Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Söz veriyorum sana Birce.

@cruelsummerr__

Sabah telefonun çalmasıyla gözlerimi açtım ve söylenerek kalkan Barlas’a baktım. Hayır hayır, yataktan kalkmıyordu. Bana sarılarak kolunu komodine uzatıp telefonu alıyordu. Bana baktı ve gözlerini ovaladı.

 

“Günaydın, uyandın. Kusura bakma.”

 

Gözlerimi ovaladım. “Günaydın. Kimmiş?”

 

Yüzü bozuldu ve suratını buruşturdu.

 

“Emre.”

 

Telefonu alıp açtım. “Efendim Emre, saat sabahın 10’u?”

 

Barlas ise dudaklarını oynatarak, “Bu hep seni arıyor mu böyle?” diyordu.

 

Elimle ağzını kapattım. “Merak etmiştik birce biz seni.”

 

“İyiyim, döneceğim yakın bir zamanda.”

 

“İyi, haber verirsin. Görüşürüz.”

 

Telefonu kapattım ve Barlas’a baktım. Battaniyenin altına bakıp iç çektim. Bir ilki yine Barlas ile yaşamıştım. Ama yine de korkularım vardı.

 

Barlas ise gayet rahat bir şekilde yüzümü okşuyor ve suratıma bakıyordu.

 

“Seni çok özledim.”

 

Gülümsedim.

 

Şırnak’a döndük ve hava yine günlük gülistanlıktı. Begüm ve Derin beni görür görmez koşa koşa gelip sarıldılar. İkisi de Barlas’a sinirle baktı. Sonra evimden tim çıktı. Ben yokken tim evde misafirdi. Hepsi neredeyse Barlas’a hesap sordular.

 

Barlas kaşlarını kaldırdı. Bu sinirlendiğini gösteriyordu.

 

“Tamam susun artık. Size ne oluyor? Ben Birce’ye affettirdim kendimi, gerisi yok. Hadi içeri.”

 

Begüm duraksadı.

 

“Nasıl, nasıl siz sevgili misiniz?”

 

Barlas, beni kendine çekip boynumu öpmekle yetindi ve içeri girdik.

Herkes tebrik etti.

 

Ertesi Gün

 

Barlas’ı aradığımda sesi sıkıntılıydı. Ben atılacakken o atıldı.

 

“N’aber hayatım?”

 

“İyi, oturuyoruz.Melih, ben, Begüm. Sen?”

 

“Bende çile biter mi? Amına koyayım.”

 

Hoparlördeydi ve Melih ağzını kapatıp güldü. Hoparlörden alıp kulağıma yasladım ve balkona çıktım.

 

“Aşkım ne oldu?”

 

“Hani anlatmıştım ya, kuzenimi evlendireceklerdi ama evlendiremediler diye babası benim yanıma gönderiyor, ceza olarak.”

 

“Sana ne zararı olacak ki?”

 

“Cıvık herifin teki!”

 

“Barlas’cım sakin ol, tamam. Hallolur.”

 

“Çok sinir oluyorum.”

 

Gülmemek için kendimi sıktım. “Nerdesin sen?”

 

“Askeriyedeyim. Nerede olacağım?” dedi, kalemi masaya fırlattığını anladığım bir sesle. “İyi akşam, çıkarsan yemeğe gel.”

 

“Ben de onu soracaktım.”

 

“Gel bitanem.”

 

“İyi, seni çok seviyorum. Kapatıyorum, şimdi ararım bir daha.”

 

“Ben de. Görüşürüz.”

 

Telefonu kapattım ve Begüm’lerin yanına döndüm.

 

Barlas Yıldız

 

Birce’nin telefonunu kapatıp gülümsedim. Biraz telefonla oyalanıp toplantıya girdim. Evet, doğru duydunuz, toplantı. Aslında bir çeşit ders de denebilir. Bizden yaşça büyük bir komutan gelip bize bölgeyi anlatıyordu. Operasyonları birlikte düzenliyorduk.

 

“Derste” Murat’la konuştuğum için azar yedim ve sonunda komutan beni yanına çağırdı.

 

“Barlas Yıldız, Ordu 1995 komutanım.”

 

“Senin başarın niye bu kadar düştü?”

 

“Komutanım...”

 

Sorarcasına baktı.

 

“Aşık oldum.”

 

“Bana ne?!”

 

Ben asla azarlanmazdım, azarlardım.

 

“Haklısınız komutanım.”

 

“Senin tek aşkın vatanın, görevin, yurdun, milletin! Dikkatini dağıtmayacaksın.”

 

“Emredersiniz komutanım.”

 

“Git şimdi.”

 

Aşağı indim ve söylenmeye başladım.

 

“N’oldu?” diye sordu Yiğit.

 

“Azarlandım da aşık olduğum için. Dikkatimi dağıtıyormuş.”

 

Murat hızla bana döndü. “Dağılmıyor, aman gitme bir yere.”

 

“Aynı hatayı bir daha yapmam.”

 

“Aferin, adam olacaksın sen.”

 

Akşama görev çıkınca sabahtan Birce’nin yanına gittim.

 

Kapıyı açtı ve gülümsedi.

 

“Erken gelmişsin aşkım.”

 

“Akşama görevim çıktı. İki gün sonra falan gelirim ancak.” Söylerken bir yandan sarıldım.

 

“Oof. Neyse, dikkat et oralarda kendine. Gel hadi içeri.”

 

“Bebeğim, tim bekliyor arabada, bak.”

 

Baktı ve dudağını büktü. Öptüm ve sırıttım. “Konuşuruz. Seni seviyorum, dikkat et kendine.”

 

“Sende et sevgilim.”

 

Arabaya bindim ve yola çıktık. Geceye doğru sigara yakan Egemen’e baktım.

 

“Öldürtecek misin bizi la sen?”

 

Sorarcasına baktı. “Ya gece karanlığında sigara mı yakılır, söndür şunu.”

 

Söndürdü.

 

“Ne bu sakinlik, hepinizde bir şey mi oldu?” dedim.

 

“Yok abi, olmadı.”

 

Hepsi sırayla “Olmadı” dedi. Murat’a baktım.

 

“Diğerlerini bilemem de, Tülin’i özledim. Onu düşünüyorum.”

 

Hepimizi ölüm sessizliği sardı.

 

“Sizlerden birinizin çocuğu olursa ki olacak, size vasiyetim olsun. Kucağınıza aldığınızda oğlan ya da kız fark etmez, bir bağ oluşacak aranızda. Başta babalığı kabullenemeyecek, 'Ben baba mı oldum lan?' diyeceksiniz. Lütfen çocuğunuzla çok iyi bağ kurun. Onların en büyük idolleri sizlersiniz. Bunu söylüyorum çünkü Tülin ailesine kırgın gitti. Onu sevgiyle, şefkatle büyütün. Oğlunuz olursa kızlara, büyüklere, küçüklere saygılı olmayı, onlar istemedikçe onlarla temas halinde bulunmamayı, saygılı bir birey olması gerektiğini öğretin. Arkasında durun, ona doğruyu gösterin. Kızınız olursa her şeyini yargılamayın, bırakın kimi severse sevsin. Araştırın, ona anlatın bu yanlış diye. Kabul etmezse yine arkasında durun. Sizi dinlemiyor diye onu eve alıp kapatmayın ya da başıboş bırakmayın, arkasında durun. Unutmayın, bir çocuğa neyi yasaklarsan o daha cazip gelir. Sizden gizli yapacağına haberiniz olsun. Her olayda destekleyin kızınızı, oğlunuzu. Çünkü yarınımızı bilmiyoruz. Ülkede olan olaylara bakın. İyi yetiştirilemeyen bir evlat, gül gibi iki kızı vahşice katlediyor. Şimdi bu anne baba mı suçlu? Evet, onlar suçlu. Ona sahip çıkmayanlar suçlu.”

 

İç çekti ve saçlarını geriye ittirdi.

 

“Abi, ölecek gibi konuştun, yapma” dedi Yiğit. Murat ise güldü.

 

Ben ise durmuş düşünüyordum. “Bu doğru. Derin mesela, ailesi pek ilgisiz, Begüm gibi değil. Annesiyle konuştuğunu görmedim ben hiç Derin’in.” dedim. Bir anda Egemen atıldı lafa.

 

“Doğru değil mi Barlas? Senin de baban seni döverek yetiştirmiş. Şiddet bağımlısı olduğun besbelli. Senin çocuğun da aynısı olur artık. Birce de öyle. Baba sevgisini görmemiştir. Sakat babayla büyümek ne zordur ama.” Egemen’e baktık hepimiz. Sinirime sinir katiyordu Egemen.

