
Baran hızlı adımlarla yanımıza yaklaştı "Abi abi, Gülhanlılar gelmiş abi!" Arslan aniden ayağa fırladı, kimdi ki gülhanlılar da bu kadar hareket yaşatmıştı? Arslan’ın yüzündeki o keskin ifade, endişeye mi yoksa öfkeye mi aitti, anlayamadım. Baran’ın nefes nefese kalmış hali, durumun ciddiyetini anlamamıza yetmişti. Gülhanlılar… Sanki bu ismi daha önce duymuştum, ama detaylarına hakim değildim. Onların bu kadar büyük bir tehdit oluşturacak kadar güçlü olmaları mümkün müydü?
"Kaç kişiler?" diye sordu Arslan, sesi gergin ama hâlâ kontrol altındaydı.
"Beş arabayla geldiler abi," dedi Baran, gözleri büyümüştü. "Belli ki hesaplaşmaya gelmişler."
Arslan, eliyle Baran’a kenara çekilmesini işaret etti. Sonra bana dönüp sert bir tonla, "Sen burada kal Ayla," dedi. Gözleri bir an için endişeyle karışık bir şekilde üzerimde dolaştı.
"Arslan, ben de geliyorum," dedim kararlı bir şekilde.
"Ayla, hayır! Bu iş tehlikeli," diye çıkıştı. Ama gözlerindeki tereddüt, beni korumaya çalışmasından mı, yoksa beni uzak tutmak istemesinden mi kaynaklanıyordu, emin olamadım.
Baran ve diğer birkaç adam, silahları kuşanıp dışarı doğru ilerlerken Arslan bana son kez bakıp, "Söz ver, burada kalacaksın," dedi. Ama o an nasıl durabilirdim? İçimdeki bir his, Arslan’a bir şey olabileceğini söylüyordu.
Kapının önüne kadar takip ettim onları. Gülhanlıların araçlarından inip yanlarına yürüyüşlerini görebiliyordum. Uzun boylu bir adam grubun başında duruyordu; yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.
"Arslan!" diye seslendi, sesi meydan okuyucuydu. "Bize sözün vardı, unuttun mu?"
Arslan derin bir nefes aldı, sesi sert ve kararlı çıktı. "Ne diyorsun lan sen, ne sözü?!"
Ben ise kapının hemen kenarından olan biteni izliyordum. O sırada, yanımda bir gölge belirdi. Dönüp baktığımda, korkarak yaklaşan Hatice anneyi gördüm "Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun. Bunlar buraya boşuna gelmez!" Hatice annenin bu sözleriyle içimdeki huzursuzluk iyice büyüdü. Kadının yüzü solgun, elleri titriyordu. "Bize sözün vardı," diyen adamla Arslan arasında gerilim giderek artıyordu. Gözlerim istemsizce Hatice anneye kaydı. O kadar korkmuş görünüyordu ki, gözlerindeki panik bile kalbime ağır bir taş gibi oturdu.
"Arslan, dikkatli ol," diye mırıldandı. Ancak sesi öyle kısık çıktı ki, bu uyarı yalnızca bana ulaştı.
Arslan, karşısındaki adamın gözlerine kilitlenmişti. "Bir daha söyle, ne sözüymüş bu?!" diye tekrarladı, sesi her zamankinden daha sertti.
Uzun boylu adam bir adım öne çıktı, ellerini iki yana açtı. Bu hareketi kışkırtıcı bir tehdit gibiydi. "Biz seninle bir anlaşma yapmıştık, hatırlıyor musun? İnsan kendi sözünü bu kadar kolay unutur mu? Yoksa unutmadın da, korktun mu Arslan?"Arslan’ın yüzünde bir kas seğirdi, bu onu tanıdığım sürece en tehlikeli haline işaretti. Yanındaki adamlardan biri, Arslan’ın öfkesini yatıştırmak ister gibi hafifçe koluna dokundu ama o, bu hareketi fark etmemiş gibi göründü.
"Ben korkacak adam mıyım, ha?! Neyi ima ediyorsun?!" diye bağırdı, sesi gecenin karanlığını deldi geçti.
Adamın gülümsemesi daha da yayıldı. "Pekâlâ, madem unuttun, hatırlatayım. Bir zamanlar bize bir namus sözü vermiştiniz, tutamadınız. Hani sizlerden hiç bir genç bizim gençlerimize karışmayacaktı. Behçet dayının oğlu benim yeğenimi kaçırdı!"
Arkamdaki Hatice annenin sessiz bir hıçkırıkla geriye sendelediğini fark ettim. İçimdeki huzursuzluk adeta bir fırtınaya dönüştü. Behçet Dayının oğlu görüp göremeyeceğim en efendi çocuklardan biriydi,iyi bir gençti. Muhtemelen düşman iki ailenin evlatları oldukları için hiç bir zaman kavuşamayacaklarını anlayıp kaçmışlardı. Neden Hatice annenin gözleri geçmişin ağır yüküyle dolmuştu?
Arslan bir an durdu. Sanki derin bir iç hesaplaşma yaşıyordu. Ama bu uzun sürmedi. Parmaklarıyla Gülhanlılar’ın liderini işaret etti. "Kes sesini, önce dönün de kendinize bir bakın! Gençler sizin yüzünüzden nefes bile alamıyor. Sizin evinizde ne eksikti, ha? Neden bir kız kaçma ihtiyacı hissetsin, hiç düşündün mü? Çünkü onlar birbirlerini sevdiler ve bizim düşmanlığımız yüzünden kavuşamayacaklarını anlayıp kaçtılar.”
O an işler tamamen çığırından çıktı. Gülhanlılar’dan birkaçı ellerini silahlarına götürdü. Arslan’ın adamları da tetikte bekliyordu. Çatışma her an patlak verebilirdi.
Kapının kenarında saklanırken ellerim titremeye başlamıştı. Hatice annenin yanında daha fazla duramayacağımı hissediyordum. Bir şey yapmalıydım, ama ne?
Sonunda cesaretimi toplayıp Arslan’a doğru bir adım attım. "Arslan, lütfen! Sakin olun!" diye bağırdım. Sesim çatlamıştı, ama durmaları için bir işaret olmasını umuyordum.
Herkesin gözleri bir an bana çevrildi. Gülhanlılar’ın lideri bana doğru bakıp alaycı bir kahkaha attı. "Bak hele! Aşiretinizin kadınları da karışmaya cesaret ediyor demek."
Arslan dişlerini sıkarak araya girdi. "Ayla, geri çekil! Bu mesele seni ilgilendirmez."
Ama beni durdurabilecek durumda değildi. Artık geri dönmek imkânsızdı. Bu işte daha fazlası vardı. Geçmişin gölgeleri herkesin üstüne çökmüştü ve bu gölgeleri dağıtmak için bir şey yapılmalıydı. Arslan’ın gözlerindeki öfke, Gülhanlılar’ın alaycı kahkahalarıyla iyice harlanmıştı. Geri adım atmayan duruşuyla karşısındaki adamlara meydan okurcasına baktı. Ancak Arslan’ın gerginliğine rağmen, Hatice annenin arkamdan yankılanan tiz sesi, durumu daha da karmaşık bir hale soktu.
“Yeter artık!” dedi, ellerini havada sallayarak. “Daha ne kadar kan dökeceksiniz? Olan gençlere oluyor, yetmedi mi?”
Bu sözler anlık bir sessizlik yarattı. Gülhanlılar’ın lideri şaşkınlıkla Hatice anneye baktı. “Sen ne diyorsun be kadın?” dedi, sesi öfke doluydu ama altta yatan bir merak da hissediliyordu.
Hatice anne bir adım öne çıktı. Gözleri dolmuştu ama duruşu hâlâ dikti. “Benim de bir oğlum vardı,” diye başladı, sesi çatallaşarak. Hatice annenin Arslan ve Baran'dan başka oğlu da mı vardı? “Sizin anlamsız düşmanlıklarınız yüzünden toprağa koydum. Şimdi de başka canların yanmasını mı izleyeceğim?”
Arslan bu sözlere şaşırmış gibi Hatice anneye baktı. “Anne, ne yapıyorsun?” diye fısıldadı, ama Hatice anne kararlıydı.
“Arslan, sus! Yıllardır bu düşmanlığın bedelini ödüyoruz. Yeter artık! Gençler kendi hayatlarını yaşasın. Onları birbirinden koparıp bu kanlı düşmanlığı daha fazla büyütmenin kime faydası var?”
Gülhanlılar’ın lideri, kadının bu beklenmedik çıkışı karşısında bocalamıştı. Ancak çenesini sıkarak, "Biz onurumuzdan vazgeçmeyiz," dedi, sesi öfkeyle titriyordu.
Arslan, Hatice annenin araya girmesiyle birlikte bir adım geri çekildi. Yüzündeki sert ifade yerini daha sakin bir kararlılığa bırakmıştı. "Onur diyorsun, öyle mi?" diye mırıldandı. “Onur, gençlerin mutluluğundan daha mı önemli? Sizin bu hastalıklı onur anlayışınız yüzünden kaç aile dağıldı, kaç genç toprağa düştü? Eğer bunu çözmek istiyorsanız, burada silahlarınızla değil, konuşarak çözersiniz.”
Gülhanlılar’dan biri, liderlerine doğru eğilip bir şeyler fısıldadı. Lider, kaşlarını çatarak Arslan’a baktı. Bir süre sessizlik hâkim oldu. Ardından, dişlerini sıkarak, “Yat kalk şu kadına dua et Arslan, bugün burada kan dökmeyeceğim ama madem kan dökülmesin diyorsunuz, öyle istiyorsunuz o zaman berdel yapacaksınız” dedi. Berdel mi, yine mi, sıradaki kurban kimdi?
Arslan’ın yüzünde beliren şok ve öfke karışımı, onun bu talebe kesinlikle karşı olduğunu açıkça gösteriyordu. Yumrukları sıkılmış, gözleri Gülhanlılar’ın liderine kilitlenmişti. “Ne diyorsun sen?” diye tısladı. “Berdel! İnsanların hayatını bir pazarlık masasına koymayı bırakın artık!”
Gülhanlılar’ın lideri sırıttı, ama alaycılığında ciddi bir tehdit seziliyordu. “Seçim sizin, Arslan. Ya bu mesele kanla çözülür ya da bir berdelle. Bize verdiğiniz sözü çiğnediniz, sizin yüzünüzden onurumuz lekelendi. Şimdi ya bizim istediğimizi yaparsınız ya da bu kan davası devam eder.”
Arkamdaki Hatice anne derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya niyetlendi, ama Arslan eliyle onu susturdu. “Anne, yeter!” dedi, sesi hâlâ sertti, ama içinde bir koruma duygusu saklıydı. Ardından adama döndü. “Aşiretimiz de Berdel kurbanı edilecek kız yok, bekar kızımız da yok, olan kızlarımızda yaşları evlilik yaşı değil!" Adam başını salladı "Aşiretin lideri sizin aileniz diye Behçet'in kapısı yerine sizin kapınıza dayandım ben, bul bir çözüm!" O sırada hemen yanlarına bir araba yanaştı ve arabadan Edip ağa indi "Ne oluyor oğlum burada!?" Gülhanlıların başındaki adam olan biten herşeyi öfkeyle anlattı "Berdel yapacaksınız o zaman Edip ağa!" Edip ağa her zaman ki sakinliğini bozmadı "Bu işi bende kanla çözme taraftarı değilim, aşiretimi toplayıp ortak bir karar almam lazım Doğan." Adının Doğan olduğunu öğrendiğim adam başını salladı "İki saat mühlet topla aşiretini ver kararını!" Edip Ağa, Gülhanlı lideri Doğan’a döndü. “İki saat mühlet diyorsun, ama bu mesele böyle apar topar karara bağlanacak bir mesele değil,” dedi. Sesi soğukkanlı ama otoriterdi.
Doğan, küçümseyen bir tavırla güldü. “Bizim sabrımız taşmak üzere, Edip Ağa. İki saat, daha fazlası değil. Kararı verin, ya kan dökülür ya da anlaşma sağlanır.”
Arslan yumruklarını sıktı, ama bu kez sessiz kaldı. Edip Ağa, onun öfkesini görmezden gelerek, “Tamam,” dedi. “Mühletin dolmadan konuşuruz.”
Gülhanlılar geldikleri gibi arabalarına binip uzaklaşırken, Edip ağa aceleyle haber salıp aşireti toplattı.
Toplantı başlayınca,gerilim tavan olmuştu "Yav gitsinler Behçet'in ailesinden hesap sorsunlar!" Edip ağa kaşlarını çatarak isyan eden adama döndü "Behçet'in ailesi hangi aşiretin himayesi altında, hangi aşirete bağlı, bizim. Şimdi ben kan dökme taraftarı değilim, siz?" Herkes onaylar anlamda başını salladı "Valla bizde onun taraftarı değiliz, berdel yapıp kurtulalım ama evlilik çağında kızımız yok, kız vermek söz konusu dahi olamaz ancak oğlumuz var." Edip Ağa derin bir nefes aldı ve kaşlarını çatıp topluluğa baktı. Odaya çöken sessizlik, kararın ağırlığını hissettiriyordu. “Oğlumuz var diyorsunuz, peki kimin oğlu? Bu kadar ağır bir yükü sırtlanacak kim var?” dedi, sesi sakin ama sorgulayıcıydı. Herkes birbirine bakarken, odanın köşesinden bir adam ayağa kalktı "Ağam kızacaksın, biliyoruz ama sen Behçet'in kardeşiyle evlisin, onlara daha yakınsın, eh bekar oğlunda var."
Edip Ağa’nın kaşları çatıldı, ama yüzündeki ifade öfkeden çok düşünceliydi. Odanın bir anda buz gibi bir sessizliğe bürünmesi, herkesin ağzından çıkan bu cümleyi tartmaya çalıştığını gösteriyordu.
“Ama bu... Bu olmaz,” dedi Arslan, sert bir şekilde araya girerek. Yüzündeki kararlılık odadaki herkesi susturdu. “Baba zaten bir oğlunu, beni berdelle evlendirdin... Neden şimdi bir oğlunu daha berdele kurban edesin, bu aşiretin başka gençleri de var, üstelik senin evlatlarının işlediği suçtan dolayı değil bir başkasının suçundan dolayı!”
Edip Ağa başını kaldırıp Arslan’a baktı. “Sakin ol, oğlum. Bu mesele sadece bir kişinin itirazıyla çözülebilecek kadar basit değil.” Edip ağanın gözleri, Baran'ın üzerinde gezdi, sanki oğlundan bir onay bekliyordu. Ancak Baran tüm sertliği ve öfkesiyle ayağa kalktı "Asla, asla böyle bir şeye rızam yoktur!" Baran'ın kalbi Füsun'a aitti, onunla evlenmek, onunla bir ömür geçirmek istiyordu şimdiyse bu hayallerine veda etmeye o kadar yakındı ki, ruhundaki korku, bir alev gibi tüm bedenini sarmıştı "Büyükler buradayken küçüklere söz düşmez Baran, otur." Edip ağa oğlunun ona herkesin içinde isyan etmesine sinirlenmişti "Ağa sizsiniz. Törelerimizi, kurallarımızı çok iyi bilirsiniz. Fedakarlık yapmak, barışı sağlamak, aşiretinizi ayakta tutmak zorundasınız. Bekar oğlunuzda varken niye bu kadar uzuyor mevzu?" Gülhanlıların verdiği süre dolmak üzereydi, son tartışmalar yapıldı ve karar verildi, berdel Baran ile olacaktı... "Yine yaptın baba, yine ağalık uğruna bir evladını daha feda ettin..." Arslan hızlı ve sert adımlarla odadan çıktı. Aşiretten bazı kişiler, farklı isimler önermişti ama o isimlerin aralarında nişanlı olanlar, sözlü olanlar olduğu için ve Behçet dayıya en yakın kişi Edip ağa olduğu için diğerleri reddedilmiş, Berdelin Baran'la olmasına karar verilmişti. Çok geçmeden Edip ağa Gülhanlılara haber gönderdi ve kararlarını açıkladı. Aşiret üyeleri dağılınca, ailecek avluya toplandık Baran öfkeden kıpkırmızı kesilmiş, hesap soruyordu "Lan sizin evlatlarınızın hiç mi kıymeti yok!? Allah sizin belanızı versin!" Edip ağa kaldırdığı eliyle Baran'ın suratına sert bir tokat atacakken, Arslan onu tuttu "Bu sefer o kadar haksızsınız ki baba, o tokat Baran'a değil de size laik!" Memet amca Arslan'ı tutup uzaklaştırdı "Şşş oğlum babanla konuştuğunu unutma." Arslan'la Baran bağıra bağıra isyan ederken, Hatice anne merdivenin ilk basamağına oturdu ve başını korkuluklara yasladı "Hatice anne iyi misin?" Başını iki yana salladı "Görmüyor musun hâllerini, ben nasıl iyi olayım?" Nejla yenge hızlıca gelip Hatice annenin yanına oturup onun morelini yükseltmeye çalıştı ama bu çabası boşaydı. Arslan'ların kavgası büyüyünce, bizde mecburen araya girip onları sakinleştirmeye çalıştık, tam herkesi bir kenara çekip kavgalarını durdurduk diye sevinirken Edip ağanın ağzından yeniden "Berdel gerçekleşecek." Sözleri duyulunca Baran tekrar çıldırdı, fakat Konağın kapısı ardına kadar açılınca herkes susup kapıya döndü "Vayy biçûk damat, ne bu şiddet sakin,sakin." İçeri otuzlu yaşlarında bir adam girdi "Kim bu?" Nejla yenge cevap verdi "Nizam bu, valla galiba bunun Baran yaşında bir kız kardeşi var onunla olacak Berdel." Şaşkınlıkla adamı izlerken adam Edip Ağaya döndü "Edip ağa biz üç gün sonra sıcağı sıcağına düğünü yapalım diyoruz!" Edip ağa çaresizce başını salladı "Diyecek ne kaldı ki, kabul." Baran'ın öfkeden deliye dönen gözleri Nizam'ı buldu "Olmayacak Berdel felan!" Adam sertçe kaşlarını çattı "Yav ne diyor seni bu oğlun ağa?!" Edip ağa Baran'a bakmadı bile "Onun dediğine bakma sen. Berdel olacak, herkese de haber salın dediğiniz gibi üç gün sonra da düğünümüz var." Baran sinirden ne diyeceğini bile bilemeyip sustu "Ne oldu biçûk damat, sustun birden?" Adam Baran'la alay ederken Arslan sinirle adama doğru yaklaştı "Sana gösteririm şimdi kim küçük kim büyük, kes lan sesini!" Adam Arslan'ın tepkisiyle sustu ama yüzündeki alaylı gülümseme silinmemişti.
biçûk:küçük, minik demek.
Okuyan herkese teşekkürlerimi sunuyorum, sizleri çooookkkk seviyoorumm, oy verip destek olmayı da unutttmaaaayınnnn 💐 ✨ 🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 92.72k Okunma |
4.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |