@dangerous_hatun
|
3 Yıl Önce... Gökmen'den... Türk trafik polislerinin tek ve gerçek aşkı kesinlikle biz motorculardık. Bizi gördükleri gibi araçlarına binip peşimizden koşmaları, yollarda aşklarını bağırarak ilan etmeleri falan. Ölüp bitiyorlardı bizim için ya, öyle böyle değil yani. Ama benim bir sevdalım değil, sapığım vardı. Selçuk Beyoğlu polis amca! Bursa da motor kullanmaya başladığımda ilk cezamı ondan yemiştim, ne oldu diye kimse sormasın, ben haklıydım. Ehliyetimin yanımda olmaması, evde olmadığı anlamına gelmiyor, ya da hiç olmadığı. Çünkü vardı. Çok net hatırlıyordum, ehliyet sorduğunda evde demiştim ve bana kitabın yoksa sen neden buradasın? diyen öğretmenler gibi bakmıştı. "Ehliyetsiz ne işin var oğlum sokakta." Demiş, sonra da ehliyetini unutacağına kendini unutsaydın der gibi bir kez daha bakmıştı. Şimdiyse Selçuk polisciğimle bilmem kaçıncı yılımızı kutluyorduk ama sokaklarda. Ben 200'e kadar basmış arabaların arasında sağ sol şeklinde ara makaslarımı atarken, o da kalas gibi arabasıyla hiç hız kesmeden bana yetişmeye çalışıyordu. Hızımı arttırıp 250'ye kadar çıktım, dikiz aynamda görünüşü usulca kayboldu. Kaskın altında sırıttım. "Gökmen!" Diye bağırdı, polis arabalarında olan polis sireniyle. "Gööök-meeen!" Diye uzattı sonra, bir an kendimi korku-gerilim filminde gibi hissetim. Çatlak herif! "Senin için yaktığım her bir litre benzin için, cezana 50 tl ekliyorum, haberin olsun." "Hay senin!" Gaza daha fazla abanırken ara sokak aradım kendime ama şu an çarşı içinde değildik. Kaçmak için sağa sola giderken arabaların geçemeyeceği delikleri seçiyordum ama polis sirenini duyan araçlar yol veriyordu. "Gökmen!" Dedi yine, lisedeki platoniğim gibi hem beni kovalıyordu hem de sözleriyle taciz edip duruyordu. "Bırak peşimi be, manyak herif!" Diye bağırıp öne daha çok eğildim; rüzgarım kesilmesin diye. "Gökmen, koçum!" Biraz daha arkamda kaldılar. "Sana ben bir ceza yazacağım, bir ceza yazacağım, diğerlerinden çok farklı olacak şekilde. Hayatın boyunca unutmayacaksın!" Arkama bakıp duymayacaklarını bilerek bağırdım. "Yakalarsan yazarsın." Güldüm, ve gaza yüklendim. Bilgisayar oyunu oynamak gibiydi, tek bir görüş açım vardı, tek bir şansım, ve tek bir dikkat dağınıklığı sonum olabilirdi... Rüzgar bedenimin her yanında koruma kalkanı oluşturmuş gibiydi, hissediyordum, katılaşmıştı sanki. Tekerleklerimin saniye başına dönüş tekrarları beni aya çıkartabilirdi. Özgürdüm, tamamen. Aynadan baktım ve polis arabasını görmedim. Yetişmemişlerdi işte aynasızlar! Sırtımı dikleştirip sola saparken hızımı normal hıza getirdim, gülmeye başladım. "Bir şeyin sonu hep mi aynı olur ya?" Daha çok gülerken hemen yanıma gelen polis arabasıyla dona kaldım, ışıklarını kapatmış, normal araba gibi seyir halindeydi. Yüz mimiklerim solarken şoför koltuğunda olan Selçuk abi camını açtı, "bu sefer sonu farklı olacak Gökmen." Dedi. "Çek sağa." Sinirle nefes verip önüme döndüm, hızımı arttırmadan önce iki elimle nah çektim. Her zamanki gibi arkamdan adımı sayıklarken kötü adam gülüşümle gaza abandım. Biraz gittikten sonra neredeler diye arkama baktım, hala oradaydılar. "Dikkat et lan!" Diye bağırdı bu sefer polis amca. Kaşlarımı çatıp önüme döndüğümde yaya geçidinden geçen liseli bir okul grubunu gördüm. Freni sıktım ama hızım durmama izin vermedi. Tekeri minik hareketlerle sağa sola oynattım hız kessin diye, lakin solumdaki bariyerlere vurduğumda çok geçti. Öne gidip geldim, gidon göğsüme çarptı ve büyük ihtimalle eziğim vardı. Bariyerin içine girip demiri büktüğüm için motorum düşmedi, ben de üstünde öylece kaldım. Olabildiğince düşük bir hız da çarptığım için hasarım azdı ama başım dönmeye başlamıştı. Kafamı kaldıracak gücü bulamayınca gidona dayadım ve liseli gençlerin çığlık atarak kaçışlarını dinledim. Trafik benim tarafımda tıkanırken polis amcalarım geldi. Kapı açılma ve kapanma seslerini duydum. Biri ambulans çağırırken, Selçuk abi yanımda durdu, elini omzuma koydu. "İyi misin?" Diye sordu önce. Başımı sallayınca kaskım gidonuma sürtündü. "İyi." Dedi, gülümsüyordu sanki. "Bu cezaları ödeyebilmen için işe gidebilmen lazım." "Offf!" Başını geriye yatırıp kahkaha attığında herkes onu duydu. Bundan zevk alıyordu bildiğin. Ambulans gelene kadar benimle ilgilendi, dalga geçti, gülüp konuşup durdu. Sinir bozucu bir sesi vardı. Ambulans gelince hastaneye gittik, göğsümde ezik olduğuna emin olduğum bir ağrı vardı, kırığım yoktu ama eziğim çoktu. Korksam da yatırılacak yuvarlak bir cihazın içine soktular beni, ağrı kesicilerimi alırken Selçuk abi yanımdaydı. Yazacağı ceza için saniyeleri sayıyordu gözümün önünde. Hastaneden çıktığımızda, "motorum nerede?" Diye sordum. "Çektik." "Kahretsin." Güldü. "Ceza faslına geçelim mi artık Gökmen? Ben çok heyecanlıyım." Gözlerimi somurtarak devirince daha çok güldü. Bir trafik polisi daha gelince başladılar beraber cezalarımı yazmaya, iki aylık bütün maaşım cezaya gidecekti, çünkü Selçuk abi sözünün eri bir trafik polisiydi. Kağıtları hazırlarken, "bir yeğenim var benimde," dedi, yandan bana baktı. "Motorları çok seviyor o da senin gibi." Kollarım iki yanımda sallanırken trip atarak o hariç her yere bakıyordum. "Hımm." Dedim umursamazca. "Üniversite sınavına hazırlanıyor bu sene, kazanırsa motor istiyor bizden." "Yeğenini seviyorsan Honda cbr'yi tavsiye ederim, başlangıç için harikadır." Alayıma alayla karşılık vererek güldü. "Sana bunları söylüyorum çünkü bir gün en büyük korkum senin gibi olması." Sırıttım. "Motor zehrini kapmış bir kere." Dedim. Ceza kağıtlarımı elime tutuşturmak için elimi kaldırıp kendine çekince canım yandı, yüzüm buruşturdu. Yüzü sertleşti bir anda. "Bugün orada ölebilirdin, bir motor aşkı mıdır, zehri midir, her neyse için artık değer miydi?" "Aslında orada ceza yememek için kaçıyordum." "Gökmen!" Bir abi edasıyla uyardı beni. "Şu kadarcık acıya dayanamıyorsun lan. Ölüm bir anda mı gelecek sanıyorsun? Derin yanarken, parçalanırken ölmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor musun?" İşte ilişkimizim parçalandığı nokta burasıydı. Beni önemsiyordu. O kadar uzun mazimiz vardı ki, bana değer verdiğini biliyordum. "Bu benim ilk kazam değil." Diyerek ben de ciddiyetimi gösterdim. "Ama bu benim hayatım." Elimi kendime çektim. "Cezalarım bittiyse gidiyorum." Gözlerime bakarken kocaman bir nefes alıp verdi, bana sen uslanmazsın der gibi bakıp eliyle git işareti yaptı. Arkasını dönüp polis arabasına yürümeye başladı. Arkasından bakarken gözlerim daldı. Aşkımız biraz çatışmalı olsa da beni düşündüğünü biliyordum, ama motor sürmek uyuşturucu kullanmak gibiydi. Sonumuz ya noter ya da ölümdü, vazgeçmek yoktu. O zehri bir kez almıştık ve ben o zehre yıllardır bağımlıydım. Kullanmayı kestiğim an yaşarken ölürdüm. 🏍 Günümüz... Annemin demek o gün aradığımda yanında Gökmen vardı bakışları bu akşam bakışlarımı kaçırmama sebep olan nadir şeylerden biriydi. Ben nasıl tanıştığımızı babama anlatınca hemen büyük beynine geçmiş yüklenmiş ve bu çıkarıma varmıştı. Gökmen'in bir anda babama damadın benim diye parlamasından sonra olanlar, benim için ışık hızında yaşanmıştı. Hala inanamıyordum, konuşmaları duyuyor, anlıyordum ama hangi ara buraya gelmiştik, çözemiyordum. Gökmen'in elime artçı koltuğunu sıkıştırıp, annemlerin önünde yerimi belli edip gitmesinden sonra Buket sevinç nidaları atarak üstüme atladı, sarıldı. Şokum usulca geçerken ben de gülümsedim. "Gökmen de-" diyecekti ki, susmayı seçti çünkü diyecekleri pek de namuslu şeyler değildi. Onun yerine kocaman sırıtırken elini yumruk yapıp gösterdi. "Helal olsun koçuma, varmış yani." Dedi. Dudaklarımı sıkarken eline vurdum. "Terbiyesiz." Annemin gülüşüyle arkamızı döndük, babam astığı suratıyla içeriye geçmişti. Arkasından bakarken yüzüm asıldı, beni o kadar seviyor ve kıskanıyordu ki, kimseyle paylaşmaya hazır değildi. Yaşımı bahane etmesine gerek yoktu, 100 yaşıma da gelsem benim babam böyleydi. Kapıya gelince diğer tarafıma da annem geçti, kolunu omzuma atarken göğsüme bastırdığım artçı koltuğuma bakıp güldü. "Bu çocuk deli deli." Dedi başını iki yana sallarken. Evet, ben de Gökmen'e deli diyordum ki çoğu zaman yaptıkları gerçekten de öyleydi. Salona geçtiğimizde babamı küskün oturuşuyla bulduk. Bu akşam sakindi ama içten içe kendini yiyip bitirdiğini biliyordum. Beklemediğim Gökmen'e gösterdiği tepkilerdi, en azından sözleriyle köşeye sıkıştırır sanmıştım. Üçlü koltuğa yan yana oturduk, direkt babama baksam da çekiniyordum. "Baba?" "Hım?" "Bir şey söylemeyecek misin?" "Yoo." Yüzüm düşünce annem, "Hamit!" Diye uyardı babamı, gözlerini büyüttü biraz. Bize baktı babam. "Ne diyeyim şimdi, yarın akşam gelince daha detaylı konuşacağız, tanışacağız. Çocuğu tanımam etmem, ne dememi bekliyorsunuz?" "Başka bir şey söyle o zaman?" Dedim, neredeyse yalvarır gibi çıkmıştı sesim. Babamın hassasiyetini bildiğim için fikrini duymak istiyordum, ona yanaşıp gönlünü almak istiyordum ama şimdi çok taze olduğu için cesaret edemedim. Oturduğu yerde kıvrandı bir süre. Sonra telefonunu çıkarttı ve birini aradı. Meraklı bakışlarımız üstündeyken aradığı kişi aramayı cevapladı. "Kayınço!" Dedi coşkuyla, dayımı aramıştı. "Ne yaptın ya, hallettin mi işlerini?" Dayımı dinleyip devam etti. "Bursa'dasın değil mi yarın akşam? Oh oh çok güzel... Bak ne diyeceğim," burnunu çekip yerinde diklendi. "yeğenin manita yapmış." Adeta beni şikayet ediyordu, üçümüzün gözleri büyüdü. Babamın gözleri dayımın dediğiyle baydı. "Barkın değil ya, Aysuna. Ama bak sende şaşırdın, değil mi? Ben de kızımdan beklemiyordum." Gözlerimin içine baktı. "Daha okulu bitmedi!" Kaşlarımı çatarken dudaklarımı azcık büzdüm, kollarımı göğsümde bağlayınca artçı koltuğum bacaklarımın üstüne düştü. "Baba, ben buradayım!" "Seninle konuşmuyorum." Ayaklandı, odasına gitmek için arkasını dönüp vazgeçti, başını çevirip gözlerime baktı yine. "Dayını da akşam yemeğine çağırıyorum, sonuçta o da aileden ve yeni geldiği için ilk akşamdan kayınçomu yalnız bırakamam." Kaşlarım havalandı. "Ayrıca biz çalışan insanlarız, iki akşam üst üste misafir ağırlayamayız, tek sefer de halledelim." Ağzımı bile açmadan onca lafı yiyince şaşkınlıkla kala kalmıştım. "Tamam." Dedim sadece. Babam dayımla konuşarak odasına gitti. Bir kıvırtmadığı kalmıştı. Tripleri o kadar alıngan ve kadın gibiydi ki. Şokumun üstüne şoklar eklenmese annem ve Buket gibi gülebilirdim şu anda. Annem dizlerini döverek gülüyordu, Buket karnını tutarak; gözleri kapalı, ağızları açık ve nefessiz kalmışlardı. "Gülerek sinirlerime sinir katmayın lütfen!" Diye dişlerimin arasından tısladım. Buket, "Hamit abi gelişim gösteriyor bence." Dedi, göz yaşlarını silerken. "İyi idare etti bu akşam." "Odanın içinde volta atıyordur şimdi." Dedi annem. "Oy benim aşkım, kıyamam." Anneme tersçe baktım. "Seninle de ayrıca hesaplaşacağız anne, Gökmen'e söylediklerin neydi öyle?" "Ay annem," dedi omzuma hafifçe vurup. "Çocuk da bir irade var, hayran kalınası. Ağzından lafı alana kadar söylemediğimiz şey kalmadı." "İyi mi oldu şimdi? Gökmen öyle deyince babam kalp çarpıntısı yaşadı sandım ben, korktum." Buket daha çok güldü. "Ben söyleyecektim zaten yarın sabah size. Ne bu acele?" "Sus." Dedi kızarak. "Bana daha erken söylemen gerekiyordu, annenim ben. Bu da yaptığının bedeliydi." Suçlu olduğum için başımı eğerek önüme döndüm. "Söyleyecektim ama..." Sesim kısılınca sustum. "Neyse neyse." Diyerek ayaklandı annem. "Kalkın kızlar gecesi yapıyoruz, her detayı öğrenmem gerek. Hazır yarın işe de gitmiyorum. Çabuk çabuk." İkimizi de yerimizden kaldırıp merdivenlere koşturdu, gülüşerek odama çıkıp yatağa kurulduk. Ben başladım anlatmaya, bir ara annem beni durdurup mutfağa indi; kucağı dolu geri döndü. Yatağıma örtü serip üstünde yedik de yedik valla. Bir gece de ne var ne yok anlatmıştım, bazı anlar hariç tabii... Annem sadece güldü ve arada bana akıl verdi, Gökmen'le yakınlaşmalarımızı ve Uçurtma sahnelerini es geçtiğim içi pek fazla kızamamıştı. Saat bire gelirken annem odasına gitti. Yatağımın üstündeki örtüyü toplayıp tabaklarla beraber mutfağa götürdük. Buket'e pijamalarımdan birini verdiğimde o yattığı gibi uyudu. Ben ise hala birilerinden mesaj ya da arama bekliyordum. Kırdığı yüz yılın potundan sonra insan neler olup bittiğini öğrenmek için bir arar sorardı. Odun! Sinirli sinirle pikemi kaldırmış yatağa girerken bildirim gelince telefona örümcek ağ atar gibi elimi uzattım. Yastığımı dikleyip başlığa dayadım ve oturdum. Sevgilim yazmıştı, gülümsedim. "Ne yapıyorsun?" (01: 36) Bir dosya eki gönderdiniz: (01:37) (patisi üzerine başını yaslayıp yatağa uzanmış, tatlı açık gri bir kedi ve üzerinde ‘mesaj atmanı bekliyorum’ yazısı var) "😂😂😂." (01:37) "Güzelim bekleyeceğine yazsana." (01:37) "Annem az önce gitti yatmaya, Buket de şimdi uyudu. Anca müsait oldum yoksa yazardım inan ki!!!" (01:37) "O sondaki ünlemler beni sevdiğin için mi? 🙄" (01:38) "Sence? 😤" (01:38) "Anladım, değilmiş." (01:38) "Gökmen!" (01:39) "Ama aşkım ben ne yapabilirim?" (01:39) "Annen bir yandan, baban bir yandan, hain Burhan bir yandan. Bir de söylediklerinde haklıydı yani adam, ayrıca hırtapoz dedi bana." (01:39) "Sen de kendine cibiliyetsiz dedin." (01:40) "İnsan kendine deyince o kadar koymuyor." (01:40) Gözlerimi devirip durdum. Nefes alıp verdim ve aklıma yarın akşam ki yemek geldi, dayım trafik polisiydi ve büyük ihtimalle Gökmen'in bundan haberi yoktu. Dudağımın sol köşesi usulca havaya kalktı, yarın akşam ya fazla kaosa maruz kalacaktım ya da çok komik olacaktı. "Yarın akşam dayım da gelecek yemeğe." (01:40) "Gelsin?" (01:41) "Haberin olsun dedim." (01:41) "Niye, önemli biri mi?" (01:41) "Yooo. Dayı işte." (01:41) "Anladım." (01:42) "Kaçta geleyim peki?" (01:42) "Altı buçuk gibi gel." (01:42) "Tamam canım." (01:42) "Yatalım artık, yarın Uçurtma'ya gitmem lazım, çaylaklar gelmiş. Yaşar inatla arayıp duruyor." (01:42) Gözlerim aydınlandı ama benim yarın evden çıkma gibi bir şansım yoktu, özellikle de Gökmen'le. Babamın gözüne batardı ve yemek için anneme yardım edecektim. "Çaylaklar ne?" (01:43) "Uçurtma'ya öyle her önüne gelen giremez. Üye olarak alıyoruz biz, tek motor çetesi biz değiliz sonuçta. Girenler ücret öder ve yemin ederler." (01:43) Biraz komik olsa da eminim ki yaşarken havalı bir şeydi. Yazıyor ibaresini görünce sabırsızlıkla devam etmesini bekledim. "Burhan ya da ben gidip kendimizi göstermemiz lazım, kurallar anlatılacak vs vs işte." (01:44) Güldüm. "İyiymiş..." (01:45) "Gelmek isterdin değil mi?" (01:45) Nasıl da tanıyordu beni. Gülümsedim hülyalanmış gibi ekrana bakarken. "Evet." (01:45) Yazdım içim giderken. "Başka bir sefere götürürüm ben seni." (01:45) "Anlaştık." (01:46) "Yatalım şimdi, yarın yoğun bir gün olacak gibi. 😉" (01:46) "Sen var ya, sen!" (01:46) "😁." (01:46) "Hayırlı geceler." (01:47) "Sana da sevgilim." (01:47) 🏍 Sabah ezanı okunurken ayaktaydım, sersemlesem de erken kalkmam gerekiyordu. Yatakta oturmuş uyuklarken bir anda sıçrayıp uyanmaya çalışıyordum ama gözlerim tekrar kapanıyordu. Kendimi küçük küçük tokatlayıp beynimi açabilmek için bu akşamı düşündüm. İşe yaradı, gözlerim açıldı, mal mal odaya bakınmaya başladım. Buket'i rahatsız etmeden yanından kalktım, banyoya girip yüzümü yıkadıktan sonra üstümü kokladım. Hava o kadar sıcaktı ki, Buket'le iki kişilik yatakta birbirimize değmememize rağmen terleyip kokuyorduk. İç çamaşırlarımla kaldım, vücudumu at kılı fırçamla taradıktan sonra duşa girdim. Tenim hala nemliyken peelingimi yaptım, saçlarımı havluya sarıp nemlendiricilerime göz attım. Geçen ay indirim varken üç kutu almıştım, şu an böğürtlenliyi kullanıyordum ama çilekli bugünün tercihi olacaktı. Hiç açmadığım kapağını açıp pürüzsüz üst katmanına parmaklarımı daldırdım. Acayip bir koku yayıyordu ve Gökmen çileği de, kokusunu da sevdiği için güzel bir tercih oldu benim için. Yarın tekrar böğürtlenliyi sürebilirdim. Eşofman takımımı giyip mutfağa indim, ev o kadar sessizdi ki merdiven basamaklarını parmak uçlarımla inmek zorunda kaldım. Kahve ya da çay içmezdim ama bu sabah ihtiyacım vardı ve nadir gelen kahve aşermem bana yardımcı olmuştu. Yarım kupa Türk kahvesi yaptım, kokusunu içime çektikten sonra duraksadım, acaba biraz fazla mı yapmıştım? Çarpmasın bir de beni? Çarparsa da yapacak bir şey yoktu, bugün lazımdı bana. Odama aynı şekil geri çıktım, hemen kitaplarıma sarıldım, kulaklığımı takıp konu anlatımına odaklandım. Sürekli belirli bir noktaya baktığım için uykusuz gözlerim arada kaysa da kendime gelip hemen kahveye uzanıyordum. Saat ona gelirken popom oturmaktan acımıştı artık, boş beynime giren tüm cümleler, sayılar umarım zamanı geldi mi bana yardımcı olurlardı. Buket uyanıp ihtiyaçları için evine giderken annemler de kalkmıştı, babamla birlikte mutfakta kahvaltı hazırlarlarken odamın kapısı açık kaldığı için ufaktan kıkırtılarını duyabiliyordum. Gülümsedim. Telefonumu ve yarım kalan kitabımı alıp aşağı kata indim, mutfağa girdiğimde annem gülümsedi ama babam hala bana tripliydi. "Günaydın aşk kuşları." "Hayırlı sabahlar canım." Dedi annem. "Biz mi aşk kuşuymuşuz, hıh." Dedi babam. Aslında lafı anneme değil alttan banaydı, benim de artık bir aşk kuşu olduğumu ima ediyordu. "Siz şimdi kalktınız ama ben sabah namazından beri ayaktayım." Kitabımı açtım, Gökmen hala uyanmamış olacak ki bana yazmamıştı. Ama Uçurtma'ya gideceği geldi aklıma, belki de yoğunluktan unutmuştu. Konuşmaya devam ederken önce günaydın mesajını yazdım sonra kitabımı aldım tekrar. "Bakımımı yaptım, ders çalıştım." İkisini de uzatarak söyledim ki hem akıllarına girsin hem de saatlerimi alan işler olmalarına rağmen iki kelimeye sığdıkları için az gibi gözükmelerine sebep olmasındı. Babam arkası dönükken başını çevirip, "günaydın mesajı da yazdın mı?" Diye sordu kinayeli bir kızgınlıkla. Kaşlarım büzülen dudaklarıma eş zamanlı olarak çatılırken babam işine geri döndü. Kıskançlığı gerçekten de aşılamaz bir duvardı. Annem elini sallayıp kaş göz işaretiyle boş ver dedi. Sesli bir nefes verip kitabıma döndüm, bu zamanlarda normal türde kitap okuyamadığım için tabii ki de derslerimle alakalı bir şeydi. Bildirim gelince benden önce babamın gözleri telefonuma kaydı, sonra göz göze geldik ve tek kaşını kaldırdı. "Yazmışsın." Dedi baskılayarak, gözlerini kıstı. Şirince gülümseyip telefonumu aldım, masanın altında tuttum sanki böylesi daha az suçluluk hissi veriyormuş gibi. Annem babamı işine çevirirken ben de Gökmen'in mesajına baktım, günaydın yazmıştı. Gülümsedim. "Gittin mi Uçurtma'ya?" (11:04) "Birkaç saattir buradayım da, biraz daha iş kaldı. Sonra eve gideceğim, alışveriş yapmam lazım. Çocuklar gazlamaya çıkalım dedi, biraz dinlenirim, kafam dağılır hem. Sonra zaten akşam, size geleceğim." (11:05) Yüzüm asıldı, motorla ilgili bensiz bir şeyler yapınca üzülüyordum ama onun hayatı buydu, benden önce de böyleydi, ben varken de değişmesini istemiyordum ama hep güzel şeyleri ben yokken yapıyordu. "Aysuna?" (11:07) Ben karşılık vermeyince sordu. Sesli soluğum annemlerin dikkatini çekince işlerini yapmaya ara vermeden ikisi de yandan bakışlarını üstüme diktiler, ben görmüyorum sanarak dikizlediler. Tuş sesini kıstım önce. "İyi, git gez." (11:07) Telefonu kapatıp yanıma koyduğum zaman annemle babam hızla önlerine döndüler, birbirlerine bakış attıklarını gördüm. Tuş sesiyle birlikte bildirimimde kısılsa da ekran ışığı her yandığında yazdığını anlıyordum. Birkaç tanesinden sonra odaklanmaya çalıştığım kitabı bırakıp telefonu bu sefer alenen elime aldım. "Su?" (11:13) "Gezmeye gitmiyorum ki, dolaşacağız sadece biraz." (11:14) "Aysuna saçmalıyorsun şu an, cevap verir misin bana?" (11:14) "Arıyorum bak, mesajlarıma bak hemen." (11:17) "20 yaşında gibi davranmıyorsun var ya, çocuk gibisin!" (11:18) Biraz cevap vermeyince sonlarda kızmıştı. Kaşlarımı çattım, çünkü kızan kişi bendim. "Bir şey mi dedim, git gez işte." (11:17) "Problem dememen de zaten! 😒" (11:17) "Arkadaşlarımla gezeceğim dedin, ben de tamam dedim. Zaten bana sormadın, söyledin, problem yok." (11:17) "Herhalde sormayacağım!" (11:17) Suyuma gitmemesi konudan saptırıp bizi tartışmaya sürüklüyordu. Sinirle nefes verince annemle babam yine bana yandan baktılar, Barkın da mutfağa girdi; esniyordu. "Sorma zaten!" (11:17) Gördü ama bir şey yazmadı, bir süre bekledim, sinirlenmişti kesin. Sinirine tükürsünler senin! Ekranı kapatıp sertçe masaya koyup kitabımı aldım tekrar. Barkın bana bön bön bakınca ters bakışlarımı ona kaldırdım, irkilip masaya döndü. Annem masaya patates tabağını koyarken bana göz kırpıp ne olduğunu sordu. Omuz silktim sadece. Sonra ekranım aydınlandı, Buket yazmıştı; Burhan'la kahvaltıya gidecekleri için gelmeyeceğini haber veriyordu. "Bak onlar ne güzel anlaşıyor." Dedim bir anda, tüm ev ahalisi bana baktı. "Bize de rahat batıyor bence." "Bence de." Babamın sesini duyunca transtan çıkmış gibi başımı kaldırdım, içten yanaklarımı dişleyerek kızdım kendime. Babam zaten bir çatlak arıyordu, bence kızımı ayırsam da yine bana kalsa gibi bir düşüncesi vardı ama bilemiyordum. Yıllardır onun tek, biricik, başka erkeklerden uzak, kıymetli kızı olmuştum. Şimdi beni paylaşıyordu ve bunda çok zorlanıyordu. Daha öğreneli bir gün olmuş olmasına rağmen hem de. Bakışlarımı kaçırıp kitabıma baktım, ekranım tekrar yandı. Bu seferkinin Gökmen'den geldiğine emin olduğum için nazlanarak açtım. "Güzellik uykunu alamadın mı bir tanem? Ne bu sinir? 😚" (11:28) Sinirini bastırıp sakinleşmişti anlaşılan, şimdi huyuma gidiyordu işte. Küskünlükle dudaklarımı büzüp yazdım. "Arayayım mı?" (11:28) "Ara bakalım." (11:29) Masadan kalkıp salona geçtim, babamın arkamdan annem her ne dediyse artık, "duymak istemiyorum." Dediğini işittim. Umursamadım. Salonda koltuğa oturup aradım. "Efendim?" Diyerek açtı. "Uçurtma'dan çıktın mı?" Kısık tonda güldü çünkü sesim kızgın ve tripliydi. "Dedim ya, biraz daha işim var diye." "Hım." "Sen neye kızdın bakayım, onu söyle bana?" Sesi eğlenceli geliyordu. Durdum, dizimin üstünde parmağımla daire çizerken nazlandığım için sessiz kaldığımı bilerek zaman tanıdı bana. Tam ağzımı açacaktım ki annem ve Barkın'ın başlarının yarısı ile gözlerini mutfak girişinde gördüm, beni dinliyorlardı. Hemen yanımda bulduğum yastığı fırlattım, Barkın'ın kafasına denk gelince inleyip geri çekildi, annem kıkırdarken oğlunu alıp kaçtı. Boğazımı temizledim. "Ne oldu?" Diye sordu. "Pürüzleri temizledim bir şey yok." "Anladım. Soruma cevap ver o zaman şimdi?" "Hep bensiz gidiyorsun Uçurtma'ya." Dedim bir anda, küskünlüğüm sesime de yansırken onu güldürdü. "Sen de geliyorsun ya çoğu zaman benimle." "Ben hep gelmek istiyorum, hem ben oradayken sen hiçbir şey yapmıyorsun. Hep ben yokken çaylaklar geliyor, aktiviteler oluyor, yarışlara katıldığına da eminim." Gülünce güzel sesi diğerlerinin aksine sinirlerimi bozdu, boğazdan gelen tonu hep çok hoşuma gidiyor aslında ama ben ciddiyim şu anda farkında değil miydi acaba? "Yarışlara bir süredir katılmıyorum, hayır." "O kadar şey söyledim, tek cevabın bu mu?" "Tamam tamam. Bir daha bir şey olduğu zaman seni de götüreceğim, söz. Ya da biz gittiğimizde bir şeyler yapacağız." Ben sessiz kalıp daha fazlasını isteyince devam etti. "Aysuna seninle de gazlamaya çıkıyoruz, yapma böyle." "Hıhı." "Güzelim." "Hıı." "Bir tanem." "Hıı." Gülümsediğini sezdim sesinden. "Aşk böcüğüm benim." Kendimi tutamadım ve gülmeye başladım, kaşlarımda çatıldı bir yandan da. "İğrenç." O da güldü. "Gerçekten öyle, bu yüzden lütfen bir daha bunu kullanmak zorunda bırakma beni." Gülmeye devam ettim. "Tamam." "Aysuna?" "Efendim?" "Eğer bu akşamdan sağ çıkabilirsem..." deyince, ben güldüm o da benim peşime güldü. "Gülme kız." Diye uyardı beni. "Çok tatlısın." Dedim, sonra babamların hemen mutfakta olup beni duyabilecekleri geldi aklıma. Sesimi kısıp yerimde büzüldüm. "Sonra?" "Yarın bir yerlere gidelim mi?" Heyecanlandım. "Ne gibi?" "Hani, sosyal medyada da görmüşsündür, motorla şehir geziyorlar." Tahmin ettiğim şeyi söyleyeceğini düşünüp kalbim tekledi, nefesimi tuttum. "Bir Balıkesir yapıp gelelim yarın." Çığlığım sessiz olsun diye elimle ağzımı tuttum ama koltukta tepinmemi engelleyemedim. "Gerçekten mi?" "Benzin parası almayacağım senden söz." Deyince, sesli güldüm. "Sadece pasta böreklerini kaplara koyup getirsen yeter. Özellikle çilekli isterim ha." Gülüşümü onunla konuşurken durduramıyordum. "Anlaştık." Dedim. "Sen harika bir erkek arkadaşsın." "Biliyorum, övme beni..." Duraksadı sonra hevesle, "ya da öv öv, hoşuma gidiyor." Dedi. Güldüm. "Tamam o zaman, güzel." Dedi nefes verirken, sanırım gelemeyeceğimi düşünüp korkmuştu. Ki bu hala olabilirdi çünkü anneme sorduğumu hatırlamıyordum! "Sabah beş buçuk, altı gibi çıkalım ki vakit yetsin. Oraya gitmemiz, gezmemiz derken, geri dönüşümüz erken olsun, baban artık haberdar, kızmasın sonra." Düşünceli oluşu gülümsetti, sıcaktan bağımsız olacak erimiştim koltukta. Yaz aylarından kesinlikle sevgili yapılmamalıydı, kışın lazımdı bu kibar, tatlı erkekler. "Tamam." "Tamam canım, akşam görüşürüz." "Görüşürüz." "Öyle her şeyi sorun edip de canımı sıkma benim." Diye azar yedim sonra. Dudaklarımı o göremese de büzdüm. "İyi." "Bak yine." Dudaklarım elimde olmadan kıvrıldı. "Tamam ya." Dedim. "Kahvaltıya gideceğim, karnım aç, oyalama beni." "Bu saatte mi yapacaksınız kahvaltıyı? Geç değil mi? 12'ye geliyor saat." "Bugün biraz geç oldu doğru ama pazar kahvaltısı olduğu için sorun değil." "Öyle olsun bakalım." Dedi, sonra aklına bir şey gelmiş gibi sevimli bir despotlukla, "yalnız ben pazar da olsa kahvaltılarımı hep erken isterim ona göre." Dedi. Kaşlarım önce anlamadığım için çatıldı, sonra anladığım şeyle havalandı. Yine de anlamamazlığa vurdum. "Hadi ya. O niye? Ayrıca bunu niye bana söylüyorsun?" "Böyle şeyler evlenmeden önce söylenmeli ki, karşı tarafın haberi olsun." Alayla güldüm lakin konuyu açması hoşuma gitmişti. "Ben de o zaman her ay 5 bin lirayı hesabımda görmek isterim." "Ohh, 5 bin lira mı? Kız benim maaşımın iki katı o!" Gülerken başım geriye düştü, sesim evde yankılandı. "O zaman benim enerjimde her sabah kahvaltı hazırlamaya yetmiyor, kusura bakmayın Gökmen bey. Aşçı tutun bize." "Yandık ya, sen sıkı pazarlıkçı çıktın." "Ne sandın gülüm?" Dedim mahalle abisi edamla. Sesli gülüşü telefondan kulağıma varıp yankı yaptı, umarım yanında kız yoktu çünkü bu gülüşü başka biri duyarsa ses tellerini keserdim... Ama kesersem ben de duyamazdım, o yüzden vazgeçtim. "Oooo." Dedi uzatarak. "Güller, bahçeler ha?" Utanarak arkama yaslandım ve gülümsedim. Babam seslenmiyordu ama kendini göstermek için mutfaktan çıkıp yatak odasına gitti, oradan da çıkıp tekrar mutfağa. Salonun ortasında gülüp, cilve yapıyordum manitama, bendeki de akıldı. Ama artık odama çıkmak için geçti. "Ben bunu biraz daha düşüneyim, anlaşmaya varalım." Dedi Gökmen. "Sözleşmeyi getiririm akşam." Kıkırdadım. "Sen bu akşamı atlat da dediğin gibi, evliliği sonra konuşuruz." Dedim sesimi olabildiğince kısarak, ağzımı telefona yaklaştırıp elimle kalkan yaptım sesime. Güldü. "Hatun ne derse o." Gülümsedim, şu kelime artık beni fena etkiliyordu. "Aferin." Dedim. "Hadi görüşürüz, kahvaltı masasında beni bekliyorlar." "Tamam canım, görüşürüz." Telefonu kapattığımda kalbim küt küt atıyor, karnım mutluluk ve heyecandan ağrıyordu. Gözlerim parlıyordu, tenimin sirenler gibi ışıldadığına emindim. Biriyle mutlu olabilmek böyle bir şeydi, ona karşı olan hislerinin giderek artması ve bundan olabildiğince memnun olman, hayatında yeni şeylerin seni eskilere karşı daha iyi hissettirmesi, Gökmen'in bana sunduğu her şeye razı hale geliyordum. Ona kızsam da bir telefon konuşmasından, bir gülümsemesinde sorunumuz çözülüyordu. Çok büyük sorunlara sahip değildik, kendi çapımızda takılıyorduk, yine de o her zaman bana sabırla yaklaşıyordu. Olgun ve adamdı, olgun bir erkekti ve bundan çok memnundum. Kendi yaşımdaki erkeklerin kızlara davranışlarını ara ara görürdüm, kız gibi trip atıp, bir güzel sözleri bile yoktu. Olgun değillerdi bir kere, tüm yaptıkları davranışların yanında bir etek giymedikleri kalıyordu çoğu zaman. Erkek nazlı olamaz, trip atamaz demiyordum ama bizim yaratılışımızda vardı, onlar daha düz ve odunlardı, bu yüzden de kadın gibi düşünemeseler de kadın ruhunun ucundan anlamak zorundaydılar. Anlamasalar bile Gökmen'in yaptığı gibi sormalı ve sabırlı olmaları gerekiyordu. İlk ilişkimdi ve hep içimden ettiğim dualar da olduğu gibi, hayırlı ve son olmasını istiyordum. Sağlıklı bir ilişki nasıl olur ebeveynlerimden öğrenmiştim, sağlıksız bir evlilik nasıl olur dayım ve yengemin olaylarından biliyordum, mutluluk verici ve kendimin yaşadığı bir ilişki ise nasıl olur Gökmen'den öğrenmiştim. İyi ki o! 🏍 İkindiye doğru biz mutfaktayken zil çaldı, Barkın, "ben bakarım." Diye seslenip kapıya koştu. "Dayım geldi!" Neşeli bağırışı hızla annemle ellerimizi yıkamamıza sebep oldu. Kapıya koşturduk. Dayım küçük kardeşi gibi anneme kollarını açıp bekledi, annem abla edasıyla gidip sarıldı. Gülümsedim. Babam da geldi. "Hoş geldin ablasının bir tanesi." Dedi annem. "Hoş bulduk ablam." Dedi dayımda. Dayım siyah saçlı, siyah gözlüydü, annemin başı omzuna denk geliyordu çünkü dayım 1.83'lük boyuyla bize tepeden bakıyordu. "Ev ne güzel kokuyor." Dedi gözlerini büyütüp övgüyle anneme bakarken. Anneannem ve dedem vefat ettikten sonra dayımı annem bakmıştı, aralarında çok yaş yoktu ama annem ablaydı. Bu yüzden dayım annemin yemeklerini çok severdi. Babamla tokalaştı, sıra bana gelince biraz çekindim ama dayım kollarını açıp iki adım atınca boynuna atladım. Dayım kalıplı da biriydi, omuzları bir metreydi bence, küçücük kalıyordum yanında. Bu formla bir de polis formasını giyince kızların dibi düşüyordu ama dayımın o kapıyı bir süreliğine kapattığına emindim. Tek kolu belime dolanmışken diğeriyle saçlarımı sevdim. "Hoş geldin dayıcım." "Hoş bulduk sarı civciv." Geri çekilip anlamayarak baktım, kaşlarım hafifçe çatıldı. "Sarı civciv mi?" "Buket'in sözündeki elbisen sapsarıydı, paylaymışsın ya oradan gördüm. Evin içinde parlıyordun." Utanarak gülümsedim. Babam anı kaçırmadan, "demek o elbise de o yüzden sarıydı." Dedi, hepimiz ona baktık. Ellerini birbirlerine vurdu. "Tüh. Nasıl anlayamadım o akşam." Annem güldü. "Yorma kendini hayatım." "Neyi anlayamamış eniştem?" "Çocuğun motoru sarı da." Diye kısaca açıkladı annem. Dayım kaşlarını kaldırıp başını kolu altında duran bana eğince utandım, dudaklarımı katlarken başımı eğdim. Barkın da dayımın diğer tarafından bana bakıp sırıttı. Gözlerimi kısıp kaşlarımı çattım. Dil çıkarttı. "Neyse kapı da kaldık, hadi geçelim içeri." Dedi babam. O önde giderken en arkada dayımla biz sarılarak yürümeye başladık. Dayım omzumdaki koluyla beni daha çok kendine çekip mırıldandı. "Manita yaptın ha?" Dedi benimle eğlenerek. "Aysuna'dan beklenmedik hareketler. Ne oluyoruz?" "Dayı ya." Beline sarılıp başımı göğsüne yasladım, ful kastı. Güldü kısık tonda. "Olsun olsun, normal şeyler bunlar. Baban da alışacak... Hem bize de eğlence çıktı, baban motorcu olduğunu söyledi." Gözlerime bakıp sırıttı. "Dayı gözünü seveyim-" "Şşş. O iş bende." Diyerek korktuğum tepkiyi verdi. Babam ve Barkın'la birlikte salona girdiler, annemle mutfaktaki işimize geri döndüğümüzde dayımın dediklerini anlattım. Annem güldü. "Anne ya." Diye sızlandım. "Babamla bir olup canını okuyacaklar Gökmen'imin." Daha çok güldü. "Bir şey olmaz ona, Gökmen sağlam gibi duruyor." "Ya çekinip sesini çıkartamazsa." Bana komik ve saçma bir şey söylemişim gibi baktı. "Gökmen mi?" Duraksadım, suratım büzüldü. "Evet, Gökmen." "Bana hiç çekinirmiş gibi gelmiyor." Gökmen'in bu kadar dışa dönük olmasının sonuçları buydu işte, annem bile birkaç görme de çözmüştü karakterini. "Tamam belki çekinmez ama... O kadar da konuşamaz." Gülümsemekle yetinip sessiz kaldı. Somurttum. İki saate yakın bir zaman içerisinde yemekler, içecekler, tatlılar hazırdı. Beşi biraz geçe üstümü giyinmek için odama çıktım. Evde yiyeceğimiz için bence kısa elbiselerimden giyebilirdim, hem Gökmen'le anlaşmış olsak da benim uzun elbisem yoktu. Geçen sene aldığım uzun bir tane vardı ama onun da yırtmacı baldırımın en tepesine kadardı. O elbisedense mini giymemi tercih ederdi eminim ki. Elbiselerim yatağımın üstünde diziliyken hepsine tepeden bir bakış attım, altta olanları üste çıkarttım, sonra yine altta kalanları üste çıkartıp baktım. Yatağıma sığmıyorlardı. Dolabımın kapaklarını açıp askılarıyla astım, sandalyemin üstüne koydum, odanın tüm boş yerlerine elbiselerimi koyup hepsine tek tek bakındım. Çok seçenek olunca da seçmesi zor oluyordu. Dudaklarımı büzmüş, çenemi ovarken, yükü bir bacağıma vermiştim. "Hımmm." Diye sesler çıkartıp karar vermeye çalışırken telefonum çaldı. Yatağımın üstünden geliyordu ama ses boğuktu. Elbiselerimi madende toprak kazar gibi ayıklayıp telefonuma kavuşmaya çalıştım, arayan kişi kapatmadan yetişsem yeterdi. Yakışıklı kask arıyor yazısını görünce gülümsedim. İlk öyle kaydetmiştim ve değiştirmek de hiç aklıma gelmemişti, Gökmen'e yakışıyordu sonuçta. Kapanmadan önce açtım. "Efendim?" "Ne yapıyorsun?" "Hazırlanıyorum, sen?" Boynunu çıtlatma sesi geldi. "Ben de başlayacağım şimdi." "Güzel." Elime bir tane elbisemi alıp boydan inceledim. "Bir şey soracağım." "Sor canım?" "Benim bir tanem elbisem var. Aslında bir sürüler. Ben diyorum ki zaten evin içindeyiz ya, kısalardan giyeyim mi?" Sanki beni görebilirmiş gibi başımı omzuma yatırıp sevimlilik yaptım. "Çok azcık kısa." "Sen onları yakmadın, biçmedin, kesmedin mi hala ya?" Gözlerim kocaman oldu. "Bebişlerimi nasıl yakıp, biçip, kesebilirim Gökmen!" Sessizleşti. "Yani ne bileyim..." diye geri adım attı. "Anlaşmıştık ya hani!" "Tamam, giymeyeceğim ama..." Sesim gitti, üzüntüyle dudaklarım büzülürken elbiselerime baktım. "Dolabımda dursunlar." "Ne yapacaksın, çeyizine mi koyacaksın?" Kendi sorusuna kızdı. "Onları çeyiz de falan görmek istemiyorum Aysuna." Güldüm. "Son son giyeyim işte ya, ne olursun?" "Dur tahmin edeyim, azcık dediğin baldırlarında?" Sessiz kalınca, "sessiz kaldığına göre doğru tahmin etmişim." Dedi. "Gerçekten son, uzun elbiselere geçiş yapacağım. Lütfen lütfen lütfen lütfen." Evde giyeceğim için umursamadı bile. "Ne yapmak istiyorsan öyle yap güzelim." Dedi. Gülümsedim. "Tamam." "Ama bak fazla güzel olma, sonra gözlerimi alamam senden, babanın dikkatini çekmeyelim." Kıkırdadım nazlı nazlı. "Bakarız." "İyi bakalım, görüşürüz." "Görüşürüz canımm." Telefonu kapattıktan sonra mutlu mutlu elbiselerime bakınırken aklıma düşenle duraksadım. Zaten evde giyecektim, ne diye izin almıştım ki? Başım kendiliğinden yana düşerken tek kaşım havalandı, duvara daldım. Ben iyice beyci olup çıkmıştım. Olduğum yerde titredim. Bu belki kötü bir şey değildi ama fazlası akla zarardı, az önce tecrübe etmiştim. "Kendine gel Aysuna!" Telefonumu yatağın üstüne geri koymak üzereydim ki Gökmen tekrar aradı. "Efendim?" Diye merakla sordum. "Ben ne giyineyim?" Sorusuyla duvarıma baka kaldım, sonra gülmeye başladım. Az önceki düşüncemin üstüne arayıp bunu sorması! Güldüğüm için, "ne oldu ya?" Diye sordu, gülmem bitene kadar bekledi. "Bir şey yok." Dedim, sonra beraber giyeceği şeyi seçtik. Bana demişti ama sanırım bu akşam ben gözlerimi ondan alamayacaktım! 🏍 Mora kaçan bir pembe bir elbise giyindim, baldırlarımın tam ortasındaydı, gerdan kesimi düz, kolları yok, ince askılıydı. Evde ayakkabı giyemediğimiz için tuhaf görünecekti ama ben siyah topuklu terliğim ile o açığı da kapatmıştım. Saçlarımı tepeden topuz yaptım, bollaştırıp dağınıklığını tel tokalarımla dağıttım, birkaç tutamı kulaklarımın ve şakaklarımın oradan lüle yapıp çıkarttım. Makyaja yoğunlaşamamıştım çünkü zaten babamın gözüne her hareketimle batıyordum. Hafif göz makyajımla yine de göz alıcıydım ama olsun, yapacak bir şey yoktu, güzel kızdım, saklayamıyorum ne yapayım. Aşağı kata indiğimde babamda pantolon ve mavi gömleğini giymiş, spor kıyafetleri ile döşenmiş dayımla salonda oturuyordu. Barkında kot pantolon ve tişört giymişti, annem henüz ortalıklar da yoktu. İçeri girip sessiz adımlarla tekli koltuğa hanım hanımcık oturdum, dayım gülümsedi, babamın surat ifadesini daha önce hiçbir elbiseme bakarken bu kadar kötü görmemiştim. Çıplak gelmişim gibi bakıyordu. Neyse ki ağzını açamadan annem girdi içeri, işe giderken giydiği mavi tonlarındaki takımlarından birini giymişti. Yine babamla kombin yapmıştı. Süzerken gülümsedim. O da beni süzdü küpesini takarken. "Parlıyorsun." Dedi neşeyle. "Aynen parlıyor." Dedi babam huysuzca. Annem hemen başında dikilirken omzuna vurdu. "Bu akşam sus Hamit." Babam surat asarken dayım ona baktı. "Ailesiyle birlikte mi gelecek çocuk?" "Ailesi yok." Dedi babam, Gökmen'e üzüldüğü tek konu buydu. Aslında aralarındaki iletişim kötü değildi sadece beni paylaşmakta problemleri olacak gibi duruyordu, ve kesinlikle tek sebebi babam olacaktı. "Nasıl yok?" Bana baktı bu sefer. "Vefat etmişler." Dedim. "Yaa." Dedi hüzünlenirken, aklına bir şey gelmiş gibi halıya daldı, belli belirsiz tebessüm etti. "Benim de eskiden tanıdığım motorcu, yetim bir genç vardı." Tebessümü belirginleşti. "O nerede, ne yapıyor acaba şimdi?" Dayım gibi tebessüm ettim, ses tonu hüzünlü ama güzel anlamlar taşıyordu. Sanki seviyordu o anlattığı genci. "Adı neydi?" Diye tatlı bir hevesle sordum. Gözlerime baktı. "Gökmen'di." Dedi an, hepimizin mimikleri şokla dona kaldı. Barkın ilk tepkiyi veren oldu ve kahkahası evde yankılandı. Annem, "yok canım." Dedi. Babam oturduğu yerde diklenirken, "bunun ki de Gökmen." Dedi beni gösterip. "Bursa da bir tane Gökmen yok ya baba." Dedim şokumu atlatmaya çalışırken. "Seninkinin adı da mı Gökmen?" Diye sordu dayım. "Evet adı Gökmen ama bir tane mi Gökmen var yani, başka biridir." "Annecim, Bursa da kaç tane motorcu, yetim ve Gökmen isimli Gökmen var sence?" Annemle bakıştık, evi sessizlik sardı. Önüme döndüm usulca. Halının desenleri beynimde dönen farkındalıklar gibi karmaşıktı. "O zaman sen tanıyorsun Gökmen'i dayı." Dedim başımı kaldırırken, yutkundum. Başını sallayınca yüzüm acı çeker gibi buruştu. "Bu iyi bir şey olacak, kötü bir şey mi dayı?" Babam, "tabii ki de kötü bir şey olacak." Diye atıldı, üstüne de dayım sırıtınca omuzlarım düştü. Peşine de kapı çaldı, annem bir karışlık topuklu terlikleri üstünde kapıya paytak paytak koşunca ben de oflayarak ayaklandım. Kapıyı açmaya ikimiz gittik sadece. Annem sağ olsun kapıyı açma işini bana bırakmıştı, benden çok o hevesli, heyecanlıydı nedense. Gökmen kapının önündeydi hemen, bir kolunun altında kaskı vardı, öbür elinde bir tane kırmızı gül. Bana gül almıştı. Yerim seni çocuk! Bizi görünce gülümsedi. O güzel gülüşü yok muydu? Beyaz dişleri, tadını bildiğim kıvrımlı dudakları, gözlerine kadar varan ışıltısı... İç çektim olabildiğince sessiz olmaya çalışarak. Kumaş pantolonu ve kumaş ceketi mat siyahtı, beyaz gömleğinin üstten üç düğmesi açıktı, boğazı tüm zarafetiyle gözlerimin önündeyken alt dudağımı hafifçe ısırdım. Gökmen içeri girdi. "Kübra teyzecim." Dedi, sonra gülü kaldırdı. Bana verecek sanıp elimi uzattım ama anneme verdi, elim havada kaldı, gözlerimde gülü takip ederek anneme kaydı. İkisi de bana bakıp kıkırdadılar. Kötü bakışlarım Gökme'e döndü hızla. "Hani benim ki?" Annem burada olduğu için ağzını açmadı ama bakışları seninki sonra ve farklı şekilde diyordu. O yüzden trip atmadan sessizliği kabul ettim. Gülden daha güzel bir şey verecekse kabulümdü. Annem gülünü koklayıp bana nispet yaptıktan sonra içeri adımladı, yalnız bıraktı güya bizi. Baş başa kalınca serseri sırıtışı üstümü süzdükten sonra yüzüne yayıldı. Gözlerime çıktı. "Ben sana çok güzel olma demedim mi?" Omuzlarımı sallandırdım. "Çabaladım ama bu kadar oluyor işte." Dedim nazlı nazlı. Sessizce gülüştük. O sırada içeriden dayım çıka geldi, benim gülümsemem yerinde kaldı. Gökmen'in ki ise göz göze geldikleri an düştü, hayalet görmüş gibiydi; dayım beklediği son kişiymiş gibi, gözleri büyüdü ve onu şok olmuş şapşik emojilerden birine benzetmekten alı koyamadım kendimi. Dayımsa hiç beklemediğim bir tepki verdi. Neşeyle kollarını iki yana açtı bize doğru yürürken, "ooo Gökmen, naber ya? Uzun zaman oldu." Dedi. Dayım trafik polisi, Gökmen de motorcuydu ve az önce tanıştıklarını öğrenmiştim. Ne bu samimiyet, aloo? Gökmen lâl olmuş dilini çözdü ve tek bir cümle kurdu, sonunda soru işareti en belirgin konumdaydı. "Polis amca?" Gözlerim ikisi arasında git geller yaşarken dayım daha çok bize yanaştı. Gökmen bir adım geri gitti sonra arkasını topukları üstünde dönüp kapıya yöneldi lakin dayım ensesinden yakaladı. "Gel buraya!" Deyip kendine çekti. Kolunu omzuna attı; boyları neredeyse aynıydı ama ağır kol baskısı Gökmen'i eğdi biraz. Beraber içeri ilerlemeye başladılar, alt dudağımı dişledim içimden eyvahlar çekerlerken. Sırtlarına bakarken hemen peşlerine koşmaya başladım paytak paytak. Salonun girişinde durduklarında yanlarında kısa kalışımı dahi takamadım. Babam ayaklandı, annem Gökmen'in suratına anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Her motorcu trafik polislerinden haz etmezdi ama Gökmen başını dayıma çevirmiş, bön bön suratına bakıyordu; yüzü buruşmuştu. Oda da acayip bir sessizlik vardı. Dudaklarımı ıslatıp sesli bir nefes verdim mecbur hissederek. Neyse ki ben konuşmadan dayım Gökmen'i gösterip, "sizin Gökmen bu değil mi? Çünkü benim ki de bu." Dedi, sırıttı. Annem bıyık altından gülümsedi, babam dayımın Gökmen'e yapacağı işkenceler gözü önüne gelmiş gibi keyiflendi. Gökmen sol elini kaldırıp işaret parmağını dayımın yanağına bastırdı, teninin sıcaklığını hissetti, iğrenerek geri çekerken yerinde de sıçrar gibi titredi. "Allah'ım gerçekmiş!" Dedi ağlar bir ses tonunda. "Kabus da gibiyim." Kıyamam, canım benim ya. Dayım güldükten sonra, "aç mısın?" Diye sordu. "Hemen sofraya geçelim derim, ben açlıktan ölüyorum." Annem misafire rezil olmuş gibi dayıma gözlerini belertti. "Selçuk!" "Ne? Yabancı yok, değil mi Gökmen?" Deyip sarstı. Gökmen yandan kötü bir bakış attı dayıma. "Zıkkım ye." Diye fısıldadı, gözlerim büyüdü; neyse ki sadece üçümüz duymuştuk. Dayım korkarak beklediğim tepkinin aksine kahkaha attı. Aralarında nasıl bir ilişki var çözebilmiş değildim, ama zararsız gibiydi. Yani İnşallah! Yoksa bu babamla olan ilişkisinden bile daha tehlikeli olurdu, dayım artık Bursa sokaklarındaydı, görev yeri de yakındı, sık sık Gökmen'le birbirlerine gülücük atacaklarından emindim. Sofraya gerilim içinde geçtiğimizde annemin nadir kullandığı yuvarlık masasında ben ve Gökmen yan yanaydık, Gökmen'in hemen karşısında gıcık, tuhaf, ölümcül bakışlar attığı dayım oturuyordu, benim yanımda Barkın, karşımda babam ve Gökmen'le babamın arasında da annem oturuyordu. Tabaklarımızda yemekler doluydu, bir kaşık alsam linç dolu bakışlara maruz kalırmışım gibiydi. Neyse ki bu duvarı annem yıktı, yemeye başladı. Dayım da hemen ona eşlik ederken babam, "acı biber ister misin Gökmen?" Diye sordu. Sevgilimin bakışları hızla sesin sahibine döndü ve normalleşti, hatta saygı dolu bir hale geldi. "Efendim Hamit abi?" "Acı biber ister misin diyorum, çorbanın yanında güzel gider." Nezaketen gülümsedi. "Ben, yok tercih etmiyorum, sağ olun." "Al al." Deyip küçük biber kasesini salladı babam. Duraksadı, babamın ısrarını anlamazken safça açıkladı. "Ama sevmiyorum." "Al oğlum al, bir dene." Gökmen zorla elini kaldırdı ama ondan önce ben uzanıp aldım kaseyi. Babama sevimlice gülümsedim. "Ben yerim babacım, teşekkür ederim." Babam bozulurken annem ve dayım birbirlerine bakıp sonra imalı bakışlarını babama çevirdiler, tek kaşları havalandı. Sadece üçünün anlayacağı şeyler barındırıyordu sanki o bakışlar. Gökmen rahatladı, Barkın diğer yanımdan, "ben de istiyorum." Dedi. Bu biberlerin ne kadar acı olduğunu biliyordum, babam metabolizmamız hızlansın diye arada yer ve bana da yedirirdi. Barkın'ın dilinin yanması benim için problem değildi. Seve seve uzattım, salak gidip bir de en acı olanı seçti. Annem müdahale edemeden yarısını ısırdı, anında suyu ağzına akıp yaktı geçti. Barkın'ın çığlığı evde yankılanırken annemle aynı anda masadan kalktılar ve mutfağa koştular. "Ah oğlum ah, her şeyi de yemeyi ver, bir yerin mi şişer!" Annemin azarına gülmeye başladık. Babamın bakışıyla Gökmen susmak zorunda kalsa da dayımla ben devam ettik. Annem, "Hamit ne iyi gelir bu acıya?" Diye bağırınca, babam da mutfağa gitti. Üçümüz baş başa kaldığımızda Gökmen bir anda masaya doğru eğildi, ona baktım. "Hani sen gitmiştin, mutlu mesut evlenmiştin, geri dönmeyecektin?" Dayıma cesurca çıkıştı. Dayım keyifle çatalındakini ağzına koydu, ağırca çiğnedi. "Boşandım geldim, sana ne. Bursa sana mı ait?" "Boşandın mı?" Diye sordu. "Ah ne güzel, yenge adına sevindim. Gerçi düğün eğlenceliydi, ben horon teptiğimizi hatırlıyorum ve seni başımdan alıp götürdüğü içinde ekstra mutluydum." "Sen düğünde miydin?" Diye sordum şaşırarak. Başını salladı. "Bize o an ceza yazamayacağı için sırf gıcıklığına gidip teker yakmıştım." Sırıttı. Evet birkaç motorcunun böyle bir şey yaptığını hatırlıyordum ama yıllar olmuştu ve ben o sıra içeride olduğum için izleyemediğim bir gösteri olmuştu, Gökmen'in horon tepmiş olması asıl şaşırtıcı olan kısımdı benim için. Hangi ara becermişti onu, ben niye görmemiştim? "Tabii düğünün yarısının polis arkadaşlarımdan oluştuğunu hesaba katamamıştın süper zeka." Bu sefer dayım sırıttı, Gökmen somurttu. "Artık burada mısın yani?" Başını salladı dayım. "Evet." Ağzından kocaman bir nefes saldı. "Aysuna'nın dayısı çıktığına inanamıyorum," mutfaktan gelen Barkın'ın çığlığı cümle arasına kaynaştı. "Gerçekten kabus gibisin, kabus da gibiyim." Beni eliyle rastgele gösterdi. "Aysuna da kabusumun pembe süsü gibi." Dayım güldü. "Kaderimiz bir Gökmen." Ciddileşip öne eğildiğinde gözlerimi kısarak dikkatle baktım. "Seni uyarıyorum hız düşkünü, ceza mıknatısı, belalı herif!" Kaşlarım havalandı, dayımın geldiğinden beri Gökmen'e uyguladığı ilk ciddi tavırdı. "Yeğenimi biraz bile üzersen motorunu bir yerine sokarım." Gözlerim genişledi. Gökmen ciddiye aldıysa da gözlerini devirip başka yöne döndü. Ben de tabii ki de anı kaçırmadım. "Dayıcım elbiselerime karışıyor." Diye hızla şikayet ettim. "Neymiş, uzunlara geçiş yapacakmışım." Dayım, "haklı ama biraz uzatsan fena olmaz dayıcım." Dedi. Ben şaşırırken Gökmen gülerek bana baktı, "kapak olsun." Dedi. Kaşlarımı çatıp dayıma döndüm hızla. "Dayı!" Diye uyarınca o da Gökmen'e bakıp, "karışma yeğenime." Dedi. Gökmen daha çok güldü. "Nereye düştüm Allah'ım." Annemler geri döndü, Barkın ağzını yelleyip duruyordu. Tekrar masaya oturduklarında dayım başladı Gökmen'e yazdığı cezaları anlatmaya. Gerçekten ilgi çekiciydi ama dayımın ağzından çıkan her olay illegaldi, ve babamın bakışları gittikçe kötüleşiyordu. Belki bana daha sonra anlatmasını isterdim ama şimdi hiç sırası değildi. "Hadi ama bütün akşam benim cezalarımdan mı bahsedeceğiz?" Dedi Gökmen. Haklı benim sevgilim. "Hangisinden?" Diye sordu dayım. "Yediklerinden mi yiyemediklerinden mi?" Sırıttı. "Hangisi size daha çok koyduysa polis amca." Dirseğimi boşluğuna masa altından geçirdim, inlerken kasıldı. "Şey yani, aklınızda hangisi kaldıysa demek istedim." Dayım üstünlüğünü iyi kullanıyordu, keyfi hiç eksik olmuyordu, babam ise amacına ulaşmış gibi dayımla aynı duygular içerisindeydi. "Bir motorcuyla polisi bile aynı masaya oturtabiliyor, canım yeğenim benim." Bana sevgiyle baktı. "Görüyor musun Gökmen?" Diye sordu, sanki marifetli bir iş yapmışım gibi. "Görmez olur muyum? Hatta ve hatta yiyeceğim tüm ceza kağıtlarının mürekkeplerinde hissediyorum." Annem kıkırdadı. Dayım, "büyük bir zevkle olacak." Dedi. "Seni sevmemem için çok çabala tamam mı?" "Ne yapıyorum ben ya, bir kötü huyum ceza yazmam, ona da katlanamıyorsun Gökmen." Dedi tatlı lakin sahte bir alınganlıkla. Gülümsedim. "Kendine sıkıntı ettiğin şeye bak," kolunu dirsekten kırıp işaret parmağını dayıma doğrulttu, "ben Aysuna için sana da katlanırım sana-" parmağı babama dönmüştü ki, babamın kırarım o parmağı bakışıyla hızla indirdi ve toparladı. "Ben sana Aysuna olmasa da katlanırım Hamit abicim." Babam burnunu kırıştırıp yemeğine döndü. "Gevşek." Diye mırıldandı. "Demek istediğim," direkt dayıma baktı. "Bu yemeğe tanışmaya geldim, seninle eksileri yad etmeye değil." Dayım eliyle ortamı gösterdi. "Sahne senin, buyur Gökmen bey." Arkasına yaslandı ve en sevdiği gösteriyi izleyecekmiş gibi beklemeye koyuldu. Yine sessizlik çöktü. Annem dirseğini masaya dayadı, çenesini avucuna aldı. "Ee Gökmen oğlum, kaç yaşındasın?" Annem zaten bildiği soru ile sessizliği böldü. Sonunda gelen normal muhabbet konusuyla rahatladım. Ama umuyordum ki yaş aralığımıza takılmazlardı. "27 Kübra teyze." "Oha." Dedi babam. Yalan yok, bir kötü oldum. "Baba." Diye mırıldandım mahcup bir ifadeyle. Dayım dahi babama ayıplarcasına baktı. Baba olarak tepkisi haklı olsa da saygısızcaydı. Babam tepkimle boğazını temizledi. Düzeltmeye çalıştı. "Bir anda söyleyince oldu, yoksa 7 yaş maksimum iyidir, fena değil. Biliyorsun annenle benim aramda da 5 yaş var, 2 yaş üstü de sizinki. Olsun." Gökmen ideal damat edasıyla sessiz kaldı, tebessüm ederken başını eğdi hafifçe. "Evin kira değil mi?" Diye sordu sonra annem. "Evet." Dedi Gökmen. "Ev almayı hiç düşündün mü?" "Hayır." "Hımm." Biraz düşündükten sonra, "doğru, asgari ücretle ev almak zor." Dedi. Gökmen hiç alınmadı, yanlış görmediysem dudakları annemin onu sadece garson olarak bilmesinden dolayı havalı biçimde kıvrıldı, benim bildiğim Uçurtma'dan kazanıyordu, altındaki motor lükstü, cezalarını ödemek için zengin olmak zorundaydı zaten. Benim bildiğim tek ek gelir kaynağı Uçurtma'ydı, onunla birden fazla ev alabileceğine emindim. "Hafta içi çalışıyorsun, hafta sonu ne yaparsın?" Annem şu an avukat ve kız annesi modlarını çorba yapıp karıştırmıştı. Dayım ve babam yemek yerken ikisini izliyordu, ben yemeği falan unutmuştum. "Genellikle arkadaşlarımla takılıyorum, Burhan ve bizim birkaç kişilik daha arkadaş grubumuz var." "Yaşar, Turhan ve zengin bebesi Atakan." Dedi dayım. Annem, "sen nereden biliyorsun?" Diye sordu boşta bulunup. "Az mı ceza yazdım bu beşine abla, onları hatırlamayayım da kimi hatırlayayım?" Annem, "haa." Derken başını sallayıp önüne döndü. "Bence gittiğin yerde bizi çok özledin, adımızın ağzından düşmediğine eminim. Lütfen itiraf eder misin Selçuk bey polis amca, oradaki ekip arkadaşlarına hep bizden bahsettin değil mi? Gördüğün her motorcu da aklına ben geldim." Sevgilimin diksiyonu ne kadar da güzeldi... Dayım istemeyerek tebessüm ederken gözlerini devirdi. "Hala burcunun hakkını verdiğini görmek güzel." "Burcun ne ki?" Diye atıldım; bunu nasıl daha önce akıl edip sormazdım? Gerçi Gökmen de benimkini sormamıştı. Herkes bana baktı. "Aslan." Dedi Gökmen. Aslan burçlarının egolarıyla tanındığını herkes bilirdi ve benim en çok çekindiğim burçlardan biriydi. Keşke sevgilim olmadan önce sorsaydım, reddetmezdim belki ama biraz daha süründürürdüm Gökmen'i. "Ohooo, siz daha birbirinize burçlarınızı sormamışsınız. Bu nasıl ilişki?" Dedi dayım ve annemden kötü bir bakış kazandı. "Bir yararım olsun bari, Aysuna'nın burcu Boğa haberin olsun." "Boğa mı?" Derken yüzünü buruşturdu, bana yandan baktı. Tek kaşım havalanırken kollarımı göğsümde bağladım. "Ne? Beğenemedin mi? Ben bile senin aslan olan burcuna bu kadar tepki vermedim." "Yok bir şey demedim de..." Burnunu kırıştı. "Bu kadar da zıt olmaz ya." Kesinlikle katılıyordum ama bu o tepkiyi vermesini gerektirmiyordu. "Hıh." Trip atarak önüme döndüğümde babamın dayıma tebrik dolu bakışlar attığını gördüm, sırf onlar keyiflenmesin diye düzelttim kendimi. "Barkın, ablacım. Dolaptan yaptığımız çilekli pastayı getirir misin?" Sırf Gökmen için yapmıştım, çilek kelimesini bile duyunca yüzü aydınlanan sevgilimle birazdan görüş açımda oturan iki düşmanımızı çatlatacaktık. Barkın koşarak gitti. Hepimiz o sırada tabaklarımızı toplayıp pasta tabaklarımızı önlerimize çektik, Gökmen'in akan hayali salyalarını görebiliyordum. Pastayı önüne koydu Barkın. "İzlinizle önce ben tadacağım." Deyince, sinirden kan beynime sıçradı. Kaşlarımı çattım, dişlerimi sıktım. "Hayatta olmaz! Bir öncekini de sen yemiştin zaten!" Hırsla pasta tabağını iki elimle önüme çektim. "Benim pastamı o mu yemişti?" Diye gaf yaptı Gökmen. "Sen Gökmen'e pasta mı yapmıştın?" Dedi babam kırılan potla, gözlerini büyütüp bana baktı. Annem iki eliyle şakaklarını ovalarken, dayım kahkahayı bastı. "Benim zavallı eniştem, ne sanmıştın ki?" Daha çok güldü. "Her kız sevgilisi için illa ki o mutfağın yolunu tutmuştur." Annem dirseği masanın üstündeyken işaret parmağını dayıma doğrulttu. "Selçuk sus!" "Tamam abla." Deyip arkasına yaslandı, yine de muzır gülüşü dudaklarından kaybolmuyordu. Gökmen yerin altında olmayı düşlerken alt dudağını kemirdi. Ben çaktırmadan pastayı kendime çekip gülümsedim. "Tatlı yiyelim tatlı konuşalım." Babam bakışları altında başını salladı ağırca. Pastayı kesip önce babama verdim, sonra dayıma, anneme, Gökmen'e ve en sonda tehdit vari bakışlarımla Barkın'a. Hele bir akşam olsun, odalarımıza çıkalım, canını okuyacaktım onun! Gökmen pastayı yerken yavaştı, oysa ki tıka basa yemek istiyor gibi duruyordu ama dikkat çekmek istemedi. Acı çekiyordu, pasta ona o pastaya bakarken bu kadar yavaş yemek acı çektiriyordu sanki ona. Bıyık altından gülümsedim. "Okul okumayı neden bıraktın Gökmen?" Diye sordu babam. "Sevmiyorum." "Sokaklar da serserilik yapmak daha cazip mi geliyordu?" Diye sordu dayım. Gökmen ona bakarak derin bir nefes alıp verdi, dayım gözlerinin içine baka baka çatalındaki pastayı ağzına koyup keyifle çiğnedi. "Tamamen legal bir serseriyim." "Saçının yanındaki şey?" Diye sordu babam, kısaca yüzünü ve başını inceledikten sonra. O çizik ilk tanıştığımızda daha belirgindi ama artık görmek için dikkatli bakılacak kadar saçları uzamış ve çiziği kapatmıştı. "Saç modası, eskiden hoşuma giderdi." "Şimdi niye gitmiyor?" Ben sevgilime bu kadar şey sormamıştım. Size ne yav saçının çizgisinden. Direkt dayımın gözleri içine baktı. "Daha az illegal göstersin diye." Dayım gözlerini kısınca sevgilim babama döndü, bakışları anında normalleşti. Babam başını sallayarak pastasına döndükten sonra annem, "hep burada mı yaşadın Gökmen?" Diye sordu. Tereddüt etse de durmadı. "Ailenle hep burada mı yaşadınız?" Yüzüne baktım, hep ailesinden bahsetmenin canını yakmadığını söylüyordu ama bu akşam, benim tüm ailem buradayken içten içe kahrolduğunu biliyordum. Yine de hiç göstermedi. "Hayır." Dedi, hüzünlü bir tebessüm yerleşti dudaklarına. "Sık sık yurtdışına çıkardık ailecek ve hep büyük şehirlerde yaşadık... Ben sonradan yeni bir hayat için Bursa'ya geldim. Burayı seviyorum." "Gitmek gibi bir planın yok yani?" Diye sordu babam. Dayım dahi ilgiyle cevabı bekledi. Başını iki yana salladı aşk böcüğüm; içimden geçirmesi bile yüzümü buruşturmama sebep oldu. "Hayır." "İyi, güzel." Pastasının son lokmasını aldı. "Aysuna yurtdışında bir okul istiyor." Direkt gözlerine baktı. "Olmazsa da İstanbul'da. Bursa da kal diyoruz ama gitmek istiyor." Gökmen ilk defa duyduğu acı gerçekle sessizleşti. Başı usulca bana döndüğünde sadece önüme bakabiliyordum, bunu ona söylemek hiç aklıma gelmemişti. Oysaki düşünmem gereken ilk şeydi. Alt dudağımı içten dişledim. Bana uzunca bakmak ister gibi durdu ama babam da ona bakıyordu, gözlerini iki kere kırpıştırıp yutkundu ve önüne döndü. "Onun kararı." Dedi sonra boğuk bir sesle, bu ses tonundan rahatsız olmuş gibi boğazını temizledi. "Kendisi için en iyi olacak şeyi biliyordur, size ve bana düşen arkasında durmak." Sesi, geldiğinden beri ilk defa bu kadar olgun, ciddi ve net çıktı. Babam etkilenmiş olmalıydı, gözlerine uzunca baktı, neredeyse memnun olduğuna dair mimiklerini görecektim. Başını sallayıp önüne döndü. Biraz sessiz kaldık, Barkın hepimize bakınıp durdu. Sessizliğin sebebini anlamıyor görünüyordu ama dalgın olduğumuzun da farkındaydı, fırsat bilip pasta tabağına uzanınca eline vurdum. İnleyip elini çekti. "Üçüncü dilim yok." "Cimri abla." "Sonra karnın ağrır ablacım, seni düşünüyorum." Dedim sahtelikle. Tabağı kendime çekip koruma altına aldım. "Sandalye üstünde oturmak rahatsız etti beni, içeri geçelim de kızım bir kahve yaparsın bize, olur mu?" Diye sordu babam. Hızla onayladım. Beraber kalktık, herkes sofradan bir şeyler alıp mutfağa götürdü, bulaşıklar bana kalmış olsa da sofrayı toplamak her evin üyesine ait bir sorumluluktu. Pastayı dolaba koydum, fincanları çıkarttım. Annemle babam orta şekerli seviyordu, dayım şekerli ve Gökmen'im sade, ben su içerdim. Makina da hızlıca üç çeşidi de yaptıktan sonra salona geçtim. Tek tek kahveleri dağıttım, Gökmen alırken bana bakmadı, okul mevzusunu ona söylemediğim için kızmış olmalıydı. Çaprazında olan tekli koltuğa oturup suyumdan yudum aldım. Babam ve dayım, Gökmen'i bırakmış kendi aralarında seslice sohbet ediyorlardı. Dayım uzaktaki hayatından bahsediyordu, bizden uzakta neler yaşadığını. Annem ilgiyle dinliyordu, dayım evlenip giderken çok üzülmüştü, abla yüreği dayanamamıştı o ayrılığa ama mecburdu. Gökmen'le ben ise sessizdik. Bir yarım saat sonra Gökmen kahvesini bitirmiş ve sohbetin arasına girebileceği boşluğu yakalamışken ayaklandı. "İzlinizle ben kalkayım artık." Babamlar sustu, onlar da kalktılar. "Tabii oğlum buyur." Dedi annem. Gökmen morali bozuk olsa da nezaketen başını salladı. Kapıya gittik. Ayakkabısını hızlıca giyip babamlara selam verdikten sonra çıktı. Ben peşinden inerken annemler kapı ağzında kaldı. "Çiçek iyi görünüyor." Dedi dayım. Gökmen kaskı elinde döndü. "Öyle." Diye basit bir cevap verdi. Sıkıntı göğsüme toprağa düşen yağmur damlaları gibi düştü, derince soluklandım. Kaskını takıp eldivenlerini giyinmeye başladı. Annemin itip kakmasıyla içeri geçen babamın, "olmaz, duralım." Sesini işittim, ama annem galip geldi. Kapıyı kapattıkları zaman rahatladım ve Gökmen'e yanaştım. Motora binmişti. Elimi omzuna koydum. "Gökmen." Dedim yatıştırıcı bir tonda. Hızla bana baktı, açık vizöründe siyah gözleri parladı. "Ne zaman söyleyecektin, yurtdışına gitmek için valiz hazırlarken mi?" "Haklısın, haklısın özür dilerim ama gerçekten hiç aklıma gelmedi." "Böyle bir şey nasıl aklına gelmez Aysuna? Basit bir şey mi bu! Yurtdışına gideceğim diyorsun, 4 sene belki de 5! Öylece unutulacak bir şey mi sence bu?" "Bu benim için hep kararsız kaldığım bir konuydu, kazanırsam gidecektim, kaybedersem kalacaktım, ya da kazansam bile tereddütteydim. Kafamı kurcalayan bir konu değildi, sonra seninle tanıştım, her şey çok hızlı ilerledi, Buket'in düğünü, sen, derslerim, babamın kaprisleri, onu düşünecek hiç vaktim olmadı." Sustu, gözlerime baktı. "Peki şimdi?" Diye sordu daha ılımlı tonda. Hızlıca devam ettim. "Şimdi!" Sıkıntımı atmak için ağzımdan nefes verdim. "Şimdi istediğim tek şey burada kalmak, yurtdışı tamamen aklımdan çıktı. Belki en uzak İstanbul." Gözlerine anlayış için baktım. Uzunca baktı sonra göz kapakları gözlerini huşuyla örttü, rahatlamış mıydı, karışık duygular içerisinde miydi? Anlamıyordum, göstermiyordu. Gitmeyecek olmamın onu sevindirdiğini biliyordum, aksini desem ne tepki verirdi peki? Benimle gelir miydi? Sanmıyorum, burayı seviyordu. Dostlarını, hayatını. Ama beklerdi beni, bundan emindim. Gözlerini açarken kaskını çıkarttı, tek kolunu uzatıp boynuma doladı, kendine çekti beni, kollarımı hızla beline sardığımda sarıldık. Yüzü saçlarım arasındayken soluklandı. "Uzağa gitmeni istemiyorum." Dedi, sesi kısık ve boğuk çıkmıştı. "Gitme." Başımı salladım. En büyük hayalim yurtdışında okumak değildi, olsaydı bu kararda çok zorlanabilirdim ama benim için ya olurdu ya da olmazdı... Ailemi de Gökmen'i de bu şekilde bırakamazdım. Geri çekildi ama uzaklaşmadı, kolu boynumdan belime indi, çıplak dizlerim tek bacağına ve Çiçek'e değiyordu. "İstanbul'a gidersen seninle gelirim, yanında olurum." Duraksadı. "Eğer istersen?" Diye sordu çekinerek. Gülümsedim, başımı salladım mutlulukla. "Elbette isterim." Dedim, o da gülümsedi. "Karşılıklı daireler de otururuz ama." Kaşları sevimli tavrıyla çatıldı. "Niye ya?" "Evli değiliz Gökmen." "Ondan kolay ne var?" Güldüm, gülüşümle başım hafifçe geriye düştü, boynum gerildi. Hiçbir fırsatı kaçırmayan sevgilim de hızla boynumdan bir öpücük çaldı. Huylanınca başımı eğdim. "Yaa." Diye sızlanırken çenemi bastırdığım için gıdığım çıktı. "Huylanıyorum yapma." Güldü. "Yarın kesin izin aldın değil mi?" Konumuz kapanınca diğer konuya geçiş yaptık. "Anneme söyleyeceğim şimdi. Babamı o halleder." "İyi. Kübra teyzem kıyamaz bize." Gülüştük. Evin kapısı açılınca kendimi nasıl geriye attım bilemedim. Ama boşa aksiyon, gelen Barkın'dı. Gözlerim baydı. "Ne var?" "Babam 'fazla dışarıda kaldı, içeri gelsin artık' dedi." Gökmen tekrar kaskını taktı, başımı salladığımda Barkın içeri girmek yerine Çiçek'e baktı. Gökmen, üstüne motoru çalıştırınca daha bir ilgiyle baktı. Babam bu bakışlarını görse evlatlıktan reddederdi Barkın'ı, onun arabacı olacağından emindi çünkü bende başaramamıştı, tek umudu oğluydu. Gökmen kardeşime baktı. Küçük bir ara gaz verdi. "Denemek ister misin?" "O arabacı boşuna uğraşma." Dedim. Barkın basamakları inip yanımıza yavaşça gelince şaşırdım, motorun önünden çekildim. "İsterim." Dedi. Kaşlarım havalandı. Gökmen gazı ona bıraktı. "Fazla verme sakın Barkın." Diye uyardım. Elini gazın üstüne koydu, hafif çevirince Çiçek mahalleyi inletti. Korkarak elini çekti ama kocaman gülümsüyordu. Gökmen'e baktı sonra bana baktı ve yüz ifadesini düzeltip, "bir araba değil." Diyerek gururunu kurtardı. "Ben gidiyorum, sen de çabuk gel." Eve koşarcasına gitti ama kapıdan girmeden önce son kez Çiçek'e baktı. Kapıyı kapatınca arkasından güldük. "Zehir verilmiştir." Dedi Gökmen. "Kesinlikle." Yanaşıp gazı tutan koluna sarıldım. "Ben bir kere verebilir miyim?" Gözleri baydı. "Hayır." Somurttum. "Barkın veriyor da ben niye veremiyorum. En çok benim hakkım. Motorcu olan benim, sevgilin olan da benim." Burnuma fiske attı. "Sorunlarımızı konuşarak hallediyoruz ama hala kızgınım sana, Çiçek de benim tarafımda. O yüzden yok sana ara gaz, mara gaz." Omuzlarım küskünlükle çöktü. "Çok zalimsin." Sırıttığı için sağ elmacığı belirginleşti. "Sen de çok güzelsin." "Yemezler yürü git." Deyip vizörüne vurdum. Sertçe kapanınca sahteden inledi. "Ben bittim kaskım başladı." Gülmemek için dudaklarımı sıktım. Vizörü açıp gözlerime bakınca kıyamadı yine. "Gel hadi gel, ver azcık." Küçük çocuk gibi sevinip yanına doğru zıpladım, eteğim uçuştu. Ara gaz verince karnımda kelebekler uçuştu, nefeslerim hızlandı, gülümsemem genişledi. Sesi güçlüydü, enerji veriyordu, huzur veriyordu, mutluluk veriyordu. Ben mahalle çocukları gibi sevinirken Gökmen açık olan bacaklarımdan birine vurdu. Gözlerim kocaman oldu. "Dağ ayısı, ne yapıyorsun?" Dedim son anda çığlığımı bastırıp. "Bu elbiselerden ne zaman kurtuluyoruz?" Diye sorunca, gözlerim baydı. "Takıntılısın." "Ben diyorum ki bir ara kampa gidelim, sen bunları valizine doldur getir. Odun yerine yakar, ısınırız. Bari bir yararları olsun." "Elbiselerim hakkında ki kötü fantezilerinle arana girmek zorundayım canım! Çünkü öyle bir şey olmayacak." Eteğimin diplerini tutup olduğum yerde prensesler gibi salındım. "Yatağımın altına koyup saklayacağım." "Çeyizine koyamazsın, kızına veremezsin, ne yapacaksın onları Aysuna?" Gözlerimi büyütüp başımı uzattım. "Yav sana ne, sana ne, sana ne!" "Aman iyi be. Ne yaparsan yap." Vizörünü kapattı yine. "Yeter ki giymede." Kısık sesle mırıldanıp kapıya doğru gitti. Kapalı kapıyı kızgın olduğum için açmayacaktım, inip açsın diye beklerken dışarıdan başka biri açtı. Kutlu gelmişti. Gökmen'le göz göze geldiler. Duraksadı ikisi de. Gökmen yavaşça aralıktan dışarı çıkınca Kutlu geri çekilmek zorunda kalmıştı. Kapıya doğru gittim. Gökmen gidecekti ama biraz ilerledikten sonra durdu, başını çevirip bana baktı. Kutlu hiç Gökmen umurunda değilmiş gibi bana bakıyordu. "Kusura bakma müsait misin diye aradım ama açmadın. Yarın akşam ders çalışacak mıyız diye soracaktım yoksa plan yapacağım arkadaşlarla." Gökmen hala bize bakarken nasıl evet diyecektim ki. "Aaa..." Yutkundum. Sonra yarın bütün gün Bursa da olmayacağım geldi aklıma, rahatladım. "Maalesef, ben yarın yokum." Gaflete düşüp elimi koluna koydum arkadaşça. "Sen yarını kendine ayır, bir sonraki akşam yapalım olur mu? Haberleşiriz." Başını salladı, yandan Gökmen'e baktı, bana baktı, ağzını başka bir şey açacakken Gökmen motordan inip bize doğru geldi. Aramıza kollarını uzattı, "kapı açık kaldı." Dedi. "Kapatayım da köpekler girmesin." Deyip çekince kapı gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti. Ben içeride onlar dışarıda kaldı. İlk birkaç saniye şaşkınlıkla kala kaldım, sonra tam harekete geçecekken karşı kapı sesi ve motor sesi geldi. Gökmen gitmiş, Kutlu evine dönmüştü. Ufacık kötü bakışmaları dışında bir şey olmadığı için rahatladım. Nefes verip eve döndüm. Bu akşamı da bitirmiştim. |
0% |