@cruelsummerr__
|
İzmir’den döndüğümüzde iş hayatıma dönmüş, yaşantıma ise devam ediyordum. Kızlar buradan zar zor ayrılmıştı -özellikle Derin- Okul çıkışı eve geldim, duş alıp uzandım. “Barlas’ı arayayım bari,” dedim. Ama açan olmadı.
“Herhalde görevde,” dedim kendi kendime. Gece boyu film izledim, yemek yemeyi bile unutmuşum. Zaten hafta sonuydu. İş günlerim oldukça kısa sürüyordu. İştekiler falan derken zaman çabuk geçiyordu. Gece saatin kaç olduğunu bilmezken telefonum çaldı. Kim olduğuna bile bakmadan açtım, zaten uyuyordum.
“He? Uyuyorum, ne oldu?” dedim.
Telaşlı bir ses karşıladı beni; Murat abi. Aslında hepsi birbiriyle yakın yaştalardı. Sadece Murat’a abi diyorlardı, demek ki öyle alışmışlar.
“Birce, uyuyor muydun? Çok özür dilerim ama Melih’in öyle bir ateşi var ki, sürekli kusup duruyor. Ne yapacağımı bilmiyorum, gelelim mi? Yani, şey, kapıdayız da…”
Şaşkın şaşkın ayağa kalktım, kapatıp kapıyı açtım. Barlas’ı da görmeyi bekledim ama sadece Melih ve Murat abi vardı. “İçeri geçin,” dedim ve girdiler. Ardından Melih’le ilgilendik. “Tamam abi, sakin ol lütfen.”
“Kızım, nasıl sakin olayım? 39.4 ateşi var, çocuk yanıyor!”
Derin bir nefes alıp Melih’i soyundurdum, kucağıma alıp soğuk suyla duşa soktum.
“Tamam canım, bitti geçti.”
Sularıyla bana sarılıp ağrıyla inledi ve içim acıdı. Bende ona sarıldım.
Melih’i çıkarıp havluya sardık ve yatırdık. Atletle don giydirdim.
“Ne ilacı içti?”
İlaçları bana verdi. Biraz daha Melih’le oyalandık, ateşini düşürüp üzerine pike örttüm. Ardından ışığı kapatıp telefonumdan çizgi film açtım. Onu izlerken uyur diye düşündüm. “Gel istersen abi, balkona çıkalım,” dedim.
Balkona çıkıp oturduk. Canı sıkkındı, belli oluyordu.
“Abi, sıkma canını. Çorba yaparım şimdi, uyanınca içer, bir şeyi kalmaz.”
“Çocuk bu, hastalanacak tabii. Ben ona takılmıyorum, abicim.”
“Neye üzgünsün abi?”
“Melih’i alacaklar. Melih Mersin’e gidecek.”
“Kim alacak? Neden alacak ya?”
Söyledikleri kafamı karıştırdı. Kaşlarımı çatıp sigarası için çakmağımı uzattım.
“Teyzesi, anneannesi… Beni suçluyorlar Tülin konusunda.”
“Abi, ne diyeceğimi bilemedim. Alamazlar. Kanunen sende kalması gerekmez mi? Tülin abla da bunu isterdi. Hem seni sevmiyorlar mı damat olarak?”
“Ben Tülin’i kaçırmıştım zamanında. Ailesi, asker olduğum için bana vermiyordu. Olur da bir yerde ölürüm kalırım diye. Annemler de almak için çabalamayınca… Tülin de tamam deyince kaçtık birlikte. Evlendik, yepyeni bir hayat kurduk kendimize. Melih doğdu, ben de ailesiyle barıştırdım Tülin’i. ‘Onlar senin ailendir, can parçandır,’ derdim. Ama beni hiç sevmediler, sevmezler de.”
Gülümsedim ve sırtını sıvazladım.
“Almamaları için elimizden geleni yaparız, abicim. Avukat bulur, dava açarız gerekirse.”
