@dangerous_hatun
|
Gözlerimdeki acı beynime vurunca elim şakaklarıma gitti. Sırt üstü uzandığım yatakta ovmaya başladım. Karnım bir yandan gurulduyordu. Evde tek olduğumu bilmek rahatlatırken bir yandan da Gökmen'in gelme ihtimali beni sıkıyordu. Henüz düşüncelerimi toparlayamamıştım ve onu karşımda görünce yanlış, sonradan pişman olacağım bir tepki vermek istemiyordum. Gözlerimi açtım. Kollarım iki yanıma düşerken düşünmeye en baştan başladım. Gökmen hapse girmişti. Bu tamam. Alışması zor ama yapacak bir şey yoktu. Her ne kadar bunu ona yakıştıramasam da olmuştu. İnkar etmenin bir anlamı yoktu. Sevgim, yine aptal gibi ama neden? Diye sorup duruyordu. Onu haklı çıkartmak için her şeyi söylüyordu bana. Belki haklıydı? Belki yanlışlık oldu? Sus lütfen! Üstümdeki pikeyi kenara çekip zar zor kalktım. Bayılmak ne de sarsıcı bir şeydi. Serum takılan yer sızlıyordu. Hala beynim uyuşuk gibiydi. Gözlerimi kırpıştırdım, odamın zemini gözüme tuhaf geldi bir an ama sonra düzeldi. Odadan çıkarken kollarımı ovdum. Karnım yemek yiyelim diyor, beynim ne yesek diye bile soramadan Gökmen'i arasak mı? Diye ortalığı karıştırıyordu. Hayır, Gökmen falan yok! Şimdi yok! Henüz yok! Dayım iyi olduğunu söylemişti, bedeni için endişelenmeme gerek yoktu. Diğer şeyler içinse endişe duyacak kadar bile takatim yoktu. Kahvaltı etmeliydim, keşke biri evde kalmış ve hazırlamış olsaydı. Merdivenleri bitirip mutfağa yaklaştığımda sesler duydum, adımlarım yavaşladı ama durmadı. Annem kıyamamış evde kalmıştı kesin. Aç karnım için harika bir haberdi bu. Halsizce gülümsedim. Bir gram mutlulukla mutfağa girdiğimde babamın sırtını ocak başında gördüm. Gülümsemem soldu. Kapıda duraksadım. İsteğimi geri alıyorum. Ben aç kalmaya ya da kendim hazırlamaya da razıyım. Evde kimse kalmamış olsun lütfen. Gözlerimi kapattım ve iyi dileklerim ile tekrar açtım. Daha kötü oldu. Babam bu sefer de başını çevirmiş bana bakıyordu. Yutkundum. "Hayırlı sabahlar." Dedi tok bir sesle. Tekrar yutkundum. "Evdesin?" Ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa bugün Çarşamba mı? Babamın iş de olması gerekmiyor mu? O hastayken bile işe giden -tıpkı karısı gibi- iş kolik bir adamdı. Hafta sonu hariç evde göremeyeceğim bir görüntüye şahit oluyordum. "Evet." Ocağın altını kapatıp tereyağ da kırdığı yumurtayı masaya koydu, kahvaltılıklar da dizilmişti. "Bugün kendime izin verdim, gel beraber kahvaltı yapalım." Sandalyesini çekip oturunca benim hala ayakta olduğumu fark edip gözlerime geri baktı. Evde kalması nedense beni huzursuz etti. Ben annesinden çok babasını seven kız çocuklarındandım, onu daha yakın ve sıcak bulurdum. Ama şimdi! Babamla aramızdaki buz kütlesini hissedebiliyordum, tüylerimi diken diken ediyordu. Yavaş hareketlerle adım attım, çaprazındaki sandalyeyi çekip oturdum ve masaya baktım. Babam diğer erkekler gibi 'ben yapamam' diyerek kendini pek geri çekmedi, o yüzden şimdi aramız böylesine soğuk olmasa bu masaya aç ayı gibi dalardım. Sıcak baston kokusu burnumu doldurdu, babam ikimize de iki parça kırıp önlerimize koydu. Gergindim. Onunda benim de olmak için sebepleri vardı ama ben daha çok gergindim. Ya da babam rol yapmakta benden daha iyi. Aksi takdirde normal bir sabah kahvaltısında gibi davranmakta bu kadar profesyonel olması ürkütücüydü. "Neden işe gitmedin?" Diye sordum. Duymamış gibi davrandı, "ne?" Diyerek bana baktı. Daha sesli konuşmam için strateji yapıyordu. "Neden işe gitmedin?" Diyerek aynı soruyu tekrar sordum. Yüzüm düz, belki de biraz da asıktı. "Dedim ya kendime bugün izin verdim diye, işe gitmek istemedim." "İzin aldın yani?" "Evet." Gözlerime bakmaya devam etti, gözlerimi çekmedim çünkü içimdeki var olmaya başlayan suçlayıcı his öfkemi körüklüyordu. Sertçe yutkunduğumda babam bunu fark etti ve kollarını masaya koyarak biraz öne eğildi. "Evde olmamı istemiyor musun?" Her zaman isterdim. Ama bugün değil! Bugün hiç istemiyorum! "Hayır." Dedim ve dediğim gibi de pişman oldum. Yine de kötü hissettirdiği kadar iyi de hissettirmişti. Babamın yüzü düştü. Tokat yemiş gibi kala kaldı. "Neden?" Diye sordu kirpikleri titrerken. Bunu beklemiyordu benden, en azından gözünün içine baka baka dememi beklemiyordu. Onu istemiyor oluşum canını yakıyordu. Çünkü o benim değerlimdi, babamdı, beni el üstünde tutarak büyütmüştü. Gözlerim sinirden doldu, önüme dönüp gözlerimi kırpıştırdım ve yutkundum. Ağlamak istemiyordum. Dün akşam yeterince bu yüzünden yorulmuştum. Gökmen'le ve babamla, sonra da dayımla konuşup kabuğuma çekilecek ve kararımı kendim verecektim. Bunalmıştım artık. Düz bir çizgi misali normal bir hayat sürmek isterken her şey keskin hatlı ince ip olup üstüne de beni koyup duruyordu. O keskin ipte yürümek istemiyordum. Sınanmaktan yorulmuştum. Benim bünyem bunlara alışkın değildi. Ben anne ve babasının biricik kızıydım. Gökmen'in sırları beni yoruyordu. Babamın tepkileri beni yoruyordu. Dayımın herkese arka çıkıp benden olanları gizlemesi yoruyordu. "Dün akşam olanlardan sonra evde kalman garip geldi sadece." Diye mırıldandım. "Gökmen'i çağıracağımı ya da ona gideceğimi sandığın için değil mi?" Başımı aşağı eğip çevirdim ve gözlerine baktım, keskindi bakışlarım. Suçlayıcı. "Yapmayacak mısın?" Diye sordu acımasızca. Hayal kırıklığı ile yaşlarım çoğaldı. "Yapmayacağım." Dedim net bir sesle. Sertçe yutkundum ve içimdeki kırgınlıkla birlikte öfkemi birleştirdim. "Ama sen istemediğin için değil!" Babam bağırdığım için afalladı. "Ona da en az sana olduğu kadar kırgın olduğum için yapmayacağım." Ayağa kalktığımda sandalye yere sürttü ve düştü. "Dün akşam ikiniz de benim için birer hayal kırıklığından başka bir şey değildiniz." "Aysuna-" "Dün akşam o yaptığın şeyi benim babam yapmazdı! Ben babamı tanırım, yapmazdı!" "Problem benim yaptığım mıydı?" Diye bağırdı babam da. "Onun yaptığı ne olacak peki? Hapis yattığını sen biliyor muydun yoksa?" Bilmediğim için sessiz kaldım, babam anladı. Sinirle güldü. "Tabii ki de bilmiyordun." Elleriyle masayı gösterdi, "aramızı düzeltmeye çalışıyorum ama sen gelmiş bana dün akşam hata yaptın deyip duruyorsun, evet hata yaptım, daha fazla tepki göstermeliydim. Az bile yaptım!" Diye bağırdı sonra gözlerime bakarak. Bir damla yanağıma kaydı. "Baba." Diye mırıldandım inanamayarak. "Gökmen o." "Ne olmuş?" Diye bağırmaya devam etti. "Nereden geldiği belli değil, kim olduğu belli değil, bir soru soruyoruz geçiştirerek cevap veriyor, sevimlilik yaparak kendini sevdiriyor, sonra bir bakıyoruz herif geçmişte hapis yatmış. Hapis! Hapis!" Başımı iki yana sallarken avuçlarımı kulaklarıma bastırdım. "Hapis yatmış Aysuna! Sen ne biliyorsun ki bu adam hakkında, ha? Gelip onu bana savunuyorsun." Ellerimi kulaklarımdan çekip tüm gücümle bağırdım. "O kötü biri değil!" Babam da aynı şekilde karşılık verdi. "Nereden biliyorsun?" Hızlı hızlı aldığımız nefesler, inip kalkan omuzlarımız ve göğüslerimiz, dolmuş olan gözlerimiz, öfkelerimiz, acılarımız hariç evde tık ses kalmayacak şekilde göz göze kalarak sustuk. Yutkundum, çenem titredi. "Nereden mi biliyorum?" Diye mırıldanarak sordum. "Çünkü onu seviyorum." Babam elini saçlarından geçirirken arkasını döndü, solukları öfkeyle harlandı. "Bu geçerli bir sebep değil." Dedi sessizce. "Sevgi aksine kusurları kapatır." "Ben Gökmen'in kusurlarının farkındayım!" Diye bağırdım. Kendimle alay ederken güldüm ve saymaya başladım. "O yalancı! Sır saklama ustası! Hayal dünyasında yaşayan bir çocuktan başka bir şey değil! Gerçek hayattan kaçmak için her şeyi yapan biri! Ama ona bu yüzden kıyamıyorum ya zaten!" Babam yarım bana döndü ve gözlerime baktı. "Her ne yaşadıysa onlarla o kadar başa çıkamıyor ki kaçıyor ve bizi de onlardan arındırıyor, sonucu ne olursa olsun her zaman saklıyor, konuyu değiştiriyor, kaçıyor. Ona sormadım mı sanıyorsun, şüphe tek gerçektir baba! Sordum! Üzüldü, hep kaçtı ve ben ona kıyamadım. Kıyamadığım için sustum! Sevdiğim adamın üzülmesine kıyamadığım için sustum ve şimdi bu durumdayım!" Beni çözemiyordu sanki, öyle karmaşık bakıyordu ki. "İçinde bunları tuttuğunu bilmiyordum." Dedi. "Kızımın yeni bir yüzüyle tanışıyorum şu an." "Ben de dün akşam seninkiyle tanışmıştım." Dedim, babam afalladı. "Ben yine sevdiklerime karşı merhametliyim, değil mi?" Diye sordum. "Bu yüzden hep olan bana oluyor." Konuşmayı yarıda kesip mutfaktan çıktım, koşarak merdivenleri çıktım ve odama girdim. Kapıyı rastgele ittiğimde gürültüyle kapandı. Pikemi kaldırdığım gibi altına girdim ve kendimi saldım, ağlamam şiddetlendi, yaşlarım akıp gitti. Cenin pozisyonu aldım, ruhumun acısını azaltmak istercesine bedenime hapsetmek istedim, küçültmek istedim. Odamın içinden tık tık sesleri geldi, hıçkırıklarımdan duyamadığım için emin olamadım ve umursamadan ağlamaya devam ettim. Ama sonra biraz daha gürültüyle geldi. Durdum, burnumu çekip yutkundum. Pikeyi kaldırıp yavaşça oturur pozisyona geçtim. Camımım önüne çekilmiş olan tülümün arkasından biri bana bakıyordu; kocaman bir kafa. Gözlerim buğulu olduğu için bu biraz korkutucu bir görüntüydü lakin erkek olduğunu seçebiliyordum. Gökmen mi gelmişti? Korkuyla yutkunup hızla kalktım, tülü bir çırpı da çekip camı açtım. Borulara zar zor tutunmuş, her an düşme tehlikesinde olan Atakan'ı görmemle rahat bir nefes verdim ama burada ne işi vardı? Kaşlarım çatıldı, yanaklarımdaki yaşlarımı silip, "Atakan?" Diye bir nefeste sordum. "Ne yapıyorsun?" "Eğer izin verirsen odana girmeye çalışıyorum, yoksa düşeceğim." "Çabuk olun." Aşağıdan sessizce bağıran Turhan'ı duymamla gözlerim kocaman oldu. Eğilip bakınca Atakan'a değdim ve düşecek gibi oldu. "Aman Aysuna." Hemen kolunu tuttum. "Tamam korkma hemen kız gibi, gel." Diyerek içeri çektim, yardımımla girdi. Ben karışmış kafamla yüzüne bakarken o ayakkabılarına bakıp, "odanı kirlettim ama kusura bakma." Dedi, sonra gözlerime baktı ve baka kaldı. "Güzelim kızı ne hale getirmişler damat-kayınbaba, şu hale bak." Deyip eliyle yüzümü gösterdi. Kötü hissettim, başımı eğip yanaklarımı tekrar sildim, gözlerimi de silip saçlarımı geriye doğru taradım. Atakan hemen bileklerimi tutup ellerimi indirdi, "şaka yaptım şaka, hala güzelsin." Dedi. Gözlerine bakınca ellerini indirdi. Halime üzülüyordu. "Nasılsın?" Çenem titremesin diye dişlerimi sıktım, gözlerimi kaçırdım. "Evet." Diye mırıldandı, odamı kısaca süzdü. "Gökmen de farksız değil." Bakışlarım hızla geri döndü. "Gördün mü onu?" "Dün akşam yanındaydık, Selçuk'u yaka paça kovmuş evden, biz geldiğimizde ağlamaktan bitap düşmüştü, duvar da yumruklamış biraz, elleri kandı hep." Nefesim boğazımda kaldı. Atakan gözlerimdeki korkuyu görüp hemen olayı yumuşatmaya çalıştı. "Ama durumu iyi, endişelenme yani." Dedi. "Gece yarısına kadar konuştuk, dertleştik biraz. Hapis olayını anlattı bize." "Siz de mi bilmiyordunuz?" Başını iki yana salladı. "Hayır... Ama Burhan biliyormuş." Dedi alınganlıkla. Şaşırmadım. Gökmen bir Burhan'a anlatıyordu bunları. "Ne söyledi peki size? Ne tür yalanlarla yalanlarını örttü?" Atakan alt dudağının uç kısmını dişledi. "Bunu ona sakın söyleme, mahvolur." "Arkadaşına kıyamıyorsan halime bir daha bak." Dedim sinirle. "Babamla aram bozuk onun yüzünden, yakında güven problemlerim başlayacak ve sevdiğim adamı dövmekle, sarılıp saçlarını okşamak arasında git gel yaşıyorum." Nefes verdim. "Sence ben iyi miyim?" "Seni en iyi biz anlıyoruz." Ellerini ceplerine sokup başını eğdi. "Gökmen'i kardeşimiz bilirdik, meğerse ne kadar uzakmış bizden. Sadece Burhan ve o varmış aslında." Sözleri boğazımı düğümledi, Gökmen tek bir hamleyle hepimize aynı şeyleri yaşatmıştı, hepimizi kırmıştı, hepimizin duyguları bir anda dağılmış ve hırpalanmıştı. Bunu nasıl başarıyordu? "Bunları ona söylemedin değil mi? Çok üzülür." Diye sordum, bu halde bile onun söylenecek şeyler karşısında akacak olan yaşlarını düşünüyordum. "Hayır, ama Yaşar pat pat söyledi." Başını kaldırdı. "Hiç acımadı valla." Gözlerim hafifçe genişledi. "Ne?" "Hepimizin yerine söyledi." "Gökmen ne tepki verdi?" Diye sordum korkarak. Sesini, "daha çok ağladı, başka ne yapacak geri zekalı!" Diyerek yükseltti, tepkisi komiğime gidince bozulmuş psikolojimle güldüm. Atakan da gülümsedi. Peşine ağlamaya başladım, Atakan'ın gülümsemesi kayboldu. "İkisi de birbirinden beter." Diye mırıldandığını duydum. Burnumu çekip elimin tersiyle sildim ve ağlamamı durdurmaya çalıştım. "Şimdi nerede o salak?" Diye sordum çatallı sesimle. "Şu çocuğu sevme şeklimize bir ayar çekmeliyiz." Deyip soruma hızlıca cevap verdi. "Evde." "Tek başına mı?" "Yok, Yaşar'ı bıraktık yanına." "Ne halde peki?" "Gece zor uyudu, sabah da hemen senin yanına gelmek istedi, zor tuttuk. Turhan'ın annesi çorba yaptı da onu yedirdik, sonra bir baktık yine giyinmeye çalışıyor, inat etti gelecek buraya." Telaşlandım. "Sakın gelmesin, babam işe gitmedi bugün, görürse onu var ya hiç iyi şeyler olmaz." "Merak etme Yaşar'ı geçip gelemez buraya, Yaşar gerekirse döverek bayıltır." "Dövmesin de..." diye mırıldandığımda, Atakan sessizce güldü. "Çorbadan sonra suyuna gizlice uyku hapı attık, o yüzden şimdi uyuyor evde." Rahatladım. "Anladım, iyi yapmışsınız." Gökmen'in yalnız olmadığını bilmek iyi hissettirmişti, saçlarını yolmak istesem de kıyamıyordum işte sebeleğe! "Sen neden geldin peki?" "Gelmesine izin vermeyince bizi yolladı çünkü." Cebindeki elini çıkarttı ve katlanmış kağıdı uzattı. "Mektup güvercini olduk yani anlayacağın." Kağıdı alırken kaşlarım çatıldı. "Mektup mu yazdı bana?" "Çok uzun değil ya, kısa bir şey yazdı." Açıp baktım. Su'yum, öncelikle ben iyiyim, (merak ettiğini biliyorum) Konuşmamız gerek, sen bana zamanı ve yeri söyle, neresi olursa gelirim... O uzun uzun konuşma zamanı geldi, yine de o zaman gelene kadar bilmeni istiyorum ki, ben masumdum. (lütfen kendini benden fazla mahrum bırakma, yalvarırım) Beni kızdıran şey yazmaya cesareti olması ya da yazdıkları değildi, okuduklarımdan sonra yüzümde oluşan tebessümdü. Dudaklarıma fiske atınca Atakan'ın garip bakışlarına maruz kaldım ve bu daha çok sinir olmama neden oldu. Hırsla bilgisayar masama yürüdüm. Defterimden kağıt koparıp pilot kalemimi aldım ve ben de kendi notumu yazdım. Üçe katlayıp Atakan'a aynı şekilde yürüdüm ve verdim. "Başka karşılık vermesin." Dedim sinirle, o başını sallarken kendi kendime mırıldandım. "Veremez de zaten." "Tamam o zaman bitti, hallettik, gidiyorum ben. Bacımın odasında fazla bile kaldım." Gülümsedim. Arkasını dönüp açık camdan bacaklarını sarkıttı. "Dikkatli ol." Dememin üzerine evin kapısı açılıp kapandı ve babamın çıktığını anladık. Dona kaldık. Benim gözlerim büyümüştü, Atakan boruya sarılı koala gibi kala kalmıştı. Turhan'ı ilk defa bu kadar tırsak görüyordum. "Atakan." Diye seslendi. "Çok sessizce inmeye devam et, acele et ama sakın düşme, nefes dahi alma." Dedi tane tane. Atakan can çekişir gibi boğazdan bir sesle, "tağğmam." Dedi. Ayaklarını koyacağı yere bakarak yavaşça inmeye devam etti. Turhan ve ben nefesimizi tutmuştuk, bir yandan da içimizden dualar ediyorduk. Gökmen olmasa da babam arkadaşlarına da benzer tepkiyi verirdi bence, karakolluk olmaya ya da vicdan azabı çekmemize neden olacak hareketler de bulunmaya hiç gerek yoktu. -babam adına konuşuyorum- Atakan zıplaması gerektiği yere gelince kendini hazırlayıp atladı, sessizce iniş yaptığında hep beraber nefes verdik. Ta ki babamın evin köşesinde durmuş dik dik onlara baktığını görene kadar. İşte o zaman nefeslerimiz tekrar kesildi. Öcü gibi durmuş oradan bakıyordu. Babamın gözleri öfkeyle genişlemeye başladı ve, "LAAAAN!" Diye bağırıp tüm mahalleye duyurunca Atakan'la Turhan başladı arka bahçeye doğru koşmaya. Babam onların peşine koşarken, "Aysuna tüfeğimi getir." Diye de seslendi bana. Oldu baba, başka isteğin! "Baba dur." Diye camdan bağırıp süratle odamdan çıktım. Koşarak merdivenleri inerken sesleri ta bana kadar geliyordu. Atakan'la Turhan yaşamak için yalvarırken babamın sinirden dili karışıyor, yine de bağırmaya devam ediyordu. "Baba!" Diye bağırırken dış kapımıza vardım, açtığım gibi çıplak ayak çıktım, tam o esnada da Atakan'la Turhan ön tarafa geçmişti, beni gördükleri gibi arkama saklandılar. Turhan omuzlarımdan tutup kalkan olarak kullanırken tırsak Atakan onunda arkasındaydı. Babam nefes nefese hemen önümde durdu, işaret parmağını sallar dururken öksürüyordu. "Sizi de- o arkadaşınızı da- vuracağım!" Gözlerim genişlerken arkamdaki ödleklerin yere doğru biraz daha çöktüklerini sezdim. "Baba ne oluyor sana bu iki gündür ya, öldüreceğim, vuracağım, tüfekler falan. AAA ama, hiç yakışmıyor senin gibi adama." Babam büyümüş gözleri ve genişlemiş burun delikleriyle kızgın boğayı andırınca yutkundum. "Aysuna çekil!" Deyip üstüme yürüdü, Turhan hemen Atakan'la birlikte diğer yana kaydı ve beni de omuzlarımdan tutarak yönlendirdi. "Bırak lan kızımı, gelin buraya!" Babam tekrar atılınca Turhan beni bıraktı ve Atakan'la hemen arkamızda kalan demir kapıya doğru koştular. Babam yanımdan hız treni gibi geçiş yapınca sarsıldım. Başımı iki yana sallayıp kendime geldiğim gibi peşlerine bahçeden çıktım. "Baba!" "Gelin lan buraya, kaçmayın!" "Bırak peşimizi Hamit abi ya!" Gökmen'le her zaman buluştuğumuz sokak başında ikisinin motorunu gördüm, genç bedenleri ile babamdan en az 5 metre öndeydiler, motorlara vardıkları gibi binip kaçtılar. Babam onlar hareket ettikten sonra sokağın başına vardı, kovalamak için biraz daha gitti ama yetişemeyince durdu. Ben de evin önünde durdum. Ellerini dizlerine yaslayıp nefeslendi, sonra diklenip bana döndü. Uzaktan göz göze geldik. Nefesleri hala düzelmeye çalışırken ağır adımlarla bana doğru geldi, yan tarafımdan açılan kapı sesini göz hapsindeyken zor duydum. Behlül teyze ve Sinan amcanın bakışları üstümüzdeyken babam karşımda durdu. Bakışları neyse ki suçlayıcı değildi, sadece Gökmen'e olan kızgınlığının demir uçlu okları bana doğrultulmuştu. Kolunu kaldırıp evi gösterdi. Söylemesine gerek yoktu. Sertçe yutkunup dişlerimi sıktım. Sinirle arkamı dönüp bahçeye sonra da eve girdim. Ben merdivenleri çıkmış odama girmişken babam eve giriyordu, komşulara ne dediğini merak etmedim bile. Pikemin altına girip soluklandım, olanların getirisi olan korkuyu atıp zihnimi durdurmaya ve sakince düşünmeye çalıştım. Gökmen'in yıpranmış ruhu için ne gerekli bilmiyordum ama arkadaşlarının şimdi yanında olması ve onun için babamı bile göze alarak buraya gelmeleri beni mutlu etmişti. Hayatı boyunca her ne yaşadıysa artık arkadaşları onun için birer hediyeydi. Burhan'a haber vermişler miydi acaba? Aklımdan vermek geçince hemen başımı iki yana salladım, daha iki gün önce evlenmişlerdi, balayı günlerini bozmak bana yakışmazdı, Gökmen de ağır hasar da yoktu zaten. Tüm bu endişelerim içinde acaba Gökmen aramız bozuk değilken kaza geçirmiş olsaydı ne olurdu diye düşündüm ve hayali çok hoşuma gitti. Kaza geçirmesi değil hayır, geçirmiş olsaydı anne ve babamın ne kadar korkacağını hayal etmek, endişelenip üstüne titreyecek olmalarını bilmek. Gökmen'in tüm bu ilgilere karşı ne kadar mutlu olacağı... Hastane yatağında, -kaza ibarelerini hayal etmek gözlerimi doldurduğu için oraları geçtim- yüzündeki gülümseme gözlerine bulaşmış, çocuk gibi şımarıyor, annemin yaptığı çorbayı içerken avuç içleri sevinçten terliyor, babamın sohbetlerini dinliyor ve hep araba konuşmuş olmasına rağmen hiç dert etmiyor, Barkın'ın artık motor sevdiğini öğrenince çilekli pastasını yemiş olmasını bile affediyor, bana sarılmak ve sığınmak için baş başa kalmamızı bekliyor ve bakışları hep benim üstümde... Şu durumda bile bu acı-tatlı hayal beni ağlatmaya yetiyordu. Karnıma vuran ağrı ile hissettiğim sıvı akışı da neden böyle olduğumu bana açıkladı. Uğraşmak istemediğim bir şeyler olmasın diye yataktan kalkıp lavaboya koştum. İşimi halledip çıktım. Bu günler de en son ihtiyacım olan şey tam olarak buydu, duygusallığımı arttırıp yıpranmama yardımcı olacak ay başım, sen de hoş geldin! Zaten yarım saat sonrada karnım üç katı ağrımaya başladı. Cenin pozisyonu almış gözlerimi sıkı sıkıya kapatmış acımı çekerken kapım kısıkça kaldı. Saat daha erken olduğu için annem olmadığını biliyordum. Babamdı. Yanıma gelmeye nasıl yüzü olurdu! Dişlerimi sıkmamla gıcırtılarını duymam bir oldu. "Ne var!" Diye bağırdım, pikemi tamamen üstüme çektiğim için yüzüm bile ter su içindeydi. "Aysuna." Deyip sustu. "Girebilir miyim?" Kramp bir anda girince acıyla inledim. "Hayır!" Diye bağırdım, olduğum yerde sallanmaya başladım, babama bağırmanın yanlış olduğunu biliyordum ama öfkem ve acım beni bu şekilde yönlendiriyordu. Pişman oluşum ise daha çok canımı yakıyordu. Kısa sessizliğinin ardından, "iyi misin?" Diye sordu. Cevap vermedim, babasına aşık olan kız çocuğu ruhum hayır diye bağırıp ona sığınmak istiyordu ama yapmadım çünkü gururum yetmedi. Susmakla yetinsem de babam pes etmedi. Kapımın aralandığını işittim, yorganın altındaki kıpırtılarımı gördüğünde biraz duraksadı, sonra geldi ve yatakta yanıma oturdu. Pikemi açmadı. "Kızım? İyi misin?" "Hayır." Diye inledim sessizce. Elimde olmadan çıkmıştı ağzımdan. Yataktan kalktı, adım sesleri duydum. Babam yatağımın diğer ucuna geçmişti, pikemi biraz kaldırıp yatağın içine girdi ve beni omuzlarımdan tuttu. Yapacağı şeyi anlayarak istemedim, inat ederek kas katı durarak direndim ama şu an o kadar da güçlü değildim. Babam yatağımın köşesine oturdu, sırtını yaslayıp bacaklarını uzattı. Başımı göğsüne, kollarımı de beline doğru çekti ve bana kocaman sarıldı. Sıcaklığı ile kısa sürede sancım az da olsa kesilse de içimdeki acı bir süreliğine de olsa tamamıyla duraksama yaşadı. Buna bu kadar ihtiyacım olduğunu bilmiyordum. Bence babam da bilmiyordu. Gururumu bir kenara bırakıp kollarımı beline sardım, sıkıca sarıldım. Erkeklerin vücut sıcaklıkları gerçekten de sakinleştirici özelliğe sahipti. Kendimi ilk okul çağlarındaymışım gibi hissediyordum. Okula ilk gitmeye başladığım zaman sınıfta dışlanmıştım ve eve geldiğimde ağlamıştım, akşam yemeğinde bende bir şeyler olduğunu anlamışlardı ama anlatmadığım için tam olarak bilememişlerdi. Annem saçlarımı tarayıp beni yatırdıktan sonra karanlıkta odam da ağlamaya başlamıştım. Babam o zaman sanki ağladığımı hissetmiş gibi yanıma gelmişti, aynı bu şekilde yanıma yatmış, ona göre küçük kalan bedenime sarılmıştı ve beni konuşturana kadar çabalamıştı. Ben de burnumdan sümükler akana kadar ağlarken olanı biteni anlatmıştım. Bana güzel nasihatler etmişti, insanların bazen yanlış tavırlar da bulunabileceğini, uyum sağlamanın kolay olmadığını söylemişti. Söylediği her şey doğru olsa da benim için asosyallik Buket'i bulana kadar sürmüştü, ondan sonra hiç yalnız kalmamıştım. Evet arada küsüp barışmış ve uzak kalmıştık, ama birbirimizi alttan alarak ve bağlılıkla arkadaş kalarak hepsini geride bırakmıştık. Hayat gerçekten de çözülmesi en zor bulmacaydı. Yarın ne yaşayacağını asla bilemiyorsun. Daha iki gün önce deli gibi mutluydum. Sevdiğim adamın kollarındaydım, en yakın arkadaşım evlenmişti, babamla aramız çok iyiydi. Şimdiyse halime bak! Babam saçlarımı okşamaya başlayınca tüm düşüncelerim dağılıp gitti, bu en sevdiğim hislerden biriydi, bana sunduklarını seviyordum. Yalnız değildim, güvendeydim, sıcaktaydım, babamın kollarındaydım. Tüm bu yaşadıklarımızın suçlusu yarı yarıya Gökmen, yarı yarıya babamdı. Biri anlatmamış, biri de dinlememişti; aslında birbirlerine ne kadar da benziyorlardı... Ve sonuçları hepimizi mahvediyordu. Ağlamaktan bitap düşmüş gözlerim, ne zaman dindiğini fark etmediğim sancılarımdan sonra usulca kapanmaya başladı. Uykuya hazırdım, bunun için her şey hazırdı. Gözlerimi kapattım, soluklarım yavaşladı ve sakinledi, bilincim benden habersiz kapanıp açıldığında odam çok karanlıktı ve babam yanımda yoktu. Ruhumun bitkinliği ile kılımı bile kıpırdatacak halim yoktu. Başım yastıktan kaymıştı, pikemi sıcak olduğu için belime kadar ittim, boş gözlerle alıştığım karanlıkta odamın bir köşesine dalıp gittim. Bakışlarım gibi içim de bom boştu. Sanki hiç durmaksızın hep bir kara deliğe düşüyordu, birinden düşüp öbürüne geçiş yapıyordum, beynim o kadar yorulmuştu ki hiç bu kadar çökük hissettiğimi hatırlamıyordum. Nefessiz kalmış gibi derin bir nefes aldım, yetmedi. Camımı açmak için 15 dakika boyunca kendimi kalkmam gerektiğine dair telkin etmem gerekmişti. Yarı felç olmuş gibi yataktan sürünerek kalktım. Tülümü perdemi çekip camımı açtım ve ellerimi pervaza yaslayıp dışarı doğru sarktım biraz. Temiz hava anında ciğerlerime akın etti, çok iyi gelmişti ilk birkaç saniye, fakat iç organlarım bayram etse de ruhumu rahatlatması kısa sürmüştü. