@dangerous_hatun
|
Buket'le evine girdiğimizde ayaklarımızın altları ağrıyordu. Saat 12 olmuştu belki de. Burhan ve Gökmen bırakmıştı bizi arabayla. Buket'le onun evinde kalacağımız için annemlerle gitmemiştim, yolculuğu dördümüz yapmıştık. Gökmen de öne oturmak yerine Buket'e yalakalık yaparak ön kapıyı açmış, onu oturtmuş ve arkaya yanıma çullanmıştı. Yerim onu. "Aysuna beni tuvalete götür, Allah rızası için." Gözlerimi devirdim arkasından bindallısını tutarken; kadınların eğlencesinden sonra bir saat süren bir çekime gitmişlerdi Burhan'la, o zaman biraz pislenmişti dipleri. "Külotunu da indireyim mi?" "Vallaha mı? Çok iyi olur ha." Poposuna vurdum ama kumaştan ne kadar hissederdi bilmiyorum. Yine de, "ah." Diye yalandan inleyince hissettiğini öğrendim. Beraber odasına kadar gittik. Kafasındaki tel tokaları çıkartmamız gerekiyordu ama sabaha kadar sürme ihtimali çok yüksekti, kuaför yaparken izlemiştim ve taktığı tokalar bana fenalık getirmişti. "Kafam da böcek sürüsü yuva kurmuş gibi Su." "İğrençsin." Dedim yüzümü buruştururken. "Çok ağır." "Sızlanıp durma." Dedim tokaları çıkartmaya başlarken. "Yaptırmasaydın o zaman." Surat asıp sustu. Ben yaklaşık yarım saatin sonunda tokaları çıkarmayı bitirdiğimde Buket, "Aysuna hemen fermuarı aç, mesanem patlayacak." Dedi. Hızlıca dediğini yaptım, elbisenin içinden sıyrılıp iç çamaşırlarıyla tuvalete koştu. Tabii onun benim gibi odasında ebeveyn banyosu yoktu, fakir arkadaşım benim. Arkasından güldüm halsizce. Dolaptan aldıklarımla kendi üstümü değiştirdim, elbisemi bir tane askıya astım; uzaktan baktım biraz. Gökmen'i neyin geri döndürdüğünü merak ettim. O kıyımsızdı, merhametliydi. İlişkide iki taraflı düşünmek gerektiğinin farkındaydı ve hızlıca bunun için harekete geçiyordu. Tek kızdığım yanı o gün elbiseyi bana getirmemiş olmasıydı. İki gün beklemişti bildiğin şebelek! Buket duştan çıktıktan sonra saçlarımı yıkamaya gittim, halim yoktu şimdi duşa girmeye. Beraber saçlarımızda havlularımız yatağa girdik, yan yana otururken ikimizde de telefonlarımız vardı, o Burhan'la konuşuyordu ben de Gökmen'le. Biz kına salondayken erkekler dışarıdaki bahçedeydiler. Yemek dağıtılmıştı ve tavuklu pilavı hiç beğenmemişti beyefendim. Gülümsedim bana bunun şikayetini yapınca. "Dedim ev yemeği, hemen daldım ama bir kuruydu, bir kuruydu ki, hevesim kursağımda kaldı. 😕" (01:48) "Kjhfdkljshflk." (01:48) "Kıyamam." (01:48) "Şimdi de karnım acıktı bak." (01:48) "Ne yesem ki?" (01:49) "Kilo alırsın Gökmen, yeme bu saatte. Ödem de yapar hem sabah." (01:49) "Öleyim mi açlıktan? Karnım aç." (01:50) Yazmayı bırakıp düşünmeye başladım, ne yeseydi ki acaba? Yorgundu, kalkıp yemek yapamazdı. Bu saatte de her yer açık olmazdı ki, ısmarlayabilsin. Buraya çağırsam ben yapardım aslında. Fındık dibi temizlemiş gibi yorgundum ama yapardım. Yine de bir yemek için o kadar yolu tepmesine gerek yoktu. "Ne düşündün o kadar?" (01:53) Söylemekte kararsız kaldım ama zaten gelemeyeceği için söyledim gitti. "Buraya gelseydin, ben yapardım sana bir şeyler." (01:54) "Ama geç oldu şimdi, yorgunsun da, gelme boş ver." (01:54) "Bana bu teklifi yaptıktan sonra gelme diyemezsin." (01:55) "15 dakikaya oradayım." (01:55) Gözlerim büyürken ekrana baka kaldım. Gökmen'e bir şey söylerken 10 kere düşünmeliydim anlaşılan. Şaşkınlık ve heyecan karışık sesli gülüşüm Buket'in dikkatini çekti. "Bu saatte mutlu bir haber aldıysan, benimle de paylaş lütfen." Dedi. Ona da güldüm. "Gökmen geliyor." Pikeyi atıp yataktan indim. Gözleri kocaman oldu. "Ne?" Diye çığırdı. "Buraya mı?" "Mutfak tam takır, kuru bakır değil, değil mi?" "Yok her şey var, ben yemediğim için duruyor... Tabii ne yapacağına da bağlı ama-" Kapıya koştum, "sen burada kal, biz aşağıda mutfaktayız." Dedim. "Tamam." Dedi arkamdan. "Zaten uyurum ben birazdan... Meraklınızda değilim hoş." Mutfağa girdiğim gibi ankastrenin sarı ışığını açtım, yeteri kadar aydınlık sundu. Buz dolabına koşturdum, malzemeleri kontrol edip kafamda yapacağım yemeği planlayıp ihtiyacım olanları çıkarttım. Şu an aklıma en basitinden yoğurt çorbası gelmişti. Tüm malzemeleri de vardı. Sıvı olarak çorba yapacaktım ama katı ne yapsaydım acaba, bu saatte seçeneklerim kısıtlıydı. O yüzden de yemek yerine katı olarak salata yapmaya karar verdim. Suya iki tane patates koydum. Kaynayan suyun içine pirinçleri eklerken kapı tıklatıldı. Buket'in yattığını bildiği için zili çalmamış olmalıydı, ince düşüncelim benim. Kapıya koşturdum hemen. Gökmen beni görüp gülümsedi, içeri girerken, "sen var ya yıllardır aradığım hazinem gibisin." Dedi. Güldüm. "Hani yemek nerede?" Kapıyı kapatıp sırtından itekleyerek mutfağa yürüttüm. "Hazırlıyorum, geç." "Hazır değil mi hala?" Mutfaktaki masaya oturdu. "Bir tarafımda motor yok Gökmen." Dedim çorbaya giderken. "Ne kadar hızlı geldiğinden haberin var mı?" Yandan kötü bir bakış attım. "Çok hız yapıyorsun bak, kızdırıyorsun beni!" Sırıttı ve omuzlarını silkti. "Ne yapıyorsun peki bana?" "Yoğurt çorbası sever misin?" İşime devam ettim. "Güzel yaparsan severim." Dedi, sesinden gülümsediğini seziyordum. "Allah'ım, Yarabbim, sen sabır ihsan eyle bana." "Amin." Gözlerimi büyütüp başımı çevirdim. "Bir de Amin diyorsun." Dediğimde, başını hafifçe kaldırıp boynunu gererken güldü. Dişleri göründü. "Ne diyeyim, iyiliğin için Amin diyorum işte." Kızıyordum ama gülmemi de engelleyemedim. Ben çorbayı yaparken o dirseğini masaya dayadı, yanağını da avucuna koyup gözlerini kırpmadan seyretti. Mutfakta her sağa sola gidişimde gözleri de benimle geldi, düz yüz hatlarına karşı gözleri çok anlamlı bakıyordu. Dudaklarından belli belirsiz kıvrılmalar geçiyordu. Çorbayı bitirdikten sonra salataya geçtim, domates salatayı kesip soyduğum patatesleri de ekledim. Çorbayı kaseye koyup, çatal kaşıkla masaya döndüm. Salatayı da koydum. Çorbaya eğilip kokladı. "Harika kokuyor." Gülümsedim, bir bardak da su koyduktan sonra çaprazına oturdum. İki üç kaşık alıp iç çekerek arkasına yaslandı. "Bir yemek bu kadar güzel olur." Utandırıyordu beni. Gülümserken başımı eğdim ama tepkileri için bakmaya devam ettim. "Afiyet olsun." Yemeğe devam etti, "sen niye yemiyorsun?" Diye sordu aklına gelebildiğim sırada. "Bu saatte hayatta yiyemem, ödem yapar." "Çorba ama bu, ve salata. Ekmek yemiyoruz." "I-ıhh." Dedim başımı iki yana sallarken. "Sen ye, sana afiyet olsun." "Valla keyfin bilir." Salata tabağını kendine çekti, limon sıktı üstüne biraz. Ben unutmuştum onu, bu saatte çok bile hamarattım! "Paylaşmaya gönüllü değilim zaten, öylesine sormuştum." Ve o bu saate fazla sevimliydi. Yemek yemesini seyrettim, karnı açtı ama yerken yüzünde gördüğüm şey özlemdi sanki. "Çiçek'i nereye bıraktın, motor sesi duymadım ben?" Kaseyi sıyırırken, "sokağın başında boşa aldım, o yüzden duymamışsındır." Dedi. "Bahçeye soktum, kenara sakladım." İlk geldiğinde de aynısını yapmıştı, anıyla tam gülümseyecektim ki ikinci odama giriş zamanı geldi. Gözlerim büyüdü. "Geçen bize geldiğinde nereye koymuştun Çiçek'i?" Hafif bir dehşetle sordum. Dudakları zoraki bir şirinlikle kıvrıldı, gözlerini kırptı. "Bahçeye tabii ki de." Elim aralanan ağzıma gitti. "Sen gerçekten delisin." Gülümserken arkasına yaslandı. "Ne yapsaydım güzelim kızımı, sokaklar da mı bıraksaydım, ki öyle daha çok dikkat çekerdi. Sarı sarı." "Ya babam canı sıkılıp hava almaya bahçeye çıksaydı." "Ama çıkmadı." Dedi umursamazca. "Demek ki canı sıkılmamış." En yakınımda olan dizine vurunca güldü. "Ay çok acıdı." Diye dalga geçti benimle. Kızan bakışlarım aynı kalmaya çalışırken dudaklarıma söz geçiremedim ve hafifçe gülümsedim. "Allah'ım sen bana sabır ver." Dedim başımı yana çevirirken. Bir anda bana doğru uzandı, dirseğini masaya koyup çenesini de avucuna aldı, rönesans tablosuna bakar gibi ilgiyle gözlerime dikti gözlerini. "Çiçek'i neden sarıya boyattım, biliyor musun?" "Neden?" Gözleri çok yakınımdaydı. "Parlasın diye." Dedi, açıklamaya devam etmesi için bakmaya devam ettim. "İlgi çeksin diye, herkes onca siyah, mavi, yeşil, mor motorun içinde önce onu görsün diye." Gözlerimi kıstım ve ben de yanaştım. Gece gece yanlış hamlelerde bulunuyorduk. "Ya da üstündeki ilgi çeksin diye." "Hayır, ben her zaman ikinci plandayım." Gökmen böyle şeyler söylediği zaman elimde olmadan üzülüyordum. O normal davranıyordu ama üç hafta da onu tanıdığım en belirgin özelliği oyunculuğuydu. Bir insan daima mutlu olamazdı, gülümseyemezdi, şaka yapamazdı. Günün bir saatinde illa ki, yalnız kaldığında o karanlık köşesinde gerçek 'o' ortaya çıkardı. Rol yapmaktan artık yorulmuş şekilde... Neşe kaynağı olmaktan sıkılmış biçimde... Hislerini kontrol etmekten bıkmış şekilde... Ertesi sabah uyandığında yine aynı role bürünmek zorunda olduğunu bile bile o karanlıkta birkaç saatliğine kendisi olurdu. Aklımdan geçenler gözlerime de yansımış olacak ki, "ciddi anlamda söylemedim." Dedi, anlayarak. O da yavaş yavaş beni çözüyordu. "Hı hı." Dedim geri çekilirken. Arkama yaslandım. Derin bir nefes alıp gözlerime baktı uzunca, inandırmaya çalışmadı, sustu, sanırım o saatlerinden biri bana denk gelmek üzereydi. "İçin hep karamsar sevgilim." Ve denk gelememiştim. Alaylı bakıyordu. "İnsan hislerine sahip olduğum için karamsar mı oluyorum?" İki saniye gözlerime bakıp bana doğru uzandı, elimden tutup kaldırdı ve kucağına oturmam için çekti, bacaklarımı iki yana ayırarak kucağına yerleştim. Bizim için yeni bir pozisyondu, uyku modunda olan beynim yüzünden ya da konunun ciddiyet seviyesi yüzünden mi bilinmez, başka bir zaman yapsa kalp ağrısı çekeceğim o hareket, sanki hep yapıyormuşuz gibi normal geldi. "Sence ben sahte miyim yani?" Bunu bile alınarak değil de alayla soruyordu. Sonuna kadar direniyordu. Devam edebilirdim ama onu sıkmak istemedim, ayrıca ikimizde yorgunduk, o gerekli görmüyorsa ben de şimdilik bu konu için efor harcamayacaktım. Kollarımı boynuna dolayıp eğildim, sarıldım. Çenemi koluma dayadığımda o da kollarını belime sardı... Beden büyük olan bedeninin sertliği ve sıcaklığı, temasımızı güzelleştiriyordu, bel oyuntumu ağır hareketlerle okşayan parmakları uykumu getiriyordu, göğsünde uyuya kalmak isterdim; keşke bu akşam gitmeseydi. Sorsa mıydım acaba? Fazla olurdu sanırım. Sonra sabah Buket'e şok yaşatmaya gerek yoktu, ayrıca sabah azarları hiç çekilmiyordu ki bu kendime sunduğum küçük bir bahaneydi sadece. Tanıştığımız günler dışında daha 2 haftadır birlikteydik. Yavaş yaşamalı ve değerini bilmeliydik bence. 20 yaşında olmama rağmen beni diğer yaşıtlarımdan daha olgun yetiştiren aileme sonsuz teşekkürler... "Hiç gidesim gelmiyor şu anda." Diye mırıldandı, omzuma yaslı olan başını kaldırıp yüzünü saçlarım arasından boynuma soktu. "Yollama beni." Diye sızlandı minik bir çocuk gibi. Gülümsedim. Neredeyse az önceki düşündüklerimi es geçip Gökmen'e yenik düşecektim. Ense saçlarını hafif hareketlerle sevmeye başladığımda bunun hayal ettiğimden çok daha güzel olduğunu anladım. Sevgiliyken partnerinle birçok şeyi yapabiliyordun, gönlün razı olmasa da. Ama evliyken yapılan şeyleri de arzuluyordu insan. Şimdi Gökmen gitmese mesela, yanımda yatsa, koynumda uyusa, ya da uyumasak... Onunla bu kadar temas içindeyken aklıma düşenler hiç hayra alamet değildi. Tehlike barındırıyordu! Başımı geri çektiğimde ankastreden vuran loş ışıkta yüzünü süzdüm, yarı kapalı gözleriyle bana olan masum bakışlarına gülümsedim. "Ama burada kalamazsın." Dediğimde, başı göğsüme düştü. Aksini bekliyordu sanırım. "Ama yaa." Başı göğsümdeyken dudaklarımı eğip saçları arasına buse kondurdum, kabarık ve yumuşacıklardı. Ense saçlarını sevmeye devam ettim. Çok değil, 10 saniye kadar sonra boğuk mırıltısını duydum. "Parmakların çok yanlış noktada sevgilim." Parmaklarım duraksadı, onlara baktım ve etkilendiğini anlayınca gözlerim büyüdü. Parmaklarımı usulca aşağı kaydırıp sırtında bıraktım. Güldü kısıkça. "Sen bunu bana şimdi mi söylüyorsun?" Dedim ben de mırıldanarak. "Hoşuma gidiyordu başta..." "Sonra ne oldu?" Dedim bile bile. "Kalmama izin verseydin söylerdim." "Cık." Dedim. "İnatçı." Gülümsedim. Ense saçlarına kaydı gözüm yine, onu zora sokmak istemezdim ama canım yapmak istiyordu. Elim yine ensesine kaydı ve parmaklarım kısa kesilmiş saçları içinde daireler çizdi yavaşça, uçlarıyla sevdim. Mayışıyor gibiydi ama gerildiğini de hissediyordum. Saat üçe gelirken, uyku başımıza vurmuşken yanlış hamleleri sürdürmekte tam benim çaylaklığıma yakışırdı zaten, ki uyarı bile almıştım. Ya da çaylaklık değil başka bir şeydi o... "Aysuna Aysuna Aysuna..." diye mırıldanırken başını hareketlendirip alnını gerdanıma sürttü. "Sabırlı bir adamım ama sen sıkışık trafikte önümü kapatan 60 cc'lik motorlar gibisin şu an." Başım hafifçe geriye düşerken güldüm, boynum gerildi. Başını kaldırıp bana baktı, "sabrımı sınıyorsun." Diye devam etti. Ona baktım; saçları alnına dökülmüş, gözleri yarı kapalı ama yoğun bakışlara sahipti. Gülümsemem usulca düşerken, "uykum var," dedi. "O yolu nasıl çekeyim ben şimdi?" "Gelirken nasıl çektiysen öyle." "O zaman sana geliyordum, şimdi senden gidiyorum, arada fark var." Cilveli bir tebessüm oturdu dudak kıvrımlarıma. İltifatları utandırsa da hoşuma gidiyordu. Beni yanağımdan öptüğü ilk günkü gibi öptüm onu, dudağının ucundan ama yanağından, o tatlı uçtan! "Neymiş fark?" Dedim geri çekilmeden, nefesim çene hattına vurdu. Kasıldı ve yutkundu, adem elmasının sert inişi gözlerim hizasındaydı. "Gideceğim yerde sen yoksun." Diye fısıldadı, ev sessizlik içinde olmasa duyamazdım. İçli söylemesi moralimi bozdu, sanki bu onun için gerçekten çok kötü bir şeymiş gibi. Ben yoktum ama ben zaten yıllardır yoktum, iki hafta da evinde beni ister mi olmuştu? "Bir gün o evde de olacağımı hayal ederek git eve." Dedim büyük bir vaatte bulunarak. Sessiz kaldı. Başımı kaldırıp gözlerine baktım, durgundu. "Bak ne diyeceğim." Daha ilgiyle baktı bana. "Uykunu açayım, sen de hızlıca eve git, Cumartesi günü de beraber Uçurtmaya gidelim." Teklifimi reddetmeyerek tebessüm etti ama gözleri hala durgundu. "Nasıl açacakmışsın uykumu?" O her zamanki neşesiyle sormadığında modum düştü ama bu sefer canlı kalan ben olmalıydım. "Böyle." Dudaklarına uzandım, ilk öptüğümde karşılık verdi ama o beklediğim şehveti alamadım ondan. Üstünde yükselip dudaklarımı daha fazla bastırınca, başı geriye kaydı ve dudakları aralandı. İnledi kısıkça. "Aysuna." Diye fısıldadı yine. "Uykun açılıyor mu?" Diye sordum. Sesimi kısıp hülyalı bir tona getirdim. "Sevgilim." Dudaklarıma bakarken sırıttı ve başını salladı. Az önceki hiç beğenmediğim modundan çıkmasıyla sevindim, dudaklarını öptüm. Bu sefer daha istekliydi, sanırım dokunuşumdan daha çok tek bir sözüm onu bu hale getirmişti. Belimdeki elleri baskın hale geldi, beni kendine çekti ve alt dudağımı ısırdığında şaşırdım ama hoşuma da gitti. İnlediğimde utanmaktan çok kendime şaşırdım. İnlememle dudakları kıvrıldı. Başını yana yatırıp öpüşünü derinleştirirken bir eli kalçama indi, pijamamın üstünden sıkıp kendine çektiğinde iç çektim. İçimde deli gibi kasıklarımı ona bastırma ihtiyacı yükseldi ama fazla ileri gitmekten korktum. Durmak giderek zorlaşabilirdi çünkü. Onu uyandırayım -bahanem o tabii ki- derken kendimi öyle zor bir duruma sokmuştum ki. Kopmak istemiyordum bedeninden de, dudaklarından da ama ayrılmadıkça da başka noktalara kayma ihtimalimiz yükseliyordu. Tek avucu tamamen kalçamı sarıyordu, bir kez daha sıktığında nefes nefese geri çektim dudaklarımı ama uzaklaşmadım. Konuşmam gerekiyordu. "Çiçek'i ilk aldığında gerçekten nasıl hissetmiştin?" O da nefeslendi, dudaklarıma bakarken uzandı ve dudaklarıyla burnunu yanağıma sürttü, oradan boynuma indi sürterek. "Hiç unutamadığım ama anlatmakta da çok zorlandığım bir şekilde." "Mutluydun?" "Yanında az kalır." Boynumu öpünce başım yana yattı ve gözlerim kapandı. Birkaç kere daha öpüp burnunu sürterek çene altıma soktu, başım tamamen geriye düştü böylelikle. Alt dudağımı dişledim. "O en değerlin?" Diye sordum boğuk bir sesle. "Öyle." "Bana ona dokunduğun gibi dokunsana." "Öyle dokunuyorum zaten." Gülümserken boynumu düzelttim ve dudaklarına eğildim. Sevgiyle ve arzuyla öptüm. Kopmak, uzaklaşmak gittikçe zorlaşıyordu bizim için. Arzulu öpüşmemiz benim hızımızı düşürüp dudaklarına minik öpücükler bırakmamla sona geldiğimizi haber verdi. Gitmesi gerekiyordu. Avucumu sol yanağını koydum, baş parmağım çene hattını okşarken birkaç küçük öpücük daha bıraktım dudaklarına ve zar zor kestim bu eziyeti. "Dikkatli ol, tamam mı?" Dedim kısık bir tonda. Yutkundu gözlerini kapatırken. "Yolda fazlaca uyanık kalacağımdan emin olabilirsin." Sesli gülmemek için dudaklarımı bastırdım. Gözlerini açıp gözlerime baktı, kızıyordu bakışlarıyla. "Ve bolca küfürler savuracağıma." Kendimi tutamayıp kahkaha attım, bedenim kıpırdanınca kaşları tatlı bir kızgınlıkla çatıldı, "ve biraz daha üstümde kıpırdanırsan-" Derken, devamını duymak istemediğime karar verdim. Hızla kalktım kucağından. "Tamam, pardon." O da kalktı ama bana doğru dönmedi, karanlığa doğru yan durdu. Tek elini beline koyup diğer eliyle saçlarını karıştırdı, yaparken iyi hoştu ama sonrasında gelen utanç ikimizi de rahatsız etmiş görünüyordu. Derin soluklar alıp verdi o saniyelerin içinde, sakinleşmeye çalışır gibi bir hali vardı. Saçlarındaki eli durup başını kaldırdı. "Buket nerede bu arada?" Evin sahibinin en son aklına gelmesi de ayrı komikti. "Uyuyor." "Aysuna bu sefer ayrı yatın tamam mı? Cumartesi günü yarı morarık bulmayayım seni." "Yav o her zaman olmuyor." Diye savunmaya geçtim hemen. "Ara sıra ters tarafına denk geliyorum, o kadar." "Ara sıra mı, sık sık mı?" Düşünürken haklı olmasıyla alt dudağımın bir ucunu dişledim. "Sanırım sık sık." Dedim yenilgiyle. Gülümsedi. Yüzümü kısaca süzüp gözlerime içli içli baktı. "Gitmem gerek, daha fazla duramam... Durmamalıyım yani." Dedi sonlara doğru sesi içine kaçarken. Başımı salladım. "Yemek için teşekkür ederim, bu saatte kalktın yaptın." Dedi mahcup bir ifadeyle. "Ne demek, zevkti." "O kelimeyi şu an kullanmak istemezsin." Derken başını iki yana salladı ve gözlerini açıp kapattı. Dudaklarımı içe katlayıp sağdan çıkan saçımı kulağım arkasına sıkıştırdım. "Peki." Dedim kısık sesle. "O zaman..." Kollarımı açıp sarılmak istedim. "Gitmeden sarılayım." "Aman Yarab." Deyip kapıya kaçarcasına uzun adımlar attı. "Bu kız beni öldürmek istiyor, dokunma, konuşma dedikçe nirvana yapıyor bana." Diye söyleniyordu ayrıca da. Başta çakamadım köfteyi çünkü gecenin üçüydü ve kafam yarı yarıya çalışmıyordu ve az önce yaşadıklarımız yüzünden o çalışan kısımda sersemdi. Ama Gökmen tam kapıdan çıkacakken sırtına bakıyordum ve başımın üstünde ampül yandı. Benim aksime onun sakinleşmek için mesafeye ve daha uzun zamana ihtiyacı vardı. Eve gittiği zaman soğuk bir duş ya da daha erken bir müdahale olan, soğuk rüzgar... İkincisi tercihim değildi. Elim kıvrılan dudaklarıma gitti. "Beni bekle." Peşine koştum, ben kapıdan çıkarken Gökmen bahçedeki Çiçek'in yanına çoktan varmıştı. Alışveriş yaptığımız gün onda bıraktığım kaskımı getirmişti, üç adımlık mesafe varken aramızda kaskı uzattı, ben aldıktan sonra eldivenlerini giyip ceketinin fermuarını çekti, aklına bir şey gelmiş gibi durduktan sonra fermuarı geri açtı. "Yavaş git." Dedim yine uyarıda bulunarak. Başını salladı ama yavaş gitmeyeceğini biliyordum. "Gökmen!" Diye uyardım kısık tonda. "Tamam." Dedi. "Hiç inandırıcı değil." Şirince gülümseyince gözlerimi devirdim, başımın dönmesiyle gözlerim artçı koltuğuna takıldı. O koltuk biz tanıştığımızdan beri takılıydı, hatta belki benden de önce takılıydı. Kim için vardı acaba? Kıstığım gözlerimi motora binmek üzere olan Gökmen'e çevirdiğimde, karanlıkta bu halimden korkmuş gibi duraksadı. "Ne oldu?" Diye sordu ağırca. "Artçı koltuğun niye takılı?" Koltuğa bakıp bana döndü. "Sen oturduğun için." "Benden önce niye takılıydı? Kim oturuyordu ona?" Sorum saçma gelmiş olacak ki duraksadı. İki elini kaldırdı, işaret parmakları koltukla, bulunduğumuz yeri gösterdi. "Şu anda konumuz bu mu? Gecenin üçünde? Artçı koltuğumun niye takılı olduğumu?" "Evet." Hızlı ve net bir cevap verince elleri düştü. "Peki." Dedi. Avuç içlerini vurup, "o zaman şöyle açıklayayım-" diyordu ki takılı olan anahtarı yerinden söküp aldım. Sustu. Anahtarla artçı koltuğunun kilidini açıp koltuğu yerinden çıkarttım. Gözleri kocaman oldu. "Aysuna ne yapıyorsun?" "Bunu alı-yoo-rumm." Koltuğu göğsüme bastırdım, tapulu malum gibi. "Ben yoksam o da yok." Gözlerime baka kaldı, sonra alayla gülmeye başladı. "Pekiii." Dedi ellerini kaldırıp teslim olurken. Motora binmek için dönerken gözleri büyüdü. "Geceleri de amma psikopatsın." Diye mırıldandı. Sırıttım. Binip bana son kez baktığında, "sırıtma, korkuyorum." Dedi. Daha çok sırıttım. Gülüp başını iki yana salladı, parmağıyla vizöre vurup kapattı. Havalı seni. Boşa alıp sürükleyerek çıkışını seyrettim, kol kasları ceketinde gerildi, alt dudağımı dişlediğim zaman kendime inanamadım. Bu arsızlığım gerçekten de şok ediciydi. Tüm suçu geceye atıp gözlerimi kırpıştırdım. Gökmen sessizce çıktıktan sonra bana baktı, ve ilk günkü gibi iki parmağını birleştirip asker selamı verdi. Gülümsedim. "Gir hadi eve." Dedi gitmeden. "Sen gidince gireceğim." "Sen girmeden gitmeyeceğimi biliyorsun." Evet, biliyordum; en hoşuma giden jestlerinden biriydi her zaman. "Tamam o zaman." Dedim nazlanarak omuzlarımı sağa sola sallarken. Arkamı ağırca döndüm, ara ara başımı çevirip vizörüne baktım gözlerini göremesem de denk gelme umuduyla. "Hadi." Dedi sabırsızca. "Tamam ya." Deyip eve koştum paytak paytak. Geç olmuştu, yorgundu, alt takımlar sıkıyordu onu falan ama odunluğa gerek yoktu yani. Kapıdan girmeden önce el salladım, o da salladı. "Git." Dedim elimi sallarken. Başını sallayıp biraz daha boşta ilerledi, görüş açımdan çoktan çıkmıştı. Kapıyı kapatıp içeri girmeden önce Çiçek'in gür sesini bekledim. 🏍 Yarın dershaneden çıktığımda akşam için Kutlu'yla haberleştik, yemekten sonra bize gelecekti ve bahçe de ders çalışacaktık. Onun meslek seçimi benden farklıydı lakin sayısalda yardımcı olabilirdi. Uzak davranmıyordu ama samimi de değildi tavırları, Gökmen'in varlığını bildiğinden olsa gerekti. Takdire şayandı açıkçası, Gökmen görse ayakta alkışlardı. Verdiği onlarca tehdit mahiyetindeki mesajı almış olan Kutlu'yu tebrik ederdi. Mola verdiğimizde soğuk kahve yaptım ikimize, karanlık bahçemizi sokak lambası ve masaya koyduğum ufak beyaz lambam aydınlatıyordu. "Sanırım artık sevgilisiniz ha?" Beklediğim konu böyle aniden açılınca gözlerine baktım birkaç saniye. Başımı salladım. "Evet." "Nasıl gidiyor peki?" Dedi kahvesine bakarken. Onunla konuşmak garipti. "İyi... Gökmen iyi biri." "Umarım." O susunca bende fırsatı bulup devam etmemesi için konuyu ona çevirdim. "Senden ne haber? Okulunda güzel kızlar var mı? Ya da hayatında?" Başını kaldırdı, nefes alıp verdi. "Üniversiteyi bitirip iş bulduktan sonra bu işlere atılmaya karar verdim, öncesi kafamı karıştırır diye düşündüm." Bana laf çarptırdığını sezmedim ama suçluyum ya, üstüme alındım. O yerleştiği üniversitesinde bu fikirdeyken ben kazanamadığım üniversite için hiç korku duymuyordum. Gökmen aklımı dağıtıyordu doğru ama aynı zamanda da mutlu ediyordu beni. Zihnim doluydu ama yorgun değildi. "Anlıyorum." "Keşke sen de öyle yapsaydın." Burnumdan sesli bir nefes aldım. Başımı eğdiğimde rahatsız olduğumu anlayıp sustu sanırım. Kahvelerimizi bitirdikten sonra bir saat daha çalıştık ve Kutlu gitti. Barkın yatmıştı, annemle babama 'hayırlı geceler' dileyip odama çıkacaktım, yarın iş olmadığı için onlar biraz daha otururlardı büyük ihtimalle. Merdiven basamaklarını sessizce çıkarken annemin mırıltısı durdurdu beni. "Bak sakın bildiğini belli etme Hamit, tamam mı?" Kaşlarım düştü. "Belli etmem mümkün değil zaten Kübra, söylemiyorsun ki kim olduğunu. Sadece biri var diyorsun, onu ben de biliyorum zaten. Ama kim?" Parmak uçlarımda basamakları geri indim. Kulak kesildim. "Söylersem sen tutamazsın kendini." "Yakın çevreden mi?" Babam duraksadı. "Kutlu deme bana, atarım kendimi şu camdan." "Birinci kattayız hayatım, atsan da bir şey olmaz." Babam nasıl bir mimiksel tepki verdiyse artık annem güldü. "Yok yok kutlu değil. Yakın çevreden de değil ama gördük çocuğu yani." Gözlerim büyüdü. "Nerede gördük ya?" "Gördük işte." "Hayatımın anlamı lafı dolandırmak yerine direkt söylesene, gıcık ediyorsun beni." Başımı azcık uzatıp bakınca annemin kıkırdayıp omuz silktiğini gördüm. "Aysuna söyler zaten yakında." Dedi. Doğru, yarından sonraki gün diyecektim kahvaltıda. O saatler yaklaştıkça gerilmiyor değildim. Babam pes edip arkasına yaslandı. "İyi peki." Tişörtünün ucuyla oynadı, ben bu muhabbeti düşünürken ve babam ilk sevgilimi yaptığını öğrendiği için depresyondayken annem usul usul kaydı babama doğru, sırnaştı. "Kızın büyüdü." Dedi. "Hıhı." Dedi babam sadece. Annem elini sevip, "Hamit." Dedi. "Efendim?" Dedi babam tişörtüne bakarken. "Onu sonra düşünsen." Deyip yüzünü boynuna yanaştırdı. Gözlerim aynı hızla büyürken geri nasıl çekildim, merdivenleri nasıl çıkıp da kendimi odama attım hatırlamıyordum. O denli hızlı olmuştu hepsi. Annemle babamın cilveleşmelerini hep görürdük ama o tür bir teması ilk defa görüyordum ve küçüklüğüm şu anda şoklardaydı. Zihnimin içinde minik gözleri kocaman olmuştu. Anne, babayı öyle görmek gerçekten çok tuhaftı ki sadece annemin, babamın boynunu öptüğünü görmüştüm. Gözlerimi kırpıştırıp başımı iki yana salladım. "Unut hemen unut, unut unut." Yatağıma giderken telefon çaldı. Buket arıyordu. "Efendim?" Dedim hala gözlerimi kırpıştırırken. Esnedi önce. "Yarın Uçurtma'ya gidiyormuşuz?" Bu Gökmen ve benim planımdı, Buket nereden biliyordu? "Evet?" "Gökmen, Burhan ve beni de çağırdı... Haberin yok muydu?" "Bana söylemedi." Durdum. "Yani umarım henüz söylememiştir." Güldü. "Şu erkeklerin bizden habersiz yaptıkları işlere sinir oluyorum." Ben de güldüm, arayıp kafamı dağıttığı için teşekkür etmeliydim kankitoma. "Neyse ki yabancıyı değil de sizi çağırmış. Yoksa yolardım saçlarını." Üstümü değiştirirken telefonu omzumla kulağım arasına sıkıştırdım. "Aynen." Dedi. "Bizden önce ya da sonra başka bir şey yapacak mısınız?" "Sanırım hayır." "İyi biz de yapmayız o zaman... Uçurtma'dan sonra Burhan'ı eve atmam lazım, ders çalıştırır belki bana." Söyleme tarzına güldüm. "Düğüne az kaldı, sabredin." "Ben topu topuna bir hafta daha sabredeceğim dediğin gibi, ya sen? Siz ne yapacaksınız azgın boğalar?" Gözlerim korkuyla büyüdü, görmüş müydü yoksa? "Nasıl yani?" Dedim pot kırmamak için, hareketlerim sekteye uğramıştı. "Gece yanıma gelip yattığında bayağı bir geçti, bir insan topu topu en fazla kaç saat tıkınabilir yani? Ayrıca banyoya da girdin." Son cümleyi piç sırıtmasıyla söylemediyse ben de Aysuna değildim. O sonuncu olmasaydı kaytarırdım sohbet ettik falan diye ama banyo işi ele vermişti beni. "Biraz yakınlaşmış olabiliriz." Dedim ensemi kaşırken kısık sesle. Çözülmemle kahkaha attı. "Biraz ha? Banyo yapmana sebep olacak kadar ama biraz ha? O nasıl oluyor peki canım? Dokundurup çektin mi?" "Ya Buket ya." Utanarak yatağımın içine gömüldüm. "Sus!" "Yap yap sonra ya Buket ya." Gülmeye devam etti. "Kızım! 20 yıl nasıl dayandın?" Gözlerimi devirdim. "Çünkü anamın karnından çıktığımdan beri azgınım, dimi Buket?" Kırdığım potu cümlem bittikten sonra fark ettim. Daha sesli güldü. "Azgın kankam benim. Çok haklısın." Kendini durduramadığı için gülmesi bitene kadar baygın gözlerimle bekledim, nefes nefese, "ergenlikten mi saymaya başlayalım o zaman?" Diye sordu, gülmekten nefesi kesildi bir ara. "5 yıl, 6 yıl?" "Buket inan ki nefessizlikten geberir gidersin, iki sokak aşıp da gelip kurtarmam seni. Dur artık." "Oyh. Karnım ağrıyor." Diye bir nefes vererek durdu. "Tamam. Ama iyi güldüm şimdi, sağ olasın." Gülümsedim. "İyi sevap kazandık en azından seni güldürerek." "Günaha girerek?" "Çeneni kapar mısın?" "Tamam azgın kankam benim. Susuyorum." "Aferin." "Bir gelişme olduğunda lütfen benim anlamamı bekleme, sen gelip söyle. Tamam?" Şüpheliydi öyle bir şey yapabileceğim ama, "tamam." Dedim. "Hayırlı geceler o zaman, görüşürüz." "Gelmeyecek misin?" Evde yalnız kaldığı geceleri sevmiyordum, hep benimle kalsa sorun etmezdik ama bazen evine gitmek istiyordu, hep kalınca fazlalık hissettiğini biliyordum, hiçbirimiz ona bunu hissettirmemek için çabalasak da elinde değildi. "Sabah erken gideceğim derse, seni uyandırmayayım." "Tamam canım, sen bilirsin." Dedim gönülsüzce. "İyi geceler." "Sana da." 🏍 Cumartesi kahvaltımızda neredeyse konuyu açacaktım. Erken paylaşmak isterdim ama bugün Uçurtma'ya gidecektik ve konuyu açarsam, Gökmen olduğunu söylersem bugün yanına gidebilir miydim bilmiyorum. Güya da anneme erkenden diyecektim ama o alışverişte öğrenince gerek duymamıştım sanırım. Annem kuzeninin evleneceğini ama düğün gününün Buket'le aynı gün olma ihtimalinden dolayı gidemeyeceğimizi anlattı, babam sorun etmedi. Barkın okuldan bir arkadaşının gelmesi için izin istedikten sonra ben de yağ yağmak için dershaneden bahsettim, konuları nasıl tek tek hallettiğimden. Muhabbet ettik, gülüştük. Cumartesi kahvaltımızın en şaşırtıcı olayı dayımın tayinin Bursa'ya çıkmasıydı. Daha da doğrusu istemesiydi, dayım 2 yıllık eşinden boşanıyordu. Dava son bulunca geleceğini hep söylüyordu ama uzun zamandır konusu geçmeyince ve yarın akşam burada olacağını anneme söyleyince, şaşırmıştık. Evlenmeden önce burada görev yapmıştı dayım yıllarca, sonra evlenip Eskişehir'e gitmişlerdi ama şimdi orada kalması için hiçbir sebebi yoktu. Çocukları da olmamıştı. Dayımı severdim. O da beni çok severdi, ilk göz ağrıydım, ilk yeğeniydim. Babamla ortak noktaları olan ve beni onaylamadığı tek konu motor seviyor olmamdı çünkü kendisi bir trafik polisiydi. Her geldiğinde illa ki motorculardan dert yanardı, eskiden burada çalışırken bana hep belirli kişileri anlatırdı. Çok fazla motorcuyla uğraşırlardı ama belli başlı kişiler ve gruplar vardı ki, onlardan hep dert yanardı. İsim vermezdi lakin onlara sinir olduğunu anlamak için anlatmasına gerek yoktu, göz bebeklerinin titreyişiyle anlaşılıyordu. 12'ye kadar mutfakta ve salonda oyalandım, Barkın arkadaşı gelince odasına çıktı, annemle babam kahvelerini yapıp balkona çıkınca ben de üstümü giyinmeye odama gittim. Sarı bol pantolon ve beyaz crop giydim, sarı beyaz çizgili gömleğimi de dolabımı karıştırırken bulmamla gözlerim parladı. Ah şu kombin yapma yeteneğim yok muydu, doğuştan gelen bir yetenekti bildiğin. Güneş kremimi ve nemlendiricimi sürdükten sonra makyaj yapmadım, bugün canım istemedi. Sıcak olduğu için saçlarımı at kuyruğu yaptım, akşam başımın ağrımasını göze kalarak sonuna kadar sıktım. Kaskımı ve artçı koltuğumu aldım. Merdivenleri ağırca inerken bildirim sesi hızlanmama sebep oldu. Bakmadım ama Gökmen'in geldiğini söylediğini biliyordum, balkona doğru, "ben çıkıyorum." Diye seslendim. Annem, "tamam kızım, dikkatli ol." Diye bağırdı. "Tamam." Kapının yanındaki ayakkabılıktan siyah converselerimi çıkartıp giydim. Telefonum, anahtarım ve param boynuma yan takılı olan ufak çantamın içindeydi. Kapıdan çıkarken siyah kare gözlüğümü taktım, tam bir sosyete olmuştum şimdi. Sokağın başına ağırca yürürken Gökmen termosundan kahvesini içiyordu, ilk buluşmamızda olduğu gibi telefonla ilgileniyordu yine. Ayak seslerimi duyunca başını kaldırdı, üstümü süzdü, serseri gülüşü yüzüne otururken telefonunu kapatıp cebine attı. Islık çaldı yanında durduğumda. "Bu ne güzellik böyle?" Derken elimi tutup kaldırdı, olduğum yerde bir tur döndürdü. Nazlı nazlı kıpırdandım ve gülümsedim. "Uçurtma'ya gidiyoruz altı üstü." Dedi. "O yüzden böyle şıkım ya." Gözlüğümü tutup burun kemerimde eğdim ve göz kırptım. Hareketime güldü. "Öldüğüm zaman varisim sen ol." El şıklatıp işaret parmağımı uzattım. "Anlaştık." Uçurtma'ya gitmek beni her zaman heyecanlandırıyordu, neşem ondan kaynaklı olsa da, bu fazla samimi halim Gökmen'den ve ilerleyen ilişkimizden dolayıydı. Açılıyordum. Alkış yaptı gülerken. "Tamam." Dedi neşeyle sesi yükselirken. "Gidelim o zaman." Motordan kalçasını ayırıp diklendi, kahvesinden son bir yudum alıp çantasına koydu. Anahtarı bana uzatınca kaskımı Çiçek'in üstüne koydum ve artçı koltuğumu taktım. Kısaca yerimi sevip anahtarı uzattım, Gökmen bana uzaylıymışım gibi baktıktan sonra motora bindi. Omuzlarından destek alıp bende bindim, kaskını takmıştı ama ondan önce vizörüne vurup ben indirdim. "Yaa." Diye cırlayıp başını bana çevirdi. Güldüm. Kendi kaskımı takıp kilidini bağladım. Gökmen hazır olunca hareket ettik, yolculuk uzundu, Gökmen'in değişen hız tonlarına rağmen uzundu. Beline sarılmış, sırtına uzanmışken siyah vizörüme tepedeki güneş vuruyordu. Rüzgar belirli yerlerime değerken, mayışmıştım; piknikte ağaçların arasına bağlayıp tek başımıza binme şansını yakaladığımız hamakta gibi hissediyordum, tek eksiğim ağaçlardı. Uçurtma alanına girdiğimizde bakışlar bize döndü, oysa ki gürültü vardı, muhabbet edenler durmamış, eğlenenler eğlencelerini kesmemişlerdi ama gözlerin çoğu üstümüzdeydi. Gökmen ilerlemeyi kesmeden kalabalığın içine girdi, insanlar ikiye ayrıldılar. Gökmen ufak ara gazlar vererek onları çekilmeleri için uyarırken ağırca ilerledik aralarında. Burhan ve diğerlerinin yanlarına geldiğimizde Çiçek'i motorların yanına park edip kasklarımızı çıkarttık. Gökmen önce kendi inip sonra bir kolunu belime doladı ve ayaklarımı kendime çektiğimde rahatça kaldırdı beni motordan. Ayaklarım yere bastığında bile kolunu belimden çekmedi. Diğerlerinin yanların o şekilde gittik, o arkadaşları ile tokalaşırken ben de Buket'in bana açtığı kollarına attım kendimi. Atakan hemen, "sana telefonda dediğim şeyi düşündün mü?" Diye sordu Gökmen'e. Gökmen'in gözleri bayarken ben merakla onları dinlemeye başladım. "Oğlum bak, salak saçma işlere sokuyorsun bizi, kazık yiyip geri dönüyoruz." "Doğru." Dedi Yaşar, motoruna yaslanmış dururken elindeki içecek dolu bardağı Gökmen'e doğrulturken. "Hem biz bu heriflerden geçen sene parayı eksik almadık mı? Ne yüzle tekrar teklif getirdiler bize?" "Bir sürü özürler dilediler benden." "Bir tek senden olması garip ya zaten." Dedi sarışın bir çocuk, onu tanımıyordum. Buket bakışlarımı görünce, "o Turhan." Dedi. Başımı sallayıp kısaca süzdüm Turhan'ı ve tekrar konuşan Atakan'a baktım. Onu tanımamak mümkün değildi, söz akşamı yaptığı hep ikonik olarak kalacaktı aklımda. "Parayı nakit verdiler bu sefer, hesapta şu anda." "Sahte mi gerçek mi diye baktın mı?" Diye sordu Gökmen. Bu hiç Atakan'ın aklına gelmemiş olacak ki dona kaldı. Burhan ensesine şaplağı indirince gülmeye başladık. Atakan ensesini ovarken Gökmen'e, "o kadar da yapmamışlardır diye düşündüm, ne bileyim." Dedi. Gökmen gülümserken başını iki yana salladı, sonra gerçek yüzüne soğuk su gibi çarptı ve gözleri büyüdü. "Bir dakika sen parayı aldım mı dedin?" Onunla beraber biz de aydınlandık. Beylerin gözleri kocaman açılırken Atakan şirince sırıttı, olduğu yerde küçüldü büyük cüssesiyle. "Yapmış olabilirim." "Bu sefer seni falakaya yatıracağım." Gökmen, Atakan'a doğru atılınca Burhan, ben ve Turhan aynı anda atıldık onu tutmak için. Yaşar'ın umurunda değildi, motoruna yaslanmış içeceğini yudumlarken gülüyordu. Ama Atakan kaçıp arkasına saklanınca ciddileşip başını ona çevirdi, "yeminle Gökmen'den daha fena yaparım seni, çekil git şuradan." Dedi. Atakan korkuyla yutkunup Buket'in arkasına saklandı. Bu sefer Buket, biz Gökmen'i tutarken, "Burhan olmayacak değil mi işin içinde?" Diye sordu. Atakan, Burhan'ı da katmış olacak ki reddedemedi, şirinlik yaparak kurtulabileceğini sanarken, Buket, "ulan." Diyerek kafasına kafasına vurmaya başladı. Gökmen'i bırakıp arkadaşımı tutmaya gittim bu sefer. "Bir durun, gelen geçen vuruyor, tehdit ediyor çocuğu. Sakin olun ya." Dedim. Atakan uzaktan bana hak vererek başını salladı. "Evet ya." Burhan, Buket'i sarılarak tutarken kulağına fısıldadı. "Ne olduğunu bir bilsen." Dedi Yaşar. "Neymiş?" Diye sordum. "Bir tane sosyal medya sayfası var, motorcuları çekip paylaşıyor, onlarla videolar çekiyor, editleyip paylaşıyor. Geçen sene ben, Turhan, Atakan ve Gökmen katılmıştık. Bir sürü fotoğraf çektiler, 4 tane paylaştılar hatta ama videolara katılmadık. Hesaplarında hala olmalı hatta o fotoğraflar. Kare başına 500 TL almamız gerekiyordu ama eksik verdiler." İçeceğini yudumladı. "Kazıklandık yani bu salak yüzünden." Dedi Gökmen. "Küfür etme." Dedim. "Bu küfür değil hayatım, bu hakaret. Tam da Atakan'ın hak ettiği türden yani." Gülümsemek istemedim ama dudaklarım kıvrılınca yanak kaslarımı sıktım. Nefes verdim. "Peki şimdi ne olacak?" Atakan'a baktım. "Bu sefer anlaşmayı daha detaylı yaptım, inanın ki ya. Çok kapsamlı şekilde yaptım, kare başına 1 Bin lira ödeyecekler, bir video istiyorlar ve uzunluğuna göre ödeyecekler. Yüzlerimiz kesinlikle yok zaten, o geçen seneyle aynı olacak. Sadece..." deyip sustu. "Al işte geliyor." Diye mırıldandı Turhan. "Ne var, söyle?" Diye çıkıştı Burhan. "Yarı çıplak fotoğrafta istiyorlar." Dedi çekinerek, dişlerini göstererek gülümsedi. Buket başını iki yana sallarken Burhan'a sarıldı, Burhan zaten katılmayacağının teminatını vermişti, Buket o yönden rahattı ama benim kan beynime sıçradı. Gözlerim genişlerken, "ne diyon lan?" Diye Atakan'a adımladım. Gökmen iki adımdan sonra kollarını arkadan belime dolayıp ayaklarımı yerden kesti ve durdurdu beni. "Birkaç fotoğrafçık ya, ne olacak ki?" Deyince, Gökmen'in kucağında çırpınmaya başladım. "Yolarım oğlum seni, git sen soyun kamera karşısında." Yaşar ve Turhan gülmeye başladılar Atakan'ın benden tırsmasıyla. Ellerini teslim olurcasına kaldırdı. "Tamam, tamam sakin. Çıplak fotoğrafları kaldırırız." "Kendin için!" Dedim işaret parmağımı uzatarak, tehdidim açıktı. Sertçe yutkunup başını salladı. Gökmen gülünce kulağımın dibinde nefesini hissettim. Dudaklarını biraz daha yaklaştırdı, uçları kulak üstüme temas ediyordu. "Şş, sakin ol kovboy. Hepsi senin." Dedi kıskandığım için. Gülümserken başımı çevirip gözlerine baktım. Gülümsedi, alnını alnıma dayadıktan sonra yanağımı öpüp yere indirdi beni. Ona döndüğümde kolunu omzuma attı. "Bugün sadece biz bize olup eğleniriz diye plan yapmıştım ama Atakan kendi kafasına göre bir şeyler yapıp bizi de kattı. Üzgünüm." "Bugün planımızda olmasa da eğlenceli olacak bence." "Sevgilinin fotoğraflarının sosyal medyalarda gezmesi sana neden zevk veriyor?" Gülümsedim. "Tamamen giyinik olacaksın değil mi?" Diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Dudaklarını aşağı katlayıp çenesini yukarı itti ve başını eğerken mutlaka dercesine bir kaş hareketi yaptı. Yanağına birkaç şaplak atarak sevdim. "Tamamdır o zaman." 🏍 Çekim ekibi gelene kadar beklerken sohbet ettik, motorlarla ilgilendik. Onlar bir transporterla geldiklerinde ben dahil tüm gözler o yöne çevrildi, tıpkı Gökmen'le gerçekten ilk tanışmaya geldiğim günkü gibi. Kendimi şimdi onlardan biri hissetmek güzeldi, tuhaf olduğu kadar. Atakan iki kameraman, bir kız ve bir patron edasıyla yürüyen kadını arabanın yanına giderek karşıladı, bize doğru gelirlerken konuştular. Motorcular onlara hoşnutsuzca baksalar da kameramanlar onlara hayranlıkla bakıyor ve akıllarından fotoğraf kareleri çıkartır gibi süzerek gülümsüyorlardı. Bizim yanımıza geldiklerinde kadın hepsiyle el sıkıştı, Burhan geçen seneden kızgın olduğu için sanırım sadece gözlerine baktı, el sıkışmayı geçtim baş selamı bile vermedi. Zaten yapsa Buket oyardı onu. Kadına bakıyor olsam da benim de dikkatim Gökmen'deydi. Kadın ona elini uzatınca başını eğip selamlaştı. Flörtümken de böyleydi. Böyle bazen ağzını yüzünü yiyesim geliyordu, öyle bir tatlılığa sahipti. Ve asalete. Ve yakışıklılığa. Ve, ve... Neyse, bu liste uzar giderdi. "Daha önce de beraber iş yaptığımız için size ne yapmanız gerektiğini anlatmamıza gerek yok, sadece verilen kıyafetleri giyip pozları verseniz yeter." "Bizi maymuna çevirmeyeceksiniz değil mi, geçen seneki gibi?" Diye sordu Yaşar, kadından gram haz etmiyordu. "Senin tatlılığın inkar edilemezdi Yaşar, ben tekrarlamak yönündeyim." Yaşar dudağını iğrenir gibi kaldırıp başka yöne dönünce meraklandım. Gökmen'e doğru başımı kaldırdım, "olay ne?" Diye sordum. Kadın konuşmaya devam ederken cebinden telefonunu çıkarttı Gökmen. Sosyal medya hesaplarına girip bayağı bir aşağılara indi, hesapta bir sürü motor ve motorcu resimleri vardı, edit kısmını da merak ettim ama Gökmen hiç oraya girmedi. Altlar da bulduğu bir fotoğrafı açıp telefonu bana uzattı. Çiçek'in üstünde oturan biri vardı, kaskına rağmen onun Gökmen olduğunu anladım. Gidonu tutarken başını hafifçe kaldırmış kameraya bakıyordu. Arkasında otururken sol yana doğru eğilmiş bir adam daha vardı, kaskına takılı olan civciv kılıfı vardı Gökmen'in aksine. Dudaklarım kıvrılırken sağ yanındaki kişiye baktım, o da ayakta durmuş solundaki gibi Gökmen'e sarılmıştı ve onun kafasında da kasına takılı olan koyun kılıfı vardı. "Atakan, Yaşar ve ben." Dedi Gökmen, fotoğraf sayesinde kıvrılan dudaklarımla ona baktım. "O şeylerden bana da takmaya çalıştılar ama katiyen reddettim." Gülerken başım omzuna düştü. "Buna gülüyorsan kaskımın altındaki yüzümü tahmin et bir de." "Çok tatlı olduğuna eminim." Bana doğru eğilirken gülümsedi. "Tatlın mıyım gerçekten?" Çene topunu işaret ve baş parmağım arasına sıkıştırıp sağa sola salladım. Gözlerimi büyüttüm. "Odaklan." Deyip kadına çevirdim. Güldü. Kadın konuşmayı bitirince Gökmen başını salladı, ellerini birbirlerine vurup Uçurtma halkına bağırdı. "Pekala baylar, bayanlar; motorlarınızı ve değerli popolarınızı kenara alın, çekimlere başlıyoruz." İnsanlar hareketlendi ve dakikalar içinde motorlar kocaman bir halka içinde kenara çekilip, dizildi. Kameralar orta alana kurulurken Turhan ve Yaşar verilen siyah sıfır kollu tişörtleri giydiler. Makyaj için gelen kız çıplak kalan kaslı kollarına yağ sürüp onları parlatınca Yaşar kaskının vizörünü açıp, "ne bu?" Diye sordu huysuzca. "Sahneye mi çıkıyoruz da parlatıyorsun bizi?" "Sönüklüğünü dengeliyoruz Yaşar." Dedi patron kadın. Elini okey işareti yaparak kaldırdı. "Okey canım?" Yaşar işaretin tersini yapıp, "bir-" dedi, durdu. "Kadınsın söylemeyeceğim." Kadın kaşlarını çattı, sinirlendiğini anladığımız anda Burhan, "sadece işimizi yapalım, tamam mı?" Dedi sert bir tonda. Yaşar'a, "o çeneni kapa ve saygını takın." Dedi. "Zaten saygılı olduğum için devamı gelmedi." Gökmen ona yanaşıp sessizce, "geçmişi arkanda bırakır mısın? Hızlıca çekimi bitirelim ve defolup gitsinler." Dedi. Yaşar istemeyerek başını salladı, vizörünü kapattı ve sessizleşti. Geçmiş mi? O kadın ve Yaşar arasında bir geçmiş mi vardı? Her ne olduysa Yaşar'ın huysuzluğunun sebebi bana kızgınlıkmış gibi geliyordu. İlk çekimi onlar yaptı, biz kenarda durup diğerleri gibi seyrettik. Ses olmaması gerektiği için motor şovları da devam edemiyordu, hatta bazıları sıkılıp gitmişlerdi. Biz harici 60-70 kişi kalmıştık. Yaşar ve Turhan motorlarını yan yana koyup aralarına geçtiler, elleri kot pantolonları içindeyken başlarını hafifçe kaldırıp çıplak boyunlarını gerdiler ve omuzlarını belirginleştirdiler. Direkt kameraya baktılar. Aynı pozdan dört taneden fazla çekildi. Sonra tek Gökmen'i aldılar. Kırmızı beyaz bir motorcu tulumu giymesini istediklerinde onu öyle ilk defa gördüm ve kalbim tekledi, ağzım şaşkınlık ve hayranlıktan aşağı düştü. O da tulumun içinde farklı hissediyor gibi duruyordu. Çiçek'i tek başın boş orta alana koydular, ön tekeri çevrili dururken Gökmen kaskını taktı ve üstüne bindi. Kameraman yan çekime geçti, "tek elle tut... İki elle tut... Yan dur... Motoru hisset..." Gibi talimatlar verdi. Gökmen sonunda dayanamadı ve sinirlendi. "Motorun üstünde nasıl duracağımı biliyorum, sen sadece işini yap." Kameraman sustu. Güzel birkaç poz daha verdikten sonra patron kadın elinde kask kılıfıyla bize doğru geldi, at kılıfını ilk defa görüyordum. Yaşar'a uzatıp, "bir poz." Dedi, onunla uğraşıyordu. Yaşar kolları göğsünde bağlı dururken başını çevirip ters bakışlarını attı kadına. "İlla diyorsun ki..." Derin bir nefes alıp susmak için zorladı kendini. Onların çekişmeli bakışmalarını seyrederken sırıttım, önüme döndüğümde Gökmen'in de bana baktığını gördüm. Çiçek'e yaslanmış kameraman ona çektiği fotoğrafları gösteriyor olmasına bana bakıyordu, bakışları yoğundu. Belli belirsiz dudakları kıvrıldığında göz göze geldik, iç çekip nefesini belirgince dışarı verdi, tek gözünü kırptığında iç çeken taraf ben olmuştum. Gülümsedim. Hala flörtözdü. Patron kadın, "Gökmen." Deyip yanına gidince göz bağımız kesildi. "Senden bir video istiyorum aslında, konuşmadık ama çok kısa olacak inan ki." Gökmen ciddiydi. "Sadece fotoğraf." Dedi. "Uçurtma'nın etrafında bir tur hız yapmanı istiyorum sadece, fazlası değil." Ukala bir tavırla sırıttı. "Bence boşa emek olur." "O niye?" "Kameran hızımı yakalayamaz çünkü." Arkamdaki beyler kendi aralarında gülüşürlerken, kadın, "görmek isterim." Dedi, o video için sonuna kadar ısrar edecekti. "Ben de elindekilerle yetinmeni öneririm." Gökmen'in keskin reddedişi ile çenemi dikleştirip gülümsedim. İşte benim erkeğim! O Çiçek'i alıp bize doğru gelirken Buket yanıma gelip, "Kübra teyze aradı." Dedi. Önce beni aradığını ama duymadığım için açamadığımdan Buket'i aramış olmalıydı. "Ne olmuş?" "Akşama Burhan'ı yemeğe davet ediyor." Başımı salladım anlamayarak. "Yani? İlk defa değil ki bu, normal." "Öyle, söyleyeyim dedim sadece." Başımı salladım. Kadın çekim için teşekkür edip gittikten sonra biz de akşam yemeğine gecikmemek için yola çıkmaya hazırlandık. Gökmen, Burhan'ın akşam yemeğinde bizde olduğunu duyunca durdu önce, sonra tepkisiz kalarak önüne döndü. Arkasına oturduğumda beline sarılıp başımı omzundan uzattım. "İyi misin?" Diye sordum, yorulmuş olabilirdi ve biraz morali düşmüştü sanki. Motoru çalıştırmadan önce, "ailene söyledin mi bizi?" Diye sordu. "Yarın söyleyeceğim dedim ya." Başını sallayıp yola çıktı. Burhan hemen yanımızdaydı, Uçurtma'dan çıkıp arabalarla aynı yola girdiğimizde birbirlerine bakıp ara gazlar verdiler, kendi çaplarında küçük bir yarış başlattılar. Buket'in eğlence çığlıklarını zar zor duyuyordum, ben hızdan hala ürktüğüm için içime kapanmıştım, ama hoşuma gittiğini de inkar edemezdim. Eve vardığımızda Burhan motorunu içeri soktu. Gökmen de gitmek yerine motorundan inince duraksadım. "Gitmiyor musun?" Cevap veremeden annemle babam çıktı evden. Hepimizi gördüklerinde arkamı dönüp Gökmen'den bir adım uzaklaştım. "Hoş geldiniz." Dedi annem. "Buyurun gelin." Burhan ve Buket içeri geçerken Gökmen'e son bir bakış attım, gitmesi için beklerdim ama o hareket etmiyordu. Sanki bir şey bekliyordu. Ben eve doğru iki adım atmıştım ki annem, "oğlum Gökmen miydi adın? Sen de gel, yemek yiyelim beraber." Dedi. Dondum kaldım. Yan gözle Gökmen'e baktım, annem biliyordu ama babam hala bilmiyordu. Gökmen beklediği şeye kavuşmuş gibi nezaketle gülümsedi ve, "çok naziksiniz." Deyip Çiçek'i içeri sürükledi. O eve benden önce girerken arkasından baka kaldım. Annem, Gökmen içeri girdikten sonra bana bakıp imalı bir gülümseme attı. Bu akşam nasıl bir akşam yemeği yiyecektik deli gibi merak etmiyordum! 🏍 İçeriden sadece babamın sesi geliyordu, konu yine araba ve motordu. Aslında daha çok arabaydı, babam motor kısmına geçiş yapmalarına pek müsaade etmiyordu çünkü arabalardan konuşmak için fazlasıyla hevesliydi. Yemeğe çağırdığımızda Gökmen oturmadan sofraya kısa bir bakış atıp eksik bulmuş olacak ki dolaplara yöneldi, sayımız kadar bardak çıkartıp herkesin önüne dizdikten sonra oturdu. Söz günü ben alırken görmüş olmalıydı bardakların yerini. İnce davranışı annemi bıyık altından gülümsetirken babam garipsemedi, Burhan yan gözle baktı ama mimiksiz kaldı. Buket ve annem oturdular, ben de çorbaları koyup Babamın karşısına Gökmen'in çaprazına yerleştim. Babam editörü olduğu yayınevindeki gizli aşk yaşayan çalışanlarından bahsedince annem tam bir avukat edasıyla, "nasıl bunu 4 aydır fark etmezsiniz?" Diye sordu, kendisi olsa hemen anlarmış gibi onlara sinirlenmişti. Onlar dediğim babam ve diğer çalışanlardı. "Yeni nesil gençlerinin en iyi yaptığı şey bu hayatım, saklamak." Sesinde ima sezmedim, doğal bir tepkiydi ama duraksamama sebep olmuştu. Gökmen ise iştahla yemeye devam ediyordu, ev yemeklerine karşı amansız bir aşkı vardı. "Ben ne yapabilirim." "Ben olsam hemen anlardım." Dedi annem yemeğine dönerken. "Peki sonra ne yaptınız Hamit abi?" Diye sordu Gökmen. "İşten çıkarttınız mı yoksa kaldılar mı öyle?" Gökmen'de de ima sezmedim, sanırım burada ki tek şizofren bendim. Konuşmayı hep ilişkimize yapılan bir ima gibi seziyordum, suçlu olduğumdan mıydı acaba? Yoo, bir dakika ne suçu! Suçlu değildim ki, söyleyeceğim zaten yarın sabah. "Niye çıkartalım oğlum işten, kaldılar tabii." Dedi babam. "Aşk kötü bir şey mi?" "Katılıyorum." Bir anda bana bakmasıyla kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. "Aysuna tuzluğu uzatır mısın?" "Tabii." Dedim içime kaçmış sesimle. Tuzu verirken parmakları parmaklarıma değdi, işte bunu bilerek yapmıştı. Yutkundum. "Sen okuyor musun Gökmen?" Diye sordu babam, tabağından başını kaldırıp. O güzel gülümsemelerinden birini bahşetti aileme. "Bu iltifat gibi bir şey Hamit abi." Dediğinde babam anlamadı. "Ben okulu bırakalı yıllar oldu, o kadar genç değilim." Görende sanacak 40 yaşında! "Bırakalı mı? Okumadın mı?" "Herkes üniversite okumak zorunda değil." Gökmen'in gülümseyen yüzü, nazik, net çıkan sesi ve kararlı öz güveni ona dalıp gitmeme sebep olacaktı neredeyse. Gerçekten de nadir sinirlenip, alınıyordu, sakindi; ya da öyle olmaya çalışıyordu, bilmiyorum. Ama sessiz atın tekmesi pek olur atasözü Gökmen'e cuk diye oturuyordu. "Doğru tabii." Diye onayladı annem. Babam da başını salladı. Top Burhan ve Buket'e kaydı sonra, düğün tarihinden konuştuk, nerede yapılacağı gibi ince detaylardan bahsettik. Barkın yemeğini hızlıca bitirip sıkıldığı için odasına çıkınca büyükler olarak kaldık. Yemeğin tamamı belirli bir konu üzerinden aktı, sofrayı toplayıp içeri geçtiklerinde ben kahve yapıp geldim. Tek tek dağıttım, Gökmen kahveyi alırken bana bakmamıştı, bunun için büyük bir çaba sarf ettiğini fark ediyordum ama iradeliydi. Babam, Burhan konuşmasını bitirdikten sonra başını sallayıp Gökmen'e baktı. "Sen de var mı evlilik falan?" Diye sordu, yerimde kıpırdandığımda dikkat çekmekten korksam da fark eden tek kişi Buket'ti, bıyık altından sırıttı. Gökmen afallayınca babam, "yanlış anlama, Burhan'ın arkadaşısın, samimiyetten sordum." Dedi. "Yok sorun değil. Eee..." Başını eğdi, burun kemerini kaşırken ne diyeceğini düşünürken ben de merakla ne diyeceğini bekledim. "Şu anda yok." Diyerek kaldırdı başını. Annem, "niye yok?" Diye merakla sorsa da duruşu dikti. "Evlilik harika bir şey bence ama kararını vermek ve doğru kişiyi bulmak çok önemli." "Hiç mi biri yok?" Annem ısrar edince kaşlarımı çatarak ona baktım. Anne ben varım ya işte! Neye ısrar ediyordu ki? O sanıyordu ki herhalde Gökmen kalkıp, 'evet kızınızla birlikteyiz ama daha yeni, o yüzden evlilik düşünmek sonraya kaldı' diyecekti. Tabii ki de bunu diyemeyeceği için anneme baka kaldı, masumca gözlerini açıp kapattı sadece. "Şey..." Gözlerinin titremesinden neredeyse bana bakıp, 'ne diyeyim?' diye soracak sandım. Kuruyan dudaklarını ıslattı. "Kız bulmak zor biraz." Dedi çaresizlikle, ne diyeceğini bilemeyerek. "Özellikle de evlilik düşünen kız bulmak zor, o yüzden biraz şey..." Buket ve Burhan, Gökmen'in kıvranışlarını seyretmekten zevk alıyordu, annem ağzındaki baklayı istiyordu, babam sadece dinliyordu ve beni kimse sormasın. Nefes alıyor muydum? Alıyorsam da neden bu kadar belirsiz ve sessizdi. "Ney?" Diye ısrar etti annem. Gökmen köşeye sıkışmaktan sıkılınca omuzları verdiği nefesle çöktü. "Yok kimse Kübra teyzecim, sen bulmak ister misin?" Bu çıkışıyla Buket ve ben gülmeye başladık, Burhan başını eğip dudaklarını içe katladı. Elim ağzıma gitti, kendimi gülmeye devam etmemek için o kadar sıktım ki, yarı yarıya başarılıydım da. Annem yenilgiyi kabul ederek susunca babam, "doğru diyor çocuk." Dedi. "Kız yok artık bu zamanda." Gülmelerimiz dudaklarımızda hatıra bırakırcasına tebessüm olarak kalırken kaşlarımı çatarak babamı dinlemeye başladım. "Ama erkek de yok, adam akıllı aile erkeği yok yani. Gençler ne yapacak hiç bilmiyorum," anneme doğru eğildi. "Biz kaytardık Kübra'm, birbirimizi bulduk." Annem babamın uzattığı elini tuttu. "Kesinlikle hayatım." Samimi ama ölçülü cilveleşmelerine güldük. Annem babama gülümserken aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı, ona gözlerimi kısarak baktığım sırada Gökmen'e çevirdi başını. "Gökmen." Dedi, oluşan küçük ama birçok anlama gelen gülümsemesi beni huzursuz etmedi değil. "Ben avukatım belki biliyorsundur, bilmiyorum. Asistanım daha geçen sene işe başladı ama çok çalışkan, çok güzel, tatlı bir kız." Tek kaşımı kaldırdım. Excuse me anne? "25 yaşında... Bekar olduğunu biliyorum, görüşmek ister misin?" Annecim çöpçatanlığını çok yanlış yerde kullanıyorsun, haberin olsun. Misafirler gidince baş başa kalacağız çünkü! Gökmen, annemin gözlerine baka kaldı. Yavrum benim, lâl olmuştu tek bir soruyla. Sertçe yutkunduğunu duydum, babamın üstündeki meraklı bakışlarına bakıp, "eee." Diyerek eğdi başını. Ense kökünü kaşıdı. "Bilemedim şimdi." "Görüş oğlum bir, görüşmekten zarar gelmez." Dedi babam. Annem hadi neyse de baba, sana ne oluyor? Ya sizin bana gareziniz mi var? Burhan da, "doğru diyor Hamit amca, zarar gelmez, evlen demiyoruz ya." Deyince, asıl şoku o zaman yaşadım. İşkence listemin ikinci sırasında Burhan vardı artık! Gökmen'in ona bakarak dişlerini sıkmasından onun listesinde birinci sırada olduğunu anladım. Önüne dönerken bu konuda sıkıldığını gördüm, zaten hala daha aileme söylemediğim için hoşnutsuzdu, bir de annemler üstüne geliyordu. Ayağa kalkıp, 'kızınızı aldım, yetmiyor mu?' derse hiç şaşırmazdım, inan ki de. Şaka şaka, belki birazcık şok geçirip, bayılırdım. Ama çok değil. "Yok ben almayayım Kübra teyze." Babam hevesle işaret parmağını uzattı Gökmen'e. "Aha işte, görüştüğü biri var." Bu akşam babamın eğlencesi niye Gökmen'di? "Ben anlamıştım zaten." "Hamit abi..." "Oğlum sohbet ediyoruz ya bu kadar kasılma. Gençsin, yakışıklısın, motor eksin var ama iyi çocuksun yani. Yaşında gelmiş, bekarlık yakışmazdı." "Şey..." Kravatı olsa gevşetirdi ama şu an sadece kendini ve sonra da sırayla benden başlayarak herkesi boğazlamak istiyor gibi görünüyordu. Kendini sıkıyordu gerçekten de babamın dediği gibi. "Motor eksisi mi?" Deyip alayla tebessüm etti. "Sen hiç merak etme Hamit abicim, o eksiyi artıya çevirecek bir kızla beraberim. Doğrudur." "Vaay." Dedi babam. "Biz tanımıyoruzdur büyük ihtimalle. Hayırlısı olsun." Gökmen yalandan kocaman gülümserken, gözlerini açıp kapattı. "Tanırsınız bir gün." Samimi bir hareketle babama doğru eğildi, karşılıklı koltuklar da oturuyorlardı. "Söz önce sana getireceğim kızı Hamit abi." Bakışları 'kızını sana gelin olarak getireceğim' dese de, o kibar yoluyla ifade etmişti. Annem ve Buket konuşmayı dinledikçe zevkten dört köşe oluyorlardı, hatta Burhan bile arada Buket'e doğru eğilip bir şeyler fısıldıyor, beraber kıkırdamaya başlıyorlardı. Dudaklarımın kıvrıldığını hissedince içe katlayıp boğazımı temizledim ve yerimde kıpırdandım. Babam bu sözden hoşlanmıştı. "Hadi bakalım." Dedi başını sallarken. "Hiç bekar kalmıyor artık, ne güzel. Herkes buluyor nasibini." "Ben varım ya baba." Dedim atılarak. Gökmen'le aynı anda bana baktılar, ve kaşları çatıldı. Bir damat ve kayınbaba birbirlerine bu kadar senkronize olabilirdi. Gülmemek için boğazımı sıktım içeriden. Yutkundum. "Sen bekar değilsin kızım." Deyince babam, Gökmen'in başı ona döndü bu sefer. "Ben varım ya." Gökmen kaşlarını çattı. "Hem daha yaşın küçük." Gökmen'in kaşları kalkarken başı bana çevrildi. "Baba daha ne kadar büyümem gerekiyor?" "30'dan önce olmaz!" Gökmen'in gözleri büyürken, "oha!" Diye refleksle bir tepki çıktı ağzından. Burhan ve Buket gülmeye başladı, annem ağzını tutuyordu sesli gülmemek için. Babam, Gökmen'e bakınca, Gökmen, "pardon." Deyip başını eğdi. Babam hala ona bakıyordu tabii. "Sence de 20 yaş bir ilişki için erken değil mi Gökmen?" Canım, bir tanem, sevgilim başını çekinerek kaldırdı. "Yaniii... Kişiye göre değişir tabii. Yaş değil, olgunluk önemli." "Yaş da önemli." Diye ısrar etti babam. "Peki." Diye kabullendi Gökmen. Çenesini sağa sola oynattı. "Yine de, Aysuna da küçük bir kız değil." Babamın damarına basıyordu ama yanlışlıkla! "Küçük benim kızım." "Sizin kızınız olduğu kısmı çok doğru ama küçük kısmında bir kararsız kaldım." "Hem daha okulu bitmedi." Diye çıkıştı babam. Dolmuştu ve Gökmen'den şüphe etmemesine rağmen ona çıkışıyordu. Beni gösterdi. "Biliyor musun?" Derken kaşları kalktı, gözleri büyüdü. "Bana söylemiyor ama benim küçük kızımın görüştüğü biri var." Hepimizin gözleri anında büyüdü, babam çocuk gibi beni Gökmen'e şikayet ediyordu bildiğin. Şu an bir yaşıma daha giriyordum! Annem bile şok olmuştu. Gülmemek için kendini tutarken, "Hamit!" Dedi. "Ne?" Dedi babam. "Burhan'la Gökmen yabancı mı, Aysuna'nın büyükleriler." Gökmen'e baktı. "Ve o hırtapoz bizimle tanışmaya bile gelmedi!" Gökmen'in kaşları şaşırmış gibi havalandı. "Vay cibilliyetsiz." Diye mırıldandı. Şu an babamın tarafını tutmanın hiç sırası değil Gökmen! Kendi üstüne kumar oynuyorsun oğlum! "Aynen öyle." Dedi babam daha çok gaza gelirken, konu ben olunca aşırı korumacı oluyordu. Henüz tanışmamıştı bile ama biriyle olduğumu bilmek bile onu deli ediyordu. "Bak Gökmen'de benimle aynı fikir de, yine! Bir bu çocuk anlıyor beni." "Ben bunun cevabını söz akşamı vermiştim babacım." Babam beni kâle almayıp destekçisine döndü, Gökmen'in sinirli ama kendini tutan hali ise bana hiç eğlenceli gelmiyordu, annem, Buket ve Burhan'ın aksine! "Ama suç çocukta değil, benim kızım da. Bakalım davet etti mi çocuğu." "İşte buna kesinlikle katılıyorum Hamit abicim." Dedi başını sallarken. "Belki çocuk gelmek istiyor hatta, Aysuna bize söylemediği için gelemiyor." "Bu da doğru, çok öngörülü bir insansın Hamit abicim." "Dimi?" Diye yükseldi babam. "O çocuğu da geçtim Aysuna daha bize söylemedi ki! Annesi öğrenmiş benim haberim yok daha." Gökmen yan gözle anneme bakınca, az önceki evlilik sorusu yüzünden annem gözlerini kaçırdı. "O konuda sıkıntıya gerek yok Hamit abicim." Babam duraksadı. "Nasıl yani?" "Aysuna yarın sabah söyleyecek size." "Sen bunu nereden biliyorsun?" "Çünkü şu anda o hırtapoz damadının gözlerinin içine bakıyorsun!"
Alemsin Gökmen ya jdfhsdjfhsfhj Bir sonraki bölümde görüşmek üzere canlarım. Beğenmeyi unutmayın, yorumlarınız zaten benim 😏😉 |
0% |