
Odam havasız kaldığı için penceremi açtığımda, binanın altındaki polisleri gördüm "Bayan S. polisler neden burada?" Diye seslendim balkondaki komşumuza, genelde hastalığımdan dolayı kimse benimle konuşmazdı, mahallemizde de benimle konuşan tek insan Bayan S. bana karşı hep nazik ve güler yüzlüydü. Çökük ela gözleri korkuyla bana döndü "Sizin alt katınızda yaşayan Bay Louis öldürülmüş, vücuduna bıçakla üç nokta izi bırakılmış. Polis bununda Damga'nın işi olduğunu söylüyor." Damga... O isim bir sis gibi içimde yayıldı. Şizofreni hastalığım, her şeyin biraz daha bulanıklaşmasına neden oluyordu. Bir an, vücudumdan tüm sesler silindi. Gözlerim netleşmedi, karanlık bir odada kaybolmuş gibi hissediyordum. Ve o an, her şey gerçeğe dönüştü. Korkunun o keskin soğuk dokunuşu, damarlarımda dolaşırken başım dönmeye başladı. Yavaşça, parmaklarım pencerenin kenarına tutundu ama sanki pencere de bana tutunmak istiyordu. Dünya yerinden kayıyordu.
Damga. Onun adı, bir çığlık gibi beynimde yankı yapıyordu. O adamın bu kadar yakınıma gelmesi… Onun bu kadar bana yaklaşması, burada olması… Her köşe, her ses, her kıpırtı, beni onun burada, bir adım ötede olduğunu hissettiren bir işaretti. İçimde bir şey kopuyordu. Sanki karanlık bir dalga, beni içine çekmeye çalışıyordu.
Gözlerim bulanıklaştı, odanın duvarları üzerime doğru geliyormuş gibi hissettim. Ellerim, pencereyi kavramaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. Çıldıracak gibiydim. O kadar korkuyordum ki, dizlerim titriyordu. Gözlerim, odanın köşesindeki gölgelerde her an bir figür arıyordu. Bir hareket, bir ses…
Her şey yavaşlamış gibiydi, ama kalbim… Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, kulaklarımda yankı yapıyordu. "Damga, Damga…" diye mırıldandım, ama sesim kendime bile ulaşmıyordu. O kadar korkuyordum ki, her şeyin gerçeğe dönüşmesi an meselesiydi.
Bir an kendimi kaybettim. Başımda karanlık bir çığlık yükseldi, vücudumun içinde bir titreme dalgası yayıldı. Gözlerim dört bir yana kayarken, gerçek mi, hayal mi olduğunu ayırt edemedim. Kafamın içinde sesler, düşünceler birbirine karışıyordu. Bazen sesimi duyamadım, bazen ayaklarım yere basmıyormuş gibi hissettim. Her şey bulanıktı.
Damga, gerçekten her an burada olabilir miydi? Her şeyin üzerime çökmesi… Ve ben, o an o karanlık ve korkutucu varlığa karşı savunmasızdım.
Gözlerim, başımda çakan korku dolu düşüncelerle bulanırken,
gözlerimi odanın etrafında gezdirdim, başımda dönen görüntülerle birleşen her şeyin bulanıklığı arasında. Bir an, gözlerim masanın köşesindeki ışığı fark etti. Telefonum, oradaydı. Kendisini sanki bir umut gibi gösteren, beni kurtaracak bir araç gibi. Ellerim titreyerek, telefonu aldım. Ekranda, Andre’nin numarası göz kırpıyordu.
Yavaşça parmağımı tuşların üstünde gezdirdim. Ellerim o kadar titriyordu ki, numarayı çevirmekte zorlanıyordum. Ama bir şey vardı, her geçen saniye, her geçen an, o korkuyu biraz daha derinleştiriyordu. Ona ulaşmalıyım. Andre’ye. Çünkü o, belki de bu karanlıkta bana bir ışık olabilirdi.
Sonunda, doğru tuşa bastım ve telefonun ekranında bir çınlama sesi yükseldi. "Lütfen cevapla, lütfen," diye mırıldandım. Sesim, bir fısıltı gibi çıktı ağzımdan. Telefonun arka planında çalan çınlamalarla birlikte, kalbim boğazıma tıkanıyordu. Bir dakika, bir saniye… Her şey o kadar yavaş, o kadar acı verici bir şekilde ilerliyordu.
Ve sonra… Cevap geldi.
“Elya?” Andre’nin sesi, derin, soğukkanlı ama aynı zamanda bana güven verici bir tınıyla geldi.
O anda, gözlerim bir anda netleşti, nefesim düzeldi. Onun sesini duyduğumda, o kadar rahatladım ki, sanki bedenim yeniden yerini bulmuştu. Ama hala korku içimi sarıyordu.
“Damga…” dediğimde, sesim titrekti, ama bir şekilde onun dikkatini çekmiştim. “Damga burada. Çok yakın, Andre. O kadar yakın ki, bana her an ulaşabilir. Dün gece veya bu sabah alt katımızdaki Bay Louis öldürülmüş,o öldürmüş.”
Telefonun diğer tarafından sessizlik yayıldı. Sonra, Andre’nin sesi yine geldi, daha derin, daha ciddi. “Elya, sakin ol. Damga şuan başka bir yerde başkan bir kurbanıyla ilgileniyordur bile, şuan orada olduğunu sanmıyorum. Korkma tamam mı, ben geliyorum.”
Telefonu sıkıca kavradım, içimdeki korkuyu bastırarak bir an için nefes almaya çalıştım. O kadar yakınken, o kadar korkarken bile, Andre’nin sesi bir tür umut ışığı gibi parlıyordu.
Telefonu kulağıma yerleştirdim, ama her geçen saniye, içimdeki korku biraz daha büyüyordu. Andre’nin sözleri bir nebze rahatlatmıştı, ancak hala bir şeyler eksikti. O kadar yakın hissediyordum ki, bir adım ötede olabilir, pencerenin kenarında bir gölge olarak belirebilirdi. Kafamın içinde yankılanan sesler, onu her an görebileceğimi söylüyordu. Her köşe, her karanlık alan bana bir tehdit gibi görünüyordu.
“Elya, beni dinle,” dedi Andre’nin sesi, önceki soğukkanlılıktan daha derin, ama aynı zamanda güven verici bir tonla. “Şu an Damga orada değil. Ama ben sana söylüyorum, eğer hissediyorsan, o gölge… O sadece zihninin bir yansıması. Korkunun yaratmış olduğu bir hayal. Şu an kendini kontrol etmelisin.”
Bunları söyledikçe, başımda bir karanlık yankı daha yükseldi. Kafamın içindeki sesler, sanki Andre’nin söylediklerini yalanlıyordu. Gözlerim, odada her an bir figür arıyor, her kıpırtıda bir gölge bekliyordu. Birden, pencerenin camı hafifçe titredi. Bir rüzgar yoktu, ama camın kenarındaki titreşim, bir elin pencereyi sarsması gibi hissediliyordu. Vücudum, korkudan buz kesmişti. Bir an telefonumu yere düşürecek gibi oldum, ama parmaklarım, onu tutmayı başardı.
“Andre… o burada onu görüyorum… Benimle misin?” diye fısıldadım, sesim yankılandı. “Okadar yakın ki. Her an bana ulaşacak gibi hissediyorum.”
Telefonun ucundaki sessizlik birkaç saniye sürdü. Andre’nin derin nefesini duydum, sonra tekrar seslendi. “Elya, orada kimse yok. Kendini kontrol etmelisin. Yoldayım geliyorum. Korkma, tamam mı? Ona yaklaşma. O sadece bir karanlık figür. Gerçek değil.”
Ama o an, odadaki karanlık bir başka şekilde hareket etmeye başladı. Sanki, kendi etrafında dönüyor gibiydi. O soğuk, korkutucu hava, odada yoğunlaşıyor, her şeyi daha da sıkıyordu. Gölgeler… o kadar belirginleşmişti ki, bir an için onları gerçek gibi gördüm. Ve o zaman, gözlerim karanlığın içinden bir şeyin yaklaştığını fark etti.
Telefonu sıkıca tutarak, geriye doğru çekildim. Soluk almakta zorlanıyordum. “Andre… O burada, Andre!” diye bağırdım. “Gerçekten burada, onu hissediyorum! Lütfen…”
O an, telefonun ucundan bir fısıldama sesi geldi. “Elya, dikkatli ve sakin ol. O figür, senin korkularının ürünü. Gözlerin seni yanıltıyor. Şimdi sakinleş ve odadan çık. Hiçbir şey seni tutamaz, o gerçek değil.”
Telefonu sıkıca tutarak, kapıyı açmaya yöneldim. Ellerim hala titriyordu. Kalbim, kulaklarımda yankı yapıyordu. Kapıyı araladım, ama o anda karanlık bir figür, gözlerimin önünde belirdi. Evet, o figür… Gerçekti, o kadar gerçekti ki, sanki her an bana dokunacak gibi hissediyordum.
Vücudum, istemsizce geri çekildi. Ama bir şey vardı, o figür... O bir varlık değildi, sanki o karanlığın içinden yükselen korkumun yansımasıydı. Yavaşça, adım adım geri çekildim. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Telefonu tekrar kulağıma yerleştirdim. “Andre… lütfen, senin gibi biri… yapılı ve güçlü. Telefonda mısın?”
Gözlerim, o korkutucu figüre odaklanmışken, Andre’nin sesi bir kez daha duyuldu, ama bu kez daha ciddi, daha derin bir şekilde. “Elya, ne olursa olsun, sakin ol. Onu geçebilecek güce sahipsin. Onun seni takip etmesine izin verme. O senin korkunun bir ürünü. Unutma, senin içindeki gücü kimse yenemez.”
O an, odadaki tüm ışıklar bir an kayboldu, her şey karanlıkla doldu. Ama bir şey vardı, Andre’nin sözleri, her karanlıkta bir ışık gibi parlıyordu. Yavaşça, gözlerimi kapattım. “Evet, Andre. Ben… Ben gücümü toplamalıyım.”
Ve o anda, ışıklar yeniden yandı. O korkutucu figür, kayboldu. Gözlerimi tekrar açtığımda, karanlık yoktu. Ama hala bir şey vardı. O anın sonunda, gerçeği ve hayali ayırt edebiliyordum. O korku, gerçek değilmiş gibi hissediyordum.
Ve bir süre sonra, Andre’nin sesi, bana yeniden güven verdi. "Elya, evin önündeyim,geldim. Çıkıyorum senin katına. Kapıyı aç lütfen."
Kapıyı açtım ve yavaşça Andre’nin siluetini gördüm. O an, o kadar çaresiz ve korkmuş hissediyordum ki, adeta içimden bir parça kaybolmuş gibiydi. Ama Andre’nin varlığı, karanlık odada bir ışık gibi parlıyordu. Gözlerim, güven arayan bir şekilde ona odaklandı.
“Elya...” dedi, sesi yavaş ama derin bir şekilde bana ulaştı. “Bak demiştim bir şey olmayacak diye. Ben buradayım.”
O an, gözlerim onun sakinliğine, soğukkanlılığına odaklandı. Andre her zaman ne olursa olsun, sakinliğini kaybetmezdi. Benim için bu, en büyük güven kaynağıydı. Kalbim hızlı atıyordu, ama bir şekilde, onun varlığı bana bir denge hissi verdi.
Ona adım attım, içimdeki korkuya karşı koymaya çalışarak. “Sen buradasın, değil mi?” diye fısıldadım, ağzımdan çıkan her kelime zorlayarak dökülüyordu. “Gerçekten buradasın...Beynim bana oyun oynamıyor.”
Andre, bir adım daha atarak bana yaklaşarak, ellerini yavaşça omuzlarıma koydu. O an, her şeyin biraz daha sakinleştiğini hissettim. “Evet, buradayım,” dedi, gözleri beni derinlemesine inceledi. “Ve senin yanındayım. Hiçbir şey seni korkutamayacak, Elya. Bak ne Damga var ne de o aptal silüetler.”
Kollarını nazikçe etrafımda sarmaya başladı. Bir an, her şey durdu gibi hissettim. Hızlıca yükselen kalp atışlarım yavaşladı, nefesim daha derin, daha rahat hale geldi. Andre’nin varlığı, o anki bütün karanlık düşüncelerimi süpürüp aldı. “Beni bırakma,” diye mırıldandım, gözlerim onun gözlerine sabitlendi. “Bu kadar yakınken... Sadece seninle olabilirim.”
Andre, derin bir nefes aldı ve parmaklarıyla saçlarımı nazikçe geri çekti. “Bundan sonra, her şey senin kontrolünde olacak. Ben buradayım, Elya. Sana yardım edeceğim.”
Gözlerimdeki korku, onun sözleriyle biraz daha kayboldu. İçimdeki karanlık, biraz daha aydınlanmıştı. Andre, yavaşça alnıma bir öpücük kondurdu. O sıcaklık, beni sarmalayarak içimdeki soğuk korkuyu bir nebze olsun silip götürdü.
“Ben seninle huzuru, sende benimle güveni bul.” dedi Andre, her kelimesiyle güven vererek. “Birlikte, her şeyin üstesinden gelebiliriz.”
Yavaşça, bir adım daha atarak ona yaslandım. O an, her şey geride kaldı gibi hissettim. Korkum, biraz daha uzaklaştı. Sadece Andre’nin varlığına, onun güven veren sarılmasına odaklandım. Gözlerim kapandı, derin bir nefes alarak kalbimin yavaşlamasına izin verdim.
“Teşekkür ederim,” dedim, ama sesi zor çıktım. “Sadece... seninle olmak beni güvenli hissettiriyor. Gerçekten…”
Andre, sırtımı sıvazlayarak yavaşça mırıldandı: “Bana her zaman güvenebilirsin, Elya. Ben buradayım.”
Ve o anda, karanlıkla dolu odada, sadece onun varlığı ve sıcaklığı vardı.
Yazar'ın Bakış Açısı
Damga, soğukkanlı ve hesaplı bir katildi. Geceleri, adımlarını duyurmaz, gölgeler arasında kaybolur ve sessizce kurbanlarını izlerdi. Andre'nin içindeki en karanlık ve korkunç yönüydü; onun zekâsı ve stratejileriyle donanmış, ancak daha fazlası vardı. Damga, sadece bir katil değil, aynı zamanda bir avcıydı, kurbanını bir oyun gibi izler, her hareketini önceden hesaplar ve sonra, korku içinde onları yakalardı.
Her cinayet bir sanat eseriydi; Damga, her adımı titizlikle planlar, kurbanını hem fiziksel hem de psikolojik olarak alt edebilirdi. Bir bıçak darbesi, kurbanının yavaşça ölmesine yol açarken, bir başka darbe, kurbanın ruhunda derin bir yara açardı. Damga, her üç bıçak darbesini yalnızca bir imza olarak kullanmakla kalmaz, aynı zamanda kurbanının son anlarında en derin korkularını açığa çıkaran bir işkence aracı olarak kullanırdı. Üç bıçak, sadece bir ölümün habercisi değil, aynı zamanda bir hikâyenin, bir mücadelenin, bir yıkımın izleriydi
Damga, ölümleri sadece bir hedef olarak görmezdi; her bir kurban, ona bir şeyler öğretirdi. Onun gözünde, her cinayet, sadece bir son değil, aynı zamanda bir testti. Kurbanının zayıf noktalarını anlamak, ona hükmetmek ve son anlarında korkunun doruk noktasını yaşatmak, Damga'nın en büyük zevkiydi. Hiçbir zaman acele etmez, her oyunu uzun süre oynar, kurbanının ruhunun karanlık derinliklerine inmeyi severdi.
Andre'nin içindeki bu katil,
ruhunda bir yer edindikçe, daha da tehlikeli hale geliyordu. Damga, Andre'nin tüm stratejik zekâsını sahiplenmiş, onun bedenine hükmetmeye başlamıştı. Herhangi bir duygusal bağdan ve merhametten yoksun olan Damga, bir adım daha atmak için her fırsatı kolluyor, bir insanın ruhunu ve bedenini yavaşça yok edebilirdi. O, kayıtsız bir ölümün, karanlığın derinliklerinde doğmuş, karanlık dünyasında hüküm süren bir varlıktı.
Elya'nın dünyasında ise Damga, her adımda daha yakın oluyordu. Andre'nin sakinliği, Elya'yı kandırmaya devam etse de, Damga'nın varlığı, ona ölümün çok daha yakın olduğunu fısıldıyordu. Damga, sadece bir katil değil, aynı zamanda Andre'nin içindeki korkuların, öfkenin ve ölüme dair tüm hislerin somutlaşmış haliydi. Onun varlığı, karanlıkta bir gölge gibi ilerliyor, her saniye daha tehlikeli, daha hesaplı hale geliyordu.
Damga o kadar gizemli geliyor ki bana...
Okuyan herkese teşekkürlerimi sunuyorum, sizleri çooookkkk seviyoorummm, oy verip destek olmayı da unutttmaaaayınnnn 💐🤍✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