 

“Şimdi de kanserli bir anne vay, çok üzüldüm şahsen ben Birce’–”

 

“Kes sesini Egemen!"

 

“Kesmiyorum, siz konuşurken çok iyi, uzaktan söylemesi.”

 

"Aptal mısın sen? Kimse senin sevgiline bir şey demedi. Annesi pavyonda çalışıyor diye kızı da öyle olmak zorunda değil. Ki ben bunu dile getirmedim. Lafı götünden anlama."

 

Ayağa kalkıp bana yumruk indirmesi bir oldu. Duraksadım ama hızlı bir hareketle tuttum ve kafa attım. Ardından sertçe yere itip üstüne çıktım. Timdekiler hızla araya girip ayırdılar.

 

"Siz dalga mı geçiyorsunuz!" diye bağırdı Murat. "Siz birbirinizi anlayın, ileride baba olacaksınız diye anlattım, çıkaracağınız şey bu mu?!"

 

Oğuz ve Yiğit beni tutarken, Semih ve Mert Egemen’i tutuyordu.

 

"Saçmalamayın abi, çocuk değilsiniz ya," dedi Oğuz.

 

"Benimle muhatap olma lan," dedi Egemen.

 

Adabımla, "Çok meraklıydım lan sana."

 

"Siz kıçınızı yırtsanız da aynı timdesiniz. Sevgilileriniz sizden daha yakın, barışacaksınız," dedi Semih.

 

Bu sırada silahımın başına döndüm. Görev bitip köye döndüğümde eve değil, Birce’nin evine geçtim. Ne tesadüf ki Egemen de oradaydı.

 

Kapıyı çaldığımda açan kişi Derin’di.

 

"Hoş geldin Barlas."

 

"Hoş buldum, sevgilin arkada abim."

 

İçeri girdim ve Birce’nin henüz uyuduğunu düşünerek odasına girdim. Bu sıcakta kat kat battaniyeye bürünmüş, televizyon izliyordu.

 

"Sevgilim, delirdin herhalde?"

 

"Çok üşüyorum."

 

Sarıldığımda geri itti. "Çok hastayım, geçmesin şimdi."

 

Dudağını öptüm ve güldü. "Neyi varmış Birce Hanım’ın?"

 

Tüm şikayetlerini doktora sunar gibi anlattı. "Bir duş alayım, doktora gidelim?"

 

"Hıhı."

 

Duş alıp çıktıktan sonra giyindim. Yanına gelip kucağıma aldım ve nazlı nazlı sarıldı.

 

"Başımı tutamıyorum."

 

Gülmek geldi içimden.

 

Dudağını büzdü, "Çok ağrıyor her yerim."

 

Dudağına minik bir buse kondurdum.

 

"Gideceğiz güzelim, şimdi gideceğiz."

 

Bu sırada içeride birbirleriyle cilveleşen Egemen ile Derin’e baktım.

 

"Biz hastaneye gidiyoruz," dedim soğuk bir tavırla.

Egemen asla konuşmadı. Derin ise hemen "Tamam Barlas abi haber verin."

 

Birce anlamamış şekilde bana bakıyor, anlamaya çalışıyordu.

 

"Arabaya gidelim, anlatırım," diye fısıldadım.

 

Arabaya geldik ve bindirdim. Yolda da anlatmaya başladım. "Öyle oldu işte."

 

Kendini kötü hissettiğini anladım.

 

"Hayır, kavga senin yüzünden çıkmadı."

 

"Bilmiyorum… Öyle olmuş. Kaşını da o mu yaptı?"

 

Başımı salladım. "Önemli değil, biz ederiz arada."

 

Hastanenin otoparkına park edip indikten sonra acile girdiğimizde gördüğümüz manzara karşısında şoke olduk. İlk defa bu kadar boştu acil. Hemen iğne yapmaya karar verdiler ve Birce, ilaçla halledilebilir diye inat ediyordu. Kucağıma aldım ve iğne olacağı yere getirdim. İnat ediyor, çırpınıyordu.

 

Hemşire bana kaş göz yapıyordu. Bu bir çeşit yavşama taktiği olabilirdi sanırım ama üzgünüm, yanımda aşık olduğum kadın var?

 

"Kardeşini düzgün tutar mısın?"

 

Birce’ye kısa bir bakış attım. Birce ise çirkefliğine çirkeflik katarak, "Ne kardeşi? Kardeşe benzer bir halim mi var sence?" dedi hafif bağırarak.

 

"Sevgili olabileceğiniz ihtimalini düşünmüyorum."

 

Bu olaya müdahale etmezsem, Birce bu kızı yolardı. Yani fikrimce.

 

"Bu konunun sizi alakadar ettiğini zannetmiyorum. Ayrıca çok merak edeceksiniz ki eklemekten zevk duyarım. Hanımefendi sevgilim. Lütfen hastanızla aranızdaki mesafeyi korursanız sevinirim."

 

Oturup Birce’yi de kucağıma oturttum. Sıkıca tutup kulağına yaklaştım.

 

"Sevgilim, bak sen bu kadar yanıklarla başa çıktın. Bu iğne vız gelir sana."

 

Birce ise ekledi, "Ve seninle başa çıkmaya çalıştım."

 

Laf mı soktu, yoksa anladığım şeyi mi anlamadım, ama sadece omzunu öpmekle yetinip mal mal baktım. Bu sırada iğne bitti ve biz de hastaneden çıkıp kelle paça çorbası içmeye geldik. Oturduk ve siparişi almaya gelen garsona baktım.

 

"Abi, bize iki işkembe. Bol koyarsan sevinirim, bir de ayran."

 

Birce’nin yüzü ekşidi. "Hayatta işkembe içmem."

 

Pek de takmadım. Çocuk getirmeye gittiğinde bana baktı. "İçmeyeceğim."

 

"Öyle de bir içeceksin ki. Gerekirse zorla."

 

Çorbalar gelince tüm malzemelerinden doldurdum. Birce hala dolu tabağa bakıyordu.

 

"Seni yemin ederim burada bırakırım."

 

Ses tonumu ciddi bir şekle sokmuştum ve oflanarak yedi. Ben ikinci tabağımı bitirdiğimde Birce ilkini yeni bitirmişti.

 

"Başka içmek ister misin?"

 

"Yani bilmiyorum, içmesem?"

 

"Tamam, birini bitirdin. Al ayranını iç aşkım."

 

Başını salladı ve ayranı bitirdi. Ayran, Birce’nin en sevdiği şeylerden biriydi.

 

Çıkıp eve geldik. Birce duş alıp yattığında, yanına yatmadan önce üstümü değiştirmeye başladım. Eşofman altımı giydikten sonra bana baktı. Vücudumdaki yaraları gördüğünde hayretle bakıyor, yerlerini, nasıl olduklarını, çok acıyıp acımadıklarını soruyordu. Üzerime bir şey giymeden yanına uzandım ve sarıldım. Birlikte reels izlemeye başladık. Günün sevdiğim aktivitelerindendi.

 

Ertesi Gün

 

Sabah, köyün çıkışında nöbet tutarken orada saatlerce duran üç er rütbeli askere kahveye gitmeleri için izin vermiştim. Birce’yle olduktan sonra bana bir merhamet duygusu gelmişti. Her ne kadar sıcak olsa da, sabahları ürkütücü bir serinlik taşıyordu. İlerleyen saatlerde kafama yediğim ağır bir darbe ile sarsıldım. Gerisi karanlık.

 

Gözlerimi araladığımda mağara tipi bir yerdeydik adeta. Hemen etrafı kolaçan ettim. Bir şekilde birilerine ulaşırsam tarif edebileyim, çıkarsam unutmayayım diye.

 

"Vay vay vay danam, öldürecek misiniz beni?"

 

Bozuk bir Türkçe ile, "Kes sesini! Bize uygulayacağınız planı anlat!"

 

Kahkaha atmaya başladım. Bu onların canını sıkmış olacak ki yüzlerini buruşturdular. Adamlar bakışlarını sertleştirip sinirle birbirlerine bir şeyler fısıldadılar. İçlerinden biri bıçağını yavaşça kınından çıkardı, yüzünde soğukkanlı bir kararlılık vardı. Diğerinin elinde küçük bir tuz kesesi duruyordu. Gözlerini üzerime dikmişlerdi; sabrımı zorlayacaklarını biliyordum ama hiçbir tepki vermemeye kararlıydım.

 

İlk adam yanıma yaklaştı ve kollarımı sıyırarak bıçağı derime batırdı. Derin bir kesik açtı, kan süzülerek kolumdan aşağıya indi. Ardından, bir sonraki kesiği atarken yavaş hareket ediyordu; acıyı uzatmak için. Gözlerimi kısarak içimdeki yanmayı hissetsem de, bakışlarımda en ufak bir değişim olmadı.

 

"Yetersiz. Anlatamayacağım."

 

"Sen kaşındın."

 

İkinci adam elindeki tuz kesesini kesiklere bastı. Etimin kavrulmuş gibi yanmasına, boynumun tüm vücuduma yayılmasına rağmen dişlerimi sıktım ve hiç ses çıkarmadım.

 

"Planı anlat!" dedi bozuk Türkçesiyle biri, sabırsızca. "Her şeyi biliyoruz, sadece itiraf et!"

 

Kahkaha attım, acıdan değil, onların çaresizliğini görmekten gelen bir kahkaha. “Şşt, sen, sen. Akan kana bak. Kırmızı. Bayrağa bak, kırmızı. Sence satar mıyim vatanımı ben sizin gibi 3 kuruşluk heriflere?"

 

Sırıttım. Canım yanıyordu, tarifi de yoktu. Ama hiçbir şey anlatmayacaktım.

 

Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar, ama çabuk toparlandılar. Bu sefer daha ileri gitmeye kararlıydılar. Boynumda iki kolye vardı. Biri asker künyem, diğeri ise Birce ile birlikte yaptırdığımız fotoğraflı kolyeydi. Minik bir şeydi.

 

Aklıma Birce geldi bir an. Afalladım. Afalladığımı hisseden adamlardan biri suratıma tekmeyi geçirdi. “Orospu çocuğu!” diye bağırdım.

 

“Yok, sen akıllanmayacaksın!”

 

“Akıllandırır mısın yakışıklı?” Sırıttım. Bu onu delirtiyordu.

 

Canım çok yanıyordu. Fiziksel acı olmasa bile sevdiklerimi bırakma düşüncesi uzuyordu. Ama iyi ya, vatanı satmadan şehit olacaktım. Vatan için.

 

Gözlerimle adamı takip ettim ve 5-6 tane demir çubuk getirdi. Isıdan kıpkırmızı bir renk almıştı demirler. Baklavalarıma bastı ilk demiri. Etimin yanık kokusunu aldım. Boncuk boncuk terledim. Dişlerimi olabildiğince sıktım.

 

Bir an aklıma Birce’nin de bu acıyı çektiği geldi. Kinim ve öfkem artmıştı. Yanımda kalan iki askere de aynısını yapıyorlardı. Ben işkenceye saatlerce dayanmaya çalıştım.

 

Murat Baykal

 

Hemen yola ve aramalara çıkmıştık. Sanki hepimizden çok Egemen telaşlı ve korkuluydu. Akşama kadar bulamayınca Birce’ye haber vermek zorunda kaldık.

 

Birce çılgına döndü, delirdi. Askeriyedeki çoğu bölük, Barlas ve iki askerimizi aramak için işe koyulmuştu. Tabii ki sakinlik yerini almıştı.

 

Biz de tam çıkarken, Birce bir anda durdu. “Barlas şehit olur da gelirse…” Hepimiz Birce’ye döndük.

 

“Seninle küs gittiğine çok üzülür. Vicdan azabını çekersin,” dedi, kesik kesik konuşarak Egemen’e.

 

Egemen ise bir süre yere bakarak durdu. Birce’ye dönüp Birce’ye sarıldı. “Sana söz veriyorum, Barlas’ı bulacağım. Elimle de getireceğim sana. Özür de dileyeceğim. Söz.”

 

İkisi de ağlaştıktan sonra çıktık ve Barlas’ı aramaya gittik. Tim dağılmış haldeydi. Komutanlardan biri şöyle dedi:

 

“Kayıp olan kişinin Barlas olduğunu çıkarın kafanızdan! Kendinize gelin. Yapmayacak olan varsa görevde bulunmayacak.”

 

Herkes ve ben dahil, oturuşumu düzelttik.

 

.

.

.

.

.

.

 

Yeni bir bölüüm..

Gelecek en kısa zamanda yeni bölüm öpüyorum sizi. Barlas sizce yaşıyor mu?

 

 

Loading...
0%