“Teşekkür ederim.”
Kısa bir sarılmanın ardından Barlas’ı sordum.
“Sabah görevdeydik. Telefonlarımız genelde askeriyede kalıyor, sonra da görmemiştir belki.”
“Bilmiyorum abi, ama bu durum canımı çok sıkıyor.” Başını salladı.
“Dünya ahiret kardeşimsin. Barlas da öyle ama Barlas biraz dengesiz.”
“Çıldırmama az kaldı.”
Güldü. “Geçer abim, geçer.”
Ardından devam etti, "Barlas senin içinde endişeleniyor. Ama birazda haklı. Tülini kaybettiğimde anladım onu."
Buruk bir şekilde baktık ikimizde.
Murat abi, Melih’in yanında yattı. Sabah kahvaltı hazırlayıp Barlas’ları çağırdık. Barlas, Melih’i kucağına almış, öpüp kokluyordu.
“Hasta mı oldun sen, amcam?” Melih başını sallayıp sokuldu ve bacaklarıni salladı.
“Çocuğu bırak, yemeğini yesin hadi ama,” dedim.
Barlas bana bakıp başını salladı.
Melih’i kucağından alıp öteki odada televizyon izlettirerek yedirdim. Oturttum ve geri gelip yemeye devam ettim. Murat abi, Melih’in gideceğinden bahsedince masadakilerin hepsi tepki gösterdi. Konu dağılınca sohbet etmeye başladılar.
“Ellerine sağlık, Birce,” dedi Yiğit. Gülümsedim, “Afiyet olsun.”
Mert kalkıp bana yardım etmeye başladığında şaşırdım.
“Mert, yok ben yaparım, hiç gerek yok.”
“Estağfurullah, olur mu hiç, yardım edeyim. Saksı gibi oturdum.”
"Ben saksı mıyım Mert? Komutanın Barlas saksı mı?" dedi Oğuz.
"Yok komutanım, özür dilerim..."
Mert’in mahcubiyetine kıyamadım ve atıldım. Aynı zamanda barlasa da doluydum.
"Evet, saksısınız. Oturmayın boş boş, kalkın da işe yarayın. Özellikle Barlas, bir işe yarasın," dedim.
Barlas, anlamamış bir şekilde bana baktı.
"Ben ne yaptım şimdi?"
"Sorun da bu. Hiçbir şey yapmadın. Yapmıyorsun, Barlas." Murat abi anlamıştı.
Hepsi film izler gibi izliyordu sanırım. Mert’in elindeki tabakları hışımla alıp mutfağa gittim.
Bulaşıkları yıkarken bundan aylar önce kesinlikle yanıma gelecek olan Tülin ablayı düşündüm. Şimdi burada olsaydı.. Herşey cok farklı olurdu belkide. Umarım mutludur yerinde diye geçirdim içimden.
2 hafta sonra
Okulların kapanmasına 3 gün kalmıştı. Bu sürede kızlar gelmişti ve birlikte çocukların karnelerini hazırlıyorduk.
"Kanka, bak böyle oldu mu?"
Begüm’e baktım ve gülümsedim. "Çok güzel."
Ardından özenle yazı yazıp konuşmaya başlayan Derin’e baktım. Bu sırada karnenin üzerine yapıştırılacak baykuşun parçalarını kesiyordum.
"Barlas’la nasıl gidiyor?"
"Gitmiyor desem yeridir. Konuşmuyoruz ki çoğu zaman. Denk gelirsek konuşuyoruz ve ben bundan bıktım."
"Bokunu çıkardı o da artık, kıçımın kenarı," dedi Derin.
Ardından Begüm tekrar sordu, "Ee peki öğretmen çocuk Emre?"
"İlgimi çekmiyor ama iyi bir insan."
"Kanka o Barlas’ı istiyor."
Elimdeki kağıdı fırlattım.
Akşama doğru karneleri bitirdik ve etrafı toplarken telefonum çaldı. Arayan Barlas’tı. Bir süre bekleyip açtım.
"Efendim?"
"Naber Birce? Konuşamıyoruz uzun süredir."
"İyi, Barlas."
Bir süre sonra devam ettim, "Sen?"
O da bunu bekliyormuş gibi, "İyiyim ben de. Ne soracaktım sana..."
"Buyur."
"Melih’in karnesi saat kaçta? Ben de katılmak isterim. Söz veremem ama belki çıkışında bir şeyler yapabiliriz."
"12.00’da. Ayrıca ne yapacağız?"
Kızlar, dünyanın en önemli şeyini bekler gibi beni izliyorlardı. Bu arada Derin ve Egemen sevgili olmuşlardı. Semih ve Fidan da devam ediyordu. Tabii hepsinin bir çalkantısı da vardı ama tatlılardı.
"N’oldu, soğuksun sanki?"
"Soğuk değilim, Barlas'cım. Sadece 2 haftadır görüşmüyoruz ya, ondan yadırgadım."
"Kusura bakma, görevde falan oluyorum. Cizre Park AVM’ye gideriz belki? Ya da güzel bir yerde yemek yiyebiliriz?"
"Olur, fark etmez."
"Neyse, şimdi kapatmam gerekiyor. Görüşürüz, dikkat et."
"Sen de."
Kapattı ve kızlara anlattım. "Sanki bir tek bunun görevi var, amına koyayım," dedim. Güldüler. Havalar ısınmıştı oldukça. Kızlarla öyle yuvarlanıp gidiyorduk.
Ertesi gün okula geldim ve çocuklara baktım. "Evet canlarım, senemizin sonuna geldik. Ne çabuk geçti ama, değil mi? 9 ay, acısıyla tatlısıyla... Size sormuştum, hangi meslek istiyorsunuz diye. Aranızda fikrini değiştiren oldu mu bakalım?"
Hepsi konuşmaya başladı ve gülümsedim. Hepsini tek tek dinlerken içeri Barlas girdi. Asker üniformasıyla gelmişti. Gün geçtikçe kas yapıyordu. Forma dolmuş taşıyordu resmen.
Melih ayağa kalkıp Barlas’ın kucağına atladı. "Amcaaam!" diye bağırıp sonra da bana baktı.
"Ama böyle yapmıyoruz, değil mi?"
"Özür dilerim, öğretmenim," dedi.
Barlas’a baktım ve indirdiğinde yanına geldim. "Karneyi bugün almıyoruz?"
"Çok şakacısınız öğretmenim ama gülemiyorum. Sizi kaçırmaya geldim. Erken gelmişim."
"Kusura bakma, hiç gelemem. Planlarım var, başkasıyla sözleştim."
Kaşlarını çattı ve yüzü soldu. "Kimle?"
“Bir arkadaş.”
“Anladım.”
Yüzü gerçekten asıldığında gülmeye başladım. Çocuklar başka yere bakıyordu, Melih hariç
“Şaka yapıyorum be, ağlama.”
“Şimdi sana şey yapmak vardı da neyse.”
Çocukları ailelerine teslim ettim ve Melih’i evine bıraktıktan sonra Barlas’a baktım. Üstünü değiştirmişti, hatta çok güzel giyinmişti. O da bana bakıyordu.
“Nereye gidelim Birce Hanım?”
“Bilmem ki.”
“O zaman şoför benim,” dedi ve yarım saat, 45 dakika sonra durgun bir göl kenarına geldik.
Barlas, gölün kenarında birkaç adım attıktan sonra tekrar yanıma döndü ve gözlerinde o tanıdık neşeyle oturdu. “Birce,” dedi, sesi bu sefer biraz daha samimiydi. “İyi ki o gün bizim tim vardı. Seninle tanışmak... Hayatımda gerçekten güzel bir şeydi.”
Bu sözleri duyduğumda içimde hafif bir kıpırtı hissettim. Onun bakışları, sanki söylemek istediklerinin sadece bir kısmını dile getiriyormuş gibiydi. Gözlerimi kaçırmadan ona baktım ve gülümsedim. “Barlas, ben de seninle tanıştığım için mutluyum,” dedim içtenlikle.
Barlas, bu sözlerimle birlikte daha da yaklaştı. “Seninle zaman geçirmek beni sevindiriyor.” dedi, sesi daha yumuşaktı ama içinde bir sıcaklık vardı.
Elini yavaşça yanıma koydu, sanki temkinli ama aynı zamanda yakın olmak istiyormuş gibi.
Bu sözler beni hem mutlu etti hem de kalbimde hafif bir heyecan dalgası yarattı. “Barlas.." dedim ona biraz daha yaklaşarak. Gözlerimdeki gülümsemeyi saklamadım, onun bu içten yaklaşımı bana iyi geliyordu. İki elimi de yanaklarına koydum ve yüzünü okşadım.
Barlas, gülümseyerek başını salladı ve “Seninle daha çok vakit geçirmek istiyorum, Birce. Sanki seni tanıdıkça her şey daha güzel oluyor,” dedi. Bu sözler, aramızdaki mesafeyi daha da kapatmıştı.
Ben de bu samimiyeti bozmadan ona karşılık verdim. “Ben de seninle birlikte vakit geçirmeyi seviyorum, Barlas,” dedim, sesi yumuşak ama içten bir tonla.
İkimiz de bu sıcak ve samimi anın içinde kaybolmuşken, gölün durgun suyu ve etrafımızdaki sessizlik, sanki zamanın durduğu bir anı yaşatıyordu. Aramızdaki bağ güçlendi.
Barlas ve ben göl kenarında, örtünün üzerinde birbirimize yakın oturmuş, sessizliği ve birbirimizin varlığını hissediyorduk. Aramızdaki mesafe neredeyse tamamen kapanmıştı. Barlas, gözlerimin içine bakarak hafifçe gülümsedi.
O an, Barlas’ın bana biraz daha yaklaştığını hissettim. Kalbim hızlanmıştı, sanki zaman durdu ve sadece ikimiz vardık. Onun dudakları hafifçe yaklaştığında, gözlerimi kapatıp o anın tadını çıkarmak istiyordum. Ama tam o sırada Barlas’ın telefonu çalmaya başladı.
Bir anlık şaşkınlıkla geri çekildik. Barlas, içini çekerek cebinden telefonunu çıkardı. Ekrana baktığında yüz ifadesi ciddileşti. Telefonu açtı ve sesindeki endişe hissediliyordu. “Ne var Murat noldu amına koyayım ya! İzin alıyorum burda da rahat yok.”
Karşı taraftan gelen sesi ben de duyabiliyordum. Murat, telaşlı bir şekilde konuşuyordu. “Barlas, Melih merdivenlerden düştü! Kafasını yardı, çok kanıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum!”
Bu sözler üzerine Barlas anında ciddileşti. “Hemen geliyoruz, Murat. Sakin ol, hastaneye git!” dedi. Telefonu kapattıktan sonra bana dönüp, “Birce, Melih... Hemen dönmemiz lazım,” dedi, sesi hala ciddi ama gözlerinde endişe vardı.
Ben de hemen toparlandım. “Tabii, Barlas. Hadi, acele edelim,” dedim. İkimiz de hızla toparlandık ve arabaya doğru koştuk. Göl kenarındaki o huzurlu an, yerini telaş ve endişeye bırakmıştı. Barlas, arabayı hızla sürerken ben de izliyordum.
"Çok mu sert düşmüş? Kafasında bir travma yoksa korkmayın." dedim ve başını salladı.
Hastaneye dönerken, ikimiz de sessizdik ama bu sessizlik, endişeyle ve utançla doluydu. Melih’in durumu için içten içe dua ederken, Barlas’ın yanında olmanın da ona güç verdiğini biliyordum. Murat’ın yanında olmak için bir an önce oraya varmayı diliyordum.
Barlas ve ben hastaneye vardığımızda, Murat’ı hemen girişte gördük. Yüzü endişeyle doluydu, ellerini saçlarının arasına geçirip tekrar tekrar nefes alıp veriyordu. Bizi görünce hızla yanımıza geldi.
“Birce, Barlas.. Sizinde anınızı böldüm sanırım özür dilerim."
"Estağfurullah." dedi Barlas.
"Nasıl düştü?" dedim ve bu sırada Barlas beni kolunun altına aldı. Omzunun altındaydım yani. Aslında bu biraz sahiplenici bir tavırdı, yanda bana bakan hasta yakınları vardı sanırım. Durum hoşuma gitti.
"Merdivenden düştü gerisin geriye. Çok telaş yaptım başta ama iyiyim şimdi."
Başımı salladım
Tam o sırada, tim geldi.
Murat’a baktım. Melih’in başına gelenler yüzünden ne kadar üzgün olduğunu görmek zor değildi aslında.
Hep birlikte beklerken, zaman sanki yavaş ilerliyordu. Melih’in durumu hakkında doktorlardan bilgi bekliyorduk. İçimdeki endişe büyüyordu ama burada Murat ve Melih için bir arada olmak, en azından yalnız olmadıklarını hissettirmek önemliydi.
Bir süre sonra doktorlardan biri yanımıza gelerek, “Melih’in durumu iyi. Kafasına birkaç dikiş attık ama endişelenecek bir şey yok. Bir süre gözlem altında tutacağız, sonra eve götürebilirsiniz,” dedi. Bu haber hepimizi rahatlattı. Murat, derin bir nefes alıp gözlerindeki endişeyi hafifletmeye çalışırken, ben de içimden bir oh çektim.
Barlas, Murat’ın omzuna dostça bir şekilde dokundu. “Gördün mü, Murat? Melih iyi olacak. O güçlü bir çocuk, tıpkı babası gibi,” dedi, gülümseyerek. Murat da ona hafifçe gülümsedi, ama yüzünde hâlâ endişenin izleri vardı.
Melih, biraz sonra odasından çıkarıldı. Başında bir bant vardı ve kafasında bandaj. Onu bu hâlde görmek içimi burktu ama aynı zamanda rahatlatıcıydı. Çünkü bilinci yerindeydi ve bizi görünce gülümsedi.
“Öğretmenim, Barlas amca!” diye seslendi, biraz yorgun ama neşeli bir sesle.
Murat hemen yanına koştu ve eğilerek oğlunun elini tuttu. “Aslanım, nasıl hissediyorsun?” diye sordu, Melih, babasına baktı ve “İyiyim baba, biraz acıyor ama korkma, ben iyiyim,” dedi, sanki babasını teselli etmeye çalışıyormuş gibi.
Semih, Egemen, Mert ve Yiğit de odaya girdiler ve Melih’e moral vermeye çalıştılar. Semih, “Melih, senin gibi cesur bir çocuk bu kadar küçük bir şeyden etkilenmez,” dedi, göz kırparak. Egemen de ekledi, “Sen tam bir savaşçısın, küçük adam!”
Melih, bu sözlere gülümseyerek karşılık verdi. Herkesin burada olması onu mutlu etmişti, bu belliydi. O sırada hemşireler gelip Melih’in durumunu kontrol ettiler ve bir süre sonra eve götürebileceğimizi söylediler. Bu haber üzerine Murat’ın yüzünde büyük bir rahatlama oldu.
Barlas bana dönüp, "Birce, istersen biz de yavaş yavaş çıkalım."
Hastaneden ayrılırken herkes Melih’i iyi dileklerle uğurladı. Semih, Egemen ve Yiğit, Murat’a her zaman yanında olduklarını belirten sözlerle moral vermeye çalıştılar. Murat, teşekkür edercesine başını salladı. Sonra Barlas’la birlikte hastanenin kapısından çıktık.
Dışarıda gece başlamıştı ama hava hâlâ sıcaktı ancak çok serin esiyordu. Barlas, bana dönüp hafif bir gülümsemeyle, “Bu akşam biraz uzun sürdü, değil mi?” dedi.
Ben de ona gülümseyerek, “Evet, ama önemli olan Melih’in iyi olması,” dedim. Barlas, başını sallayarak bana katıldı. İkimiz de bu zor geçen gecenin ardından rahatlamıştık.
Arabayla köye dönerken, aramızda derin bir sessizlik vardı ama bu sessizlik rahatsız edici değildi. Barlas, gökyüzüne bakarak, “Birce, hayat bazen beklenmedik şeylerle dolu. Ama senin iyi olman güvende olman beni mutlu ediyor,” dedi, sesi samimiydi. Ona baktım ve gülümsedim. “Ben de seninle olduğumda kendimi güvende hissediyorum zaten Barlas,” dedim.
Bu sözler, aramızdaki bağı daha da güçlendirdi. Belki de bu gece, birbirimize olan hislerimizi daha fazla hissettik.
Barlas, beni evime bıraktıktan sonra kapıda hafifçe gülümsedi. “Görüşürüz, Birce. Geceyi iyi geçir. Her şey yoluna girecek,” dedi, içten bir sesle. Ben de ona teşekkür ederek kapıyı açtım ve içeri girdim.
Evde Begüm ve Derin beni bekliyordu. Onları görünce içimde bir rahatlama hissettim. “Kızlar, başıma gelenleri anlatmam lazım,” dedim, endişeli bir şekilde.
Odaya geçtik ve oturduktan sonra olayları ayrıntılı bir şekilde anlattım. Melih’in merdivenlerden düştüğünü, kafasını yardığını, Murat’ın endişesini ve tim arkadaşlarının nasıl yardımcı olduğunu anlattım. Derin ve Begüm, her detayda üzüntülerini belirttiler ve endişeyle dinlediler.
“Melih’in iyi olduğunu duymak gerçekten rahatlatıcı,” dedi Begüm, içten bir şekilde. Derin de, “Evet, her şeyin bu kadar hızlı bir şekilde yoluna girmesi çok sevindirici,” diye ekledi.
Begüm ekledi "Melihte sizi beklemiş kafasını yarmak için öpüşeceğiniz anı."
Güldüm.
Görüşmenin ardından biraz daha sohbet ettik, olayın etkilerini ve hislerimizi paylaştık. Beni dinlemek ve destek olmak için burada olmaları çok önemliydi.
Gece boyunca yaşadıklarımızı konuşmak, üzerimizdeki stresi biraz olsun hafifletti. Arkadaşlarımın desteği, yaşadıklarımın ağırlığını taşımama yardım etti.
Barlas’ın ne kadar düşünceli ve destekleyici olduğuna dair detayları anlatmadım, ama onun burada olup olmaması önemli değil; çünkü arkadaşlarımın yanımda olması beni güçlü kılıyordu.
Gözlerimi kapatıp yatağa uzandığımda, hem yorgun hem de huzurluydum.
Karne Günü
Saat tam 12.00’de zaten herkes buradaydı. Herkes anne ve babasıyla gelmiş, oturuyordu. Melih ise Barlas ve Murat’la oturuyordu. Kafasındaki bandaj hâlâ çıkmamıştı. Timdekiler ise yarısı koridorda, yarısı kapıda izliyordu.
“Bugün, bu güzel karne gününde sizlerle birlikte olduğum için çok mutluyum. Bir yıl boyunca hepiniz büyük bir azim ve gayretle çalıştınız. Elde ettiğiniz başarılarla gurur duyuyorum. Ama bugün, sizlere sadece notlarınızdan değil, aynı zamanda çok daha önemli bir şeyden bahsetmek istiyorum..."
"Bu vatan, bu topraklar, bizim en büyük emanetimiz. Büyükleriniz, babalarınız, abileriniz, belki de ağabeyleriniz şu an bu ülkeyi korumak, bizlerin huzur içinde yaşamamızı sağlamak için büyük fedakârlıklar yapıyorlar. Geçmişte de atalarımız yaptı. Onların omuzlarında taşıdığı bu ağır sorumluluğu, bir gün sizler devralacaksınız.
Sizler, bu ülkenin geleceğisiniz. Bir gün sizler de bu toprakları koruyan, bu milleti yücelten bireyler olacaksınız. Ama unutmayın ki, vatan sevgisi sadece asker olmakla, devlet için çalışmakla sınırlı değil. Sizler, çalışkan, dürüst ve erdemli insanlar olarak bu ülkeye en büyük hizmeti yapabilirsiniz. Hepinizin içindeki ışığı, yetenekleri biliyorum. Hayal kurmaktan, öğrenmekten ve en önemlisi, ülkenize hizmet etmekten asla vazgeçmeyin.
Bu vatan bize emanet. Onu koruyacak, geliştirecek ve gelecek nesillere en güzel şekilde aktaracak olan sizlersiniz. Sizin ellerinizde bu ülke daha da güzelleşecek. İnanıyorum ki, bir gün sizlerin başarılarıyla hepimiz gurur duyacağız.
Unutmayın, her biriniz bu ülkenin birer evladı, birer umudusunuz. Ve ben de bir öğretmen olarak bu kutsal görevin bir parçası olduğum için sonsuz mutluluk duyuyorum. Sizler bizim geleceğimiz, umudumuzsunuz.
Şimdi, karne heyecanınızın tadını çıkarın. Hepinizi çok seviyorum, tatilinizde çok eğlenin, kendinize iyi bakın."
Barlas bana gülümsedi, ardından tüm sınıf alkışladı. Tek tek herkesi çağırıp karnelerini verdim. Barlas, Murat, ben ve Melih fotoğraf çekilip karne telaşını bitirdik. Emre yanıma geldi.
"Birce, tebrik ediyorum. İyi tatiller diliyorum, seneye görüşmek üzere," dedi.
Sarıldı, ben de şaşırıp sarıldım. "Ah, teşekkür ederim. Sana da iyi tatiller diliyorum."
Çekildim ve kaçamak gözlerle Barlas'a baktım.
"Bir şeyler yapmak ister misin?" dedi Emre.
Barlas'a tekrar baktım ve yanımıza geldi. Giydiği siyah polo yakalı tişörtü vücudunu yine doldurmuştu. Altına giydiği kot pantolon ile de kombinini tamamlamıştı. Saçlarını özenle yapmış, sakallarını milimetresine kadar kestirmiş gibiydi.
"Biz önceden sözleşmiştik, kusura bakma." "Birce bana söylemedi?" Barlas bana baktı ve bıkkın bir tavırla ona döndü. "Ama şimdi ben söyledim." Emre ise bir süre terslenip gitti. Hayır, anlamıyorum bu çocuğu.
Dışarı çıktığımızda, kucağında Melih ile Murat geldi.
"Şey, siz nereye gidecektiniz?" dedi çekingen bir tavırla Murat.
"Cizre Park AVM'ye gidecektik, neden sordun?"
"Ya bizim ailevi işlerle ilgili birkaç bir şey vardı da. Melih'i de alır mısınız diyecektim."
Numara yaptığı oldukça belliydi çünkü arkada Akrep Timi komutanlarının tepkisini ölçüyordu.
Barlas, gerçekten çok iyi bir baba olacaktı ki hiç itiraz etmeden tek hamleyle ve tek koluyla Melih'i kucakladı. "Tamam, sorun yok. Değil mi Birce?"
"Estağfurullah, ne sorunu?"
Murat'ın arabasından çocuk araba koltuğunu alıp Barlas'ın arabasına yerleştirdim. Melih'i oturtup öne geçtik ve yola çıktık. Yolda Melih uyumuştu bile. Barlas bana döndü, "Kusura bakma, cidden. Şimdilik böyle olsun, hem önümüz yaz. Daha gezeriz."
Başımı salladım. "Ne olacak, sıkıntı yok."
Alışveriş merkezine geldik ve orada Melih, Barlas ile benim elimizi tutmuş, ortalıkta geziyordu. Burası gayet güzel bir yerdi. Ardından oturup fast food kaçamağı yaptık. Bir yandan kendimiz yiyor, bir yandan Melih'e yediriyorduk.
"Semih'le Fidan bu hızla giderse seneye evlenirler ha?" dedim Barlas'a bakıp.
"Değil mi, bence de öyle. Ama hızlı başladılar, umarım hızlı bitmez."
"Allah korusun de."
Derin'le Egemen, birbirlerini ne kadar çok sevseler de pek de uygun iki insan değillerdi. Biri daha kurallı, görgülü ve dinsel anlamda daha yatkın bir ailede büyümüşken, diğeri daha rahat bir ailede büyümüştü. Bu yüzden aralarında hep bir çatışma oluyordu.
Gözleri kısıldı ve güldü. "Allah korusun, tamam. Geçen Egemen kendini yırtıyordu. Onların da çok sürmez, bak, yazıyorum buraya. Çocuğu delirtiyor arkadaşın."
"Ben bilmiyorum, hiç karışmıyorum. Ama bence ikisi de farklı insanlar."
Barlas'ın telefonu çaldı ve kim olduğuna göz ucuyla bakamadım. Telefonu açtı ve konuşmaya başladı.
"Efendim anne, nasılsınız?"
Karşı tarafı dinledi.
"İyiyim, ben de Melih'leyim, bir de Birce ile."
Annesi beni mi tanıyordu? Ne alaka?
"Hmhm, öyle. Oturuyoruz, AVM'deyiz."
Uzun bir süre konuştular.
"Daha sonra anlatırım, boş ver sen babamı. Ben seni arayacağım sonra, öpüyorum sizi. Geleceğim Ordu'ya, söz. İzin alamıyorum ki şu sıralar."
Elimle "Selam söyle" işareti yapıp kocaman güldüm. Melih de beni tekrarladı.
"Selamı var onların da. Aleykümselam. Görüşürüz."
Kapattı ve bana baktı. "Senin annen nasıldı, tedavisi falan?"
Canım sıkıldı.
"Saçlarını kesmişler. Babam öğrenmiş, dünyası başına yıkılmış."
Çıkarıp annemin fotoğrafını gösterdim. Saçları yoktu ama gülümsüyordu.
Elini saçlarıma koydu. Bu sırada Melih kendine kız arkadaş yapmış, etrafta dolaşıyordu. Zaten çocuk alanı bölümündeydik.
"Sende annene çekmişsin. Sen de onun gibi güçlü bir kadınsın. Bu süreci çok güçlü bir şekilde atlatacağından eminim. Korkma, üzme kendini."
İstemsizce annemi öyle görünce gözlerim dolmuştu. Barlas gülümsedi. Kısa bir sarılmadan sonra yemek yiyip kalktık ve dolaşmaya başladık.
. . . . . . . . .
Selamlarr uzun baya atlamalı bir bölüm oldu ama bakalım bizleri neler bekliyor?? UMARIM begenmissinizdir keyifli okumalar (Medya" Aysel Cihan Kahraman- Benim adım Öğretmen- Birce karne konuşması yaparken aklından geçenler😻)
|
0% |