Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Delirmenin Sonu İyileşmek mi?

@cruelsummerr__

Barlas'ın yokluğu, düşündüğümden daha ağır gelmişti. Her şeyin normal olduğunu kendime telkin etmeye çalışıyordum ama günler geçtikçe içimdeki boşluk daha da büyüyordu. Sabahları uyanmak bile bazen zor geliyordu. Gözlerimi açar açmaz, aklıma ilk gelen kişi Barlas oluyordu. Günler birbirine benzemeye başlamıştı, her şey sanki yavaşlamış gibiydi.

 

İlk birkaç gün, sanki her an geri dönecekmiş gibi hissetmiştim. Kapı çalacak, o gülümsemesiyle içeri girecek ve her şey normale dönecekti. Ama olmadı. Onun yokluğunu daha çok hissetmeye başladığımda, zamanın aslında ne kadar yavaş geçtiğini fark ettim.

 

Sabahları erkenden uyanıyordum, ama bu uyanışlarda içimde bir heyecan yoktu. İlk işim telefonuma bakmak oluyordu. Bir mesaj var mı? Belki bir arama ya da en azından kısa bir haber. Ama hiçbir şey yoktu. Telefonum her sabah olduğu gibi sessizdi. Günlük rutinime devam etmeye çalışıyordum, ama Barlas'ın yokluğu her an aklımdaydı.

 

Okul tatil olduğu için boş zamanım çoktu ama ne yapacağımı bilemez haldeydim. Evde sürekli bir şeylerle uğraşıyordum; kitap okuyordum, televizyon izliyordum ama hiçbir şey dikkatimi uzun süre çekmiyordu. Begüm ve Derin'le sık sık buluşuyorduk. Onlar beni neşelendirmeye çalışıyordu ama bazen onların konuşmaları arasında kayboluyordum. Aklım hep Barlas'taydı. Neden böyle aniden gitmişti? Neden bana haber vermemişti?

 

Derin'le sohbet ederken bile gözüm sürekli boşluğa dalıyordu. Birkaç kez bana bir şeyler söylemiş ama ben fark etmemiştim. Sonra farkına varıp toparlanıyordum ama o anlar bile bana Barlas'ın ne kadar derin bir iz bıraktığını hissettiriyordu. Begüm, "Birce, biraz rahatla. O kendini toparlamak için gitmiş olabilir," diyordu sık sık. Ama içimdeki endişe bir türlü geçmiyordu.

 

Gece olunca her şey daha da zorlaşıyordu. Gündüzleri bir şekilde oyalanıyor, düşüncelerimden kaçabiliyordum ama gece, yalnız kaldığımda işler değişiyordu. Yatağa uzandığımda her şey daha gerçek geliyordu. Kafamda sürekli olarak o anı yeniden yaşıyordum. O son vedalaşmamız, gözlerimizin içine baktığımız o an. O gece her şey daha farklı olabilirdi. Belki daha fazla şey söylemeliydim. Belki de ona daha açık olmalıydım. Ama şimdi bunları düşünmek faydasızdı.

 

Bir gece, o kadar bunaldım ki dışarı çıktım. Yıldızların altında yürümek bana biraz iyi geldi. Sessizliği seviyorum. Yıldızlara baktıkça, onun da bir yerlerde aynı gökyüzüne baktığını düşünmek beni rahatlatıyordu. Ama içimde hep bir soru vardı: Neden bana haber vermedi?

 

Her günün sonunda bir umut, Barlas'tan haber almayı bekliyordum. Ama günler geçtikçe bu beklenti yerini bir belirsizliğe bıraktı. Artık telefonum çalmadığında bile şaşırmıyordum. Onun nerede olduğunu bilmemek bana en zor gelen şeydi. Zihnimde sürekli olarak senaryolar kuruyordum. Ya başına bir şey geldiyse? Ya beni böyle habersiz bırakacaksa?

 

Bir gün, sabah erkenden kalktım ve güne başlarken aynadaki yansımama baktım. Yorgun görünüyordum. İçimdeki bu belirsizliğin bana zarar verdiğini fark ettim. Artık beklemek istemiyordum. Ama başka seçeneğim de yoktu. Onunla tekrar görüşeceğimiz günü hayal ederek yaşıyordum. Sanki her şey o ana kadar askıya alınmış gibiydi.

 

Belki de en zoru, onunla paylaşamadığım şeylerdi. İçimde biriken duygular, söyleyemediklerim, ona anlatmak istediğim her şey, bir düğüm gibi kalbimde sıkışmıştı. Onun yokluğunda bu duygularla başa çıkmak zorundaydım. Ama bir şekilde bunun da bir sınav olduğunu düşündüm. Eğer Barlas'ı gerçekten seviyorsam, beklemeyi öğrenmem gerekiyordu.

 

Ve ben bekledim... Her gün, her dakika, onun geri dönmesini bekledim.

 

İkinci haftamın sonunda kafayı yemiş gibi yataktan kalktım ve tartıya çıktım.

"Kaç kilosun?" dedi Begüm, ben de ardından cevap verdim.

"49.5."

"Yemek ye biraz Birce, bu kadar normal değil. Yemeğe gidelim, İzmir'e dönelim, eğlenelim."

 

Bu sırada timdeki herkes buradaydı, Barlas hariç. Sanki bir an kafam attı ve Begüm'e baktım, ardından time.

"Hepiniz nasıl bu kadar sakin olabiliyorsunuz?!"

 

Hepsi bana dikti gözlerini. Begüm ise beklemiyordu olacak ki donup kaldı. Derin ise mutfakta cilveleştiği Egemen'i alıp koşarak salona geldi.

"Ben Barlas için ağlıyorum, üzülüyorum burada kendimi harap ediyorum. Ne yemeği, ne İzmir'i, ne eğlenmesi?!"

 

Derin elindeki fincanı köşeye koyup yaklaştığında elimle 'hayır' işareti yapıp geri çekildim.

Egemen, Derin'i korumak istercesine, "Onlar sadece yardım etmek istiyor. Bu şekilde bağırma," dedi ve iyice sinirlendim.

"Ne yardımı ya? İstemez yardım falan! Edemezsiniz çünkü! Kimse edemez! Ne zaman dönecek, aklım almıyor benim!"

 

Time baktım. Murat'a, Semih'e, Egemen'e, Yiğit'e, Mert'e. Hepsine.

"Hele siz?! Siz nasıl oturabiliyorsunuz?! Size bir şey olsa Barlas kıçının üstüne oturmazdı!"

"Nasıl arkadaşsınız siz?!"

 

Göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu. Sanki ciğerlerim yanıyor, ellerim titriyordu. Gözlerimden akan yaşları sildim ve tekrar time döndüm.

 

"Eğer nerede olduğunu biliyor ve söylemiyorsanız çıkın gidin evimden, bir daha da adımınızı atmayın!"

 

Murat yere bakıyordu zaten. Ardından hepsi yere baktı, Mert hariç. Mert ise gözlerini dikmiş olanları izliyordu. Derin bana yaklaştı ve "Birce... canım lütfen otur," dediğinde onu ittiğimin farkında bile değildim.

 

Egemen bana bağırdı ama o karmaşada bunları algılayamıyordum. Birden herkes ayaklandı.

"Birce! Ne yapıyorsun, kendine gel! Ne sanıyorsun kendini artık?!" dedi Egemen.

Murat abi ve Yiğit kalkıp beni tuttular ve başka odaya götürdüler. Ardından Mert de geldi.

 

Oturmuş, dizlerimi kendime çekmiş, aynı zamanda saçlarımı çekip yoluyordum.

"Birce, dur ablacığım, bak lütfen," dedi.

Duymuyordum.

"Birce!"

Anlamıyordum.

"Birce, saçlarını bırakırsan Barlas'la konuşturacağım seni!"

 

Duraksadım ve ellerimi bırakıp Murat'a baktım. Hepsi derin bir nefes aldı.

"Yalan mı söylüyorsunuz?"

 

Yiğit yanıma oturdu ve elini omzuma koydu. "Sen bir sakinleş, konuşacağız, tamam?"

 

Başımı salladım.

"Uyusam olur mu?"

Hepsi başını sallayıp çıktılar ve ben de uyudum.

 

Murat Baykal

 

Birce'nin hali içimi kemirdi. Salona geldik ve kızları Birce'nin yanına yolladım. Ardından Egemen'e döndüm.

"Bir daha asla. Asla kriz anında olan bir insana bağırma ve onu itme," dedim çok ciddi bir şekilde. Kim olursa olsun bu böyleydi ama Birce de Barlas'ın emanetiydi. Kardeşimin emanetiydi.

 

Egemen yere baktı. "Ama Derin'i itti."

"Sence kendini biliyor muydu o an? Senden çok değer veriyor Birce, ikisine de," diye atıldı Yiğit.

 

Semih ise sessizdi. Fırtına öncesi sessizlik vardı onda.

Melih bu sırada hiçbir olanı biteni dinlememişti, çünkü uykusu derindi oğlumun. Annesine benziyordu.

 

"Tamam, yapmam bir daha."

 

"Hadi çıkalım çocuklar, biz. Burada kalmamız uygun değil." dedim.

 

"E, Birce? Konuşacağız demiştik." dedi Yiğit.

 

"Doğru. Ama belki de hatırlamayacak, hadi."

 

Odaya gidip Melih'i kucakladım.

"Baba, nereye gidiyoruz?" diye mırıldandı uykusunun arasında.

Tutup koklaya koklaya öptüm.

 

Bu anlar çok tatlı oluyordu. Tülin de uykusunun arasında beni yoklayıp geri uyurdu. "Buradayım babacığım. Eve geçiyoruz."

 

"Hmhm."

 

Eve geldik ve Melih'i yatırıp mutfağa geçtim. Kendime bir Türk kahvesi hazırlayıp oturdum. Barlas'ı aradım. 5. çalışta telefonum açıldı.

 

"Alo? Efendim abi."

 

"Nasılsın?"

 

"İyi, iyi. Sen?"

 

"İyi. Bak, oğlum, Birce'nin yanından geliyoruz. Delirttin kızı."

 

"Yapabilecek bir şey yok."

 

"Kalpsiz misin lan sen?"

 

"Görevde kaç kez vuruldum ben? Şimdi kopmazsa hiçbir zaman kopmaz."

 

"Barlas! Krize girdi diyorum!"

 

Sustu.

 

"Nasıl oldu?"

 

"49.5 kiloya düşmüş. Begüm de duyunca kızdı. İzmir'e dönelim, eğlenelim, gezelim tozalım dedi. O da sinirlendi. 'Ben nasıl bu halde gezeyim, şöyle böyle' derken krize girdi. Sonra Derin'i ittirdiği için Egemen kalktı, Birce'yi ittirdi derken ayırdık."

 

"Egemen ne bokuma ittiriyor kızı?"

 

"Sevgilisini ittirmiş diye."

 

"Ağzımı açtırmasın şimdi o benim."

 

"Konuyu değiştirme Barlas. Sen istersen beni sil, istersen abin olarak gör, ben babayım, abiyim. Kardeşime de olabilirdi aynısı ya da oğluma. Ben Birce'yi kız kardeşimle aynı seviyeye koyuyorum. Hepimiz öyle. Ben söyleyeceğim, kusura bakma."

 

"Sakın abi."

 

"Kusura bakma Barlas."

 

"Abi, hayır!"

 

"İyi geceler abicim. Bir süre daha bekleyeceğim."

 

Kapattım ve Melih'in yanına geçip uzandım. Bir süre daha söylemek için bekleyecektim.

 

Melih uyanmıştı. "Baba, Barlas amca nerede?"

 

"Babacım, aramızda kalsın olur mu?"

"Tamam baba."

 

"Barlas abin Ordu'da. Doğduğu yerde annesiyle kalıyor ama sakın Birce ablaya söylemek yok."

 

"Neden gitti?"

 

Saçlarını öpüp geriye doğru yatırdım. "Bilmiyorum, gelince sorarsın babam. Hadi uyuyalım."

 

"Baba baba, hikâye anlatır mısın?"

 

"Anlatırım oğlum."

 

Tam olarak üstüme çıktı ve başını göğsüme koyup sarıldı.

 

Ona araba vın vın hikâyesini anlattım. Tülin'in uydurduğu bir masaldı bu. Hemen uyudu zaten. Ben de ona sarılıp uyudum.

 

2 Gün Sonra

 

Melih'e kahvaltıda yemek yedirirken ona cevap veriyordum.

 

"Babacım, ne yapacaksın Birce'yi şimdi sen?"

 

"Birce'ye gideceğim!"

 

Kaşığı ve tabağı bıraktım ve kaldırıp kucağıma aldım.

 

Giydirip giyindim ve arabaya geldim.

Birce'ye bıraktıktan sonra işe gittim.

 

"Çocuklar, ne haber?"

 

"İyi abi, senden?"

 

"İyi. Barlas'la konuştunuz mu?"

 

"Evet. Nuh diyor, peygamber demiyor."

 

"Aptal çocuk. Çok pişman olacak."

 

Birce Aksu

 

Melih'le oynarken dalıp gittim ve Melih'in beni yanağımdan öpmesiyle kendime geldim.

 

"Ben Barlas'ın nerede olduğunu biliyorum."

 

"Ne?"

 

"Evet. O seni çok üzüyor, söyleyeceğim."

 

"Söyle, bir tanem."

 

"Ordudaymış, babam dedi. Evindeymiş, annesiyleymiş."

 

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Akşam Murat, Melih'i almaya geldiğinde tuttum Murat'ı.

 

"Barlas'ın evi nerede?"

 

"Ne?"

 

"Ünye'deki evi nerede?!"

 

Derin bir nefes aldı. Söyledi, anlattı, ben not aldım.

Melih'i de kucağına alıp çıktı ve ben de kapıyı kapattım.

 

Ardından delirmiş gibi bavul hazırladım. "Derin!"

 

"Bebeğim?"

 

"Ordu'ya bilet al bana."

 

"Ne?"

 

Her şeyi ikisine de anlattım.

 

"Onun ayağına mı gideceksin?"

 

"Evet."

 

Of dedi Begüm, ama umurumda değildi. "Oradan İzmir'e geçebilirim, ona göre al bilet."

 

Derin biletleri aldı.

 

"Kim bırakacak seni?" dedi Begüm.

 

"Emre'yi ararım."

 

Emre'yle birlikte havaalanına geldik ve Emre beni bırakıp gitti. Ben ise uçağıma bindim.

 

Uyumuşum, uyanmışım ve geldim.

Bir şekilde oraya geldim ve yokuş çıkarak sonunda eve ulaştım. Elim ayağım titriyordu, nefes alamıyordum.

40-45 yaşında olduğunu düşündüğüm kadın bana döndü.

 

"Buyur gızım, ne istedin?"

 

Sırtındaki sepeti düzeltti ve gülümsedi.

 

"Ben... şey..."

 

"Buyur kızım."

 

"Ben Barlas'a bakmıştım."

 

"Barlas'a mı?"

 

"Hmhm, evde mi?"

 

"Sen kimsun da?"

 

İç çektim.

"Birce, ben."

 

Kadın şaşırdı ve sepeti çıkarıp yanıma geldi.

 

"Ha Gerçekten mu??"

 

"Hmhm."

 

Sarıldı ve bağırdı. "Cemal! Bavulları al kızdan!"

 

Gülümsedim. "Barlas burada mı?"

 

"Ya, ya burada."

 

"İçerude dur, çağurayum."

 

Barlas'ı alıp geldi ve Barlas "ne oldu" tavırlarındayken beni görünce yüzü duraksadı.

 

"Birce?"

 

"Anne, tamam biz geleceğiz birazdan."

Kolumdan tutup aşağı doğru hızlıca yürümeye başladı.

 

Durduğumuzda bana baktı. "Ne işin var burada?"

 

"Sen oyun mu oynuyorsun benimle?!"

 

Tokat attım. Bu tokadı hiç unutamayacaktı belki de. Hayatında yediği en sert tokattı bence.

 

"Birce..."

 

"Kes!"

 

"49 kiloya düştüm, her gün ağladım, acaba Barlas öldü mü diye! Kafayı yedim!"

 

"Bunu yapmak zorundaydım." dedi küçük mırıltılarla.

 

"Neden yapmak zorundaydın?!"

 

Yere baktı ve sustu.

 

"Ben senin geleceğin günü bekledim, her sabah umutla kalktım, sana yazdım, sen de bana yazdın, ama son 3 gündür yoktun! Ne değişti 3 günde?"

Derin bir iç çekti.

 

"Sakin ol."

 

"Gelmediğini anlayınca içimde bir şeyler koptu. Dedim ki ya öldü kaldıysa? Ne yaparım, ne ederim, deliririm herhalde. Herkesin senin nerede olduğunu bildiğinden emindim zaten. Sen beni kandırdın, Barlas."

 

Ellerini kaldırıp yüzüme koymaya çalıştı ki itmem bir oldu.

 

"Şimdi uzak dur! Buraya bunları söylemek için geldim, gidiyorum!"

 

"Nereye gidiyorsun ya?"

 

"Senden uzak olduğum her yere!"

Şimdi kaybolma sırası bendeydi.

"Bavulumu getir."

 

"Birce..."

 

"Bavulumu getir dedim!"

 

Gidip bavulumu getirdi.

 

"Gönül rahatlığıyla Şırnak'a dönebilirsin çünkü ben Şırnak'ta olmayacağım."

 

"Ne? Ne saçmalıyorsun sen?"

 

Barlas'ın şaşkın bakışları arasında bavulumu elime aldım. Kalbim çılgınlar gibi atıyordu, öfke damarlarımda dolaşıyor, kendimi zor zapt ediyordum. Gözlerimin içine bakıyordu ama ben, sanki onu artık görmek istemiyormuş gibi, gözlerimi kaçırdım.

 

"Şırnak'ta olmayacağım dedim. Artık geri dönmüyorum Barlas. Benim de bir sınırım var."

 

Sözlerimden sonra bir anlık sessizlik çöktü. Barlas ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi ya da belki de söylediklerim onu gerçekten yaralamıştı. Onun da canı yansın istiyordum. Benim kadar acı çekmesini, onun da kaybolduğunu hissetmesini...

 

"Birce... Nereye gideceksin?" diye fısıldadı sonunda, sesi zor çıkıyordu.

 

"Nereye mi gideceğim? İzmir'e... Belki daha da uzağa, bilmiyorum. Ama senin olduğun yerden uzak olacağım, bu kesin."

 

Onun mavi gözlerine bakmak, içimde kırılmaya yüz tutmuş duvarları yıkıyordu ama kendime engel olmalıydım. Kararımı vermiştim. Buraya gelip onunla yüzleşmek benim için bir dönüm noktasıydı. Artık eskisi gibi olamazdık, her şey değişmişti.

 

"Birce, lütfen..." dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı. Adım attı, bana doğru yaklaştı ama ben geri çekildim.

 

"Kendine iyi bak," dedim ve arkamı dönüp çıktığım yokuşları geri inmeye başladım.

 

"Birce!"

 

O arkamdan koşunca ben de koştum ama onun beni yakalaması çok hızlı oldu.

 

"Ne var?"

 

"Gitme."

 

Sanki içimde bir şeyler koptu.

 

"Çok geç kaldın, üzgünüm."

 

En sonunda oradan ayrılıp Antalya'daki arkadaşım Ceren'e geldim.

 

Ceren benim çocukluk arkadaşımdı ama onun kocası Antalya'da olduğu için Antalya'ya gelin gitmişti. Barlas da beni bulamasın diye buraya geldim. Kulağımda kulaklık takılı, havaalanında beklerken Deniz Tekin'in "Doğru zaman, doğru insan, yanlış karar yok işin özünde, sen beni istemedin" diyordu ve dalıp gittim.

 

Daha sonra yanıma gelip boynuma atlayan Ceren'e baktım. Küçük bir selamlaşmadan sonra eve geldik. O sabah Ceren'le kahvaltı yaparken mutfaktan gelen ayak seslerini duydum. Başımı çevirdiğimde, Ceren'in kocası Orhan içeri girdi. Orhan, her zaman güler yüzlü ve sakin bir adamdır. Onu görünce biraz rahatladığımı hissettim çünkü Orhan'ın varlığı da tıpkı Ceren gibi insana huzur verirdi.

 

"Günaydın Birce," dedi gülümseyerek. "Uzun zamandır görüşemedik, nasılsın?"

 

"Günaydın Orhan abi. İyi diyelim, iyi olalım," dedim hafif bir tebessümle.

 

Orhan, çayını alıp yanımıza oturdu. Ceren'le göz göze gelip gülümsediler. Aralarındaki uyum her zaman dikkatimi çekmiştir. Ceren bana doğru eğilip fısıldar gibi konuştu, "Orhan da benim gibi düşünüyor. Sabırlı olmalısın."

 

Orhan da başıyla onayladı, "Hayatta bazı şeyler zaman alır Birce. Barlas zorlu bir görevde, biliyorsun. Onun da kafası karışık olabilir."

 

Orhan'ın sakin ses tonu, içimdeki gerginliği biraz daha hafifletti. "Haklısınız," diye cevap verdim. "Ama bazen sabırlı olmak gerçekten çok zor."

 

Orhan, elini omzuma koyarak, "Biz her zaman buradayız. Ceren'in ne kadar yanında olduğunu zaten biliyorsun, ben de öyleyim. İhtiyacın olduğunda konuşacak birini bulabilirsin," dedi.

 

O an fark ettim ki, Ceren ve Orhan'ın yanımda olması bana gerçekten güç veriyordu. Onların o sıcak ve güven veren ilişkisi, belki de bana yol gösterici olacaktı.

 

Orhan'ın sözleri içimi biraz daha rahatlattı. Bazen bir şeyleri içimde büyütüp yalnızca benim yaşadığımı sanıyorum ama onların desteğini hissetmek bana yalnız olmadığımı hatırlatıyor. O sırada Ceren, elimi tutup hafifçe sıktı. Gözlerindeki o anlayışlı bakışla bana güç verdi.

 

"Kahvaltıdan sonra biraz sahile ineriz," dedi Ceren. "Hava da çok güzel. Belki sana da iyi gelir."

 

Başımı sallayarak kabul ettim. Sahil boyunca yürüyüş yapmak her zaman beni sakinleştirmiştir. Sessizce kahvaltımızı bitirdikten sonra, Ceren'le evden çıkıp deniz kenarına doğru yürüdük.

 

Rüzgar hafif esiyor, denizin kokusu burnuma doluyordu. Ceren, kocası Orhan'la ne kadar huzurlu bir hayat kurduğunu anlatırken onu dinledim. İkisi de birbirlerine karşı saygılı ve sevgi doluydu. Ceren, "Evlilik kolay değil ama Orhan'la biz her zaman konuşarak çözmeye çalıştık sorunları," dedi. "Bazen inatla susmak yerine, karşındakini dinlemek gerekiyor."

 

Bir an için Barlas'ı düşündüm. Acaba onunla böyle bir ilişki kurabilir miydik? Sadece duygularımı ona açmam mı gerekiyordu, yoksa onun kendi zamanı mı gelmeliydi? Kararsızdım. Ama Ceren'in söyledikleri kulağıma küpe oldu. İletişim, anlayış ve sabır... Belki de bunlar, aradığım huzurun anahtarıydı.

 

Deniz kenarındaki yürüyüşümüz sırasında Ceren, bana biraz daha cesur olmam gerektiğini söyledi. "Barlas'ın da bir şeyler hissettiğini biliyorsun. Belki de ona hissettiklerini daha açık bir şekilde göstermen gerekiyordur," dedi gülümseyerek. "Belki küçük bir adım atmak, çok şeyi değiştirebilir."

 

Bu fikir zihnimde dolanmaya başladı. Ceren haklı olabilir miydi? Barlas'a karşı duygularımı daha belirgin hale getirmenin zamanı gelmiş miydi?

 

Kafamda bir sürü düşünceyle sahilden döndüğümüzde, biraz daha kararlı hissediyordum. Barlas'la ilgili ne yapacağıma karar vermem zaman alabilirdi ama en azından içimdeki belirsizliği biraz olsun azaltmıştım. Ceren ve Orhan'ın o sıcacık, güvenli dünyasında bir gün geçirmek bana çok iyi gelmişti.

 

Ceren'lerin evine döndüğümüzde Orhan, verandada bir şeyler okuyordu. Bizi görünce gülümsedi ve elindeki kitabı masanın üzerine bıraktı.

 

"Nasıl, iyi geldi mi yürüyüş?" diye sordu rahat ve sakin tavrıyla.

 

"Çok," diye yanıtladım. "İnsan bazen sadece doğada olmak istiyor, her şeyden uzaklaşıp düşüncelerini toparlayabilmek için. İyi ki sizdeyim."

 

Ceren içeri girdi, ben de verandaya geçip Orhan'ın yanına oturdum. Yüzünde dingin bir ifade vardı, Ceren'in bahsettiği sakinliği şimdi daha iyi anlayabiliyordum. Bir insan bu kadar huzurlu olabilir miydi? Onlarla geçirdiğim zaman boyunca, birbirlerine duydukları saygı ve sevgiyi her fırsatta hissediyordum. Sessiz bir anlayış, içten bir bağlılık. Belki de böyle bir şey arıyordum Barlas'la.

 

"Düşüncelisin," dedi Orhan bir an sonra. "Yürüyüş esnasında da dalgın gibiydin. Kafanda bir şeyler mi var?"

 

O an kendimi biraz daha açmaya karar verdim. "Aslında evet," dedim. "Barlas'la ilgili. Bilmiyorum, onunla ilgili bazı şeyler içimde dönüp duruyor. Kafam karışık, nasıl ilerleyeceğimi kestiremiyorum."

 

Orhan hafifçe başını salladı. "Barlas sağlam bir adam," dedi. "Ama bazen sağlam durmak demek, duygularını gizlemek anlamına da gelebilir. Belki onun da senin gibi kafası karışıktır."

 

"Sanmıyorum," dedim gülümseyerek. "Barlas, ne düşündüğünü çok belli etmeyen biri. Zor bir hayatı var, hep işine odaklanmış, belki de kendini hissetmeye kapamış gibi."

 

Orhan, düşünceli bir şekilde kaşlarını kaldırdı. "Herkesin bir savunma mekanizması var. Ama sen onunla vakit geçirdikçe bu savunmaların ne için olduğunu anlayacaksın. Sabırlı ol. Ama eğer bir şeyler yapmak istiyorsan, adım atmaktan da korkma."

 

Bu sözler aklımda yankılandı. Orhan'ın verdiği öğüt, Ceren'in söyledikleriyle aynı yöndeydi. Sabırlı olmak ama gerektiğinde cesurca adım atmak... Belki de gerçekten bu kadar basitti.

 

O an biraz içime döndüm ve kendime bir söz verdim. Zamanı geldiğinde Barlas'a daha açık olacaktım. İçimdeki bu karmaşadan kaçmak yerine ona karşı dürüst olacaktım. Ama acele etmeyecektim. Önce kendi hislerimden emin olmalıydım.

 

Bir haftanın ardından birlikte salonda otururken şiddetli gök gürültüsü ile korkarak Ceren'e sarıldım.

 

Orhan ise dışarı bakıyor, elektrik kesintisinin olmasına canı sıkkın şekilde duruyordu. "Amına koyacağım bu herifin ha."

 

"N'oldu aşkım?" dedi Ceren.

 

"Bir yavşak var, evi dikizliyor bu yağmurda. İnip alacağım aklını."

 

"Allah Allah," dedi ve ayağa kalkıp o da baktı. Bu sırada battaniyeme sarılıp ayağa kalktım ve pencereye yaklaştım. Şimşekle sokak aydınlandı, ardından sert bir gök gürültüsü duyuldu. Donuna kadar ıslanmış bir adam bakıyordu. Bu adam Barlas mıydı? Barlastı.

 

"Ceren... Ceren, Barlas."

 

Orhan şaşırıp bana baktı. "Ben geliyorum!" diye bağırarak aşağı indim. Ev halim, dağılmış saçlarım, Noel Baba'lı çoraplarımla indim.

 

"Senin burada ne işin var?" Anında sırılsıklam olmuştum. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu.

 

"Seni almaya geldim, gidiyoruz."

 

Net bir şekilde söylemesine sinir oldum. "Gelmiyorum."

 

"Gelmiyor musun?"

 

"Gelmiyorum."

 

Bir anda çuval gibi omzuna alıp arabanaya yürüdü. "Barlas, dur! Geliyorum!"

 

Durmadı.

 

"Eşyalarımı alacağım, dur!"

 

Durdu ve indirdi.

 

"O lavuk kim, bana bakıyor?"

 

"Allah bilir, arkadaşındır. Sana evini açmıştır."

 

"Arkadaşımın kocası." "Ayrıca sanane?"

 

Kaşlarını çattı ve tehditkâr bir şekilde baktı. "On dakika var."

 

"Sana kıyafet getirmemi ister misin?" Dudaklarımı büzüp baktım.

 

Gülümsedi, belirsizce.

 

"Olursa güzel olur."

 

Apartmanın girişine girdi ve bekledi. Ben de bu sırada yukarı çıktım ve eşyalarımı toplarken anlattım. "Şey, bir de boxer lazım."

 

"Tamam, ben vereyim kuzum."

 

Giyinme odasındaydık. Çekmeceyi açıp açılmamış boxer'lardan verdi. Alıp çantama attım, kıyafetleri de öyle. Bence bunlar olmazdı ama adama hakaret etmek gibi olurdu.

 

"Ceren'im, her şey için teşekkür ederim. Seni seviyorum, hakkını ödeyemem."

 

"Birtanem benim, ne demek! Yine gel ama moralini bozmadan. Barlas'la gelirsin, dörtlü date yaparız. Evleniyorsunuz gibi bir vibe aldım."

 

Güldüm ve Orhan'a baktım.

 

"Abi, teşekkür ederim her şey için. Siz de evinizi açtınız."

 

"Estağfurullah abim, yine gel," dedi ve babacan bir tavırla sarıldı.

 

Çıkıp Barlas'ın yanına geldim. Üstümü de değiştirmiştim. O da apartman boşluğunda değişti. Homurdanarak, hoşnutsuz bir suratla geldi.

 

"N'oldu?"

 

"Bu çok dar geldi, hepsi."

 

"Hm?"

 

"Boxer diyorum, küçük."

 

"Yapacak bir şey yok."

 

Arabaya bindik ve gitmeye başladık.

 

Yol boyu bir süre konuşmadım. "Senden nefret etmemi mi istiyorsun?"

 

Yoluna devam etti. "Anlatacağım."

 

"Neyi anlatacaksın, Barlas?"

 

Bir yandan boxer'ını düzeltmeye çalışıyordu.

 

"Hem senden kaçtım hem de..."

 

"Hem de ne?"

 

"Kuzenimi evlendiriyorlardı. Gelinin en yakın arkadaşıyla basılmış. Orada da ortalık karışmış. Oraları düzelttim, anca geldim."

 

"Barlas, arayabilirdin, haber verebilirdin. Ben seni anlamıyoru-"

 

Arabayı sağa çekti ve dudağımı öptü. Susturma öpücüğü gibiydi bu. Duraksadım. Dudakları, karşılık bekler gibi, dudağımda duruyordu. Kendimi kasarken bıraktım ve karşılık verdim.

 

Barlas, dudağını dudağımdan çektikten sonra gözlerini gözlerime dikti. Parmaklarını nazikçe boynuma dolayıp okşamaya başladı. Dudakları tekrar benimkilere yaklaştı, bu sefer daha yavaş, daha derin bir öpücükle.

 

Ellerini belime indirdiğinde tenim ürperdi. Herşey hızla gelişiyordu. Elleri bedenimi keşfetmeye başlamıştı. Bir anlığına çekilip gözlerime bqktı.

Hiçbirşey söylemedik ikimizde.

 

Sustuk.

 

Boynumu öptü bir süre. Sonra durdu. Çekildi ve gözlerime baktı.

 

"Burada olmaz."

 

Başımı salladım hemen hızlıca.

 

Kısa bir süre sonra yol kenarindaki bir otele geldik.

 

Otele girip odaya girdik. İşin rengi değişti.

 

Barlas odaya girer girmez kapıyı yavaşça kapattı ve bakışlarını gözlerime sabitledi. Aramızda derin bir sessizlik vardı ama bu sessizlikte hislerimiz yüksek sesle yankılanıyordu. Yavaşça yanıma yaklaştı ve ellerini belime doladı. Dokunuşları hafifti, ama içinde sakladığı tutku her an daha da yoğunlaşıyordu. Dudaklarımız bir kez daha buluştuğunda, içimdeki her şey daha da hızlandı. Beni kendine çekti, öpücüklerimiz daha derinleşti, dudaklarımız birbirine daha sıkı sarıldı.

 

Ellerini sırtımda gezdirirken, aramızdaki kıyafetlerin artık birer engel olduğunu hissettim. Barlas, parmaklarıyla bluzumun kenarını kavrayarak yavaşça yukarı doğru sıyırdı, tenime değen her hareketi bir kıvılcım gibi hissettim. Bluzumun çıkmasıyla birlikte, dudakları boynumdan göğsüme doğru inmeye başladı. Nefesim düzensizleşmişti, her öpücükte daha derin bir istek büyüyordu içimde.

 

Barlas bir an durdu, gözlerimi aradı ve beni yatağa doğru hafifçe yönlendirdi. Sessizce beni izlerken, üzerimde kalan son parçaları da çıkardı. Dudakları vücudumda geziniyordu, her teması beni daha da kendime çekiyordu. Ellerim onun vücuduna dokunduğunda, kaslarının gerginliğini, teninin sıcaklığını hissediyordum.

 

Üzerindeki kıyafetler hızla yere düştü, aramızda hiçbir engel kalmamıştı.

 

Elleri vücudumda tur atarken kendimi ona bıraktım.

 

"Seni köpek gibi seviyorum Birce."

Yatağa doğru bedenimi saldım..

 

OHAAAOAAOA NELER OLUYO!!!

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%