@cornelianews
|
( Elien Boord )
-Dünyada başarı kazanmanın iki yolu vardır: Ya kendi aklından faydalanmak, yahut da başkalarının akılsızlığından faydalanmaktır.
~ La Bruyere
5.Bölüm
..📖.. Odanın içinde bir sağa bir sola adımlayarak Elien'i bekliyordum. Hızla odaya çıkmıştım ama ne giyineceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Yukarı çıkmadan önce hizmetlilerden birine Elien'i bulup odama göndermesini söylemiştim iki saat geçmesine rağmen Elien hala ortalıkta yoktu. Ne giyeceğimi bilemememin sıkıntısıyla derin bir nefes alarak dolabın kapağını açarak içindeki kıyafetlere bakmaya başladım. Farklı renklere ve modellere sahip çok güzel elbiseler vardı. Ne yazık ki İlia siyahtan başka renk giyinmiyordu. Tam olarak nasıl bir model giymem gerektiğinden emin değildim bu yüzden Elien'in yardımına ihtiyacım vardı. Akşam yemeklerinde bir Leydi olarak abartı mi giyinmeliydim yoksa sade birşeyler mi .? Ben abartıyı dozunda severdim nedense İlia'nın o kadarda abartıyı sevmediğini düşündüm neden böyle düşündüğümü bilmiyorum dışarıdan bakıldığında abartıya bayılıyormuş gibi görünüyordu ama içten içe sadeliği sevdiğini düşünüyordum. Kararsız bir şekilde dolabın içine bakarken kapının sesi kulağıma gelmişti. Omzumun üstünden arkaya doğru baktım, Elien içeri girmiş kapıyı kapatarak kapının hemen önünde ellerini suçlu bir çocuk gibi önünde birleştirmişti kendisini azarlamamı bekliyordu sanırım. Kafamı dolaba doğru çevirerek geri geri gitmeye başladım odanın tam ortasına geldiğimde olduğum yerde durdum. Dolaba bakarak sakince konuşmaya başladım:"Akşam yemeği için elbise seçer misin Elien, oldukça kararsız kaldım." Elien kısa süre sessiz kaldı ardından yavaşça haraket ederek yanımdan geçerken gözlerim koluna takıldı. Beyaz teni kızarmıştı, biri kolunu sıkı sıkı tutmuş gibi morarmaya yüztutmuştu. Kaşlarım istemeden çatılmıştı birilerinin onu aşağlayacağını tahmin etmiştim ama şiddet göreceğini düşünmemiştim. Kendimi tutamayarak sert bir sesle konuştum: "Elien." Elien olduğu yerde duraksamıştı, bana doğru dönmekten korkuyor muydu, yoksa çekiniyor muydu bilmiyorum ama oldukça yavaş haraket ediyordu. Sonunda bana doğru döndüğünde yüzümde hiç bir mimik oynatmadan yüzünü inceledim. Sağ yanağı kızarmıştı sağlam bir tokat yediği ortadaydı üstelik dudağıda patlamıştı kanamasa bile kızarıklığından anlaşılıyordu. Kafasını yerden kaldırarak kıpkırmızı gözlerini gözlerime dikti sanki onunla dalga geçmemi bekliyormuş gibi beklentiyle bana baktı. Gözlerimi yüzünde gezdirdim hiç bir şey yokmuş gibi konuştum: "Başım döndüğü için odama çıkarken az daha düşüyordum." Kızarmış simsiyah gözleri endişeyle irice açılmıştı. Yalan merdivenlerden salına salına çıkmıştım ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. "Senin görevin Leydinle ilgilenmek değil mi, iyileşene kadar benimle ilgileneceğini sanıyordum.?" Zaten kızarık olan siyah gözleri daha fazla dolmuştu ağlamamak için kendini tuttu ardından titrek bir nefes alarak konuşmaya başladı: "Özür dilerim Leydim kesinlikle bir daha yanınızdan asla ayrılmayacağım." Gözlerimi onun gözlerinden çekerek umursamaz bir şekilde dolaba çevirdim. "Öyle olsa iyi olur." Hızla dolaba doğru dönüp kıyafet seçmeye başlamıştı. Sırtı ile göz göze geldiğim gibi umursamaz yüz ifadem dağılmıştı. Benim yüzümden mi hırpalanmıştı, belkide hep hırpalanıyordu ya da iki seçenek vardı. Biri İlia Elien'i hiç savunmadığı için kimse Elien'e dokunmuyordu çünkü Elien'i dövseler bile İlia'nın umrunda değildi İkinci seçenek ise ben Elien'i savunduğum ve Hizmetli Dara'yı terslediğim için hıncını Elien'den çıkarmıştı. Umarım ikincisi değildi çünkü Elien benim yüzümden dayak yediyse karşılarında İlia'dan bin kat daha kötü birini bulurlardı. İlia'ya kötü diyordum ama bende iyilik meleği değildim. Damarıma basılmadığı müddetçe gereksiz yere kimseye bulaşmayan sessiz bir kızdım ama bu demek değildi ki kötü olamazdım. Nilvera herzaman içimde kötü bir kadın yattığını söylerdi kim bilir belkide öyleydi, bu yüzden İlia'nın bedenine girmiş bile olabilirdim. Elien seçtiği üç elbiseyle bana doğru döndü. Seçtiği elbislerin üçüde siyahtı ve sadeydi, Elien İlia'yi daha iyi tanıyordu sade elbise seçtiğine göre İlianna gerçekten sade seviyordu. Üç elbiseden en sade kolları Omzumu kapatan elbise daha fazla dikkatimi çekmişti ,Elien'de fark etmiş olacak ki o elbiseyi yatağın üzerine koymuş diğer ikisinide dolaba geri yerleştirmişti. Yatağa doğru yaklaşarak elbiseyi elime aldım gerçek dünyada bunu düğüne yada kınaya giderken falan giyerdim şimdi ise alt tarafı bir akşam yemeğine gidiyordum. Elien bana doğru adımlayarak: "Korse giymek istermisiniz Efendim.?" Ona bakmadım, hayır kesinlikle istemezdim zaten İlia zayıf bir kızdı korseye gerek yoktu hem ben onun içinde nefes alamazdım. Ona hiç bakmamamdan istemediğimi anlamış olacak ki Elien ,bana doğru yaklaşarak elbisemin fermuarını indirdi. Evet bir çıplaklık meselesi daha yaşanacak gibiydi, sakin olmaya çalıştım.İlia'nın bedeni olduğunu içimden yüz kere tekrarladım, beni çıplak görmüyordu İlia'yı görüyordu.Sonunda elbiseyi giymeme yardım etmişti elbise o kadar güzeldi ki İlia gerçekten güzel bir kadındı, en çok fiziğini beğenmiştim. Aynaya doğru yaklaşarak kendimi inceledim. Elien elbise dolabının yanında ki cam dolaptan sonunda topuklu ayakkabı seçmişti. Keyfim yerine gelmeye başlıyordu, gözlerimi açtığımdan beri aklım topuklu ayakkabı dolabındaydı. Elindeki siyah topuklularla bana doğru yaklaşarak yatağı işaret etmişti. İtiraz etmeden yatağa oturdum. Elien yavaşça önümde diz çöküp ayakkabıyı bana giydirmeye başladı. Gözlerim dikkatlice yüzünde gezindi bunu yapmaktan nefret ediyor muydu acaba, birinin önünde eğilmekten rahatsız mıydı .? Ayakkabımı hızlıca giyindirdikten sonra yaptığı işten büyük bir zevk alıyormuş gibi bana doğru döndü. Tıpkı diyer hizmetlilerin Düşes Elisia'dan övgü beklediği gibi oda benden övgü bekliyordu bunu fark etmiştim bu durum bana garip geliyordu.nYavaşça ayağı kalkarak topuklu ayakkabıların yerde bıraktığı ses eşliğinde yürüyerek aynaya yaklaştım. Oldukça güzel görünüyordum Elien'e doğru dönerek:"Düşes kadar olamasamda oldukça iyi görünüyorum bence." Elien'in gözleri ışıldadı, heyecanla konuşmaya başladı: "Leydim kesinlikle çok güzel görünüyorsunuz isterseniz Başbüyücü'yü çağırıp yaralarınızı halledelim. " Ancak o zaman yaraların güzel görüntüyü bozduğunu fark etmiştim. İki hafta geçtiğine göre Lenora iyileşmişti karşısına yaralarla çıkmak olmazdı, Elien'e dönerek:"Eminim Başbüyücünün çok işi vardır onu yerinden kaldırıp buraya getirmeye gerek yok biz gidelim."Şaşırsa da hızla toparlandı, aferin Elien gittikçe bana daha iyi ayak uyduruyorsun en azından şaşırmaların daha kısa sürüyor. "Elbette siz nasıl isterseniz Leydim ama gitmeden önce saçınızı tekrardan yapmamı ister misiniz.?" Dediğinde itiraz etmeden makyaj masasına oturdum. Elien hem saçımı yapıyor hemde tahmin ettiğim gibi hafif bir makyajla tenimi biraz daha canlı gösteriyordu. Elien'in cidden on parmağında on marifet vardı her geçen dakika bu kitaptaki en sevdiğim karakter olmaya devam ediyordu. Sonunda işini halletmişti gitmek için hazırdık. Odadan çıkarak yine o ihtişamlı kolidorlarda yürümeye başlamıştık bu sefer sağa değil sola doğru ilerliyorduk. Sol kolidorda ki tablolar daha ilginçti. Savaşla ilgili farklı farklı tablolar insanın tüylerini ürpertecek kadar korkutucuydular yinede hayran kalmıştım her biri anlatmak istediği şeyi kesinlikle yaşatıyordu. Asıl fark ettiğim şey ise sağ kolidorda Leydiler ve Lordlar varken sol kolidorda Muhafızların resimleri vardı gerçekten durup her birini dikkatle incelememek için kendimi zor tutuyordum. Kolidordan geçerken tablolara bakmaktan fark edememiştim ama çok fazla oda vardı. Kendime ikinci defa söz verdim bu tabloları ve odaların hepsini keşfedecektim. Koridorun sonuna kadar ilerlemiştik sonuna iki kapı sağda iki kapı solda dört kapı vardı. Diğer kapılardan farklı olanı ise en sondaki dört kapının üzerlerindeki sembollerdi. En sondakinin üzerinde iç içe geçmiş ay ve kılıç vardı oldukça güzel duruyorlardı. Elien'nin de bakışından anladığım kadarıyla orası Büyücü Marcus Giarden'in odasıydı. Odaya doğru ilerlemeye başlamıştım ki Elien'in haraket etmediğini görünce olduğum yerde durarak ona doğru döndüm. Elien yerinde gergin bir şekilde kıpırdanarak: "Efendim siz gidin ben sizi hemen kapının önünde beklerim." Tam onu yanımdan ayrılmaması için azarlayacakken kızaran yanaklarını görünce vaz geçmiştim. Benim yavru ördeğim büyücüden mi hoşlanıyordu.? 'Sen büyüdünde aşık mı oldun kara ördeğim.'diyerek yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tuttum. Israr edecektim ama anladığım kadarıyla yüzündeki yara yüzünden utanıyordu onu zor duruma sokmamak için ısrar etmedim. Umarım kapının önünden ayrılmazdı. Birilerinin onu sıkıştırıp yine hırpalamasını istemiyorum. Derin bir nefes alarak odaya doğru adımladım kapının hemen önüne gelince kapının aralık olduğunu gördüm. Aralık kapı varsa dinlenecek meseleler var demektir. Kapıyı ses çıkarmamasını diliyerek ittirip içeriye adımladım. Kulağıma anında Muhafız Kalios ve Denzel'in sesi dolmuştu. Denzel'in soğuk sesini duyunca sanki inme inmiş gibi kala kalıyor istemeden geriliyordum. Odada ikisi dışında bir erkek sesi daha vardı Marcus olmalıydı. Konuşmalara odaklanmaya çalıştım , Muhafız Kalios:"Emin misin Marcus, bu büyük bir suçlama eğer ki bu söylediğini başka biri duyarsa kanıtın olmadığı için başın belaya girer." Kaşlarım merakla havaya kalktı. Kaşlarımın ne kadar çok havaya kalktığını fark ettiniz mi.? Marcus Kalios'un dediklerinden sonra sessiz kalarak: "Kalios eminim ,Leydi Diane'nin zihnine girmeye çalıştım ama olmadı bunu benden bizzat o istedi Muhafızı buraya kadar geldi." Alt dudağımı endişeyle ısırmaya başladım. Diane Krallığın bir büyücüye sahip olmadığını bildiği için büyücüye sahip olan tek yer olan Costantinova Düklüğüne gelmişti. Kitabın bu kısımlarında Diane durmadan kabuslar görüp duruyordu. Öyleki kafayı yeme derecesine kadar ilerliyordu, o gölge ona bişeyler yapmıştı. "Bana ısrarla bir Gölgenin kendilerine saldırdığını söylüyor nerdeyse kendisini öldürüyormuş , Leydi Lenora onun hayatını kurtarmış. Söylediğine göre gölgeye kendisi dokunamamış ama Leydi Lenora'nın ona dokunduğunu söyledi hatta Leydi Lenora dokunduktan sonra kendiside dokunabilmiş gölgeye." Dediğinde odada garip bir sessizlik oldu. "Gölge olduğundan emin miymiş.?" diyen Denzel'in Diane'ye inandığını düşünmüyordum yinede Denzel ortada bir tehlike olmadığından emin olmak istiyor gibiydi. Marcus'un sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum. "Zihni kaza anına dair bomboş yoğun bir boşluktan başka hiç bir şey görmüyorum aynı şeyi Leydi İlia'nın zihnindede gördüm. Leydi İlia hiç bir şey hatırlamıyor ama Leydi Diane hatırlıyor üstelik ikisininde üzerinde kesinlikle büyü yok, bu işin büyüyle bir alakası olmadığına eminim." Dediğinde derin bir sessizlik olmuşmuştu, sanırım düşünüyorlardı Mercus yeniden konuşmaya başladı: "Eğer Leydi Diane'nin dediği doğruysa, biri onları öldürmeye çalışmış başaramayınca zihinleriyle oynamış ,üçünde işe yaramış ama Leydi Diane'de yaramamış gibi görünüyor." "Kutsal Kılıcın ışığını içinde taşıyor kılıç tarafından kutsanmış olarak doğduğunu hesaba kat kullanmayı bilmiyor olsa bile karanlık bir gücün zihnini dağıtmasana kılıç izin vermez." Dediğinde zihnimden geçenlerin aynısını söylemişti ,Denzel'in zihnimi okuduğundan korkmaya başlamıştım. Denzel'in dediği doğruydu kılıç sayesinde Diane herşeyi hatırlıyordu. Zihni dışarıdan bomboş o anlar hiç yaşanmamış gibi görünüyordu. Kalios sakin bir sesle:"Eğer gerçekten bir suikaste uğradıysalar ve canlı çıktıysalar bunun bir kere daha tekrarlanmayacağını bilemeyiz." Nasıl bu kadar sakin olabildiğini anlamıyordum adam o kadar sakindi ki onu öfkelendirecek tek şeyin Düşes'in zarar görmesi olduğunu düşünüyordum sanki bu dünyaya sakin olmak için gelmişti. Birinin yürüdüğünü duyunca korkuyla nefesimi tuttum bana doğru geliyor diye korkmuştum ama dolaptan bir şeyler aldığını çıkan seslerden almamıştım. Kalios'un yine sakin bir sesle konuştuğunu duydum: "Çok fazla içiyorsun Marcus bence biraz ara vermelisin." Marcus'un güldüğünü duydum. "Kalios bir gölge'den bahsediyoruz, eğer ki gerçekse bunun ne kadar ciddi bir mesele olduğunu anlamıyorsunuz gölgeler bir suikastçıden daha fazlasılar onlar benim ırkımı katlettiler. Durup etrafına bak benim dışımda yaşayan kaç büyücü var sayamayacağın kadar az yaşamak için saklanıyorlar ,hala o katliamı atlatamadılar." Bu seferki sessizlik daha korkutucuydu, öyleki tüylerim diken diken olmuştu. Kitapta büyücülerin gölgeler tarafından katledildikleri geçiyordu öyle ki altı kıtada katliamı duymayan kalmıyordu. Kitapta on kıta vardı, on kıtanın yedisi ayaktaydı. Geri kalan üçü harabeden başka bir şey değildi. İlialardan önceki nesilsin verdiği büyük bir savaşta üç kıta yerle bir olmuştu. Bin yıl önce 1. Kan Savaşları yaşanmış ,on kıtanın onuda savaşa katılmıştı, birbirleriyle savaşmış onlarca kan dökmüş onlarca masum insan savaşta bir hiç uğruna ölmüştü.Savaşın sonucunda üç kıta yerle bir olmuştu, amaç zaten buydu tehlikeli gördükleri bir kıtayı yok etmek istemişlerdi. Kurunun yanında yaşta yanar hesabı olduğu için diğer iki krallığı da yok etmişlerdi. Dauglas Krallığı tarihten silinmişti .Evrenin başlangıcından beri Dauglas Krallığı birinci kıta olarak geçiyordu diyer kıtalar bundan kesinlikle mamnun değillerdi.Savaş bu yüzden başlamamışlıydı zaten memnuniyetsizlik ve fazla güç arzusu,bunlar binlerce masumun ölümüne sebep olmuştu. Dauglas Krallığı'yla beraber yıkılan Solistia Krallığı ve Felierol Krallığı da tarihten silinmişti. Bu üç kıta da vahşî hayvanlar çoğalmaya, yeni türler ortaya çıkmaya başlamıştı. Gittikçe daha fazla havası kirlenmişti, kıtaya adım attığınız anda kan kokusu üzerinize siniyordu. Bu yüzden üç kıta'nın olduğu bölgeye ' Gölgeler Krallığı', 'Karanlık Taraf' ya da 'Cesetlerin Krallığı' denmeye başlamıştı. Oraya gidiş kesinlikle yasaktı. Sınırı çok güçlü muhafızlar koruyordu bir çok kez Krallığın emriyle Denzel sınıra göreve gitmişti, bu çok fazla olmuyordu. Sınırda herhangi bir hareketlilik olmadığı müddetçe Muhafızlar oraya gitmiyordu. Sınırı koruyan Muhafızlar oldukça büyük olan surları geçmeye çalışan her vahşî hayvanı öldürüyorlardı. Vahşi hayvandan ziyade bu bir insan olsa bile anında öldürülüyordu.Savaşın sonunda yedi kıta barış imzalamıştı, yinede hala aralarında birbirinden haz etmeyen krallıklar vardı. Biz savaş sonrasında yedi kıtadan ikincisi olmuştuk. İkinci kıta Wiera Krallığı'ydı , birinci kıta da Arienta Krallığı ilan edilmişti. Şu an Wiera Krallığı ,Arienta Krallığıyla kardeş krallıktı. 1.Kan Savaşları bittikten sonra karanlık taraftan biri gölgeleri diriltiyordu. Altıncı kıta olan Lientera krallığına saldırı düzenliyordu. Lientera Krallığını büyücüler yönetiyordu ve çok güçlü bir büyü Meclisileri vardı , altı kıtanında korktuğu bir topluluktu ta ki bir gece hepsi katledilenene kadar.Nasıl olduğunu hiç kimse anlamıştı, büyülü kalkanlardan nasıl geçtiklerini krallığa nasıl sızdıklarına anlam verilememişti . Ne kadar büyücü varsa hepsi öldürülmüştü, çocuklardan yaşlısına kadar herkes , sadece insanları öldürmemişlerdi damarlarında büyücü kanı taşıyan herkesi kılıçtan geçirmiş krallığı kana bulamışlardı. Birinci kıtadan yardım istenmişti ama Arienta Krallığı onlara yardım göndermemişti.Birinci kıta bile yardım göndermediğine göre düşmanın gerçekten çok güçlü olduğunu düşündükleri için diğer kıtalarda yardım göndermemişti. Delirmiş olmalı ki o sıralarda tahta yeni geçen Wiera Kralı Darke Wiera en güçlü Başgenerallerini göndermişti. Üç general Lucander Costantinova , Arion Elwestar ve Pietras Tobias altıncı kıta'nın Lientera Krallığına doğru yola koyulmuştu. Lucander ve Marcus o katliam da tanışmışlardı. Lucander Marcus'un hayatını kurtarmış onu krallığa getirmişti. O zamanlar Lucander Dük ünvanını almamıştı o kanlı savaştan sonra Dük olmuştu. Marcus, Dük Lucander Costantinova'yı ve Düklüğünü korumaya yemin etmişti. Lucander'a da kanıyla yemin etmiş sonuna kadar ona sadık olmuştu. Belki Lucander bir muhafıza sahip değildi ama bir muhafızdan daha fazlasına sahipti. Baş Büyücü Marcus o katliamı bizzat görmüş biri olarak endişelenmesi oldukça mantıklıydı. Gölgelerin neler yapabileceklerini ondan daha iyi kim bile bilirdi ki. Omuzumda hissetiğim parmaklarla korkuyla irkildim. Eyvah! kime yakalanmıştım.Yavaşça arkamı dönerek omuzuma dokunan kişiye baktım. Geniş omuzlar sert ve kemikli bir yüz, akıllara zarar olan mavinin en koyu tonu gözler merakla beni izliyordu. O kadar yakışıklıydı ki ,'Böyle baba mi olur ' diye bağırmak istiyordum. Konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ama Dük Lucander parmağını dudağına yaslayarak sessiz olmamı işaret ettiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Dük konuşulanlara kulak vermişti benim gibi gizlice onları dinliyordu, bu o kadar garip bir andı ki, İlia resmen babasıyla kapı dinliyordu.Muhafız Kalios yeniden konuşmaya başlamıştı.Düşüncelerime fazla daldığım için önceki konuştuklarını duyamamıştım. "Peki Dük'le bu konu hakkında konuştun mu ?." Dediğinde Marcus:"Hayır Dük'le konuşmadım emin olana kadar söylemeyi düşünmüyorum, önce benim kuruntum olmadığından emin olmalıyım." Merakla Dük'e doğru döndüm. Bakışları en az İlia kadar ifadesizdi boşuna İlia babasına benziyor demiyordum. O kadar umursamaz bakıyordu ki ne düşündüğünü anlayamıyordum.Dük bana doğru döndü yüz hatları sertti bana baktığında gözlerinde bir yumuşama görmüştüm. Dük kızını fazlasıyla seviyordu öyle ki İlia öldüğü zaman Dük'ün yaptığı şeyler akla hayale sığmıyordu.Hatırlamak bile türlerimi ürpertmişti , Dük bana doğru eğilerek: "Sence de bizsiz toplantı yaptıkları için idam edilmeyi hak etmiyorlar mı.?" Dediğinde gözlerimi gözlerinden çekmeden ona bakmaya devam ettim, umarım ciddi değildir.Dük ,yüz ifadem nasıldı bilmiyorum ama ilk defa hafifçe gülümsedi. Kahretsin Düşes'i bilmem ama bu adama aşık olmayan kesin kalpsizdi. Bana doğru eğilerek sır verir gibi eliyle ağızını örtü. "Sadece şaka yapıyorum Lianna , tabi bu şaka her an gerçeğe dönebilir onlara bağlı." dediğinde yerimde gergin bir şekilde kıpırdadım.Dük hafif geri çekilerek gözlerini yüzümde gezdirdi ardından yine yaklaşarak kulağıma fısıldadı. "Neden uyanır uyanmaz yanıma gelmiyorsun büyüsü var diye ilk onun yanına gitmen sinir bozucu senin baban benim." dediğinde gözlerim şaşkınlıkla açıldı ,Dük küçük bir çocuk gibi İlia'ya bakıyordu. Küçük bir çocuğun babası onu ihmal ettiği için attığı trip gibiydi. Sanırım koskoca Dük Lucander Costantinova konu kızı olunca üzerindeki o korkutucu adam imajını bir kenara atabiliyor ve çocuklaşıyordu.Nasıl bir tepki vermem gerktiğini düşündüm Dük Lucander'ın karakteri babamın karakterine benziyordu. Öyleyse kendi babamla konuşur gibi konuşmalıydım. Öne doğru eğilerek kulağına yaklaştım merakla oda bana doğru eğilmişti:"İdam etmeden önce işkence etsek olur mu, belki sırlarını döker mesela büyüyle nasıl uçamazlar ki, kesin yalan söylüyor." Gür kahkahası odanın içinde yankılanmıştı. Dük gülerken diyer üçünün sesinin, bıçak gibi kesinliğini duymuştum. Dük gülerken kapının oradan ayrılıp odanın ortasına doğru ilerledi .Oldukça keyifli görünüyordu söylediklerim onu eğlendirmiş gibiydi. Yavaşça Dük'ün arkasından odanın ortasına doğru ilerledim . Attığım her adımda topuklularım yere vurarak ses çıkarıyordu. Sonunda Denzel'i görecektim karnıma ağrılar giriyordu. Hayatım boyunca hiç bu kadar gerildiğimi hatırlamıyorum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu sonunda olduğum yerde durarak onlara doğru döndüm. Bembeyaz saçları omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Teni o kadar beyazdı ki, ben bide İlia için beyaz tenli demiştim Denzel ondan daha fazla beyaz tenliydi. Çenesi kemikliydi yüzüyle orantılı soluk pembe dudakları vardı,kulakları tıpkı elflerinki gibiydi yukarı doğru sivrilen iki çift kulak .Adamın kulakları bile güzeldi burnu küçük ve yüzüne uygundu o an gözlerini o kadar çok merak ettim ki. Şuan göz göze geliyor olabilirdik ,ama o metal göz bağı yüzünden gözlerini göremiyordum. Karnım kasıldı midem bulanmaya başlamıştı bedenime bir sıcaklık basmıştı kendime bunun kitabı okurken onu hep zihnimde hayal ettiğim ve şimdi karşımda kanlı canlı durduğu için bu kadar heyecanlandığıma inandırmaya çalışıyordum. "Lia bir sorun mu var neden Denzel'e öyle bakıyorsun .?" Dediğinde gözlerimi Denzelden zorla ayırarak Dük'e çevirdim.Pencere kenarındaki koltuğa oturmuş rahat bir şekilde bacak bacak üzerine atmıştı. Merakla bana bakıyordu bende ona bakmaya devam ettim. Denzel'e nasıl bakmıştım ki sanki, Dük ne düşündüğümü anlamış gibi: "Soğuk, tanıdığım kızıma göre fazlasıyla soğuk bir bakıştı, Danzel'le anlaşamadığını biliyorum ama bana aranızın o kadarda kötü olmadığını söylemiştin?" dediğinde sakinleşmiştim. İlia ilk defa bir haraketin iyi sonuçlar doğruyor kızım. Bende heyecanla hatta hayranlıkla baktığımı herkes anladı sanmıştım ama İlia'nın bakışlarında mimik oynamıştı ve içeri girdiğim gibi Danzel'e çok uzun süre bakmıştım. Dük bile garipsediğine göre gerçekten soğuk bir bakış atmış olmalıydım. Dük'e doğru ilerleyerek onun yan tarafındaki tekli koltuklardan birine oturdum. O soğuk bakışı neden attığımı bilmiyorum ahırda Kalios'la olan konuşmasında İlia'yı ne kadar kalpsiz gördüğünü anlamıştım bunda beni öfkelendirmişti. Evet Denzel bir Muhafız olarak görevini yerine getiriyordu Efendisini sonuna kadar koruyordu ama, ona en çok kalpsiz muamelesi yapanda oydu. Gerçi İlia sonuna kadar hak ediyordu yinede öfkelenmeden edememiştim. Geriye yaslanarak rahat bir şekilde yerime yayıldım. Denzel'e bakmadan konuştum: "Hayır Baba sen yanlış anlamışsın Denzel'le aramızda herhangi bir sorun yok."Dük inanmamış gibi bakmaya devam ediyordu. Dük'den gözlerimi çekerek Denzel'e çevirdim."Değil mi Denzel.? " Topu ona attığımda Dük ona doğru dönmüştü."Evet Efendimle halledemeyeceğimiz bir sorun yok, Efendim de öyle düşünüyorsa.?" Dediğinde Dük bana dönmüştü. Dük'ün keskin bakışlarından kurtulmak için Denzel'e doğru döndüm. O göz bağı yüzünden gözlerini görmediğim için konuşurken hem rahatlıyordum hemde tedirgin oluyordum. "Kesinlikle her Efendinin Muhafızıyla arasında olabilecek şeyler, haledebiliriz." Dediğimde Denzel alayla güler gibi oldu, elini kaldırarak göz bağının kenarına dokundu bana gönderme yapıyordu kesinlikle hallederiz 'der gibiydi. İlia'nın gözlerine bakmaya tahammüllü yoktu benimde görmemeye tahammüllüm yoktu. O gözleri o kadar çok merak ediyordum ki. Bakışlarımı Denzel'den çekerek Marcus'a çevirdim kızıl saç tutamları anlına dökülmüş yorgun bakan ela gözleriyle beni inceliyordu. Yüzümdeki yaraları görünce neden geldiğimi anlamış olmalıydı ,anlayamadığı şey ise neden onu ayağıma çağırmak yerine kendim geldiğimdi. İlia her zaman onu ayağına çağırırdı bu zamana kadar Marcus'un, İlia'nın şımarık tavırlarına bir kere bile kızdığını kitapta okumamıştım yada İlia'nın anılarında görmemiştim. Büyük ihtimalle Lucander'a olan saygısından İlia'ya katlanıyordu en azından İlia'nın düşüncesi buydu. Bence Marcus İlia'yı küçük kardeşi gibi görüyor olabilirdi yada görmüyor da olabilirdi.Tek bildiğim Lucander'ın kızı olduğu için hiç kızmıyordu, yinede İlia'nın bazı tavırlarına ve davranışlarına tahamülü yoktu, yeri geldiği zaman karşı çıkmayı da biliyordu. İlia'nın tavırları yüzünden ona yakınlaşamıyordu. Yinede ikisinin kitapta iyi anlaştığı yerler vardı ,sonra bir konuda İlia tamamen Marcus'tan uzaklaşıyordu. Marcus'da İlia gibi yan karakterlerden biri olduğu için hayatına dair çok detay yoktu. Marcus ben içeri girdiğim gibi beni selamlamıştı. En azından biri korkuyla değilde saygıyla eğiliyordu, bir sıfırdan daha iyiydi . Dük keskin gözlerini Marcus'a dikti ,Marcus bunu çok net hissetmişti. Konuşmak için ağızını açmadan, Dük'den önce davranarak:"Umuyorum ki bir işiniz yoktur Baş Büyücü, neden geldiğimi tahmin edersiniz."Marcus'un omuzları gevşemişti. Gözlerini hiç Dük'e çevirmeden bana doğru ilerledi. "Elbette Leydim size her zaman vaktim var, çağırmanız yeterliydi bir dahakine buraya kadar kendinizi yormanıza gerek yok."Dediğinde kendisini Dük'ün gazabından son anda kurtardığımın farkındaydı. Yanıma yaklaştıktan sonra dikkatli bir şekile yüzümü incelemeye başladı elini kaldırarak gözlerime baktı: "Leydim izninizle yüzünüze dokunmam gerekiyor." Sorun olmadığını belirtir bir şekilde kafamı salladım. Ellerini yüzüme götürerek yavaşça çiziklerin üstüne koydu. Gözlerini kapattığını ve bir şeyler mırıldandığında duydum. Yüzümde dahil bedenimde garip bir karıncalanma hissediyordum. Marcus gözlerini açarak geri çekildi. Bu kadar miydi yani, öyleyse üç kere odama gelip zihnime gireceğine beni iyileştirseydi ya. Kolumda ki ve kafamda ki yaralar tamam iyileşmişti kolumdaki yaranın olduğu yerde hafif bir izi kalmıştı. Marcus tedirgin bir şekilde Dük'e doğru açıklama yapmak için dönmüştü ki ,kapı iki kere tıklatmış ve içeriyle hizmetli kıyafetleri olan bir adam girmişti. Dük ve bana hızla selam vermiş ardından Dük'e doğru dönerek:"Efendim Dük Arion Elwestar ve Ailesi geldiler." Lucander oturduğu koltuktan kalkarak üzerindeki takım elbisesinin önünü iliklemişti .Hizmetliyi kafasıyla onaylandığında hizmetli adam hızla odadan tüymüştü. Odada çok gergin bir hava vardı. Dük bana doğru dönerek gülümsedi kolunu kaldırarak: "Bana aşağı kadar eşlik eder misin Lianna.?" Dediğinde oturduğum koltuktan kalkıp yanına doğru ilerleyerek koluna girdim. Bu gergin ortamdan bir an önce kaçmam lazım. Dükle beraber kapıya doğru ilerlerken Dük omuzunun üstünden arkada ki üçlüyü kısa bir bakış attı:"Sonra konuşacağız."Marcus kafasını eğerek yere bakmıştı,kaçışı olmadığını çok iyi biliyordu. Denzel'in beni izlediğini hissedebiliyordum ve Kalios her zaman ki gibi fazlasıyla rahattı .Kapıyı açarak kolidora çıktığımızda derin bir nefes aldım. Denzel'le barışma işi iptaldi en azındından Lenora'yla barışma işini denemeliydim ve olumlu bir sonuç almalıydım. Bunun için elimden gelenin en iyisini yapmam lazımdı, kesinlikle yapacaktım. |
0% |