Maya, loş ve nemli odada etrafına bakındı. Duvarlar, eski taşlarla örülmüştü ve üzerindeki yosunlar zamanın izlerini taşıyordu. Odanın ortasında kocaman, yuvarlak bir masa vardı ve etrafında insanlar toplanmıştı. Hepsi eski dönemlere ait gibi görünen, uzun tüylü pelerinler ve çelik zırhlar giymişlerdi. Ellerindeki kılıçlar, yaklaşmakta olan çatışmanın habercisi gibiydi. Kapı kilitliydi. Tek çıkış, girişi toprak ve taşlar ile kapatılmış gizemli bir geçit gibiydi.
Maya, geçidin önünde toplanan kalabalığın arasında ilerlerken, basit keten elbisesiyle diğerlerinden farklı olduğunu hissetti. Geçidin sol üst köşesindeki küçük açıklıktan sızan loş ışığa doğru gözlerini kısarak dikkatle baktı. Odadaki insanlara tekrar dikkatini verdi. Bir konuda anlaşamıyor gibilerdi. Birbirlerine seslerini yükseltiyor birazdan başlayacak olan kavga için kılıçlarını çekmeye hazır bekliyorlardı. Beklenen oldu ve kısa bir süre sonra kavga etmeye başladılar.
Kılıçların çarpışma sesleri, bağırışlar ve inlemeler odayı dolduruyordu. Birbirlerinin üzerine hiç çekinmeden kılıçlarını savuruyorlar, kılıçlarını kaybedenler ise yumruklarını kullanıp ölümüne savaşıyordu. Kılıcını kaybeden biri, kendisine saldırıya geçen adamın üzerine bağırarak koşup onu iterek arkasındaki kapatılmış olan geçide çarparak sersemlemesini sağladı. Geçidin yanındaki büyük masanın üzerinden mavi renkli vazoyu alıp, çarpmadan dolayı sersemleyen adamın kafasına, tüm kemiklerinin parçalandığına emin olana kadar vurmaya devam etti. Her vuruşta sıçrayan kan damlalarıyla yüzü yeterince korkunç görünürken, her vuruşta bağırmaya devam etmesi daha da korkunçtu. Yerdeki adamın öldüğünden emin olduktan sonra etrafına bakındı. Yerde başkasının düşürdüğü kılıcı alıp insanlara saldırmaya devam etti.
Maya, bu görüntüden sonra bir süre kımıldayamadı. Korkudan gözlerini kapatıp bu vahşetin bitmesini diledi ama bağışlar ve kılıç çarpışma sesleri artarak devam etti. Biraz kendini toparladıktan sonra ölü adamın arkasında kalan geçide baktı. Kapatılan geçitte çarpmadan dolayı çatlaklar oluşmuştu. Geçide arkasını dönüp odaya baktı, yerde hareketsiz yatan bedenler ve kan izlerini gördü. Cesetlerden birinin yanında yere düşmüş, altın yaldızlı kabzası olan bir kılıç duruyordu. Maya, içgüdüsel olarak kılıcı alıp geçide doğru yöneldi.
Geçidin girişindeki toprak ve taşları elleriyle kazıyarak kendine geçebileceği bir alan açtı ve içeri girdi. Burası labirent gibiydi. İçindeki koridorlar, zamanın akışını yansıtır gibi sürekli değişiyor, daralıp genişliyordu. Duvarlar bazen taş, bazen buzla kaplı oluyordu. Yer yer, eski harabelerin kalıntıları ve gizemli sembollerle karşılaştı. Labirentin her köşesi, farklı bir döneme ait izler taşıyordu.
Labirentteki nemli toprak kokusu burnunu doldururken, duvarlardaki soğuk taşlar tenine yapışıyordu. Her adımında ayakları kaygan zeminde kayıyormuş gibi hissediyor, kalbi ise göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu. Duvarlardaki meşaleler titrek bir ışık yayarak gölgeli köşeleri daha da karanlığa bürüyordu. Duvarlardaki kabartmalar, ürkütücü yüzler gibi Maya’ya bakıyormuş gibi hissettiriyordu. Labirenttin karmaşık yapısı, sanki zihninin labirentinde dolaşıyormuş gibi hissettiriyordu.
Farklı dönemlerde yaşamış insanların siluetleri, gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Bir an, kraliyet sarayının görkemli salonlarında dolaşıyor, bir an sonra ise modern bir laboratuvarın steril ortamında deneyler yapılıyordu. Biraz daha ilerledikten sonra, karşısına yüzü aşina gelen bir kadın çıktı. Kadın, uzun, kahverengi saçlarını topuz yapmış ve üzerine el işi bir taç takmıştı. Üzerindeki ipek elbise, bir kraliçeye ait olmalıydı. Hiddetle Maya’ya doğru yürüyüp yanından geçti ve labirentin karanlık köşesinde kayboldu.
Maya ilerlemeye devam etti, sanki ilerledikçe labirentteki duvarlar hareket ediyor, yollar kapanıyor ve yerine yeni yollar açılıyordu. Biraz daha ilerledikten sonra aynı kadını tekrar gördü ama bu sefer farklıydı. Eski değil modern dönemdeki insanlar gibi giyinmişti. Üzerindeki beyaz laboratuvar önlüğü ve kalın camlı deney tüpüyle bir bilim insanına benziyordu. Çerçeveli gözlüğü ve sıkıca toplanmış atkuyruğu saçlarıyla ciddi bir ifade takınmıştı. Ne yaptığından ve söylediğinden emin bakışları, onu güçlü ve yıkılamaz gösteriyordu. Kadının yanında biri daha vardı. Yanındaki adam kaşlarını çatmış ciddi bir şekilde konuştukları konu her ne ise tamamen ona odaklanmış görünüyordu.
Maya kadına doğru yaklaşırken, elindeki kılıcın ağırlığını hissetti. İlk aldığı zaman kılıç altın gibi parlıyordu, ama kılıç şuan çok farklı görünüyordu, eski ve yıpranmış bir haldeydi. Rengi solmuş, keskinliği kalmamış ve sanki her an parçalanacakmış gibi görünüyordu. Kılıcın üzerindeki sembol, labirentin duvarlarındaki gizemli işaretlerle aynı gibiydi. Sanki sembolden çok yazıya benziyordu, uzun süre önce yazılmış ve unutulmaya yüz tutmuş eski bir yazı. Ondan geriye kalan şeyler birkaç çizgi ve biraz mavi renk. Maya sembolleri incelerken adam ile göz göze geldi. Adamın gözlerinde Maya’ya tanıdık gelen bir ifade vardı: merak, üzüntü ve bir parça da umut. Yüz hatları, o kadar tanıdık ve bir o kadar da yabancıydı. Maya adama doğru bir adım attı ve konuşmaya başladı. Ancak ağzından kelimeler dökülmeden önce, labirentin derinliklerinden gelen bir ses onları böldü. Ses zamanın kendisi gibi yankılanıyordu. Maya bu sesin kendisini çağırdığını hissetti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |