Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1. Bölüm

@curly0cean

Ay ışığı yeryüzünü, karanlığın yıkıcılığını önlemek için aydınlatır, peki ya benim içimde ki karanlığın yıkıcılığını neden önleyemedi? İnsanlar çoğu zaman kendilerine üzüntüyü dert veya keder olarak tanıtsa da ne kadar yanıldıklarını onlara anlatamazsınız, anlamazlar.


Ta ki gerçekten üzülüp bu üzüntülerinin basit dertleriyle bağdaşmadığını fark edene kadar, insanı en çok yoran şey dertleri değildir çünkü, eğer ortada bir dert varsa hemen ardından o derdin bir çözümü de gelir ve çözümü olan herhangi bir şey insanı ağlatacak kadar rahatsız edip üzemez.


    Sizi en çok üzen kendinizdir, kimsenin kalıcı olmadığını bildiğiniz halde, yolun sonuna geldiğiniz de ise yine sizin için 'kimseyi' ifade edecek birini hayatınıza alarak kendinize acı çektirmenizse boğazınızda oluşan yumrunun çözülmemesi için atılan son düğümdür. Eğer bir gün kahvenizi alıp balkonunuza oturduğunuz da, gözünüz acılarınızı içinde tutamıyorsa, karşıya baktığınız da ölümle burun buruna hissediyorsanız ve boş duvar bile size çok şey ifade ediyorsa, bir zamanlar birini hayatınıza almışsınız ve o kişi için şimdi 'kimse’ siz olmuşsunuzdur...


    “Değişim öğrencileri açıklanıyor!”  


     Ders biyolojiydi, her zaman ki biraz karışık ve epey sıkıcı. Zaten kimsenin aman aman ders dinlediğini düşünmüyordum. Herkesin aklı bugün açıklanacak olan değişim öğrencilerindeydi. Evet, değişim öğrencileri. Her sene olduğu gibi bu sene de yine bizim okulun gelenek haline getirdiği değişim programı, herkes üç  ya da dört kişilik gruplar halinde isim yazdırıyor ve bir hafta sonra ise bu isim yazdıran grupların arasından sadece iki grup değişim öğrencileri olarak seçilen ülkeye bir aylığına gönderiliyordu gönderilecek öğrenciler ise sadece on ikinci sınıfların arasından seçiliyordu. Bütün fiyat veya da farklı harcamaları ise okul karşılıyordu. Bir zahmet karşılasınlar da o kadar para vererek okuyoruz.


Bir hafta önce


     “Duydunuz mu?” dedi Oktay elin de ki tosttan büyük bir ısırık alırken, üçüncü dersin teneffüsündeydik, Oktay ve Volkan’ın büyük ısrarları üzerine okulun kafeteryasına gelmiştik. Bizimkiler sürekli aç olduğu için neredeyse her iki teneffüste bir buraya iniyorduk.


     Oktay ve Volkan, beşinci sınıfta tanışmıştık. Okulun ilk günleriydi, pek atılgan veya sosyal biri sayılmazdım. Sürekli yalnız başıma takılır kitap okur veya da cinayet çözme oyunları yazardım. Kendimce hobilerim vardı ama bunları beraber yapacağım hiç bir arkadaşım yoktu. Ta ki Oktay ve Volkan yanıma gelip, “Sıkılmıyor musun ya?” diyene kadar, o günden sonra herşey değişmişti. İlk iletişimimiz böyle olmuştu, sonra her sabah günaydın denemeye başlamıştı. Kendimden beklemediğim şekilde onlarlayken çekingen veya da utangaç hissetmemeye başlamıştım. Bizi tamamen yakınlaştıran şey ise toplantı günü üçümüzün de annelerimizin yan yana görmesi ve arkadaş olduklarını öğrenmemizle başlamıştı. İyi ki de başlamıştı, ilk ve tek arkadaşlarımdı onlar benim.


       “Neyi?” Dedim. Elimde ki kahveyi yudumlarken, bir yandan da Oktay’ın sorduğu soruya karşılık vermiştim. Volkan ise iştahla gömdüğü kuru pastalardan kafasını kaldırıp cevap vermeye bile tenezzül etmemişti. Oktay tostunun son parçasını da ağzına attı ve ayranını da tekleyerek hızla yuttu.


     “Değişim öğrenci programı için isim yazdıra biliyor muşuz onu diyorum.”  Oktay’ın kurduğu cümle ile birlikte başımı onaylarcasına salladım. “Evet duydum, dün başlamış.” Oktay da beni onaylarcasına başını salladı ve konuşmaya devam etti.


      “Diyorum ki, acaba biz de mi yazılsak?” işte şimdi belli olmuştu bunun karın ağrısı. Elimi bilmem dercesine sallayarak Volkan'ı gösterdim. “Bilmem, Volkan ne der acaba?” İki çift meraklı gözün üzerine dönük olduğunu gören Volkan nihayet kuru pastalarından ayrılıp konuya dahil olmuştu. “Beni biliyorsunuz, fark etmez siz ne yapalım derseniz tamamdır bana.” Gerçekten de öyleydi, konu her ne olursa olsun fikrini sorardık fakat cevap hep aynıydı. Açık ara grubun adaptesi en iyi olanı Volkandı.


     “Vallahi bana da pek fark etmez sizle olacağım için bir problem yok.” Pası tekrar Oktay'a göndermiştim. O da aldığı cevaplardan memnun olmuş olacak ki heyecanla konuştu. “Tamam kalkın, isim yazdırmaya gidiyoruz.”


     Bir kolunu benim koluma dolayıp diğer kolunu da Volkan’ın omzuna atmıştı, öylece müdürün odasına doğru yürümüştük.


Günümüz


     Neredeyse uyumama ramak kala arkadan ve önden çift dürtüklenme ile hemen doğrulmuştum. Uyumamı istemiyorlardı çünkü bu teneffüs seçilen öğrenciler açıklanacaktı, Oktay zaten yerinde duramıyordu, Volkansa her ne kadar belli etmemeye çalışsa da epey heyecanlıydı. Bende zaten seçilmeyeceğimizi, bizde o kadar şans olmadığını bildiğim umursamıyordum.


    “Kızım uyumasana!” arkadan her beş dakika da bir durum bildirimi yapan Oktay'a döndüm. “Uyumuyorum Oktay kör müsün?” fısıltılı bir şekilde konuşarak. Eğer bağırarak ya da normal bir tonda konuşsam büyük ihtimalle konuştuğum son şeyler olurdu, çünkü bu deli karı da her an insanın üstüne atlayıp parçalayacak potansiyel görüyordum. Biyolojiden nefret ediyorsam tek sorumlusu, dersin hocasıydı.


     Oktay da yine aynı fısıltı da cevap verdi. “Helal lan, uyanık olarak geçirdiğin ilk biyoloji dersi bugünün tarihini not al.” Sesini duyurabilmek bana doğru yaklaşarak konuşan Oktay'ın suratına sert olmayan bir şekilde vurdum. “Sus artık, bak yoksa bu karı bizi dersten değil pencereden aşağı atar ben sana söyleyeyim.”


Tam da kurduğum cümlenin ardından, aşkından ölüp bittiğim o sesi duydum. Canım zil, kurtarıcı zil!


     “Kalk kalk kalk, hadi kalkın.” Zilin sesini duymasıyla birlikte hocanın çıkabilirsiniz demesini bile beklemeden, beni ve Volkan’ı asılarak kapıdan dışarı çıkaran Oktay'a ayak uydurarak arkasından gitmeye başladık. O kadar uykum varken sırf uyduruk bir seçme için kırk dakika biyoloji ders dinlemiştim, çok gerginim!


    “Dur oğlum asılma, şimdi tepe taklak gideceğiz üçümüzde merdivenden.” Volkan’ın uyarısıyla biraz yavaşlayan Oktay aynı zamanda bizi de asılmayı bırakmıştı. “E hadi abicim, çok yavaşsınız.” Volkan, Oktay’ın kafasına hafif bir şaplak geçirdi. Oktay kızgın bir ses tonuyla cevap verdi. “Ne vuruyorsun amına koyayım, yavaşsınız işte yalan mı?” sitem ederek kurduğu cümlenin ardından Volkan aydınlanma yaşarcasına konuştu. “Ha yavaş mı dedin, ben yavşak diye anladım amına koyayım.” Aralarında geçen muhteşem dakikalara gülmemek elde değildi. Kıkırtılı bir ses tonuyla cevap verdim.


     “Şşş tamam susun artık, küfür edip durmayın, bir hocaya denk gelirseniz o koyar size.” kurduğum cümleye ikisi de gülerken çoktan ilk kata inmiştik bile, müdürün odası tarafında gördüğüm yoğun insan akışı gözümü korkutmuştu. “Gençler biz buradan nasıl geçeceğiz?” ikisine de yönettiğim soruya ek olarak Volkan konuştu. “Selenayı mı çağırsak? Nazlı kurabiye istediğinde bile çağırınca gelmişti, biz şu durumdayken de gelir bence.” Bizim grupta insan yaşlanmazdı be. Volkan’ın söylediği şeye üçümüz de gülmüştük, bir yandan da yanımızdan geçerken bize kötü bakışlar atmayı ihmal etmeyen insan bozuntularına aynı bakışlarla karşılık veriyordum.


     “Neden herkes bize garip bakıyor ve sen neden aynı bakışlarla karşılık veriyorsun fıstık.” Oktay beni kolunun altına alarak kendine çekti ve  saçlarımı karıştırarak sevgi gösterisinde bulundu. Çok seviyorlar beni öyle böyle değil!


     Birbirine karışan kâküllerimi ve saçlarımı ondan kurtararak, hızla konuştum. “Bakın kalabalık dağılmaya başlamış hadi gidelim, sonra sınıfa çıkacağız ve ben uyuyacağım.” Kurduğum cümleyle birlikte Volkan ve Oktay itiş kakış bir şekilde koşa koşa ileri de,  üzerlerinde kağıtların  asılı olduğu panolara doğru ilerlediler. Bense yavaş ve savsak adımlarla arkalarından yürümeye başladım. Volkan ve Oktay çoktan panoların önüne varmış, yukarıdan aşağıya boylu boyunca asılmış olan kağıtlara bakıyorlardı. Arkalarında durarak bende göz gezdirmeye başladım.


    “Neredeyiz amına koyayım biz! “ Volkan'ın sesli sitemi ile birlikte ona döndüm. “Volkan sakin olsana biraz. Bakıyoruz işte.”  Volkan büyük soluk vererek konuşmaya devam etti. “İyi de bulamıyoruz işte.” Volkan’ın oflamalarını es geçerek kağıtlara bakmaya devam ettim. Acaba bu mal Oktay kayıt ettirmemiş  olabilir miydi?  Bizi ya da doldurduğumuz formu müdüre vermeyi falan unutmuş olabilir miydik?


