Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2. Bölüm

@curly0cean

“Son hazırlık kontrolleri”

Evrenin bana yolladığı enerjilerin tek ortak noktası saçma olmaktı. Hiç beklenmedik biriyle hiç beklenmedik bir anda karşılaşmak gibiydi bu. Merak ve şaşkınlıkla karşımda iki eli de poşetlerle dolu olan ve bize kıyasla sanki ev alışverişi yapıp eve geri gelmiş gibi rahat olan Can'a bakıyordum. Bu durumun izahı nasıl olacaktı gerçekten merak içerisinde en anı bekliyordum. Can'ın uzun süre üzerimde dolanan rahatsız edici diz izleyici bakışlarından beni kurtaran şey Oktay’ın bunu fark etmiş olması oldu. Oktay kalın ve erkeksi bir öksürükle dikkati üzerine çekerek sordu. “Hayırdır, ne oluyor?” Poşetleri işaret ederek sorduğu soruyu duyan Can dalga geçer bir tavırla poşetleri ileri uzanarak evin içinde ayaklarımın ucuna koydu ve doğrularak derin bir nefes aldı. “Nihayet asıl konuya geldik. Şimdi şöyle oldu birader.” Dedi ellerini önünde kavuşturacak ve anlatmaya devam etti. “Ben evde uzanmış mis gibi yatıyordum, sonra bir bildirim sesi geldi ben de merak ederek elime telefonu alarak baktım. Mesaj whatsapp’tan gelmişti hemde kayıtlı olmayan bir numaradan. Bu durumda her insan gibi bende merakla mesaja tıkladım ve sohbete girer girmez gördüğüm mesajla kaşlarım çatıldı, aynen şöyle yazıyordu.” Dedi, küçük bir çocuğa masal anlatır bir biçim de hareketler sergileyerek.

“Erol Abi ben Ekim, Oktay siteye geleceğini söyledi gelirken de lahmacun ve bir poşet kadar da abur cubur alabilir misin? Ha unutmadan, bir de çikolata alabilir misin? Karam olsun, en sevdiğim çikolata o, eğer o yoksa almana gerek yok. Şimdiden teşekkür ederiz. [Gülen yüz emojisi] evet tam olarak böyle yazıyordu. İlk yirmi saniye mesajı sorguladıktan sonra ne olduğu anlamak için mesaj yazacaktım ki profilde ki tanıdık yüz gözüme çarptı.” İşaret parmağı ile beni gösterdi. “Profile tıkladığım da karşılaştığım kişiyi görünce daha da şaşırdım, bugün ki olaylardan sonra şaka yaptığını düşündüm.” Sonra birden Oktay’a döndü, Bende Oktay’a baktığımda kollarını göğsünde birleştirmiş gayet ciddi bir ifade ile Can'ı dinliyordu. Can tekrar, bu seferde Oktay’a bakarak konuşmaya başladı. “Bugün ki olay dedim ama anlatmama gerek yok herhalde, Ekim size anlatmıştır zaten.” Oktay ciddi ifadesini hiç bir şekilde bozmadan stabil bir tabirle konuştu. “Sadede gelecek misin artık.” Can'ı gram tanımıyordum, tanımakta istemiyordum zaten sadece onu biraz gözlemlediysem eğer şuan bu davranışlarının bir sebebi vardı. Asla kendinden taviz verecek birisi değildi fakat şuan tam bir çocuğa masal anlatır biçimde karşımız da değişik tavırlar takınıyordu ki, Oktay’ın kurduğu son cümle onu bozmuş gibiydi. Can, Oktay'a bakarak anlatmaya devam etti, fakat sinirlendiği her halinden belli oluyordu. Oktaysa bundan keyif alırcasına belli belirsiz sırıtır gibi yapıyordu. “işte şaka yaptığını düşündüm yazdıklarını alarak gitsem tepkisi ne olur acaba diye merak ettim ve işte şimdi buradayım.” Dedi ve sustu. Merakla fakat soğuk bir ifade ile sordum. “Evi nasıl buldun?” Can'ın dudağının sol tarafı yukarı doğru kıvrılırken belirli belirsiz bir gülümseme geçti yüzünden. “O da benim özel gücüm diyelim.” Cevap vermeyerek göz ucuyla Oktay'a baktım. Tabii ki de şuan Can'ın evimi nerden bulduğunu dert edecek değildim. Çok kolay bulunabilecek bir şeydi bu zaten. Bu sefer Oktay sahte bir merakla kaşlarını kaldırarak baktı ve cevap verdi. “Anlıyorum aslanım, özel güçler tabii.” Dediği şey ile birlikte hafif bir gülüş kaçağı yaşadım ama son anda bastırarak gelecek olan kahkahayı önledim. Oktay bana dönerek konuştu. “Beybisi şu yazdığın numarayı göstersene bir Erol abinin ki ile karşılaştıracağım.” Dedi, başımı tamam anlamında sallayarak eşofmanımın cebindeki telefonumu çıkararak mesajlara girdim. Benim yazdığım yani Can'ın numarası. 05*******43’dü ardından Oktay’ın açtığı, Erol abinin asıl numarasına baktım. 05*******42’di ne olduğu anlayarak mahçup bir ifade ile yavru kedi bakışlarımı Oktay'a çevirdim. O ise başını sallayarak ‘Salak kız' bakışı attı fakat şuan bulunduğumuz ortam buna müsait değildi. Oktay da bunu fark ederek meraklı gözlerle bize bakan Can'a döndü. “Numara komşusu.” Can anlamayarak daha açıklayıcı bir açıklama beklercesine sordu. “Ne?” Oktay büyük bir nefes vererek tekrar konuştu. “O kadar şanslısın ki Erol abi ile numara komşusu çıktın.” Beni göstererek. “Bizim kız da son tanesini yanlış yazınca numaranın mesaj sen yerine Erol abiye gitti.” Can'ın yüzünde ki çözemediğim ifade ile başını onaylarcasına sallayarak Oktay'a cevap verdi. “Tamamdır, eyvallah.” Yiyecekleri göstererek konuştu. “Afiye-“ Gitmeye hazırlandığını belli eder bir biçim de gerilerken kurduğu cümleyi kesen kişi Volkan olmuştu. “Lan Oktay, yarın ki dergiye şu okulda kavga eden kızı, neydi ismi ya ha Ayla, Ayla'yı da ekleyelim mi?” merdivenden inerken elinde ki düzenlemesi devam eden dergiye baktığı için Can'ı görememişti tabii ki de.

Bahsettiği kişi Can'ın grubun da ki Ayla'dan başkası değildi. Bunu bildiğim için hızla başımı Can'a çevirdiğimde onun anında değişen surat ifadesi az önce ki boş bakışlara göre şuan sert ve kızgın bir ifade ile bana bakıyordu. Ay her şeyi de benden bilmeyin ya ben ne yaptım şimdi, dövecek gibi bakıyorsun? Bozulacağını tahmin etmiştim kimse arkadaşına bunun yapılmasını istemezdi, ama sanki suratın da ki ifade daha korkunçtu. Bir arkadaş meselesinden ötesiydi belki de, zaten bayağı da yakındılar hatta okulda çoğu kişi onların sevgili olduğunu bile söylüyordu, neyse beni ilgilendirmiyordu. Volkan’ın daha fazla ağzından bir şey kaçırmamasını isteyerekten onu susturdum. Volkan ani bir pot kırınca doğal olarak Oktay da verilmişti fakat çok dağılmadan toparlamayı başarmıştık neyse ki. “Volkan.” Volkan elinde ki dergiden başını kaldırarak konuştu. “Efendim güzelim.” Bana bakması ile otomatik olarak Can'ı da görmüştü. Anında değişen surat ifadesi ile pot kırdığını anlayarak durumu hemen toparlamak adına yeniden konuştu. “A, pardon ben konuşmanızı böldüm sanırım, siz devam edin ben mutfaktan inecek bir şeyler alacağım.” Diyerek arkasına bakmadan hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldığında Oktay derince bir sessizlik oluşmadan evvel konuyu kapatmak adına önemli atıldı. “Teşekkür ederiz Can, ibanını Ekim'e atarsın aldıklarının ücretini atayım.” Oktay kurduğu cümlenin ardından kapıyı kapatacağını belli eder biçim de biraz yavaş hareketlerle ilerlemeye başladığında, Can da suratıma boş bir ifade ile bakmayı bırakarak konuştu. “Yok, önemli değil kalsın afiyet olsun.” Ve bana dönerek çatılmaya meyilli kaşlarını yukarı kaldırarak poşeti gösterdi. “Sevdiğin çikolatadan aldım.” Az önce ne oldu, şuan ne oluyor hiç bir fikrim yoktu anlık gelişen bir kaç hareketlilik bu geceye ne kattı bilmiyordum ama için de ki saçma gerginliğin nedenini anlayamıyordum. Başımı tamam anlamında sallayarak bende ona cevap verdim. “Teşekkür ederiz, tekrardan.” Can söylediğim şeyi duymuştu fakat sadece göz ucuyla bakmakla yetinerek arkasını döndü ve gitti.

“Oha yok artık amına koyayım.” Pakette ki cipsi tabağa boşaltırken bir yandan da az önce ki olayı Volkan'a anlatıyordum. “Fark etmemişim, keşke mesajı atmadan önce kontrol etseydim numarayı.” Büyük sıkıntılı bir nefes vererek konuştuğum sırada diğer malzemeleri hazırlayan Oktay karşılık verdi. “Güzelim sen bu olayı niye bu kadar dert ettin ki, alt tarafı yanlışlık olmuş, zaten çocuk da işsiz gibi gidip hepsini alıp gelmiş sıkıntı edecek olsaydı kimsin falan yazardı en başında.” Oktay’ın kurduğu cümle ile ona dönerek cevap verdim. “Ya şu an kafaya taktığım asıl olay o da değil.” Bu sefer de Volkan içecekleri bardağa doldururken sordu. “Ney o zaman?” masanın üzerinde duran dergiyi işaret ederek asıl dert ettiğim konuyu söyledim. “Ayla, Ayla meselesi. Bozuldu baya.” Oktay lahmacunları tabaklara dizerken duraksayarak bana döndü. “Eee güzelim, bundan bize ne Can'ın bozulmasını umursar gibi bir halimiz mi var. Ayrıca sen niye kafaya taktın bu ergenliği aşamamış çocuğu?” elimde ki son paketi de tabağa doldurunca çöpe yöneldiğim sırada ne demek istediğimi açıkça söyledim. “Çok kötü bakıyordu, yani ürkütücüydü ne bileyim. Karşımıza almış gibi olmayalım, son sene bir vukuata imza atarak ayrılmak istemiyorum.” Volkan anında ayağa kalkarak konuştu. “Biz işimizi yapıyoruz, ayrıca da karşımıza alsak ne olacak biz onların hakkından çok kolay geliriz.” Oktay, söylediğim şeye bozulmuş bir tavırla Volkan’ı destekleyerek konuştu. “Tabii ki de öyle, bizim onlardan kendimizi sakınmamız için hiç bir sebep yok. Okulun belalı tipi zart zurt, saçma amına koyayım. Hem biz onlarla düşman olduk, karşımıza aldık diyelim ki ne yapabilecekler. Biz onları ayakta uyuturuz ve bunu sende biliyorsun güzelim.” Beni tamamen yanlış anlamışlardı fakat olayı uzatmanın saçma olacağını bildiğim için sadece kendimi ifade ederek konuyu kapattım. “Tabii ki de öyle, sadece sorun çıkmasın diye söylemiştim yani durup dururken huzurumuzu bozmaya gerek yok manasında.” Oktay kurduğum cümle ile birlikte başını sallayarak kollarını açtı ve beni kendine çekerek sarıldı. “Seni çok iyi anladım güzelim, sadece bunu kafana takmanı istemiyoruz. Volkan ile o yüzden onları söyledik.” Saçlarımı karıştırarak daha sıkı sarıldığı sırada Volkan'a da seslendi. “Buraya gel lan kerata sensiz sarılma olur mu hiç.” Volkan erkeksi bir gülüş ile bize doğru geldiği sırada Oktay'ın sırtımda kavuşturduğu kolları çözüldü ve yerini Volkan’ın bedeni doldurdu. Huzurlu hissediyordum, huzurluydum. Mutfağın ortasında üçümüz de sımsıkı bir şekilde sarılmış bir vaziyette dururken kulağıma çalınan şarkı ile içim de ki derin yara yeniden eşmişti kendini, kanamaya yüz tutmuş kalbimin yarasını hissettim.

Alnımda yazanlar mı? Gerçekten kaderimiz yazılırken bazı sayfalar bize mi bırakıldı?

Aklımda kalanlar mı? Başımıza gelen olayların bize bıraktığı tek şey travmalardan ibaretti.

Oyunbozan mı haklı? Hayat aynı düzlükte ilerlemediğinde karşımıza çıkan engeller bizim oyunbozanımızdı.

Biri söylese. Bize, ölenle ölünmediğini, gidenle gidilmediği söylenildiğin de biri de oradan çıkıp, kalbe söz dinletilmiyor dese.

Bak dinledim seni, dokunmadım sana. Bazen öylesine konuşulan bir konu, basit bir görüşürüz sarılması, son veda olabilir.

Dokunmadım kalan rüyalara. Birlikte kurulan hayallerin, beraber yaşanılmayacağını anladığında kıyamaz insan onları başkasıyla yaşamaya, zihninde bir köşede saklar onları.

Zarar ziyan döküldü ortaya. Beraberken edilen tartışmanın değerini, o kişi yerine başkasıyla ettiğin de anlar insan gerçekleri, işte o zaman kırılmaktan da çekinmez insan, kırmaktan da. Sonları ise hep zarar ziyandır.

Ölüm kadar rahatmış ayrılık. Bazı ayrılıklar vardır, bir daha yüzünü görmek istemediğin insanın, sonsuza kadar yüzünü görememek zorunda kalmak.

Ufak tefek bi’kaç sorun mu var? Çözüme kavuşmayı bekleyen bir kaç sorun, sonunda cezasını çekmeyi bekleyen belkide bir kaç mahkum.

Geçer, geçer, zaman şu an yalan. Doğru zaman doğru insan, fakat onları bir hiç yapan aptal bir kaç hareketlilik.

Nedir ki, bak silindi hafızam. Unutmak isteyip, unutmuş gibi yapılan sabahların gecelerinde yaşanılan krizleri saklamaktır sır.

Hayat kadar yalanmış ayrılık. Ayrılık başladığında, hayat senin için bitmeye mahkumdur...

Son sayfayı da yazıcıda çıkarttıktan sonra hızla kendimi koltuğa, Oktay ve Volkan’ın yanına attım. “Oh be, bitti sonunda bilgisayar başında oturmaktan miyop olacaktım.” Volkan yayıldığı L koltuktan bana bir bakış atarak güldü. “Kızım alt tarafı yirmi dakika oturdun bilgisayarın başından sonra ben geçtim zaten.” Dediği şeye karşılık olarak omuz silktim ve sıkıldığımı belli edercesine konuştum. “Ya boş verin onu da, ben çok sıkıldım acaba havuza mı girsek. Daha sonra birleştiririz sayfaları, daha sabaha kadar yolu var bu işin.” Volkan hemen doğrulamak devam etti. “Çok çok çok mükemmelliyet abidesi bir fikir, bende ateş yakarım oturur sohbet eder dondurma yeriz.” Volkan’ın her işin arasına illa tıkınmayı da sokması gözden kaçmıyordu. Dediği şeye gülerek onu onayladım ve işaret parmaklarımı ona yönlendirerek konuştum. “Kakao ve Limonlu.” Volkan da aynı hareket ile beni onayladı. “Kakao ve Limonlu tabii ki de.”

İkimiz de hevesle Oktay’a döndüğümüz de o... Fotoğraf çekiliyordu. Merakla ve gerçek bir samimiyetle sordum. “Oktay, gerçekten ne yapıyorsun?” o kadar konsantre olmuştu ki, bırakın beni duymayı sanırım kendini dünyadan soyutlamıştı bile. Volkan Oktay’a umutsuz bir vaka ya bakan doktorlar gibi bakarak bana döndü. Ve eliyle masayı gösterdi, gözlerim masa ile Volkan arasında gidip gelirken, anlamayarak başımı salladım. Volkan alnını ovarak sessizce konuştu. “Masada ki bardağı getirsene.” Dediği şeyi anlamıştım ama neden sessiz söylediğini anlamamıştım, sorgulamak yerine kalkarak masanın yanına ilerledim. Bir yandan da Oktay’a bakıyordum, gram umurunda değildi resmen, başında davul çalınsa duymayacak gibiydi. Masanın üzerin de ki yarısı dolu bardağı alarak Volkan’ın yanına doğru ilerledim.

Volkan eliyle yanını işaret edince, elimde ki bardakla az önce kalktığım yere geri oturdum. Volkan fısıltı ile konuşarak durumu açıklamaya başladı, bir gözü de Oktay'daydı. “Şimdi ben bu bardak varya bu bardak.” Dedi elimde ki bardağı göstererek. Başımı evet anlamında sallayarak meraklı gözlerle bakmayı sürdürdüm. “İşte ben bu bardağın için de ki suyu.” Duraksayarak kaşlarıyla bu sefer de Oktay’ı işaret etti. “Bu Endoplazmik Retikuluma fırlatacağım, sonrada Allah ne verdiyse koşacağız bahçeye.” Ne olduğu anladığımda yüzümde ki aydınlanma yaşayan tavrımla birlikte sessizce ellerimi çırparak cevap verdim. “Tamam, hadi yapalım.” Volkan aldığı cevaptan memnun kalmış bir biçim de yanağımdan bir makas alarak yönünü Oktay’a çevirdi. Bende elimde ki bardağı ona uzatarak yavaştan ayaklandım. Birazdan çıkacak savaşa karşı gard almalıydım. Oktay her şeyden habersiz cilveli bir tavırla fotoğraf çekilmeye devam ediyordu. Bu çocukta ki dişil enerji bende bile yok... Bir kaç adım gerileyerek cam kapıya doğru uzaklaştım, benim uzaklaştığımı göre Volkan, sanki komut almış bir biçim de başını tamam şimdi anlamında dercesine sallayarak, elimde ki şu dolu bardağı Oktay’ın nur yüzü ile buluşturdu. O an benim bile için gitmişti. Oktay anlık bir refleks ile telefonu elimde atarak koltuktan kalktı. Şuan ki konumlarımız şöyleydi, Oktay ile Volkan karşılıklı fakat Volkan hala oturur bir biçim de bense çoktan kendimi bahçeye atmıştım kendimi. Cam kapının ardından neler oluyor diye bakmaya başladım, Volkan yavaş yavaş ayağa kalkarak Oktay’ın tepkilerini yoklamayı ihmal etmeden geri adımlar benim olduğum yere gelmeye başladı. Oktay ise yüzün akan suları elinin tersiyle silerek Volkan'a kaş göz işareti yaptı. “Oğlum salak mısın, taklit mi yapıyorsun amına koyayım?” Volkan’ın kendini ele veren mimikleri hiçte ciddiyet içermiyordu, daha çok gülecek gibi fakat gülerse, büyük ihtimalle güldüğü son şey olmasından korkuyor gibiydi. Volkan elini uzatarak konuştu, “Kardeşim valla şaka yaptım, hem zaten hava sıcak serinlemek oldun fena mı?”

Berbat savunma içeren bu konuşmasının ardından, başından beri yapması gereken şeyi yapıp topuklayarak kendini bahçeye benim yanıma attı. Tabi bu sırada Oktay’ında eli armut toplamadığı için o da arkasından tazı gibi gelerek anında havuzun dibinde buluştular, hayır yani Volkan karşında Atletizm de master yapmış biri var, koşarak kurtulabileceğini nasıl akıl edersin hala aklım almıyor. Volkan havuza sırtını dönmüş bir biçim de duruyor, Oktay da onun önüne geçerek kaçacak alan seçeneklerini kısıtlıyordu. Bense bir kaç adım ilerilerinde onları izliyordum.

Oktay ufak bir adım daha attığı sırada, Volkan tiz bir çığlık atarak havuza düşmemek için dengesini korumaya çalıştı. Oktay, Volkan’ın tişörtünden alacaklı gibi tutarak tekrar konuştu. “Pişman mısın lan döktüğüne?” volkan ıslanmayı pek sevmeyen biri olarak, Oktay’ın bu dediğini hızla onaylayarak konuştu. “Valla pişmanım kardeşim, hadi çekil de geçeyim.” Oktay Volkan'a biraz daha yaklaşarak yeniden konuştu. “Özür dile bakiyim Yanardağ.” Oktay’ın hiç eskimeyen Yanardağ esprisi...Şu an bu iki insansı varlığı tanımayan biri olsa karşıdan gördüğü an gay sanardı, gerçi ben sürekli yanlarında olduğum halde bile bazen şüphelenmiyor değilim.

Volkan hiç beklenmeden şak diye özür cevabını yapıştırdı. “Oklavam vallahi özür dilerim hadi bırak beni.” Oklavam... Volkan’ın yaratıcılığı konusunda pek de konuşulacak bir söz yok. Volkan’ın kurduğu cümle ile birlikte, havuza düşmesi bir oldu. Volkan sanki bunu beklemiyormuşçasına bir bakış attığı şurada Oktay Volkan’a karşı kocaman bir kahkaha patlattı. “E oğlum özür diledin, hadi bırak beni dedin bende kıyamadım bıraktım.” Volkan bir kaç küfür savuruşunun ardından beklenmedik ve en vurucu darbeyi yaptı. “Bana bardağı getiren Ekim’di, o da cezasını çeksin.” Dedi onu silkerek küçük bir çocuk misali. Oktay’ı Volkan üzerinde dolanan bakışları anında beni bulurken. Ben Volkan'a hainsin dercesine gözlerimi kıstım. “Banane kızım bakma valla öyle, suç Ortağıyız biz.” Başımı olumsuzca sallayarak yeniden Oktay’a döndüğüm sıra da o kobra gibi iki büyük adımda yanıma ulaşarak kollarımda tuttu ve tek hamlede kucağına aldı.

“Bak sen, demek suç ortağı ha!” dedi kınarcasına bir bakış atarak. “Hiç yakıştıramadım güzelim, daha yaratıcı bir plan içerisinde olsan eyvallah diyeceğim de, su döküp kaçmak nedir?” bir yandan konuşurken bir yandan da çoktan havuzun kenarına gelmişti. “Vallahi aklıma girdi, bir anlık boşluğuma gelmiş, yoksa hiç yapar mıyım öyle şey?” masumca gözlerinin içerisine bakarken bir yandan da kolunu sımsıkı tutuyordum. Oktay omuzlarını silkerek cevap verdi. “Güzelim, gözlerime bak.” Dediği şeyi anlamayarak avel avel suratına baktığım sırada sordu. “Parola ne?” sorduğu şeyin saçmalığıyla birlikte suratıma anlamaz bir ifade takınarak cevap verdim. “Ne!” Oktay çapkın bir bakış atarak cıkladı. “ Bilemedin, parola yoktu. “ ve ortamda ki anlamsız ve saçma konuşmayı sonlandırarak beni havuza doğru salladı, fakat ben koluna kene gibi yapıştığım için anlık bir denge kaybı ile benimle birlikte Oktay da havuza düştü. Havuza dalıp çıktığımız da aldığım büyük sorunu geri verirken Volkan bize gülerek şu fırlatıyordu. Oktay sahte bir sitemlerim konuştu. “Ya kızım, ne yapıyorsun?” Bu sefer gülme sırası bendeydi, ben de az önce Oktay’ın bana yaptığı gibi çapkın bir bakış atarak cevap verdim. “Eee aslanım, sen kaşındım valla.” Volkan bana hak verircesine hareket ederken Oktay dehşete düşmüş bir biçim de işaret parmağını göğsüne bastırdı.

“Ben mi? Kızım bardaktaki suyu üzerime döken sizdiniz.” Bu sefer Volkan büyük bir istekle öne atıldı. “Kardeşim ne yapalım, seni öyle cilveli cilveli poz verirken görünce aha Oktay elden gidiyor dedik kendine getirdik seni.” Volkan cümleyi kurduğu sırada ne kadar surat ifadesini stabil tutmaya çalışıp ciddi olmak istese de mimik oynatışları bile birazdan ciğerini bırakarak gülmeye başlayacağının kanıtıydı. Oktay ters bir bakış atarak sahte bir şekilde güldü. “Ha ha çok komiksiniz.” Ortamda ne olduğunu çözemedim bu garip havayı dağıtmak için bu seferde ben konuştum. “Harbiden Oktay sen ne yapıyordun öyle cilveli cilveli.” Sonda kendimi tutamayarak güldüğüm sırada Oktay derim bir nefes alacak tepkilerimiz yoklar bir biçim de baktı ve ardından hiç beklemediğimiz o cümleyi duyduk.

“Dayıları işletiyordum.” Volkan’ın sırıtkan suratı anında değişirken, ben ise duyduğum şey ile birlikte gözlerimi fal görmüş tavşan gibi açarak ciddiyetini süzdüm. Fakat Oktay oldukça ciddi bir tavırla bize bakıyordu. Volkan hareketlenerek sordu. “Lan ciddi misin?” Volkan’ın sorduğu soruyla birlikte pür dikkat Oktar’a odaklanarak ağzından çıkacak cümleyi beklemeye başladım. Oktay masumca başını sallayarak kendini açıklamaya başladı, “Ya çok sıkıldım siz dergilerin sayfasını çıkarırken beklemekten, bende öyle rastgele bulduğum birine yazdım, ama görmeniz lazım yani amca Volkan'dan daha hızlı o derece fotoğraf istedi.” Sanırım o an aklına bir şey gelmiş olacak ki güldü ve anlatmaya devam etti. “E bende kendimi kız diye tanıttığım için mecburen kız efekti ile fotoğraf çekiliyordum. Tam atacaktım siz ıslattınız, dayıya da görüldü attım sizin yüzünüzden.” Anlatmayı bitirdiğinde şok geçirmiş bir ifade ile gülmeye başladığım sırada, Volkan anıra anıra gülerken bir yandan da konuşmayı ihmal etmiyordu. “Oğlum bize niye haber vermedin ya biz de yapardık.” Oktay, Volkan’ın kurduğu cümleyi duyar duymaz bir kahkaha patlatarak tekrar konuştu. “İstediğiniz eğlence olsun beybisiler bende çok var.” Saçlarını savururmuşçasına hareket yapınca bu haline gülmeden edememiştim.

Elimi suyun altına sokarak avucumun suyla doldurarak Volkan ve Oktay'a doğru fırlattım. “Nasıl olsa ıslandık, eğlenelim biraz da.” Oktay hemen gardını alarak havuzun bir köşesine çekildiğin de Volkan da bana doğru yüzmeye başladı. Eyvahlar olsun ben bu hamleyi biliyorum. Hızlı hızlı geriye doğru yüzmeye başladığım sırada sol köşeden de Oktay’ın geldiğini fark etmemle birlikte tiz bir çığlık attım. “Hayır, hayır çocuklar yapmayın.” Volkan pirana balığı gibi üzerime atlayarak kollarımdan tuttuğu sırada Oktay’da yanımız da durmuştu. “Savaş mı istiyorsun Ekim hanım.” Dedi Volkan tek kaşını yukarıya kaldırarak, i an kurtulamayacağımı bile bile başımı hayır anlamında salladım. “Hayır! İstemiyorum ben öyle bir şey demedim.” Kıvranarak kurduğum cümlenin ardından ne kadar ikna etmeye çalışsam da Volkan’ın beni sürükleyerek şişme simitin yanına doğru götürdü. Oktay bacaklarımdan tutup havaya kaldırdığında ise Volkan simidi bana doğru çekerek beni içine soktular. Şu an tam olarak annemin misafir çocukları için havuza koydurttuğu simidin içindeydim. Volkan simidi kendisiyle birlikte sürükleyerek havuzun bir köşesine geçti, Oktay ise Volkan’ın karşısında ki yerini çoktan almıştı. Çırpınarak konuştum. “Ya, bırakın valla şaka yaptım ya daha dergi sayfalarını birleştireceğine. Hadi oyalanmadan gidelim.” Oktay cıklayarak konuştu. “yok, azıcık durur gideriz.” İkna etme kabiliyetimin bu işsizlerde işe yaramadığını anladığımda, geriye tek bir şey kalmıştı. Çırpınarak, kollarımı suya vuruyor ve bağırıyordum. Volkan yüzünü ekşiterek bana baktı. “Sen ne ara bu kadar çirkef bir şey oldun ya, azıcık anın tadının çıkar ve güzelim.” Dedi ve var gücüyle beni Oktay'a doğru ittirdi. Döne döne istikamete ulaştığım sırada Oktay kocaman bir kahkaha patlatarak burnuma bir fıske vurdu. “Ulan kızım tipine bak, sudan çıkmış balık gibisin.” Oktay’a ne diyorsun gerizekâlı dercesine bakış atarak cevap verdim. “Sudayız ya zaten oğlum mal mısın?” Oktay burun kıvırarak beni tekrar Volkan'a doğru ittirdi. “Çok konuşma göt lalesi.”

1 Saat sonra

Üzerim de ki ıslanmaktan helak olup renk atmış kıyafetleri çıkararak kapının önüne doğru fırlattım, hava gündüz ne kadar sıcak da olsa da akşamları serinliğini hissettiriyordu. Dolabı açarak gözüm ilk çarpan pijama altını giydim ve üzerime ise tişört bulmak için rafları karıştırmaya başladım, bir yandan elime geçip hoşuma giden kıyafetleri yatağımın üzerine atıyordum. Polonya için bavulu yarın hazırlayacaktım yarından sonra ki gün yola çıkacakmışız, ani gelişen bu haberle birlikte biraz heyecan fakat çokça da gerginlik peşin gelmişti bana. Rafların arasından bulduğum uzun lacivert tişörtü üzerime geçirdikten sonra hızla masanın üzerine bıraktığım telefonumu alarak kendimi odadan dışarı attım. Volkan ve Oktay da fazla ıslandıkları için babamın kıyafetlerinden vermiştim. Çoktan giyinmiş olacaklar ki salon dan gelen mırıltılı küfürleri duymuştum. Sanırım bir terslik vardı, Oktay böyle ana bacı girdiyse eğer kesinlikle bir şey olmuş olmalıydı. Hızlı adımlarla merdivenleri ikizler üçer atlayarak aşağıya indiğim de Oktay elinde ki bir kaç birleştirilmeye hazır sayfayı tutuyordu. Dergi kapakları ve broşürler ise Volkan’ın elindeydi. Neler olduğunu anlamadığımı belli edercesine konuştum. “Oktay, Volkan neler oluyor? Küfürleriniz yukarıdan duyuluyor.” Volkan kendini hırsla koltuğa attığı sırada Oktay elinde tuttuğu sayfaları sallayarak konuştu. “Asıl haber başlığını attığımız sayfa yok, en önemli kısım oydu.” Duyduğum şeyin ne kadar saçma olduğunu fark etmemle birlikte öne atıldım. “Saçmalama Oktay, nereye gidecek masanın üstünde ki kağıt, aşağı falan düşmüştür.” Oktay derin bir nefes daha alarak yeniden konuştu. “Tamam da güzelim, bulamıyoruz yok, uçup gitse görürdük bahçedeydik. Nerede olabilir bu siktiğimin kağıdı?” Oktay’ın kurduğu cümle ile birlikte şimdi gerçekten stres olmaya başlamıştım. “Ee, şimdi ne yapacağız ya bulamazsak.” Volkan, elinde ki broşürleri yere doğru savurarak konuştu. “Bulamıyoruz zaten.” Hepimiz gergin dik haliyle ise küfürlerin ve kaba sözlerin hava da uçuşması çok normaldi o yüzden fazla takılmamayı seçtim. Oktay ellerini birbirine vurarak dikkatimiz üzerine çekti. “Hey hey, sakin olun gençlik, tamam lazımdı ama bulamıyoruz şuan yani ne yapalım böyle birleştireceğiz bunları da. Boşu boşuna birbirimize çemkirmek işimize yaramayacak nasıl olsa.” Sonra Volkan’ın fırlattığı broşürlere doğru yönelerek yeniden konuştu. “Hadi ne bekliyorsunuz birleştirelim şunu sabah Matbaa’ ya veririz öğleye kadar basarlar. Birleştirdikten sonra da film falan izleriz.

1 Saat sonra

“Aaaaaaaaa!” Volkan çığlığı basınca ister istemez bende bağırmıştım. “Lan noluyor amına koyayım, alt tarafı cin çarpıyor karıyı.” Oktay doğrularak biz e tepki gösterir eşine konuştu. Sonra yayıldığı yerden doğrularak Volkan'a döndü. “Kardeşim hadi Ekim’i anladım da, sen ne diye ciyaklıyorsun.” Volkan’a söylediği şeyle birlikte araya atlayarak konuştum. “Bir dakika bir dakika ben ciyaklıyor muyum yani?” Oktay ikna edici bir tavırla konuştu. “Hayır yavrum, zaten sen yapınca normal karşılanan bir çığlık bu.” Sonra cümlesine devam ederken Volkan’ı gösterdi. “Ama bu embesil bir yerine bir şeyler kaçmış gibi ses çıkardığı için, millet duysa yanlış anlar yani, şahsen ben yanlış anlardım.” Oktay’ın cümlesini bitirmesi ve kafasına şaplak yemesi arasında geçen iki saniyelik bir zaman dilimi... Volkan sahte bir sistemle konuştu. “Sen her boku yanlış anlamaya meyilli olduğun için olabilir mi o?” Volkan cıklamalarına devam ettiği sırada esneyerek yeniden konuştu. “Kapatın şu filmi, yeterince rüyamıza girecek zaten.” Volkan’ı onaylayarak Oktay'a döndüm, “Evet başka bir şey izleyelim.” İleri de ki kumandaya doğru yöneldiğim sırada bu sefer de Oktay esnemeye başladı bunlar, bir yarım saate küt diye gidecekleri. Belliydi her hallerinden, aslında normal di baya hareketli bir gün geçirmiştim, bir gün içerisinde hem mutluluk hem aksiyon, hem de gerilimi yaşamıştık. Yanımda ki iki büyük bebeğe baktım. İkisi de birbirine yaslanmış, yarı açık gözlerle uyuklayarak televizyona bakıyorlardı.

Çok seviyordum onlar, kardeşim, arkadaşım, dostum, ailem her şeyim olmuşlardı ve ben her şeyim dediğim insanları öyle hayatımda ki basit bir noktaya koyamıyordum, onlar benim hayatımın merkezinde, beni benden daha iyi tanıyan iki insandı.

...

Ertesi gün; Saat 07.30

Üzerinde pike olmadığını, üşüdüğümü hissetmemle birlikte anlamıştım. Dirseklerimi yattığım yere dayayarak başımı biraz doğrultmaya çalıştığım sırada ise gözlerimi ovuşturuyordum. Sabah uyanın insanın üzerinde böyle anlayamadığı bir avellik oluyor. Şu an tam olarak öyleydim, nerede olduğumu algılamam bir kaç dakika mı alırken hızla etrafıma göz gezdirdim. Tabii ki de normal bir görüntü ile karşılaşmayı beklemiyordum, fakat şu an ki manzara beni şoka uğratmak için yeterli olmuştu çapraz koltuğumda uzanan sarı saçlı insana baktığım, Volkan olduğunu anlamam için yeterli olan o pozisyonu görmüştüm. Deve kuşu gibi başını yastığa gömmüş yatıyordu. Biraz aşağısında yani yerde yatan eleman ise, içmekten götü başı dağıtan ergenler gibi yerde uzanmış halıya da bir güzel sarılmış vaziyette uzanıyordu. Bende diğer L koltuktaydım. En son hatırladığım şey...

Dün akşam;

“Amına koyayım , ördekler böyle yürüyor.” Dedi. Oktay dizlerini büker bir şekilde durarak, bileklerinden tuttu ve paytak paytak ilerlemeye başladı. Gülmekten ölecektim resmen, şu an ortam oldukça gergin ve komikti. Volkan gergin ve oldukça ciddi bir şekilde konuştu. “Lan Yarak kafalı, o ördek yürüyüşü zaten. Onu sormuyor, diyor ki ‘Eğer siz ördek olsaydınız kaçıncı adımda yorulurdunuz?’ of Oktay ömrümü yedin amına koyayım.” Oktay ayağa kalkarak yanımıza geldi. “Değiştir şu soruyu amına koyayım bu nasıl soru?”

Bugün

Dün akşama dair hatırladığım tek şey bu mükemmel ötesi konuşmamızdı, sanırım ondan sonra hepimiz uyuyakalmışız. Hemen yerimden kalkarak masanın üzerinde duran telefonuma baktım, saat 07.40’dı ilk ders ise 08.20’de başlıyordu. Sadece kırk dakika içinde hazırlanıp okula gitmemiz gerektiğini algılamam ile birlikte hızla diğer koltukta uyuyan Volkan’ı dürtmeye başladım. “Volkan! Kalk geç kalıyoruz.” Fakat n bi r ses ne de bir seda yoktu. “Kalksana be.” Onda onluk bir depremde anca uyanırdı bu kutup ayısı. Volkan mırıltılı bir şekilde konuşarak yastığa daha çok kafasını gömdüğünde umutsuz vaka olduğunu anlayarak hızla, ikinci elemana döndüm. “Oktay!” dizlerimin üstüne oturduğum yataktan aşağı doğru sararak Oktay’ı rahatsız etmeye başladım. Oktay ise elini geri doğru savurarak ittirmeye çalışıyordu. Sanırım beni sivrisinek sanıyordu. Yoksa öldüresiye vurması normal karşılanabilir bir şey değildi. Kendine her dokunan insana vurma gibi bir alışkanlığı olduğunu sanmıyordum. Daha da hızlı bir şekilde vurarak bağırdım. “Lan kalksanıza oğlum!” Oktay ona doğru savurduğum eli havada yakaladığı sırada, tutması ile birlikte yere çarpması bir oldu. “Ah!”

Artık nasıl çığırdıysam bilmiyorum, anında kalkan Volkan ve Oktay yaklaşık beş dakikadır başıma buz tutuyordu. “Yavrum, güzelim yeminle sen olduğunu bilmiyordum yoksa neden yapayım.” Oktay’ı uyandırma çabam da gazi olmanın verdiği acıyla konuştum. “Oğlum sen, sana her dokunanı okkalı bir şekilde yere doğru mu fırlatıyorsun?” Volkan’ın başıma tuttuğu buz torbasını alarak ayağa kalktım. “Bu kadar zahmete girdim.” Gözlerimle buz torbasını işaret ederek. “Hatta sabah sabah kafamı bile kırıyordum ama neden? Çünkü okula geç kalacağız farkında mısınız?” dediğim şey ile birlikte Oktay hızla sol bileğin de ki saate baktı. “Amına koyayım yuh sadece yirmi beş dakika kalmış. Hadi kalkın kalkın!” Oktay’ın söylediği şeyi onaylayarak konuştum “Evet sabahtan beri sizi bu yüzden uyandırmaya ant içmiştim.” Cümlemi bitirmemin ardından Volkan önden hızlı adımlarla merdivenlere yöneldiğinde bağırarak konuştu. “Oktay! Bebeğim gel hadi, daha giyineceğiz!” Söylediği şeye kahkahayı patlattığım sırada bende odama gitmek için merdivenlere yöneldim. Oktay da ardımdan mırıltılı küfürler ederek yürümeye başladığı sırada Volkan çoktan misafir odasına gitmişti. “Bu çocuk ters mi doğdu amına koyayım, bu kadar kafadan kontak insan görmedim ben daha önce.” Oktay sinirlenince çok yaratıcı küfürler ortaya koyuyordu. Zekasını bu tarz şeylere harcaması üzücü fakat yine de komikti. Odamın önüne geldiğimde Oktay’a dönerek konuştum, “Hadi bekletme Volkan’ı.” Oktay sanki darbe yemiş gibi yüzünü ekşiterek, başını umutsuzca salladı. “Sende mi be!” ve pıtı pıtı adımlarla Volkan'cığının yanına gitti... Mutlu son {sırıtan emoji}

Reşat Umi Sarıngan Koleji

“Of! Geç kalmışız zaten girmeyelim ilk derse. Şu dergileri matbaaya verelim sonra da kantinde bir şeyler atıştırırız.” Barajdan çıkarken Volkan büyük bir bıkkınlıkla konuştu. Oktay, Volkan’ın az önce ki önerisine karşın biraz düşünceli bir şekilde cevap verdi. “Olur, olur gidelim matbaa odasına, oradan da kantine geçeriz.” onları onaylayarak konuştum. “Olur, gidelim.” Sabah ki hallerine kıyasla şu an Volkan daha enerjik Oktay ise daha durgundu. Sebebini asla tahmin edemezdik çünkü Oktay böyleydi, Olma ihtimali sıfır olan bir şeyde bile bazen takılı kalıp kafa yorardı. Böyle zamanlarda ona soru sormazdık, kendi gelip istediğinde anlatırdı. Oktay kişisel alanlara çok önem veren ve aynı zamanda her zaman olduğunda daha da ciddi biriydi. Bizim yanımız da saçmalar, eğlenir, gülerdi. Kim yapmazdı ki, güvendiğin insanın, seni olduğun gibi kabul eden kişilerin yanındayken eğlenmek, gülmek, olduğun gibi davranmak dünyanın en güzel şeyiydi. Belki de dünyanın en güzel şeyinden daha güzeldi.

Kantin katına indiğimiz de bizi karşılaşan iki yıl ayrımı vardı. Biri kantine giden diğer yol, diğeri ise önceden depo olan fakat bizim düzenlemelerimiz sayesinde şu an minik bir matbaa atölyesiydi. Okulun itiraf sayfası ve dergi yönetimi bize ait olduğu için haliyle burası da bizim yönetimimiz altında çalışıyordu. Fakat matbaa başında bizim sorumluluğumuz dışında bu işi en iyi şekliyle bilen kişiler basım ve editörlüğü ile ilgileniyordu. Yani çok büyük olmayan, ama ciddi çalışmalar yaptığımız ufak bir ekibimiz var diyebiliriz. Ben önden Volkan ve Oktay arkadan matbaaya doğru ilerlemeye başladık. Bu koridorda attığımız her adım, bize okula ilk geldiğimiz zamanlarda, kapkaranlık. Kirli, unutulmuş yolu hatırlatıyordu. Ailelerimizin de yardımıyla okul yönetimiyle konuşup bu işe girişme kararı almıştık. Başta kimse bu işe olur yönden bakmıyordu fakat, zamanla herkes kabullenişe geçmiş hatta bu fikri sevmişti. Şimdi herkes okul dergilerinin çıkmasını, itiraf sayfalarına yeni haberler yüklenmesini bekliyordu. İtiraf sayfasını bizim yönettiğimizi bilmiyorlardı, fakat onların asıl dikkatlerini çeken kimin yönettiğinin dışında. Yapılan itiraflardı.

Kapıyı üç kez art arda çalarak başımı içeriye doğru uzattım. “Selam!” içeride bizim ekip vardı. Herkes işinin başına oturmuş bir şeyler ile uğraşıyordu. Büyük ihtimalle Volkan’ın onlara attığı Maille ilgileniyorlardı. Elimde ki dergi ve broşürleri kapının önüne gelen Selen’e uzatarak konuştum. “Selen'im yapmanız gereken her şeyi buraya sırasıyla koydum. Bir şeye ihtiyacınız var mı? Ekipman olur ne bileyim, kahve veya çay ister misiniz?” İlgiyle sorduğum soruya Selen, ekip adına da olacak şekilde sevimli bir şekilde cevap verdi. “Yok, yok teşekkür ederiz. Zaten ihtiyacımız olan her şey burada var.” Başımı, onu onaylayacak şekilde aşağı yukarı sallayarak cevap verdim. “Tamamdır, o zaman size kolay gelsin. Görüşmek üzere!” kısa bir vedanın ardından aldığım sözsüz onayla birlikte araladığım kapıyı kapatarak arkamda beni bekleyen Volkan ve Oktay'a döndüm. Selen ve ekibi, size bahsettiğim. Matbaa ekibiydi, bu işin organizasyonunu yaparken. Önder hocanın önerileri eşliğinde böyle bir ekibimizin olması, hem bizim açımızdan rahat hem de, dergi açısından iyi bir görünüm sağlayacaktı. Biz de bir kaç hocamızın yardımıyla birlikte, Selen ve ekibiyle nihayet bir anlaşmaya varabilmiştik. O gün bu gündür, tam dört senelik bir emeğimiz vardı bu dergide ve bizden sonra bu dergiyi devam ettirecek kişileri de biz seçecektik. Bu konu beni biraz üzse de, ne de olsa burada kalıcı değildik. Elbette birileri yerimizi dolduracak, kendini sevdirecekti. Belki de hiç sevilmeyecekti bilemeyiz... Volkan savsak adımlarla yanıma gelerek kolunu omzuma attığı sırada, daldığım düşüncelerden de beni çekip almış bulunmaktaydı. Bazen düşünüyorum, uzun uzun. Acaba tanışmasaydım, ya Volkan ve Oktay hayatımda olmasaydı. O zaman ne yapardım aklım almıyor, onlarsız bir zaman hayat, bir lise, bir depresyon düşünemiyorum. Sahip olduğu hiç bir şeyin değerini bilmeyen bir insanın bile, kaybetmekten korktuğu şeyler olur. Zarflar mıydı? Evet tam olarak öyle, zaaf. Oktay ve Volkan benim zaafımdı.

“Eee bebekler, heyecanlı mıyız?” Oktay’ın hevesle sorduğu soruyla birlikte Volkan şaşırtıcı bir şekilde aynı sevecenlik ve heyecanla cevap verdi. “Of evet! Hissediyorum çok güzel gelecek şu bir ay.” Volkan kolunu omzundan çekerek önümüze atladı. Bazen beklenmedik hareket ve tepkileri vardı kabul ediyorum. “Abi durun, durun!” Oktay, yüzüne anlam veremediğimiz bir ifade takınarak konuştu. “ Oğlumun yapıyorsun, he söyle ne diyeceksen?” Bu çok da haksız olmayan bir tepki olmakla birlikte, aynı zaman da Volkan’ı durdurmaya da yetmemişti. Volkan konuşmasına kaldığı yer ve ifadeden devam etti. “Kardeşim farkımda mısınız bizden başka bir grup daha gidecek?” Volkan’ın dediği şeye anlam veremez bir şekilde baktım. O da ümitlenmiş bir biçim de anlamamızı bekliyordu sanırım. Biz deliyiz Volkan’ım, bizden beklentin varsa Allah kurtarsın...

“Nereye gidecek oğlum, kim gidecek.” Volkan hayretler içerisinde Oktay’a bakarak konuştu. “Kardeşim sadece teyit etmek için soruyorum lütfen alınmayın ama, siz biraz salaklaştınız mı?” Oktay, Volkan’ın omzuna hafif bir yumruk indirerek tam konuşacağız şurada araya girdim. “Durun be! Didişmeyin. Volkan sende mala anlatır gibi anlat anlamıyoruz biz öteki türlü.” Volkan ve Oktay bu hareketine şaşırmışçasına tepki göstererek birbirine kaş göz işareti yapıp gülmeye başladılar. “Vay, bizim kıza bak sen! Biliyordum bu anın geleceğini, çok şükür!” Volkan, hem gülüyor hem de konuşmaya çalışıyordu. Oktay ise beni omuzlarımdan tutarak kendine çekti ve sımsıkı sardı kollarıyla. “Beybisi nihayet eril enerji yaymaya başladın. Biz de seni nasıl kendimizle birlikte askere götürürüz diye düşünüyorduk!” Volkan fokurtulu gülme sesleri çıkarırken, Oktay’ın göğsünü itekleyerek kendimi boğulmaktan son anda kurtardım. Suratlarında ki sırıtışları gizlenmeyecek kadar büyüktü. Yüzümü ekşiterek onlara kınayan bakışlar attım. “Siz şu sıralar fazla komik olmaya başladınız.” Ve arkamı dönerek kantine doğru ilerlemeye başladım. Oktay ile Volkan’ın ise arkamdan koşar adımlarla gelişini, Volkanın yürü lan deyişinden anlamıştım.

Omzuma atılan bir kol ile birlikte duraksamak zorunda kaldım. “Ya güzelim, şaka yaptık. Vallahi çok pişmanım bu mankafaya uyduğum için.” Oktay beni kendine çekerek sarıldığında, bu oyunu daha fazla sürdüremeyerek gülmeye başladım. “Ya saçmalamayın, bunun için küsecek değilim.” Arkamızdan gelen Volkan kolunu arkadan boynuma dolayarak neşeli sesiyle konuştu. “Kurban olurum sana ya.” Anlık söylenen bu cümle ile birlikte kıkırdayarak konuyu değiştirdim. “Kurt gibi açım beyler, hadi bir şeyler yiyelim dedim kantini işaret ederek.” Önden ilerlemeye başladım. Oktay ve Volkan da ardımdan yarın ki yolculuğumuz hakkında bir şeyler konuşarak geliyorlardı.

“Kolay gelsin Mustafa abi.” Dedim ve alışveriş yaptığımız minik pencereye yaslandım. Mustafa abi tost makinasının önünde bir şeyler yapıyordu, sesimi duymasıyla birlikte saniyesinde işini bırakıp cevap verdi. “Sağol kızım, buyur ne istemiştin.” Mustafa abi çok kibar ve sakin biriydi ve sanırım yanlış bilmiyorsam on senedir burada çalışıyordu. Oktay ve Volkan’a dönerek sordum. “Siz ne alacaksınız?” Oktay düşünürken, Volkan hiç bekletmeden yanıtladı. “Ben iki karışık, iki ayran ve bir pakette kuru pasta.” Bu menüye hiçte şaşırmamıştım, normalde bile üç kişilik yemeği tek kişi gömebilen bir insan olarak bu saydıkları ona az bile gelirdi. Başımı umutsuzca sallayarak onu onayladım ve Oktay’a döndüm. “Sen ne istiyorsun Oktay?” Oktay nihayet karar vermiş olacak ki saymaya başladı. “Bende aynı şekilde iki karışık tost, iki ayran ve tatlı olarak da ekler.” Siparişleri aldıktan sonra Mustafa abiye dönerek toplu olarak söyledim. “Mustafa abi şimdi, beş tane karışık tost, beş tane ayran, bir paket kuru pasta, bir paket ekler, bir tane karam çikolata ve bir tane de çikolatalı süt.” Mustafa abi bizim ne kadar hayvanı olduğumuzu bildiği için, şu dört senelik zaman diliminde. Ne zaman biz sipariş verecek olursak elime defterini alır not ederdi. Ben bile sayarken unutuyorum adam nasıl hepsini aklında tutsun. Mustafa abi gülerek cevap verdi. “Tamamdır kızım, siz geçin oturun ben getiririm.” Başımı sallayarak onayladım. “Tamam abi, Sağol.”

Yaklaşık on beş dakikadır siparişleri bekliyorduk, kantinde bizden başka kimsenin olmaması ise oldukça beklendik bir durumdu. Asıl beklenmedik durum ise, dersine girmediğimiz hocanın da derse girmeyip, şu an bizle birlikte sipariş bekliyor olmasıydı. Masada ki kimseden çıt çıkmıyordu, Volkan ve Oktay arada attıkları kaçamak bakışlarla konuşuyordu. Şeyma hoca da kollarını göğsünde birleştirmiş bir biçimde bir Oktay’a bir Volkan’a bir de bana bakıyordu. Surat ifadesinden duygu geçişlerini anlamak imkansızdı. Size şöyle izah edeyim, dolaptan çıkardığım buz parçasıyla bile daha duygusal anlar yaşayabilirdim. Şu an masa da yaşanan gerilim, okulun elektrik trafosunda yoktu. Ortamda ki gerici ve yıkıcı sessizliği nihayet beklediğimiz siparişlerimizi getiren Mustafa abi bozdu. “Evet çocuklar, buyurun Siparişleriniz!” Mustafa abi tepsiyi önümüze koyduğunda, Şeyma hoca bir siparişlere biz de bize baktı. Mustafa abi ise Şeyma hocayı fark etmekle birlikte hemen konuştu. “Hocam, hoşgelmişsiniz ne istersiniz bir çay vereyim mi?” Mustafa abinin gerçek bir ilgiyle sorduğu soruya Şeyma hoca soğuk bir ifade ile yanıt verdi. “Teşekkür ederim, almayayım derse geç kaldım. Size kolay gelsin.” Masadan sert bir ifade ile kalkarak gitmeden hemen önce de bize ima yapmayı unutmadı tabii! “Size de afiyet olsun çocuklar.” Hocam demeyin öyle ya boğazımdan geçmez şimdi benim...

“Kadına bak ya işi gücü bıraktı, oturdu bizle birlikte sipariş bekledi.” Dedi Oktay elinde ki tostla aşk yaşadığı dakikalarda. Gülerek elim de ki tosttan bir ısırık aldım. “Çok korkutucu bakıyordu değil mi?” Benim gülerek söylediğim şeyden sonra, Volkan ciddi bir şekilde ve söyleyeceği her neyse, odaklanmış bir biçim de cevap verdi. “Acaba bizimle birlikte Polonya'ya gelecek diğer öğrenci grubu kim?” Volkan bu konu da oldukça ciddi bir merak içerisindeydi, çünkü dünden beri bunu sayıklıyordu. Oktay ciddi bir bakış atarak Volkan'a döndü. “Lan oğlum, az sabret yarın akşam göreceğiz zaten otobüste.” Oktay’ın dediğini onaylayarak ekledim. “Ayrıca şu an bunu düşünmek yerine yavaş yavaş kalmaya ne dersiniz? Zilin çalmasına iki dakika var. Hocalar bizi burada görmesin.” Bunu derken bir yandan da masaya dağıttığımız şeyleri topluyordum. Oktay, iki dakika lafını duyduğu gibi elinde ki tostu, nasıl olduğunu asla anlamadığım bir biçim de tekte mideye indirdi. Hani bazen normalin de üzerine çıkıyor, konu Oktay ise pek şaşırmıyoruz her şey beklenir ama yine de hayret ediyor insan. “Hadi, hadi kalkın Şeyma hoca ile bir kez daha göz göze gelemem, bünyeme zarar.” Bu cümleyi kurup pıtı pıtı üst kata doğru giden bir Oktay...

15 Dakika Sonra

Yaklaşık on dakikadır Oktay ve Volkan’ı bekliyordum. İki dakikaya geliyoruz diye tuvalete gitmişlerdi. Onuncu dakikaya girdik hala gelmediler. Tuvalet deliğine düşme oranları da çok yüksek ikili, umarım öyle bir olay yaşamazdık. Okulda giderayak dergi sayfasında kendimizi görmek istemiyordum. En sevmediğim şeylerden biri de beklemekti. Koridorun ortasında Oktayların gelmesini beklerken bir yandan da, çaprazımda ki dolaplardan eşyalarını alan öğrencilere bakıyordum. Kimi haftanın son günü diye özel eşyalarını alıyordu her Cuma. Ben pek özel eşyalarımı dolaplara koyma taraftarı değildim bu yüzden, dolabımda sadece ders kitaplarım vardı. Onları da sınav haftası olmadıkça almıyordum. Bize bu dolaplar liseye geldiğimiz ilk gün verilmişti, yani ben aynı dolabı dört senedir kullanıyordum. O dolapta bile bir çok anım birikmişti, keşke okuldan ayrılırken dolaplarımızı da götürebilsek. Bu katta ki dolapların çoğu on birinci sınıflara aitti ama arada bir kaç tane de on ikinci sınıf gözüme çarpmıştı. Gözlerimi dolaplardan çektiğim sırada, kıkırtılı gülüşmeler eşliğinde karşıdan gelen iki kişi gözüme takıldı. Ayla ve Suğra, gülüşmeler bütün koridoru doldururken onlar bunu çokta umursuyor gibi durmuyordu.

Ayla turuncu, hafiften uzun saçlarını açık bırakmıştı. Üzerinde ki okulun kısakollu gömleği ise ilk iki düğmesi açık, kravatı takılı bile değildi. Kuralları ve uyarıları pek umursayan birisi değildi. Okulda ki herkes onun hakkında ‘Bela kız' ya da ‘Onu gördüğünüz yerde uzaklaşın' gibi söylemlerde bulunurdu. Bizzat tanışmadığım için hakkında pek fazla yorum yapmam doğru olmazdı fakat, bazı insanları onlarla tanışmadan da tanıyabilirsiniz. Onunla tanışmadan da onu tanıyabiliyordum, kendini mükemmel zanneden, egolu bir yapıya sahipti. Ayrıca da göründüğü kadar güçlü biri olmadığını çok kez fark etmiştim, çevresine ve etrafındakilere güvenerek bir şeyleri yönetmeye çalışıyordu. Fakat bu da büyük bir başarıydı, akıl ve kurnazlık isterdi. Elinde ki gücü nerede, ne zaman ve nasıl kullanacağını bilmek ve kullanmak akıl işiydi. Ayla çok zeki ve kurnaz bir kızdı, fakat asabi bir yapısı olduğu için bu onu ürkütücü hale getiriyordu. Bu yüzden insanlar onun hakkında bela gibi tabirler kullanıyordu. Onun da bundan rahatsız olduğunu düşünmüyorum aslında, hoşuna gidiyor birilerini baskı altında bırakıyormuş gibi hissetmek.

Diğer kıza gelecek olursak, Suğra. Sarı saçları ve mavi gözleriyle bir perişan farkı yoktu. Açık ara okulun en güzellerinden biriydi. Yüzü gibi davranışları da insanı kendime hayran bıraktırabilecek derecede iyiydi. Sakin ve anlayışlı biriydi aynı zamanda ise gerçekten başarılı bir öğrenciydi. Okulda adını akademik başarıları ile çok sıkça duyuruyordu. Fazla güzel ve dikkat çekici biri olmasının yanı sıra ise Can ve Anıl harici hiç bir erkekle göremezdiniz onu. Yani iyi, akıllı, uslu, başarılı her öğretmenin hayalinde ki öğrenci kelimesi bir insan olsaydı. Kesinlikle Suğra bu bişi üstenirdi. Onun da benim gibi iki ismi vardı. Suğra Yeşim, iki isimde ona oldukça yakışıyordu fakat daha önce kimsenin ona Yeşim diye seslendiğini duymamıştım. Bu iki kızın birbirinden tamamen farklı olması ama buradan bakıldığında ne kadar iyi anlaştıklarını görmek ise, bazen doğru kişilerin, size benzeyen insanlar olması gerekmediğinin kanıtıydı.

Suğra önümden geçerken telefonla ilgileniyordu ve hararetli bir şekilde Ayla'ya bir şeyler anlatıyordu. Üzgünüm Suğra’cım ama arkadaşının dikkatini ben daha çok çekmiş gibiyim. Bu sahneyi ben bir yerden hatırlıyorum, bu kitlenişli bakışı... Sizi Can özel olarak mı eğitiyor? Bu bakışlar bu tavırlar, sıradan şeyler değil. Ne kadar görmezden gelmek istesem de yüzünden ki sinir bozucu gülümseme dikkatimi çekmişti. Sınırları zorlamak bir surat ifadesi olsa kesinlikle bu olurdu. Gözlerimi yavaş ama bir o kadar da odaklanmış bir biçim de Ayla’ya çevirdim. Bu hareketim hoşuna gitmiş sanki ona istediğini vermişim gibi diklenerek yürümeye devam etti ve göz temasını kestiği sırada çoktan varmak istediği yere ulaştı. Suğra ile ikisi dolapların önünde durmuştu, sırtından indirdiği çantası ve elinde ki kitaplar onu zorlamış olacak ki kitapları bir hışımla dolabın içine doğru attı. Bu hareketiyle birlikte koridorda ki bir kaç yüz de ona çevrildi fakat bu onun pekte umrunda olmadı. Ben ise bakışlarımı bir an bile ondan ayırmamakta kararlıydım. Pek maceracı bir insan değildim fakat şu an rahat durmak hiçte içimden gelmiyordu. Yere koyduğu çantasını ise yine bir hışımla kaldırdığında içinden bir kaç parça eşya döküldü. Her zaman bu kadar asabi miydi bilmiyorum ama, bu hareketleri onu havalı görünmekten çok ergence gösteriyordu. Yere dökülen bir kaç parça defterler ve kitapları tek tek toplamaya başladığında adım adım gözlerimle onu takip ediyordum. Suğra ise telefondan kafasını kaldırmış etrafına bakıyordu. Ayla bütün defter ve kitapları topladığında yerde kalan kağıdı fark etmemişti sanırım. Hızla ayağa kalkacak elinde kileri de dolaba fırlatırcasına atarak. Etrafına baktı ve benim takılı kaldığım kağıdı fark etmiş olacak ki, bir bana bir de yerde duran kağıda baktı.

O an kan beynime sıçradı, Ayla bir hışımla yere eğilip kağıdı aldığında taşların hepsi yerine oturmuşçasına aydınlandım. Dünden beri aramadığımız yer kalmamıştı. Şaşkınlıkla Ayla’ya baktığım sırada fark edildiğini anlamasıyla birlikte göz temasını keserek dolabı hızla açtı. Ben ise artık daha fazla uzaktan izlemek yerine girişmek gerektiğini anladığım andan itibaren hızla öne doğru atıldım. “Hop, hop, hop” iki büyük adımda aramızda ki mesafenin kapanması bir oldu. “Sen ne yapıyorsun?” Ayla'nın dolabı kapatan elini tuttuğum an, refleksifik olarak bağırmıştı. Eş zamanlı olarak ise diğer elimi tuttu. “Asıl sen ne yapıyorsun?” Dedim anlam vermeye çalışırcasına fakat karşımda, şu an açıklama yapmaktan çok uzak bir yüz ifadesi ile kollarımı tutuyordu. “Sen.” Dedi tıslarcasına ve devam etti. “Sen, kendini ne zannediyorsun?” sağ elimi iyiden iyiye sıktığı için acıyla inlediğim de artık ipler kopma raddesine gelmişti. Suğra'nın bütün uyarılarına rağmen buna son veren kişi ben olmayacaktım. Yüzümü iyice ona doğru yaklaştırdığımda cevap vermek için fısıldadım. “O kağıdın, sen ne işi var Ayla?” Ayla kurduğum cümle ile birlikte, samimiyetsiz bir gülüş sergiledi. Fakat bilmiyordu ki, biraz daha böyle devam ederse, ben onu yere serecektim. “Sence.” Dedi Ayla yine o bir şeye benzemeyen gülüşü ile, “Sence, bu uyduruk ve saçma kağıt için benimle karşı karşıya gelmeye değer mi?” kendini ne zannediyordu bilmiyorum ama, biraz daha sınırları zorlarsa, o güzelim saçlarından tutup pestili çıkana kadar zeminle bütünleştirecektim. Bu sefer elimden geldiğince samimiyetsiz bir biçimde gülerek karşılık veren taraf ben oldum. “Ayla'cım, sadece merakımdan soruyorum. Neden kendini bu kadar önemsiyorsun ki? Benim için bir anlam ifade etseydin, inan bunun lafını bile etmezdim.” Ve bu sefer dolaba uzanmış olan eline tırnaklarımı geçirerek devam ettim. “Şimdi söyle.” Tırnaklarımı derisine olabildiğince fazla bastırdığım için acıdan konuşamıyordu. “O kağıdın, sende ne işi var Ayla?” Ayla, canı fazla yanmış olacak ki, bir hışımla beni iterek bağırdı. “Seni gebertirim!” ve üzerime doğru yürüyerek bir kez daha ittirdi. “Sen kim oluyorsun da.” ve cümlesini tamamlamadan önce bir kez daha hışımla üzerime yürüyerek itti. “Bana dokunma, hesap sorma cürretinde bulunuyorsun.” Hızlı bir şekilde ittirmesinden dolayı dengemi daha fazla sağlayamayarak, sırt üstü yere düştüm. Bazen cidden kendinizi zor tuttuğunuz anlar olur işte tam şu an o anı çoktan geçmiş bulunmaktaydım. Kahküllerim birbirine karışmış bir biçimde yere serildiğinde sırada kulağıma çalınan sesler artık hiçte umrumda değildi. Suğra, Ayla’yı uzaklaştırmak için onca dil dökmesine rağmen hala karşımda aptalca gülen kıza baktım, o güzel yüzü birazdan dağılacaktı çünkü. Bir hışımla yerimden doğruluğum sırada, karşımda bana bakan aptal kıza bakarak kocaman bir kahkaha attım. “Seni geberticem şimdi!” Kollarına doğru uzanarak kendime çektim ve o an kendimden hiç beklenmedik bir hareketle kafalarımızı buluşturdum. Kafa atmamla birlikte büyük bir çığlık kopardı ve sendeleyerek geri düştü. Çevremde olan biteni göremiyordum, fakat Suğra’nın attığı çığlık ve Oktay’ın “Ekim değil mi lan o? Koş amınakoyayım koş!” dediğini duymuştum. Öfkem başa çıkamayacağım kadar artmıştı yerde acı içinde kıvranan Ayla'ya bakarak büyük bir kahkaha attım. “Sınırları zorlamayın seviyorsun, fakat sınırlar seni zorlar diye hiç düşünmüyorsun aptal kız. Şunu bil ki, benim olan benimdir ve sen şu an benim olan bir şeye el uzatmışsın. Ne bekliyorsun? Teşekkür falan mı, tabii ki de kafa atacaktım.” Yerde yatan Ayla'ya kıyasla , ben zafer kazanmış bir biçimde şoka girmiş Oktay ve Volkan'a döndüm. “Gidelim mi?” Volkan bir bana bir de yerde yatan Ayla’ya bakarak ağzını iki üç kez açıp geri kapattı. Oktay ise Volkan’ın aksine şaşırma kısmını atlatmış, gururla bakıyordu. Tam ağzımı açacağım sırada Oktay, elini uzatarak susmamı işaret etti. “Şşş güzelim sakın, hak etmiştir elbet sormuyorum bile neden yaptın diye.” Oktay'ın kurduğu cümle keyfimi yerine getirmişti gülerek konuştum. “Gerçekten haketmişti ama duyunca inanamayacaksınız.”

Ayla'yı yerden kaldırdıkları sırada, Oktay ve Volkan dolaplara yaslanmış onlara bakıyorlardı. “Ne bakıyorsun?” Suğra bir hışımla onları izleyenlerin üzerine doğru yürüyerek konuştuğu sırada, Oktay araya girerek konuyu devraldı. “Sen sus bakalım Stella bacım bir de sizi ayırmayalım şimdi!” Suğra salak mısın der gibi bir tepki vererek, Oktay’ın hava da ki elini ittirdi ve konuştu. “Stella bacım ne be?” Oktay gaz kaçıran hava yastığı gibi puflayarak yeniden Suğra ’ya döndü. “Allah aşkına ciyaklama be ablam, vallahi kafam götürmüyor.” Oktay’ın tepkilerine gülmemek elde değildi gerçekten

2 Saat Sonra

Aradan geçen iki saatlik zaman diliminde sonra bugün ki çoğu dersin boş olduğunu öğrenerek, eşyalarımızı hazırlamak üzere eve geldik. “Sabah ne zorluklarla uyandırdım sizi, meğer okul yokmuş bile!” elimde ki son kıyafeti de katlayarak valize koyduğum sıra da Volkan hızla aramıza katılarak konuyu değiştirdi. “Ya kızım o değilde, bayağı bir Benzetmişsin he! Şunun surata bakın.” Dedi telefonda ki fotoğrafa bakarak ve kendini tutamayacak güldü. Oktay ise Volkan’ın kurduğu cümleyi desteklercesine hevesle konuştu. “Of evet kızım ya en son böyle, kavga ettiğimiz de grupta Batu da vardı.” Oktay’ın kurduğu cümle ile birlikte duraksayarak onlara baktım. Volkan’ın suratı kireç gibi olmuştu. Saniyeler önce ki kahkaha atan halinden eser yoktu. Oktay ise eminim ki kurduğu cümleye bin pişman olmuştu, masumca boynunu yana eğerek kırgınlık akan gözlerle bana baktı. Bazen insanlar bazı anıları, bazı kişilerle birlikte geçmişte bırakmayı tercih eder. Hatta belki de uzun zaman hatırlamaz, adını bile anmaz fakat bir şekilde yine karşılarını gelirdi. Batu da bizim bazı anılarımızla birlikte, geçmişe gömdüğümüz kişilerden biriydi. “Bebeğim, güzelim yemin ediyorum istemeden oldu. Anmayacaktık adını biliyorum.” Kollarını açarak sımsıkı sardı. “Özür dilerim güzelim, ben sadece bir anlık boşluğuma geldiği için öyle patavatsızca davrandım.”

2.Bölümün sonu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%