Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@dangerous_hatun

Aysuna'dan...

"Günaydın sevgilim. 😍" (08:07)

Aymayacaktı da ne olacaktı acaba?

Yedi gibi kalkıp spordan sonra derse oturduğum için Gökmen'den mesaj geldiği gibi görmüştüm. İlk günümüz olduğu için ondan beklemiştim ama bundan sonra önce ben kalkarsam ben de atacaktım.

"Sevgilimm." Diye mırıldandım kendi kendime. Gülümsedim. "Buna çok çabuk alışabilirim." Sandalyemde arkama yaslandım, iki elimle telefonu tutuyordum ve iki baş parmağım hazır asker gibi tuşların üstündeydi.

"Sana da günaydııınn. 💛" (08:08)

"Sevgilim demedin, sevgilim de bana. 😱" (08:08)

Başımı geriye atarak güldüm. "Takıntılı." Diye mırıldandım yine.

"Sevgilimm." (08:08)

"Şimdi ikisini birleştirip söyle." (08:08)

"Günaydın sevgilim." (08:08)

"Aferin. 😍" (08:09)

"Sen beni mi eğitiyorsun?" (08:09)

"😁." (08:09)

"Müsait misin, arayayım mı?" (08:09)

"Ders çalışıyorum." (08:09)

"Ben de işte çalışıyorum, yani? 🤨" (08:09)

Hiç de zoru oynamama izin vermiyordu. Gülümsedim. "Peki, ara." (08:10)

Çevrim dışı olduktan hemen sonra aradı. Açıp kulağıma dayadım, sesi kulaklarımı doldururken yokluğunun tedavisi oldu. "Naz yapmaya ilk günden başladın ha?" Dedi alayla.

Güldüm. "Sen beni mi eğitiyorsun?"

"Ne yapayım? Aldım bir çaylağı başıma, eğitiyorum işte."

İlkim olmasına mutlu olduğunu biliyordum ama bununla eğlenmekten de geri durmayacağını bilmem gerekirdi. "Yanımda olsaydın ensene bir şaplak yemiştin şu anda."

"İşte bu yüzden bu tür konuşmaları uzakken yapıyorum, yanına gelince yağ yakmaya başlayacağım hemen."

"Çakal."

"Biliyorsun, kişiye göre değil ana göre tepki veriyorum." Dedi, yanındaki kişilere bir şeyler söyledi ama bana boğuk geldiği için tam anlayamadım. "Bugün hep ders mi çalışacaksın? Akşama doğru çıkalım biraz, olmaz mı?"

"Boşuna mı erken kalktım Gökmen?"

"Nasıl yani?"

"Sabah erkenden kalktım, spor yaptım, ders çalıştım, konu dinledim. Birazdan kahvaltı hazırlayacağım bizimkilere ki tamamen gözlerine girebileyim. Son zamanlar da çok saldığım için babamın gözü üstümde, her şeyi erkenden hallettim ki bize vakit çıksın."

"Aferin kız. Ben öğretmeden dersi almışsın."

Güldüm ama sitem ettim. "Güldüğüme bakma, yazıyorum bunları bir kenara. Akşam her biri için şaplak yiyeceksin."

"Nereme olduğuna göre verdiği zevk değişir."

Gözlerim yerlerinden fırlayacak kadar büyürken elimi ağzıma kapattım ve telefonu dudaklarıma yaklaştırdım. "Gökmen!" Dedim kelimeleri uzatarak, gülümsüyordum ama şoktan. "Bana fesat diyene bak sen hele."

Şuh kahkahası kulaklarımı doldururken ağzım açık kalmıştı.

"İki fesat bulmuşuz işte birbirimizi." Dedi hala gülmeye devam ederken.

"Bizim cinslerin beyinleri üç bölmeden oluşur, biliyor musun?"

"Hımm?" Boğazından gelen boğuk sesine ölürüm.

"Birincisinde unuttuklarımız var, ikincisinde unutmayı seçtiklerimiz var, üçüncüsünde ise asla unutmadıklarımız var."

"Üçüncüden bir tane örnek versene mesela?"

"Meselaaa." Düşünürken bacaklarımı kendime çekip sandalye de küçüldüm. "Bir hafta boyunca çıkma teklifi etmeyip beni süründürdüğünü sandığım için kendi kendime şey demiştim, sevgili olunca göstereceğim sana Gökmen! Süründürecektim güya."

Güldü. "Sonra ne oldu, vaz mı geçtin?"

"Geçtim tabii." Dedim hemen. "Dün akşamdan sonra geçmese miydim?"

