
"Zihnimdeki karanlık, gerçekleri görebilmemi engelliyor; her adım, bir sonraki adımın gölgesinde kayboluyor."
Son dakika haberleri: Damga bulunamıyor, halk korku içerisinde, ona karşı önlem alınamıyor!
Kanalı değiştirdim,
Son dakika haberleri: Ünlü seri katil Damga bulunamıyor! Halk endişe içersinde...
Heryerde bangır bangır Damga'dan söz ediyorlardı, bir gün benimde karşıma çıkar diye de korkmuyor değildim. Biraz daha haberlere göz gezdirdim
Son dakika haberleri: Damga arkasında tek bir iz bile bırakmıyor, polis tüm şehirde aramalarını sürdürüyor! Ama halk, her geçen gün daha da korkuyor...
Ekranlar hızla değişti. Kadrajda, ağır bir ses tonuyla sunucu duyuruyu yapıyordu: "Damga, bir başka cinayetle gündeme geldi. Ancak polisler hala hiçbir ipucu bulabilmiş değil. Katilin tek bıraktığı iz, kurbanlarının vücutlarında bıraktığı üç bıçak yarası ve ardından çizdiği üç nokta. Bu sembol, onun kimliğine dair tek ipucu."
Caddelerde, dükkanlarda, kafelerde... Herkesin tek konuştuğu şey bu olmuştu. Ama Damga, hala karanlıkta gizemini koruyordu. Yüzünü hiç kimse görmemişti, kimse onun gerçek adını bilmiyordu. Arka sokaklarda, karanlık köşelerde, gölgeler arasında bir yıkım gibi ilerliyordu.
"Elya ilaçlarını iç hemen!" Mutfaktan bağıran annem sinirlerimi hoplatıyordu "Bugün ilaç içmek istemiyorum." Annem benden bıkmış olacak ki eklinde ilaçlarla mutfaktan çıktı ve tek tek çıkardığı ilaçları ağzıma tıktı "Al iç şu suyu da! Allah'ım ne olur da bana şizofren değil de normal bir evlat verseydin." Suyu içip, tekrar televizyona döndüm. Annemin isyanı kalbimi acıtmıştı. Televizyondaki Damga haberlerinden bıkıp televizyonu kapattım, annem beni salonda yalnız bırakıp yatak odasına geri gitti, camdan dışarı baktığımda sabahın güneş ışığı tüm şehri sarmıştı, gülümseyerek sokaktan geçen bir kadına el salladım ama o gözlerini devirerek yola devam etti, ne kada da negatifti bu insanlar?
Çalan kapı ziliyle yerimden sıçradım, annem koşarak gelip kapıyı açtı, kapı da eski sevgilim Andre'yi görünce somurtarak geri odasına girdi muhtemelen bugün sevgililerinden birinin eve gelmesini bekliyordu "Hoşgeldin Andre." Gülümseyerek başını salladı "Hoşbuldum naber?" Gözlerinde, geçen yılların verdiği bir mesafe vardı ama aynı zamanda o eski rahatlık da vardı. Annemin sehpanın üstüne fırlattığı ilaçları işaret ettim "Sence?" İlaçlara ters bir bakış attıktan sonra tekrar bana döndü, keskin gözleri beni hâlâ içine çekiyordu "Şizofreni hastasısın, bunları içmezsen kontrolden çıkabilirsin yani istemeyerek tabi. Kendine zarar vermemen için içmen gerekiyor." Kaşlarımı çatıp sesimi kısalttım "Hepsini annem rahat etsin diye içiyorum." Gülümseyip göz kırptı "İdare et sende." Koltuğa oturup kendimi geriye yasladım "Hem sen niye geldin ki? Son zamanlarda çok sık gelip gidiyorsun." Vücudunun kasıldığını hissediyordum "Gelmem seni rahatsız mı ediyor?" Koltuğumda rahatça oturmak istesem de, içimde bir şeylerin düğümlendiğini hissediyordum "Biraz." Andre, gözlerinde hafif bir huzursuzlukla bana baktı, sonra yavaşça konuşmaya başladı. "Elya, son zamanlarda seni düşünmeden edemiyorum. Biliyorum, belki de seni rahatsız ediyorum ama... Ülkede ki tehlikeyi biliyorsun, seni koruyabilirim, belki bir gün Damga sana da uğrar, o zaman tek başına olursan o seni..." Damga bahane gibiydi "Damga mı? Benim gibi bir deliyi kim öldürmek ister ki? Hem Damga milyonlarca kişi arasından beni mi bulacak?" Andre sinsice gülümsedi.Andre’nin gülümsemesi, gözlerinde gizli bir anlam taşıyor gibiydi. Bu huzursuz bakışları, bana eski zamanlarda yaşadığımızda da hatırlattığı o bilinçaltı gerilimi yeniden tetikliyordu. "Onlar da öyle diyordu ," dedi, sesindeki ince alayla. "Ama sonra hepsi öldü." O an, içimde bir şeyler kıpırdamaya başladı. Andre'nin sesindeki ton, sadece bir şaka gibi gelmiyordu. Fakat, söylediklerinin ağırlığıyla, kendimi biraz daha rahatsız hissediyordum. "Damga" demek, sanki hepimizin ortak korkusu olmuştu, ama o kadar çok söylendi ki, bir noktada gerçekliği kaybolmuş gibiydi "Ne diyorsun sen ya?" Andre kendini toplamaya çalıştı "Yani şey bence bütün kurbanları öyle düşünmüştür Damga milyonlarca kişi arasından beni mi bulacak diye." Andre'nin söyledikleri, içimdeki huzursuzluğu daha da derinleştiriyordu. Gözlerim ona daha dikkatli bakmaya başladı, ama gözlerindeki alaycı ifade bir türlü kaybolmuyordu. Her şey çok garipti; yıllardır tanıdığım bu adam, bu kadar soğukkanlı ve karanlık bir hale nasıl bürünmüştü?
Andre'nin söyledikleri kafamda yankılanmaya devam ediyordu. "Hepsi öldü…" Bu söz, beynimin içinde dönüp duruyordu. O anda tüm odanın üzerime geldiğini hissettim. Nefesim sıklaşmaya başladı, ellerim titriyordu. Gözlerim Andre’ye takılı kalmıştı ama artık onu değil, çevremi saran gölgeleri görüyordum. Gölgeler… Hepsi beni izliyordu.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Andre, sesindeki endişeyi belli etmeden. Ama sesi bana çok uzaktan geliyor gibiydi. Duyduklarım, annemin çığlıkları, televizyonun sesi ve Andre’nin sözleri iç içe geçmiş bir karmaşa haline gelmişti.
Bir adım geri attım, başım dönüyordu. “Dur… yaklaşma…” dedim, ama sesim sanki bana ait değilmiş gibi çıkıyordu. Gözlerimin önünde beliren görüntüler giderek daha gerçekçi hale geliyordu. Üzerime doğru gelen siyah bir siluet gördüm. Damga mıydı? Yoksa… Andre miydi?
“Elya! Nefes al, sakin ol!” Andre’nin sesi daha net duyulmaya başladı ama çok geçti; zihnimdeki her şey kontrolden çıkmıştı. Gözlerimi sımsıkı kapattım ama o karanlık siluet gözlerimin arkasında hâlâ beni izliyordu.
Bir adım daha geri attım, bu kez tökezleyip yere düştüm. Soğuk zeminin dokunuşu, gerçeğe dönebileceğimi hissettirse de beynimde yankılanan sesler gitmiyordu: “Üç nokta… Onlar da öyle diyordu… Ama sonra hepsi öldü…”
Andre hızla yanıma geldi, omuzlarımdan tutarak gözlerimin içine baktı. “Elya, buradayım. Gerçek burası, beni gör. İlaçlarını içtiğin hâlde neden böyle oluyor? Lütfen sakin ol.” Ama ben sadece gözlerimin önünde beliren kanlı üç noktaya bakıyordum. Gözlerim yaşlarla dolmaya başladı, panikle soluk soluğa kalmıştım.
“Damga… Damga beni buldu… Andre, o burada!” diye bağırdım.
Andre beni sarsarak “Hayır, burada kimse yok! Dinle beni, bu bir kriz, zihnin sana oyun oynuyor!” dedi. Ellerinin sıcaklığı, beni az da olsa gerçekliğe döndürdü ama içimde hâlâ derin bir korku vardı.
Nihayet, birkaç dakika sonra soluklarım biraz düzene girdi. Andre, su şişesini uzatıp sakin bir sesle konuşmaya devam etti: “Bak, her şey geçti. Beni duyabiliyor musun?” Başımı hafifçe salladım, ama içimdeki huzursuzluk tamamen geçmiş değildi.
“Bu ilk kez olmuyor…” dedim kısık bir sesle. Andre bir an sessiz kaldı, sonra ciddiyetle ekledi: “O yüzden buradayım Elya. Seni yalnız bırakmamam gerektiğini biliyorum.”
O an anladım ki bu sadece bir kriz değil, çok daha büyük bir şeyin başlangıcıydı. Bu düşünce zihnimde dönüp dururken sessizlik, aramızda asılı kaldı.
Andre'nin telefonunun çaldığı ses, odada bir an için boşluk gibi yankılandı. Telefonun ekranında tanımadık bir numara yazıyordu. Andre'nin yüzü aniden değişti, bir anlığına gözlerinde bir belirsizlik belirledi. Telefonu eline alıp, sessizce "Bir dakika" dedi ve telefonu kulağına dayadı.
"Ne oldu?" diye sordum, sesim titrek ve kırılgandı. Andre'nin gözleri hâlâ beni izliyordu ama o, arka plandaki konuşmayı duyabilmek için dikkatini tam anlamıyla telefona verdi.
Bir süre konuşmasının diğer tarafını duyamadım ama Andre'nin sesindeki sertlik ve sinirlilik dikkatimi çekti. Sonunda telefonu kapatıp, gözlerini bana çevirdi. "Gitmem gerekiyor," dedi, sesi yumuşak ama netti.
“Gitmek mi? Nereye?” diye sordum, içimdeki korku yeniden baş gösteriyordu. Ona güvenim vardı, ama bu durum... Garipti. Andre'nin bana her zamanki gibi güven verici bakışları yoktu. Şimdi yüzünde bir tür kararsızlık vardı.
“Bir şeyler olmuş. Beni aradılar,” dedi, ama gözleri başka bir yere bakıyordu. "Bu, seni bırakmam gerektiği anlamına geliyor."
Bir anlık sessizlik oldu, o an tüm odanın duvarları üzerime kapanıyormuş gibi hissettim. Zihnim yine karışmıştı, ne doğruydu, ne yanlış? Andre'nin gitmesi, beni yalnız bırakması, her şey... Çok fazla.
“Elya, yalnız kalmanı istemiyorum ama... Bu mesele önemli. Sana bir söz veriyorum, geri döneceğim.”
Sözleri, bana güven vermek için olsa da, içimdeki o korkuyu engellemeye yetmedi. "Geri dönecek misin?" diye sordum, sesim titreyerek.
Andre, hıçkırıkları arasında bir gülümseme sergileyerek başını salladı. "Evet. Söz."
O sırada kapıdan dışarı adım attı, arkasından bakarak derin bir nefes aldım. Bu yalnızlık, içine düşmeye başladığım bu karanlık, daha da kötüleşiyordu.
Kapı kapanırken, zihnimdeki karanlık düşünceler birbirine çarpıyordu, Damga'nın tehditi, Andre'nin ayrılması ve gerçekte neyin peşinden koştuğumuz… Ne yapmam gerektiğiyle ilgili kafamda oluşan karışıklık, bir sonraki adımda ne olacağını anlamamı engelliyordu.
Belki de hastalığımdan dolayıydı bu kafa karışıklığı...
Okuyan herkese teşekkürlerimi sunuyorum, sizleri çok seviyorummm, ileriki bölümlerde görüşmek üzere, oy verip destek olmayı da unutttmaaaayınnn💐🤍✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
