, içime gömecektim. Ama olsun. Beni kurtarmaya geldiği için cidden minnettardım.

 

"Bir şey değil," dedi Denzel bir anda.

 

"Efendim?" Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Az önce söylediklerimi... duymuş muydu?

 

"Teşekkür etmediniz mi?"

 

Donup kaldım. Ayaklarım kapının eşiğinde kaydı, az kalsın yere kapaklanacaktım ki bir elim Denzel'in elini, diğer elim kapının kolunu kavradı can havliyle.

 

Lan... Denzel, benim kafamın içinden geçeni nasıl biliyor?

Yoksa farkında olmadan İlia'nın Denzel'le kopardığı zihinsel bağı ben tekrar mı kurmuştum?

 

Kalbim göğüs kafesimi yumruklar gibi çarpmaya başladı. O an Nilvera'nın neden Ahzee'den sürekli kaçtığını ilk defa derinden anladım.

 

"Sıçtım ben!" dedim içimden.

Bir anda arabadan atlayıp Lenora'ya doğru pitbull kovalar gibi koşmaya başladım. Denzel arkamdan şaşkınlıkla bakarken ben çoktan ortadan kaybolmuştum.

 

Yahu anlamıyorum, romanlarda kadın karakterlerin her adımı planlı ve asil olur. Bizimki niye hep bodoslama gidiyor, hem de kamyon gibi?

 

Biri şu lanet kamyonun el frenini çeksin artık!

Bölüm : 14.05.2025 14:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Cornephelia / Gölgesi̇z Düşler Kralliği•( Kırılma Serisi-1 )-'Mücadele' / ^1.33.BÖLÜM^ : ‘Öldürülecekler listesi mi yok daha neler’
Cornephelia
Gölgesi̇z Düşler Kralliği•( Kırılma Serisi-1 )-"Mücadele"

4.84k Okunma

783 Oy

0 Takip
38
Bölümlü Kitap
《Giriş》^1.1.Bölüm^ : 'Kaderi Belirlenmiş Yolculuk'^1.2.Bölüm^ : 'Aynadaki Yansımam'^1.3.Bölüm^ : 'Mühür'^1.4.Bölüm^ : 'Kaza Mı, Suikast Mi.?'^1.5.Bölüm^ : 'Başbüyücü'^1.6.Bölüm^ : 'Elwestar Ailesi'^1.7.Bölüm^ : 'Akşam Yemeği'^1.8.BÖLÜM^ : 'Kavuşma ve tartışma'^1.9.BÖLÜM^ : 'Ormandaki tehlike'^1.10.BÖLÜM^ : 'Şüphe ve karar'^1.11.BÖLÜM^ : 'Ana karakterin doğuşu'^1.12.BÖLÜM^ : 'Olumsuz duygular'^1.13.BÖLÜM^ : 'Döngü akademisi'^1.14.BÖLÜM^ : 'Zorbalara karşı'^1.15.BÖLÜM^: 'Görünenin arkasındaki görünmeyenler'^1.16. BÖLÜM^: 'Satırlar arasında'^1.17.BÖLÜM^: 'Diane'nin Peşinde'^1.18.BÖLÜM^ : 'Görülerin Başlangıçı'^1.19.BÖLÜM^: 'Akademi toplantısı'^1.20.BÖLÜM^: 'Kötü kadın şüpheli'^1.21.BÖLÜM^: 'Sadakat yemini miydi şimdi bu.?'^1.22.BÖLÜM^ : ‘Elwaster Dükanlığı’^1.23.BÖLÜM^: 'Yabboz parçalarını birleştir'^1.24.BÖLÜM^: ‘Festival Operasyonu’^1.25.BÖLÜM^: 'Azıcık damardan milliyetcilik verelim dedik'^1.26.BÖLÜM^: ‘Cesaretten doğan kahramanlar’^1.27.BÖLÜM^: ‘Akşın dışında kalanlar’^1.28.BÖLÜM^: ‘ Nesli tükenmiş yaratıklar ve kafa karıştırıcı gelişmeler’^1.29.BÖLÜM^: ‘Gölgesinden kaçmaya çalışıp düşlerindeki krallığa sığınan çocuk’^1.30.BÖLÜM^: 'Köle tacirinin inine nasıl girilir adlı çalışma'^1.31.BÖLÜM^: 'Baskın basanındır'^1.32.BÖLÜM^ : ‘Ufak bir zihin yolculuğu’^1.33.BÖLÜM^ : ‘Öldürülecekler listesi mi yok daha neler’^1.34.BÖLÜM^: ‘Kaleyi içten fethetmeliyim’^1.35.BÖLÜM^: ‘Geçmişin parçaları’^1.36.BÖLÜM^: ‘Döngünün Eşiğinde’^1.37.BÖLÜM^: ‘Titrek Eller, Sessiz Çığlıklar ve Nefessiz Anlar’
Hikayeyi Paylaş
Loading...