@dalgapanda
|
1 AY ÖNCE Maya cenazeden sonra kendini toparlamakta oldukça zorlanmıştı. Ama hayat devam ediyordu ve güçlü olması gerekiyordu. Artık mezun olmuştu ve annesi iyi bir firma da iş görüşmesi ayarlamıştı. Bugün öğleden sonra mülakatı vardı ve büyük ihtimal işi alacaktı. Dün Cedric ile telefonda konuşmuşlardı. Cedric babasının arkadaşıydı. Genellikle keşifleri beraber yaparlardı. Babasının öldüğü son gezide Cedric ile beraber gitmişlerdi. Her anlarının fotoğraflarını genelde Cedric çekerdi. Babasıyla son gezilerinden fotoğrafları bu sefer babası değil Cedric gönderecekti. Ölüm babasını tırmanışta yakalamıştı. Normalde babası gibi bir profesyonel için bu kadar tehlikeli ve soğuk bir yere tırmanmak sorun değildi ama tırmanışta kalp krizi geçirmişti. Geri dönüp tedavi olmaktansa tırmanışa devam etmeyi seçmişti. Bu kriz babasını kötü etkilemişti. Soğuğu daha fazla hissediyordu, daha fazla yoruluyordu. Cedric elinden geldiği kadar yardımcı olmuştu ve zirveye ulaşmışlardı. Ama babasının kalbi bu seyahate daha fazla dayanamadı, tekrar bir kriz geçirdi. Vücudu zayıf düştüğü için bu sefer ki krizi atlatamamıştı. Cedric ile son konuştuğunda tüm bu olanları anlatmıştı. Maya saatine baktı. Hazırlanması gerekiyordu. Birkaç saat sonra iş görüşmesi vardı. Siyah kumaş pantolonun üzerine lacivert ip askılı bluzunu giydi. Onun üzerine siyah blazer ceketini giydi. Kahverengi dalgalı saçlarını taradı ve yukarıdan başlayarak balıksırtı ördü. Pastel tonlarda makyajını yaptı. Mülakatta sorulabilecek sorulara tekrar baktı. Aynanın karşısına tekrar geçti görüntüsünde eksik var mı diye kontrol etti. Her şey istediği gibiydi. İlk iş görüşmesi için fazla koyu renkte giyinmişti ama nedense bu aralar açık renk bir şey giymek istemiyordu. Siyah ayakkabılarını giydi ve görüşmenin yapılacağı şirkete gitti İçeriye girdiğinde danışmaya mülakat için geldiğini söyledi. Kendisi için gösterilen yerde sırasını bekledi. Önünde başkaları vardı. Herkes sırayla odaya giriyordu ve görüşmeler fazla uzun sürmüyordu. Sıra Maya ya geldi. Mülakat için sırasını beklerken geniş pencereden dışarıya, hareketli şehir hayatını izledi. Bu manzara, onun içindeki karmaşık duyguları yansıtıyordu. Odaya girerken sorulacak tüm sorular ve vereceği tüm cevaplar aklındaydı. Görüşme ne kadar sürdü emin değildi. Hızlıca koridorda yürüdü. Duvarlar üzerine geliyordu sanki. Nefes alamıyordu. Adımlarını hızlandırdı koşarak dışarı çıktı. İçerideki görüşme kâbus gibiydi. Önce 10 yıl sonra kendini şirkette hangi konumda gördüğüyle başlamıştı duvarların üzerine gelmesi. Sonra daha çok çalışırsa alacağı kıdemlerle devam etti. Daha çok çalışmak, daha kıdem, daha yıl, daha, daha ve daha. Sanki tüm hayatını bu duvarların arasında geçirmiş gibi hissetti. Ne için peki daha çok kıdem için mi yoksa bunu yapmayı sevdiği için mi diye düşündü. İnsan ne için yaşardı? Bir anda tüm hayatını bu duvarlarda geçirmiş olmaktan korktu. Şehrin kalabalığı içinde yürürken, kendini bir okyanusun ortasında küçücük bir ada gibi hissediyordu. İnsanlar bir o yana bir yana koştururken, o yerinde sayıyormuş gibi geliyordu. Vitrinlere asılmış renkli elbiseler, mutlu çiftlerin kahkahaları, sanki onun yaşadığı acıyı anlamayacak kadar uzaktaydı. Her adımda içine bir ağırlık çöker, nefes almakta zorlanırdı. Evinin kapısını açtığında, loş ışıkta parlayan toz zerrelerini görebiliyordu. Her şey o kadar tanıdık ve aynı zamanda o kadar yabancıydı. Bir kadeh favori şarabından koydu. En sevdiği şarkı Passenger –Let Her Go şarkısını açıp koltuğa oturdu ve ayaklarını uzattı. Kadehten bir yudum daha aldı. Gözlerini kapatıp başını arkaya atıp koltuğa iyice yaslandı ve derin bir nefesler aldı. Biraz sakinleşmişti. Tam olarak ne olmuştu, anlayamıyordu. Sadece çok stresli hissediyordu.. Kadehi burnuna yaklaştırıp kokladı, bu kokuyu seviyordu. Şarabın kırmızı rengi, kanı andırıyordu. Gözlerini tavana dikip, düşüncelere daldı. Hayatının bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar değiştiğini anlamıyordu. Müzik sesini açtığında, melodiler sanki onun iç dünyasını yansıtıyordu. Hem hüzünlü hem de umut dolu bir melodi. Aklına fotoğraflar geldi. Cedric göndermişti. Artık gelmiş olmalıydı Posta kutusuna doğru adımlarken, kalbi hızla çarpıyordu. Eski, ahşap posta kutusu gıcırdayarak açıldı. İçinden çıkan zarfı heyecanla parmaklarına aldı. Babası ve Cedric yine çok saçmalamışlardı. Bir fotoğrafta Brendon uyurken Cedric suratına kocaman bir balık koymuştu. Arkasında bir not vardı.
“Tüm gece balık koklayarak uyudu. İmza Cedric“
Başka bir fotoğrafta Brendon Cedric’in ayakkabısının içine bir şey döküyordu. İçine ne döktüğünü anlamadı ama babasının yaptığı şeyden keyif aldığı belli oluyordu. Sıradaki fotoğrafta Cedric vardı. Üzerin şort vardı. Saçları ıslaktı ve suratı asık kameraya bakıyordu. Fotoğrafa daha dikkatli baktı. Ayakkabılarını çıkarmamıştı. Sonra durumu anladı. Babası ayakkabılara yapıştırıcı sürmüştü ve Cedric ayakkabılarıyla yüzmek zorunda kalmıştı. Diğer fotoğraflar. Sondaki fotoğrafta babasını gördü. Kayaların üzerinde sırtını başka bir kayaya yaslamış oturuyordu.. Gözleri kapalıydı. Sanırım bu babasının ölümünden kısa bir süre sonra çekilmişti. Yüzünde bir huzursuzluk vardı sanki. Ölüm başka bir yerde olsaydı böyle bir fotoğraf çekilmesi çok garip olurdu ama babasının çevresinde bu gezilerde kaza geçirenler ve ölenler çok oluyordu. Eğer onlarla eşlik eden birisi varsa ölenin son macerasının fotoğrafını onu onurlandırmak için çekerdi. Babasının ölürken daha huzurlu olacağını düşünmüştü. Fotoğrafları aldı ve koltuğa oturdu. Son fotoğrafa uzun süre baktı, babası neden huzursuzdu. Fotoğrafa daha dikkatli bakarken babasının soğuktan kararan ellerine mavi boya olduğunu gördü. Arkadaki kayaya tekrar bakınca babasının “BURADAYDIM” yazısını hiçbir yerden göremedi. Sadece kayanın küçük bir bölümünde kısa, yamuk mavi bir çizgi vardı. Acaba babası bu yüzden mi üzgündü. Bu yazı babasıyla arasındaki önemli bir anlaşmaydı. Babası her zaman uzaklarda olurdu. Maya ne zaman babasını özlese bu fotoğraflara bakardı. Bu yazıları her gördüğünde ne kadar uzaklara gitmiş olsa da hala kendisini unutmadığını ve aynı şekilde babasının da kendisini sevdiğini hisseder üzüntüsü azalırdı. Şimdi ise bu yazı hatırlamak anlamından değil veda yazısı olacaktı. Acaba babası veda edemediği için mi üzgündü? Ya da ailesinin yanında değil orada öldüğü için mi üzgündü. Acaba hiç korkmuş muydu, ya da canı acımış mıydı? Mayanın gözleri dolmaya başladı. Daha fazla ağlamak istemiyordu. Masadaki kadehe baktı daha etkili bir şeylere ihtiyacı vardı. Bir şişe viski aldı. Boğazını ve midesini yaksa da içmeye başladı. Kafasını dağıtması gerekiyordu. Son zamanlarda her şey berbat mıydı yoksa kendi mi öyle hissediyordu emin değildi. Ne yapsa mutlu olamıyordu hep sanki bir şeylerin sonu kötü bitecekmiş gibi geliyordu. Hiçbir şeyin eskisi gibi tadı yoktu sanki. Kafasının hafif bulanmaya başladığını fark etti. Bugünü böyle atlatacaktı ama yarını nasıl atlatacaktı emin değildi. Aklına son fotoğraf geldi. Acaba kendi mi gidip yazıyı tamamlasa diye düşündü. Gülmeye başladı. Hayatında hiçbir dağa tırmanmamışken profesyonellerin bile tırmanmakta zorlandıkları bir dağa nasıl tırmana bilirdi ki? Ayrıca bir işe girmesi faturalarını ve diğer ödemelerini yapması gerekiyordu. Annesi yeterince babasından hayal kırıklığını uğramıştı birde kendisi için üzülmemeliydi. İçinden her şeyi boş verip babası gibi gittiğini düşündüğü birkaç saniye, nasılda iyi hissettirmişti. Telefonu çaldı. Annesi arıyordu. Açtığında annesi kendisini tebrik etti, Arkadaşından Mayanın mülakatının başarılı geçtiğini öğrenmiş. Kısa sürede çok iyi bir konuma geleceğini bu şirketin onun hayatı olacağını ve daha bir sürü şeyler söylüyordu. Maya konuyu geç algılaya biliyordu. Ne mülakatıydı? Biraz düşündü bu kafayla düşünmek çok zordu ve hatırladı bugün mülakata gitmişti. Demek artık bir işi vardı. Ne kadar güzeldi sadece birkaç saat görüşmeye gittiğinde dışarı çıkarken nefes almakta zorlandığı bir yerin tüm hayatı boyunca işi olması ne kadar güzeldi. Sonra fark etti annesi hala hiç durmadan konuşuyordu. Cevap verecek enerjiyi bulmadı. Telefonu kapattı. Gerçekten bunu yapmak zorunda mıydı? Sadece kendini kapana kısılmış hissediyordu ve bu kapanda yapacağı hiçbir şey onu mutlu edemiyordu. Bunları yapmaya devam ederse hiçbir zaman mutlu olamayacakmış gibi hissediyordu. Başını yukarı kaldırdı. Salonuna detaylı baktı. İlk defa evinden nefret ediyordu. Şuan burada kalmak istemiyordu. Dışarıda olmalıydı, gökyüzüne bakmalıydı. Odasına gitti, kamp çantasını aldı. Arabasına bindi ve sadece sürmeye devam etti nereye gittiğinin önemi yoktu. Ne kadar sürdü bilmiyordu ama benzini bitti. Etrafta benzin alabileceği bir yer göremedi. Akşam olmak üzereydi. Kamp çantasını aldı ve yoldan çıkıp ağaçların arasında ilerlemeye başladı. Çok duygusal hissediyordu. Gözleri doldu. Tüm anıları teker teker akılına geliyordu. Bağıra bağıra ağlamaya ve yoluna devam etmeye başladı. O kadar çok anı vardı ki hepsi geride kalmıştı ve asla tekrarlanamayacaktı. Telefonu çaldı annesi arıyordu. Kimseyle konuşmak istemedi. Tekrar kapattı. Annesi durmadan aramaya devam etti. En sonunda sinirlenip telefonu fırlattı. Ama telefon hala çalmaya devam ediyordu. Telefonu parçalara ayırdı ve her parçayı ayrı yerlere fırlattı. Anılarıyla yürümeye devam etmeliydi. Sanırım bu yaptığı onun vedasıydı. Hiç bir şey olamamış gibi yaşamaya devam ederse yası asla bitmeyecekti. Ağlamalı bağırmalı yalnız kalmalı ve anılarıyla vedalaşmalıydı. Uzun bir süre sonra yorulduğunu fark etti. Ağlamaktan etraf çok bulanıklaşmıştı ve zaten hava iyice de kararmıştı. Çadırını kurdu ve içeri girip kapısını kapattı. Kocaman ormanla arasına bir bez parçasından duvar örmüştü. Çok yorgun hissetti, gözlerini kapattı ve kendini uykuya teslim etti.
|
0% |