Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@danesima


Diğer iki platformda bölümü pazar günü attım ancak bu platforma pazar gününden beri giremedim, şimdi girince direk girip hazır bölümü düzenleyip attım.

Umarım seversiniz...

Öpüyorum Ankara ayazlarım...


💐


Anahtarı çevirip kapıyı açarken babama yol verip önden geçmesini sağladım.

Babam elindeki market poşetleriyle içeri koşarken Uraz’ın evde olup aynı zamanda evin bu kadar sessiz olması hiç etik ve doğru değildi.

Kesin bir halt yiyor.

“Köle nerdesin?” Anahtarı hemen anahtarılığa asıp ayağımdaki topukluları çıkartıp kenara attım.

Kesin odamda bir şey karıştırıyor.

Terliklerimi bile giyme zahmetinde bulunmadan odama doğru koştum. “Bilgisayarımdaysan senin işin bitti.” Kapıyı sertçe açmamla gördüğüm manzara daha kötüydü.

Uraz’ın elinde concealer var.

Uraz’ın elinde…

Uraz ve concealer?

Uraz ayna karşısından kafasını çevirip iki metre açık ağzıyla bana baktı. “Abla vallahi açıklayabilirim.” Küçüklüğünden beri ne zaman suçlu olsa ilk ellerini şaşırır teslim ol moduna geçerdi.

Naptığını algılamaya çalışırken gözünün altında elmacık kemiğinde gördüğüm morlukla durdum.

Kapıyı arkamdan hızlıca kapatıp yanına geldim. Sertçe çenesini tutup kendime çekip morluğa baktım. “Hangi piç bunu yaptı. Söylede ablan benden başka biri sana vurunca ne oluyor göstereyim.”

Kaşlarımı çatarak morluğu daha fazla inceledim.

Etrafı hafif yeşillendiğine göre en az 5 saat geçmişti.

“Abla kim senin kardeşini dövebilir? Kapı çarptı sadece. Hem babama söyleme şimdi o da yanlış anlar.” Gözlerini kaçırdı.

Gözlerini kaçırdı.

Yalan söyleyince hep gözlerini kaçırır.

“Ver şu concealerı. Sen bunu öylece kapatamazsın.” Elinden aldığım aplikatörü geri yerine koyup Uraz’ı makyaj masasının karşısına oturttum.

Kutudan bir nemlendirici çıkartıp yavaşça uygularken Uraz Altan alttan suçlu kedi gibi bana bakmaya devam etti. Makyaj kutusundan turuncu rujumu çıkartıp yavaşça sürmeye başladım.

“Direk sürersen belli olur. Alt ton sürmen gerek. Turuncu iyi kapatır. Ama bir dahakine baktın turuncu yok, yeşil ve kırmızıda idare eder.” Açılmamış paketlerden bir sünger çıkartıp dağıtmaya başladım. “Anlamaz değil mi babam?” Pudrayla ruj katmanının üstünden geçerken kafamı hayır anlamında salladım.

“Halledicem ben.” Concealeri alıp bu sefer sürerken biraz daha yavaş olup turuncusuyla karışmaması için dikkatli oldum. “Nasıl halledeceksin?” Tekrar pudra geçtim üstüne. “Orasını ilerleyen saatlerde şahit olacaksın.”

Sağlam olan yanağına yavaşça iki kere vurdum. “Hadi kalk babamın yanına git. Bende üstümü değiştirip geliyorum.”

Uraz hala otururken hiç beklemeyeceğim şekilde bana sarıldı. “İyi ki benim ablamdan. Onun yerine iyi ki sen varsın.” Derdin bir nefes aldım. Kafasından tutup itekledim. “Üstüm siyah ve birazdan bütün concealer bulaşacak.”

Ayağı kalkınca benden uzun olması nedeniyle kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “Sende beni seviyorsun biliyorum.” Elimi geçiştirmek için salladım. “Aynen aynen ondan. Çıkarken kapımı kapa.” Arkamı dönüp dolaba ilerledim.

Altlı üstlü şortlu pijama takımımı çıkartırken hala kapı kapanma şasi gelmediği için arkamı döndüm.

Kapı ardına kadar açık.

“ALLAH SENİN BELANI VERSİN URAZ!” Kapıya doğru gidip sertçe kapıyı çarparak kapattım.

💐

Dizlerimi iyice kendime çekip oturduğum sandalyenin arkasına yaslandım. Uraz şaşırtıcı şekilde benim en sevdiğim çorba olan mercimek çorbasını çok güzel yapıyordu. Açıkçası zaten yapabildiği tek yemek mercimek çorbası.

“Nasıl olmuş abla?” Telefondan kafamı kaldırıp baktım. Bakışlarımı babama çevirdiğimde kâseye kafasını gömmüş çorba içiyordu.

“Sence masada söylememe gerek var mı? Yoksa özel bir zamanda sana bu çorbayı nasıl bu kadar kötü yaptığını güzel kelimelerimle anlatayım mı?” Ablalık böyleydi. İyi de yapsa kötüde yapsa o yemek yoruma geldiğinde benim için çok kötüydü.

“O yüzden 3 kâse yedin.” Onaylar şekilde kafamı salladım. “Açtım, başkada yiyecek bir şey yoktu. Önümde o konmuştu yedim.” Mecliste kavga çıkarken mangal başındaki eti yiyip uykusu basınca arka köşede uyuyan Erzincanlı millet vekili gibiydim.

Her an şişkinlikten bayılabilirim.

Yemek sırasında üstün körü olsa da olaylardan bahsettiğim için biraz rahatım.

Babam arabada olduğu gibi aldatılmamış benim değil onun suçu olduğu için bana karışamayacağını ama bundan sonra sıkı yönetime girdiğini söylemişti.

Tabi ben artık nerdeyse 25 yaşına gelecekken nasıl bir sıkı yönetim olur bilemem.

Babam kâsenin dibini ekmekle sıyırıp ağzına attıktan sonra Uraz’a döndü. “Ellerine sağlık oğlum. Yine bok gibi olmuş.” Anında kafamı arkaya atıp kahkaha atarken önümde oturan Uraz sinir krizi geçiriyordu.

“Bu evde benim değerim bilinmiyor. Vallahi terk edicem burayı. Bi güzel laf etmeyi bile insana çok mu görüyorsunuz?” Babamla birbirimize dönüp aynı anda ‘Evet’ dedik.

Uraz yine itiraz ederken ayağa kalkıp masanın üzerindekileri topladım. “Ayrıca geri zekâlı, cebinde beş kuruşun yokken burayı terk edip hangi cehenneme gitmeyi düşünüyorsun.” Babamda konuşurken aynı zamanda masanın üzerindekileri toplayıp tezgâha koydu.

“Gidiyorum.” Uraz sandalyeyi sertçe çekil ayağa kalktı.

İbrahim Tatlıses’e özeniyor ablası…

Kapıya doğru giderken aklıma fikir geldi. “Lan gelir misin lütfen!” Eğilip ayağımdaki terliği aldım.

Arkasını dönüp bana baktı. “Ya bırak Allah aşkına ya!” Elimdeki terliği tam hizalayıp kapatılmış morluğun yanına doğru attım. Dokunsa bile canı acımayacak.

Ve tabi ki Uraz bütün oyunculuğuyla bağırıp kendini yere attı. “Allah’ın psikopatı niye atıyorsun?” Babam arkamda olayları umursamadan geçip mutfaktan çıktı.

Buzdolabını açıp buzluktan buzu çıkartıp Uraz’ın yanına eğildim. “Yalan atma. Açılmadı biliyorum.” Yanağının üzerine koyduğu eline vurup morluğa buz koydum. “En azından şimdi evde makyajla gezmene gerek yok. Babama ben vurduğum için morardı deriz kızmaz.”

Uraz kafasını kaldırıp bana doğru bir şey anlamamış gibi baktı. Kız sende cidden Hacettepe tıp kazanacak zekâ varmış. Bende bu şansa kontenjan olupta girenlerden sin sanıyordum.”

Kafasına olmayan beynine belki gider diye vurdum. “Benimle salak salak konuşma. Ben dönemimizde tam puan yapıp 1. oldum. Şansa gireceksem nasıl tam puan yapayım mal?”

Senelerce hedefim askerlikken. MSÜ sınavına tam puan yapıp TSK’ya girmeyi garantilemek isterken kaderin benimle oyun bambaşkaydı.

Salak gibi son seneme kadar denemelerde birincilikle girip MSÜ’de tam puan yapıp sabahlara kadar ağladıktan sonra ‘askerlik için uygun değil’ raporuyla yıkılmıştım.

Başka amacım yokken YKS’ye bile girme fikrim yokken babamın zoruyla girip dönemimde 1. olup Ankara’da yazacağım en yüksek puanlı bölümü yazmıştım. Bunu yaparken de kafamda bari o kadar çalışmam aldığım puan boş gitmesin düşüncesi vardı.

Cebimdeki telefonu çıkartıp arka kamerayla Uraz’ın yerde yatışını çektim. “ABLA NAPIYOSUN. Sakın Instagram'a atma. Vallahi rezil olmak istemiyorum.” Hemen WhatsApp'tan gruba girip kızlara attım.

Siz: fotoğraf

Siz: Ağır yaralı. Tıp bilgimi bunun gibi salaklarla harcanıyor 😔

Ayla(dolunay): Aşkım uğraşma çocukla

Ayla(dolunay): Suratına bir şey olursa ben üzülürüm.

Efil(rüzgar): Yarın dükkânı 8 gibi kapatıcam.

Efil(rüzgar): 7 gibi gelin kapanışı yapar otururuz. Anlatacaklarım var.

Siz: Ben akşam kafeden çıktıktan sonra karakolluk oldum.

Siz: Sabah beni yazmışlar. Çıkar giderim mesaiye, akşam arabayı alır Ayla’yla geçeriz.

Ayla(dolunay): Naptın?

Siz: Bi şey yok ya

Siz: Aldatıldım

Ayla(dolunay): Ne

Efil(rüzgar): ALLAHIM SONUNDA ÇOCUKTA Bİ BOKLUK ÇIKTI

Ayla(dolunay): Efil yanlışlıkla attın.

Efil(rüzgar): Pardon😔

Efil(rüzgar): Ailesinden bağımsız orospu.

Efil(rüzgar): Neyse zaten seni hakketmiyordu.

Siz: Siktir ettim zaten

Siz: Ay bi de Gökhan’a biri gelmişti aşağıda. Adam beni delirtti resmen

Ayla(dolunay): Sen zaten adamdan bağımsızda delisin Asena.

Ayla(dolunay): Takma kafaya

Siz: Kapatmam lazım

Siz: Uraz’la işim var

Ayla(dolunay): Öptüm

Efil(rüzgar): Aynısından aşkım

Telefonu masaya geri bırakıp mutfağı toplamaya devam ettim...

💐

Dolaptan dondurma kutusunu alıp salonda babamın yanına oturdum.

“Naber albay?” Kapağı açıp iki kaşığı batırıp babama uzattım. “İyidir doktor. Velet napıyor?” Babam kaşığı çıkartıp dondurmayı yemeye başladı.

Elimdeki kaşığı tekrar dondurmaya batırdım. “Terlik atınca gözünün altı morardı. Onu temizliyordu.” Kutuyu tam ortaya koyup dondurmayı yemeye devam ettim. “Siktir et, çok sevince çozutuyor.” Onaylar şekilde kafamı sallarken televizyondaki programa baktım.

“Film izleyelim.” Uzanıp kenardan kumandayı almaya çalıştım. “Ben açarım.” Babam ben kumandayı alamadan alıp uzaklaştırdı. “Allah’ın adını verdim kızım sen açma. Geçen açtığın geyli güylü diziden sonra 10 bin kişilik askeriyeye bakınca normal gelmiyorlar.” Önüne dönüp programı izlemeye devam etti.

“O senin zihnin yapısı baba. Ben öyle dizileri izliyorum ama başkasına bakınca öyle şeyler düşünmüyorum.” Kumandayı kaldırıp kafama vurdu. “Sen benim zihnime kurban ol.”

Tam o sırada bir şey koşarak koltuğa atlamasıyla çığlık attım. “Selam ışıl ışıl güzeller güzeli Işık ailem.” Önümden elini atıp dondurmayı çekip kucağına alıp yemeye başladı. “Özlemişsinizdir beni.”

“Beni çıldırtma Uraz ver şu dondurmayı Uraz. Ayrıca o dondurmayı ablan getirdi, git kendine yenisini al.” Babam uzanıp Uraz’ın elinden dondurma kutusunu aldı.

Uzanıp babamın elinden de ben aldım. “Kalkın kendinize buzluktan alın. En çok benim ihtiyacım var.” İkiside kaşığını batırıp kucağımdaki dondurmadan yiyip bir yandan da programı izlemeye devam etti.

“Onun yüzünü cidden sen mi öyle yaptın?” Babamın kulağımın dibinde fısıldamasınlar kafamı babama irkilerek çevirdim. Söyledikleriyle geri Uraz’a çevirince makyajı silmiş yanımızda oturuyordu.

Kafamı onaylar şekilde sallayınca babam pişmanlık yaşıyormuş gibi nefes verdi. “Asker olsaydın her koşulda senin gibi birini yanımda tutardım.” Ama işte kader, ne yapacağım?” Dondurma kutusunu Uraz’a uzatıp hafifçe aşağı kaydım. Zaten dondurmayı bekleyen Uraz hızlıca alıp yemeğe başladı.

Kafamı babamın göğsüne koyup kollarımı dolayıp sarıldım. “Keşke hep yanımda olsaydı.” Saçlarımda hissettiğim ellerle gözlerimi kapattım. “Artık hep yanında olucam kızım. En kötü gününde de en iyi gününde de.” Dudaklarını saçlarımda hissedince yaşlar kirpiklerime tutundu. “Bir kazada benim en kötü günüm harcandı. Bundan sonraki iyilere bakalım.”

Arkadan başkasının sarılmasıyla yaşlar gözlerimden aktı.

Ağladığım şu an mutlu bir aile olmamız, asla geçmişte yaşadıklarım değil…

 

☠️

GÖLGE

Koridorda dolaşırken özlediğim yuvama, evime, olan hasretimi gidermeye çalışıyordum, ama bir yandanda sanki kafamı dağıtmaya çalışıyor bir şeylere sığınıyor gibiydim.

Bir askersen burası artık sana yuvadır. Bazılarının-benim gibilerin- gideceği bir yuvası yoksa askeriye evi olur. Askeriyedeki insanlar ailesi…

17 yaşında girdiğim bu yuva bana yılların vermediği ev sıcaklığını vermişti. En önemlisi de görmediğim aileyi bana 27-şu an ki- yaşıma kadar yaşatmıştı.

Muhtaç olduğum ailem burdaydı. İki elim kanda da olsa burayı ziyaret etmeden gitmezdim.

“Çok dalıyorsun Gölge. Düşünceler insanları yanlışa sürükler. Yanlışlar ise ölüme.” Yanımdan yürümeye başlayan Fırat komutana baktım.

Bulunduğum timdeki benden önceki en yetkili, aynı zamanda timin komutanı olan bir askerdi.

“Düşüneceğimiz olmadığı sürece dalsak ne olur?” Ellerimi ceplerimden çıkartıp üstlerimin yanında yürümem gerektiği gibi dik ve saygılı bir şekilde yürümeme devam ettim.

“Çok konuşuyorsun bu aralar. Dün nezarethanede de biriyle konuşuyordun. Konuşunca konuşmaman için dualar ettiğim için konuşmanı hiç istemiyorum. O yüzden sus ve soru sormadan yürümeye devam et.” Derin bir nefes alıp yürümeme devam ettim.

Zaten ne yapsam olmuyordu.

Sussam, niye sustun?

Konuşsam, niye bu kadar konuşuyorsun? Bir şey mi oldu?

Siktiğimin dünyası artık umrumda değildi. Kim ne derse desin zaten yaşadığım süre belli değildi.

Bir dağda mı ya da bir patlamada mı ölürüm? Belirsiz hayatımda en büyük belirsizlik olarak kendimi koymuştum.

Fırat komutanın dediğiyle nezarette ki kız aklıma oturdu. Gıcık…

Hoş bir enerji denen şeyden kızda vardı ama bir o kadar da gıcık rahatsız ediciydi.

Asena adıyla dalga geçti. Ve kesin olarak deli olduğunu biliyoruz.

Söyledikleri tekrar aklıma geldi.

“HİÇBİR ŞEY BİLMİYORSUN APTAL. İNSANLARI BOŞ BOŞ YARGILAYACAĞINA SORU SOR. KİMSE SENİN ISSIZ ADAM TRİPLERİNİ ÇEKMEK İSTEMİYOR ERGEN.”

Ergen?

Issız adam?

Cidden ıssız adam ne?

Kafamı çevirip yanımda yürüyen komutana baktım. “Komutanım bir şey sorabilir miyim?” Kaşlarını çatıp direk bana döndü. “Yine sik sik ne soracaksın acaba Gölge?” Koridorun sağına sapıp timin toplandığı yatakhaneye yürümeye devam ettik.

“Issız adam ne demek? Bunu biri size söylüyorsa ne demek istiyor?” Umarım kırk yılda bir şey söyledim diye burnumdan gelmez.

“La oğlum bunu sana kim söyledi?” Kaşlarımı daha çok çatışırken geri komutana döndüm. “Nezaretteki kız söyledi. Ne anlama geliyor ki?” Komutanın resmen aylar sonra gür kalkası askeriyede yankılandı.

“Oğlum kız senle feci daşşak geçmiş. Sende kesin şu an olduğu gibi maymun gibi bakmışsındır.” Tekrar dönüp bana baktı. “Lan harbi ıssız adam havası veriyorsun. Aynı piçlik, aynı ruhsuzluk, aynı ketumluk. Kız 5 dakikada seni çözmüş. İyi insan sarrafıymış.”

Söylediği şeylerden anladığım kadarıyla kız bana çok kötü laf atmıştı ve ben boş boş suratına bakmıştım.

“Komutanım bence uzun süre siz rütbe dışındayken konuşmayalım.” Önümüzdeki kapıyı itip içeri girdi komutan. “Sen zaten başka zaman konuşmuyorsun Gölge.” İçeri girdiğimiz anda rampada oturanlar ayağa kalkıp nezaketten başını salladı.

“Hoş geldiniz ayağının altını yediğim canım komutanlarım. Sağlık sıhhatiniz umarım yerindedir. Allah’a şükür eşref saatlerinizde olun.” Uğur yine boş yapınca kafamı çevirip baktım. Ne boş çocuk.

“Kes Uşak. Ayağımla alakalı bir daha bir cümle kurarsan askeriyedeki bütün ayaklarla tanışmış olursun.” Fırat çektiği sandalyeye otururken bende ona yakın bir sandalye çekip oturdum.

“Komutanım askeriyeyi çok özlemişiz. Şu yatak var, offf nasıl beni özlemiştir şimdi.” Baran’ın konuşmasıyla okşadığı yatağa baktım. Sapık…

Uğur, Baran’ın ensesine bir tane çarpmasıyla beni kalkma zorluğundan kaldığı için içimden teşekkür ettim. “Sus ve erotik sapık. Yatağı da salda yaşadın. Eminimki yatak sen yokken ayaklanıp şu ortada halay çekti.”

Diğer timdekiler sessizce onları dinliyordu. Haklılardı, bu pisliklerle aynı muhabbete girmek ‘lava elini sok yakmıyor’ lafına kanıp denemekten daha acı vericiydi.

Dündar ayağa kalkıp gerindi. “Komutanım?” Fırat’la aynı anda Dündar’a döndük. “Yok Fırat komutanım size değil Gölge Komutanıma dedim.” Fırat kafasını sallayıp önündeki kağıtlara geri döndü.

“Gölge komutanım şu gördüğünüz amipimsi varlık akşam benimle çok bilindik bir kafeden sırf gördüğü çalışan kızı tekrar görmek için gitmek istiyor ancak benim bu amipimsi varlıkla zaman geçirmek yerine ilgilenmem gereken daha önemli işler var.” Konuşma boyunca amipimsi varlık olarak anlattığı kişi parmağıylada gösterdiği üzere Baran oluyordu.

Kaşlarımı kaldırarak Dündar’a baktım. “Peki benim değerli vaktim niye amipe gidiyor.” Baran hemen atladı. “Komutanım amik değil. Amipimsi varlık oluyor. Arasında çok fark var. Ayrıca kız taş gibi ama yere attığınızda kırılmayacak bir pırlanta gibi. Gözlerine gömün beni derim o derece güzel.” Baran’ın konuşmasıyla yanında duran Dündar kafasına bir tane yapıştırdı. Teşekkürler Dündar…

“Kadını niye yere atıyorsun puşt. Kadınları el üstünde tutalım dedikçe bu puşt yere atılsın kırılmasın falan diyor komutanım.” Yakarmasıyla Fırat kağıtları masaya vurup ayağa kalktı.

“Gölge, Baran’la akşam o kafe denilen yere git. Dündar sende şu çocuğun kafasına vurma. Zaten en fazla 3 nöronu var beyninde, sende onlara vurarak işlevini yitirmiyorsun. Şimdi kalanlar benimle albayın odasına gelsin.” Odada iş verilmeyip kalan Demet, Alpay, Özgür ve Göktuğ aya kalkıp Fırat’ı takip edip odadan çıktı.

Biz böyle bir timdik. Sancak Tim

Kıdemli Yüzbaşı Fırat Korkut

Kıdemli Üsteğmen Gölge

Teğmen Dündar Asil

Astsubay Başçavuş Baran Kızıler

Astsubay Başçavuş Uğur Uşak

Astsubay Kıdemli Üstçavuş Demet Yaban

Astsubay Çavuş Özgür Okan

Astsubay Çavuş Göktuğ Uray

Onlar kim miydi?

Bir sürü seçenek arasından seçilip özenle oluşturulan Sancak timine alınan onurlu askerlerdi.

Vatanın koruyucuları. Gece insanlar kafalarını yastığa rahat koymaları için günlerce uyumayan askerlerdi.

Onlar askerdi…

 

☠️

Sandalyede uyuduktan sonra Baran’ın beni uyandırmasına neden olduğu aramasıyla uyanmıştım.

Şu anda askeriyeye en yakın otobüs durağına bekliyordum çünkü gerizekalı beni almadan çıkıp bir süre sonra fark ettiği için beni Kızılay’ın çevrelerinde bekliyordu.

Kafamı yasladığım duvardan kaldırıp gelen otobüse baktım. 194 gelmiş.

Ayağa kalkıp otobüse binip Akbil’i basıp boş bir yere oturdum. Bu saatlerde-iş çıkış saati- olan kalabalığa göre çok azdı. Toplasan hepi topu 20 kişi vardı otobüste.

Kalan tek yer 4’lü-karşı karşıya oturulan yer- koltuklar olduğu için iki teyze ve önümde kitap okuyan bir kızla gidiyordum.

Benim gibi biri nasıl böyle saçma bir yere düşmüştü.

Telefonumdan saate tekrar bakıp kapattım. Allah belanı versin Baran.

Kağıt hışırtısıyla kafamı kaldırıp önümde oturan kız baktım. Elinde kitabı topladığı saçlardan belli olan kulaklığıyla sıradan bir öğrenci gibi duruyordu.

Kafamı teyzelere çevirince hem bana hem kıza baktıklarını fark ettim.

Bana biraz normal bakarlarken kıza daha alacaklı bakıyorlardı. Allah bağışlasın diyin teyze başka bir şey yapmayın bari.

Önüme tekrar dönüp bende kıza baktım.

Yılda 4-5 kere anca otobüse binerdim. O zamanda çoğunlukla insanları incelerdim.

Karşımdaki kızın bacak bacak üzerine attığı için görebileceğim seviyede olan topuklularıyla öğrenci olma olasılığını çıkarttım. Yere koyduğu çantadaki beyaz kumaş doktor önlüğü olmalıydı.

Okuduğu kitaba daha dikkatli baktım. Agatha Christie’nin cinayet romanlarından biri vardı. Kulaklığında büyük olasılıkla Tanita Tikaran tarzı sanatçılar vardı.

Kız bir anda kitabı indirip kafasını cama çevirmesiyle bu simayı bir yerden çıkartmaya başlamıştım.

Issız adam

BU NEZARETHANEDE Kİ BANA LAF ATAN KIZ.

Kafamı önüme eğip telefonumdan hemen bir şey yapmaya çalışıyormuş gibi yaptım.

Lütfen Allah’ın delisi beni fark etmesin.

Duamın kabul olması saniyeleri bulmazken kız hızlıca ayaklanıp teyzelerin arasından çıkıp otobüsten inmesiyle derin bir nefes aldım.

En azından bugün ıssız adam olmadık.

“Vallahi güzel kızdı. Kitap filanda okuyor. İlk oturduğunda önlüğünde vardı üstünde. Tam bana göre gelin. Doktor, güzel, edebi. Ay vallahi oğlumdan küçükse direk alırım.” Yanımdaki teyzenin konuşmasıyla kafamı çevirdim.

Ne yani konuşacak başka yer mi yok?

“Senden önce benim oğlum var. Bence benimkiyle yaşları tam uyuşur.” Muhabbete daha fazla dayanamadığım için kendimi kilitleyip camdan dışarı bakmaya başladım…

💐

Asena

Kapıyı iterek içeri girdim.

Kafeye tatlılık veren kapı ziliyle Efil kafasını kaldırıp bize baktı.

“Ay geldiniz sonunda.” Kollarını açıp bana sarılırken aklımdan gala otobüste ve arabada dinlediğim Atabarı, Cilveloy, Ceylan, Zeytin yağlı yiyemem aman kombosu dolaşıyordu.

Agatha Christie ile müthiş kombo.

Moderniteyi red et, geleneklerine sahip çık modundaydım.

Efil’le ayrılınca Ayla direk Edil’in boynuna atladı. “Kuzum çok özledim seni. Geberecektim hasretinden.” O daha fazla iltifat sıralarken çantamı boş masalardan birine koyup mutfağa ilerledim.

Burası Efil’in küçükken kurduğu restoran kafe hayallerinin gerçekleşmelerinden sadece biriydi.

Ben asker olmak isteyip doktor olmuştum.

Efil aşçı ol ak isteyip psikolog olmuştu.

Ayla şarkıcı olmak isteyip muhasebe ardından eczacılık okumuştu.

3’müzde istediğimiz meslekleri yapamazken Efil vazgeçmeyip hobi olarak kafe ardından restoran açıp işletmişti.

Raflardan bir tane bardak alıp su doldurup içtim. Belki bazen fazla düşünmek insana zarardır.

Ayağımdaki topukluların üstünü genişletip geri dikeldim. Sabahtan beri acilde durup uğraşmıştım. Uraz’ın yaptığı ve ayak üstü yediğim bir sandviç dışında bir şey yiyip içememiştim.

“Asena ocaktaki makarnanın altını kapatır mısın? Artık pişmişlerdir.” Efil’in söylediği gibi ocağın altını kapatıp içeri geri döndüm.

Efil ve Ayla’nın oturduğu masadan bir sandalye çekip yandaki çantamdan telefonumu çıkardım.

Albay: Varınca yaz.

Dediği gibi vardığımla alakalı bir mesaj attıktan sonra telefonu bırakıp masaya geri döndüm.

“Asena Allah aşkına senin gibi güzel bir kadını, Cenk gibi bir orangutan nasıl sevgili oldu ben anlamadım. Bir de nasıl aldattı bu omurgasız?” Efil en başından beri Cenk’ten çok nefret ediyordu. İlk hatasından zaten kafasında silmişti.

“Aldatılma ile alakalı her şeyi anlatacağım ama şu an çok açım. Ayla makarnanın sosunu yap yiyelim artık.” Ayla hızlıca ayağı kalktı. “Benim aşk bahçem isterde ben yapmaz mıyım?” havadan öpücük atıp mutfağa geçerken Efil’le konuşmaya devam ettik.

3-4 dakika geçmeden gelen kapı tıklatma sesiyle Efil’le aynı anda kapıya baktık.

Efil biz içerde otururken dışarısı gözükmesin diye örttüğü stor perdeden dolayı tıklatanın kim olduğu gözükmüyordu.

Ayağa kalkıp Efil’e otur işareti yaptım. “Ben bakarım sen otur.” Kapıya ilerleyip perdenin yandaki ipinden aşağı doğru çekip cam kapının önünün açılmasını sağladım.

Cama yaslanmış içeri bakmaya çalışan adam ben perdeyi kaldırmamla uzaklaşıp bana baktı. Onun kaşları çatılırken benim daha çok çatıldı.

Kapının yanındaki kilitli çevirip açtıktan sonra tam önüne geçtim.

Karşımda benden 5-10 cm uzun sarışın saçlı adam sanki aradığını bulamamış gibi bir mutsuzlukla bana baktı.

Kafamı iki yana sorup ‘ne oldu’ der gibi kafamı salladım. “Şey burası normalde bu saatte kapalı olmazdı. Neden kapalı?” Adamı konuşmasıyla kapıyı biraz daha açtım. “Bugün keyfim ve kahyası böyle arz etti bende erken kapattım. Nasıl yardımcı olabilirim?”

Arkadan birinin hareket etmesiyle gözlerimi belerterek baktım. “Nezarethanedeki asker?” Adamda arkada beni görünce durdu. “Nezarethanedeki kız?” Adamın sesi benimkine göre daha kısık çıkmıştı.

Aradaki sarışın çocuk sanki altın bulmuş gibi davranıp bir bana bir de önümdeki askere baktı. “Fırat komutanımdan Allah razı olsun.” Tekrar dönüp bana baktı. “Bakın benim komutanımın canı kahve çekmiş. Bu saatte açık bildiğim en güzel kafe burası olduğu için buraya getirdim. Allah rızası için kahve.”

Konuşan adamdansa karşımda birazdan anasını ağlatacağım adama baktım. Dudağım küçük bir sırıtış olurken arkaya adımlayıp kapıyı sonuna kadar açtım. “Buyrun tabi ki.” Sarışın hiç tereddüt etmeden hızla içeri girerken karşımdaki adam sanki içerde canavar var da girmek istemiyor gibiydi.

Öyle zaten.

“Geç geç, ısırmam.” Adam direk bana temas etmemek için kıvrılarak içeri girdikten sonra kapıyı kapatıp bende içeri girdim.

“Aaa siz geçen günkü müşterisiniz.” Efil’in oturduğu yerden kalkıp sarışın adamla selamlaşmasına bakmadan masadaki telefonumu alıp tezgâhın arkasına geçtim. “Evet, ne istemiştiniz?”

Asker olan sarışına baktıktan sonra karşıma doğru geçti. “Pezevenk ilk anda sattı. Bir daha ebemi sikseler senle bir yere gelmem.” Makinalarda kalan ürünlere bakarken bir yandan adamın konuştuklarından anlamaya çalışıyordum.

Arkamı dönüp tezgâhın tekrar başına geçip ellerimi dayayıp adama baktım “Evet?”

Adam arkamdaki dev panodaki menüye bakarken bende arkada duran ikiliye odaklandım.

Sarışın adam telefonunu Efil’e uzattı ve Efil bir şeyler yazarak -büyük olasılıkla numarası- telefonu geri adama verdi. Adam hala gülerek Efil’le konuşmaya başlarken geri adama odaklandım.

“2 tane Buzlu Caramel Macchiato ama laktozsuz olsun. 2 tane Buzlu White Chocolate Mocha, 1 tane Buzlu Caffè Americano, 2 tane Cold brew, 1 tane de Caramel Frappuccino olsun.” Adamın yüzüne mala bakar gibi baktım. Bu durumda ben mal oluyorum ama neyse.

“Orduya mı götürüyorsunuz? Napıcaksın bu kadar içecekle?” Adam yüzüme ‘gerçekten mi’ der gibi bakınca asker olduğu aklıma geldi.

ADAM CİDDEN ORDUYA KAHVE GÖTÜRÜYOR.

Derince nefes alıp saçlarımı arkaya ittim. “Adım adım gidicez.” Adam kafasını sallayınca arkamı dönüp ne yapacağımı düşündüm. Yan tarafta nasıl yapılacağı yapıyordu ama malzeme yoktu.

“2 tane cold brew denen şeyden var.” İki tane plastik kaplardan çıkartıp alt taraftaki buzları doldurdum. Yan tarafta duran filtre kahve makinasındaki kahveyi bardaklara koyup kenara ayırdım.

“2 cold brew için isim?” Elde tutmak için kolaylık sağlayan kartonlara isim yazmak için kalem alıp tazgaha koydum.

“Birine Asil, diğerine Uşak.” Kafamı sallayarak kartonlara ismi yazıp bardaklara geçirdim. Kenara ayırıp diğer içeceğe geçtim.

Mochaların birine Okay diğerine Uray, Americanoya Korkut Frappuccinoya Yaban yazdıktan sonra geriye sadece macchiato yapmak kaldı.

Bardaklara yine buz koyup ardından caremel şurubu sıktım. Yan taraftaki vanilya şurubundan ekledikten sonra makinadaki son kahveyi bardaklara bölüştürdüm.

Laktozsuz süt mü istemişlerdi?

Eğilip dolaptaki laktozsuz süt kutusunu kaldırmamla boş kutuyla karşılaşmam bir oldu.

Elimdeki boş kutuyu çöpe attıktan sonra dolaba tekrar eğilip baktım. Laktozsuz süt yok...

Tekrar ayağa kalkıp tezgâhta duran normal süt şişesine baktım. En fazla ne olabilir ki?

Normal sütü bardaklara koyduktan sonra tekrar adama bağırdım. “Macchiato?” elimdeki kalemle tezgâha vurup bir yandan da vicdan mahkemesi yapıyordum.

Ya ölümcül şekilde laktoza alerjileri varsa.

Ya ben normal süt koyduğum için iki asker ölürse.

“Gölge ve Kızıler.” Kızıler adını kartona yazdıktan sonra elimde kalan son ismin onun olduğunu biliyordum.

Aklıma gelen şeyle sırıtıp kartona yazmaya başladım ‘Teoman-Zamparanın Ölümü 2- 0:11-0:52’

BU ADAM İSMİ DEĞİL DİREK BU ŞARKININ KISMI KONULMALIYDI

Sırıtarak yazdığım kartonu bardağa geçirip tezgâha geri koydum.

Arka cebimdeki telefonu çıkartıp bardağı tezgâhtan alıp fotoğrafını çektim. Bir ara atarım.

Tezgâhta duran 8 içeceğinde üsten fotoğrafını çekip story için çıkan fotoğraf mutluluğuyla bardakları adamın önüne koydum. Kasada hızlıca içecekleri ve işlemleri girip adama döndüm. “Toplam 8 içecek 1253 lira. Kart mı nakit mi?”

Adam arka ç-cebinden büyük olasılıkla cüzdanını çıkartırken bir yandan da söyleniyordu. “Yok şirket hissesi vericem. Bende kabahat, komutanın sözüne inan götünü si-” Konuşmanın devamını gidişatından algılarımı kapatıp post cihazına işlemi gönderdim.

Adam önündeki post cihazına kartı okuturken aşağıdan 2 poşet ve bardak düzenleyici çıkartıp bardaklar yerleştirdim. “Afiyet olsun.” Bok iç. Adamın önüne poşetleri itip tezgâhın ardından çıkıp mutfağa Ayla'nın yanına geçtim

"Naptın aşkım?” Ayla ocağın başındayken dolaptan 3 tane tabak çıkartıp ortadaki ada tezgaha koydum

“Makarnayı biraz daha pişirip sosu hazırladım.” Tencereyle ada tezgaha dönüp tabaklara makarna koymaya başladı. Buzdolabından 1 tane şarap, dolaptanda 3 tane bardak çıkartıp içeri taşıdım

İçeri girip bardakları masaya koyarken Efil geri gelip oturdu. "Askerlermiş. Sarışın benim müşterilerinden biriydi, Baran. Diğerini yeni gördüm, komutanıymış galiba. Ama tabi sen daha iyi bilirsin.” Gözlerimi devirip geri mutfağa geçip iki tabağı alıp masaya koydum.

“Tanımam etmem. Bir kere nezarethanede karşılaştık uyuzla, o kadar. Onda da böyle gıçıktı.” Çatalımı hızlıca makarnaya batırıp yemeye başladım.

YEMİN EDERİM KURT GİBİ AÇIM. DOKUNMAYIN BANA.

Ağzımdakini bitirmeye çalışırken Ayla’ya döndüm. “Yine muhteşem olmuş.” Ayla’da gülümseyip yemeğini yerken başımdan geçen olayları-nezarettekilerde dahil- en ince ayrıntısıyla kızlara anlatmaya başladım…

💐

Biraz geç geldi. Geç gelmesinin nedenini çoğunuz biliyordur, dersler…

Bu yıl geçen yıla göre daha az dersim olsada yeni hocalar ve dil derslerimin artış nedeniyle sırf bütün hafta tanışmayla geçti ama yinede okulda yazdıklarımı bir şekilde birleştirip bölümü hazırlamayı başardım.

Umarım sizinde okulunuz iyi geçmiştir.

ŞİMDİ GELELİM MERAK ETTİKLERİME

Size bu bölüm birazda-nerdeyse yarım bölüm- Gölge’nin ağzından okuttum. Nasıldı?

Uraz çok tatlı değil mi ya?

Urazı yazarken aklıma uzun boylu birleri geliyor ama surat aşamasında bana çok fazla Cole Sprouse gibi geliyor. AMA DAHA UZUN BOYLU (adam zaten 1.82 cm-urazdan da uzun- ama hep kısaymış gibi geliyor kamera önünde)

Onun dışında gölge karakteri için aklımda bir model hala yok(soranlar için bunu da belirteyim)

Bu arada tim çok tatlı geliyor bana, umarım sizde öyle gelmiştir.

Bir sonraki bölümün girişini timle yapacağız haberiniz olsun.

Sizi çok seviyor ve öpüyorum Ankara ayazlarım.

Kendinize iyi bakın

💋💗

Loading...
0%