"İyi bari yırttık." Dedi. "Ama erkeklerin beyinleri de ikiye ayrılır biliyor musun?" Gülümserken o görmese de tek kaşım havalandı. "Birincisinde hiç istemediklerimiz var, ikincisinde de hep istediklerimiz. Ben de kendime bir şey demiştim."

"Sen ne dedin?" Diye sordum biraz korkarak ama merakla.

"O gün piknik de beni öpmediğin için bozulmuştum, sevgili olduktan sonra bol bol öpeceğim demiştim."

Böyle şeylerin o an aklından geçtiğine inanmak zordu çünkü yüz tipi gayet masumdu. "Hımmm." Dedim, ne diyeceğimi bilemediğim için. Utandım. O da bunu anlayıp kısık tonda güldü.

"Tamam güzelim, başka diyeceğin bir şey var mı? Bizim mesai başlar birazdan."

"Yok hayır, bir şey yok."

"Tamam. Akşam çıkıp çıkmayacağımızı sen yazarsın bana." Duraksadı. "Ama ne olur çıkalım, tamam mı? İlk günden hasret çektirme bana."

Gülümserken çenemi dizlerimin üstüne koydum. "Tamam."

"Tamam. Görüşürüz, iyi dersler sana."

"Sana da hayırlı işler, kolay gelsin."

"Teşekkür ederim."

Kapattık. Telefonu masanın üstüne koyduktan sonra kollarımı bacaklarımın etrafına sardım, karnım ağrıyordu ama kesinlikle açlıktan değildi. Gülümsemem silinmiyordu. Gökmen bana pazartesi gününü bile sevdirmişti ya, daha ne olsun?

Güzel bir mesajla başlamış ve onun sesiyle devam etmiştim günüme. Gülüşünün notaları hala kulaklarımdaydı, duygularımı şenlendiriyordu. Özlem duyuyordum, tekrar arayasım geliyordu, hatta şimdi yanına gitmek... İç çektim.

Akşamı beklemek zorundaydım ama, hem ders çalışmalıydım hem de o işteydi. Ayrıca bir şeye sabredip, bekleyince ve kavuştuğunda iki kat daha güzel ve değerli oluyordu. Bu yüzden de günü masa başında geçirecektim, akşama da kendimi Gökmen'le ödüllendirecektim.

Annemler birazdan kalkardı, onlara kahvaltı hazırlamak için mutfağa indim. Patatesi soyup, soğan ve biberi doğradım, domatesi rendeledikten sonra patatesle başladım, yarı yolda menemeni de kattım. Barkın'a süt ısıttım, çayı demledim. Kahvaltılıkları dizerken annem ilk mutfağa giren oldu.

Beni görünce sanki hiç böyle şeyler yapmıyormuşum gibi, "ooo, benim hamarat kızım, hayırlı sabahlar." Dedi.

"Sana da, günün tembel ödülünü alan annesi." Dedim ona ayak uydurarak.

Karşılık vermek yerine gülümseyip yanağımı öptü, yerine oturdu. "Hamit! Barkın!" Diye bağırdı eve doğru, sofraya bakınıp eksik bir şey bulamayınca. Ben çayları koyarken babam geldi ve o da Barkın'a bir kez daha seslendi.

Hepimiz masa da otururken hazır kahvaltı masasından dolayı annem mutluydu, babam menemeni görünce her şeyi unutmuştu zaten, Barkın'da hala yarı uyuyordu. Saat neredeyse dokuz oğlum, dokuz!

Konuya girecektim ama doğru taktik olmazsa faka oturabilirdim. Onları öne atmakla başladım. "Bu sabah çok tembelsiniz... Siz uyurken ben kalktım," dediğimde bana baktılar. "Spor yaptım, ders çalıştım, odamı topladım, size kahvaltı hazırladım."

Babam ya anlamadı ya da anlamamazlığa vurdu. "Aferin kızım sana." Deyip yemeğine geri döndü. Annem bıyık altından gülümserken bana devam et dercesine bir işaret yaptı.

"Ders çalışmaya devam edeceğim de..." Babamla göz göze geldik. "Diyorum ki acaba akşam dışarı çıkabilir miyim?"

Babam ciddileşip arkasına yaslandı. Normal de bu tür şeyler için izin almazdım, söylerdim. Onlarda olursa; olur derlerdi, olmazsa; tartışma çıkardı. Ama babam bir hafta ders çalışmamış olmamı unutmamıştı, huyuna gitmem gerekiyordu.

"Bir gün ders çalıştın diye ödül mü istiyorsun Aysuna?"

Hemen öne eğilip yalvarırken bir işareti yaptım. "Bir kerecik baba, ne olur?"

"Hayır." Dedi kesin bir dille, yüzüm düştü. Ama Gökmen'im bekliyor beni... "Bütün hafta yattın mı, gezdin mi, her ne yaptıysan bu akşamı da geçmiş günlerine say. Çünkü bu hafta kampa giriyorsun." Gözlerim büyüdü. "Ders çalışmaktan ve nefes almaktan başka bir şey yok sana, yemeklerini de biz sana tepsiyle odana getiririz. Lavabon, duşunda odanda var. Tamamdır, yaşam alanı işte."

"Ama baba-" İçime kaçmış sesimle itiraz edecektim ki elini kaldırıp kesti beni.

"Bu üçüncü sınav Aysuna, üçüncü." Dedi, bu konuda üstüme gelmezdi ama dolmuş gibiydi. "Sınava üç haftadan az kaldı ama benim kızım gezmeklere çıkmak istiyor."

Geriye çekildim, bana destek olsun diye anneme baktığımda, omuzlarını kaldırıp indirdi. Babam hak veriyordu, ben de veriyordum ama bu akşam olmaz ya!

"Son sınav Aysuna." Dediğinde ona geri döndüm. "İstediğin motorun için son şansın, sonra nasıl alırsın beni gram ilgilendirmez. İki yıl mı çalışırsın, üç yıl mı yoksa dördüncü sınava akıllanmış biçimde girip kazanırsın da yıllarca üniversite okuduktan sonra iş sahibi olup bir de para biriktirmekle uğraşıp, motoruna 10 yıl sonra mı sahip olursun." Durdu, nefeslendi. "Orası beni alakadar etmez."

Sertçe yutkundum.

"Tamam mı babacım?"

Başımı salladım gözlerine bakarken.

"İyi." Babam telefonuna bakıp kalkmaya yeltenince, "tamam." Dedim, durup bana baktı. "Bütün hafta kampa gireceğim, söz. Ama ne olur bu akşam çıkayım, plan yaptım, gitmem lazım."

Tek elini masaya dayayıp belini eğdi. Belli belirsiz gözlerini kıstı. "Kiminle?"

Vallahi da şüphe ediyordu!

"Yabancıyla değil." Gökmen artık yabancı değildi ama bu tabir ona pek uymamıştı sanki... Şirince gülümsedim.

"Peki bu yabancıyla biz de tanışacak mıyız artık?"

Hem de uzun zamandır şüphe ediyordu.

Yutkunup yan gözle anneme baktığımda ağzındaki lokmasını evirip çevirirken sırıtmıştı, tek kaşını kaldırıp babamın sorusunu destekledi.

Babama bakıp başımı salladım. Şu an herkes bir ilişkim olduğundan haberdardı sanırım, Barkın bile çakmış olabilirdi o pasta meselesinden sonra; ama umurunda mıydı? Hayır.

Babam beni kısaca süzüp, "para lazım mı?" Diye sordu, başımı iki yana sallayınca da, "9'dan önce evde olacağız Aysuna, tamam mı?" Diye sordu. Gülümseyip bu defa sevinçle salladım başımı. Diklendi, gidecekken bir kez daha döndü bana, işaret parmağını salladı. "Akşam çıkana kadar ders çalışacaksın!"

"Tamam." Diye hızla kabul ettim, zaten onu yapacaktım bu yüzden de bana fazla koymadı.

Babam yine de kim olduğunu bilmediği erkek arkadaşımla beni akşam dışarı yollamaktan yana pek mutlu olmadı, tereddütle arkasını dönüp odasına ilerledi.

"Barkın hadi annem, geç kalacağız." Diyerek annem de kalktı, Barkın önden zombi gibi giderken annem durup bana bakıp, "hazır başlamışken annecim, çamaşırları da katlarsın. Hı?" Dedi.

Omuzlarım düştü. "Anne yaa!"

Yanağımı okşayıp, "oy annesi yer onu." Deyip gitti.

Bu eşek gibi yapacaksın demekti.

Başım önüme düştü. "Ama neden ben! Neden ya? Ne çamaşırı? " Diye söylendim.

🏍

Gökmen'in iş mesaisinin sekizi geçerken başladığını ve 5'te bittiğini öğrenmiştim. O söylememişti ama beş buçuk da bana mesaj atıp bu akşam çıkıp, çıkmayacağımızı sorunca ben kendim tahmin etmiştim.

Yarım saatlik aralıklarla 6 saat ders çalışmıştım, test çözmüş, konu dinlemiş, ezber yapmıştım. Beyin zaten hissedilebilecek bir şey değildi ama ben şu an varlığını da sorguluyordum... Ha bir de çamaşırlar vardı, kendi içimde çıkan hengame arasında bir de aşağı inip iki posta olarak birikmiş çamaşırları katlamıştım.

Odamdan çıkmadan önce aynada kendime baktım: İspanyol paça pantolonum bacaklarımı sarmıştı, sıfır kollu spor beyaz atletimin üstüne kırmızı deri ceketimi giydim ve fermuarımı çektim. Saçlarımı düzleştirip saldım, maskaramı sürüp gerisine üşenince çanta da almamaya karar verdim. Telefonumu ve anahtarımı cebime sıkıştırdım, olmadı Gökmen'in çantasına koyardım.

Merdivenlerden hoplaya zıplaya indiğim için ev ahalisinin dikkatini çekmiştim, mutluluğum bana gözlerini kısarak bakmalarına sebep olmuştu. Üstümü süzüp abartı aradılar, sonrada randevuya böyle mi gidiyorum diye suratları değişti, memnun kalmamışlardı.

Süslü bir aile de yetişmek çok zordu.

Ayakkabılarımı giyerken seslendim. "Ben çıkıyorum."

"Tamam kızım, dikkatli ol." Diye karşılık verdi annem. "Canlı konum at bana."

"Atarım." Kapıdan çıkıp telefonumu çıkarttım, konumu anneme attım. Bahçe kapısından çıkıp çağırdığım taksiyi beklemeye başladım.

Gökmen gelip almak istemişti ama ilk randevumuzda ortak bir nokta da buluşalım istemiştim, daha romantik gelmişti bana. Taksi geldiğinde yola çıktık ve arabaya binmek güzel hissettirmedi. Çiçek'i anında özlemiştim, Gökmen'i hissederek bir yol tepmek de paha biçilemezdi.

Gülümsedim.

Bir sevgilim vardı. Benim olan, bana olan.

Henüz sersem gibiydim, tam olarak varlığını fark edemiyordum ama Gökmen'in en kısa sürede hissettireceğine emindim.

Güneş batmaya başlamıştı. Yol bana bitmek bilmiyordu. Verdiğim adrese geldiğimizde taksi durduğu zaman dalgınlığım gitti ve camdan etrafa bakındım. Parka gelmiştik, parayı ödeyip indim.

Bazı aileler pikniğe gelmişti, bazı çiftler çay-kahve içmeye, çocuklar oynuyordu. Oturduğum bankta izlerken arkamdan geçen motor sesiyle başım hızla döndü, farklı bir model hızla akıp gitmişti yolda. "Uf, çok iyi." Diye mırıldandım.

Önüme dönüp etrafa kısa bir bakış atarken başka bir motor sesi yakınımda durdu, başımı çevirdim. Çiçek'i görmemek mümkün değildi. Sarı çıkıntılarıyla tüm renkleri soluk bırakıp yanlarında parlıyordu.

Ayağa kalkarken gülümsedim.

Gökmen motordan inip kaskını çıkarttı, elini saçları içine sokup karıştırdı. Sonra beni gördü ve gülümsedi. Parmaklarına kaskını taktı, sırtında çantası, diğer eline başka bir kutu alıp bana doğru gelmeye başlayınca ben de ona gittim ve birkaç adım sonra koştum.

Boynuna atladığım gibi kaskını tuttuğu elini belime sardı; etrafında biraz döndü, atlayışımdan hiç etkilenmedi bile. Güldü sadece. "Özleyen sadece ben değilmişim?"

Gülümsedim. "Özledin mi beni?" Başımı geri çektim ama bacaklarım hala yerden yüksekteydi, tek koluyla havada tutuyordu beni. Yüzlerimiz yakındı.

"Biraz seni özledim, biraz sohbetini, biraz da sesini."

İlk günden şımartılıyordum.

Ben bayılmıştım bu işe.

Utanmış gülümsememle yere indirdi beni.

"Çok bekledin mi?"

"Beklerken zamanın nasıl geçtiğini soruyorsan, bir dakika bir saat gibiydi." Dediğimde, güldü. "O yüzden sorma, bilmiyorum."

"Öyle olsun bakalım." Beraber banka oturunca kutuyu kucağıma koydu.

Ne olduğunu hemen anladım, yandan baktım. "Kaskım mı?"

"Bak bakalım, beğenecek misin?"

Sen iste yeter ki! Kutunun süslemesini onun yaptığını düşünerek yırtmadan, güzelce açtım. Kapaklarını iki yana kaldırıp kaskı içinden çıkarttım, daha vizörün yapışkanı bile üstündeydi.

Aynı markaydı, kendi güvenliği için ne tercih ediyorsa bana da aynısını uygulamıştı. Gülümserken kaskı süzdüm. Siyah camlıydı, beyaz renkti ama sarı desenleri vardı. Gökmen'in kaskı siyah, sarı desenliyken benimkini beyaz, sarı desenli almıştı. Bu detay hoşuma gidince ona bakıp gülümsedim.

"Çok güzel."

"Emin misin? Beğendin mi?" Dedi ilgiyle, gözümün içine bakıyordu.

"Koleksiyonumun en değerli parçası olacak."

Sevindi. Dirseğini banka dayayıp bana döndü ve yanağını yumruğuna yasladı. "Ama mümkünse koleksiyonunda kalmasın, kafana geçir yani."

Tatlı bir kızgınlıkla bacağına vurunca güldü.

Şaplak bir!

Kaskımı dikkatlice yerine koyduktan sonra kapaklarını kapattım, Gökmen de beni seyrediyordu. Hareketlerimi olabildiğince yavaş tutuyordum çünkü şimdi ne demem, ne yapmam gerek bilmiyordum. Bu zamana kadar yanında hiç çekinerek durmamıştım ama şimdi durumumuz farklıydı ve utangaçlığımın getirisi olan gerginliğimi anlarsa daha çok utanırdım.

Neyse ki ben tam işimi bitirdiğimde, "güneş batıyor." Dedi. Güneşe baktım. "Biraz motorla dolaşalım mı?"

Hevesle ona döndüm. "Gezecek miyiz?" İlk sevgili, ilk randevu, ilk hediye, ilk, ilk, ilk! O kadar ilk yaşama imkanım vardı ki şu anda, karnıma ağrılar giriyordu.

"Şu ileride bir dondurmacı var, oraya kadar gidelim, dondurma alır döneriz. Sonra otururuz burada."

'Olur' deyip kalkmak istedim ama bu konuda Gökmen'e dalaşmazsam içimde kalırdı. "Tecrübeli sensin, benim ilk randevum." Dizlerime avuç içlerimi vurup ayağa kalktım. Kaskımı alıp Gökmen'e döndüğümde hala oturuyordu. "Ne oldu, niye kalkmıyorsun?"

Gülümsemek istemiyormuş ama kendini de tutamıyormuş gibi dudakları kıpırdanıyordu. "Sen de biraz erken doğsaymışsın kızım, ne yapayım." Ayaklandı. "Bedavadan 7 yıl seni mi bekleyecektim?"

Dişlerimi sıktım sonra sıkmaya devam ederken elmacıklarımı şişirecek kadar geniş gülümsedim ama sahteydi. "İlk buluşmadan trip yemek istemiyorsan kapa çeneni Gökmen." Dedim, gıcık bir sevgiliye söyler gibi.

Dudaklarını içe katladı gülüşünü bastırmak için. "Tamam tamam kızma, gel." Deyip kolunun altına aldı beni, Çiçek'in yanına yürümeye başladık. "Öfkeli panterim benim."

"Panter mi?" Derken kolu altından başımı kaldırdım. "Hem de öfkelisinden? Bornozluya ne oldu?"

"O yerinde duruyor, ne karıştırıyorsun ki şimdi onu? Panter başka, bornoz başka."

"Sen bana iki tane lakap taktın, ben de sana takacağım." Kolunun altında göğsüne yaslıyken küçük çocuklar gibi şımarasım geliyordu, sıcak göğsünü, ceketinin açık fermuarından arta kalan kısmındaki tişörtten hissediyordum.

Motorun yanına gelince ayrıldık, o kaskını takmadan önce sırıttı. "Sabırsızlıkla bekliyorum." Eldivenlerini giyindi, kendini hazırladı.

Ben de kaskımı takıp kutuyu mecbur çöpe attım. Gökmen suratımın asıldığını görünce, "ne oldu?" Diye sordu.

"Kutuyu attım."

"Eee?"

"Sen süslememiş miydin?"

"Yok ya, ne süslemesi? Öyle aldım onu ben." Dedi tam bir odun erkek moduyla.

O kutuyu çöpten çıkartıp parçalama isteğimi bastırıp soluklandım ve artçı koltuğuna oturdum. O kadar da özenli davranmıştım bir de! Gökmen de ilk buluşmadan sabrımı öyle bir sınıyordu ki, trip trip diye yalvarıyordu sanki bana.

Beline sarıldım, yola çıktı. Kaskın yeni kokusu genzimi doldururken altından çıkan saçlarım rüzgarla uçuşuyordu. Gökmen dondurmacı yakın gibi konuşmuştu ama gittikçe gidiyorduk, çarşı içinde de sürekli ışıklara takılıp durduk.

Bilmem kaçıncı ışıkta canım sıkılınca yerimde sağa sola kıpırdanmaya başladım. "Biliyor musun, babam bir hafta kamp yapacaksın dedi bana, durmadan ders çalışacakmışım."

"Nee?" Derken başını çevirdi, vizörünü açıp gözlerime baktı. "Ders kampı değil, dimi? Yanlış anladım."

"Doğru anladın." Dedim hüsranla. "Bu akşam sondu, zor izin aldım."

Yeşil ışık yandı ama Gökmen kalkış yapmadı. "Sen ciddi misin?" Derken daha çok dönmeye çalıştı bana doğru. "Bu hangi tür işkence?"

Arkadan korna basılmasıydı orada konuşabilirdik bu konuyu ama mecbur kalkış yaptık. Gökmen söylediklerimden hiç hoşlanmamıştı ve haliyle sinirlenmişti. Kollarımı beline sarmak yerine boynuna daladım ve daha çok sarıldım, sinirini almak istercesine.

Tepki vermedi ama sarılışımın hoşuna gittiğini biliyordum.

Gökmen'i yavaş yavaş çözüyordum, sinirlendiği zaman iletişimi bir süreliğine kesiyordu ama çok çabuk da yumuşayan bir yapısı vardı.

Dondurmacının orada durduğumuzda kaskımı çıkartmadan beklemeye başladım.

Gökmen, "neyli yersin?" Diye sordu kaskını çıkartıp.

Saçları yine dağılmıştı ve onları ellemek istiyordum, ayrıca şimdi hakkımda vardı. Sol yanımda dikilirken uzanıp saçlarını daha çok karıştırarak düzelttim. "Karışık yerim ben." Gözlerine baktım geri çekilirken ve tebessüm ettiğini gördüm. "Ama sosu bol olsun, her yerine döksün."

Tebessümü genişledi. "Tamam."

Arkasından sırtına baktım, motorcu ceketinin sardığı genişliği gözlerimi ondan ayırmamı engelliyordu. Dondurma siparişi verirken ki ciddi duruşu, ve beklerken hafifçe araladığı uzun bacaklarıyla asaleti... Böyle bir sevgiliye sahip olmak artı mıydı, eksi miydi, bilmiyorum ama çok şey olduğu kesindi.

Dondurmalarımızı kutu halinde aldı. Yanıma gelip sırtımdaki çantasına koyduktan sonra başını yana eğdi ve burnumun ucunu öpüp motora bindi, gülümsedim. Geri dönüş yolunda yine boynuna sarıldım, bu sefer eliyle kolumu tuttu, ceketime rağmen varlığını net bir şekilde hissettim.

Dönüşümüz gidişimizden hızlı olmuştu. Aynı bankı boş bulunca oturduk.

Ayakkabılarımı çıkartıp ona dönük oturarak bağdaş kurdum, bankı salonumuzdaki koltuk bellemiştim.

O ise yan oturuyordu, bir dirseğini banka dayamıştı ve elinde dondurma varken diğer elinde de kaşık vardı, bacakları çok azcık aralıktı, belli belirsiz aşağı doğru kaymıştı ama dik oturuyordu.

"Şu babanın dediğini bir daha açsana bana." Dedi kutunun kapağını açarken, benim dondurmamı bana verip kendi dondurma kutusunu açtı sonra.

Gökmen sadece kakaolu ve çilekli yiyordu, ondaki bu çilek aşkı beni gülümsetti.

"Çarşamba günü Buket'le çarşıya kına alışverişine çıkacağız, onun harici özgürce sadece nefes almama izin var. Cumartesiye kadar ders çalışacağım, pazar günü de tatil bana."

Küçük plastik sarı kaşığı dondurmaya batırdıktan sonra ağzına ters şekilde koymuştu, küçük hareketlerle kaşıktaki dondurmayı emerken pür dikkat beni dinliyordu ve yüz tipi o kadar komikti ki; babama kızıyor, bu işi saçma buluyor ve bir hafta buluşamayacağımız için yıkılıyordu.

"Saçmalık." Dedi ben bitirdiğim gibi. "Bir hafta boyunca o odanın içinde ne olur be insan? Pazar günü yarı ölü bulmayayım seni?" Kendi dediğine yüzünü buruşturdu ve iğrenir gibi titredi ama söyleyene kadar ben ne olduğunu anlamadım. "Pazar günü dedim, ıyy. O zamana kadar görüşmeyecek miyiz şimdi?"

Omuzlarımı kaldırıp indirdim, ben de bilmiyordum. Yarın ne getirir bilemezdim.

"Böyle iş mi olur ya?" Elimdeki kaşığımı alıp çilekli kısmına batırdı, sanki ben de yokmuş gibi. Ağzımı açınca kaşığı koyup geri çekildi. "Biz flört ederken daha çok görüşüyorduk sanki, bu sevgililik işi hiç hoşuma gitmedi." Dondurmasını yerken etrafa bakınıyor ve başını iki yana sallıyordu, kendi kendini dolduruyordu aslında.

Güldüm. "Allah Allah." Dedim. "Bu bir haftalık kampa girme sebebim, flört ederken bir hafta boyunca neredeyse hiç ders çalışmamış olmamdan kaynaklanıyor olmasın?"

Bana yandan baktı, durdu, gözlerine bakmaya devam ettim, gözlerime bakmaya devam etti. "Olabilir." Dedi sonra önüne dönerken, sesli güldüm. Kabullenişini yesinler.

Şebeleğim benim.

Dondurmalarımızı yerken bugünden bahsettik biraz, olağan hiçbir şey yoktu ama bunu onunla konuşmak bile güzeldi. Sonra bir oyuna geçtik. Dondurmalarımız bitmişti, Gökmen de bana dönmüştü ama ayakları hala yere basıyordu.

Aldığımız şişeden iki yudum su içip ağzında tuttu Gökmen. Direkt gözlerime bakmaya başladı. Oyunda ben komik ve saçma şeyler anlatacaktım, Gökmen gülerse kazanıyordum, kendini tutabilirse kaybediyordum.

"Kurt adam ve vampir evlenirse çocukları ne olur?" Diye sordum.

Cevabı yine ben vereceğim için sadece bekledi ama daha soruda dudakları kıvrılmıştı.

"Kumpir." Dediğim anda yan döndü ve suyu püskürterek çıkarttı.

Ellerimi birbirlerine çarpıp gülmeye başladım.

"İğrençti ya." Diye söylendi gülümserken.

"Ama güldün, yani kazandım."

Gözlerime güzelce baktı ve şişeyi uzattı. "Tamam, sıra ben de."

Sudan ağzımı dolduracak kadar içtim, yanaklarım şişince Gökmen güldü ve uzanıp ikisinden de öptü. Neredeyse suyu tüküreceğim için hemen ittim onu, bacağına vurdum güldüğü için. Şaplak iki! Hadi dercesine de elimle işaret yapınca başını salladı.

Biraz düşündü. "Aynı yaştakilere yaşıt deniyorsaaa," gözlerime baktı, psikolojik baskı uygulamak istercesine gülümsedi. "Aynı kilodakilere de külot denir."

Yanak kaslarımı sıkınca Gökmen, "yaa," Dedi. "Tutma kendini... Komikti işte."

Başımı iki yana salladım ve o tekrar denedi.

"Bil bakalım, ismi Saniye olan biri 60 yaşına gelince ne olur?" Hayır bunu duymak istemiyordum, sırf söylemesin diye bile suyu kusacaktım ki o erken davrandı. "Dakika." Bir de komikmiş gibi kahkaha attı ya.

Suyu yana dönüp püskürttüm. Ağzımı elimin tersiyle silerken ona iğrenir gibi bir bakış attım. "Bir üstü çıkar mı senden?"

"Oyunun amacı bu." Diye savundu kendini, parmağının sırt kısmıyla gözünün yaşını sildi ama gülmesini durduramıyordu.

"Tamam gülme artık, sıra bende." Şişeyi uzattım.

Derin bir nefes alarak gülmesini durdurduktan sonra yudumladı. Gözlerime baktı.

Söylerken parmaklarımla da saydım. "Virüs Çin'den, test Çin'den, aşı Çin'den, gel de çık işin iÇİNden."

İlk söylendiğinde anlaması zor bir kelime oyunuydu ama Gökmen cümlem bittiği gibi gülmeye başladı ve suyu çimenlere kustu.

"Sen de hiç dayanmıyorsun ha." Dedim.

"Gülmeyi seviyorum." Dudaklarının kenarlarına akan suyu silip diklendi. Şişeyi uzattı bana ve telefonunu çıkarttı. "Yardım alacağım."

"Al." Dedim öz güvenle.

Telefonu biraz karıştırdıktan sonra bana döndü, suyu yudumladım, gözlerine baktım.

"Şubata girmemiz iyi olmadı, benim Ocak da yemeğim vardı."

Dudaklarımı içe katlayıp sıktım kendimi, o da gülümseyip inkar etmeden hemen başka bir taneye geçti.

Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp direkt gözlerime odaklandı. "Hatayı kendinizde aramayın, Hatay, Akdeniz bölgesindedir."

Suyu yüzüne doğru koy verdim gitti. Niye bilmiyorum ama saçma olduğu kadar, bir o kadar da komikti.

"Ya Aysuna ya." Dedi tişörtüyle yüzünü silerken. "Yana doğru sevgilim yana doğru." Derken bir de eliyle gösteriyordu.

Gülmeye devam ederken yüzümü sildim. "Oh." Diye bir nefes verince, bana garipmişim gibi baktı. Yine gülmeye başladım. "Bakma öyle, gülesim geliyor." Yüzüme yelpaze yaptım. Yanımızdan geçen insanlar gülüşlerimize tuhaf bakışlar atıyorlardı, gören de sanacak altlı üstlüyüz. Aramızda bir kişi oturacak bir mesafe vardı ve oyun oynuyorduk.

Sanırım mutlu olmamız ve bunu abartılı şekilde dışa yansıtmamızdı, gariplerine giden.

Biraz daha oturduktan sonra kalktık. Gökmen bana tünel senfonisi yaptırmak istiyormuş, güzel bir şey olduğundan emindim ama daha önce hiç yapmamıştım. Ve onun için bariz bir hıza ulaşmamız gerekiyordu, korksam da sesimi çıkartmadım.

Şehir içinden çıkıp otobana girdik, Gökmen hızlandıkça hızlandı arabalara hadlerini bildirdi ama senkronize olamadığımız için virajlar da yavaşladı ve dengeyi o sağladı.

Ben sadece tadını çıkarttım, arada ödüm koptu tabii orası ayrı.

Tünel gözüktüğü zaman bana baktı ve bağırdı. "Hazır mısın?"

"Evet."

"Öne, bana doğru eğil."

Hızı arttırıp öne eğilince ben de ona doğru eğildim. Tünele girdik, görüş açımızdaki ışıklar beyazdan sarıya döndü, motorun güç sesi duvarlara çarparak dalgalandı. Kalınlaştı.

Kaskı çıkartıp dinlemek istedim çünkü kask varken bile mükemmel bir sesti. Heyecandan güldüm. "Bu harika bir şey!" Diye bağırdım, Çiçek'in sesinden benimki asla duyulamasa da içimdeki coşkuyu atmak için iyi bir yöntemdi.

Tünelden çıktığımızda sırtlarımızı dikleştirdik, kollarımı iki yana açıp çığlık attım, içim içime sığmıyordu.

İnsanların psikologlara neden para akıttığını anlamıyordum. Tek gereken bir motor ve tüneldi. Birçok şeye bedeldi...

Bir saat kadar daha sürüş yaptık, ev yoluna döndüğümüzde Gökmen yavaşladı. Yarım saat de o yol sürmüştü, yol boyu hep sıkı sıkıya sarıldım, sanki bir haftanın özlemi için sarılma depoluyordum... Saat dokuza gelirken sokağın başındaydık.

Motordan indim ve kaskı vermek için uzattığım anda durdum, Gökmen de bana baktı. Hızla kaskı geri çekip göğsüme bastırdım. "Benim." Dedim, sanki o almak istemiş gibi. Bir anlığına unutmuştum sadece, alışkanlıktandı.

Başını geriye atarak güldü. Gözlerime bakıp gülmeye devam etti, sonra uzanıp bileğimden yakaladı; hala motorda oturuyordu. Göğsüm ona, belden aşağım tek bacağına ve Çicek'e yaslandı. Yüzlerimiz yakındı.

"O babana söyle, ilk izlenimi hiç hoş değil." Kaşlarını kaldırarak yalancı bir sinirle uyardı beni, babam yerine koyarak.

"Yiyorsa kendin söyle."

"Olur." Dedi. "Ne zaman tanışıyoruz?"

Güldüm. Uzanıp dudaklarına buse kondurdum, temasımla gözlerini kapattı huzura gelmiş gibi. Geri çekildikten iki saniye sonra ağırca açtı göz kapaklarını.

Parmağımla burnuna vurdum. Şaplak üç! "Henüz değil."

Dudaklarını tebessüm ederken büzdü. "Hanım ne derse o."

Yerim seni. Gülümserken utandığım için omuzlarımın içine büzüldüm. Etrafa bakındım sonra gözlerimle. "Gideyim, mahalle mobeseleri görmeden."

"Tamam." Bileğimi bırakınca yanağını öptüm ve arkamı döndüm. Bu veda hiç flört dönemimize benzemiyordu. Eğlenceli değildi bir kere. Çabuk biten dondurmanın çubuğuyla bakıştığım o anlardaki gibi hissediyordum; üzgün ve kızgın. Aç ve özlem dolu.

Kapının önüne geldiğimde başımı çevirip ona baktım, beni bekliyordu, hep yaptığı gibi. Ben gülümsedim, o el salladı. Ben el sallayınca da o gülümsedi.

Böylece akşamı bitirerek vedalaştık.

Loading...
0%