

Bir düşün'de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
Özdemir ASAF
İyi okumalar...
Zelihadan
Eve geldiğimizde her yer kapkaranlıktı koridorun ışığını açıp Mevsime döndüm sessiz olması için işaret yaptım. Ayağımda ki topuklu ayakkabıları çıkartarak portmantonun önüne bıraktım ve parmak ucumda yürüyerek Yasir’in odasının kapısını yavaşça açarak içeriye uzandım. Kapıda ayakkabısı vardı ama odasında yoktu. Bir uyumuşsa eğer evde uyuyorsa ölü gibi uyur sabaha zor uyanırdı, üstelik görevden yeni gelmişti.
“Beni mi arıyorsun prenses” Mevsim ile sanki anlaşmışça aynı anda çığlık atarak arkama döndüm.
“Yasir” uyaran sesimle gözlerine baktım hiç yeni uyanmış gibi değildi, gayet dinç bir şekilde kahkahalar atarak bana bakıyordu.
Gülme krizine girmişti.
Ben onu bir krize sokacaktım şimdi görecekti. Sinirle omzuna vurdum. “Gerizekalı aklımı aldın”
Işıklar açılınca Yasir’e baktım alnı kıpkırmızıydı, elmacık kemiği ise morarmaya yüz tutmuştu. Hızlıca mutfağa gittim ve buzdolabından daha önceden poşetleyip dolaba attığım bezelye poşetini çıkarttım. Tekrar yanına döndüm bu sırada Mevsimde ilk yardım çantasını getirmiş pansumanını yapıyordu. Yasirin yanında durdum boş olan sol elim istemsiz olarak moraran elmacık kemiğine gitti, canının yanmasını aklıma getirmeden o bölgeyi parmaklarımla tüye dokunur gibi okşadım. sonrasında donmuş bezelye poşetini elmacık kemiğine bastırdım.
“Nasıl oldu bu?” merak barındıran bir ses tonuyla sormuştum. Cevaplamayacağını elbette biliyordum bu tarz şeyleri söylemez iş kazası der geçerdi.
“Polise gidebiliriz istersen” Mevsim fikrini ortaya koyduğunda Yasir kahkahalarla güldü. Ne yalan söyleyeyim benim de gülesim gelmişti ama zaten morali bozuktu ve bu durumu yanlış anlayabilirdi.
“Mevsim Yasir zaten başkomiser” dedim mırıldanarak ve susması için Yasir’in koluna dokundum. Normalde zor susardı fakat bu sefer saniyesinde susmuş üstüne üstlük ciddileşmiş bize bakıyordu.
“Sizin neyiniz var böyle dokunsam ağlayacak gibi bir his aldım sizden” Mevsim ile beraber birbirimize baktık şuan ikimizde birisine kendimizi açmaya hazır değildik.
Başımı sağa ve sola sallayarak Yasir'in gözünün içine baktım. “İyiyiz biz yorgunuz sadece, biraz dinlensek iyi olur” Mevsim’e bakarak ‘hadi’ der gibi işaret verdim. o ayağa kalktığında Yasir’in yanağını öpüp bende ayağa kalktım.
“İyi geceler komiserim sende fazla durma git, yat ve dinlen koçum”
“Tamam anne yaparım bir ara” göz devirerek Mevsim ile beraber odama geçtik. Pijama takımı verip Mevsimi banyoya gönderdim, kendim de pijamalarımı giydim, yatağımın çarşaflarını değiştirdim üzerime pike alıp kitap okuduğum salıncağıma oturdum.
Bazen kitap okumayacak bile olsam bu salıncağa oturur ve dinlenirdim ve açık söylemek gerekirse yatağımdan daha rahattı. Gözlerimi kapatıp Mevsimin odaya dönmesini bekledim. Zaten o da çok geçmeden geldi ve usulca yanıma uzandı sıkışınca birbirimize bakarak güldük. İçeriden böğürme sesi gelince fazla sesli güldüğümüzü anladık, bana sus işareti yapınca kendime geldim.
Tek kişilik salıncağa iki kişi binince biraz sıkıntı oldu gibiydi, umarım salıncak bizi tartar.
“Hep böyle olalım Serdarmış, Devrimmiş umrumuzda olmasın lütfen ben bir kere daha kaldıramam”
“Sabahtan sonra onları umursamayacağız şimdi hadi yatağa” kalçasını pat patlarken gözlerini büyülterek bana baktı. Hemen yanımdan kalkarak yatağa geçtiğinde ben biraz daha yayılarak pikeyi üzerime örttüm.
“Seni yatağından ettim değil mi?” bozularak gitgide kısılan sesi ile olduğum yerde doğrulup Mevsime baktım. “ Ben biraz kitap okuyayım, plan program yapayım gelirim bebeğim yanına”
Göz kırptım kendisi böyle şeylere alışık olmadığı için garibine gidiyordu benim böylesi davranış ve hareketlerim gülümseyerek komodinin üzerinde duran kitabımı, tükenmez kalemimi ve tabletimi aldım. Program yaptığım uygulamayı açarak yarının programını yapmaya başladım. Şimdiden yarınımın yoğun geçeceğini anlamıştım.
Tabletin ekranından saate baktığımda saatin üçe geldiğini gördüm. Programım yeni bitmişti tabletin kalemini arkasında bulunan mıknatısa takarak okumadığım kitabın üzerine tableti bıraktım. Pikeyi üzerimden sıyırıp Mevsime baktım üzerini açmıştı uzandığım yerden kalkarak pijamamı düzeltip Mevsimin yanına geçtim.
Üzerini örttüm yanı başında duran suyu kontrol ederek tekrar salıncağa uzanıp üzerime pikeyi örttüm. Ayaklarımı önümde duran pufa uzatıp kendimi yavaş yavaş sallarken gözlerimi kapattım günün yorgunluğu ile beraber hemen uykuya daldım.
Kapının sertçe vurulması ile gözlerimi araladım gözlerim istemsiz olarak Mevsime kaydı. O olduğu yataktan sıçrayarak kalkmıştı.
“Zeliha kalkın çabuk yoksa geç kalacaksınız. KOĞUŞ KALK” bağırdığında uyanık olmama rağmen irkildim usulca yattığım salıncaktan kalktım.
“Tamam kalktık bağırıp komşuları toplama başımıza” yüksek sesle konuşurken dolabıma ilerledim. Kapağını açıp içerisinden siyah kumaş pantolonum ile beyaz ip askılı crobumu çıkarttım.
“Mevsim dolabım burada ne istersin giyebilirsin”
“Yok güzelim yıllık izne çıkıcam o yüzden gerek yok. Şimdiden haber vereyim bizimkilerin yazlığına gidicem dört gün zaten, biraz kafa dinleyeceğim”
Yanına gittim başına minik bir öpücük bıraktım. “Sen bilirsin ben her zaman yanındayım biliyorsun. Gidiyorsun, toparlanıyorsun, öyle geliyorsun anlaştık hadi hazırlan sende” cevabını beklemeden banyoya gidip kapıyı yavaşça kapattım.
Çıkarttığım pijamaları kirli sepetine attım ardından aynadan kendime baktım. Omuzlarıma düşen saçlarıma sonrasında iğrenerek bedenime baktım.
Annesinden sevgi görmeyen kızlar kendini hiçbir zaman tam anlamıyla sevemezdi.
Silkelenerek kendime geldim soğuk suyu açtım yüzümü yıkayıp havlu ile kuruladım, getirdiğim kıyafetlerimi giyip kenarda duran makyaj malzemeleri ile çok sade bir makyaj yapıp banyodan çıktım.
Mevsim’i hazır bir şekilde beklerken gördüm. Büyük ihtimalle Yasir’in odasında bulunan banyoda işini halletmişti, yüzünde tek bir makyaj izi bile yoktu. Çökmüştü. Çökmüşlüğünü gizlemek içinde hiçbir şey yapmamıştı. Güzelim mavi gözleri bütün gece ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.
Gözleri gözlerimle buluşunca gitmek için ayağa kalktı. Mevsime doğru adım atacağım sırada iri kollar belime sarılarak yönümü değiştirdi tabi bu eylemi Yasirden başkası yapamazdı.
“Kahvaltı yapmadan çıkamazsınız böyle yapacağınızı bildiğim için erken kaldırdım sizi hadi asker marş” Zor bir şekilde kollarının arasından ayrılarak yanağına öpücük kondurdum ve koluma Mevsimi de takıp seke seke mutfağa gittim.
“İyi ki varsın başkomiserim” diye yüksek sesle konuştuğumda bir yandan Mevsimin kıkırtısını bir yandan Yasir’in gür kahkahasını işittim ama sesleri çok boğuk geliyordu. İstemsiz olarak elim kulağıma gitti ve o boğukluk azalsın diye kulağıma bastırdım. Parmaklarımı kulağımdan çektiğimde Yasir'in sesi daha net gelmeye başladı. Kolumda hissettiğim parmaklar ile dalgın bakışlarım o kişiye döndü. Mevsimdi arkasında Yasir sorgulayarak bana bakıyordu.
“İyi misin Zeliha” başımla onaylayarak sandalyeye oturdum. İkisininde içine öyle bir kurt düşürmüştüm ki iyi olduğuma emin olamamış gibi bakıyorlardı. Tabi o sırada ben ne yapıyordum elime aldığım ekmek parçasını koparıp önümde duran reçel kasesine bandırıp ağzıma atmıştım baktığımda hala bana bakıyorlardı.
“Bakmayın öyle valla iyiyim, bu sıralar arada oluyor” durumu açıklamamla Yasir'in elindeki çatal masaya düştüğünde bakışlarım ona döndü.
“Ve sen bunu yeni mi söylüyorsun” sinirle soluyarak konuştuğunda daha da beter sıvadığımı anladım. Gelde Yasire inanacağı açıklama yap. İnanmazdı, inanmadığı için bu meslekteydi zaten.
“Komiserim bey vallaha iyiyim kuran, dört büyük melek ne varsa yemin ederim iyiyim” inanmasını umarak. Öyle bir hale geliyordu ki doğruyu anlatırken ‘Acaba mı?’çelişkisine düşünüyordunuz.
“İnandırma işiniz bittiyse Zeliha bir şeyler atıştırıp çıkalım fazla vaktimiz yok” Mevsim tükenmiş bir tonla konuşup sandalyeye oturdu. Bütün kahvaltı boyunca keyifsizliği sürdü fazla bir şey yiyememişti, açıkçası bende yiyememiştim.
Sadece üç dilim ekmek -sürekli bir şeylere bandım- ve iki bardak çay içmiştim. Normalde ki ben için yeterli olmayacak şeylerdi aslında.
Oturduğum sandalyeden kalktım ve odama geçtim. Okuduğum kitabımı, tabletimi kol çantama koydum. Telefonum yokken kendimi gerçekten boşlukta gibi hissediyordum ama alışmıştım.
Odamda unuttuğum bir şey var mı diye hızla bir göz attım, unuttuğum bir şey olmayacağına kanaat getirdikten sonra odamın kapısını kapatarak çıktım. İçime dolan sıkıntı eşliğinde salona uğradım, Yasir ve Mevsim koltukta oturuyorlardı. Üzerime alacağım ceketi elime alarak hazır olduğumu hissettim.
“Hadi Mevsim, Yasir benim telefonum tamirde ulaşmaya çalışacaksan da ulaşma” dedim. Hiç bir şey demesini beklemeden salondan çıktım. Beyaz spor ayakkabılarımı portmantodan aldım ve yere bıraktım. Kenarıda duran ayakkabı çekeceğini aldım, çekecek yardımı ile ayakkabılarımı giydim.
Mevsim de ayakkabısını giyince Yasire döndüm. Sesli bir şekilde ‘nah’ işareti çekince gözlerimi devirdim, Mevsim burada olduğu için el hareketi çekmeye utanmıştım bu yüzden öpücük attım ve kapıyı kapattım.
Mevsimin koluna girdiğimde tebessüm ile yüzüme baktı. Burada benden başka bu denli samimi olduğu arkadaşı yoktu ve çok yalnızlık çekiyordu. Mevsim de benim gibi yalnız kalmayı çok seviyor ama bir o kadar da yalnız kalmaktan deli korkardı.
Beraber merdivenlerden inerek binadan kendimizi dışarıya attık. Derin bir nefes aldım. Bugün yeni bir güne başlamıştık ve bugün kendime yeni bir sayfa açmıştım.
Belirli aralıklarla kendimi düzene, belirli rutine plan - programa sokmak için kendimce yeni sayfalar açardım. Ne kadar başarılı oluyorum bilmiyorum ama sadece böyle iken kendim gibi hissediyorum.
Günlerimi rutine oturtmasam, kendimi bir şeylerle meşgul etmezsem eğer o gün çok aşırı düşünüyorum, dalgın oluyorum.
Sana iyi gelecek tek şey Serdar ama yine de sen bilirsin...
Ne zaman geldiğimizi anlamadığım o askeriyenin girişinde Ahmetin bize gülümseyerek bakması ile kendime geldim.
“Günaydın Ablalarım” samimi bir ses tonu ile konuşurdu ve sürekli Mevsime de bana da ‘abla’ diye seslenirdi.
“Sana da günaydın Ahmet” neşeli çıkan bir ses tonuyla ona karşılık verdim. Mevsim ise sadece başı ile selam vermişti.
Normalde cıvıl cıvıl olan bir kızın konuşmadan sadece başı ile selam vermesi bugün zar zor konuşacağına işaretti. Mevsim özellikle morali bozuk olduğunda veya moda düşük olduğunda böyle olurdu.
Bu haldeyken umarım bir de Devrimle karşılaşmazdı.
Birbirimizin sadece koluna girerek edi ile büdü misali hızlı adımlarla eşliğinde kışlaya doğru yürüyorduk. Önce kışlaya gidip geldiğimize dair belgeyi imzalamamız gerekiyordu.
Binanın içerisine girdiğimizde sanki sessizlik yemini etmişiz gibi ikimizden de hala bir çıt bile çıkmıyordu.
“Komutanım bu görevden sonra sağlam bir kafa tatili yapalım bence” duyduğum ses ile olduğum yere çakıldım.
Umarım kızın karşısına çıkmaz demiştim. Şom ağzımı yine açmış bulundum.
Devrim, Eray ve Serdar karşıdan bize doğru geliyorlardı. Ben bulunduğum yerden hareket edecek gücü bulamayınca Mevsim kolumdan çıkarak önümde barikat olup onları görmemi engelledi.
“İyi misin Zeliş” başımı zorla da olsa aşağı yukarı hareket ettirdim. Pek inanmış gibi gelmedi ama sorgulamıyordu.
Çok kısa bir an arkasını dönüp Devrime baktı, onun şansına olacak ki Devrim de ona baktı ama Mevsim bunu umursamadan bana döndü ve kolumdan çekiştirerek imzaları attığımız odaya soktu.
Ben imzamı atarken Mevsim de izin işini halletti ve kapının pervazına yaslanarak beni beklemeye başladı.
Sen acaba otistik olabilir misin Zeliş ha, kız izini halletti sen bir imzayı atamadın. Bak bu dediğimi ciddi ciddi bir ara düşün ha...
Mevsim bu kadar hızlı işini hallettiyse daha önceden bunun yerini yapmış olması gerekirdi. Yoksa bu kadar çabuk hallolması imkansızdı.
Gözlerimi devirerek yazmayan ikinci kalemi masaya sertçe bırakarak çantamda bulundurduğum tükenmez kalemimi aldım, en azından o yazıyordu.
Sonunda bin şükür arasında imzamı atarak defterin başında nöbet tutan isminin geçen gün Selami olduğunu öğrendiğim askere döndüm.
“Ya lütfen şu kalemlere mürekkep koy Ya da yeni kalem iste şuraya" sitemime çatık kaşları ve yalancı bir sinirle bakıp sonradan samimi bir şekilde gülümseyerek işine geri döndü.
Mevsim ile beraber odadan çıktık, önüme geçip kollarımdan tuttu.
“Zelişim ben işimi hallettim sayılır. Revirden birkaç eşyamı almam lazım yanına uğrayamazsam telaş yapma tamam mı?” Onu anladığımı belirttikten sonra gözlerini sıkıca yumup geri açtı.
Mevsim vedaları sevmezdi.
Aynı Serdar
Serdar da vedaları hiç sevmezdi. Hatta göreve çıkacağı zaman annesi askeriyeye olurda son defası olur diye sadece sarılmak için geliyordu.
Elini belli belirsiz kaldırıp salladı ve önüne dönerek çıkışa doğru yürümeye başladı.
“Zeliha Mevsim neden gitti”
Yanımda hissettiğim bedenin varlığı ile istemsiz olarak çığlık atarak arkamı döndüm. Eraydı. Elimi göğsümün üzerine koyarak sakinleşmeyi bekledim.
“Korkuttum mu? Özür dilerim seslendim ama duymadın galiba, Mevsimi sormuştum”
“Dalmışım, Mevsim birkaç günlük izne çıktı. İş, evet benim işimin başına dönmem lazım çok işim var” Erayın hiçbir şey söylemesine müsaade etmeden kendi kendime söylenerek yanından ayrıldım.
Arkasında Serdar vardı ve ben onunla bir süre aynı ortamda bulunmak istediğimden emin değildim.
Çalışacağım birimin önüne geldiğimde elim otomatik olarak çantama gitti, içerisinden yedek anahtarı çıkartarak kapıyı açtım.
Hemen solumda kalan masaya çantamı ve anahtarı koydum. Üzerimde ki ceketi kimsenin buraya gelmeyeceğine emin olarak sandalyeye astım.
Açık olan saçlarımı kulaklarımı kapatacak şekilde masanın üzerinde duran paket lastiği ile topladım. Masanın bir köşesinde duran laptopun ekranını açtım ve açma tuşuna bastım. Bilgisayar açılırken çantamda ki tabletimi çıkartıp ajandama girdim. Hızlıca gün içerisinde yapacaklarımı kendime tekrardan hatırlattım.
Bilgisayarın açıldığını belirten ses çıktı, İnternete bağlı olup olmadığını kontrol ettim ve ardından YouTube girdim. Kendimi iyi hissetmek için enerjik şarkı ile çalışmam gerekiyordu ve bu günlerim içinde neyse ki eski Türkçe pop şarkılarından oluşan bir çalma listem vardı. Bu çalışma listesini açarak arkamı döndüm.
Akşam nöbetçi olan askerler gelen malları buraya çoktan taşımışlardı. Bunun sevinci ile çekmeceden maket bıçağını aldım ve kolilerin yanlarına gittim. Üzerinde ki bantı maket bıçağı yardımıyla kestim. Kapağını açınca hepsinin üniforma olduğunu gördüm.
Başımı etrafımda ne var diye kaldırdığımda az ilerimde duran gri tekerlekli sepeti gördüm.
Ufak adımlarla koşarak sepetine yanına vardım. Şansıma içi bomboştu. Boş ama bir o kadar da ağır olan sepeti kolilerin yanına çektim. Kutunun içerisinde ambalajlı üniformaları üçerli beşerli alarak sepetine içine koymaya başladım.
Kolay ama bir yandan da baş döndürücü olan işin dördüncü ve son kıyafet kolisini de boşalttıktan sonra önüme gelen perçemi düzelterek olduğum doğruldum. Diğer yandan da çalan şarkıya eşlik ediyordum.
“Kadersiz miyim neyim, oyuncağın mıyım senin” hem söylüyor hem de oynuyordum. Açık söylemek gerekirse iyi de geliyordu.
Aman Zeliş gacı umarım birisi senin bu hallerini izlemiyordur.
Bu düşünceyi takmadan eşlik etmeye devam ettim.
“Of of kömür gibi yanıyorum of of ayıp mıdır seviyorum”
Hem söylüyordum, hem de elimde tabletimle yaptığım işlere tik işareti koyuyorum.
Gelen malların hangilerinin kaldığını anlamak için mailden gönderilen listeyi açtım.
"Of of hislerimle oynuyorsun Gırgır geçip duruyorsun”
Oynamayı bıraktım, forma kısmında eksik yoktu ama sanki listede bir sorun var gibi geldi. Bunu düşünmeyi sonraya bırakarak teçhizatların hazır bir sepette olduğunu gördüm.
Duruyorlardı duruyorlardı bazen böyle ufak tefek yardımları dokunuyordu. Tabi işin aslı şöyleydi ceza alacak askerlere Kenan komutan genellikle ben burada tek olduğum için benim yapacağım işlere yardım ettiriyordu.
Sepete uzandığım gibi ağırlığını hissettim. Umursamamaya çalışarak sepeti itmeye başladım. Kontrol amaçlı başımı kaldırdığımda Serdar kapının pervazına yaslanmış bana bakıyordu. Bana sanki geri zekalıymışım gibi baktı birkaç saniye sonrasında hiçbir şey olmamış gibi dışarıya doğru döndü.
“Kazım şu sepeti teçhizat odasına götür aslanım”
Alayda ilk defa gördüğüm Kazım isimli asker koşarak içeriye girdi. Serdarın işaretiyle başını salladı ve yanıma gelerek sepeti aldı. Bu sırada eliyle temas ettiğimden irkilerek sepetin kolunu bıraktım ve geriye doğru adım attım.
Kazım sepet ile beraber çıkarken akıllı kalemi tabletin arkasına yapıştırırken çıkışa bir nevi Serdara doğru ilerliyordum.
“Teşekkür ederim yardımın için” teşekkürümü kabul eder bir şekilde başını eğdi. Hiçbir şey demeden neden olduğunu anlamadığım bir sinirle yumruğunu sıkarak benim gideceğim tarafın tam tersinde ilerlemeye başladı.
Her hareketine anlam veriyordum fakat şu kendi kendine triplere girmesine anlam veremiyordum.
Seni yoran belki de Serdarın bu hareketleridir...
“Abla yardım lazım mı ağıra benziyor komutana açıklarım burada olduğumu”
Kazım denen yaklaşık 25 bilemedin 27 yaşlarında adamın bana hitaben konuşması ile irkilerek yüzüne baktım.
“Sorun değil Serdara laf açıklamak kadar uğraştırıcı bir şey yok, git sen”
“Sizinle çok uğraşıyor sanırım”
“KAZIM” neredeyse megafonla yutmuş gibi boğazı patlarcasına yüksek bir sesle bağırarak konuşunca istemsiz olarak çığlık atarak ona döndüm.
Biliyorum çok klişe gelecek ama Serdara dönerken ayağım kaydı ve tahmin edin beni kim tuttu.
Çok zor bir isim değil ama şaşırtan bir isim…
Tabiki de Kazım
“Kazım bütün alay seni bekliyor, sen gelmişsin götünün keyfince lak lak ediyorsun”
Kazım Serdarın sesini duyar duymaz ellerini benden çekti, sanki bir şeyleri sezmişti.
“Sana da yardıma adam gönderiyoruz işini yapacağına lak lak ediyorsun” gözlerimi sinirle yumdum derin bir nefes aldım ve sakince gözlerimi açtım. Sinirim geçmemişti, Serdarı böyle parçalama isteği oluşmuştu.
“Göndermeseydin lan o zaman” diyerek üzerine yürüdüm. Bu yaptığım ters tepecekse bile inadımdan bir adım geriye gitmezdim.
Bana doğru birkaç büyük adım attı ve üzerime doğru eğildi.
Çatık kaşlarını çatması daha da mümkünmüş gibi çatarak o güzel gözleri ile gözlerimin içine baktı.
“Sana da iyilik yaramıyor”
“Alev ateş oldu buralar en iyisi siz öpüşmeden ben kaçayım” bir anda ortaya çıkan Kazıma kaşlarımı çatarak baktım. Kendini bir an önce topuklamak için hazırlamış olmalı ki kapının ağzında bize hayran hayran bakıyordu.
“Komutanım size fazla inada bindirmeyin aranızda olanları öpüşün, sarılışın da barışın” dedikleri ile gözlerimi büyüterek Serdara baktım, zaten o da bana bakıyordu. Bu sefer gözlerini sinirden kapatarak sakinleşmeyi denedi.
Geçmemiş olacak ki gözlerini açarak beklemedim bir anda Kazıma doğru yürümeye başladı. Kazım başına gelecekleri sezmiş olacak ki hazır olda bekliyordu.
“Senin amına” diyerek ensesine vuracaktı ki Kazım tabi caizse ayakları götüne vura vura koşmaya başladı.
Ben ise bir süre yaşadığımız anın şoku ile arkalarından bakakalmıştım. Sonrasında kendimi toparlayarak işime devam ettim.
Günün bilmem kaçıncı kahvesi ile kapıdan gelen seslere baktım. Edi ve büdü gibi gezen diğer tabir ile Eray ve Devrimdi.
“Zeliş nasılsın, iyisindir umarım neyse biz sana şey soracaktık. Kaç saattir Mevsime ulaşamıyoruz haberin var mı?”
Başımı hayır anlamında salladım, çalışmaktan kafamı kaldıramayı bırak yemek bile yiyememiştim şuanda onun etkisi olarak başım dönüyordu. Haliyle Mevsime de yazamamıştım.
Açlığımı dile getirmem ile gözlerimin kararması bir olmuştu. Eray bende bir şeyler sezmiş olmalı ki yanıma gelip kolumu tuttu .
“Sen iyi misin?” Erayın kolumu tutması sanki orantılı olarak ayaklarım beni taşıyamadı. Eray belimi tutunca başımı koluna yasladım.
“İyiyim iyiyim sadece sizin sevgili alayınız bizi köle yerine koyuyor”
Devrim olayı biliyordu ama önce benim iyi olmamı bekliyordu.
“Nasıl yani?” Erayın sorusuyla Devrim sinirle yumruğunu sıkarak masaya yavaşça vurdu.
“Yemekhane de beş veya altı aydır sadece askerlere yetecek kadar yemek çıkıyor diğer personellere yemeği kolay kolay kalmıyor”
“Zeliha kurbanın olayım git konuş üst birimlerle olmaz bu böyle” Devrim deyim yerinde beni ikna etmek için uğraşıyordu.
“Ne için konuşacakmış üst birimlerle” Serdarın sesini duymam ile içime daha değişik bir his doldu. Ona sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum.
Biraz daha durursam ağlayacağımı bildiğim için kendimi Eraydan ayırdım. Masanın üzerinden tabletimi alarak hepsini olduğu yerde bırakarak oradan ayrıldım. Adımlarımı hızlandırarak giriş- çıkış işlemlerinin yapıldığı binaya ilerledim.
Binadan içeriye girdiğimde hala sabah nöbet tutan Selami'ye baş selamı vererek deftere çıkış saati ile imzamı attım. ‘İyi akşamlar’ diyerek odadan çıktım.
İleride buraya doğru gelen Kenan abi'yi gördüm ama şuan hiçkimse ile sohbet muhabbet edecek havamda değildim. Bu yüzden tabletimde olan dijital ajandamı açtım.
Bugün yaptığım işlerine tik işareti koyarak kalan işlerime baktım. Çoğu işimi zaten yetiştirememiştim, bir günde bitmeyeceğinin farkındaydım. Çünkü neredeyse üç günlük işi bir güne sığdırmaya çalışmıştım.
Alayın kapısına gelince bu defa daha önce hiç görmediğim bir asker vardı, hiçbir tepki vermeden kartımı okutarak kapıdan usulca ilerledim.
Bomboş sokakta tek başıma ilerlemenin sebebinden kaynaklı olarak yaşlarım sanki bu anı bekliyormuş gibi dökülmeye başladı.
Sokağın sonuna kadar anca yürüyebilmiştim. Ciddi anlamda yürüyemeyeceğimi anladığımda iki adım ötemde ki kaldırıma çöktüm. Kollarımı dizlerimin üzerine dayayarak başımı yasladım.
Tek olmamdan ötürü hıçkırmamı hiç tutmadım, zaten tutmaya çalışsaydı başarılı olamazdım.
“Hey, bu prensesi kim üzdü” tanımadığım ses tonu ile irkilerek sesin geldiği yöne döndüm. Hiç tanımadığım birisiydi. Hiçbir şey demeden yanıma oturan yabancının yarattığı gerginlik nedeniyle sol tarafıma doğru kaydım.
“Sen kimsin?” Bana malmışım gibi bakarak kahkaha attı.
“İsimsiz bir yabancıyım” iyice korktuğum için ayağa kalktım pantolonumun arkasını silkeledim. Üzerimde duran ceketin üzerini düzeltip yanaklarımda ki ıslaklığı sildim.
“Mümkünse bir daha karşıma çıkmayın lütfen”
“Hay hay prenses” daha fazla oradan kalmak istemediğimden sokağın sonuna doğru ilerlemeye başladım.
Evimin önüne geldiğimde rahat bir nefes verdim. Evimi, yatağımı ve en önemlisi sıcacık battaniyemi özlemiştim birkaç saat içerisinde, o kadar yorgun hissediyordum ki kolumu kaldıracak halim kalmamıştı.
Çoğu gitti azı kaldı diye kendime teselli vererek binaya yaklaştım. Girişte ağır olan, genelde aralık duran demir kapıyı itikleyerek binanın içerisine girdim.
Ne kadar sürdü bilmiyorum ama uzun bir sürede dairemin olduğu ikinci kata çıktığımda yüreğimde ki yangın sanki hafiflemişti.
Çantamdan anahtarımı çıkartarak kapıyı açtım. Yasir evde yoktur umarım bugün onunla da konuşabilecek gibi hissetmiyordum.
Sessizce ayakkabılarımı çıkarttım ve evin içerisine ilk adımımı attım. Tamamen içeriye girdiğimde her ihtimale karşı daha da sessiz olarak anahtarı çıkarttım, kapıyı örttüm.
Çantamı kolumdan çıkartarak salona geçtim. Gördüğüm manzara yumuş yumuş olmamı sağlayacak bir görüntüydü.
Yasir L koltuğa uzanmış kucağına da Mevsimin gitmeden bize bıraktığı kedisini aldım televizyonun karşısında uyuyakalmışıtı.
Hızlıca televizyonu kapattım ve odama gittim. İlk iş olarak banyoma geçip aynalı dolabımdan makyaj temizlemeye suyu ve pamuk yardımı ile makyajımı çıkarttım.
Bezmiş bir şekilde odama geri döndüm. Dolabın kapağını açarak karşısına oturdum. Acaba hangi pijamamı giyseydim.
Aşkom alt tarafı uyuyacaksın ne önemi var ki?
En son üst kısmı uzun kollu gömlek, altı uzun eşofman kadar rahat olan pembe üzeri minik çiçeklerle kaplı olan pijama takımımı giymiştim.
Günün en sevdiğim kısmı olan yere nihayet gelmiştik battaniyemi kaldırarak içerisine girmiştim.
Asıl yorgunluğum şimdi çıkıyordu. Umarım bu sırt ağrılarım ile uyuyabilirdim.
Komodinimde olan çalar saatimi ayarladım ve gözlerimi kapattım.
Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama bir anda uykum açıldı. Gözlerimi açmadan birkaç kere sağa sola dönerek uykumun gelmesini bekledim.
Uykuya tekrar dalamayınca gözlerimi açtım. Çalar saate baktığımda sadece bir saat uyuyabilmiştim. Uyuduğum uykudan ne anladığım sorgulanırdı…
Yatakta uyuyamayacağımı anlayınca battaniyem ile birlikte salıncağa geçtim. Bir süre bacağımı sallamak için kullandım, sonrasında salıncak kendiliğinden hafif sallanmaya devam edince gözlerimi kapattım. Neyse ki burada çok oyalanmadan uykum ağır basmıştı.
Yorucu bir günü de güç bela kapatmış oldum.
Serdar kadar yorucu değildi benceee...
Çok haklısın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |