Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@dangerous_hatun

Yaşar'dan...

Uçurtma'nın karanlığı, gürültüsü birçok insanı rahatsız edebilirdi. Ama şöyle bir etrafıma baktığımda tek gördüğüm motor sesi, farların ışığı; bunlar da bizi mutlu eden şeylerdi. Hangi motorcuyu etmezdi ki?

Karanlığın içindeki devasa parlaktıktı Uçurtma. Gökmen burayı kurup bizi de kattığında hayatımız değişmişti. Yeni dostlar, yeni aktiviteler, yeni heyecanlar...

Atakan hepimizden az değişendi ve şu an bundan yana şikayet etmesi canımı sıktığı kadar gülme isteğimi de uyandırıyordu. Ailesiyle para konusunda uyuşamadıklarını anlatıyordu, bu ilgimizi çekmişti çünkü Atakan ailesi ile nadiren anlaşmazlığa varırdı. Motorcu olmasını bile umursamıyorlardı, araba sürüsü bir aile olmalarına rağmen.

Ama sanırım bu sefer durum ciddiydi. Atakan çalışmıyordu, tembel biri değildi aslında ama çalışmazdı, bunun en büyük sebebi ailesinin varlıklı olması ve onun üstüne düşmemeleriydi, bir de en küçük kardeş olması vardı. Ama şimdi motor galerisi açmak istediğini lakin ailesinin ona parada destek olmadığını bu yüzden de sabah kavga ettiklerine dair detayları anlatıyordu. Birbirlerine ağır sözler etmişlerdi. Üzülmüştük.

"Gökmen'den ya da Burhan'dan borç iste. Verirler." Dedi Turhan. Eğer biz o kadar zengin olsak biz de verirdik ama Gökmen ve Burhan, Uçurtma'dan aylık yeterince kazanıyordu, Atakan'a hiç sıkıntı çekmeden borç verebilirlerdi.

Atakan çekinerek sustu. "Bilmiyorum." Dedi içine kaçmış sesiyle. "Ailemden istemek daha kolay gelmişti."

"Oğlum saçmalama, Gökmen gözü kapalı verir o parayı sana."

"Burhan da." Dedim.

"O yeni evlendi, bir sürü borç vardır şimdi." Dedi Atakan. Sıkıntıyla tek elini cebine sokup etrafına bakındı, beyazın yanında var olan birkaç renkli ışık daha yüzüne vurdu. Bu akşam parti vardı, ne için onu bile bilmiyordum ama yapmak için kuruculara ihtiyacımız yoktu. Her şey sorunsuz gitsin, kontrol altında olsun yeterliydi.

"Gökmen'den al o zaman." Dedim.

Yanımızdan geçen iki erkek yüzünden sustuk, onlar gidince Atakan omuzlarını silkti 'bilmem' dercesine.

Hiç çalışmasına gerek kalmamıştı ve para istemesine de, şimdi zor geliyor olmalıydı. Onun sıkıntısını sıkıntı edindik, biraz daha derdini dinledik, yapmak istediği şey güzeldi, buna bu yaşta da olsa cesaret etmesini tebrik ettik ama sermaye olmadan hiçbiri olmuyordu işte.

Biraz konuşmaya dalmış, çare ararken biri arkamdan omzuma dokundu. Ben dönmeden önce Atakan ve Turhan'ın arkama baka kalmış olduklarını gördüm. Başımı çevirdim ve Kumru'yu gördüm, şok geçirdim desem yeridir. Kaşlarım aynı hızla çatıldı. "Senin ne işin var burada?"

Salık saçları, dar tişörtü ve dar kot pantolonu ile karşımdaydı. Işıklar gözlerinden akıp geçti. "Seni arıyordum."

Bizimkilerin arkamdan başlarını yana eğip şaşkınca Kumra'ya baktıklarını sezdim, aynı şaşkınlığı paylaşıyordum. "Neden?" Ah hayır ya! Vereceğim tepki bu olmamalıydı, daha sert olmalıydı.

"Biraz konuşabilir miyiz?" Gürültüden sesini duyurabilmek için yüksek ton kullanıyordu. Ve bana doğru eğilmişti. Fazla yaklaşma şeytan karı!

"Hayır!" Dedim başım iki yana doğru titrerken. Harika, evet, işte vermem gereken sert tepkinin en azını vermiştim. Bu kadının karşısında neden hep aynı oluyordum? Kızgın ama beyni erimiş.

Çekingen ve çaresiz göründü, gözlerime baktı alttan. "Lütfen." Dedi. "Buraya senin için geldim, konuşmadan beni yollama lütfen."

"Bana mı sordun gelirken?" Sert kısmını hallediyordum, aferin sana Yaşar.

"Bana ayıracağın birkaç dakikadan ölmezsin."

"Daha önce ayırmıştım ve hala onun pişmanlığını yaşıyorum."

"O birkaç dakikadan uzundu."

Espri yapmamıştı ya da gülmüyordu ama benim kahkaha atasım gelmişti, evet, gece boyunca birkaç saat sürmüştü ama sabah olduğunda benim için bir iki dakikadan farksızlaşmıştı.

Ne söyleyeceğini merak ediyordum, inadımı kırıp, "5 dakikan var." Deyip yanından omzuna çarparak geçtim. Arkamdan gelirken sese rağmen varlığını net hissedebiliyordum. Uçurtma'dan biraz uzaklaştık, en azından sesini rahat bir şekilde duyabileceğim kadar ama hala görünürdeydik.

Yürümeyi kesip ellerimi ceplerime soktum ve çenemi dikleştirdim. "Evet? 5 dakikan başladı, doğru kullansan iyi edersin."

"Tamam."

"Ha bu arada," dedim elimi uzatarak, durdu, gözlerine baktım direkt. "Çekim için konuşup ikna etmeye geldiysen yanlış kişi, Atakan da şansını dene, o asalak daha kolay kanıyor."

"Hayır çekim için konuşmaya gelmedim."

Aklıma başka bir neden gelmeyince meraklandım ve şaşırdım. "Neden geldin o zaman?"

Çekingenliği arttı. Gözlerini kaçırdı. "Geçen sene-"

"A-a-a-a, sakın yapma." İşaret parmağımı kaldırıp durdurdum ve iki adım geriledim.

"Neyi?" Diye sordu, bilmiyormuş gibi.

"Geçen sene ile başlayan bir cümle kurma."

"Daha ne diyeceğimi bile bilmiyorsun."

"Bilmek de istemiyorum, bu yüzden seni durduruyorum."

"Konuşmaktan kaçtığın tam olarak ne?" Diye sorarken benim geriye attığım adımları bana yaklaşarak kapattı.

"Sürekli çekim bahaneleriyle çevremde dolaşman sinirimi bozuyor." Diye patladım.

"Biliyorum." Diye patladı. Bir saniye durup gözlerime derin nefesler alıp verirken baktı. "Benim de öyle... Bu yüzden konuşmaya geldim zaten; artık bahane kullanmam gerekmesin diye."

"Ne diyorsun sen?"

"Bana kızgın olduğunu biliyorum." Bir adım daha atmıştı ve ben hipnoz olmuş gibi gözlerine bakmaktan başka tepki veremedim, geriye kaçamadım. O zamanda böyle olmuştu işte, büyülemişti beni.

"İyi ki biliyorsun, bilmesen ne olurdu Allah bilir." Diye mırıldandım gözlerine bakarak.

Yutkundu ve ona zor gelen o cümleyi sonunda kurdu. "Seni bırakıp gitmemeliydim." Gözleri titreşti, bunu karanlığa rağmen gördüm.

"İyi noktaya değindin." Dedim ve öfkem gün yüzüne geri çıktı. "Madem konuyu açmakta bu kadar kararlısın," diye sesimi yükselttim ve devamını bağırarak dile getirdim. "Beni yatağa attıktan sonra ve bütün gece yanımda kalıp o güzel gözlerinle gözlerime bakıp umut ışıklarını yaktıktan sonra sabahında siktir olup gittin! Bir komodinin üzerine para bırakmadığın kalmıştı!"

Beni pişmanlık ve kırgınlıkla dinledi, çaresizce yutkundu ve bu canını yaktı. "Özür dilerim." O zayıflığını göstermezdi, aklımı çeldiği akşam anlattıklarından biliyordum, sosyal medya da kendi işini kurana kadar çok hakaretlere, engellere, zorluklara maruz kalmıştı.

Ama o gün bana yaptığını yine de affedemiyor ve nedenini anlayamıyordum.

"Sen benim ilkimdin," dediğim gibi pişman oldum ama elden ne gelir, dilim çözülüyordu. Aylardır bu anı bekliyormuş gibi çözülüyordu. "Neden böyle bir şey yaptığımı bile bilmiyorum, neden evlenmeden ya da daha 1 kere görüp tanımadığım biriyle yatıp ilkimi ona verdim bilmiyorum. Ama..."

Nefesini tutmuş beni dinliyordu. Güzel dudakları kıpırdadı. "Ama?" Gözlerini bana dikmişken içimdeki öfkeyi ifade edecek kırıcı şeyleri söylemek çok zordu.

"Gözlerinden nefret ediyorum." Dedim kısık sesle fakat sinirle. Bu kadar güzel baktıkları için onlardan nefret ediyorum...

"Bunları hissedenin yalnızca kendin olduğunu sanıyorsun değil mi?" Diye sorduğunda, sinirim dışa vurdu ve güldüm. Bu klişe ve baymış bir savunma stiliydi bana göre. "Sence ben her önüne gelenle yatan birine mi benziyorum?" Diye bağırdı, gülmem soldu ve gözlerine döndüm. "Sende benim ilkimdin aptal!" Diye bağırıp göğsüme vurdu, bir adım gerilesem de iki saniye öncesinden daha yakındık. "Yalnızdım ve hayallerim vardı, başarmanın eşiğindeydim ama üstümde çok baskı vardı ve kafamı dağıtan her şeyi hayatımdan atmıştım, sonra sizinle iş yaptık ve seni tanıdım. Korktum! Çok korktum! Bu yüzden korkup kaçtım! O bir gecenin bana hissettirdiklerinden korktum. Ve korktuğumda başıma geldi, geçtiğimiz bir sene boyunca aklımdaydın, ama bana kızgın olduğunu biliyordum. Yanında bulunabilmek için bahaneye ihtiyacım vardı, ikilemde kalmıştım, elimde olan tek şeyi kullandım, ama sadece bir kere işe yaradı." Derin bir nefes aldı, titrerken verdi. "Çok doldum Yaşar, çok!"

Gözlerine bakmaktan verebilecek başka bir tepkim yoktu. Ne diyebilirdim ki? Aa öyle mi, tamam ya o zaman sorun yok. Gel tekrar yatalım mı? Yok almayayım, kalsın. Aynı hatayı iki kere tekrarlayana aptal denirdi. Ben aptal olmak istemiyorum. Özellikle sonrasında fazlaca acıtan bir aptallık hiç mi hiç istemiyorum.

Ama o kadar güzel bakıyordu ki, o kadar yumuşak, o kadar güçlü lakin bir o kadar da kırılgan. Aklım 'hadi işimiz bitti gidelim buradan' derken, kalbim 'deneyelim' diyordu. 'Herkes ikinci şansı hak eder.'

Belli ki onun için gelmişti ve bu sefer yatmak değil benden bir ilişki fırsatı istiyordu.

Dişlerimi sıktım. Yapmamalıydım, ama yapmak istiyordum. Bu arada kalma işi de neydi böyle? İlk defa yaşamadığım için tanıdıktı, o sabah peşinden gidip gitmemek konusunda da böyle bir kararsızlık yaşamıştım.

Ne diyeceğimi bile bilemeden ağzımı açtığımda Turhan koşarak geldi ve 3-4 metre ötemizde durdu. "Yaşar!" Diye bağırdı acıyla. Ses tonu derimin altına sızıp kanımı dondurdu. Gözlerim hızla döndü. "Gökmen kaza geçirmiş, Selçuk abi aradı, hastanedeymişler."

Arkadaşımın gözlerinde gördüğüm şey hızla bana da geçti, dizlerim titredi, yere düşmeden önce motoruma koşmalı, arkadaşımın yanına gitmeliydim. Gökmen. Kaza. Geçirmiş. Kelimeler tek tek zihnimi işgal ederken nefesim daraldı.

Hızla Kumru'ya baktım. "Bunu sonra konuşacağız." Deyip koşarak Turhan'la beraber uzaklaştım. O arkamdan bakarken kalabalığı yardık ve motorlarımıza bindik, üçümüz yola çıkarken Uçurtma da haberi almış olmalıydı ki müzik kapanmış, motorlar durmuş, ses seda yoktu.

Şehre yaklaştığımızda bile koskoca Uçurtma'dan daha çok ses olduğunu fark ettim.

🏍

Aysuna'dan...

Bir.

İki.

Üç.

Göz kapaklarım açmaya çalıştığım zaman şiddetli depreme maruz kalmış gibi titredi. Gözlerimin önü karanlıktı ama ben uyanmıştım ve duyduğum sesler yüzünden nerede olduğumu bilmek istiyordum.

Tüm çabalarım karşılıksız kalmadı. Zorla da olsa açıldılar.

Gözlerimi hastane tavanına açtım, kolumdaki rahatsız edici hissin serum olduğunu sonradan fark ettim ve kendime gelmem birkaç dakikamı aldı. Annem gözlerimi açtığım gibi beni fark etti ve Barkın'la yanıma uçtular. "Annem?"

"Anne?" Boğazımdaki gıcırtıyı gidermek için yutkundum. Zihnime bu akşam olanlar usulca aktı. "Gökmen?" Diye mırıldandım, gözlerim genişleyip hastaneyi taramaya başladığında annem endişe ile koluma yapıştı. "Gökmen? Gökmen nerede? Onu gördünüz mü?"

"Babanla dayın sorumlu polisi bulmaya gitti, sakin ol. Gelirler birazdan."

Gözlerim sulandı annemi dinledikten sonra. "Anne kaza geçirmişti ama..." dedim çene topum yukarı toplanırken. "Burada mı? Baygın mı? Ameliyatta mı? Nerede?" Ayaklarımı sarkıtıp kalkmaya yeltendim. Başım döndü.

"Aysun Su! Dur hemen!" Annem avukat otoritesini üzerimde kullanmak için yanlış zamanı kullanmıştı. Şu an beni hiçbir güç durduramazdı, babam dahil!

"Anne bırak." Serumu çıkartmaya cesaretim olmadığı için Barkın ardımda çaresiz kalıp annem beni çekiştirmeye çalışırken serumu da alıp ilerlemeye başladım. "Gökmen'i görmem gerek."

"Aysuna!"

Annemin bağırması ile adımları titreyen bacaklarıma rağmen hızlandım. Hastane koridorlarında koşarken, "Gökmen. Gökmen." Diye bağırıyordum. Annem de arkamdan benim adımı bağırıyordu. İnsanlar dönüp bana bakıyordu, kimisi şaşkın, kimisi olanlara anlam verirken bana acıyor, diğerleri ise umursamadan kendi uğraşlarına geri dönüyorlardı.

Bulunduğum katın her bir holünden geçtim.

"Aysuna dur lütfen." Sonunda beni yakalayıp kolumu tuttu annem, koşmaktan dermanım kalmamıştı ve 5 dakika kadar önce baygındım. Halim yoktu ama pes edemezdim. Gökmen neredeydi, ne durumdaydı? Kafayı yemiş gibi koşmaya devam ettim annemden kurutulup, tüm odalara baktım, kapıları kapalı olanları elimle açıp içeri girdim. Ardımdaki bağırışları ve annemin özür dileyişlerini umursamadan gitmeye devam ettim.

Sonunda artık bir adım daha atacak halim yoktu, üst kata serumla çıkamazdım, asansör neredeydi bilmiyorum, annem omuzlarımdan tutmuş yatağıma geri götürmek için ısrar ediyordu, Barkın, "abla lütfen." Diye yalvarıyordu, tüm bunlara rağmen yaptığım tek şey etrafımda dönüp daha önce kontrol ettiğim hol ve odalara tekrar göz atmaktı.

Çaresizliğim sinire dönüştü, tırın altında kalmıştı, boğazım sıkışıyor nefeslerim kesiliyordu. Sevgilim neredeydi? Sevdiğim adam ne haldeydi? "GÖKMEN!" Diye bağırdım hastanenin ortasında, annemin gözleri büyüdü, dizlerimin üzerine düşerken düşüşümü yavaşlatmak için Barkın'la kollarımdan tuttular. Gözlerim acıyordu yaşlarla birlikte, ağlamak istiyordum ve bu daha başlamadan bedenimi halsiz kılıyordu.

"GÖKMEEEN!" Yaşlarım benden bağımsız aktı, annem kolunu omzuma sarıp sarılırken Barkın'ın dolmuş gözlerini gördüm. Daha çok bağırdım, ses tellerim acıyana kadar bağırdım, insanlar bize bakıyordu, güvenlik geliyor ama başımızda dikilmekten başka bir şey yapamıyorlardı çünkü annem engel oluyordu. "Gök-gökmen!" İç çekişim cümlemi yarıda kesmişti.

Sonra babamla dayımın adımı haykırışlarını duydum, endişe doluydu. Babam önümde diz çöküp ellerini yanaklarıma koydu; o zaman gördüm onu, yüzüm bembeyaz olmalıydı ki beni görünce irkildi, gözlerim kızarmıştı, göz kapaklarım düşüyordu, su istiyordum ama bunu dile getirecek dermanım yoktu. Kolumdaki serum bükülmüştü ve iğne çıkma yolunda olduğu için kan kolumda yol çizmişti. Hemşire bunu görüp annemin yanına çöktü, serumu düzeltip kolumu kaldırdı ama bırakmadı, yoksa kolum tekrar düşecek ve aynı şey olacaktı.

"Aysuna'm." Dedi babam yanaklarımdan tutup başımı kaldırmaya çalışarak.

"Gökmen?" Diye fısıldadım, gözlerindeki yorgun kırgınlığı ve endişeyi gördüm. "Nerede? Nasıl?"

"Tolga şimdi gelecek dayıcım." Dedi dayım, diğer yanımdan. Saçımı okşadı, gözlerine baktım ölü gibi.

"Tolga," yutkundum, ağzım kurumuştu. "Kim?"

Dayım sorumu cevaplayamadan iki yunus geldi yanımıza, dayım ayaklandı ve, "Tolga?" Deyince o adam olduğunu anladım. Ayaklanmak için kolumu tutan hemşireden ve yerden destek aldım. Babamla annem hızla el attı. İki adım topallayarak dayımın yanında durdum, güvenlik ve hemşireler insanları dağıtırken biz Tolga'nın karşısında durduk. Dayımla meslektaşlardı. "Nerede?" Diye sordu.

Canımdan can gitti Tolga konuşana kadar ki, bir saniye falan sürmüştü.

"Sakin olun Selçuk, iyi misiniz?" Beni süzdükten sonra dayıma baktı. Ben iyi değildim, iyi görünmüyordum, orası kesin. Lakin dayımın da benden pek bir aşağı kalır yanı yoktu.

"Tolga canımı sıkacak sorular sorma bana! Gökmen nerede?"

Tolga biraz mahcup bir ifadeyle baktı. "Yanlış olmuş Selçuk." Dedi. Kaşlarımı çattım. "Seni aradıktan sonra soy isim kontrolü yaptık, tırın altında kalan o değilmiş, başka bir Gökmen'miş." Sözünün üzerine arkasından sedye geçti, yatan kişinin üzerine beyaz örtü örtülmüştü. Morga gidiyor olmalıydı. "İşte bu." Dedi, bakışlarım sedyeyi takip ederken midem bulandı ve safra tadı ağzıma geldi. Orada yatanın benim Gökmen'im olabileceği ihtimali beni mahvetti. "Vefat etti gencecik uşak." Diye devam etti Tolga, ona döndüm, gittikçe kötü olduğumu hissediyordum.

"Yani, yani Gökmen kaza geçirmedi mi?" Diye sordu dayım mutluluk öfke karışımı bir tonda. Tolga'yı hem dövmek hem de sarılmak istiyordu.

"Yok, o da geçirmiş ama tırın altında kalan o değil." Dedi. "Sokak çıkışında bir kurye ile çarpışmışlar."

İnsanın başına en kötüsü gelince, daha azı olan kötüye sevinebiliyordu. Nefes verdim omuzlarım gevşerken ve düşmemek için anneme yaslandım, zaten sarılmış durumdaydı bana.

"Peki benim Gökmen nerede şimdi? Hangi oda da tedavi oluyor?" Dayım etrafına bakındı odaları sorarken.

"Ne tedavisi abi?" Diye sordu Tolga. "Birbirlerine çarptıktan sonra seninki motoru kaldırıp yola devam etmiş, kuryenin kolu kırık, içeride ve bize anlattığına göre Gökmen topallıyormuş. Pantolonunun önünde biraz kan varmış sanırım. Kuryeyi yerden kaldırıp gitmiş."

Elim ağzıma kapandı, göz yaşlarım bu defa tırın altında kalmadığı için mutluluktan, kaza geçirmiş ve canı yanmış olmasından da acıdan akıyordu. Başım ağrımaya başladı. O şekilde sürmeye nasıl devam ederdi! Aptal! Aptal şebelek!

"Dayı." Diyerek öne atıldım ve koluna yapıştım. Dayım hızla bana döndü ve kolumdan tuttu. Hafif kırmızılaşmış gözleri ile bana baktı. Rahatlamıştı ama şimdi de kızgın görünüyordu. "Eve gitmiş olmalı, Burhan yok, evden başka gidecek yeri yok, Uçurtmaya da gitmez bu karanlıkta."

Bana hak vererek başını salladı. "Doğru."

"Hadi gidelim."

Bana itiraza hazır baktı. "Aysuna-" Üç ayak ve korkmuş erkek sesi ile susmak zorunda kaldı. Turhan yanımızda Atakan ve Yaşar'la durduğunda onlara baktım. Nefes nefeseydiler, terli ve sanki... titriyorlardı.

"Abi Gökmen nerede?" Diye sordu hızla Turhan.

Dayım kısaca, "küçük bir kaza geçirip motorla uzaklaşmış, nerede olduğunu biz de bilmiyoruz." Dedi.

Küçük kaza detayına rahatlamışlardı.

"Hemen arayıp bulalım." Dedi Yaşar. O sırada Atakan bana baktı ve bir adım yaklaştı, bakışları ile süzüp 'iyi misin' diye sordu. Başımı iki yana salladım bir damla daha yanaklarımdan akarken. Merhametle elimi tuttu, annemden dolayı fazla yaklaşamıyordu; koruma modu aktifti.

"Ben evine gideceğim, siz gideceği diğer yerleri daha iyi bilirsiniz, dağılıp oralara bakın. İlk bulan arasın."

Hep bir ağızdan onaylayıp kapılara koştular. Dayım gitmeden bana döndü ve omuzlarımı tuttu. "Bulunca ilk seni arayacağım dayım, söz. Tamam mı? Bu halde gelemezsin, ki gelebilsen bile anca beni yavaşlatırsın. Şimdi doktor çıkışını verene kadar burada kal, eve gidin ve telefonunu yanından ayırma, beni bekle tamam mı? Aramamı bekle."

Başka seçeneğim yoktu. "Tamam." Diye mırıldandım çocuk gibi, başımı salladım. Yeter ki bir an önce gidip Gökmen'i bulsun diye her şeyi kabul ederdim.

Dayım son kez gözlerime bakıp koşarak hastaneden çıktı. Bir yanımda annem, diğer yanımda babamla Barkın varken ardından uzunca baktım.

🏍

Gökmen'den...

Anahtarı kapıya sokup çevirdiğimde uyguladığım güç bile canımı yaktı.

Yüzümü buruştururken dişlerimi sıktım, açılan kapıdan içeri iki hamle de topallayarak girdiğimde Duman hemen ayaklarımın dibinde bitti. Kapıyı kapatırken yaralı bacağıma sürtündüğü için acıdan bağırdım. Tıslayıp korkarak içeri kaçtı. Benden korkmuştu. "Duman." Dedim arkasından inleyerek ama ayakta duracak daha gücüm yoktu. Topallayarak içeri gittim ve koltuğa oturdum.

Ceketimi yavaşça çıkartıp yanıma attım, yutkundum, kuruyan dudaklarımı ıslatıp başımı geriye attım. Bacağımdaki sızı durumun kötü olduğunu bildiriyordu bana ama bakmaya dermanım yoktu. Bedenimdeki acı ruhumdakine yaklaşamıyordu bile.

Tavana baktım, düz, beyaz...

"Eğer geri dönersen, kızımı görmeye kalkarsan öldürürüm seni!"

O anda kalmıştım. Ne geçirdiğim kaza ne de başka bir şey bana bunu unutturmuyordu.

Ben bu cümleyi hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Ama o zaman neden bana bunu söylemişti? Hamit amcam severdi beni, neden söylemişti ki böyle bir şeyi? Neden?

Gözlerimi kırpınca kirpiklerim dolan gözlerimdeki yaşlarıma bulaştı ve ıslandılar, tavana bakarken uçlarındaki tuzlu suları görebiliyordum şayet tadını da yanağımdan dudaklarıma aktığı için alabiliyordum.

Bana bunları söylerken ağlamamıştım ama şimdi tekrar düşündükçe ağlıyordum.

İnsanlar beni hiç dinlemiyordu. Neden dinlemiyorlardı?

O kadar mı kötü şeyler yapabilecek kabiliyete sahip birine benziyordum? Hiç mi 'bu çocuk yapmaz' deyip şans vermezlerdi. Hiç mi?

Başım geriye düşük olduğu için diğer yaşlarım kulaklarıma doğru aktı, ıslaklıkları tüylerimi ürpertti. Çok zoruma gidiyordu, kendimi 27 yaşında kocaman bir adam değil de 7 yaşında annesinden odasını toplamadığı için azar yemiş bir çocuk gibi hissediyordum.

Tek istediğim birinin de beni dinleyip, anlayıp, inanmasıydı. İnanmasa da olurdu hatta, yeter ki dinlesin.

Burnumu çekip başımı kaldırdım. Neyi yanlış yaptığımı düşünmekten başıma ağrılar girdi. Ben ne yapıyordum da insanlar bana güvenmiyor, inanmıyor, beni dinlemiyorlardı? Belki de bu sorunun cevabını Ataberk'e sorduğum zaman ısrar edip almalıydım. O zaman kendime verdiğim çeki düzen de daha başarılı olurdum. Şimdi tüm çabalarıma rağmen hatalı gibi hissediyordum.

Başardığım tek şey neydi? Uçurtma'yı kurmak mı? Yanımda Burhan vardı.

Kafeyi açmak mı? Çınar halletmişti çoğu şeyi.

Aysuna'yı sevmek mi? Onu sevmek için çaba harcamama gerek yoktu.

O zaman neyi tek başıma başardım? Ne başardım? Neden başaramadım?

Gözlerimi kapatırken dudaklarım büzüldü, gösterdiğim tüm bu çabalara rağmen neden olmuyordu? Yutkunamadım.

Su'yum. Şimdi Allah bilir ne haldeydi. Ne düşünüyordu hakkımda? Dişlerimi ne kadar sıksam da çenem titremeye başladı, gözlerimi sıktım, yaşlarımın akmasına engel olamadım. Kübra teyze? Barkın ne düşünüyordu hakkımda? Hapse girmiş bir serseri belki de. Kızlarına zarar verme ihtimali yüksek olan yalnız, yetim, suçlu, tekinsiz bir tip. Olası düşünceler.

Ama bunları hak etmiyordum.

Lütfen düşünmeyin öyle şeyler. Sıktığım dudaklarım arasından bir hıçkırık kaçtı. Lütfen, lütfen düşünmeyin öyle şeyler. Ben öyle biri değilim. Başım öne düştü, elimi alnıma kapatıp parmaklarımla şakaklarımı ovdum. Bir hıçkırık daha. Artık tutamıyordum kendimi, içime tıkayıp, duymaktan, kabullenmekten korktuğum her şey zamanla beslenmiş ve güçlenmiş gibi şimdi üstüme üstüme geliyorlardı. Ve ben şu an bunu kaldıramıyordum. Şu an değil hayır, şimdi kaldıramıyorum.

Olmuyor. Kaldıramıyorum. Lütfen gelmeyin. Lütfen düşünmesinler. Lütfen Aysuna beni sevmekten vazgeçmesin. Lütfen beni bırakmasın. Lütfen hayatım eskisi gibi olmasın. Lütfen yalnız kalmayayım. Lütfen ailemi kaybetmeyeyim. Lütfen Allah'ım, lütfen. Yalvarırım, lütfen!

Kaldıracak gücüm yok, lütfen.

Duman varlığını hatırlatmak istercesine tekrar bacağıma sürtününce canım çok yandı, çığlık attım. Korkup bu defa kaçmak yerine başını kaldırıp sisli gözlerime baktı. Onu görmekte zorlanıyordum ama şimdi odaya gitmek yerine kalıp bana bakması bile iyi hissettiriyordu. Dudaklarım çene topumla beraber büzüldü.

Zorlansam da eğilip kucağıma aldım, ceketim olduğu için üst bedenimde hasar yoktu, sadece kazanın tazeliği nedeniyle irkilip duruyordum. Duman'ı kollarım arasına alıp sarıldığımda tekrar ağlamaya başlamam sadece 3 saniyemi aldı. Mırıldanmaya başladı.

O kadar dayanmam bile büyük bir başarıydı çünkü içimdeki 7 yaşındaki çocuk bağıra bağıra ağlamak isterken ben kendimi sıkarak ağlıyordum. Belki de canımın yanmasını hak ediyordum. Belki de yaşam bana hep acıyla gelecekti. Katlanabilir miydim? Yoksa çaresine bakmalı mıydım? Dayanamayacağımdan emindim çünkü. O halde-

Evimin kapısına vurulması ile yüzümü Duman'ın yumuşak tüylerinden kaldırdım. Ne kadar da uslu durmuş ona yaslanarak ağlamama izin veriyordu. Hiç istemeyerek koltukta yanıma bırakıp ayağa kalktım. Duvarlara tutunarak topallayarak kapıya gittim. Açtığımda Selçuk karşımdaydı.

Pantolonumdaki kanları görmesin diye kapının arkasına saklandım, kapıyı açtığım gibi yüzüme baktı ve rahat bir nefes verdi. "Buradasın." Diye mırıldandığını duydum.

"Ne işin var senin burada?" Diye tersçe sordum.

Kırmızı gözlerime, şişmiş dudaklarıma ve betim benzim atmış yüzüme baktı. Kötü görünüyordu. "Saklamaya çalışma." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Kaza geçirip zarar gördüğünü biliyorum."

Şaşırdım, nereden biliyordu? Belli edip içeri girmesini istemiyordum çünkü şu an 'o' görmek istediğim en son kişi bile değildi. "Ne kazası?" Diye sordum. "Boxerlayım, sen götümü görme diye saklanıyorum."

"O zaman içeri girmemde bir sakınca yok."

Elini kapıya koyunca telaşa kapıldım. "Hayır, var!" İttirince karşı koyamadım ve geriye sendeledim, içeri girip kapıyı arkasından itince gürültüyle kapandı. Karşısında öylece kalınca bacaklarıma baktı. Kanı gördü.

Sinirle baktı gözlerime. "Ne cins bir delisin lan sen!" Diye sesini yükseltti. "Hayat oğlum bu hayat. Bu beden sana emanet. Kaza geçirince motora binip yola devam etmezsin! O kurye gibi hastaneye gidersin."

Kazanın detaylarına da hakim olduğuna göre yunus arkadaşları haber vermişti.

"Canı biraz fazla tatlı bence." Deyip arkamı döndüm. İçeri geçip koltuğuma geri oturdum.

"Kolu kırılmış Gökmen." Derken arkamdan geliyordu. Karşımda ayakta durdu. "Sen de pek iyi görünmüyorsun."

"Az daha abart." Diye çıkıştım. "Bacağım soyuldu altı üstü." Bir ağrı vurunca elimde olmadan baldırımı ovdum. Canımın yandığını belli etmek istemiyordum ona.

"Boydan boya ve kanıyor." Yanıma gelip bacağıma bakmak isteyince ellerini ittim ve göz göze geldik, ona yerini bilmesi için kötü bir bakış attım ve derin bir solukla pes edişini seyrettim. Yanımda otururken önüne döndü ve cebinden telefonunu çıkarttı. Mesaj yazdığını gördüm. "Kime, ne yazıyorsun?"

"Aysuna'ya."

Bakışlarım canlandı. "Ne peki?"

Mesajı atıp telefonu kapattıktan sonra dirseklerini dizlerine dayadı ve sustu. Nefesimi tutmuş ona bakıyordum. Yutkundu, zor bir şey anlatacakmış gibi tekleyerek konuşmaya başladı. "Seninle aynı vakitte bir Gökmen daha kaza yapmış." Anlamlandıramayarak bakmaya devam ettim. "O tırın altında kaldı ve öldü, senden sonra arkadaş aradı ve haberi verince sen sandık."

Kaynar sular başımdan aşağı boşaldı. Aysuna benim kaza da tırın altında kaldığımı sanmıştı, saatlerce bunun bilincinde kalmıştı. Gözlerim genişledi ve donuklaştı.

Hızla ceketimi aldım ve telefonumu aramaya koyuldum. Bulduğumda, "ne yapıyorsun?" Diye sordu Selçuk.

"Konuşmamız gerek, iyi olduğumu bilmeli."

Telefonu elimden kaptı. "Ben söyledim zaten, iyi olduğunu biliyor."

Dişlerimi tüm öfkemle sıktım. "Telefonumu hemen geri ver."

"Bu akşam yeterince şey oldu Gökmen, Hamit'in de Aysuna'nın da hisleri taze, ateşi körüklemek yerine sönmesini beklemelisin."

"Telefonumu ver dedim!" Tane tane baskı yaptım kelimelerin üzerine, gözlerine canlı öfkemle baktığımda geri uzattı. Sertçe çekip aldım elinden.

Kübra teyzenin aynısı olan siyah gözlerine içimde oluşan kinle bakmaya devam ettim. O kim oluyordu da, beni düşünüyormuş gibi davranabiliyordu!

"Hayatımı bir anda alt üst edip, içinden geçmemişsin gibi benim için endişelenip buraya kadar gelmen sadece yüzsüzlük!" Son kelimem tükürürcesine çıktı. "Seni görmek de benim ateşimi harlıyor ve canını yakmak istiyorum."

İnsanın değer verdiği birine karşı kinlenmesi ne de kolaydı!

İşte bu akşam beni en çok korkutan şey de bu olmuştu, ben Selçuk'a, onlar bana... Lütfen olmasın.

Pişmandı. Ve çaresiz. "Batırdım. Biliyorum." Ona böyle bakacağımı bekliyormuş ama bu kadar kötü olacağını tahmin etmiyormuş gibi duraksadı, gözlerinin titrediğini gördüm lakin umurumda değildi.

Sence hangimiz daha kötü durumda Selçuk?

"Batırmadın." Dedim. "Mahvettin." Diye bağırdım. Öne eğilip sehpaya yumruğumu her kelimemde geçirerek bağırmaya devam ettim. "Sen! Beni! Mahvettin! MAHVETTİN!" Boğazım acıdı. Yine de devam ettim, içimi dökmem gerekiyordu. "Aysuna öğrendi," dediğimde ayağa kalkıp karşıma geçti tekrar. "Sence erkek arkadaşının hapis yatmış biri olduğunu öğrenmek onda nasıl bir etki bırakır? HA?"

Çaresizlikle sağa sola gitmeyi kesti, gözlerime baktı. "Nedenini anlatınca umursamayacaktır bile." Dedi, buna güveniyordu. Ama sonra ben de her ne gördüyse artık duraksadı. "Anlatacaksın, değil mi?"

"Sakın orasına karışma!" Dedim işaret parmağımı uzatırken.

"Başka bir olay da farklı kişiler olsak tamam, yaşanılanlardan sonra boynumu büküp sessiz kalırdım ama bunda mümkün değil Gökmen! Sırlarını yeğenimden ve ailemden saklayıp, geçmişinden kaçarak aralarında yaşayamazsın."

Birilerinin bana bildiğim şeyleri söylemelerinden sıkılmıştım artık. "Öğrendiklerinde ne oldu?" Sarsılarak ayağa kalktım ve karşısına geçtim. "Şimdi ne oldu Selçuk, söyle bana! Sadece her şey daha boktan bir hal aldı."

Hala saklamak istememe inanamıyormuş gibi başını iki yana salladı. "Bunlar zamanla düzelir Gökmen, ama şimdi söylemezsen ileride söylemen yine aynı patlağı verecek."

"Daha da beter olsun diye çabalıyorsun."

"Ben suçlayacağın son kişiyim!" Diye bağırdı suratıma karşı. "Seninle tanıştığımda yalnız, cesur ama aptal bir gençtin. Seni sevdim ve kolladım, değer verdim!" Afalladım, bunları biliyordum ama ilk defa yüzüme vuruyordu. "Yaşadıklarından sonra sence mutlu olduğun bir hayatın olsun istemez miyim ben?"

Omuzlarımı sinirle silktim. "Belki yeğeninle çıktığım için fikrin değişmiştir."

Sinirle dişlerini sıktı. "Pislik yapma!"

"Bence biraz yüzünü dağıtsam Aysuna fark etmez."

"Denediğini görmek isterdim." Diye meydan okudu bana. Bu halde yapamayacağımı biliyordu, onu geçtim sağlam olsam da rakibi olamazdım, kalıplı ve eğitimliydi. Sinir oluyordum bu herife. Hırsla arkamı döndüğümde sesi daha ılımlı çıkarken konuşmaya devam etti. "Düzelecek. Eniştemi ikna edeceğiz."

"Anlatsam ikna etsem bile bana artık eski gözle bakmaz."

"Nereden biliyorsun?"

"Empati yapıyorum çünkü!" Diye bağırarak ona döndüm. "Aysuna'yı geçtim hadi, belki o beni dinler zamanla eskisi gibi oluruz ki o da meçhul. Bana karşı hisleri nasıl olacak bilmiyorum ve korkuyorum." Yaşlarımın sıcaklığını tekrar pınarlarım da hissettim, bariz bir yanma vardı. "Hamit abi ve Kübra teyzeyle nasıl olacak?" Sesim çatladı. "Ablan tekrar 'oğlum' diyecek mi mesela bana? Enişten tekrar ağladığım için sarılacak mı titreyen bedenime?

"Gökmen-"

"En kötüsü de!" Diye bağırdım, bir adım farkında olmadan ona doğru attım ve canım yandı. Umursamadım. "Aysuna her bir şey dediğimde 'acaba doğru mu? Eksik mi yoksa yalan mı söylüyor?' diye düşünürse benim toparlanamayacağımın farkında değil misin sen? Bu güven duvarlarını kurmanın benim için ne kadar zor olduğunu, ne kadar önemli olduğunu bilmiyor musun?" Nefes nefese duraksadım lakin kanım kaynıyordu, göğsüm sıkışıyordu ve ne kadar bağırsam geçmezdi, yine de duramadım. "SEN BENİM DÜŞMANIM MISIN?" Evimin her bir köşesinde yankılandı sesim. "Bunu bana neden yaptın?" Diye sordum yumruğumu göğsüme vurarak. Yaşlarım yanaklarım da ve gözlerimdeydi, böylece artık onu bulanık görüyordum.

Kötü olduğumu görünce bana yaklaşmak istedi, anlık bir öfkeyle ben de ona atıldım ve yumruk attım. Yüzü döndü, öylece kala kaldı.

"Senden nefret ediyorum!" Diye bağırdım. "Senden nefret ediyorum. Sevginde, verdiğin değer de sen de kalsın, defol git evimden!" Hareket etmediğini görünce iteklemeye başladım. "Defol dedim, defol!" Bana karşı koymadı, ilerlemedi de ama her itişimde rüzgar da uçuşan yapraklar gibi aktı. Kapıyı açıp son bir kez ittim sırtından, dışarı çıkıp arkası dönük kaldığında iki saniye ona baka kaldım. 1 saat önceki ben gibi duruyordu...

Sertçe yutkunup başımı iki yana salladım. "Bana son bir iyilik yap." Dedim. "Ve kalan son sırrımı da ağzından kaçırma. Bari bunu yap." Kapıyı var gücümle itince komşularımı rahatsız edecek kadar gürültüyle kapandı, ses uzunca bir süre kulaklarımda çınlarken kapıya bakıyordum. Nefeslerim hızlı ve dolgundu.

Parmaklarım titriyordu, sonra kollarım ve göğsüm ve akan dere misali bacaklarıma kadar vardı. Olduğum yere çöktüm, sırtımı kapıya yasladığımda bacaklarımı kendime çekmeye çalıştım. Unuttuğum detayla canım yanınca kendimi sıkmadım ve başımı geriye atarak çığlık attım. Betona sürten yerler sızlıyordu, kurumuş kan hala pantolonumdaydı.

Başımın üstünü kapıya yasladığımda boğazım gerildi, ağladım. Durmadım, sıkmadım, telkin etmedim ve ağlamamı serbest bıraktım. Uzun süredir biriktiriyordum. Artık aksınlar istedim. Dermanım kalmayana kadar aksınlar. Yaşlarım kalmaya kadar aksınlar. Uyuyup ya da belki de bayılana kadar bağıra bağıra ağlamak istedim ve yaptım.

🏍

Yazar'dan...

Saat kaçtı?

Bilmiyordu.

Camının önündeki perde ve tül çekilmişti ve odasının ışığı yanıyordu, gözleri de ağlamaktan ve yorgunluktan ağrıyordu, o zaman saat çok geç olmalıydı. Ama uyumamak için direniyordu, dayısının yazdığı 'Gökmen iyi, şimdi yanındaydım' mesajından sonra rahatlamış ve bu rahatlama ile biraz daha ağlamıştı. O iyiydi, en azından bedeni düşündükleri kadar hırpalanmamıştı. Ruhunun nasıl olduğunu bilmek bile istemiyordu.

Kübra sırtını başlığa vermiş, kızını kolları arasına almıştı, beraber uzanıyorlardı. Aysuna'nın ağlaması artık durmuştu, yine de her an -tüm bitkinliğine rağmen- bir olay olursa tekrar akmaya başlayabilirdi.

Annesinin saçlarında hareket eden elini belli belirsiz hissediyordu.

Odasının kapalı kapısı açılıp içeri Barkın girince babası sandı ve kasıldı. Kardeşi kapıyı kapatıp yatağının ucuna, karşısına oturunca rahatladı. Barkın, ablası ile göz göze gelince üzüldü. Gökmen'i seviyordu, bu akşam olanlar onu çok üzmüştü. Ne zaman düzelirdi acaba? Bir an önce düzelsin istiyordu, kendi kendine söz verdi, araları düzeldiği zaman Gökmen'le motorlar hakkında konuşup babasına artık arabaları sevmediğini söyleyecekti.

Böylece sanki zaman daha hızlı geçer ve tekrar mutlu olurlarmış gibi geliyordu, tek yapması gereken kendini şartlandırıp beklemekti.

Aysuna, kardeşinin içinden geçenleri bilemezdi lakin gözlerindeki hüzün kendisininkine benziyordu. Elini uzatıp 'gel' yaptı. Barkın elleri üzerinde emekleyerek yanlarına gitti. Ablası ve annesi arasına uzandı, Kübra ve Aysuna, Barkın'ın karnı üzerinde ellerini birleştirdiler; iç içe geçirip tutundular.

Hamit aşağı katta koltukta oturmuş dertli dertli halının desenlerini ezberlerken onlar üst katta birlik oluyorlardı. Hamit'in içindeki yangından habersiz, yüreğindeki sızıdan habersiz. Gökmen'i düşünüyordu hepsi. Hamit, kısa sürede kendini bu kadar sevdirmiş olmasına kızgındı. Sadece kızının çıktığı herhangi biri olarak kalsa olmaz mıydı yani?

Şimdi içinde büyük bir çatışmadaydı. Korkusu ve sevgisi. Kızını korkmadan, güvenle, hapis yatmış birinin yanına nasıl gönderebilirdi? Bu onaylayabileceği bir şey olamazdı. Öte yandan sevgisi. Gökmen'e yaptığı şeyi şimdi sinemada izler gibi zihninde canlandırarak izliyordu, pişmandı, yaptığından değil, yaptığı stilden pişmandı.

Kaza geçirdiğini duyduğu zaman yaşadığı o dehşet! Barkın kaza geçirmiş ve ölmüş kadar kötü olmuştu.

Selçuk ona da yazmıştı, iyi olduğunu duymak güzeldi. Ama hiçbir etkisi olmamıştı.

Pamir evinde iğne atılsa duyulacak bir sessizlik hakimdi. Selçuk'un evinde de aynısı vardı. Gökmen'in evinde acı çığlıklar ve yumruklar kol geziyordu.

Sessiz olmayı tercih etmiş olanlar ve artık sessizlikten bıkmış olan...

Aysuna yerinde kıpırdanınca Kübra hızla kızına baktı. Bir şey mi olmuştu? Bir yere mi gidiyordu? Bir şey mi isteyecekti? Gözlerine bakarak tüm bu soruları sorduğunda Aysuna, "uyumak istiyorum." Dedi, biri boğazını sıkmış da sesi gitmiş gibi çıkmıştı.

"Tamam." Dedi, çok da yalnız bırakmaktan emin olamayarak. Avukat olarak o kadar vaka görmüştü, okumuştu ki. Kızının cahillik yapıp kaçma ihtimalini düşünmeden edemiyordu.

Barkın'la birlikte kalktılar, Aysuna uzanıp başını yastığa koydu, Kübra üstünü örttü. Beraber kapıya ilerlediler, Barkın kendi odasının kapısına gidip durdu ve hala ablasının odasının kapısında olan annesine baktı.

"Aysuna." Dedi Kübra kısık bir sesle.

Genç kız gözlerini yorgunlukla kaldırdı.

"Babanı kızdıracak bir şey yapma annem, olur mu?"

Hiçbir şey düşünemedi. Sadece başını salladı, uyumak ve yarın sabah olduğunda ağlayarak tekrar uyumak istiyordu.

Kübra odadan çıkıp kapıyı kapattı. O zaman Aysuna'nın odası, tüm evden daha sessiz kaldı.

Gözleri kapandı, canı yanarken uyku onu kollarına çekti. Beynini susturmak ilk defa bu kadar zor olmuştu. Susmuyor ve ona Gökmen'i hatırlatıyordu, kapıdan atılışını ve düşük omuzlarını. Babasının tüm öfkesini. Kaza haberini almasını. Hastaneyi. Eve gelirken ki hallerini. Gökmen'in şu anda kaza yapmış, yaralarını tek başına sarıyor oluşunu. "Lütfen." Diyerek sıktı dişlerini. "Dur artık." Diye yalvardı beynine. "Bu gecelik, lütfen."

İnsanın kendi kendine söz geçiremiyor olması ne de büyük acizlikti!

Beyni susmadı, bilinci kaybolmadan önce ona defalarca 'acaba' ile başlayan sorular sordu. İhtimalleri gerçekleştirdi.

O akşam, aralarındaki kilometrelere rağmen Gökmen de, Aysuna da acabalarla uykuya daldılar.

Acaba bundan sonra ne olacaktı?

Loading...
0%