@damladeniz.1903
|
Rüya, babasıyla yaşadığı bu sert tartışmanın ardından hızla evden çıktı. Kapıyı arkasından kapatırken kalbindeki öfke, hayal kırıklığı ve çaresizlik birbirine karışmıştı. Sokakta yürürken nefes alıp vermek bile zor geliyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, bir yandan da her şeyin bu noktaya nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordu. Babasıyla arasındaki bağın koptuğunu hissediyordu; belki de o bağ hiç güçlü olmamıştı. Hep ablası Defne vardı; tüm ailenin odak noktası hep oydu. Ama bu kadar görünmez olduğunu, hiç fark edilmediğini ilk kez bu kadar açık bir şekilde hissetmişti. Rüya, parkın banklarından birine oturdu. Kafasında babasıyla konuşma anları tekrar tekrar canlanıyordu. Babasının sert bakışları, söyledikleri, hepsi zihninde dönüp duruyordu. Ne yaparsa yapsın, babasının gözünde asla Defne gibi olamayacağını fark etmişti. Defne, hep başarılı, hep disiplinliydi. Okulda birincilikler, iş dünyasında başarılar… Rüya ise her ne kadar çabalasa da sürekli arka planda kalıyordu. Bu hep böyle miydi? Küçüklüğünden beri süregelen bu kıyaslama, Rüya'nın hayatını sessizce şekillendirmişti. Şimdi ise bu kıyaslamanın sadece bir haksızlık değil, derin bir yara olduğunu anlıyordu. Ama babasına karşı olan öfkesi kadar, kendine olan hayal kırıklığı da büyüyordu. Kendini hep ablasıyla kıyaslayarak geçirdiği yılların içinde kaybolmuştu. Kendi hayallerini, isteklerini hiç sorgulamamıştı. Şirket yönetimi ya da iş dünyası gerçekten onun istediği şey miydi, yoksa sadece babasının ve ablasının gözüne girebilmek için mi bu kadar uğraşmıştı? Rüya, bu soruları düşünürken yanından geçen çocukların kahkahaları bir an için onu gerçek dünyaya döndürdü. Parktaki insanlar, hayatlarına devam ediyordu. Onlar için her şey normaldi, ama Ela'nın dünyası altüst olmuştu. Ailesinden kopmuş gibi hissediyordu. Babasının onu ciddiye almadığı anlaşılıyordu ve bu hissin yarattığı çaresizlik, onu daha da derinden sarsıyordu. Babasına kendini kanıtlamanın bir yolunu bulmalıydı, ama nasıl? O an Rüya’nın aklına bir fikir geldi. Belki de kendi ayakları üzerinde durmanın vakti gelmişti. Artık ablasının gölgesinde yaşamaktan vazgeçmeliydi. Belki de en büyük sorun, hep başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışmasıydı. Kendi yolunu çizmediği sürece, ne yaparsa yapsın babası ya da başkaları için yeterli olmayacaktı. Ama kendi hayatını inşa ederse, kendi başarılarını elde ederse, belki bir gün gerçekten takdir edilmeye değer bir insan olabilirdi. Rüya, parkta biraz daha oturduktan sonra evine geri döndü. Kapıyı açarken içerideki sessizlik, sabahki tartışmanın yankısı gibiydi. Babasının çalışma odasının kapısı hâlâ kapalıydı. Ablası da büyük ihtimalle şehir dışına çıkmış olmalıydı.aksi halde pazar günleri mutlaka evde olurdu.Evde, Rüya'nın varlığına dair bir iz yokmuş gibi sessizlik hâkimdi. Rüya, kimseyle göz göze gelmeden odasına çıktı. İçindeki huzursuzluk ve çaresizlik giderek daha da büyüyordu. Odada, yatağına uzandı. Tavana bakarken kendi hayatını gözden geçirmeye başladı. Hep birilerinin gözüne girmek için uğraşmıştı. Hep birileri tarafından fark edilmeyi beklemişti. Ama kimse onu ciddiye almamıştı. Babasının sert sözleri ve umursamaz tavrı, Rüya'nın zaten kırılgan olan özgüvenini yerle bir etmişti. Ama bu kırılganlığın içinde bir isyan da vardı. Babası tarafından görmezden gelinmiş olabilirdi, ancak bu durum sonsuza kadar böyle devam edemezdi. Bir şeyleri değiştirmeliydi. Rüya bir karar vermişti: Şehirden ve tüm karmaşadan uzaklaşmak, kendini yeniden keşfetmek için bir süre yalnız kalmalıydı. Babasıyla yaşadığı gerginlikler, ablasıyla arasındaki kıyaslamalar, içindeki baskılar; hepsi Rüya’yı yormuştu. Kendi iç sesini daha iyi duymak, ne istediğini gerçekten anlamak için zamana ve yalnızlığa ihtiyacı vardı. Bu yüzden, çocukluğundan beri çok sevdiği, sessizliği ve huzuruyla bilinen bir dağ evine gitmeye karar verdi. Evin bulunduğu dağlık alan, eski ama sıcak bir yerdi. Dağın tepesinde, ormanların ortasında yer alan bu küçük ev, Rüya için her zaman bir kaçış noktası olmuştu. Babasıyla sorunlar yaşamadan önce bile, oraya gittiklerinde kendini huzurlu ve rahat hissederdi. Şimdi ise oraya kendi başına gitmek, zihnini ve ruhunu dinlendirmek için doğru bir adım gibi görünüyordu. Birkaç gün içinde hazırlıklarını tamamladı. Yanına çok fazla eşya almamıştı; birkaç kitap, not defteri, laptopu ve ihtiyaç duyacağı temel malzemeler. Onun için asıl önemli olan, kendine zaman ayırmak ve düşüncelerini toparlamaktı. Şehirden ayrıldığı sabah, güneş yavaş yavaş doğuyordu. Arabasına binip yola çıktığında, içindeki heyecan ve hafif korkuyla birlikte yeni bir başlangıç yapacak olmanın getirdiği huzuru hissetti. Yol, gittikçe şehir hayatının gürültüsünden ve karmaşasından uzaklaşarak Rüya’yı doğanın kucağına doğru sürüklüyordu. Ağaçlar yavaşça etrafı sardıkça, Rüya’nın içinde de bir rahatlama belirdi. Sanki şehirle birlikte yüklerinden de arınıyordu. Arabasının camlarını açtı, temiz dağ havası yüzüne çarparken derin bir nefes aldı. Bu, uzun zamandır ilk kez gerçekten rahatladığı andı. Saatler sonra nihayet dağ evine vardığında, Rüya arabasından indi ve derin bir nefes aldı. Önünde uzanan yemyeşil ormanlar, dağın tepesinden görünen muhteşem manzara ve arkasında duran küçük, ahşap ev, ona bir anlığına her şeyin mümkün olduğunu hissettirdi. Dağ evi, doğanın tam ortasında, sessizlik ve huzurla doluydu. Kapısını açtığında içeride huzurun kokusu vardı, küçük mutfak, eski şömine, ahşap sandalyeler ve pencerenin önündeki kitaplık. Bu sessizlik, tam da ihtiyacı olan şeydi. Rüya, çantasını masanın üzerine bırakıp etrafı gezdi. Pencereden dışarı baktığında, manzaranın ne kadar dingin olduğunu gördü. Evin önünde, ormanla çevrili küçük bir açıklık vardı. Kuş sesleri ve rüzgarın ağaç yapraklarına dokunması dışında, hiçbir ses yoktu. Bu yalnızlık ona güç veriyordu. Rüya, buraya gelmekle doğru bir karar verdiğini hissetti. Dağ evine yerleştikten sonra Rüya, birkaç gün boyunca sadece kendisiyle vakit geçirmeye başladı. Sabahları erkenden kalkıp ormanda yürüyüşler yapıyor, gün doğumunu izliyor, sonra da geri dönüp kahvesini içiyordu. Her şeyden uzak, bu sakinlikte zaman geçirdikçe zihni yavaş yavaş berraklaşıyordu. Şehirdeki stres ve babasıyla yaşadığı gerginlikler, artık ona çok uzaktaymış gibi geliyordu. Sanki bu dağ evinde, gerçek kimliğine ulaşmak için bir adım daha yaklaşıyordu. Bir sabah, Rüya elinde defteriyle dışarıya, evin önündeki açıklığa çıktı. Havanın serinliğini hissettiğinde derin bir nefes aldı ve yere oturdu. Not defterini açtı, ama sayfaya ne yazacağını bilmiyordu. Aslında ilk defa kendisiyle bu kadar baş başa kalıyordu. Kendi iç sesini dinlemek, her zaman kaçtığı bir şey olmuştu. Ancak şimdi, tam da bunu yapmak için buradaydı. Defterin boş sayfasına bakarken, kafasından geçen düşünceler bir bir akmaya başladı. "Kimim ben?" diye yazdı. Bu soru, son zamanlarda zihninde sürekli dönüp duruyordu. Babasıyla yaşadığı tartışmadan sonra, hayatındaki birçok şeyi sorgulamaya başlamıştı. Şirketle ilgili planlar, ablasıyla olan ilişkisi, kendi başarıları… Aslında tüm bu zaman boyunca, hep başkalarının onun hakkında ne düşündüğüne odaklanmıştı. Babasının beklentilerini karşılamaya çalışırken, kendini tamamen kaybetmişti. Ama şimdi, bu dağ evinde, sadece kendi isteklerine odaklanabilirdi. Rüya, kendisiyle ilgili düşüncelerini not defterine dökmeye başladı. Hayatında neyin eksik olduğunu, neyi değiştirmek istediğini yazıyordu. Şirketin başına geçmek gerçekten istediği bir şey miydi, yoksa sadece babasının gözüne girmek için mi bunu istemişti? Belki de hayatının en büyük sorunu, hep birilerinin onayını beklemek olmuştu. Ama artık onaya ihtiyacı yoktu. Bu dağ evinde, doğanın içinde, sadece kendi sesini dinleyerek karar vermesi gerekiyordu. Günler geçtikçe Rüya yazdıkça kendini daha iyi tanımaya başladı. İçinde bir yerlerde hep bastırdığı hayaller ve istekler olduğunu fark etti. Yazmak, ona hem bir terapi gibi geliyordu hem de gerçek düşüncelerini ortaya çıkarıyordu. Aslında içinde, uzun zamandır hissetmediği bir özgürlük vardı. Kendi kararlarını vermek, kendi hayatını yönetmek için gerekli güce sahip olduğunu anlamıştı. Rüya, bir akşamüstü ormanda yürüyüş yaparken durdu ve etrafına baktı. Ağaçların arasında kaybolmuş gibi hissediyordu, ama bu kaybolmuşluk huzur veriyordu. Şehirde yaşadığı o karmaşa, babasının söyledikleri artık ona çok uzaktı. Burada, kendi dünyasında, kimseyle kıyaslanmak zorunda değildi. Defne'nin başarıları ya da babasının beklentileri, burada bir anlam ifade etmiyordu. Kendi yolunu bulmuştu. Babasının gölgesinde yaşamaktan vazgeçmiş, kendi ışığını yakalamıştı. Rüya o akşam evine dönerken, içindeki huzuru hissetti. Dağ evindeki bu yalnız zaman, ona ihtiyacı olan şeyi vermişti: Kendini bulma fırsatı. Artık şehirdeki hayata geri döndüğünde, her şeyin farklı olacağını biliyordu. Babasıyla olan ilişkisinde bir çözüm aramıyordu artık. Onun onayına ihtiyacı olmadığını anlamıştı. Kendine yetebilecek kadar güçlüydü. Rüya kendi yolunu çizecek ve bu yolda ilerleyecekti. yeni bir başlangıç yapmanın zamanı gelmişti.Bu sefer, tamamen kendisi için, kendi kararlarıyla, kendi kimliğiyle. Rüya artık özgürdü, ve bu özgürlük, ona hayatındaki en büyük armağan olmuştu. Rüya dağ evindeki sakin günlerine iyice alışmıştı. Ormanın içindeki bu küçük ev, ona aradığı huzuru ve yalnızlığı vermişti. Sabahları kuş sesleriyle uyanıyor, günün büyük kısmını yürüyüş yaparak ve yazı yazarak geçiriyordu. Şehirden uzakta, burada geçirdiği her gün ona kendini biraz daha tanıma fırsatı veriyordu. Ancak bir sabah, huzuru beklenmedik bir gürültüyle bozuldu. Rüya, sessizliğiyle bilinen bu yerde dışarıdan gelen motor sesiyle irkildi. Perdeleri hafifçe aralayarak pencerenin dışına baktı. Ormanın ortasında, kim olabilirdi ki? Evine yakın bir yere doğru bir kamyonet yaklaşıyordu. Araç, Rüya’nın evinin hemen yanındaki boş arazide durdu ve içinden biri çıktı. Genç bir adam, eli belinde, etrafı inceleyerek araçtan indi. Hemen ardından birkaç eşya indirmeye başladı. Rüya şaşkınlıkla adamı izledi. Buraya bir komşu taşınıyor olamazdı, değil mi? Dağ evine geldiğinden beri Rüya, buradaki yalnızlığa o kadar alışmıştı ki, biriyle komşu olma düşüncesi onu rahatsız etti. Üstelik gürültücü biri gibi görünüyordu; daha şimdiden birkaç kutu ve eşya yere düşmüştü bile. Rüya, sessizce iç çekerek perdeyi kapattı ve işine geri dönmeye çalıştı. Ancak dışarıdaki hareketlilik ve gürültü devam ettikçe dikkatini toplamak imkânsız hale geldi. Sonunda dayanamayıp dışarı çıktı. Adam, o sırada kamyonetin arkasındaki eşyaları çıkarırken Rüya ona doğru ilerledi. Yaklaştıkça adamın yakışıklı olduğunu fark etti, ama bu düşünce hızla öfkesinin gölgesinde kayboldu. Dikkatini topladı ve ona seslendi. "Merhaba! Biraz daha sessiz olabilir misiniz?" Rüya'nın sesi, sakin görünmeye çalışsa da içinde biriken gerginliği belli ediyordu. Adam, Rüya’nın sesini duyunca döndü ve ona doğru baktı. Rüya’nın yüzünde, sabahın erken saatlerinde rahatsız edilmenin verdiği bir memnuniyetsizlik vardı. Adam ise Rüya’nın bu çıkışı karşısında hafifçe kaşlarını kaldırarak gülümsedi. Bu sırada elindeki ağır bir kutuyu yere bıraktı, yere düşen kutu toprakta yankılandı. "Merhaba," dedi adam, samimi ama biraz alaycı bir tonda. "Kusura bakma, eşyaları yerleştirmeye çalışıyorum. Biraz gürültü olmuş olabilir.” Rüya, adamın rahat tavırlarına biraz sinirlenmişti. "Biraz mı? Tüm ormanı ayağa kaldırdınız neredeyse. Burada sessizliği seviyoruz, haberiniz olsun." Adam, Rüya’nın sert tepkisine karşılık gülümsemesini bozmadı. "Anladım, buraya daha yeni taşındım. Gürültü yapmak gibi bir niyetim yoktu ama taşınma biraz zahmetli oluyor. Siz de taşınırken benzer bir şey yaşamışsınızdır sanırım," dedi ve göz ucuyla Rüya’yı süzdü. Rüya, onun rahat tavrına daha da sinirlenerek kollarını göğsünde birleştirdi. "Ben taşınırken böyle gürültü çıkarmamıştım," dedi sertçe. "Ve burada yalnız kalmayı tercih ediyorum. Sessizlik benim için önemli." Adam bir an duraksadı, sonra Rüya’nın üzerine fazla gelmek istemediğini fark ederek başını hafifçe salladı. "Tamam, anlaşıldı. Elimden geldiğince sessiz olmaya çalışırım," dedi, ama sesindeki alaycı ton hâlâ hissediliyordu. Ardından Rüya’ya sanki biraz daha dostane yaklaşmak ister gibi bir ifadeyle baktı. "Bu arada, ben Ateş" Rüya’nın aklında sessizlik varken, tanışma faslını pek umursamıyordu. Adamın samimi tavırlarına karşılık vermek istemedi ama görgüsüz görünmek de istemiyordu. Kısa bir sessizliğin ardından istemsizce adını söyledi. “Rüya." Ateş’in gülümsemesi genişledi. "Rüya, çok memnun oldum. Yeni komşun oluyorum, haberin olsun," dedi ve eşyaları tekrar taşımaya başladı. Sanki bu sohbet, Rüya’nın sert tepkisini umursamıyormuş gibi rahat bir havadaydı. Rüya, onun bu umursamaz ve rahat tavırları karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. "Umarım bu taşınma çok uzun sürmez," diye mırıldandı ve ters bir bakış atarak eve geri döndü. Rüya, kapıyı arkasından kapattığında nefesini tuttu. Ateş’in rahat ve alaycı tavırları sinirlerini bozmuştu. Onun bu kadar umursamaz olması, Rüya’nın yalnız kalma isteğini tamamen göz ardı ediyor gibiydi. İçindeki huzursuzluk, sessizliğin bir kez daha bozulmuş olmasından kaynaklanıyordu. Ama bir yandan da bu kadar yakışıklı ve kendine güvenen bir adamın buraya taşınmış olmasından duyduğu karışık hisleri inkâr edemiyordu. Ertesi sabah, Rüya erkenden uyandığında Ateş’in evinin önünde yine hareketlilik vardı. Ateş, eşyalarını düzenliyor, bir yandan da müzik açmıştı. Müzik sesi, ormanın huzuruna hiç uymayan bir şekilde Rüya’nın penceresine kadar geliyordu. Rüya gözlerini devirdi. Yine mi gürültü? diye düşündü. Daha fazla dayanamayıp bir kez daha dışarı çıktı. "Merhaba Ateş!" diye seslendi, sesi bu sefer daha sertti. "Bu kadar erken saatte müzik açmak zorunda mısınız?" Ateş, müziği kısmadan Rüya’ya doğru döndü. Gözlerinde biraz şaşkınlık vardı ama hâlâ rahat tavrını koruyordu. "Günaydın Rüya" dedi gülümseyerek. "Erken kalkmayı severim, biraz da müzikle enerji katıyorum güne." Rüya, derin bir nefes aldı, sabrını zor tutuyordu. "Ama burada insanlar müzik yerine doğanın sesini dinlemeyi tercih ediyorlar," dedi. İçindeki öfke iyice belirginleşmişti. Sessizlik ve huzur için geldiği bu yerde sürekli rahatsız edilmek, onun için kabul edilemezdi. Ateş, Rüya’nın öfkesini fark etmişti, ama yine de rahat bir şekilde konuşmaya devam etti. "Haklısın," dedi ve müziği tamamen kapattı. "Burası gerçekten huzurlu bir yer, o yüzden buraya taşındım. Ama benim tarzım biraz daha farklı olabilir. Uyum sağlamak zaman alabilir." Rüya, onun bu rahat ve samimi tavırları karşısında şaşırmaya devam ediyordu. Ne dese, Ateş hep bir şekilde işin içinden sıyrılıyor, onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama Rüya bu adamın onu anlamadığını düşünüyordu. Sessiz bir yaşam istiyordu ve Ateş’in bu tavırları, onu rahatsız ediyordu. "Umarım bu uyum süreci fazla uzun sürmez," dedi Rüya, gözlerini devirerek. Sonra hızla arkasını dönüp eve geri döndü. Ateş, Rüya’nın arkasından bakarken hafifçe gülümsemeye devam etti. Kafasını iki yana salladı ve kendi kendine mırıldandı, "Sanırım bu dağda biraz gergin komşular var." Rüya ise eve döndüğünde Ateş’i düşünmeden edemiyordu. Onun bu kadar umursamaz ve rahat tavırları sinirini bozsa da bir yandan da bu özgüvenli adamın ona bu kadar kolay yaklaşabiliyor olması kafasını karıştırıyordu. Ama tek bir şeyden emindi: Ateş’le bir süre daha anlaşmaları zor olacaktı.
yorum yapmayı unutmayın lütfen düşünceleriniz bilmek istiyorum. bu benim ilk roman denmem fikirleriniz benim için çok önemli ve oy vermeyi de unutmayın . seviliyrosunuz kuşlar 😘😘😘 |
0% |