
Gözlerim karardığında, sadece bir çift eli hissettim belimde… tanıdık, güvenli ve sıcak… Melih’ti. Kalbim hâlâ göğsümden çıkacak gibiydi, yumruklarım titriyordu ama gözüm kararmışken bile onun eli beni tutarken biraz olsun kendime geldim.
"Tamam Eylül… yeter, artık tamam… bak ben buradayım," dedi sesi titrek ama kararlı.
Diğerleri hâlâ beni tutuyordu, ama ben artık direnmiyordum. Öfkemin külü gözlerimden yaş olup aktı. Sessizce ağladım. Melih alnımı omzuna yasladı. “Bitti,” dedi. “Artık senin savaşın değil bu.”
Doktorlar, hemşireler, güvenlik görevlileri odayı doldurmuştu. Yerde yatan Yavuz’u biri sedyeye almaya çalışırken Mine hâlâ köşede titriyordu. Bir anne gibi değil de, suçunu fark eden bir yabancı gibiydi.
kalktım ayağa. "Sakın bir daha karşıma çıkmayın," dedim, her kelime cam kesiği gibiydi.
Melih elimi tuttu. "Hadi buradan gidelim," dedi.
Çıktık hastaneden. Mardin’in rüzgârı yüzüme çarpıyordu ama içimdeki fırtına ondan daha şiddetliydi.
Arabaya binerken Melih sordu:
"İyi misin?"
"Değilim," dedim dürüstçe, "ama artık hazırım… geçmişimle yüzleşmeye, ne kadar can yaksa da."
Bir an sustu. Sonra bana döndü, ciddiyetle:
"Geçmişinle yüzleştiysen… geleceğini birlikte yazalım mı?"
Kelimeler boğazıma düğümlendi. Sonra sadece başımı salladım.
Gökyüzü turuncuya çalıyordu. Mardin'in taş sokakları arkamızda kalırken, içimde bir şey ilk kez hafifledi.
Ama hikaye burada bitmiyordu. Çünkü Eylül Demir’in kaderi sadece geçmişten ibaret değildi…
Yeni bir sır, çok yakında ortaya çıkacaktı. Ve bu sır, sadece onun değil… Melih’in, Sude’nin ve daha nicelerinin hayatını kökünden sarsacaktı.
Evet bundan sonra düzenli bölümler gelicek bilginize ama bu kitabı fazla uzatmıyacağım
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |