@dangerous_hatun
|
Annem tarafından her zaman sevilmiştim, babam tarafından da layığıyla görmüştüm o sevgiyi, kardeşimle birbirimizi sevdiğimizi de biliyordum, dayımın ya da Buket'in de beni sevdiğine emindim. Ama hayatınıza yabancı birini alıp da sonradan onun sizi sevmesi... Farklı bir deneyimdi, ilk defa bindiğiniz bir lunapark aleti gibi; rüzgar çarpıyor, mideniz bulanıyordu ama mutlu oluyordunuz. O yabancı insanın sizin için gittikçe yabancı kalıbından çıkması ve arkadaşınız olması, hoşlandığınız kişi olması, ya da sizi seven kişi olması... Beni çocuğu, kardeşi ya da yeğeni olduğum için değil, beni ben olduğum için seven biri vardı ve gözlerime bakmış bunu bana itiraf ediyordu. Gözlerimin dolduğunu içleri acıdığı zaman kırpıştırınca fark ettim, dilim tutulmuştu ama benden bağımsız gülümsemem dudaklarıma yayıldı. Gökmen beni seviyordu. İmkansız değildi ama gerçekleşmiş olması tenimi karıncalandırıyor, kalbimi ritminden saptırıyordu. Bakışları karşılıksızdı, benden cevap beklemiyordu. Sadece söylediği için mutluydu, böyle hissettiği için mutluydu. Beni sevdiği için mutluydu. Alnını alnıma yasladığında temasıyla titrek bir nefes aldım. İkimizin bakışları da birbirimizdeydi ama gözlerimizde değildi. "O kalp artık benim." Diye mırıldandığında ne demek istediğini anlamadım. Sadece hala atlatmakta zorluk çektiğim şokumla durmaya devam ettim. Burnunu burnuma sürtüp, "Su?" Dediğinde gülümsedim. İkinci adımı çok nadir kullanıyordu lakin artık sık sık kullanmalıydı çünkü ağzına çok yakışıyordu. Uzanıp dudaklarından bir buse çaldığımda dudaklarımın üstüne gülümsedi, bir eli belimde kalırken diğeri yanağımı tuttu ve küçük busemi devam ettirdi. Alt dudağımı kavradığında iç çekti ve derince öptü beni. Bir anda öpüşmemizi kesip boynuna sarıldım, yüzümü utanarak boynuna gömdüm. Beni sevdiğini söylemesi tensel temaslarımızdan daha çok utandırmıştı, artık hep gözlerine beni sevdiğini bilerek bakacaktım, benim için atan kalbinin varlığından haberdar şekilde kapatacaktım gözlerimi her gece, yarın sabah uyandığımda dünya üzerinde Gökmen'in sevdiği tek kadın olarak açacaktım gözlerimi. Bu öylesine delice bir şeydi ki. Aşk kitaplarını geç, ben bile bunu doğru düzgün anlatamıyordum. Aşk gerçekten de anlatılmaz yaşanır bir duyguydu. Yoğundu ve farklıydı. Gökmen'e karşı beslediğim hislerim bunların karşılığı mıydı emin değildim ama ondan çok hoşlanıyordum, ona deli oluyordum ama sevginin tanımından emin değildim, seviliyordum, sevilmenin nasıl bir his olduğunu biliyordum ama sevmek nasıl bir histi? Bir yabancıyı sevmek, kalbinin onun için normal hızının iki katına çıkması nasıl bir şeydi? Bilmiyordum ve bilmediğim bu şey beni korkutmuştu. Gökmen'i kırmaktan da korktum. "Ben..." dedim ama sesim gitti. Belimdeki ve sırtımdaki elleri sıkılaştı. "Sorun değil." Dedi anlayış dolu bir sesle. "Herkes her şeyi aynı anda hissetmek zorunda değil." Kollarında rahatladım. "Hadi, devam edelim." Geri çekilip gözlerime bakarak gülümsedi ve elimi tuttu. 20 dakika önce gözlerine rahatça bakabiliyordum ama şimdi çekiniyordum. Dalgın ve mutluydum o yüzden Gökmen nereye çekiştirse gittim. Köprüden inip orada oturan insanların yanlarından geçtik, bir tane teyze bizi durdurup Maşallah Maşallah çekerek tükürdükten sonra yolumuza devam ettik. Bir de bize yarım poşet çilek hediye etmişti, yoksa Gökmen tükürük yağmuru yüzünden surat asacaktı ama çilekleri görünce, teyze onu yıkasa da sesi çıkmaz hale gelmişti. Bir elimde çilek poşeti diğerinde Gökmen'in eli Çiçek'in yanına gittik. Çanta bir odaymış gibi Gökmen çilek adına en güzel ve güvenli kısmını bulup poşeti içine yerleştirdi. Tekrar yola çıktığımızda Gökmen'e sarıldım yine ama bu sefer farklı hissettirdi. Güvenli, sırtı sıcak bir sığınak gibi. Bir ara ışıkta durduğumuzda Gökmen kaskını açıp bana döndü. Bluetooth kulaklığının birini bana verdi, diğerini uğraşlar sonucunda kendi kulağına taktı. Ben de taktığımda kilometrenin yanına takılı olan telefondan müzik açtı. Işık yandı ve yola çıktı. Her yer ses olduğu için kulaklık sadece tek kulağımda olsa da beynimde bir tek o yankılanıyordu. Coşkulu horon ritmiyle kahkaha attım. Gökmen yolda giderken bana yandan bakıp gülüşüme güldü. "Çok romantik." Diye bağırdım. "Şüphen mi vardı?" Boynuna sarıldığımda kolumu sevdi. "Hiç şaşırtmıyorsun." Süratli gitmediği için konuşma şansımız oluyordu. "Değiştir şunu." Kolumdaki elini çekip tuşa bastı, rastgele değişti. Çalan Türkçe şarkıyla hem güldüm hem de bağıra bağıra söylemeye başladım. Bir gün bu motora kasksız binmek istiyordum, ne kadar tehlikeli olduğu umurumda değildi, rüzgarı saçlarımda hissetmeye ihtiyacım vardı. Kollarımı iki yana açıp oturduğum yer de dans ederken özgürce şarkı söyledim, sesten ve uzun süre kimsenin yanında kalmadığımızdan yüksek vollü sesimi kimse duyamıyordu ve haliyle de rahatsız olmuyorlardı. Gerçek özgürlüğü yaşıyordum. Şarkı bitti diğerine geçti ve o zaman Gökmen de bana eşlik etti, o benim gibi dans etmese de başı hareketlenmişti. Beraber söyleyip beraber eğlendik. Bağırmak o kadar iyi gelmişti ki. Şarkı bitince diğerine geçmeden sesli gülüp Gökmen'in boynuna sarıldım, omzuna başımı yasladım. Bugün harika ilerliyordu. 🏍 Boş, taşlı bir alan bulduk. Arabaların geçtiği yolla aramızda metreler vardı ve bulunduğumuz yerde hiç yerleşim yeri yoktu, arabalar sadece şehre gitmek için yolu kullanıyordu. Kocaman alan Uçurtma'ya benziyordu. Telefonumu kaldırıp Çiçek'e ve Gökmen'e tuttum. "Tamam mı?" Diye sordu bana. Başımı salladım. "Başla." İki ayağının da ucu yere değerken hafifçe yükseldi, ön freni sıktı gazı verdi. Ön tekerlek yerinde sabit kalırken arka tekerlek dönmeye ve yerdeki taşları püskürtmeye başladı. Tekerlek hızlanınca dumanlar yükseldi, taşlar geriye doğru atıldı ve yerde siyah lekeler bıraktı. Olayın heyecanı ile güldüm, elimi ağzıma kapattım hayranlıkla telefon ekranına bakarken, Gökmen'i çekerken oradan seyrettim; bana bakıp gülümsedi, sol elini kaldırıp iki parmağını açıkta bırakarak afili hareketini yaptı. Gülüşüm arttı. Usulca durduğunda yanına koştum kısa mesafede. "Çok iyiydi." Videoyu göstermek için yaklaştığımda motordan inip kalçasını yasladı, kolunu belime sarıp başını omzuma yaslayarak telefona baktı. İzledikten sonra o da gülümsedi. "Kızımın asaletine bak be." Çiçek'i her şekilde övebilirdi. Gülüp şakağını öptüm, bir kolumu boynuna doladığımda motora oturduğu için ondan yüksekte kalıyordum. Video bitince telefonu kapatıp cebime koydum, o zaman iki kolumu boynuna sardım, yaklaştım. Başını kaldırıp gözlerime baktı güzelce. "Beni de kendin gibi bir usta yapacak mısın?" Diye sordum, kısık ve cilveli bir sesle. Dudaklarıma bakarken sırıttı. "Motordan bahsediyoruz?" Ense saçını çekiştirince sırıttı. "Evet, motordan bahsediyoruz." Biraz yaklaşıp bacaklarının arasına girdim, o da iki eliyle belime sarılmıştı, üst bölgelerimiz temas içindeydi. "Motorumu aldığım zaman her gün sürüşe çıkacağız beraber, her numarayı öğreteceksin bana, her şeyi. Söz ver?" Söz istememle yüzümde dolanan şehvet bakışları gözlerimde durdu ve normalleşti. İç çekti. "Söz." Dedi. "Hepsini ben öğreteceğim sana." Gözlerine bakarken verdiği sözün imzalarını aradım, buldum, gördüm ve inandım. Usulca gülümsedim. Alnımı alnına yaslayıp iki saniye öyle kaldıktan sonra uzanıp dudaklarını öptüm. Belimdeki iki eli aynı yavaşlıkta kalçama oradan da baldırlarıma indi, kalçamın altındaki kıvrımda kaldılar ve beni kendine çektiğinde dudakları üstüne gülümsedim. "Zaten dibindeyim, çekiştirip durma." "Daha çok yaklaş." Diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Gülümsemem dudaklarının baskısıyla soldu, biraz daha yaklaşıp abansam Çiçek diğer tarafa doğru düşerdi bence ve bu fazlasıyla da komik olurdu. İkimizin de şu an o komikliği istemeyeceğini umarak yerimde kaldım ki Gökmen'in istediği şeyin olması mümkün değildi, çünkü zaten -gerçek manasıyla- burnunun dibindeydim. Sahiplenici öpüşü dudaklarımdaki hassas uyarı antenlerini harekete geçirmiş kasıklarıma iletmişti ve benim karnım ağrıyordu. Ellerini hissettikçe, dudaklarını hissettikçe karnıma ağrılar giriyordu, ayakta olmaktan yorulduğumu hissettim, bacaklarım halsizleşmişti. "Gökmen." Ağzımın içinde fısıldayıp dudaklarımı çektim. Alınlarımız birleşikken nefeslerimiz düzenlenene kadar öyle kaldık. Bir süre sonra elimde olmadan dudaklarımı yaladığımda Gökmen homurtuyla karışık inledi. Sanki ona işkence ediyormuşum gibi. Oysa ki bilerek yapmamıştım sadece sanki yaparsam dudaklarımdaki rahatsızlık gidermiş gibi gelmişti. Ve gitmişti de... "Motor fantezisi yapalım mı?" Gözleri ışıldarken kocaman açıldı ve başını geri çekip bana baktı. Bu şapşal haline güldüm. "Öyle değil." Dedim. "Bir numara istiyorum senden." "Nasıl bir şey?" Haberi var mıydı bilmiyorum ama bir eli yanındaki koltuktayken diğeri hala kalçamın kıvrımındaydı ve baş parmağıyla yaptığı okşamayı kot pantolonumdan bile hissedebiliyordum. İstediğim şeyi hızlıca anlatıp yapması için ikna ettim. Gökmen Çiçek'e tekrar bindi, ben de telefonumu elime alıp geriye çekildim. Ona dediğim şeyi yapabilmek için benden uzaklaştı, telefonumu yere koyup eşyalarımıza yasladım, videoyu başlattım. Telefonum dik açıda çekmeye başladığında üç metre uzaklaştım, hemen karşısında ama yan duruyordum, Gökmen'e doğru. Uzağımda, tam karşımdaydı; kot pantolonumun sardığı uzun bacaklarımı hafifçe iki yana açmıştım, omuzlarım dikti, saçlarımın örgüsünü de açtığım için tatlı esen rüzgarla geriye doğru salınıyorlardı. Çiçek'i bana çevirmişti, önlem almadan bunu yapması huzursuzluk verse de kendine güveniyordu, bir çaylak gibi düşmeyeceğini söylemişti. Göz göze geldik, ufak ara gazlar verince sırıttım. Bir elimde çilekler vardı, diğerini kaldırıp birleştirdiğim işaret ve orta parmağımla gel işareti yaptım. Bu sefer sırıtan o oldu ve birkaç ara gaz daha verip avına atılan aslan gibi üstüme sürmeye başladı. Bir anda atılmasıyla arka teker taşları savurdu. Bana doğru hızla gelirken kalbim göğsüme sığmayacak kadar hızlı atmaya başladı ama dudaklarım kıvrılmıştı ve gözlerim deli bir arzuyla yanıyordu. Heyecan nefes alışverişlerimi hızlandırmıştı, Gökmen gözlerini gözlerimden ayırmıyordu, birbirimize odaklanmıştık. Aramızda bir metre kala Gökmen hamlesini yaptı ve ön teker üstüne havaya kalktı, başını bana uzattığı zaman elimdeki Çileklerden birini kaldırıp ağzına doğrulttum ve bir ısırık aldı; ağır çekim gibiydi. Gerisin geri düştüğünde sarsılmadı bile. Isırdığı çileğin diğer yarısını da ben ısırdım gözlerine bakarak. Güldü. Başardığımız için yerimde zıpladıktan sonra telefonuma koştum. Videoyu sonlandırıp Gökmen'in yanına geldim, oturduğu yerde başını eğip ekrana baktı. Bir kolu belime sarıldı yine, diğer elimdeki çileği ağzına koyup çektiğimiz videoyu açtım. Yandan dik duruşum vardı önce, sonra Gökmen gelip tek tekere kalkıyor ve öpecekmiş gibi bana doğru uzanıyordu motor üstünde. Çileği ısırıp gerisin geri çekiliyordu. "Buraya bir ağır çekim koymak lazım." Deyince, yerimde zıplayıp, "evet." Dedim. Video çok iyi olmuştu ama birkaç dokunuşla daha havalı hale getirebilirdik. Boş alanda biraz daha motorla eğlendik, kasklarımızı takıp sarılarak fotoğraf çekildiğimizde Gökmen sosyal medya hesabına atmıştı, ayakta göz ucuyla baktığımda takipçi sayısı gözlerimi kısmama sebep oldu. Biraz fazlaydı sanki! Ben de sadece tanıdıklar ve ailem vardı. Şehre indik. Bahçesi olan bir kafeye girip yan yana oturduğumuzda Gökmen termosundaki kahvesini içmeye başladı, günde en az 2, en fazla 4 saat aralıkla çeşidi fark etmeksiniz kahve içiyordu, fazlaydı bence ama özel zevklerine karışmak bana düşmezdi; en azından ona gerçek bir zarar verdiğini bilene kadar. O zaman toptan çıkartırdım kahveyi hayatından. Bir fincandan fazla içmesine hayatta izin vermezdim. Gökmen de buna karşılık büyük ihtimalle bana 'hayatta olmazsa, salonda olur sevgilim' derdi. Fosil sevgili! Buzlu limonatamdan pipetle bir yudum içerken gözümü diğer elimdeki telefondan bir saniye bile ayırmadım. Gökmen kolu omzumda, saç tutamlarımla oynarken kahvesini içiyor ve karşısındaki güzel manzarayı seyrediyordu. Ben tabii ki de kız arkadaşı olarak, sosyal medyasındaki kızları ayıklama görevini üstlenmiştim. Uzun saçlı gördüğümü hemen takipten de, takipçi olmaktan da çıkartıyordum. Gökmen'in normal hayatta da yabanca kızlara samimiyeti yoktu ve bu sosyal medyasına da yansımıştı ama hiç yok da değildi. Biyografisine sevgili olma tarihimizi yazıp kalp koydum, takip ettiği kızlar arasında yalnızca ben ve Buket kalana kadar ayıklamaya devam ettim. "Dün akşam konuştuğumuz şey aklıma takıldı." Dedi bir anda. Başımı kaldırmadan, "hangisi?" Diye sordum. Başka bir kızı daha çıkarttım. Huzursuzlandı. "Benim yüzümden yurtdışına gitmekten vazgeçmedin değil mi?" Bunu duymayı beklemiyordum açıkçası, duraksadım, başımı ağırca kaldırıp gözlerine baktığımda biraz korkuyla biraz da merakla bana bakıyordu. "Hayır." Dedim, doğruyu söyleyerek. Gözlerimi süzerek bana inandı ve önüne dönerek rahat bir nefes verdi. Hayatlarımız çok farklı olmasa da bana karıştığı her konuda tereddütlü ve çekingendi, ne kadar tepkisini engelleyemese de böyle olduğunu biliyordum. Beni kırmaktan ve incitmekten korkuyordu. İşim bitince telefonu kapatıp geri verecektim ama önüme çıkan reklamla duraksadım, Nascar yarışlarına ait bir reklamdı. Aklıma hemen babam geldi, gülümsedim. "Nascar." Diye mırıldandığımda, Gökmen bana baktı. "Ne?" Diye sordu. "Nascar yarışları." Dedim hevesle yüzüne bakıp, gözleri ekrana bakarken titredi. "Babam çok seviyor bunu biliyor musun?" Telefona döndüm. Reklamda arabalar ve yanlarında şoförler çıktı. "Özellikle de şu adamı," reklama basıp durdurdum. "Ataberk Atilla." Yutkunmasını duydum, sert ve sesliydi, boğazının hemen kulağımın yanında olması da bunu kolaylaştırmıştı. "Baban Nascar yarışlarını mı seyrediyor?" Sesindeki ton da neydi öyle? "Evet bayılır." Dedim, reklamı bıraktım, aktı; devam etti. "Ben pek izlemiyorum, küçükken arada babama eşlik ederdim ama hatırlıyorum, adam gerçek bir yıldız, daha önce hiç yarış kaybetmemiş ve hatta rakiplerinin arka tamponunu bile görmemiş biri. İnanılmaz gerçekten de." Başımı çevirip Gökmen'in tuhaflaşan yüzüne baktım. "Düşünsene yıllardır yarışıyorsun ama hiç ön sırayı kaptırmamışsın. Kaç yıldır yarışıyordu ya," işaret parmağımı çene topuma vurdum düşünürken. "Babam sayesinde biliyordum ama unuttum şimdi-" "9 yıldır." Şaşkınca baktım. "Sende mi hayranısın?" "Ne?" Dedi yüzünü buruştururken. "Tabii ki de hayır." "İzliyor musun peki?" "Bilerek izlemiyorum, hayır." Kaşlarımı çattım. "Sevmem de kendisini." Neden diye sormama fırsat vermedi. "Götü kalkık, uyuz herifin teki bence." "Belki... Biraz egolu doğru." Bir saniye düşündüm. "Ama o başarıya da egolu olmamak mümkün değil." "Ondaki ego Elon Musk da yok be, altı üstü yarış kazanıyor." "Bence Ataberk'i, Elon bile ayakta alkışlardı." Dediğimde, Gökmen sinirle soludu. Kaşlarım usulca çatıldı, ekran içindeki ünlü ve bizden uzak herifin tekine neden sinirlendiğini anlamıyordum. Gökmen'e bakarken arkasındaki üç yüz dikkatimi çekti, aklım dağıldı. Turhan, Yaşar ve Atakan gizlice bize doğru gelmeye çalışıyorlardı ama ben onları görünce duraksadılar, göz göze geldik. Sessiz olmam için işaretler yaptılar. Kaşlarım daha çok çatıldı, burada ne işleri vardı? Ben Gökmen'e dönerken onlar hızlı ama sessizce gelip dalıp gitmiş olan sevgilimi korkuttular. Gökmen yerinde sıçrarken, "ananı avradını..." diyerek arkasını döndü, korkuyla. Gülerken, "Gökmen!" Diye uyardım. Çocuklar da benimle beraber gülüyorlardı. "Küfür etmedim." Arkadaşlarına kötü bakışlar attı. "Ne işiniz var sizin burada?" "Atakan gazlamaya çıkalım dedi ama sana ulaşamadık, kafeye gittik, izinli olduğunu söylediler." "Sizde peşimizden Balıkesir'e mi geldiniz?" Diye sordu. "Manyak mısınız oğlum!" Çocuklar birbirlerine bakıp omuz silktiler, kocaman adamlardı ama bu onlar için basit bir eğlenceydi. "Bizi nasıl buldunuz?" Diye sordum merakla. "Gökmen fotoğrafınızı paylamış, bir de konum girmiş." Dedi Turhan. "Konuma gelince Atakan telefon sinyalinden buraya getirdi bizi," kolunu Atakan'ın omzuna attı Yaşar. "Kendisi anlar biraz bu işlerden." Dedi. "E Çiçek'i de dışarıda görünce, pek de zor olmadı." Gökmen alnını ovarken ben şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Peki niye buradasınız?" Diye sordum, balayı basılmış yeni gelin gibi. "Gazlamak için beşimize de ihtiyacımız var çünkü." Dedi Atakan abartıyla. Etrafına bakındı. "Umarım Balıkesir de işiniz bitmiştir çünkü ben bir an önce Bursa'ya dönüp gazlamak istiyorum." Gözlerimi kıstım. Gökmen başını kaldırdı. "Hadi bu manyak, takıntılı," dedi Atakan'ı işaret ederek. "Oğlum siz niye uydunuz buna? Zengin müsveddeleri! Beni bulmaya Bursa'dan kalkıp hiç üşenmeden Balıkesir'e gelmişsiniz bildiğin." Kendine güldü sanki. "Ne cins arkadaşlarım var benim ya." Onlar cevap veremeden katil keskinliğine sahip gözlerimi Atakan'a diktim. "Demek o gazlama sürüşlerini sen ayarlıyorsun?" Öne eğilip kollarımı masaya dayadım. Sessizlik olurken Atakan gözlerime baka kaldı. Yutkundu. Gökmen'in sırıttığını yandan gördüm. Atakan ayaklarını yere sürte sürte Turhan ve Yaşar'ın arkasına saklandı. Gökmen gülünce biz de ona katıldık. "Burhan'la, Buket de akşam bize katılacaklar." Dedi Turhan. "Buket mi?" Diye sordu Gökmen, ne alaka der gibi. "Gazlamaya çıkmayacak mıydık?" "Başta planımız öyleydi ama sonra Buket benim ev boş, akşam gelin oturalım hep beraber deyince değiştirdik. Bugün de Atakan yüzünden hepimiz izin aldık işten, siz olmayınca da boş kaldık, canımız sıkıldı, o yüzden geldik yani buraya." Bildiğim kadarıyla hepsi bekar ve çalışan adamlardı, para vardı, imkan vardı, neden yapamasınlardı ki? "E geçin oturun o zaman, hoş geldiniz." Karşımıza kuruldular hemen. "Sağ ol yenge, valla sen demesen bu etobur hayatta davet etmezdi bizi." Dedi Atakan. Gülümsedim. Gökmen omzumdaki kolunu sıkılaştırıp beni kendine çekip sarıldı. "Sizin davete mi ihtiyacınız var, hı?" Diye çıkıştı arkadaşına samimi bir terslikle. Kısaca üçünü süzdü. "Burada olduğunuza göre yok." Yaşar, "hepsi bunun başının altından çıktı." Diyerek Atakan'ı omzundan itti. Küçük çocuklar gibiydiler. "İşimizden de etti bugün bizi yok yere." "Gazlayalım biraz diye." Dedi sessizce Atakan. Sanırım arkadaş grubundaki, arkadaşları bir araya toplama rolünü üstlenen kişi oydu. "Neyse." Dedi Yaşar arka cebinden sigara kutusunu çıkartırken. "Umarım işiniz bitmiştir burada, her ne için geldiyseniz artık. Bir saate gideriz, Burhan'la Buket bizi bekliyor zaten." Ben planımızın detaylarından haberdar değildim o yüzden Gökmen'e baktım başımı kaldırıp. Yaşar'ın yakmak üzere olduğu sigarasına sert bir bakış atmakla meşguldü sevgilim. Yaşar da bunu fark edip eli havada durdu, Gökmen'e baktı. Mesajı açıkça alınca sinirle sigarayı masanın üstüne bıraktı. Burhan'ın biz flört dönemindeyken dediğini hatırladım, Gökmen sigaranın yanında içilmesine bile izin vermezdi. Arkadaş ortamında içen kişiler olmasına rağmen demek bu yüzden hiç sigara kokmuyordu. "Bitmedi." Dedi sonra. "Daha gezeceğimiz yerler var." Turhan etrafımızdaki güzelliklere bakındı. "Biz de gelmişken biraz dolaşırız o zaman, Balıkesir'e hiç gelmemiştim." Bize baktı. "Hiç endişelenmeyin hemen arkanızda olacağız." Gökmen'in kaşları çatılırken ben sadece güldüm çünkü böyle bir şeyin olma imkanı yoktu, şaka yapıyor olmalıydı. Turhan'ın düz kalan mimikleri gülüşümü soldurdu, gittikçe ciddi olduğunu düşünmeye başlasam da, "komikti." Dedim. Gökmen omzumu okşayıp öyle bir şeyin olmayacağının garantisi vererek rahatlatmaya çalıştı, bu üçlünün karşısında ne kadar şansımız vardı bilmiyorum ama umarım galip çıkabilirdik. Sırf birlikte vakit geçirmek için bizi bulmak adına şehir değiştirmiş oldukları göz önüne alındığında aslında biz çoktan kaybetmiştik fakat savaşmadan hiçbir yenilgiyi kabul edemezdim. Bugün Gökmen'le benim günümdü ya! Defolun pis kumalar! "Kumru fotoğrafları paylaşmış, gördün mü?" Diye sordu Yaşar. "Hayır, hesabı takip etmiyorum." Diye cevap verdi Gökmen. Yaşar elindeki telefonunu uzattı. "Al bak." Gökmen ekranda açık olan fotoğrafa bakıp sırayla sağa doğru kaydırdı, bende ona doğru eğilip hepsine göz attım. Üzerlerinde ışık oynaması yapılmıştı, fotoğraflar bu sayede daha gösterişli duruyordu. "Hımm, güzel olmuş." Diye mırıldandı Gökmen. "Evet." Dedim. "Dün yine konuştu benimle." Atakan'ın sesiyle başımı ona kaldırdım ve göz göze geldik, kendini geri çekti. "Ben bu kızdan korkuyorum ya." Gözlerimi kıstım, Gökmen'in kısık gülmesinden sonra, "ne dedi?" Diye sorduğunu duydum. Atakan gözlerime bakarken zorlukla yutkundu. Gökmen'e baktı. "Yarı çıplak konusunda ısrarcı." "Sen çekil o zaman Atakan." Diye tersledim. Takmışlardı benim sevgilimin karın kaslarına ya! Ben bile daha görmemiştim kendilerini! Harbi, Gökmen beni bornozumla bile görmüştü kaç kere ama ben onu hiç üstsüz görmemiştim. Fantezi dünyam genişti benim aslında ama sonra ne olduysa bir anda kaybolu verdi. Gökmen kalbimi o kadar meşgul ediyordu ki, aklıma sıra gelmiyordu. "Gökmen'i istiyorlar." "Vücut aynı vücut değil mi? Kask olduğu sürece kim nereden bilecek! Sen çekil." "Kask takılmayacak." Sesli bir soluk alıp verdim. "Her kelimende daha çok gözüme batıyorsun Atakan abi!" Gökmen'le yaşıt olduklarını düşündüğüm için abi demem gerek diye düşünmüştüm. Atakan ve ben hariç hepsi güldü. Yaşar parmakları arasında tuttuğu ama yakamadığı sigarasını bana doğru salladı. "Her muhabbetimizde seni daha çok seviyorum Aysuna." Beni niye seviyorlardı ki? Arkama yaslanırken nazikçe tebessüm ettim. Turhan, "konuş, reddet Atakan ve bir daha da çıplak ya da giyinik, bize iş teklifiyle gelmesinler." Dedi. "Sinir oluyorum o kadına." Diye mırıldandı Yaşar. "Sinir olunacak bir şey yok Yaşar." Dedi Turhan olgun bir tavırla. "Ne yaşadıysanız beraber yaşadınız, geçmişi unut artık. Onu da aynı zamanda." Pekâlâ, işte bu merak uyandırıcıydı. Yaşar'ın sert bakışları Turhan'a çevrildi. "Beraber mi yaşadık?" Diye sordu, dişlerini sıktı. "Yoksa ben mi yaşadım?" Masaya ufak bir sessizlik çöktüğünde Turhan ve Yaşar bakıştılar. Gözleriyle konuştular ve Turhan pes ederek önüne döndü. Atakan, "o zaman siz söyleyin, ben reddedemiyorum." Diyerek huzursuz sessizliği bozdu. "Kadının ağzı iyi laf yapıyor, susup kalıyorum." "Gökmen'in güzel kızlara zaafı var." Deyip masaya kollarımı koyarak eğildim, başımı Gökmen'e çevirdim. "O halleder." İmâmla dona kaldı. Çocuklar gülmeye başladılar. "Dostum!" Gökmen'in omzuna vurdu hafifçe Yaşar. "Bu geçmişten gelen bir kindi." Gülmeleri artarken tek kaşımı kaldırdım, Gökmen canını sevdiği için sessiz sedasız önüne döndü ama dudaklarındaki tebessüm kıpırtılarını seçebiliyordum. "Hayır, tabii ki de ben konuşmayacağım." Dedi. "Hımm." "Çünkü benim güzel kızlara zaafım yok, tek bir güzel kıza zaafım var." Omzumdan kendine çekip sarılınca arkadaşları daha çok güldü. "Dostum, gönül alma deyince de sen!" Yaşar alayını edip ayağa kalktı, sigara içmek için uzaklaşırken arkamızdan geçti. Arkasından üç saniye bakıp önüme döndüğümde masanın üstündeki kaskları gördüm, şimdi dikkatimi çekmişlerdi, kısaca süzdüğümde tek renk siyah olana uzandım, öne eğilip incelemeye başladım. "Ne güzel kasklarınız var. Hepsi de yakışıklıymış, beğendim." Dedim. "Yakışıklı?" Diye sordu Atakan. Kaska iltifat edildiğini ilk defa duyuyordu sanırım. Gözlerine baktım. "Kaskları yüzlerinizden daha çekici buluyorum." Önce bana sonra Gökmen'e garipçe baktılar, Gökmen gülümserken benimki de böyle dercesine başını iki yana salladı çaresizce, omuzlarını kaldırıp indirdi. "O zaman kaskla beraber ol, Gökmen'le ne işin var?" Dedi Atakan. "Sana ne." Dedim öne eğilip, bana gözlerini kıstı. "Kasklar yüzlerden yakışıklıdır, aksini iddia eden, etmesin." "Neyse ki cansızlar." Gökmen'in hemen yanımdan gelen kıskanç sesiyle gülümsedim. "Canım Trabzon'a gitmek istiyor." Dedi Atakan, yeni şehrin havasını solurken. "Yüzmek, gezmek istiyorum. Tatil yapmak istiyorum ben ya, bir yerlere gidelim." Gözlerime bakıp gözlerini kıstı. "Erkek erkeğe." Diye üstüne bastırdı. Böyle şeylere takılmazdım ama Atakan bilerek bana oynuyordu, öyle mi? dercesine baktım, öyle dercesine kaşlarını kaldırdı ve başını salladı. Başımı kaldırıp Gökmen'e öyle mi olacak? der gibi bakınca, olmayacak demek yerine başını iki yana salladı, ben gülümserken Gökmen masanın altından Atakan tarafından tekme yedi. "Ah!" Diye acıyla inledi. Bizi kenardan izleyen Turhan kahkaha attı. "Oğlum ne biçim bir savunma ağın var senin? Hemen yelkenler fora yaptın." "Ne oluyor?" Yaşar gelip yerine geri oturdu, hepimize sorgulayıcı bakışlar attı. "İki dakika bıraktım sizi, hemen birbirinize darp uygulamaya başlamışsınız." "Gökmen bu sene tatile gelmeyecekmiş bizimle." Diye şikayet etti Atakan. "Niye?" Diye sorarken Gökmen'e döndü Yaşar. Tüm bakışlar üstündeyken hangimizin lehine ne söyleyeceğini bilemediği için sinirle kendisine güldü sevgili sevgilim. "Nefes alamıyorum bir salın beni." Dedi eli boğazını ovarken. "Seni kafesi altına almış, pençelerini sırtına geçirmiş, büyülü gözleriyle etkisi altına almış." Dedi Atakan. Gözlerim tatlı ama sinirli bir ifadeyle büyüdü. Gökmen ciddi olmadığını bildiği için arkadaşına sırıtmakla yetindi. "Cadı kuma!" "Ben mi kumayım! Sensin be kuma! Gezmeye geldik buraya, benzin parası dememişsin, özel günleri dememişsin, peşimize takılmışsın. Hem de tek de gelmemişsin." Diğerlerine de kınayarak baktım, gözlerini kaçırıp gökyüzüne bakındılar. Gökmen kıkırdadı. "Senden önce ben vardım bir kere." Bu sağlam koz karşısında yılmadım. "Ama artık ben varım." "Sonradan çıkma!" Gözlerimi devirip arkama yaslandım, Gökmen'e sarıldım. "Geçmişe bu kadar takılı kalma şekerim, şu ana odaklan." Nispetimi de yaptım ve gol! Turhan ve Yaşar katıla katıla gülerken Gökmen de boğazdan gelen boğuk bir gülüşle onlara katıldı. Atakan burnundan soluyup küserek arkasına yaslandı, benim keyfimden geçebilene aşk olsun. "Yıllardır benim arkadaşım o. Sana hiç sabah kahvaltısı hazırladı mı? Ya da akşam yemeği? Bize çok yaptı ama." Pes de etmiyordu. Gökmen'in yemek yapabildiği bile bilmiyordum, acaba neler yapabiliyordu? Umarım Atakan'ın kastı makarna değildir. "Senin için hiçbir trafik polisine katlanmak zorunda kaldı mı?" Dediğimde sessizlik oluştu. "Hı?" "Trafik polisi mi?" "Kaybettin Atakan, Gökmen seni Aysuna'dan önce öpmüş olsa bile bundan ötesi yok." Dedi Yaşar, güldü. "Bir dakika bir dakika." Dedi Turhan, masaya doğru eğildi. "Ne polisi?" Onların da dayımı tanıdıklarını biliyordum, tepkilerini merakla beklerken açıklama kısmını Gökmen'e bıraktım. Sevgilim boğazını temizleyip, "Selçuk abi geri döndü." Dedi. Üçünün bir sıfat vardı, çekip bastırıp duvarıma asmalıydım. Çok komikti. Yan yana oturuyorlardı, gözleri kocaman olmuş, ağızları bir karış açık, nefes almıyorlardı. "Bu-Bursa'ya mı?" Yaşar kekelediğinde önce şaşırdım, dayım anılarına bu denli mi işlemişti? Sonra tabii ki de gülmeye başladım. "Asıl bombayı söyle Gökmen." Dedim otuz iki diş sırıtırken. Dayımı andığı zaman ki surat ifadesine sabaha kadar gülebilirdim, öyle bir baygın hale geliyordu ki gözleri. "Selçuk bey polis amca, Aysuna'nın dayısı çıktı." Turhan içtiği suyu tükürdü, Yaşar masanın üstündeki kolu düşünce avucu içindeki çenesi de düştü ve afalladı, Atakan'ın ağzı şaplak atmak istememe sebep olacak kadar çok açıldı. Turhan ilk şokunu atlatan oldu. "Aysuna'nın dayısı mı? Öz dayısı mı? Annesinin kardeşi yani?" "Evet." Dedi bezginlikle Gökmen. "Ne yazık ki." "Hey." Diye sızlandım sırnaşırken, belli belirsiz büzülen dudaklarıma bakıp gülümsedi. Çok güzel gülümsüyordu zalimin oğlu! Ay pardon, hiç tanımadığım kayınvalidem, iç düşünce alışkanlığı işte. Yaşar gülmeden önce, "senin hayatta ki şansına sıçsınlar Gökmen." Dedi ve hunharca gülmeye başladı. "Çok iyi olay." "Normal bir trafik polisi de değil, Selçuk abi denk gelmiş gele gele." Dedi Turhan. Atakan bana kem gözlerini dikti. "Biliyordum bunda bir şeyler olduğunu, ama çözemiyordum bir türlü. Meğerse damarlarında trafik polisi kanı akıyormuş. Hain." "Ne alaka?" Dedim dudaklarımı öne uzatıp gererek. "Dayım trafik polisi olarak doğmadı ya." Oturduğu yerde titreyip benden gayrı yöne döndü. "Şu kelimeyi söyleme." Surat astım, motorcular kesinlikle ırkçıydı. Ya da artık buna her ne deniyorsa, dayım polis diye dışlanıyordum. Gökmen gülüp kollarını uzattı, sarıldı bana. "Gelmeyin Su'yumun üstüne." Hemen göğsüne doğru sırnaştım, beni savunmuştu can cağızım, yerim onu. "O da istemezdi böyle olsun." Acıyarak sırtımı ovunca yüz mimiklerim düştü, beylerin sesli gülüşüyle durdum, başımı kaldırıp dibimdeki Gökmen'in gözlerine baktım. Gülmemek için dudaklarını sıkıyordu. "Seni dayıma söyleyeceğim." "Söyle." Dedi çocuk gibi benimle inatlaşarak. "Ceza yazdıracağım hepinize." Sırıttı ve burnundan nefes verdi. "Hı! Kızım cezadan korksaydık trafik polisinin yeğenine aşık olmazdık." Üçlü aynı anda, "oooo." Layınca, ben de bir erimedim değil. Gözlerimi yukarı kaldırarak devirirken bir yandan da dudaklarım kıvrılıyordu. "Şapşik." Diye mırıldandım ama Gökmen duydu, gülüp daha sıkı sarıldı. "Vıcık vıcık." Dedi Atakan bizi süzerken. "Ben Burhan'ı özledim ya." Dedi Gökmen. "Beni bir tek o anlıyor, nerede o? Ben onsuz sizinle baş edemiyorum." "Bir ay önce söylediklerini hatırlatmamı ister misin?" Turhan tebessüm etti. Derin bir nefes alıp verdi, etrafa bakındı. "Hadi kalkalım, siz nereye gidecekseniz gidin artık da akşam olmadan dönelim Bursa'ya." Gökmen onay için bana bakınca başımı salladım. Oturup dinlenmiş, sohbet etmiştik, yeterdi bu kadar. Zaten saatler su gibi akıp gidiyordu, gitmeden son son gezebildiğimiz kadar yer gezmek istiyordum. Turhan ve Burhan'ı birbirlerine benzetiyordum, üçü önümüzden ilerlerken süzdüğümde grubun içindeki en olgun ikisiydi sanki. Diğerlerine ayak uydursalar da durgun bir yapıları da vardı. "Turhan abi bekar mı?" Diye sordum Gökmen'e. Kolu omzumdaydı, ben de beline sarılmıştım. "Bekar." Dedi başını sallarken. "Niye? Kız mı bulacaksın?" Gülümsedi. "Annemin asistanını düşündüm." Dedim, yandan baktığımda dişlerini sıkıyordu. Dudaklarımı içe kıvırdığımı görünce işaret parmağını salladı. "Kübra teyzeye selamımı söyle, o konu hakkında konuşulacak, hesap verilecek. Unutmadım onu." O kadar tatlı kin tutuyordu ki. Uzanıp yanağına öpücük kondurdum. "Söylerim." Gülüşümle başım omzuna düştü, temasımla hemen yumuşadığı için gülümseyip önüne döndü, sarmaş dolaş motorlarımızın yanına kadar gittik. İşleri ne bilmiyordum lakin motorları hep son modeldi. Yan yana duran motorlarına aynı anda bacaklarını kaldırarak bindiler, omuzları geniş ve dikti, kasklarını taktılar ve motorlarını çalıştırdılar. Kabul, havalıydı! Kendi kaskımı takıp Gökmen'in arkasına bindim, yola çıktığımızda beklediğimden daha aksiyonlu bir yolculukla karşılaştım. Motor sürmüyor bildiğin asfaltta dans ediyorlardı. Şehir içinde olduğumuz için sanırım pek fazla açılamıyorlardı ama Turhan önümüze geçtiğinde Atakan yanımıza geldi ve Gökmen'in kaskına şaplak attı. Gözlerim kocaman oldu. Diğer tarafımızdan gülerek Yaşar çıktığında başımı ona çevirdim, yaklaşıp uzandı ve Gökmen'i poposundan cimcikledi. Kahkahalarını araç gürültülerinden bile duydum. Gökmen hızla eline vurdu, "ulan dua edin Aysuna var arkamda." Diye bağırınca, beyler gülerek hızlandılar. Üçünün hız yaparak uzaklaştıklarını gördüm, Gökmen'in de katılmak istediğini gaz üstündeki kıpırdanan elinden anlayabiliyordum ama yapmadı. Beline sarılıp unutmadığı varlığımı daha çok hatırlatıp teşekkür edercesine belini sıktım. Karnı üstündeki elimi tutup parmaklarımızı iç içe geçirdi, sağ eli gidonda kaldı. Bana uzun gelen süreden sonra ışıklarda karşılaştık bir daha. Ondan sonra hızlarını sabit tutup bizi takip ettiler. Beraber bol binalı bir yere geldik, kaskımı çıkarttığım zaman etrafıma bakındım ve o zaman müzeyi gördüm. Müze gezecektik. Gökmen elimi tuttuğu zaman Turhan yanımıza geldi. "Biz şurada oturup bir şeyler içeceğiz, rahat rahat gezin." Başımızı sallayıp müzeye ilerledik. Çevresindeki diğer evler gibi normal gözüküyordu ama nostalji havası insanı etkiliyordu, sanki dışarıda başka hava, içeride farklı hava varmış gibi derin nefesler alıp alıp durdum. Bir sürü farklı şeyler vardı, bizim zamanımıza ait olmadıkları için ilk defa görüyordum ve beni etkileyende buydu. Genel olarak müzelerin insanları etkilemesinin sebebi buydu zaten. İnsanlar farklı ve yeni şeyleri görmeyi severlerdi, ben de çok severdim. İlgi alanlarımızda olmasalar da Gökmen de ben de merakla her bir karışını gezip inceledik. Bir sürü fotoğraf çekildik, daha çok Gökmen'in telefonundan çekiliyorduk, kamerayı çıkartmamıştı, benim telefonuma atak yapmama bile izin vermeden telefonunu cebinden çıkartıyordu. Anı biriktirmeyi seviyordu. Saat dörde gelirken telefonum çaldı, tam da müzeden çıkıyorduk. "Efendim?" "Kankinotellam?" Gülümsedim, sesini özlemiştim. "Efendim kankim?" Gökmen kiminle konuştuğumu anlayınca önüne döndü. Çocukların oturdukları yere doğru yürümeye başladık. "Ne zaman geliyorsunuz? Aç mısınız? Yemek yapıyoruz Burhan'la da, ona göre çok yapacağız ve yetişin bir de. Soğumasınlar." "Yemeğe yetişir miyiz Gökmen?" Başını salladı. Çocukların yanına gelince o oturdu ama ben biraz uzaklaşıp konuşmama öyle devam ettim. "Yetişirmişiz." "İyi bari." Buket'ten sonra Burhan'ın sesini duydum arkadan. "Gökmen yarım saate getirir sizi." İkisi gülünce ben de tutmadım kendimi. "Henüz o hızlı hallerini ben görmedim." Yandan oturdukları alana baktım. "Benden sakınıyor." Diye mırıldandım. "Niye sakınsın be saçmala!" Diye kızdı Buket, saçma olduğunu düşündüğü düşünceme. "Bence de." Diye katıldı Burhan, kesme sesi onun tarafından geliyordu. Telefonu hoparlöre alıp ortalarına koymuşlardı sanırım. "Hiç hız yapacağı bir mesele olmamıştır şimdiye kadar." "Bir kere polisten kaçmıştık, o zaman yapmıştı ama yine çok değildi, o zamandan beri pek-" deyip durdum, kafama dank etti. "Pek?" Diye sordu Buket. Benim hız korkum yüzünden yapmıyordu! Alnıma vurdum. Bu aslında bildiğim bir şeydi ama son günlerde kafam çok doluydu ve Gökmen'i gizemli kutucuğuma yerleştirdiğim için bundan da benzeri bir şey çıkar sanmıştım. Birçok kere yarışma imkanı olmasına rağmen benim yanımda yarışmamış olması da cabasıydı, bir dakika, yine ben haklıydım. Hadi ben arkasında olduğum için hız yapmıyordu, ben kenarda durup onu izleyecekken niye hiç yarışlara katılmamıştı? R6 sürmeye gittiğimizde de yarışını izlemeye davet etmemişti beni. "Aysuna?" Diye seslendi Buket. "Kafanda ne kuruyorsun?" Sessizleştiğimde bunu yaptığımı iyi biliyordu. "Gökmen onu yarışırken görmemi istemiyor sanırım." Aklımdakini pat diye söylediğimde korktuğum şey Burhan'ın cevabıydı, fakat o sessiz kalmayı seçti. "Saçmalama." Dedi yine Buket hiç duraksamadan. "Bunu kızlar gecemizde konuşuruz olur mu? Baş başa, böylece kafandaki saçma düşünceleri silip atabilirim." Gülümsedim, bu kızı seviyordum. "Hıhı." Dedim sadece. "Erken gelmeye çalışın, yemek yiyip film izler, oyun oynarız. Tamam mı?" Buket ailesinin işleri yüzünden çoğu zaman yalnız kalırdı ama yalnızlığı sevmezdi. İnsanlarla vakit geçirmeyi, özellikle de ısındığı kişilerle bir arada olmayı çok seviyordu. Bu akşam için heyecanlı olduğunu görmemek imkansızdı. "Tamam." Dedim hevesini kırmadan. "Harika." Alkış sesini işittim. "Çabuk gelin." "Tamam dedim ya." Gülüp, "görüşürüz." Dedi, cevap verip telefonu kapattım. Olduğum yerde bir süre dikildikten sonra derin bir nefes alıp arkamı döndüm. Gökmen sanki beni bekliyormuş, yerim hazırmış gibi oturduğu yerde kaymış, kolunu atmış, göğsüne sığınmamı bekliyordu. Arkadaşlarıyla konuşurken onlara odaklanmıştı, yüzü ciddi ama ifadesiz değildi, tatlıydı, olgun ama sevecendi. Oturuşu dik lakin kasıntı değildi. İç çektim. Ona bakmaya doyamıyordum, bu zevk aldığım, asla bitmesini istemediğim bir işkence gibiydi. Ona bakmaya, dokunmaya doyamıyordum, ve bunun bir sonu olmadığını bilmek sinir ediyordu beni. Başını çevirip gözlerime değdi, gülümsedi. Başıyla gelmemi işaret edince kendime geldim, yutkundum ve yanına gittim. Hemen kolu altına girdim, tek koluyla sarıldığında kaslarını bedenimde hissettim, güven veriyordu. Bursa yoluna çıktığımızda daha sakin bir yolculuk geçirdik, arkada oturduğum için sıkılmıştım, etrafı izliyordum ama arabada olduğu gibi sağa sola dönme şansım olmadığı için rahatsızlanmaya başlamıştım. Uzun yolculukta artçı olmak yerine süren kişi olmayı tercih ederdim. Motorumu aldığım zaman Gökmen'in yakasına yapışacağım, öğretsin de artık ben de motor sürebileyim. Artçı olmanın keyfini yeterince sürmüştüm. Bursa'ya giriş yaptığımızda ilk kırmızı ışık yakaladı bizi. Atakan sağ yanımda, Turhan sol yanımda, Yaşar da onun yanındaydı. Gökmen birinci vites de dururken diğerleri gidonları bırakıp sırtlarını dikleştirdiler. Atakan hava almak için açtığım vizörüme vurunca kaşlarımı çattım, güldü; sinirle uzandım ve ben de onun vizörüne vurdum. O bana ben ona derken böylece kız kavgasına giriştik, yüzlerimizi geri tutarken ellerimizle birbirimize vurup durduk. Gökmen, "kesin şunu." Diye sızlanıp Çiçek'i boşa aldı ve bizi ayırdı. "O başlattı." İşaret parmağımı uzattım. "Tamam yeter." Dedi bana. Dudak büzdüm ama o bunu göremedi. Atakan'a, "motoruna vururum düşürürüm seni bak, rahat dur." Dedi. "Çocukla çocuk oluyorsun." Atakan gülünce sinirlerim bozuldu. "Çocuk muyum ben?" Diye sordum önüne dönmüş olan sevgilime. "Senden 8 yaş büyük ya o yüzden dedim." "8 mi?" Gözlerim büyüdü. Bu Atakan'ın, Gökmen'den de büyük olduğu anlamına gelirdi. Yanımdaki sinir bozucu şey güldü. "Minnacıksın Aysuna, minnacık." Kaskım olmasa yanağımdan makas alırdı ama yapamadığı için onun yerine uzanıp kaskımın arkasına şaplak attı. "Yaa!" Diye çığırdım. "Gökmen gördün işte, o yapıyor." Gökmen ikimizi duymamazlıktan, hatta görmemezlikten gelince Atakan daha fazla keyiflendi. Bu kask işi trip atarken işimi hiç kolaylaştırmıyordu, surat astığımı göremiyordu ki kaskım olmasa da pek benden yana bakmadığı için zaten göremezdi. Ayy, sinir! Buket'in evine gelene kadar bir kere daha ışık durdurdu bizi o kadar, hızlıca ve sorunsuz geldiğimizde hava kararmıştı ve benim eve dönme saatim yaklaşıyordu. Beyler motorlarını bahçeden içeri sokarlarken telefonumu çıkarttım. Annemi aradım, açmasını beklerken Buket'in açtığı kapıdan içeri girdim. Anında boynuma atladı. Gülümserken sıkıca sarıldım. Annem, "neredesin Aysuna Su!" Diye gür bir sesle telefonu açınca Buket ürkerek uzaklaştı benden. "Bursa sınırları içindeyim anne." Salona giderken kapıdaki diğerlerine başımı çevirdim, parmağımı dudaklarımın üstüne bastırıp sessiz olmalarını söyledim. Başlarını salladılar. "Peki Pamir evi sınırları içinde neden olmadığını sorabilir miyim sana?" Dedi. "Taa Balıkesir'e gitmene izin verdim babanı aşıp ama sen anlaştığımız saatten önce evde olma nezaketini bile göstermiyorsun. Beni neden izin verdiğime pişman ediyorsun?" "Annecim eğer susarsan bir şey söyleyeceğim sana." Ayakta dikilmiş laf anlatmaya çalışırken mutfakta dolanan ayak sesleri işittim, bir tanesi de arkamdaydı sonra yanımda, dibimde bitti. Göğsünü omzuma yaslayıp kulağını telefonumun diğer yanına yasladığında yandan bakıp gülümsedim. "Dinliyorum hanımefendi?" Annemin ses tonu Gökmen'i etkiledi, kaşları öne düşerken dudakları uuu dercesine şekil aldı. "Buket'e geldim." "Neden?" Hafiften yumuşayan ses tonu cesaretimi arttırdı. "Balıkesir'deyken Buket aradı, akşam gel oturalım dedi, özledik birbirimizi ne yapalım? Ben de hayır diyemedim, motordan da şimdi indim, o yüzden anca haber verme şansım oldu." Gökmen kulağını çekip önümden geçerken bana bakıp çakalsın dercesine sırıttı. Sırıttım. "Gökmen nerede?" Duraksadım. Dolaylı yoldan yalan söylediğim zaman vicdanımı rahat ettirmenin yolunu buluyordum ama direkt yalan söyleyemezdim, çok rahatsız ediyordu beni. "Şey-" Telefon elimden kapıldı ve Buket'e geçti, mutfak kapısından 4 tane baş uzatılmış bizi dinliyordu. "Kübra teyzecim!" Dedi Buket, şen şakrak bir sesle. Sonra başladı uzun uzun konuşmaya, avukat bir kadını bastırmanın tek yolu çok konuşmak ve zeki konuşmaktı. Buket de bunu benden iyi başarıyordu ki laflarının üçte biri yalan olduğu için zorlanmıyordu da. "Bu gece kızın bana emanet, relax ol Kübra teyzecim, bal peteğim benim. Hiç merak etme. Yarın sabah postalayacağım onu, fazla kalmasın zaten." Güldüm. Kendimi koltuğa atıp öyle dinlemeye devam ettim. "Tamam... Tamam... Tamam teyzecim. Görüşürüz, Allah'a emanetsiniz. Bayyy." Telefonu kapatıp kucağıma attı. "Kübra teyze sayesinde avukat yeteneklerimi keşfediyorum." "Avukatlar yalan söylemez." "O zaman nasıl dava kazanıyorlar?" Kahkaha atarken koltukta bacağına vurabilmek için kaydım. Gülüp kaçtı, mutfağa girdiğinde yorgun da olsam ben de ayaklandım, peşine mutfağa girdim. Atakan ve Gökmen, Burhan'a ne yemeği olduğunu sorup darlıyordu. Turhan telefon görüşmesi yaparken Yaşar sessizdi. Buket tezgahta bir şeyler yapıyordu, Gökmen'in karşısına Buket'e en yakın noktaya oturdum. "Düğün 8 gün sonra mı yani?" Diye sordu Atakan. Burhan onlara susun diye bağırınca Gökmen yerine sinmişti ama Atakan sülük gibiydi, konuyu değiştirse de susmamıştı. "Evet." Dedi Burhan. "Aysuna'nın sınavından bir gün sonra." "Off." Ladım. Yaşar bana baktı. "Sınava mı gireceksin?" "Evet. Mezuna kalmıştım." Başımı çevirince boynum geriye düştü. "Buket? Sınavın hemen ertesi gününe niye aldınız tarihi? Ya kaybedersem. O üzüntüyle düğününde eğlenemem." "Kaybetmeyeceksin!" Gökmen'in sert sesiyle ona baktım, masanın üzerindeki tepsiden salata almak için uzanmıştı. Göz göze gelince burnumdan sesli bir nefes verdim. Arkasına yaslandı, salatayı bana doğru salladı. "Yiyorsa kaybet!" Omuzlarım düştü. Turhan, "seni tehdit mi ediyor?" Diye sorunca, umutsuzca, "biraz." Dedim. Atakan sesli güldü. Gökmen'le bana baktı sırayla. "Arkadaşlarımızın başı artık bağlı." Gözleri dolmuş gibi altlarını sildi. "Evlatlarını büyütmüş bir anne gibiyim." "Benim başım 2 yıldır bağlı Atakan." Dedi Burhan, elindeki leğeni ve çırpıcıyı alıp oturduğumuz masaya döndü, bir tek Buket tezgahta bizden uzakta kalmıştı. "Hatta daha da fazla." "Aranızda en küçük kim?" Diye sordum. Dördünün başı aynı anda döndü, baktıkları yere gözlerimi çevirdiğimde masanın uzak ve en ucunda oturmuş, salata kemiren Gökmen'i gördüm. Neredeyse gülecektim, tabii ya, en küçükleri oydu. Başını kaldırıp gözlerimize bakındı. "Ne?" Diye sordu sonra. Hepimiz gülmeye başladık. Üst kattan gelen karınca tonundaki telefon sesiyle Buket koşarak mutfaktan çıktı, arkasından şaşkınlıkla baktık. "Altı üstü telefonu çaldı, niye bu kadar heyecanlı koştu ki?" Diye sordu garipseyerek Atakan. "Annesi aramıştır." Dedi Burhan, işine devam etti. Yüzüne baktım, sıkıntısını anladım. "Oradayken fazla arama şansları olmuyor, değerlendirmeli." "Ne zaman dönecekler?" Diye sordum kısık sesle, hüzünlenmiştim. Gökmen'in bana baktığını hissettim. "2 ay sonra sanırım, önce ya da sonra da olabilir, belli değil." "Neden beklemiyorsunuz ki?" Diye sordu Yaşar. "Ailesiz düğün mü olur?" Burhan'ın eli duraksayacak gibi oldu, alttan bana baktığında göz göze geldik. Buket beklerdi ama annesine kızmıştı, onlara ceza veriyordu. "Öyle gerekti." Diye mırıldandı Burhan. Birkaç dakika sessiz kaldık o sırada Buket de geldi. Yüzündeki gülümsemenin sahteliğini anında fark ettim, o kapıdan girmeden önce kendini gülümsemeye zorladığına eminim. Tezgaha geçip işine geri döndü. "Yemek ne zaman hazır olacak?" Diye huysuzlandı Atakan. "Ta Balıkesir'den geldik, acele ettirdiğiniz bizi o kadar ama bir yemek bile hazır değil." "Doğru diyor." Dedi Yaşar. "Yemek soğumasın diye gaza bastık da geldik." "Hayatımızı tehlikeye atıp geldik yanisi." Dedi Gökmen, öne eğilmiş gözlerini hafif büyütmüştü. Gülümsedim, ağzını yüzünü yediğim çocuk! "Sanki hiç yapmadığınız şey." Dedi umursamazca Burhan. Buket'in yanına dönüp çırptığı şeyi verdikten sonra yanağını öpüp geri çekildi. Bize döndü tekrar. "Madem canınız sıkıldı kalkın sofrayı kurun." Beyler anında itirazlara başladılar. Atakan, "yok yok biz böyle iyiyiz." Dedi. Yaşar, "benim canım sıkılmadı." Diyerek telefonunu çıkarttı. Turhan ağzına fermuar çekerken Gökmen güldü ve ayaklandı. "Yer sehpasına mı kurayım sofrayım? Film izlerken yeriz." "Olur." Gökmen çekmecelere yönelince yerimden atlayarak indim, yanına koştum. Omzuna çarparak durduğumda bana baktı, gülümsedik. Beraber sofrayı kurarken birbirimize çatıp durduk ama ben başkalarının yanında fazla temaslı samimiyeti sevmediğim için ileriye gitmedik. Salonda sadece ikimiz vardık, sehpanın üzerine elimizdekileri yerleştirirken Gökmen, "şuraya koy sevgilim, şuraya." Dedi. Sofra düzenini seviyordu. Gülümsedim. "Tamam." Eskinin aksine artık cümleleri içinde bana sevgilim ya da ismimle hitap ediyordu. Acaba niye? "Sen artık bornozlu demiyorsun sanki bana?" "Bir üstü geldi çünkü." İşini bitirip diklendi. "Neymiş peki bir üstü?" Diye sordum göğsüne doğru sırnaşırken. "Sevgilim." Dedi boğazdan gelen bir tonla. Ses tonuna düştüm. Gülümsemem genişlerken, "filmi bırak ben seçeyim olur mu?" Deyince, gülümsemem düştü. Sırıttı. "Gökmeeen!" Dedim kızarak. Dudaklarını sıktı ama yüz ifademe baktıkça kendini tutmakta zorlandı, gülmeye başladı. Omzuna omzuna vurdum, kaçmak için arkasını dönüp mutfağa ilerledi. Sırtına vurdum bu sefer. "Kız dur!" Dedi. "Durmam!" Dedim. "Sakat bırakacaksın beni, işe gidemeyeceğim sonra." "Tatlı canlı seni." Yemek tamamen hazır olunca herkes mutfaktan çıkarken bir şeyler alıp sofraya götürdü, Atakan ve Yaşar hariç. Onlar aradan sıvışmışlardı. Gökmen seçtiği filmi televizyondan açmaya çalışıyordu, Burhan ve Buket de çorbaları tabaklara koyuyordu, Turhan Atakan'la tam anlayamadığım bir şeyler konuşuyordu ama duyduğuma göre yakın zamanda yine şenlik olacaktı. Otobanda motor sürülecekti ama bu sefer sadece Uçurtma olmayacaktı. Başka motor çeteleri de vardı ve onları da davet etmişlerdi. Burhan da onayladı, Gökmen hiçbirini duymasa da onunda haberi olduğuna emindim. İşini bitirince yanıma geldi, yerde oturuyorduk, hd televizyon ekranında film oynamaya başladığında Buket ve Burhan'a yemek için teşekkür edip besmele çekip yemeye başladık. Film tabii ki de aksiyon filmiydi, bunda sorun yoktu lakin yemek yerken izlenebilecek en son filmlerden biriydi bence. "Gökmen üstüne kusayım mı istiyorsun?" Diye çıkıştım. "Bu ne filmin üç de dördü kan." "Ketçap onlar Aysuna." "Yine de mide bulandırıcı." Dedi Buket. "Normal bir şey aç, dövüşlü, kırmalı mırmalı ama bu olmasın. Ninja filmlerinde kan hep çok oluyor, midem kalktı." "Buket doğru söylüyor." "Bunu açtım işte, değiştiremem şimdi. Yiyin yemeğinizi ya." Alttan sırtını cimcikledim, yerinde sıçradı. "Ah!" Kötü bakışlarını bana çevirdi. "Su!" "Al kardeşim." Diyerek sürahiyi uzattı Atakan. Hepimiz sürahiye ve hala havada olan koluna baktım, o da bize baktı. Sonra gülmeye başladık. "Ne gülüyorsunuz lan?" "Benim ikinci adım Su, su manasında su değil yani, adım Su." Gözleri bayarken sürahiyi geri çekti. "Su diye isim mi olur ya?" "Çilek diye oluyor, Mavi diye de oluyor, Su diye niye olmuyormuş?" Atakan omuzlarını silkip önüne döndü, Gökmen başını kaldırıp hayal kurar bir sesle, "ben de kızımın ismini Çilek koymak istiyorum." Dedi. Alayla güldüm, hayal dünyasından çıksın diye gözleri önünde elimi şıklattım. "Başka isteğin canım. Hayatta olmaz." "Ama niye?" Diye mızmızlandı hemen. "O kadar emek, zorluk çekeceğim sonra babası gelip adını Çilek koyacak." Omuzlarını silkti. "Güzel isim." Başımı iki yana sallayınca huysuz bir nefes verip önüne döndü, filmi değiştirmek için ayaklandı. Bu sefer bilimkurgu filmi açtı ama içinde bolca aşk da vardı, bizim Türk erkeklerinin aşkı izlemeyi değil yaşamayı sevdiğini bu akşam öğreniyordum. Bekarlıktan şikayet ediyorlardı, birlikte oldukları kızlarla mutluydular ama filmi izlerken yüzleri hep buruş buruştu. "Bir ayaklarını öpmediğin kaldı be, tüh!" Gökmen ekrana karşı tükürünce yan gözle baktım. "Köpek gibi aşık kıza o yüzden." Başını çevirip gözlerime baktı, baygındı bakışları. "Kendini köpeğe benzetende ne bileyim yani. Ayrıca ne bu muhabbet? Köpek falan? Hayır yani köpeklerin tarihe adını yazdırmış bir aşkları var da bir ben mi bilmiyorum." "Onu demek istemiyor Gökmen. Anlamı o değil." "Ne ya?" "Köpekler sadık ve samimi canlılardır, o denli aşığım ki; seni asla bırakmam, hep sadık kalırım anlamı taşıyor." Gözlerini devirdi. "İnsanlar işte." Dedi. "Aşkını anlatmak için o kadar yol varken sen gel köpeği seç. Garip." "Allah'ım kafayı yiyeceğim." Gökmen dudak büzdü, evde bizim yüzümüzden şen kahkahalar yankılandı. "Uzaktan bakınca mıçmıç bir çiftsiniz ama yakına gelince..." Atakan sözünün devamını getirmek yerine elleriyle tuhaf hareketler yaptı, güldüler. "Biz cicim aylarını geçen haftada bıraktık." Dedim sahte bir gülümsemeyle. "Ne alakası var ya?" Diye huysuzlandı Gökmen hemen, hoşuna gitmemişti bu sözüm. Atakan'a döndü. "Biz," tırnak işareti yaptı, "genelde," dedi, "böyle değiliz zaten. Aynı fikir de, uysal, tatlı bir çiftiz. Ama sizin yanınıza gelince fikir ayrılığına düşüyoruz, sorun sizde yani." Yaşar arkasındaki yastığı çektiği gibi Gökmen'in suratına geçirdi, gülüşlerimiz birbirlerine karıştı. "Ve yılın erkek arkadaşı ödülü Gökmen A-" Durup boğazını temizledi Burhan. "Gökmen'e gidiyor." Alkış tutunca herkes ona katıldı ama benim kaşlarım hafifçe çatılmıştı, yüzüne baktım iki saniye sonra kendime gelip alkışa katıldım, gülümsemeye çalıştım. Gökmen ayağa kalkıp tek tek hepimize karşı ödülünü kabul eden sanatçılar gibi eğildi. "Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim." Gülüşüne bittiğim! Elinden tutup yanıma çekerek tekrar oturttum. "Geçen sene de Burhan'a gitmişti bu ödül." Burhan gururla başını salladı. "Önümüzdeki sene kimin?" Bekarlara baktık, hepsi bakışlarını kaçırdı, başlarını tavana kaldırıp duymamazlıktan geldiler. "Sanırım yine senle ben yarışacağız Gökmen." Filmin son yarım saatini de izledikten sonra hep birlikte sofrayı toplamaya başladık. Misafir olmasalar, Buket, hiçbir iş yapmamış üçlüyü bulaşığa sokardı ama sessiz kaldı, sanırım yine ben ve o yapacaktık. Hayatımın üçte biri mutfakta geçiyordu bildiğin. Sinirimden gülmek istiyordum. Tekrar salona geçtiğimizde Buket ortadan kayboldu. Beyler kendi aralarında sohbet ederken Gökmen'in kolu altına sığınmış onları dinliyordum, pek anlayabildiğim söylenemezdi, iş hayatları hakkında konuşuyorlardı. Gökmen de benim gibi sessizdi ama ilgiyle dinliyordu. Garson olduğunu öğrenmiştim, ne iş yaptığı ailemin de benimde umurumuzda değildi lakin Gökmen öyle düşünmüyor olacak ki bana söylememişti. Utanmış mıydı acaba yaptığı işten? "Bir gün çalıştığın yere gelmek istiyorum." Diye mırıldandım. Başını çevirdi, gözlerini indirdi. "Hım." "Sen çalışırken seni görmek istiyorum." Düşünürken başını salladı. "Olur." Dedi. "Sorun olmaz değil mi?" "Olmaz." "Neden şimdiye kadar bana söylemedin o zaman? İşinden utanmıyorsan?" "Utanmıyorum." Derken başını iki yana salladı. "Sadece..." Alt dudağını büzdü bilmem dercesine. "Utanmasam da çekindim sanırım. Senin işimle beni yargılayacağından değil, ama sen mimar olmak için okul okuyorsun, annen avukat, baban ne bilmiyorum ama eminim ki o da büyük bir mesleğe sahiptir." Duraksadığında gözlerindeki o duygunun ne olduğunu bilmek beni üzdü. "Benim ailem hayatta değil, o konuda eşit değiliz, iş konusunda da değiliz... Sanırım bu... Beni biraz tedirgin etti." "Asla umurumda olmayacak şeyleri takmışsın kafana." "Takmadım, diyorum ya bir anlık bir tedirginlikti ve çok gerekmedikçe de söylemek istemedim." Derin bir nefes alıp gözlerine bakmaya devam ettim. Bana çekinerek baktı, bedenimi saran kolunun baskısı hafiflemişti, hemen elini tuttum. "Gökmen!" Dedim kısık sesle. "Sana Burhan'ın Buket'e verdiği şeyleri veremem. Ailemle istemeye gelemem mesela seni." "Gökmen dedim!" Gittikçe kızıyordum. Ondan sahip olmadığı hiçbir şeyi istemiyordum. O, bana yeterdi. Sahip oldukları yeterdi. Buket içeri girip elindeki kalem ve kağıtları kaldırıp, "oyun oynayalım mı?" Diye sorunca konuşmamız yarıda kaldı. Ben sinirle Gökmen'e bakarken o da diğerleri gibi kabul edip yere oturmak için hareketlendi, hızla kolunu tuttum, gözlerime bakmak zorunda kaldı. "Bunu sonra konuşacağız, tamam mı?" Gözlerini kaçırdı, başını salladı. Sıkıntıyla derin bir nefes aldım, iki dakika da göğsüm daralmıştı. Tekrar sehpanın çevresine oturduk, kağıt ve kalemlerimizi alıp bir harf seçtik. 20 saniye boyunca herkes kendi dünyasındaydı, isim, şehir, hayvan, bitki ve eşya bulmaya odaklanmıştık. İsim: Aysuna. Şehir'e kimsenin yazmadığı bir şey yazmam gerekiyordu. "Yabancı şehir olur mu?" "Türkiye illerinden başka şehir mi biliyorsun sen?" Diye sordu şaşkınca Atakan. "Herhalde, senin gibi medeniyetsiz miyim?" Dudak büküp kağıdına döndü. Buket, "olmaz." Deyince, kalmıştım Türk şehirlerine. Şehir: Amasya. Gökmen'i bana doğru eğilmiş görünce hemen kolumla ittim. "Gökmen çekil!" Diye bağırdım. Hayvan: Akbaba. Bitki: Anason. Eşya: Abajur. "Bitti." Kağıdımı göğsüme bastırıp 10'dan geriye saymaya başladım. "Altı üstü A harfi, ne bu kadar zor olan?" Buket'le Burhan ve Turhan da bitirmişti ama kalan üçlü hala düşünüyordu. "Hadi zaman doldu, yeter artık." Atakan, "of." Layarak kağıdını masaya koydu. "Tamam." Tek tek başladık söylemeye. Sıra bana geldiğinde kendi ismimi yazmama güldüler. Tahmin ettiğim gibi Amasya yazan yoktu, bu da onlar hep aynı şehirleri yazdıkları için 20 puan alacağım anlamına geliyordu. "Hayvan akbaba." "Hiç aklıma bile gelmedi o hayvan." Kendi kendine mırıldandı Yaşar. "Bitki anason." "Öyle bitki mi var be?" Diye atıldı Atakan. "Var tabii." Dedim. "Yok, uydurdun." "Var diyorum ya." "Bakacağım şimdi." Telefonunu çıkartıp internete girdi, ismi yazıp gerçek olduğunu görünce mors oldu ve hepimiz sayesinde kahkaha attık. "Varmış." Telefonunu kapatıp yere koydu. Gülmem bitince, "eşya abajur." Dedim. Gökmen bana yan gözle bakıp gülümsedi, başta ne olduğunu çakamadım sonra, "silah abajur." Deyince anladım ve aynı anda gülmeye başladık. Gülerken de bir yandan birbirimize vuruyorduk. Diğerleri kafayı yemişiz gibi baksa da sorun etmedik. Oyun boyunca -klişe bir şekilde- daha önce duymadığımız bir şeyi başka biri yazınca hep Atakan'ın bana yaptığı gibi karşı çıktık, ve sonunu bile bile internetten bakıp -kendim çok affedersin ama- göt olduk. Güldük, dalaştık ve oyunda alfabenin yarısını kullandık. Saat 11'e geliyordu, hatta belki biraz da geçmişti. Bilmiyorum. Ama bir ara su içmeye kalktığımda cam kapıdan bahçedeki Burhan'ı gördüm. Hava alıyordu, karanlıkta zor seçtim. Düşünceli gibiydi. Gökmen'le diğerlerinden daha yakındı değil mi? Aklıma düşen soru nefesimi hızlandırdı. Gökmen'in babamı geçtim bana bile söylemediği şeyler vardı, saatler, günler geçtikçe bu ihtimal beni daha fazla huzursuz ediyordu. Kapıyı açıp yanına çıktım, yanında durduğumda bana baktı, tebessüm etti. Biraz sustuktan sonra, "Buket'le nasıl gidiyor?" Diye sordum. Sırf muhabbet olsun diye. Gülümsedi huzurla. "Güzel... Karım olacak yakında." Ben de gülümsedim. "Evet." "Zaman çok hızlı geçiyor Aysuna." Kesinlikle. "Sanki daha dün Buket'in peşinde koşuyordum." O günleri hatırlayınca gülümsemem genişledi. "Güzel günlerdi. Eğlenceliydi." "Çok." Dedi özlemle. "Daha da güzelleri gelir İnşallah, istediğim tek şey bu." Başımı salladım hafifçe. Susunca sustum, ve soracaklarım için kendimi hazırladım. "Gökmen'le ne zamandır arkadaşsınız?" Bana baktı. "Çok uzun zamandır, Bursa'ya geldikten bir süre sonra tanıştık." "Yani ne zaman?" "6-7 yıl önce sanırım, 21 yaşındaydım ben, evet evet, o zamanlar." Oh. "Uzunmuş bayağı." "Öyle." Derin bir nefes aldı ve sıradaki sorumdan önce o bir soru sordu bana. "Gökmen neşeli biri mi sence?" Sorusunu garipsedim. "Benden daha uzun süredir tanıyorsun, sen söyle?" Başını iki yana salladı. "Hayır, değil." Kaşlarım kalktı, şaşırdım. "O sadece acılarını dudak kıvrımlarına saklayan biri..." İşte bu konuda haklıydı, hem de çok haklıydı. Kirpiklerim titredi, Gökmen'im, benim bir tanecik sevgilim acılarını saklamayı tercih eden sahtekar gülümsemelere sahip bir palyaçoydu... Başını yan çevirip samimi bir gülümseme bahşetti bana. "Ama şimdi, gerçekten gülümsüyor." Duraksadım. Benden önceki halini Burhan biliyordu ve ima ettiği şey önceki gülümsemelerinin aksine şimdikilerin gerçek olduğuydu. Yani o zaman, Gökmen şimdi mutluydu. Kendime bağlamak istemiyordum ama çıkarabildiğim tek sonuç buydu. Benimle mutluydu. Benden sonraki gülümsemeleri gerçekti. Benden sonraki neşesi doğruydu. Tüm acılarını söküp hep gerçekten gülümsesin istedim, neler vardı geçmişinde? Benden öncesinde? Merak etmiştim, öğrenmek ve unutturmak istiyordum. Gökmen'im üzülmesin istiyordum. "Sana bir şey sorsam cevaplar mısın?" "Tabii ki." "Gökmen'in soy adı ne?" Burhan'ın afallaması ve söyleyip söylememek arasında gidip gelmesiyle ruhum bedenime zor sığar oldu, gözlerine korkuyla baktım, ne saklıyorlardı benden? Yutkundum. Sadece soy adını sormuştum. "Sana söylemedi mi?" Diye sordu ama zaten cevabı bilir bir hali vardı. "Hayır." "Sordun mu peki?" "Babam sorduğunda söylemedi." "O zaman söylemek istemiyordur. Belki de soy adı yoktur." Alayla tebessüm etti, kaşlarını kaldırıp indirdi. "Lütfen." Yalvararak baktım gözlerine. Yutkundum. Mimikleri usulca düştü, ciddileşti. "Mutlusunuz, bunu bozma." "Neden? Soy adını öğrendiğim zaman mutluluğumuz mu bozulacak?" "Hayır, soy adının arkasındaki gerçekler sizi yıpratacak." Dediğinde dona kaldım. Nefes verdi. "Gökmen sır saklamayı sevmez, ya da yalan söylemeyi ama mecbur kaldığında ikisinde de usta kesilir. Ona güven, sebepleri sağlam." "Sen bana bunları söyledikten sonra nasıl artık öğrenmeden durabilirim? Soy adını sordum ama sen bana neler söyledin." Bir adım yaklaştım. "Lütfen, söyle bana. Söz başka bir şey sormayacağım, gerisini Gökmen'e sorarım ve söz mutluluğumuzu bozacak bir şey yapmayacağım." Gözlerime baktı uzunca, başını ağırca iki yana sallarken, "Aysuna..." diye mırıldandı çaresizce. "Lütfen." Dedim, öğrenmem gerekiyordu. Sustu, sustu, uzunca sustu, beni gerecek kadar sustu. Seslice yutkundu. "Atilla." Dedi sonra, kaşlarım çatıldı. "Gökmen'in soy adı. Atilla." Kafam karıştı. "Gökmen Atilla." Saliseler içinde beynim taşları yerine koydu. Kafamda şimşekler çattı. Kirpiklerim titredi. Anladım ama anlam veremedim. Yine de bu kötü hissetmemi engellemedi, kötü hissediyordum, çok, çok kötü hissediyordum. Bu soy ismin bana çağrıştırdığı tek bir şey vardı şu anlık, sonrasında düşündükçe peşine gelecek olanlar korkuttu belki de beni. Ya da Burhan'ın söyledikleri... Altından neler çıkacaktı? |
0% |