    Volkan ve Oktay’ın yarattığı boşluktan biraz daha öne doğru sızarak arkadan net olarak göremediğim kısımlara bakmaya başladım. Burada da yok... Buraya bakmıştım zaten... Neredeyiz biz ya... Hayır, burada da yokuz... Yaklaşık dört kağıda bakmıştım. Fakat hiç birinde yoktur. Oflayarak panodan geriye doğru adımladım ve bakış açımı genişleterek arkadan bakmaya başladım. Volkan kendini yere atmış sırtını ve başını duvara yaslamış bıkkınca oturuyordu. Oktay ise hala kağıtlara bakmakla meşguldü. Bakışlarımı bu ikiliden ayırarak tekrar şuan olarak baktım ve o an gözüme çarpan şeyle birlikte neler olduğunu anlamam bir oldu panonun en üst kısmın da asılı dikdörtgen bir kağıt. Aynen şöyle yazıyordu.


  “Panoda, ismi olmayan sadece iki grup var. Odama gelsinler, ailelerine onaylatmaları için form vereceğim.”


    Parantez içerisinde ise. “Kazananlar yazılsa çok kolay olurdu, siz öğrencilerimiz için biraz heyecan olsun diye seçilmeyen grupların listesini hazırladık.”


     Bu yazının ne anlama geldiğini algılamam ve seçildiğimizi anlamam arasında geçen on saniyelik bir zaman dilimini atlattığımda. Hayret dolu sesimle konuşarak ortama ilk bombayı attım. “Gençler, hani ben size seçilmeyiz zaten neden yazılıyoruz demiştim, siz de bana belli mi olur belki seçilirse demiştiniz ya.” Dedim ve durak sayarak bizim ikiliye baktım onlarsa çoktan bana odaklanmıştı. “Evet fıstık ne oldu ki?” beklediğim cevabı almam ile birlikte başımı hayır anlamında sallayarak cevap verdim. “Hayır, hayır yanılmışım. Seçilmişiz gençler, yakın zamanda yolculuğa çıkacağız.” Söylediğim şey ile birlikte Volkan hızla yerden kalarak bana doğru adımladı. “Nerde gördün kızım, iki saattir bakıyoruz yok.”  Kolumu sarsarak soru soran Volkan’a kıyasla ben sakince cevap verdim.


     “Panonun en üstünde ki kağıda bakarsanız anlayacaksınız.” Nedendir bilmiyorum fakat bunu söylerken heyecanlandığımı hissetmiştim, heyecanlanmıştım. Bizi dinleyen Oktay söylediğim şeyle birlikte benim yanıma doğru geri adımlayarak üst kısımda bulunan yazıya baktı. Ardından ise arada gelen on saniye sonrasında Volkan da aynı hareketle yanımıza geldi. Şuan dışarıdan nasıl göründüğünüz merak ediyordum. Düşünsenize, üç kişisiniz, koridordasınız ve kafalarınızı yukarı kaldırmış karşınızda ki pano ya  bakıyorsunuz.  Ben olsam garip bir bakış atardım yani, Mona Lisa tablosuna bakıyor muşumuz gibi bakıyorduk en üstte ki dikdörtgen kağıda.


     “Oha amın koyayım, boynum koptu iki saattir kağıtlara bakmaktan yaratacağınız heyecanı sikeyim!” küfürlü bir sitemle ortaya ilk sözü atan Volkan'ı onaylayan kişi Oktay olmuştu. “Harbi amına koyayım ya.” Verdikleri tepkilerin ve kazanmış olmamızın verdiği heyecanla bir kıkırtı döküldü ağzımdan ve ardından onlara kıyasla gayet medeniyete uygun bir cümle kurdum. “Tamam çocuklar çıkışta edersiniz küfürlerinizi, şimdi gidelim de şu formları alalım.” Gayet mantığa uygun olarak kurduğum cümle ikisinin de kafasına yatmış olacak ki  bekletmeden onayladılar. “Bence de kardeşim hadi sonra ayriyeten senle bir küfür seansı yaparız biz.” Volkan, Oktay’ı kolunun altına alarak yürütmeye başladı ben ise koluna girmiştim. Müdürün odası koridorun sonundaydı, yaklaşık on beş büyük adımda kendimizi kapının önünde bulduk.


     “Hazır mısınız gençler?”  Volkan’ın biz yönelttiği soruya ilk cevabı bu sefer  ben vermiştim. “Hazırız, hadi girelim.” Oktay beni onaylayarak ekledi. “Hadi.” Elimi yavaşça kapıya götürdüm ve iki kez tıklattım. “Gel.” İçeriden gelen onay sesiyle birlikte havada asılı duran elim yavaşça kapının kulpuna gitti. İlk adımı ben attım sonra ki adımlarsa zaten kendiliğinden beni içeri soktu, ardımdan gelen Volkan ve Oktay ile birlikte artık içerideydik, mutlu muydum bilmiyorum ama kesinlikle heyecanlıydım.


     “Ooo çocuklar, nihayet gelebildiniz. Sizi bekliyordum bende.”  Aker hocanın neşeli karşılaması ister istemez yüzüme bir tebessüm kondurmuştu. Oktay ve Volkan'a göz ucuyla kısa biter bakış atarak vaziyetin nasıl olduğuna baktım. Volkan ellerini arkada bağlamış rahat bir tavırla duruyordu. Oktay ise... Oktay da Volkanla  aynı pozisyonu almıştı ve hocaya yiyeceklermiş gibi bakıyorlardı. Eh haksız da sayılmazlardı ya o kadar zaman boşuna panoların başında beklemiştik. “Evet çocuklar, sanırım sonunda seçilen bir diğer grubun da siz olduğunu çözmüşsünüz.” Aker hoca ortamda ki gergin sessizliği neşeli sesiyle bozarak ortamı yumuşatmak adına bir adım atmıştı.


     İkinci adımı ise atacak olan ise kesinlikle ben değildim. Aker hoca bir yanıt beklercesine bizlere baktığında hızla Oktay’a döndüm. Genelde bu tarz konuşmalar hep ona devredilirdi. Oktay yine vaziyeti kavramış olacak ki sesli bir soluk vererek Aker hocanın az önce ki sorusuna bizim adımıza yanıt verdi. “Evet hocam, şimdi de formları doldurmak için geldik.” Aker hoca memnun bir yüz ifadesi ile Oktay'ı onaylayarak cevap verdi. “Güzel, güzel. Oturun şöyle çocuklar.” Dedi masasının karşısında ki dörtlü sandalyeyi göstererek.


    Hocanın sözlü onayı ile birlikte ilk adımı Volkan attı, ardından ise Oktay belimden iterek beni de Volkan'ın karşısında ki sandalyeye doğru yöneltti ve ben oturunca o da yanıma oturdu. Böylece ortada ki kısa ayaklı masanın etrafında oturmuş bulunuyorduk.


    Aker hoca masasının başından kalkarak elinde bir kaç kağıt ile bize doğru geldi. “Çocuklar siz bu formları birer birer doldurun alttakileri ise ailelerinize götüreceksiniz, benim bir işim var müdür yardımcısının odasında. Bir sorun olursa gelirsiniz, biliyorsunuz hemen yan taraftayım.” Sözsüz bir şekilde başımı sallayarak Aker hocayı onayladım, aynı tepkileri Oktay ve Volkan dan da alan Aker hoca yüzünde hiç bir zaman eksiltmediği gülümsemesi ile dışarı çıktı ve çıkarken de kapıyı kapatmayı ihmal etmedi.


    “Hala inanamıyorum.” Dedim elimde ki formun üzerinde ki başlığa bakarak. ‘Reşat Umi Sarıngan Koleji Değişim Programı' Seçileceğimiz aklımın ucundan dahi geçmemişti. Şuan o kadar şaşkındım ki, söyleyecek bir şey bulamamıştım. Oktay hevesle konuşarak ortamda ki bu şaşkın havaya son vermek istedi. “Ben demiştim, seçileceğiz diye!” keyifle kurduğu cümleye ben gülerken Volkan Oktay’ın bacağına bir şaplak vurdu.


    “Doğru söyle lan, şu takıntılı büyücü eski sevgiline ayin falan mı yaptırttın seçilelim diye.” Volkan’ın kurduğu cümle ile ben kahkahayı salarken Oktay sahte bir kızgınlıkla cevap verdi. “Gevşek gevşek konuşma lan! Ayrıca Çağla büyücü falan da değildi. Sadece gotik tarz takılmayı seviyordu.” Volkan, Oktay’ın kurduğu cümleye ‘yav he he!’ der gibi hareket yaparak konuştu. “Lan oğlum yürü git, gotikmiş. Kızın yanından geçerken bildiğim tüm duaları okuyordum amına koyayım ne gotiği bildiğin büyücü.” Oktay abartılı bir şekilde göz devirerek cevap verdi. “Volkan sen dua biliyor musun ki okuyacaksın, amına koyayım, sen Din sınavından bile on üç almış adamsın.”


    Volkan ve Oktay’ın dinlemesi ultra keyifli konuşmasını, tribünden tenis maçı seyreden seyirciler gibi izliyordum. “Ne olmuş on üç aldıysam amına koyayım, en azından senin gibi edebiyat sınavında, eserlerin karşısına yazarlarını sorunca hepsine ‘Taşşak-u Talat' yazmıyorum ben!” Volkan’ın söylediği şey ile birlikte durmayan gülmem daha da alevlenmişti. “Taşşak-u Talat değil Gerizekâlı.” Dedi uzanıp kafasına bir tane şaplak geçirirken “Taşuk-u Talat o bir kere.” Oktay’ın ters bakışlar eşliğin de söylediği son cümle gülmemi anırmaya çevirirken ağzımdan çıkan domuz sesi tüm dikkatleri üzerime çekmişti.


     Oktay deli misin der gibi hareket yaparken Volkan ise konuşma kısmını devralmıştı. “Kızım sende gülmek için bu anı bekliyormuşsun be! Kıkır kıkır bir susmadın!” Gülmekten nefes almayı unutacak raddeye gelmeme rağmen konuşmaya çalışıyordum. Volkan ve Oktay da ne kadar ciddi kalmaya çalışsa bile halime dayanamadıkları her hallerinden belliydi. Yanım da oturan Oktay bana doğru uzanarak omuzlarımdan tuttu ve sanki çok ciddi bir iş yapar gibi yüz ifadesini anın da değiştirdi. “Şimdi bana bak Ekim Gaye Savan, sakin kalmaya çalış. Bu yolları beraber aşacağız, bu gülme krizlerini beraber yeneceğiz ama biz yardımcı olmalısın. Hazırsan nefes çalışması yapacağız şimdi seninle.” Bunu demesiyle birlikte gülmeyi bırakarak suratına baktım, bu çocuk oldukça ciddiydi. Volkan söz atlayarak konuşmaya başladı. “Kardeşim sen nesin böyle be!” Oktay omuzlarımı bırakarak saçlarını savururmuş gibi bir hareket yaptı ve Volkan'a cevap verdi. “Biliyorum bebeğim, her şekilde mükemmelim.” Bu sefer hafif bir kıkırtıyla ben ekledim. "Ve çok da mütevazısın, her seferinde gözlerim yaşarıyor.” Söylediğim şeye üçümüz de gülmüştük.


     Oktay üç kez art arda alkış yaparak yine dikkatimizi kendi üzerine çekti. “Hey, bu kadar boş Boğazlık yeter. Hadi dolduralım şu formları sonra da kafeye falan gideriz.” Söze atlayarak sordum. “Ne yani dersleri asacak mıyız?” Oktay anında kafasını doksan derece çevirerek bana baktı. "Evet şekerim itirazın mı var?” tam ağzımı açacağım sırada Volkan da lafa atladı. “Biz de öyle düşünmüştük beybisi, itirazın olamaz zaten.” Düşünün o kadar muhteşem arkadaşlarınız var ki siz yorulmayın diye sizin adınıza düşünüp karar veriyor. Başımı onaylamazcasına sallayarak konuştum. “Siz iflah olmazsınız.”  Onlar ise cevap olarak öpücük fırlatmışlardı. Mübareklerden horul horul eril enerji akıyor ya!


     Yaklaşık on beş dakikalık bir sessizliğin ardından formlarımızı doldurmuştuk ve şuan da yangın merdivenin de çantalarımızı almak için teneffüs zilinin çalmasını bekliyorduk. Sonuç olarak derste hocaya 'hocam biz dersleri asacağız da çantalarımızı alabilir miyiz?’ diyemezdik ya. 


     Bugün hava her zamankinden daha sıcak ve bunaltıcıydı böylece Volkan ile Oktay’ında dediği gibi hiç ders işlenecek hava olmadığına göre okuldan kaçmamızda da bir sakınca gözükmüyordu. “Kafeye mı gidelim, dondurmacıya mı?” telefondan başımı kaldırmadan sorduğum soruya Oktay da kendi fikrini ekledi. “Önce pideciye mi gitsek acıktım da.” O böyle deyince ben de aklıma oturmuştu. Onu onaylayarak konuştum. “Bence de önce pideciye gidelim, sonra da kafeye falan gideriz orasını konuşuruz.” Oktay’la ortak noktayı bulduğumuz da ikimiz de meraklı gözlerle Volkan'a döndük. Fakat o bıraktığımız yerde yok, ayağa kalkmış ve bizden bir kaç adım ötede gülerek telefonla konuşuyordu. Sanırım sabah bahsettiği ‘sadece güzel olduğu için' flörtleştiği kızla konuşuyordu. Oktay ve ben umutsuz bir vakaya bakan doktorlar gibi Volkan'a bakarak iç geçirdik. Oktay aniden aydınlanma yaşayarak konuştu. “Bak bak izle şimdi ne yapıyorum.” Gülerek ayağa kalkan Oktay’a bakarak konuştum. “Nereye oğlum?” Oktay boydan boya kendisini göstererek cevap verdi. “Sadece abini izle beybisi.” Ve bir kaç adımda Volkan'ın hemen arkasına geçti. Bense meraklı gözlerle bu ikiliye bakmayı sürdürdüm.  Volkan hala telefon konuşmasını sürdürdüğü sırada Oktay bahsettiği şeyi yapmaya hazırlanıyordu sanırım. Görüş alanım iyice daraldığı için bende ayağa kalkacak bir adım daha öne çıktım.


    İşte tam o an Oktay’ın ne yapmak istediğini de anlamıştım. Oktay benim bir adım daha yaklaştığımı görünce bana dönerek göz kırptı, ben de ona masumane bir gülümseme ile cevap vermiştim ve o sırada Oktay gardını almış bir şekilde bağırdı. “Ah Volkan! Aşkım ne yapıyorsun burada. Özledim seni.” Çıkardığı kız sesiyle beraberinde söylediği şey Volkan’ı amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenir gibi on yerinden vurmuştu sanırım. Bense ne kadar anlasam da ne yapacağını, ansızın gelen bu ton da ki sese. Domuz gülüşüm ile karşılık vermiştim. Volkan geriye doğru dönüp. Oktay'ı susturmaya çalışırken bir yandan da telefonda ki kıza açıklama yapmaya çalışıyordu. Bense tabii ki de her zaman ki gibi görevinin başına geçip işime başlamıştım ‘video çekmek'.


      “Hayır hayır kapatma, yavrum vallahi Oktay yaptı o sesi kız falan yok! Hayır yavrum yeminle yok. Ya kızım dinle bir vallahi kimse yok. Bu Gerizekâlı Veled-i Zina yaptı.” Oktay ve benim kahkahalarım Volkan’ın her söylediği şeyde daha büyük bir hal alırken Volkan bir elini hava da sallayarak laf anlatmaya çalışıyordu kıza.


     Telefonun kapandığını anlamamızla artık gülmeyi bırakarak. Ölümümüzü beklemeye başladık, çünkü şuan Volkan nefes egzersizi yapıyordu. Bu da demek ki saldırıya hazırlanıyor! Volkan yavaş adımlarla biz doğru yaklaştığında ben masum bakışlarla bu işin sıyrılma amacındaydım. Oktay ise -şuan ne yaptığı hakkında bir fikrim yok ama, sanırım dönüşüm geçiriyordu.- Volkan'a değişik hareketler eşliğinde “Gelme üzerime katil.” Diyordu. Volkan bir bir bize yaklaşırken biz kızmasını beklerken o bizim üzerimize atlayarak sarıldı. Oktay şaşkınlıkla bana döndüğünde ben de en az onun kadar şaşkın bir biçimde de bakışlarımı Volkan’a çevirmiştim. Oktay, Volkan'ı üzerimizden ittirerek elini Volkan'ın alnına dayadı. “Allah Allah ateşi de yok, noldu ki buna.” Volkan, Oktay’ın bu hareketine karşın gülerek kafasına bir şaplak vurdu.


       “Oğlum sayenizde de kurtuldum kızdan, öyle bir yapıştı ki bırakmıyor. Hayır muhabbeti de sarmıyor. Düşünebiliyor musunuz, kızla konuştuğumuz tek ortak konu kutup ayılarının neslinin tükenecek olmasıydı ki ben bunu coğrafya dersinde bile dinlemeyen insandım.” Ben dediği şeye gülerek cevap verdim. “Dinlemediğin belli gerçekten.” Oktay da benim dediğime onay vererek devam etti. “Aynen öyle kardeşim, dinlemediğin gerçekten belli. Yani kutup ayılarının neslinin tükenecek olmasını biz Coğrafya da değil Biyoloji de işledik mesela.” Ve beni göstererek devam etti. “Bunu her Biyoloji dersinde uyuyan kızın bilmesi, ve en yüksek dersi Biyoloji olan çocuğun bunu demesi büyük hayal kırıklığı evladım.” 


      Volkan tam cevap vereceği sırada zilin çalması ile duraksadı ve Oktay'a abartılı bir  biçimde de göz devirerek bana döndü. “Hadi beybisi çantaları almaya gidelim.” Onların bu hallerine gülmemek elde değildi gerçekten. Hızla ayağa kalkarak ellerimi çırptım. “Hadi gidelim, kalk Volkan.” Volkan benim dememle birlikte ayağa kalkınca ikisinin de ortasına geçerek kollarımı omuzlarına attım. Benim boyum onlara göre oldukça kısa kaldığı için onlar biter ellerini benim belinden geçirerek beni havaya kaldırdılar, bense gülerek ağzımdan tiz bir çığlık çıkardım. “Ne yapıyorsunuz çocuklar.” Oktay gülerek karşılık verirken Volkan sorumu hızla cevapladı.


“ Ne yapalım işte, zaten bir tane prensesimiz var biz de onu el üstünde tutuyoruz.” Söylediği şeyle birlikte, hızla onları kendime çekerek saçlarını karıştırdım. “Sizi çok seviyorum, biliyorsunuz değil mi?”  Oktay da Volkan da duygusal ortamları ve konuşmaları hiç sevmezdi. O yüzden ne zaman duygusal bir bağ yaratacak cümle söylesem şaka vurarak cevap verir ve bana da aynı şekilde söylerlerdi.


        “Biliyoruz beybisimiz, bu mükemmelliyet abidelerini nasıl sevmez ki bir insan.” Oktay’ın kurduğu cümleye üçümüz de gülerken tekrar konuştum. “Ne yani siz beni sevmiyor musunuz?”  Volkan ve Oktay anında itiraz modunu açarak beni susturdular.


       “Bunu sorman bile bize hakaret, şaka bir yana sensiz eksik gibi hissediyoruz, Evet ablam var ama, senle tanışana kadar hep bir kız kardeşim olsun istemiştim, evren bana kız kardeşlerin en güzelini verdi.” Volkan da onu onaylayarak söze atladı. “Aynen öyle, seninle tanıştığımız için o kadar şanslıyız ki, mutlu edebileceğimiz bir kız kardeşe sahibiz artık ve bu bizi Dünya'nın en şanslı erkekleri yaptı.” Hızla yere atlayarak önlerinde durdum. Bu konuşmalar her zaman karşı karşıya gelebileceğim güzellikte değillerdi. Bana bakarken gözlerinde ki merhamet ışıltıları hiç bir zaman eksikliğini hissettirmemişti ve yine orada, olması gerektikleri yerdeydiler.  Sımsıkı sarıldım, öyle bir sarıldım ki huzura gömüldüğümü hissettim, kardeş olmadan kardeş olmaktı bu.


       Hızla sınıfa giderken çantalarımızı aldık ve ders zili çalmadan okuldan çıkmayı başarmıştık. Okulun arkadaşlar tarafına geldiğimiz de rahat bir nefes almıştım. Volkan ve Oktay motorlarını otoparkta çıkarmaya gittikleri sırada bende okulun bahçesin de ki bir kaç öğrenciye göz gezdiriyordum. Zil çalmış olmasına rağmen derse girmemişlerdi anlaşılan. Bizim gibi...


     Bu grubu biliyordum, onlar da bizim gibi on ikinci sınıftı. Sağ da ki turuncu saçlı kız yanlış hatırlamıyorsam ismi Ayla'ydı. Oldukça soğuk ve sert biri olduğunu duymuştum. Sağda ki beyaz ve sarı arasında gidip gelen bir renkte olan bal köpüğü, uzun saçları ile bir periden farkı olmayan kız ise, ismi Suğra, Suğra Yeşimdi. Evet onun da benim gibi iki ismi vardı ve ikisi de ona oldukça yakışıyordu. Bir kaç kez lavabo da denk gelmiştik. Oldukça samimi ve Alya'nın aksine yumuşak birisiydi. Sakin ve ağır başlı ama enerjikti, bir kaç kez konuşmuşluğumuz vardı. Sağda ki iki çocuktan yine karamel ve turuncu arasında gidip gelen saçlarıyla tam bir havuçu andıran şahsın ismi ise Anıldı. Anıl'la bir kaç matematik kursunda aynı sınıfa denk gelmiştik. İyi birisiydi, pek cıvıtkan olmasa da komikti, ben pek konuşkan biri olmadığım için bir muhabbetimiz yoktu ama gözlemlediğim kadarıyla samimi birisiydi. Ve son olarak okulun boks şampiyonu Can, Can Berk Atalay. Gözlerimi ondan tarafa çevirdiğimde göz göze geldik. Diğer üçü hareketli bir şekilde bir şeyler konuşurken o pek dinlemiyor gibiydi, üzerimde ki delici bakışlarını hissettiğim için onlara dönük olan yönümü başka tarafa çevirdim. Bu çocuğun oldukça katı ve disiplinli aynı zaman da ise kendinden taviz vermeyen biri olduğunu duymuştum. Yanı sıra, alakası olmayan insanlara bile kötü bakma gibi yetenekleri de vardı sanırım. Bakışlarını hala sırtımda hissettiğim için geriye dönmeye cesaret edemiyordum.


      Nihayet Volkan ve Oktay motorlarıyla birlikte geliyorlardı. Biraz da rahatlamıştım, ve şu durumda yeniden fark ettim ki. Onlarsız kanatları kırılmış bir kuş gibiydim. Oktay motorla önümde durarak ikinci kaskı bana uzattı. Fakat hemen sonra geri çekerek kendisi giydirdi. Bana gösterdikleri önem çok güzeldi. Motorum vardı fakat henüz on sekiz olmadığım için süremiyordum. Bana sürekli ‘hadi kızım ya büyü de gazlayalım artık beraber.’ Diyorlardı. Kaskı son kez kontrol ederek onay verdi ve elimde tutarak binmeme yardım etti. Volkan ise hemen yanı başımız da motoruyla bekliyordu. Bindiğimi görünce başımda ki kaska, köpek sever gibi hareket yaparak güldü. Bu hareketiyle birlikte bende ona aynısını yaparak gülmüştüm. Nihayet hazırdık. Volkan, Oktay'dan işareti alınca önden sürmeye başladı, Oktay da Volkan’ın hemen arkasından ilerliyordu. Son defa okulun bahçesinde baktığım da az önce ki bakışlarla yeniden karşılaştım. Stabil bir ifadeyle bizden tarafa bakarken yönümü onlardan tarafa döndüğünü görmesiyle birlikte kaşları yeniden az önce ki gibi çatıldı. Umursamayarak önüme döndüm,


ne de olsa aynı ortamlarda bile durmayacağım bir insanın bakışlarına bu denli takılmam aptallık olurdu.


        Volkan, son sürat giderken Oktay ona nazaran biraz daha yavaş gidiyordu. Bunun sebebi ise kesinlikle bendim, fazla hız sevmediğimi ikisi de biliyordu. O yüzden kimle gidersem gideyim ikisi de dikkat ediyordu. Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolun sonunda pideciye gelmiştik, burası Selen ablanın yeriydi. Her zaman geldiğimiz yerdi, çok tatlı minyon tipli saçları kırlaşmaya yüz tutmuş, ama yaşına göre fazla enerjik ve pozitif birisiydi. Motorları giriş tarafında ki boşluğa parlak edem Volkan ve Oktay’ı ben annemi arayarak beklemeye başladım.


        “Alo, Anne.” Bir kaç cızırtılı sesin ardından annemin sesini duydum. “Efendim güzelim?” karşı taraftan gelen cevapla birlikte direkt olarak konuya girdim. “Anne ben şuan okulda değilim.” Yine bir kaç cızırtılı sesin ardından cevap gecikmedi. Sanırım kazıdaydı, çünkü telefonun zor çektiği her halinden belliydi. “Volkan ve Oktay, onlar nerede?” tabii ki de annemden beklenen cevap bu olacaktı. Gülerek cevap verdim. “Merak etme anne onlarla birlikteyim, onlarsız bir yere gitmeyeceğimi biliyorsun zaten.” Annem de gülerek karşılık verdi. “Tamam dikkat edin, ve beni merakta bırakma lütfen.” Annemin minik uyarısını hızla onaylayarak cevap verdim. “Tamam anne, iyi çalışmalar size de. Öpüyorum.” Annem de karşılık verdi. "Ben de güzelim.” Ve arkadan gelen mistik ses. “Selam söyle Carlos teyzeme.”  Annem sesi duymuş olacak ki gülerek cevapladı “Duyuyorum Oktay! “ Annem ABD'de doğmuş, fakat iki yaşında anneannemler Türkiye'ye gelmişler. Annemde böylece burada büyümüş, biraz aksanı olsa da gayet iyi Türkçe konuşuyor, Annem küçüklüğünden beri Tarihe olan merakının her şeyin önüne geçtiğini bu yüzden de arkeoloji okuduğunu söylerdi hep. Şu an eski çağa yakın bir dönemle ilgili kalıntıların çıkarılmasında görevlendirilenlerin rehberliğini yapıyor. Babam ise klasik her çocuğun hayali olan doktorluğa yönelmiş, şuan Beyin cerrahı. Annemle ise kampüs de karşılaşıp tanışmışlar, uzun süren arkadaşlıklarının ardındansa araya aşk girdiği için ortak bir gelecek planıyla birlikte evlenmişler.


        Annem Oktay’ın selamını da alınca telefonu kapatmıştı. Oktay ve Volkan yanıma gelince girişe doğru yöneldik. “Dur tahmin edeyim, Anneni aradın, okulda değilim dedin, o da sana bizi sordu.” Volkan’ın kurduğu cümleye gülerek cevap verdim. “Her zaman ki gibi, sanırım sizi benim korumam sanıyor.” Oktay gülerek arkadan kolunu omzuma artarak kendine doğru çekti. “Biz senin her şeyiniz beybisi, arkadaşın, kardeşin, dostun, abin, koruman.” Ve Volkan da aynı şekilde kolunu omzuma koydu. “Biz sana yeteriz, başkalarına da gerek yok.”


         İçimi ısıtan cümleler duymak hayatımda, beni önemseyen insanların olduğunu hissetmek, Dünya’nın en güzel duygusuydu. Belki de Dünya'nın en güzel duygusundan daha da güzeldi. Dükkanın kapısından içeri girdiğimiz an, tepede asılı duran zil saklanarak ses çıkardı. Böylece Selem ablanın da dikkatini çekmiş olduk. “Selam!” Oktay neşeli bir tonda selam verince Selam abla kocaman bir gülümseme ile bize döndü. “Hoşgeldiniz çocuklar.” Hepimiz sevecen bir tavırla selam vererek siparişlerimizi verdik ve üst kattaki masalara geçmek için merdivenlere yöneldik. Ben kıymalı kaşarlı bir buçuk, Volkan sadece kıymalı iki ve Oktay Kıymalı Kaşarlı iki pide söylemişti. Sanırım biraz acıkmıştık ki. Volkan önden ben onun arkasından ve Oktay da benim arkamda sıralı bir şekilde üst kata çıkmıştık. “Oh be püfür püfür esiyor.” Dedi Volkan, cam kenarında ki masaların birine geçerek. Biz de arkasından giderek masaya geçtik. Ben Volkan’ın karşısında ki cam kenarına geçtim. Oktay ise, Volkan’ın yanına geçmişti, böylece benim de çaprazıma oturmuştu. Çantamı yanımda ki boş sandalyeye koyarak iyi ve yayıldım ve karşımda ki ikiliye baktım, onlar da aynı tavırla bana bakınca gülmeye başladık. “E ne yapıyoruz? Bavul falan, neler alacaksınız yanınıza?” soruyu ortaya atan kişi Volkan olmuştu. İlk cevabı ise ben vermiştim. “Kıyafet, atıştırmalık, diş fırçası, şarj aleti, kulaklık, krem falan alırım herhalde.” Oktay benim cümleme karşın uyarısını ortaya attı. Unutmayın bir ay kalacağız ona göre düşünün. Başımı sallayarak onu onayladım ve ekledim. “Unutmayın ki sadece biz değil, bir grup daha gidecek.” Volkan telefondan başını kaldırarak beni onayladı. “Evet, ortak kullanma alanlarımız olacak,  odalar gibi. Ona göre hazırlanın.” Siparişlerimiz gelene kadar geri kalan zamanda havadan sudan muhabbetle konuşmaya devam ettik.


        “Siparişleriniz geldi!” Selen ablanın neşeli sesi bütün katı doldururken kulaklarımıza çalındığı an üçümüz de merdivene baktık. Selen abla önden gelirken arkada, okulun bahçesinde gördüğüm dörtlü grup geliyordu. Doğrudan buraya bakan bir çift göze nazaran ben, önüme dönmeyi tercih etmiştim. Selen abla bizim masaya yaklaşınca tabakları önlerimiz bırakırken ayranları ortaya koydu. Bu sırada ise arka masamıza geçen dörtlüye seslenerek. “Çocuklar oturun siz hemen getiriyorum sizinkileri de.” Dedi. Ve aşağı kata inmek için merdivenlere yöneldi.


        Volkan ayranın birini önüme koyarken masada ki acı biber kavanozundan aldığı bir kaç biberi de tabağıma koymuştu. “Afiyet olsun güzellik.” Oktay da peçeteye uzatmıştı. İkisinin bu hallerine gülmeden edemedim. “Teşekkür ederim yaverlerim.” Asker selamı vererek söylediğim şeye üçümüz de gülmüştük.


        Yemeğimizin yarısına gelmiştik artık, acelemiz olmadığı için yavaş yiyordum. Yoksa şimdiye hepsi midemde olurdu. Fakat yine de arkamda birilerinin oturması beni rahatsız etmiyor değildi, biraz rahatsız bir tavırla yemeğime devam ediyordum. Az önce ağzıma bütün attığım acı biber ağzımı feci bir şekilde yaktığı için ayran yönelmiştim ki sakarlığımın tutması üzerine devirmiş ve bir kısmını üzerime dökmüştüm. “Ama ya! Nasıl dökülürsün kötü ayran.” Benim saçma isyanıma karşın Volkan gülmeye başlamıştı. Kesin Allah çarptı birden öksürmeye başladı. Oktay ise hem gülüyor hem de peçete uzatıyordu. Bir yandan da yanında öksürmekten, gazı köklesende ilerleyemeyen arabaya dönüşen Volkan’ın sırtına vuruyordu.


Ben hala homurdanmaya devam ederken Oktay bana bir peçete daha uzatırken konuştu. “Kızım böyle uğraşacağına Lavaboya gitsene.” Oflayarak ayağa kalktım ve peçetenin olduğu tarafa geçtim. Böylece artık yan tarafta ki masa da görüş alanıma girmişti. Benim arkamda Anıl ve Suğra onların karşısında ise Can ve Ayla oturuyordu.


         “Of Oktay, eteğim ayran oldu hep.” Volkan arada kaynamış gibi oldu ama şuan öksürmeyi kesmiş tıkınmaya devam ediyordu. “Ya kızım, lavaboya git en azından biraz temizle böyle durulmaz. Şimdi çıkınca sana giyecek bir şeyler alırız.” Oktay’ın sunduğu fikirlerini birlikte hevesle onu onayladım. “Tamam siz bitirin tabaklarınızı çıkarken beni arayın, çantamı da unutmayın bak.” Oktay beni onaylayarak karşılık verdi. “Tamam güzelim.” Volkan da sağolsun nihayet kafasını kaldırıp başıyla Oktay’ı onayladı. İkisine de öpücük atarak lavaboya doğru ilerledim, lavabo üst kattaydı. Seri adımlarla yukarı çıkarak kendimi kapıdan içeri attım. Çeşmenin yanın da ki peçetelikten koluma birazını dolayarak, üzerine sabun sıktım ve çok az su ile ıslattım. Selen ablaya söyleyeceğim artık tam yağlı ayran almasın çıkmıyor dökülünce. Peçeteyle biraz çitileyerek Sürttüğüm de hafiften oluyor gibiydi.


         Yaklaşık on dakikadır silme çabalarım nihayet olumlu sonuç verirken elimde ki peçeteleri  çöpe attım. Bu kadarı yeterdi. Tekrar çeşmenin önüne geldiğim de karşım da ki ayna da kendime bakarak yüzümü inceledim, solgun duruyordum. Biraz makyaj hiç te fena gitmezdi aslında. Ceketimin cebinden renkli bir parlatıcı ile rimelimi çıkardım ve abartısız bir biçim de ikisini de sürdüm.  Birbirine girmiş kaküllerimi öne doğru düzelterek geri kalan saçlarımı arkaya attım. Biz gerileyerek ayna da bir kez daha kendime ve çitilemekten geberttiğim eteğime baktım. Olmuştu olmuştu, yıkılmadım ayaktayım hala güzelim.


           Kendime bakmaya devam ettiğim sırada pat diye açılan kapıyla yüreğim ağzıma geldi. “Sikeceğim böyle işi amına koyayım. Bana ne kızdan, bana ne oluyor?” bu Can değil miydi? Evet oydu. Peki neden kızlar tuvaletine geldin kardeşim. Sırtı bana dönük kapıya yumruklarını koymuş bir biçimde öylece durdu. Sanırım beni fark etmeyecek kadar öfkeliydi. Yanlış geldiğini söylesem kızar mıydı ki? “Siktiğimin kalbi.” Kapıya hiç beklemediğim anda bir yumruk savunmuştu. Eş zamanlı bağırmasıyla birlikte bende refleks olarak bağırmıştım. Benim bağırmamla birlikte bir iki saniyelik rötarla hızla arkasına döndü. Beni görmeyi beklemediği aşikardı, görmesiyle birlikte işaret parmağını bana doğrultarak anlamazca sordu. “Sen, senin burada ne işin var?” sesinde hiç bir duygu yoktu. Daha önce sesini hiç duymamıştım, sesi tamam buzdu, öfke ve kinle dolu düşmanına bakar gibi bakan gözleri sorgularcasına üzerimde gezindi.


          “Ne demek ne işim var? Lavaboya geldim işte, asıl senin ne işin var?” hangi cesaret ile böyle bir konuşma yaptım bilmiyorum ama Can, suratıma şaka yapıyorsun der gibi bakarak yeniden konuştu. “ Sorun senin ya da benim Lavaboya gelmiş olmam değil zaten, sorun ikimizin de aynı lavabo da olması ve cinsiyetlerimizin aynı olmaması.” Vay! Zeki şey seni. Bizim


cinsiyetlerimiz farklı mıydı? Hadi canım hiç fark etmemişim. Çok akıcı ve ürkütücü konuşuyordu. Ben ise her an Amerika’lıların arasında ki Suriyeli gibi mal mal bakakalabilme  potansiyeline sahiptim. Derin bir nefes alarak cevap verdim. “Ne yapalım şimdi? Sen karar ver, cinsiyetlerimizi mi değiştirelim yoksa lavaboları mı?” Bugün sabah ablanızın kahvaltı menüsünde yürekli tost vardı. Sorduğum soruya karşın, anlamaz bir biçimde kaşlarını çattı ve suratıma mala bakar gibi baktı. Belki de gibi değil, tam olarak öyleydi. “Neden öyle bakıyorsun?” mimiksiz bir biçim de sorduğum soruya, sanırım, sinirlendirdiğim için gülmüştü. Hayır ben sinirlendirmedim o çok sinirli. “Nasıl bakıyor muşum?” bir adım öne doğru gelerek sahte bir merakla sordu. Oktay gibi, gelme üzerime katil! Diyesim gelmişti o an. Ben ise soruyu gayet ciddi bir tavırla cevapladım.


       “Ürkütücü ve mal mısın der gibi.” Can belli belirsiz bir şekilde gülerek kaşlarını sahte bir hayretle kaldırdı. “Allah Allâh halbuki hiç mal gibi de durmuyorsun, niye öyle oldu ki?” bilmem dercesine omzumu silktiğim sırada yeniden konuştu. “Belki erkekler tuvaletinde kız görmeye alışkın olmadığım için olabilir.” Duyduğum şeyle birlikte kaşlarımı çattım. “Ne, erkekler tuvaleti mi? Nasıl yani?” Can kısık gözlerle bana bakarken ben şaşkınlığımı gizleyemeden kapıya yöneldim ve aralayarak sol üstteki wc yazısının yanında duran çöp adama baktım. Oha gerçekten de erkekler tuvaletindeydim. Halbu ki bir iki dakika önceye kadar, kızlar tuvaletinde olduğumu ve Can'ın yanlış girdiğini düşünüyordum. Kapıyı hızla kapatarak karşımda merakla beni seyreden çocuğa baktım. Kendimi açıklama hissiyatı içerisinde boğulurken bakışlarımı yere sabitleyerek zihnimde  A0 Türkçem ile kurduğum cümleleri sözlü bir şekilde dile getirerek konuşmaya başladım.


        “Şey, ben üzerime şey döküldüğü için hızlıca geldim. Bakmadan girmişim ondan karıştı.” En azından bir nebze olsun kendimi açıklamanın verdiği rahatlamaya başımı yuvaya veda eden kuşların attığı son bakış misali kaldırmıştım. Karşımda kendini gülmemek için zor tutan bir çocuk bulmuştum. Hani az önce dövecek gibi bakıyordun ya!


        Başını onaylarcasına sallayarak konuştu. “Anladım, şu dudağında ki şeyi de sil istersen biriyle öpüşmüşsün gibi duruyor. Arkadaşların yanlış anlamasın.” Açıklamamı umursama seviyesi beni benden aldı götürdü gitti. Başımla tamam anlamında onay vererek son kez konuştum. Bir an önce buradan kurtulup bu rezilliğe son vermek istiyordum. “Tamam o zaman, ben gideyim.” Duyacağım veya göreceğim cevabı beklemeden hızla kapıdan dışarıya fırlayarak alt kata koştum. Çıkarken duyduğum gülüş kulaklarımda çınlarken ben bu davranış rezilliğin kaçıncı seviyesi onu ölçmeye çalışıyordum.


1.Bölüm 2.kısım


         


         “Kızım, bu çok açık. Alma bunu.” Yaklaşık yarım saattir kıyafet bakıyorduk. Öncelikli olarak benim alışveriş yapmamı, çünkü erkenden bitmesini istedikleri için ilk ben kıyafet bakmaya başlamıştım. Ve elime ne alırsam alayım, güzel yerine bu çok açık bu çok abartı cümleleriyle karşılaşıyordum. Şuan gerçekten birer abi gibi davranıyorlardı.


         Üzerimde ki takıma baktım, İki parçaydı. Etek tarafı dizimin yedi sekiz parmak üzerindeydi. Üstü ise Straplez bir yakaya sahipti ve uzunluğu göğsümün dört parmak aşağısına kadardı. Açık tonda bir mavi renge sahip olan bu takım beni kendine aşık etmişti. Ben ayna da kendime bakmaya devam ettiğim sırada, arkamdan bir böğrüme sesi duydum “Çüş be kızım, bu ne güzellik.” Volkan’ın söylediği şeyle birlikte kıkırdayarak kendi etrafımda döndüm. “Nasıl olmuşum?”  arkadan Oktay da lafa atladı. “Çok güzel olmuşsun beybisi ama-“ kızgın olmaya çalışarak hemen lafına atladım. “Hayır kısa değil, açık değil, gayet yazlık bunu alıyorum!” Oktay mal mısın der gibi bir bakış atarak yeniden konuştu. “Onu mu diyorum gerizekalı  üzerine beyaz bir gömlek alabilirsin. İyi kombinlenir diyecektim.” Surat ifadem anında eski, gülümseyen halini alırken ellerimi birbirine çırparak heyecanla konuştum “Ay, evet! Çok güzel olur.” Hızla az önce gözüme çarpan gömleğe doğru koşarken, Oktay ve Volkan'a da arkamdan gelmelerini söyledim. “Beni takip edin askerler!” Volkan hafif bir kahkaha ile cevap verirken Oktay yine Oktaylığını konuşturarak cevabını geciktirmedi. “Emredersiniz komutanım!”  bazen hatta çoğu zaman Oktay’a ciddi olmuyor diye kızıyoruz fakat bir gün gerçekten ciddi olursa kahroluruz.


      Bizim grup, üç renk paletiydi. Çoğu zaman çözüm odaklı olma, işleri her türlü oradan dolayıp oradan geçirerek bile düzlüğe çıkarabilme aynı zamanda sempatik, komik ve neşe kaynağı olma kısmını Oktay devralıyordu. Bu da onu güven veren, özür ruhlu bir şahsiyet olarak gösteriyordu. Yani Oktay bu renk paketinde ki mavi rengin temsilciydi.


    Volkan ise onun aksine, daha sakin ve biraz da gerçekçi düşünce yapısına sahipti. Çoğu zaman yeni şeyler keşfetme peşinde olsa da bunu dışarıya yansıtmama da oldukça ustaydı. Flörtöz olmakla birlikte yeri geldiğinde bir o kadar da içe kapanık olurdu. Sevdiği insanlara karşı bu davranışını öne çıkardığı pek görülmezdi, ama manipüle yapma da da üzerine yoktu. Bu davranışları ise onu, soğuk yapmakla birlikte dengesiz ve bazen de sıcak yapıyordu. Yani Volkan bu renk paletinde ki griyi temsil ediyordu. Dışardan bakılınca ne kadar net görünmese de ona bir o kadar yakın olanlar içinde ki beyazları yani o netliği rahatça yanlarında hissedebilirdi.


    Bana gelecek olursak, aralarında ki en suskun kişi bendim, hayal kurmayı seven ama bunu dillendirmekten korkan biriydim. Flörtöz bir yapım yoktu. Hep ciddi ilişki yapıp çok mutlu olan insanlara imrenmişimdir. Atılganda değildim, huzuru ve sakinliği severdim. Yeni insanlarla tanışmayı da pek sevmem, hiç arkadaşım da yoktu. Arkadaşta istemezdim ama şuan olsa Oktay ve Volkan için canımı veririm. Müzik dinlemek benim işimdi, tam bir saklı kutu olduğumu söylerdi annem hep, dışarıdan bakıldığımın aksine içim fazlaca can sıkıcıydı. Birinin bir gün gelip, beni gerçekten sevebileceğini düşünmüyordum. Daha doğrusu böyle bir insanın olabileceğini bile. Kısacası benim için gerçekten ütopik bir olay olurdu.


Yani bunlar beni dışarıdan ne kadar güzel gözükürse gözüksün içerisi tam bir yıkım olan, pakette ki son rengin temsilcisi yapıyordu. Ben, siyahtım. Dışı asaletten içi felaketten ibaret olan bir renktim, siyahtım.


        Daldığım noktadan beni sarsarak çekip alan, Volkan'a ve ödeme için kartı beklen kasiyere baktım. “Buyurun.” Elimde ki kartı kasiyere uzatarak kendime gelmek adına derin bir nefes aldım. Bu konular beni boğuyordu nedense. Ne zaman mutlu olsam, ne zaman birinin beni gerçekten sevdiğini düşünsem hemen peşimden bir felaket kovalayacak, sevdiğim her şeyi benden çekip alacak gibi hissediyordum.


       “Beybisi sen iyi misin?” Oktay’ın sorduğu soruya sadece başımı sallamakla yetinirken kasiyerde ki ödemeden sonra poşetleri Volkan ve Oktay alınca ben hızla mağazadan çıkarak kendimi Güneş’in yakıcı fakat bir o kadar da mayıştırıcı sıcaklığına bıraktım.


       Volkan ve Oktay ellerini de ki poşetlerle mağazadan çıkarak yanıma geldi. “Güzelim, senin alış verişini bitirdiğimize göre sıra bize geldi.” Volkan’ın söylediği şeyle birlikte başımı tamam anlamında aşağı yukarıya sallayarak onları onayladım. “Evet, şimdi sıra sizde.” Ve yanlarına giderek ellerinde ki poşetleri aldım. “Tamam minyon tipli olabilirim ama ben de güçlüyüm ve kendi poşetleri mi kendim taşıya bilirim.” Dedim. Olmayan kol kaslarımı göstererek. Oktay içten bir şekilde gülerek cevap verdi. “Tabi ki de güçlüdür benim kızım.” Poşetleri ellerime tutuşturarak sırtımı sıvazladı. “Haydi koçum göreyim seni.” Gülerek omzuna vurdum ve Volkanında elinde ki poşeti mi alarak önden yürümeye başladım. Volkan ve Oktay’ın her zaman geldiği bir mağaza var. Burası daha çok yazlık ve oversize ürünler sattığı için ikisinin de favori mekanı diyebilirdim. Volkan ve Oktay’ın tarzları birbirinin aynısıydı neredeyse. Zaten sürekli beraber alış veriş yapardık ve Oktay eğer yeşil bir tişört aldıysa iki dakika sonra Volkan’ında elinde aynı tişörtün farklı bir rengini görürdüm. Bu durumlar onlar için bir sorun teşkil etmiyordu. Aksine hoşlarına bile gidiyordur. Hatta bazen bana bile, sana da bundan alalım mı kız diyorlardı. Bazen kız olduğumu unutuyorlardı hatta Oktay bu durumu şu cümle ile açıklamıştı. “Seni asla bir kız olarak görmüyorum, sen bizim Volkan ile beraber askere gideceğimiz arkadaşımızsın.” Durumun ciddiyetini bu seviyedeydi işte.


      Bir kaç sokak aşağı da olan mağazaya geldiğimiz de Oktay ve Volkan önden ben ise onların arkalarından içeriye girmiştim. Ben yine her zaman ki oturma yerime geçtiğim sırada elim de ki poşetleri Volkan benden alarak güvenliğin oraya koydu. “Bunların başını beklemene gerek yok artık sende gezebilirsin mağazayı belki tişört falan bakarsın.” Hevesle başımı sallayarak onu onayladım. “Ay! Evet, evet olur çok güzel olur.” Volkan gülerek başını iki yana salladı. Bense çoktan kıyafetlerin arasına karışmış olan Oktay’ın arkasından ilerledim. Mağaza iki katlıydı, alt katı yeni gelen ürünlerin bulunduğu reyonlarla doluydu. Üst kat ise soyunma kabinleri ve daha önceden burada olan ürünlerin bulunduğu kısımdı. Alt katta ki tişörtler gerçekten renk olarak çok hoştu fakat ben bunları girersem içerisinde kaybolurdum, oldukça bol ve uzundu, girdiğimde dizime gelecek kadar. Oktay bahsettiğim tişörtleri incelerken, Volkan da Caprilere bakıyordu. Ne de olsa gideceğimiz ülkede okumak dışında her şeyi yapacaktık. Rahat ve şık olmak şarttı ayrıca uyurken tişört giymek çok rahat oluyordu, alt katta istediğim ürünleri bulamayacağımı fark etmiş olarak üste kata çıkmaya karar verdim. “Çocuklar!” kendi aralarında kıyafet bakarak bir şey konuşan Oktay ve Volkan'a seslendim. İkisi de aynı anda ellerinde ki tişörtlerden başlarını kaldırarak bana baktı. Onlar bana baktığı görünce şirin ve sırıtarak konuştum “Ben tişört bakmak için yukarı çıkacağım!” işaret parmağımla daire çizerek alt katı kastettim. “Buradakiler fazla büyük yukarıdan bakacağım.” Oktay gülerek konuştu. “Fındık faresi deyince kızıyorsun birde, ufacık bir şeysin.” Merdivenlere yöneldiğim sırada sahte bir kızgınlıkla işaret parmağımı tehdit edercesine salladım. Volkan da gülerek bize baktı ve umutsuzca başını salladı. Gayet haklı bir isyandı, yorum yok.


         İkinci kat, alt kata göre daha büyük ve genişti. Burada pek müşteri olmazdı genelde herkes aşağıdan yapardı alışverişini. Bende o yüzden her mağazaya gelişimizde bu kata gelir, mağaza da çalan şarkıyı dinleyerek bir köşe de otururdum. Oktay ve Volkan da bunu bildiği için alışverişleri bitene kadar rahatsız etmezler ancak giderken yanıma gelirler ve beraber aşağıya iner giderdik.


      Bugün de yine her zaman ki gibi sakin ve sessizdi. Kimse yoktu orta da ve muhtemelen de uğrayan olmazdı. Ufak bir göz gezdirmenin ardından karşım da asılı duran bir kaç tişörtte durdu bakışlarım. Aralarında en çarpıcı olan ve hoş duran koyu yeşil tişörte baktım. Ön tarafın göğüs kısmında karışık pek anlam veremediğim bir desen çiziliydi. Uzaktan bakınca hafiften dolunayı andırıyordu. Fakat yine de dikkatle bakamadığın da pek anlamak mümkün değildi.


      Reyonun yanına giderek askı da ki tişörtü elime aldım. Aşağıdakiler gibi aman aman bir büyüklüğü yoktu ve oldukça da rahat duruyordu. Tişörtü denemeden de alabilirdim, bedeni oldukça uygundu fakat yine de üzerimde duruşunu merak etmiştim. Tişört sebepsizce ilgimi çekmişti, çok fazla kıyafetim vardı ve hiç birini alırken bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum. Basit bir tişört neyini abartıyordum bilmiyorum ama, bazen o kadar can sıkıcı bir hayatı oluyor ki insanın gördüğü veya aldığı yeni bir kıyafet bile heyecan kata biliyor.


      Elimde ki tişörtle üç dört adım ileri de ki kabinlerin olduğu arka kısma ilerledim. İki kabin vardı zaten ve şuan gördüğüm kadarıyla birisi kullanılmıyordu. En azından üzerine yapıştırdıkları ‘Girmeyiniz' kağıdından ben bunu anlamıştım. Hemen yanında ki diğer kabine yöneldi adımlarım. Kabinlerde kapı yoktu, gri birer uzun perdesi vardı. Kalbinin önüne geldiğim gibi hızla perdeyi açarak içeriye girdim.


      Bilir misiniz, bazen hiç beklenmedik anda hiç beklenmedik şeyler oluyor ve bir açıklama gerekiyor bu durumlarda. Tam olarak o anlarda ne yapılmalı, nasıl davranılmalı? Bana bunu kimse öğretmemişti. Bende öğrenme ihtiyacı hissetmemiştim, ta ki şu zamana kadar.


      Kabine girdiğim anda çarptığım sert bir bedenle birlikte çığlığı basarak arkamı döndüm, bu sırada elimde tuttuğum tişörtte yere düşmüştü. Sanırım şu an da verebileceğim en doğal ve makul karşılanacak tepki buydu. Evet, kimse yoktur nasıl olsa kafasında hareket ettiğim için. Kabine girmeden önce “Kimse var mı?” diye sormaya tenezzül etmemiştim. Şu an üzerim de Oktay otistikliği vardı ciddi anlamda.


    “Ne yapıyorsunuz Hanımefendi?”  kalın, gür bir sesle kurulan bu cümlenin ardından. Kulağıma ilişen sesin ne kadar tanıdık geldiğini düşünmeyi es geçerek asıl konuya döndüm. “Ya gerçekten çok özür dilerim, ben kimseyi göremeyince boş olduğunu düşünüp pat diye daldım. Gerçekten çok aptalca bir hareketti çok affedersiniz.” Hızla kendimi açıklama hissiyatı içerisinde boğulurken kurduğum bu cümlenin ardından bir süre ses gelmedi ve ardından ise konudan tamamen bağımsız bir soruyla karşı karşıya kaldım. “Biz, tanışıyor olabilir miyiz? Sesinizin tanıdık bir tınısı var.” Ha? Ne? Önce beklemediğim bu soruyla karşı karşıya bırakılmanın verdiği şaşkınlıkla anlamaya çalışırcasına yeniden sordum. “Anlamadım?” arkamda ki kişi derin bir nefes alacak kalbinin içerisinde ki tüm havayı soludu. Hayvan herif insan az bize de bırakır. Senin yüzünden ağaçlar fazla mesai yapacak.


   “Diyorum ki acaba tanışıyor olabilir miyiz. Sesiniz tanıdık geldi. Ayrıca bu tarafa dönebilirsiniz korkmayın şuan oldukça kıyafetliyim.” Oldukça kıyafetliyim ne lan? Ayrıca ne diye sesinizin tınısı bilmem ney tanıdık geldi diye kelime kalabalığı yapıyorsun kardeşim direkt söylesene.


        Aldığım onay ile birlikte yavaşça önce bedenimi çevirdim ondan tarafa, fakat başım eğikti. Ne de olsa pat diye yüzüne bakamazdım, yani bakılır da ben yapamazdım. Merakım ise her şeyin önüne geçecek cinsten olduğu için ve karşım da ki ‘tanıdık ses tınısı' bilmem neyli şahsı merak ettiğim için bakışlarımla birlikte başımı da pek de yavaş olmayan bir biçim de kaldırdım ve hayatımın bilmem kaçıncı şokunu yaşadım.


      Aynı şaşkınlığı karşımda hayretler içerisinde de bana bakan Can da yaşamış olacak ki ağzı bir metre açılmıştı. Aslında bu durum da benim de ondan bir farkım yoktu. Bugün bu ikinci anormal karşılaşmamız olmuştu, Allah’ım üçüncüsü olmasın. Şaşkın tavrıyla konuştu. “Yine mi sen?” yine mi sen ne ya? Ben sanki seni görmek için can atıyorum gerizekâlı. Hem hangi ara buraya geldin sen? Hafif bir uyarı öksürük ile cevap verdim. “Pardon, görmedim dedim ya işte.” Can kaşlarını havaya kaldırarak inanmazca başını salladı. “Yok yok, valla sen benim namusuma göz dikmişsin kızım. Önce tuvalette karşılaşmalar sonra kabin basmalar. Hayır yani bir şey söyleyeceksen direkt söyle böyle fevri şeylere hiç gerek yok.” Bu çocuk ya kendini çok seviyor ya da abartmayı. Gözlerimi kocaman açarak abarttığını anlamasını bekledim fakat umutsuz vakaydı. Gözlerimi kaçırır bir biçim de konuşarak cevap verdim.


      “Abartma, alt tarafı tuvalette ve kabin de karşılaştık.” Şu an deve kuşu olup kafayı yerin dibine gömmeyi o kadar çok isterdim ki anlatamam. Söylediğim her cümlenin mantıksızlığı cümle zihnimde tekrarlandıkça çığ gibi büyüyerek artıyordu.


       Can yüzünde hangi ifadeleri barındırıyor bilmiyorum ama ben o bir sürü değişik yüz ifadesinin içerisinden sadece ‘Millet deliye biz akıllıya hasretiz' bakışlarını yakalamıştım. Aaa aslanım ayıp oluyor ama tamam biraz dengesiz olabiliriz ama deli de değiliz sonuçta!


       “Abartmayayım mı? Ha şuan bulunduğumuz pozisyon çok normal yani senin için fındık faresi?” Oktay mı öğretiyor size bunları yoksa ben harbiden arada fareye falan mı dönüşüyorum? Abi nedir bu benzetmeler hayır kırk yıl düşünülse akla gelmez.  Ayak uçlarımda yükselip geri inerek işaret parmağımla ikimizi işaret ettim. “Ne varmış şu an ki pozisyonumuz da, saçma salak konuşma yanlışlıkla oldu işte.” Can elini havaya kaldırarak çattık ya der gibi savurdu. Ben ise gerginlikten şuraya bayılıp kalacaktım bu muhabbet fazla mı uzamıştı? Ayrıca salak kız sen ne diye burada bekliyorsun pardon deyip çıksana, bir şeyi de iç ses söylemeden yap be! Sonra konuşmasına fırsat vermeden iki elimi de ona doğru uzatarak dur işareti yaptım.


   “Dur, dur hiç bir şey söyleme fazla uzadı zaten ben çıkıyorum sana da iyi soyunup giyinmeler.” Hızla etrafım da dönerek perdenin yanından sıyrıldığım sırada belinde hissettiğim el ile birlikte duraksamadan zorunda kaldım. Hey Hey sosyal mesafe gruptan ayrıldı şu an. Olduğum yerde durarak başımı geriye çevirdim. “Ne yapıyorsun?” Can az önce ki tavrına kıyasla şuan kendi de ne yaptığını yeni algılamış gibi afalladı ve belimi tutan ellerini geri çekti. Ben yönümü hala ondan tarafa dönmemiştim ama bakışlarım ve başım ondan tarafa dönüktü. Can sağ elini ensesine götürerek sıvazladı ve başını yukarıya kaldırarak düşünür gibi yaptı. “Bugün iki kez karşılaştık ama hala ismini bilmiyorum, eğer ismini söylersen sana fındık faresi diye hitap etmeme gerek kalmaz.” Gülümseyerek gözlerimle onu onayladım. “Doğru diyorsun.” Yavaş bir biçim de yönümü ona dönerek sağ elimi uzattım. “Ben, Ekim. Ekim Gaye Savan.” Can önce uzattığım elime sonrada yüzüme baktı ve belli belirsiz bir dudak kıvrılması ile elimi tutarak cevap verdi.


    “Memnun oldum. Bende Can, Can Berk Atalay.” Az önce onun yaptığı bir biçim de gülümseyerek konuştum. “Memnun oldum Can.” başını eyvallah der gibi sola eğerek cevap verdi. “Bende, bende memnun oldum. Ekim.” Cümlenin sonuna eklediği ismini sanki ilk defa duyuyormuşum gibi hissettim, başkası söyleyince kulağa güzel gelmişti.


     Eli ile elimi birbirinden ayırarak bir adım geriye doğru adımladım ve eğilerek yerde ki tişörtü mü aldım. Dikkatli bir biçim de stabil bir ifade ile bana bakarken son kez dışarıyı göstererek konuştum. “Ben çıkayım, tekrardan kusura bakma.” Can cevap vermedi. Başını onaylarcasına sallayarak eliyle yol verdi. Gülümseyerek başımı salladım ve kendimi dışarıya attım. Garip bir andı, ama garip olan karşılaşmamız değildi. Garip olan bu karşılaşmaya rağmen kızmamasıydı. Yani bağıra da bilirdi ya en azından büyük bir tepki de gösterebilirdi ama bir şey dememişti. Herkesin soğuk, sert ve ciddi dediğinin aksine daha sakindi. Bilmiyorum belki de bana öyle gelmişti. Sırtımda hissettiğim bakışların rahatsızlığı ile merdivenlere yöneldim.


       Bir an önce bizim eve gidip Oktay ve Volkan ile okul gazetesi için ve Okulun magazin sayfası için hazırladığımız haberleri düzenlememiz gerekiyordu. Bu işi dokuzuncu sınıftan beri biz üçümüz yapıyorduk ve sandığımızdan daha çok ses getirmişti. Okullar arası veya okulla ilgili her seminerlere gidiyor a dan z ye bütün konuları ele alarak haber yapabilme yetisine sahip oluyorduk.


      Merdivenleri ikişer üçer inerek hızla kendimi, bana doğru gelen Oktay ve Volkan'ın yanına attım. Oktay kahküllerimi  karıştırarak kolunun altına çekti. “Biz de tam senin yanıma geliyorduk güzelim.” Gülerek omzuma attığı elini tutarken sordum. “E aldınız mı kıyafetlerinizi.” Volkan ellerinde ki poşetleri göstererek cevap verdi. “Almaz olur muyuz hiç Oktay'la mağazanın altını üstüne getirdik.” Oktay kolunu omzumdan çekerek ellerini çırptı. “Şşş tamamdır artık, hadi gidelim bir an önce daha biliyorsunuz malum okul gazetesi falan.”  Oktay’ı heyecanla onaylayarak konuştum. “Evet, hadi hızlı olun. Ben önden gidip şu tişörtü alıyorum sizde oyalamayın.” Ben hızla uzaklaştığım sırada Volkan ve Oktay da yavaş ve savsak  adımlarla arkamdan geliyordu.


      “699 Tl 99 kuruş hanımefendi.” Başımı sallayarak onu onayladım. “Tamamdır şöyle kartı vereyim.” Uzun boylu, dalgalı saçlı kibar kadın gülümseyerek kartı aldı. Bu kartı annemler ben liseye başladığım zamanlarda açtırmıştı. Ben o zamanlar logo tasarlama ile uğraşıyordum, sonra bu işten en az bir grafik tasarımcı kadar fazla kazanacağımı düşünmemiştim. Logo işiyle birlikte kendimi fazlaca geliştirdiğim için anonim olarak çalışarak bir sürü teklif de almaya başlamıştım. Yani kısaca hobi olarak başladığım bir işten gelir sağlıyordum şuan. O kartın açılmasına ise bu iş vesile olmuştu.


       “Buyrun, şöyle fişinizi de vereyim.” Kadına gülümseyerek poşeti ve kartı aldığım sıra da yanım da ki kıpırdanma ile başımı sağıma çevirdim. Can, elinde ki bir kaç kıyafetle yanımda dikeliyordu. Ona bakmayı bırakarak kasiyere gülümsemeyi de ihmal etmeden kasanın önünden ayrıldım. “Kolay gelsin, iyi günler.” Kadın tatlı bir gülümseme ile beni onayladı. “Teşekkür ederim, size de iyi günler.”


    “Dur kızım, poşetleri Volkan'a ver sen.” İsyankar bir biçimde konuştum. “Ya nasıl tutacak onca poşeti, ayrıca diyelim ki tuttu motoru nasıl sürecek?” Oktay, haklısın der gibi başıyla beni onayladı. “O zaman şey yapalım, benim ve Volkan’ın aldıklarını babamın, stüdyosuna bırakalım. Şuan film setinde ama eve gelmeden stüdyoya uğrayacaktı. Seninkileri götürürüz sadece nasıl olsa sizin evde çalışacağız.” Volkan oturduğu kaldırımda ayağa kalkacak iki üç adımda yanımıza geldi ve yönünü Oktay'a dönerek ellerini Oktay’ın başının iki yanına koydu. Oktay da ben de ne yaptığını anlamaya çalışırken Volkan dudaklarını Oktay’ın alnına doğru götürdü ve öptü. Hemen sonra da hızla çekilerek kollarını iki yana açtı ve halkına konuşma yapan bir belediye başkanı misali konuya açıklık getirdi . “Kardeşim, bugün senden duyduğum en mantıklı söz buydu. Seni tebrik ederim yaklaşıl yirmi dakika güneşin altında bekledik belki ama, ama değdi be kardeşim.” Yarattığı dram ve oyunculuk yeteneğini ağzım açık izlemiştim. Gülerek karşımda Oktay’a kendini gülmemek için zor tutarak bakan Volkan ve karşısında, etrafımız da bize bakan bir kaç kişiye ben bu şahsı tanımıyorum diyen Oktay vardı. Oktay derin bir nefes alarak bana döndü. “Kardeş, arkadaş, dost işte atsan atılmıyor satsan satılmıyor be güzelim bunu da böyle taşıyacağız.”  Gülerek Oktay’ı onayladığım sırada Volkan da gülerek bize bakıyordu. “İyi ki varsınız lan, aşkta kazanamıyorum belki ama şu hayatta sizin sayenizde bir sıfır öndeyim hep.” Volkan’ın bu zamansız duygusal itirafı ile gözlerim dolar gibi olmuştu. “Hey hey ağlamamı istemiyorsanız eğer hemen susun.” Volkan hemen konuyu kapatırcasına dudaklarına hayali bir fermuar çekti. “Tamamdır yavrum, mesaj alınmıştır.”


           “Tamamdır Baba, ben Erol abiyi arıyorum o zaman. Görüşürüz akşam.”  Telefonu kulağından çekerek, yüzünden ki hallettim sırıtışı ve tatlı bir gülümseme ile merakla ona bakan iki çift göze yani bize döndü. “Poşetleri, güvenliğe bırakacağız. Erol abi gelip alacak, hadi bir an önce koyup gidelim.” Ellerimi birbirine çırparak sevinç gösterisinde bulundum “Oh be, sonunda!” hemen kendi poşetleri mi elime aldım ve Oktay ve Volkan’ınkiler ile karışmaması için motorun diğer tarafına koydum bu sırada Volkan ve Oktay da elindekiler birlikte içeriye yönelmişlerdi. Ben ise arkalarından gitmek yerine motora yaslanarak başımı yukarı kaldırdım ve Güneş’in yüzüme vurmasını sağladım. Güneşlenmeyi hep seviyordum, güneşte uyumayı. Bu sene ki üniversite sınavından sonra yapacağımız ilk iş denize gitmek olacaktı, önceden planlamıştık çocuklarla.


          “Dikkat et güzelim.” Oktay’ın uzattığı elini tutarak motora bindim. “Tamam mı?” Oktay son kontrolleri yapar bir biçim de sormuştu. “Evet, evet hazırım gidebiliriz.”  Başını olumlu anlamda sallayarak motoru çalıştırdı. Oktay’ın hareketlenmesi ile birlikte Volkan da kendini hazırladı ve biz önden Volkan arkadan anayola çıkmıştık. Nihayet eve gidip işlerimizin başına geçebilecektik. Rüzgar suratıma büyük ihtişamı ile çarparken ben bir yandan Oktay’ın belini sıkıdan sıkıya tutuyor bir yandan da rüzgârın tadını çıkarmaya çalışıyordum girdiğimiz mağaza eve fazla uzak değildi yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından evin olduğu siteye geldik. Bu site de daha çok yazlık Villa tarzımda evler vardı. Site de ki evler Villa şeklinde olduğu için oldukça büyüktü ve böylece evlerin bulunduğu arsa da oldukça büyüktü burası küçük bir şehir gibiydi. Herkes birbirini tanır beraber etkinlikler yapılırdı. Ben sitenin girişine yakın kısımda ki bir Villa da oturuyordum. Oktay ise benim iki üç Villa ötemde diyebilirdim. Volkan da yine Oktay'ın iki Villa ötesinde oturuyordu. Kısacası birbirimize yakındık ve bu bir avantajdı bizim için. Ailelerimizin de arkadaş olması bu avantajı daha da ekstra kılıyordu. Her akşam pijama partisi yapıyor ya da havuza giriyor eğleniyorduk. Güven konusuna gelirsek annem ve babam benden fazla güvenirdi Oktay ve Volkan'a zaten onlar da ben neredeysen orada oldukları için asla ama asla kısıtlanma gibi bir şey söz konusu olmuyordu.


       Oktay ve Volkan doğrudan bizim evin önüne sürmüştü motorları, okulun magazin sayfası ve okul gazetesi için hazırlamamız gereken haberler ve düzenlenmeyi bekleyen sayfalar vardı ve akşam annemlerin evde olmayacağını göz önünde bulundurursak en sakin ve sessiz ev bizim ki olacaktı. Rahat rahat çalışabilirdik, gerçi ortada hiç bir zaman birbirinden çekinme söz konusunda olmamıştı ama nihayetin de başında bir ebeveyn olmayınca insan her türlü rahat oluyordu. Kapının önüne gelince güvenlik Serhat abi kapıyı açmıştı ben de o sıra motordan inerek Oktay ve Volkan’ın motorun kollarına astıkları alışveriş poşetleri mi alarak içeriye doğru yürümeye başlamıştım. Poşetleri evin kapısının önüne bırakarak Oktay ve Volkan’ın arkasından motor garajına doğru yürümeye başladım ve onlar garajın önünde durunca hızla aralarından sıyrılarak kapalı olan garaj kapısını açtım ve geçmeleri için müsade ettim. Volkan önden Oktay arkadan içeri girdiler, bende onları beklemek için kapıya yaslandım.


     “Beybisi söylediğim numarayı yazsana.” Oktay içeriden bağırarak bir şeyler söyleyince hemen doğrularak içeriye doğru bir adım attım. “Ne?” Oktay sorduğum soruyla birlikte az önce söylediği şeyi tekrar etti. “Canım çok fena lahmacun çekti, Erol abi de zaten siteye gelecekti gelirken abur cubur ve lahmacun alsın.” Dediği şeyi onayladım fakat aklıma gelen şey ile birlikte merakla sordum. 


“İyi de adamı  niye yoruyoruz ki direkt sipariş verelim.”  Oktay başını ‘cık' dercesine yukarı doğru kaldırarak cevap verdi. “Hani geçen sizi bir yere götürmüş tüm ya Volkan ile siz de baya beğenmiştiniz işte bana orayı Erol abi göstermişti. Şimdi o dükkandan sipariş verelim deseniz onların evet servisi yok böylece geriye bir tek Erol abi kalıyor ondan rica edeceğiz biz de almasını, diğer yerler güzel yapmıyor.” Oktay’ın konuşması bitince ona hak vererek konuştum. “Ha anladım, tamam tamam sen ver bakalım numarayı.” Dedim göz kırparak. Bu hareketime Oktay gülerek karşılık verirken numarayı söylemeye başladı.


        “053********* .” Numarayı tane tane söyledikten sonra cümlesine devam etti. “Bu numara güzelim siparişi yazarken ismini söyle yeter zaten tanıyor seni ayriyetten istediğin bir şey varsa eklersin.” Erol abiyle önceden beri tanışıyorduk Ayhan abinin, özel şöförüydü. Volkan’ı göstererek tekrar konuştu. “Beyefendiye sordum, bana fark etmez dedi.” Söylediği numaraya whatsapp’tan mesaj atarken Oktay’ın dediği şeye gülerek cevap verdim. “Hiç şaşırmadım.” Volkan bize sahte bir biçimde göz devirerek garaj dan çıktı Oktay ise hemen arkasından koşar bir biçim de bağırarak Volkan’la uğraşmaya devam ediyordu. “Bebeğim hemen de alınıyorsun sende ama! Lan Volkan beklesene! Kimse diyorum ben alo!” Ben de  havuza düşmemeye dikkat ederek bir yandan mesajı yazıyor bir yandan da arkalarından ilerliyordum.


Erol Abi;


Ekim: Erol Abi ben Ekim, Oktay siteye geleceğini söyledi gelirken de lahmacun ve bir poşet kadar da abur cubur alabilir misin? Ha unutmadan, bir de çikolata alabilir misin? Karam olsun, en sevdiğim çikolata o, eğer o yoksa almana gerek yok. Şimdiden teşekkür ederiz. [Gülen yüz emojisi]


    Telefonun ekranını kapatarak hızla kapının önünde beni bekleyen Oktay ve Volkan’ın yanına gittim. Volkan benim geldiğimi görünce yere koyduğum poşetlerin bir kısmını eline alarak geçmem için önümü açtı geri kalan poşetleri ise Oktay kapmıştı böylece yine ben prenses oluyordum onların tabirince. Kapıyı açarak içeri girdim ve Oktay ve Volkan’ında rahatça girebilmesi için onlar girene kadar kapıyı tuttum. Nihayet görev yerine ulaşmıştık. Bütün gün bu anı bekliyordum. Oktay elin de ki poşetleri salonun bir köşesine koyarak yanıma geldi. “Beybisi, senin bir şeyin mi var?” Bu beklenmedik soru karşısında şaşkınlığımı ortaya koyarak cevap verdim. “Nasıl yani? Ne gibi?” Oktay kolunu omzuma atarak bana baktı. “Sanki bir şey olmuş gibi, böyle yüzün bugün noldu biliyor musun der gibi bakıyor?” O ana kadar dışarıdan böyle gözüktüğü mü düşünmüyordum. Aklıma direkt olarak Can olayı gelince ister istemez gerildim. İstemsiz bir biçim de gülerek balımı salladım. “Yok canım siz öyle gelmiştir, her zaman ki halim bu benim.” Volkan ve Oktay aynı anda kahkahayı basarak gülerken ben köşeye sıkışmışlığın verdiği gerginlikle yüzlerine bakıyordum. Oktay yeniden kendinden emince konuştu. “Hayır yani güzelim her zaman ki hallerini bilmesek inanacağız ama maalesef yedi yirmi dört yanın da olan bu çocukları kandıramazsın, hadi anlat şimdi neyin var?” büyükçe bir nefes alarak ciğerlerime doldurduktan sonra pes edercesine başımı tamam anlamında salladım.


       Bir saat sonra


   “Oha ama, bunları bize ne zaman anlatmayı düşünüyordun be güzelim.” Dedi Volkan şaşırdığını açıkça belli ederek bende elimde ki şu bardağını kafama dikerek masaya bıraktım ve Sabahtan beridir gıkı çıkmayan Oktar’a döndüm. Bu sessizlik onun için hiç hayra alamet değildi. Yavaş bir şekilde Oktay’ı dürterek bir tepki vermesi için onu düşüncelerinden çekip aldım. “Bir şey demeyecek misin?”  Oktay başını bana doğru çevirerek baktı. “Hayret ediyorum şuan.” Dedi, gerçekten de hayrete düşmüş sesi ile. “Niye lan?” dedi Volkan Oktay’a dönerek. Oktay da hızla ayağa kalkacak bize döndü.


“Niye olacak benim güzelim hayatın da ilk defa biz hariç bir erkek ile iletişime geçti de ondan.”  Gergin olduğunu düşündüğüm ortamın aslında gergin olmadığını anlamanın verdiği rahatlık ile gülerek yanıt verdim. “Hayatım da cinsiyeti erkek olarak bulunan ve bundan rahatsızlık duymadığım tek arkadaş hatta ondan da öte kardeşlerimsiniz siz benim.” Oktay kocaman gülümseyerek kollarını açtığı sıra da Volkan koşarak Oktay'a sarıldı. Volkan'ın hiç beklenmedik anlarda hiç beklenmedik çıkışları olduğu doğruydu ve sanırım biz bu huyunu çok seviyorduk. Oktay erkeksi bir kahkaha atarak bu duruma gülerken ben de onlara katılarak sımsıkı sarıldım. Biz çok güzeldik, ve hep de öyle olacaktık.


     Kapı zilinin çalınması ile Erol abinin geldiğini düşünerek hızla ayağa kalktım ve benimle birlikte Oktay da ayağa kalmıştı. Onun kalkması ile birlikte yine çocukça bir tavırla konuştum. “kapıya önce aman kazanır.” Oktay gülerek koşmaya başladığı sırada bende arkasından hızla merdivenleri ikişer üçer inerek ona yetişmeye, onu geçmeye çalışıyordum. Volkansa bu halimize acınası bakarak elinde ki okul gazetesini düzenlemeye devam etti.


“Oktay bekle!” bağırarak ve gülerek aşağıya doğru geldiğim sıra da Oktay çoktan kapının önüne varmıştı ve bana dil çıkararak kapıyı açtı. Bu haline gülerek aşağıya indim ve kapının önüne geldiğim de Oktay ile aynı anda başlarımızı çevirince gördüğümüz manzara bize pek de tanıdık gelen bir şey olmamıştı. Üzerimiz de ki kareli pijamalar ile karşılaşmamız gereken asıl kişi Erol amcaydı. Bu şahıs değil, ayrıca bunun ne işi vardı ki benim evimde. Benim şaşkınlığımın aynısını Oktay da yaşarken beni dürterek fısıltıyla sordu.


“Beybisi , bizim Erol abi bu kadar çıtır bir gençti de ben mi fark etmedim?” duyduğum cümleye hayretler içerisinde karşılık verirken bir yandan da kendini gülmemek için zor tutarcasına susmasını işaret ederek karşımız da bize bakan şahsa döndüm. Allah’ım bugün bu ikinci anormal karşılaşmamız olmuştu, üçüncüsü olmasın derken hiç de şaka yapmıyordum... Neden hep ben? Karşımda bir bana bir Oktay’a bakan Can ve neler olduğunu anlamaya çalışan ben ve Oktay...


                                ***


Evvettt arkadaaşşlarrr 1. BÖLÜMÜ DE NİHAYETT YAYINLADIIKK. BİLDİĞİNİZ ÜZERE WATTPAD AÇILANA KADAT İNSKPİRED VE KİTAPPAD İLE DEVAM EDECEĞİZ. UMARIM HERŞEY İSTEDİĞİMİZ GİBİ OLUR KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİİMM


YAZAR İG: watt_yydenizyildizi


Loading...
0%