@dangerous_hatun
|
Böyle bir akşamın geldiğine, yaşadığımıza ve bittiğine inanamıyordum. Gökmen gidip ben eve girdikten sonra ruh gibiydim, bazı anların gerçekliğini yaşadıktan sonra idrak edebiliyordunuz. Sözler aklınıza gelince utanç duyar, yaptıklarınıza güler ve kendinize kızardınız. Sofra da babamın karşısında sevgilimle yan yana oturmak çok acayip ve tuhaf bir histi. Yanlış değildi ki bence, doğru olan ailemin birlikte olduğum kişiyle tanışmasıydı. Bu yaşta doğru muydu? Hayır. Ama olan şeyi saklamam çok daha yanlış ve tehlikeli olurdu. Ailem biliyordu, herhangi bir şey de yanımda olabilirlerdi, bir şey olsa kimle olduğumu biliyorlardı. Bana güveniyorlardı, Gökmen'i tanımalarıysa her açıdan daha sağlıklıydı. Salona giderken dayımın sesini duydum. "Gökmen iyi çocuktur enişte." Diyordu, ve sanki uzun soluklu bir konuşmanın son cümlesiydi. İçeri girdiğimde sustular, dayım ayaklandı. "Ben de kalkayım artık." "Oturuyoruz işte dayı, gitme." Dedim hemen. Yanında durunca kolunu omzuma atıp sarıldı. "Yarın sabah iş başı yapacağım dayıcım, dinleneyim biraz." Mecbur kabul ettik. Kapıya gittiğimizde annem, "kahvaltıya gel." Dedi. Babam peşine devam etti. "Akşama da gel." İkisinin de dayımı sevmesi iyi bir şeydi yoksa evlilikte bu tür şeyler sorunlara sebep olabiliyordu, annem sevip babam dayımı sevmeseydi gelmesini istemezdi ve annem üzülürdü. Dayım, "sabah gelemem ama akşam yemeğine gelirim İnşallah enişte." Dedi. Başlarımızı salladık. Dayım sokağa park ettiği arabasına binip gittikten sonra içeri girdik. "Üstümü değiştirip geliyorum anne, mutfağı elleme." "Tamam kızım." Koşarak odama çıktım. Saçımı hızlıca yıkayıp kuruttuktan sonra pijamalarımı giyindim. Mutfağa geri döndüğümde annemle babam içerideydi, babam akşam yenmesi gereken yoğurtlu metabolizma hızlandırıcı şeysini kapıdan girerken elime tutuşturdu, "başka bir şey yemeden yat tamam mı?" Diye tembih etti. Başımı salladım. Kendine yaptığını alıp mutfaktan çıktı. Karışımı hızlıca kaşıklayıp yemekleri toplayan annemin yanına geçtim. Yardıma koyuldum. Bir yandan da yüzüne bakıp izin almak için doğru anı kolluyordum. "Buket'i aradın mı kızım?" Duraksadım, kaşlarım çatıldı. "Niye, bir şey mi oldu?" En son dün akşam görüşmüştük ve sonra ben kendi derdime düşüp arkadaşımı unutmuştum. "E kız evlenecek şurada bir hafta içinde, en yakın arkadaşısın, ailesi yok yanında." Dedi gözlerime bakarak, kızmıştı. "Gelinlik seçmeye gidilecek, taşınacakları ev temizlenecek, bir sürü şey var yardıma gitmek lazım, arayıp sordun mu?" Kınadan bir iki gün sonra düğün olurdu ama Burhan iş yoğunluğu yüzünden bir hafta sonraya almıştı tarihi diye biliyorum. Düğüne kadar da yapılacak bir ton iş vardı, neler olduğunu bilmiyordum ama Buket'in bunlar da bana ihtiyacı vardı. Yanında olmalıydım. Omuzlarım düştü. "Aramadım." "Aferin sana kızım." "Anne dün bir bugün iki stres sıkıntıdan aklıma hiçbir şey gelmiyor." Ağlamaklı bir sesle çıkışınca bana ters bir bakış attı. "Nerede şimdi Buket? Evde tek başına mı?" Kendime olan sinirimle inledim. "Ağhh, evet. Tek başına." "Çağır gelsin, tek kalmasın evde." "Bu akşam olmaz." Deyince, annemin korkutucu bakışlarına maruz kaldım. "O niye?" Diye sordu, konuyu açmak için bundan daha doğru bir an yakalayamazdım, tam sırası kızım, patlat bombayı! Yutkundum. "Anne." Diyerek yanaştım. "Ne?" Dedi kuşkulu bir sesle. Sırnaştım. "Gökmen'le küçücük bir plan yaptık biz." Tek kaşı kalktı. "Eee?" "Yarın." "Eee?" "Diyoruz ki-" "Demeyin bir şey Aysuna." Diye susturdu beni. "Daha baban yeni yeni alışıyor, üst üste bindirmeyin olayları, kocama kastınız mı var sizin?" "Ya daha ne olduğunu bile söylemedim ki?" "Böyle kıvrandığına göre hoşuma gitmeyecek bir şey." Zeki kadın ya. Alt dudağımı dişleyip şirinlik yaptım. "Biraz." Dedim. "Hayır." Dedi daha duymadan. Koluna asıldım. "Ama anne ya." "Hayır dedim." "Motorla Balıkesir'e gidip geleceğiz." Gözleri kocaman oldu söylediğimle. "Ne?" Diye sesini yükseltti. "Balıkesir'e? Motorla? Hem de baş başa? Yok yok sen babanı geçtim beni bile kalpten götürürsün." Annemin tepkisi ekstra korkmama sebep oldu çünkü izin vermezse hayatta gidemezdim, ben öyle gizli saklı işlere karşı olduğum gibi yapamazdım da. Çok korkardım, yanlıştı. O yüzden de tüm yılışıklığımla ısrarıma devam ettim. Tabii bir Uçurtma'ya gitmekle Balıkesir'e gitmek bir olmadığı için tutuşmuştum. "Anne ne olur ya, ne olursun, ne olursun." Ve o korktuğum hareketi yaptı; kesinlikle olmaz dercesine gözlerini kapatırken kaşlarını kaldırdı. "Motor süreceğiz, biraz gezip geleceğiz. Lütfen ya." "Bursa'nın suyu mu çıktı ya, Balıkesir de ne işiniz var?" Geri çekilip küskün bir ifadeyle baktım. İşime geri döndüm, taktik değiştirme zamanıydı. "Gökmen yanıldı, keşke iddiaya girseydik ben kazanırdım." Elleri duraksadı, yandan baktı. "Ne konuda?" "O, 'Kübra teyzem kıyamaz bize, aşıkları ayırmaz, mutlu olmamızı ister, merhametsiz değildir, yufka yüreklidir' dedi, senden çok umudu vardı, babam gibi vicdansız değilsin diye, izin verirsin sandı ama. Neredeee?" Elimi havada salladım. Sesli bir nefes verirken yüz ifademi süzdü, acındırma taktiğim içinde Gökmen olduğu için işe yarayacaktı bence. Annem damadını seven kaynanalardandı, bana kıyar ona kıyamazdı bence. "Kaçta gideceksiniz?" Diye sessizce sordu. Hemen pas vermedim. "Sabah namazı çıkalım dedik, erken gidip erken dönmek istedi Gökmen. Babam kızmasın diye." Onu övüyordum ki daha çok sevip takdir etsin ve izin versin. İşe de yarıyordu. Başını onaylarcasına salladı. "Balıkesir de gezip geleceksiniz ha?" "Evet." Durdu, uzunca düşündü. Mutfağı toplamayı kesmeden heyecanla cevabını bekledim, izin verecekti aslında, emindim artık. "En geç 7 de evdesin Aysuna." "Evet." Diye sevinçle zıplayıp anneme sarıldım. "Kadınım benim ya, aşkım, can parem." "Git git, yalaka seni." Gülerek geri çekildim. Durup gülüşümü bıraktım. "Ama 7 çok erken." Vurur gibi elini kaldırdı. "Çarparım ha." Gülüp kaçtım. "9 olsun bari." "7 dedim!" Diye baskıladı. Bir avukatın karşısında sadece hakimseniz kazanabilirdiniz, suçumu kabul edip cezama boyun eğdim. "Tamam." Deyip işime döndüm, yedi kötü değildi, idealdi, iyiydi iyi. Beş de yola çıksak yedi de anca eve varırdık bence, neyi hesaplıyorsam, hiç belli olmazdı, trafik ve Gökmen'in hızına göre her şey değişirdi. Annem yemekleri halledip 'iyi geceler' diledikten sonra yatmaya gitti. Mutfağı 1 saate yakın bir sürede bitirip odama çıktım, Buket'i aramak istiyordum ama saat geç olmuştu. Okul için erken yatmış olabilirdi, aramakla aramamak arasında kaldım ve aramadım. Uykusundan uyandırınca huysuz oluyordu, yarın eve dönünce üşüşürdüm başına. Yatmadan önce kıyafetlerimi seçtim, dolabımın kapağını açıp astım, yapacağım makyaj tipi için malzemelerimi de masamın üstüne dizdim, ayakkabılarımı kafamda belirleyip alarmımı kurdum. Yatağa girip tavanla bakışmaya başladığımda bu akşam düştü aklıma, bir anda gülmeye ve yatakta tepinmeye başladım. Hala inanmakta zorluk çekiyordum, hangi ara buraya gelmiştik? Benim en son hatırladığım Gökmen'le tanışmamız ve flört edişlerimizdi, yanağımdan öptüğü zamandı, R6 kullandığım zaman, bakışmalarımız, ve hatta camımdan girip beni korkuttuğu zaman. Şimdiyse sevgilimdi, ailemle tanışmıştı, günler su gibi akıp geçiyordu, biz büyüyorduk, yaşıyorduk, ilerliyordu her şey. Düşündükçe korku sardı, sanki bu zamanlar geçince bir daha aynı ya da benzer güzellikte anlar gelmeyecekmiş gibi korktum. Yaşadığım güzel saatlerin değerini bilmem gerekiyordu, bir daha o aynı heyecana, vakte sahip olamazdım. Benzeri olsa da aynısı asla olmazdı. O yüzden de yarını dolu dolu geçirmek istiyordum, Gökmen bana ayak uydururdu, daha bile güzelini yapardı. Kafa dengi bir sevgili, ilişki ve en önemlisi de kafa denginin uyuştuğu bir eş... Hayali saç beyazlatırdı ama Gökmen'den çok umutluydum. Tanışalı neredeyse bir ay olacaktı, kötü bir izlenimi yoktu, karakterini saklama gibi bir çabası hiç olmamıştı. Ben buyum diyordu ve hiç çekinmiyordu. Açık bir kitap gibiydi, sayfalarının huzur koktuğu kalın ama akıcı bir kitap... 🏍 Bayram sabahına uyanmış gibi ağır bir heyecan dalgasıyla uyandım alarmın sesine. Hiç zorlanmadım kalkarken, zıpçık gibiydim. Enerji doluydum, Balıkesir'e gideceğimizi düşündükçe karnıma ağrılar giriyordu, motorla saatlerce yolculuk edecektik, rüzgarla, güneşle, motor sesiyle, en güzeli de Gökmen'le... Ben uyandıktan birkaç dakika sonra Gökmen uyanıp uyanmadığımı öğrenmek için aradı, uyandığımı söyledikten sonra yarım saate geleceğini haber verdi ve kapattık. Elimi yüzümü yıkayıp kişisel bakımımı hızlıca yaptım, o erkekti şimdi, benden hızlı hazırlanırdı o yüzden acele etmem lazımdı. Üstümü giyindim, saçlarımı tarayıp arkamdan sarkacak şekilde ördüm, kask takarken en çok salıkken ve bu şekilde örgülüyken rahat ediyordum. Maskaramı sürüp, göz kalemimi çektim, yanaklarıma ya da dudaklarıma bir şey sürmek istemiyordum çünkü öpüldüğü zaman karşı tarafın dudaklarında iğrenç ve garip bir his bırakıyordu. Gökmen'e bunu yapamazdım. Çantamı alıp sessizce indim merdivenleri, mutfağa girip dün akşam hazırladığım kapları poşete koyup aldım. Çilekli pasta, biraz poğaça, yanına domates, peynir ve zeytin almıştım, Gökmen kahvesini unutmazdı ben de yolda giderken kendime meyve suyu alırdım, kahvaltı öğünümüzü öyle geçirirdik. Evden çıktığımda güneş yeni doğuyordu, yine de her yer aydınlıktı. Dış kapıyı sessizce sürüp çıktım, kapının önünde beklerken kaskımı ıslak mendille sildim. Çiçek'in sesini ta üç mahalle öteden duyunca dudaklarım kıvrıldı, başımı kaldırıp her zaman geldiği yöne baktım. Çok değil, bir dakika sonra bir arı gibi bana doğru süzülmeye başladı, motor iyi hoştu ama üstündeki de yakıyordu yani. Tam önümde durdu, vizörünü açıp, "bağyan." Dedi şiveyle ve uzatarak. Gülüşümü zor tuttum. "Alayım mı seni?" Çapkın ses tonuna güldüm, omuzlarım gülüşümle sarsılırken kaskını çıkarıp gülüşünü gözler önüne serdi. "Reddedersem kendimi affetmem." Gülüşü arttı, motordan inip çantamı altı, sırtındaki büyük çantayı içine koydu, sonra poşeti alıp onu da koydu ve fermuarı kapatıp arkama geçti. Çantayı kollarımdan geçirirken, "Kübra teyzem bize kıyamaz demiştim ben sana." Dedi. "Bana değil, sana kıyamadı Kübra teyzen." Dedim kızgın bir alınganlıkla. Güldü. "Kıskanç köpke seni." Önüme geçerken yanağımı öptü. Kaşlarımı çatsam da gülümsedim. Önüme doğru çıkan küçük saçlarımı geriye parmak ucuyla taradı ve kaskımı başıma geçirdi, bu seferde gözüme gelen saçlarımı arkaya atmaya çalışırken gözlerine odaklanmıştım, benimle ilk kez okula gidecek çocuğuyla ilgilenen bir anne gibi ilgilendi, çenemin altından kemerimi taktı ve gözlerime bakıp gülümsedi. "Hazır mısın?" "Bunu daha önce hiç yaptın mı?" Hevesle sormuştum. "Birkaç kere evet, İstanbul, Kocaeli ve Afyon'a gitmiştim. Gece yolculuğu korkutucu ama gündüz çok eğlenceli." Ağzımdan bir nefes verip gülümsedim. "Ayh çok heyecanlıyım." Sevimliliğime güldü. Başını yana eğip kaskın içine girdi, elmacığımdan öptü; öperken gözlerim refleksle kapandı ve burnum kırıştı ama gülümsemem yerindeydi. Geri çekildikten sonra, "heyecanına değecek, hadi gidelim." Dedi. O benden daha heyecanlıydı. Motora binip sokağın diğer ucundan yola çıktık. Sabah heyecanla kalkmış olsam da yol gittikçe uykum gelmeye başlamıştı, kollarım Gökmen'in beline sarılı başım sırtına yaslıydı, arabaların yanından normal hızda geçerken rüzgar ılıktı, uykumun gelmesi için harika bir atmosfer vardı. Ben de buna karşı gelemedim. Gözlerime kapandı ama her bilincim kapandığında yolun sarsıntısından tekrar açılıyordu. Gözlerimi açık tutamıyordum ama kapatamıyordum da, aç kapat, aç kapat... Zaman kavramını da böylece unutmuştum ama bir benzinlikte durduğumuzda kollarımı Gökmen'den çekip iki yana açtım, gerindim. Motordan inip bana baktı, kaskını çıkartınca gülümsediğini gördüm. "Ayy geldik mi?" Başını geriye atarak güldü. "Yola çıkalı bir saat oldu, ne gelmesi." Omuzlarım düştü. "Ne zaman varacağız?" Baygın gözlerimi görünce kıyımsızlaştı, yanıma gelip kaskımı çıkarttı. "Çok az kaldı." Dedi. "Benzin alıp şurada kahvaltı edelim, kafe var bak. Sonra devam ederiz." Başımı sallayıp motordan indim. Gökmen benzin alırken usluca bekledim, Çiçek doyduktan sonra üçümüz yan yana kafe tarafına ilerlemeye başladık. "En son ne zaman yıkadın sen bu kızı?" Derken Çiçek'in çamurluğu üstünde birikmiş olan tozu toprağı silmeye çalıştım. "Pislenmiş." Sesim azarlı tonda çıkınca, "yolda gelirken oldu o ya, yoksa ben kızımı yıkıyorum her zaman." Diyerek hemen savundu kendini. "Araba mı bu Gökmen, motor bu motor. Tozlar hızdan üstünde kalamıyor ki, uçup gidiyorlar. Bayağıdır yıkamamışsın işte, kirli kalmış Çiçek." Dudak bükerek önüne döndü çünkü haklıydım. Kafenin yakınına Çiçek'i bırakıp masalardan birine oturduk, kafeden çok aslında serbest alan gibiydi, sipariş etmeden de oturabilirdik ama Gökmen'e kahve krizi vurmuştu. Çantadan kahvaltı için getirdiklerimi çıkartırken liseli garson çocuk Gökmen'e sade kahve, bana da meyve suyu getirmek için içeri koşuyordu. "Bu saatte mi içeceksin?" "Başım çoktan ağrımaya başladı." Dedi tek eliyle alnını ovarken. "Kahvesiz bir saat daha yol gidemem." "Bir saatlik yolumuz mu kaldı?" "Fifti fifti." Masaya hepsini dizdim, aç karnına bu en lüks kahvaltıydı bizim için. Gökmen poşetin içinde kalan cam kutudan pastayı görünce uzandı ama eline vurunca geri çekti. "Kahvaltıdan önce yok." Diye uyardım. Masanın üstünden uzanıp kendini acındırdı. "Ama oradan bana bakıyor." Dedi. "Zaten dün akşam ağız tadıyla yiyemedim, şimdi rahatça yiyeyim, ne olur?" O gözlerle bana öyle bakınca reddetmek pek de mümkün olmuyordu. "Bir dilim." Şartı sunduğumda çocuk gibi sevindi, koca bir çocuk gibi. Kutuyu açıp çatalla önce ona girişti ama benim burnum sadece poğaçanın tuzlu kokusunu alıyordu. Gökmen kahvesi gelene kadar dilim pastayı yedi, ikinciye atak yaparken hızlıca müdahale ettim. Kapağını kapatıp poşete geri koyunca bana nefret dolu bakışlar attı. Aşkıyla arasına girmişim gibi tavırlarını görmezden gelince kahvaltısına odaklandı. "Dayımla nasıl tanıştığınız?" Diye sordum, ağzımdaki poğaça sağ yanağımı arı sokmuş gibi kocaman gösterirken. Lokmasını çiğnerken yüzü buruştu. "Kahvaltıdan sonra konuşalım mı, iştahım kaçıyor. Özellikle de Bursa sokaklarına geri dönmüş olduğunu hatırladıkça bana afakanlar basıyor." Güldüm ama bakışlarım uyarıcıydı. "Benim dayım o Gökmen!" "Yaniii?" Tek kaşı havalanmıştı, zeytin aldı. "Bu Çiçek'i aldığım ilk zamandan beri canımı okuduğu gerçeğini değiştirmiyor." "Nasıldı, anlat işte?" Yutkunup duraksadı, o zamanları düşünürcesine gözleri kısıldı. "Ceza yemeye dayınla başladım." Gözlerime baktı. "Onun mesleğinde ilk yıllarıydı, ben de Çiçek'i yeni almıştım. Çok hız yapmıyordum, egzoz da yoktu ama ehliyetimi evde unuttuğum için yazmıştı bana cezayı. Dayın tam bir psikopat," deyince kaşlarım havalandı. "Ceza yazmaktan zevk alan bir sadist." Kaşlarım çatıldı, neler duyuyordum böyle? Kendi yüzünü iki parmağıyla yukarıdan aşağı çizerek gösterdi. "Bir motorcu yakalayıp, soru sorarken ceza yazacağı bir şey bulduğundaki o yüz ifadesini görmen lazım, adam bunun için trafik polisi olmuş gibi." Kendimi tutamayıp güldüm, elimle ağzımı kapattım çünkü ağzım doluydu. Gülüşüme bakarken gülümsedi ve kahvaltısına devam etti. "Dayımı hiç anlattığın şekilde görmedim ama motor aldıktan sonra özellikle ona dikkat edeceğim." "Motor aldıktan sonra bol bol ceza yiyeceksin Aysuna." "O niyeymiş? Ben bir kurallara uyarım bir kere." "Ceza yiyeceksin çünkü yanında ben olacağım." Masada bana doğru eğildi, sır verir gibi sesi kısıldı. "Tam bir ceza mıknatısıyım. Yakacağım kızım seni." Sesli güldüm, bunu söylerken ki hali o kadar tatlıydı ki ben de öne uzanıp ellerimi yanaklarına bastırdım. Biraz daha üşenmeyip yaklaşsam burnundan öperdim. "Yak lan beni." Dedim aynı onun ses tonuyla. Güldü. Geri çekilirken, "bu arada Selçuk abinin dayın olması sana attığım ikinci eksi." Dedi. Kaşlarım çatıldı, "ne eksisi?" Diye sordum, "birincisi neydi?" Deyince, "kahve içmiyor oluşun." Diye cevapladı. Güldüm, gülüşüme bakıp gözlerime çıktı. "Üçüncü eksinde boğa burcu oluşun." Deyince daha çok güldüm. "Hep eksi atıyorsun ama sen bana. Artılarım hani?" "Onlar çok uzun sürer, hiç girmeyelim o topa şimdi." İltifatıyla başımı yana çevirip gözlerimi kısınca serseri sırıtışıyla göz kırptı. Gülüştük. "Dayımla ilişkinizin böyle olma sebebi ne peki?" "Nasıl?" Diye sordu pastaya yan bir bakış atıp peynire çatal batırdıktan sonra. "Düşmanca." Lokmasını yutup gözlerime baktı, işaret parmağını reddederek havada sağa sola salladı. "Düşman değiliz, hayır." Dedi. "Sadece..." Gözleri kısılıp omzum üstünden arkama daldı. "Çok fazla şey paylaştık." Dalgın çıkan sesi beni afallattı, Gökmen durulurken bende o sessizlikte uzunca ona baktım ve zihnim anıları tek tek önüme serdi. Gökmen'in hep dışa dönük yanı onun alttan ve kaçamak cevaplarını gizliyordu. Babamın o akşam soyadını sorduğundaki isteksizliği şimdi garibime gidiyordu. Sormak için dudaklarım aralandı ama babam sorduğunda nasıl rahatsız hissettiğini gördüm, soyadından neden rahatsızdı bilmiyorum ama bana saçma geldi çünkü ailesini seviyordu, onlardan sevgi ve hüzünle söz ederdi hep. "Ne gibi şeyler?" Diye sordum onun yerine. Gözlerime baktı. "Hatırlayınca küçük geliyor ama o zamanlar çok değerliydi. Kaza geçirdiğim de, diğer polislerle başım derde girdiğinde hep Selçuk abi yardımıma koştu." "Değerliyse niye şimdi dayıma öyle davranıyorsun?" Gözlerini kısıp hızlıca öne eğildi, sesi kısılıp çatallı çıktı. "Çünkü o bir trafik polisi." Dedi gıcık olurcasına. Güldüm. "Tek sebep bu mu?" "Seni tatmin edemediği için üzgünüm Aysuna hanım, başka sebebe mi ihtiyacın vardı?" Abartıyla baktı. "Motorun olunca göreceğim ben seni." Gülüşüm bir süredir düşündüğüm şeyle usulca düştü. "Sana bir şey söyleyeceğim." Deyince, kahvaltısını bırakıp ciddileşen ses tonuma odaklandı. "Sınavıma bir hafta kaldı." Dudak çizgisi düzleşti ve gözleri belli belirsiz büyüdü. "Çok az kalmış." Çatalını bırakıp arkasına yaslandı. "Biliyorum." Dedim. "O yüzden de yine kampa gireceğim." Yüz mimikleri anında değişti. "Yine mi kamp? Ya bu Hamit abi bizden ne istiyor diyeceğimde, adam hiç saklamıyor ki ne istediğini." Gülümserken gözlerimi devirdim. "Kampa girmeye ben karar verdim." Deyince sustu, derin bir nefes aldı. "Bütün bir yıl boyunca ve hatta üç yıldır buna çalışıyorum Gökmen, son bir ayda ise çok fazla saldım, şimdi kalan son haftamı o boşladığım bir ayı toplamak için ayırmam gerek." "Bence sen beni direkt engelle." Deyince o somurttu, ben güldüm. "Bir kavuşamıyoruz anasını satayım, hep bir kamplar mamplar." "Allah çarpar Gökmen, sürekli dip dibeyiz." "Kaç sene okuyacaksın?" Diye sordu bir anda, aklına bir şey gelmişti. "Hazırlık okumayacağım için dört sene." Gözleri kısılırken masaya düştü, kısaca düşündü. Süratle bana baktı sonra. "Yemeği sen yap, ev işlerini ben yaparım, okul bitmeden evlenelim derim." Dondum kaldım, sonra gülmeye başladım. "Evlilik mi?" "Hemen demiyorum ya, istediğin yeri kazan, bir yıl oku; yerleş, sonra." Dedi, beni ikna etmek için kollarını masaya koyup ciddileşti. "Ev işlerini bölüşürsek rahat olur, ben işe gideceğim sen de okula, zaten iki kişi olduğumuz için yemeğimizdi, bulaşığımızdı, çamaşırımızdı falan az olacak." Sevimli bir ifadeyle kendini gösterdi. "Gündüz okula, akşam bana odaklanırsın." Gülümsedim, tatlılar müzesi olsaydı altın köşeye Gökmen'i koyardım. Ciddi ve henüz tanık olmadığım o sert hali dışında dünyanın en tatlı şeyi olabilirdi. "Bunu düşüneceğim." Dedim, mantıklıydı, bir sene daha tanırdık birbirimizi ki bence Gökmen de bu azim varken biz bir seneye kalmadan evlenirdik, şimdilik önemli olan okulumu kazanmamdı, okulu kazanıp alıştım mı normal hayatımda her şeye atılabilirdim. "Bu sırada sende evlilik teklifini düşünürsün." Gülerken gözleri kısıldı, omuzları hafifçe bana göre ağır çekimde sarsıldı, beyaz dişleri renkli dudaklarını süslerken dilini içe çektiği alt dudağı üstünde gezdirdi. "Nasıl bir şey istiyor benim sevgilim?" Dirseklerimi masaya dayadım, çenemi ellerimin üstüne koyarken çevremize bakındım, gözüm Çiçek'e takıldı ve başımın üstünde ampul yandı. Hafifçe belirginleşen gözlerimle Gökmen'e döndüm. "Teklifi sen düşün de benim aklıma başka bir şey geldi." Tek kaşını kaldırdı. "Mehir olarak Çiçek'i istiyorum." Gözleri yuvalarından çıkacak kadar büyüdü. "Ne?" Diye çığırdı. "Üstüme de yaparsan tam olur." Tek gözümü kırptım. Gözlerime baka kaldı, sonra gülmeye başladı, alayla! "Algılayamadım bir daha söyler misin?" Deyip öne eğildi, kulağını bana çevirdi. "Çiçek'i istiyorum." Dedim tane tane, anlasın, algılayabilsin diye çünkü şoka girmişti. Yüz hatları düştü. Gözlerini kıstı bana dönüp. "Nah bulursun." Deyip arkasına yaslandı. Bu sefer mimikleri düşen ben oldum, Gökmen bana trip atarak etrafına bakınırken ben ona bakıyordum. Ne vardı yani üstüme yapsa, kullanmak istemiyordum ki, Mehir olarak yapacaktı o kadar. Arada da atlar kaçardım o yani... Kötü niyetim yoktu bir kere. "İyi." Dedim. Gökmen aksini düşünsün, ben Mehirimi seçmiştim. Çocuk garsonu çağırıp biraz harçlıkla birlikte içtiklerimizin parasını ödedikten sonra eşyalarımızı toplayıp kalktık. Gökmen, Çiçek'i yıkama alanına götürünce yıkayacağımızı anlayıp sevindim. Hemen eşyalarımı bir kenara bıraktım, Gökmen para atıp boruyu aldı, beni yanında ara biti gibi görünce kısa boyumdan dolayı başını eğip gözlerime baktı. Ellerimi uzatıp istediğimi belirtince gülümsedi. "İyi al hadi bakalım, yıka, fakir sevindirelim." Gözlerimi devirip motora koşturdum, köpük fışkırırken başta tutmak zor geldi ama sporla güçlendirdiğim kollarım kısa süre sonra alıştı. Gökmen köşede kollarını göğsüne bağlamış beni izlerken her bir yerine fışkırttım köpüğü. "Kızım benim, sana çok iyi bakacağım merak etme." Diye sevdim Çiçek'i gözlerimle. Gökmen kıskanarak burnunu kırıştırdı, o kadar tatlıydı ki yanağını ısırarak koparmak ve çiğnemek istiyordum. Güldüm. "Ne biçim bakıyorsun öyle? Kızımı seviyorum, ne var?" "Kızını mı?" "Doğru söyle, şu an Çiçek'i mi kıskanıyorsun yoksa beni mi?" Gözlerime baktı bir süre ve huşuyla gülümsedi, sanki aklına bir şey gelmiş ve bu çok hoşuna gitmiş gibiydi. "Köpüğün süresi bitmeden bitir şunu." Deyince, kendime geldim. "Aa doğru." Hızla kalan yerleri de yaptım ama arka tekere geçtiğim zaman köpük kesildi. "Bitti." "Arka teker de kalı versin, bir şey olmaz." Su için para atıp ben kenara çekilirken ilk tazikli suyu bana fışkırttı. Az gelmişti ama soğuk suyun sert etkisiyle çığlık attım. "Gökmen!" Kahkaha atıp suyla koşturmaya başladı beni. "Ya yapma, yedek eşyam yok yanımda, Gökmen!" Çiçek'in etrafında başladık tur atmaya, o peşimde koşarken ben kaçtım, suyu direkt üstüme tutmuyordu, daha çok paçalarım ıslanmıştı ama saçlarımda nemlenmişti. "Benden Çiçek'i istersin ha? Benim Çiçeğimi!" "İsterim tabii, karın olacaksam Çiçek'i istiyorum." "Bak hala." Gülüp kaçmaya devam ettim. Neyse ki bir dakika sonra su kesildi de Gökmen durdu. Hemen kenara geçip güneşe durdum, yeni para atıp suyu getirip Çiçek'i yıkadı. Özenle işini yapışını seyrettim, tek bir köpük kalmamalıydı, bu onun için çok önemliydi sanki, aslında kaşlarını hafifçe çatarak suyu tuttuğu yere dikkatle baktığını fark ettiğini bile sanmıyordum. Etrafındaki tüm somut şeyleri yok saymıştı, Çiçek'in parlaması, ve temizlenmesi şu an için onun ilk ve tek önceliğiydi. O işini özenle yaparken sıkılmadan izledim. Boruyu tutarken ellerinin kavrama şekli, kol kasları, ve uzun boyuyla geniş omuzlarının dik duruşu... İç çektim. Kırk yılda bir gibiydi ve o da bana denk gelmişti. Gökmen içinin güzelliğinin farkında mıydı bilmiyorum ama dışına özen gösteriyordu, ikisini de eşit tutmaya çalıştığına emindim ve ikisini de bana sunmaktan asla çekinmiyordu. Su kapandığı zaman işi de bitmişti. Artçı koltuğunun altındaki bölmeden bezi çıkartıp Çiçek'i kurulamaya başladı. Ön tarafı bitirip arkasına geçince yandan bana baktı. "Çiçek'e böyle dokunuyorum." Derken benim koltuğumun arkasındaki çıkıntıyı -ovarak- kuruluyordu. Dudaklarımı bastırdım, utandım ama gözlerimi zar zor gözlerinde tuttum. "Sapık var diye bağırırım inan ki, işine dön." Sesli gülüp yavaşlayan elini hızlandırdı ve kuruladı. Yeterince vakit kaybettiğimiz için hızlıca yola çıktık. Trafik bizi engellemezdi, kırmızı ışıklara da takılmadan yarım saatte Balıkesir tabelasını geçmiştik. Şehre girdiğimizde ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama şehirdi işte. Sokakları aynıydı, insanlar aynıydı, çarşı içi nasıldı bilmiyorum ama taşıtların geçtiği yolların Bursa'dan farkı yoktu, sanki burası farklı bir evrenmiş gibi beklenti içine girmiştim. Ama emindim ki gezilecek çok yeri vardı, Gökmen'in bizim için nasıl bir plan yaptığını bilmiyordum lakin beni bu tür şeylerle uğraştırmazdı, ayarlar, tamamlar ve gidelim mi? derdi. Bu özelliğini çok seviyordum. Bizim için bir şeyler yapmasını, bana sormasını, fikrimi önemsemesini. Şurada bir ay öncesine kadar bende diğer kızlar gibi ilişkiler hakkında benzer şeyleri düşünüyordum aslında ve istememe rağmen bazen beni erkeklerden soğutuyordu bu. Kadınlara aşılanan düşünce belliydi; erkek sana karışamaz, sen özgürsün, güçlüsün... Evet güçlüydüm, özgürdüm, kendi kararlarımı verebilirdim ama bunların hepsi bakış açısına göre değişirdi. Ben Gökmen'e karışma hakkına sahiptim, hatta en çok ben sahiptim ama aynı şeyi o bana yaptığında bu düşünceler anında zihnime nüfuz ediyordu... Sanki ben karışınca hakkım ama o karışınca kısıtlama oluyormuş gibi. Gücüm, kol kaslarımda değil; zihnimdeydi. Özgürlüğüm hür irademdeydi; giydiğim kıyafetler de değil. Birinin bana karışma hakkını ona ben veriyordum yani bu da benim isteğim ve iradem kapsamında gerçekleşen bir eylemdi. Gökmen'e bu hakkı kendim vermiştim, o benden zorla almamıştı. Şehir içinde bir ışığa takıldığımız zaman Gökmen sırtını dikleştirdi, bir elini uzatıp pantolonumun sardığı bacağımı okşadı, o zaman daldığım yerden koptum. Kollarımı boynuna sarıp gülümsedim. Işığı beklerken yanımızda duran arabanın arka camından bir çift gözün bize baktığını gördüm. Başımı çevirdim ve lise çağındaki genç kızı gördüm. Yerimde olmak istermiş gibi bakıyordu. Gülümsediğimi göremeyeceği için el salladım. Daldığı için afalladı ama sonra o da bana el salladı ve gülümsedi. Yeşil yanınca Gökmen harekete geçti, arabadan hızlıca uzaklaştık. Yolda yanımızdan geçen birkaç motorcu ile neredeyse gaza geliyordu, belini sıktığımda gazı çevirmek için yaptığı atağı yarıda kaldı. Gideceğimiz yere varana kadar heyecandan ve can sıkıntısından patlamıştım. O yüzden de Gökmen'e sataşıp durdum. Avuç içlerimi açıp göğsünde aşağı yukarı gezdirdim, kızıp elimi itiyordu ama ben tekrar ısrarla okşamaya devam ediyordum. "Aysuna!" Diye bağırışını duydum, sanki gülümsüyordu ama aynı zamanda da işkence çekiyormuş gibi ellerimi üstünden itmeye çalışıyordu. Güldüm. "Ne?" Diye bağırdım bende. "Rahat dur kız!" Kız deyişine bittiğim! İç çektiğim zaman fark ettim ki bu kelime artık beni tahrik etmeye ediyordu. Kollarımı kaldırıp boynuna sarıldım ve bastığım ayaklıkların üstünde ayağa kalktım, Gökmen'in omuzlarına tutunurken omuzlarımı dikleştirdim. Gökmen profesyonel gibi sarsıntısız kullanıyordu. Rüzgarı daha net hissetmem için biraz hızını arttırınca başta keyifliydi, uçuyormuş gibiydi, tenim üstümdeki kıyafetlere rağmen karıncalanıyordu, karnım tok olmasına rağmen bulanıyordu ama mutluluğum onu bastırıyordu. Dengemi kaybetmekten korkunca geri oturdum. Beline sarılıp bu sefer uslu durdum. Biraz daha yol gittikten sonra yeşillik bir alanda durduk. Çiçek'i dağınık park edilen arabaların yanına park edip kasklarımızı çıkarttık. "Neredeyiz?" Diye sordum, etrafa bakınırken. Yeşilden ve kahverenginden başka renk yoktu, baktığım her yer bir öncekinden daha güzeldi. "Mıhlı şelalesi." Avuç içimde avucunu hissedince ona baktım, ilerlemeye başlamadan önce sırtımdaki çantayı alıp kendi sırtına taktı, bir elinde kaskı vardı öbüründe ben; benimde diğer elimde kaskım vardı. "Piknik mi yapacağız?" Diye sordum. "Ama hiçbir şey getirmedik ki." Diye surat astım. "Çilekli pasta var ya." Dedi, sanki onu unuttuğum için kızmıştı. Burnumdan güldüm. "Çilekli pastayla piknik mi olur." Soru değildi çünkü olmayacağını biliyordum. "Hıhımm." Beraber ilerlerken etrafı dinledik, şelalenin oraya geldiğimizde insanlar kalabalığı biraz azalmıştı çünkü etrafında oturulacak tek tük masa vardı ve o da ilk gelenler tarafından kapılmıştı. İnsanlar şelaleye ayaklarını sokup fotoğraf çekildikten sonra piknik alanına gidiyordu. Bazı kadınlar çocuklarını, bebeklerini suya sokup oynatıyordu. Gökmen köşe bir tarafa geçip çantayı çıkarttı, kaskıyla aynı yere koyup ayakkabılarını çıkartmaya başladı. "Sen de mi ayaklarını sokacaksın?" Diye sordum şaşkınca. "Buraya gelmişken yapmayalım mı?" Haklıydı. Başımı salladım. "O da doğru." Deyip kaskımı bıraktığım gibi ayakkabılarıma atıldım, bu ikimizi de güldürmüştü. Onunla gülmek dünyanın en güzel şeyiydi. Kıyafetlerimizin üstüne dalları koyduk çünkü kasklarımız zaten başlı başına bir servetti, telefonlarımız ve Gökmen'in yanında getirdiği orijinal kamerası da vardı. Ha bir de, kahve dolu termosu çalınırsa Balıkesir'i ayağa kaldıracağını söylemişti. Kahve önemliydi tabii. Gökmen önden girdi, pantolonunu sıyırdığı için suyun bileklerini aşmasına izin verdi. Su o kadar berraktı ki altında olan her şey gözüküyordu; yuvarlak büyük-küçük taşlar. Tabii derinler su temiz olsa da görünmüyordu ama biz zaten o kadar derine de gidemezdik, ayaklarımızı sokuyordu sadece. Elimi tutup beni de yanına çekti, serin suyla gülümsedim, ayaklarım içindeydi ama sanki tüm bedenim rahatlamıştı. "O kadar iyi geldi ki." Dedim omuzlarım rahatlama ile çökerken. "Haziran ayında gerçekten ihtiyaç." Deyince, bugünün Haziran bir olduğu geldi aklıma. Koluna sarıldım sudaki ayaklarımızı ileri geri oynatırken, bana bakıp gülümsedi ve başımın üstünü öptü. "Ağustos da beraber denize de gidelim, bugünden daha sıcak olacağı için ayaklarımızı suya sokmak kesmez bizi." Başını salladı. "Babanda gelecek ama babansız gitmem." Ciddi ve alay karışık ses tonu gülmeme neden oldu, biraz da ima vardı çünkü babam gelirse suya girip eğlenmemiz imkansızdı. "Kayınbabana olan sevgin gözlerimi yaşartıyor." "O zaman onun bana olan sevgisi seni ağlatır." Mutlulukla coşan kalbimin boğazımdan yukarı ses tellerimle yolladığı kahkahamı insanları rahatsız etmemek için kısık tutmaya çalıştım ama pek de başarılı olamadım. "Sizinle ne yapacağım ben?" Huysuz ve küskün çocuklar gibi omuzlarını silkti. Parmaklarımın altındaki kol kaslarını sevdim, motorcu ceketini çıkarttığı için tişörtünden arta kalan teni sertti, güçlüydü. İnsanların içinde olduğumuz için daha fazla temasa girmemiz doğru değildi o yüzden koluna sarılmamla ve sohbet etmekle yetiniyorduk. Ellerini ceplerine sokmuş şelaleyi seyrediyordu, ben de koluna sarılmış onun gibi bize her bir damlasının yere vurmasıyla rüzgar yollayan dünya harikasını seyre dalmıştım. Dünyadaki her şey bir mucizeydi, yaradan çok güzel yaratmıştı, insanın suya ve yeşilliğe bakarken neden huzur bulduğunu bilmiyordum ama göğsümü açıyordu. "Zor yoldan kazanılan her şey değerlidir." Mırıldanması ile başımı kaldırıp yan çehresine baktım. "Efendim?" Gözlerime baktı, derin bir nefes aldı. "Sınavı kazan olur mu." Bu bir soru değildi, ihtiyacı olan buymuş gibi söylemişti. "Kaybetme, bu hayallerin için ilk ve en önemli adım. Kaybetmeni istemiyorum." Başımı salladım. "Kazanmak istiyorum, bu yüzden bir hafta daha da senden uzak kalmak zorundayım ya." Gözlerine baktım. "Ama bu nereden çıktı şimdi?" "Hiç." Derken şelaleye döndü. "Düşünürken geldi işte aklıma." Yutkunma sesini işittim. "Hayallerini kaybetmeni istemiyorum." Diye fısıldadığında şelale sesinden neredeyse duyamayacaktım, çok odaklanmıştım ve duyduğum şey kafamı karıştırdı. Ona baka kaldım, sormak için ağzımı açmama fırsat vermeden, "hadi gidelim." Dedi. "Daha görmek, sana göstermek istediğim çok yer var." Gülümseyerek mutluluk maskesini taktı ve sıkıntılarını benden gizledi. Elimi tuttuğu gibi bizi sudan çıkarttı. Ben çok fazla insanı darlayan biri değildim, yine de bugün başka bir gün olsaydı bu konuda üstüne giderdim. Çoraplarımızı ve ayakkabılarımızı giyinip eşyalarımızı aldık. Gökmen gitmeden önce kamerasını çıkartıp beni şelalenin önünde çekti, o maskesini çoktan benimsediyse, benimde ayak uydurmam gerekiyordu, kollarımı iki yana açıp kocaman gülümsedim ve Mıhlı şelalesi ile anı fotoğrafımı çekildim. "Seninle de çekilelim bir tane." Diye ısrar edince kamerayı ayarlayıp yere bir taşın üstüne koydu. Yanıma koştu. Kolunu omzuma attı, diğer elini cebine soktu, dik durdu. Ben de iki kolumu beline sarıp kulağımı kalbi üstüne yerleştirdim, kalp atışını dinlerken kahve kokan teniyle iç çektim. Huzur damarlarımda akan kana kadar karışmış durumdaydı. Kamera aşağıda durduğu için boyumuz uzun çıkmıştı, çenelerimiz dik, birbirimize sarılmış arkamızdaki eşsiz manzarayla harika bir görsel çıkmıştı ortaya. El ele bir patika yoluna girdik. Çok değil biraz gittikten sonra ağaçların arasından çıktık ve taş köprü üstünde belirdik. Hayranlığım şaşkınlığımla karıştı, köprünün kenarına gelip aşağıya baktım, su o kadar güzeldi ki ve insanlar içine girip yüzüyorlardı. "Hazırlıksız gelmişiz inanamıyorum." Dedim hayal kırıklığı içinde. İnsanların yüzüp serinlediklerini gördükçe üstümdeki kıyafetler hava 100 dereceymiş gibi hissettiriyordu. Arkadan belime sarıldı, yanağımı öptü. "Yüzmeye gelmedik ama." "Olsun, birazcık girerdik, baksana çok güzel görünüyor." İçim gidiyordu bildiğin. Gülümsediğinde elmacığı yanağıma değdi, burnunu çevirdi sonra ve burnunu yanağıma sürttü ağırca. "Sen kendi manzaranı öv, bende benimkini. Anlaştık?" Benim manzaram önüme serilmiş olan yeşillik, su ve topraklardı. Onun manzarası ise bendim, sadece bana bakıyordu. Gülümsedim ve oyununa ayak uydurdum. "Anlaştık." "Başla bakalım." Derin bir nefes aldım. "Benim manzaram yeşil, öyle ki her baktığım yeri huzur veriyor." "Benim manzaram açık kahverengi, öyle ki her baktığımda bir tek o huzur veriyor bana." Gözlerim... Yutkunmadım, heyecandan karnım içe çekilmişti; ve o bunu hissetti. "Benim manzaramın sesi çok güzel, suyu berrak, rahatlatıcı." "Benim manzaramın dokusu çok güzel, derinden etkiliyor, kendine bağımlı hale getiriyor." Dudaklarıma bakıyordu, bu sözleri dudaklarımaydı; gülümsedim, içli bir ifadeyle gülümsedi. "Benim manzaramın toprakları güzel, kötü enerjiyi alıyor ve insanı mutlu ediyor." "Benim manzaramın ruhu çok daha güzel, öyle ki insan sevmeden edemiyor." Beni sevdiğini mi itiraf etmişti yoksa sözün içinde anlamlı dursun diye mi demişti? Başımı çevirip gözlerine baktım, bana çok yakındı. Yutkundum. "Ruhumu mu görüyorsun?" "Başta sadece güzel gözler, güzel saçlar, güzel bir yüz ve bedendi... Ama Aysuna..." Başını iki yana sallarken kendine güldü sanki, bana olan hayranlığına güldü, öyle bir bakıyordu ki; onun için farklıymışım gibi ve o bu farklılığa aşık olmuştu... Alnını alnıma yasladı. "Şimdi sadece ruhunu görüyorum, bedeninden önce ruhunu seviyorum, bana olan bakışlarını ve sana olan bakışlarımın sende uyandırdığı heyecanı seviyorum... Ben seni seviyorum Aysuna." |
0% |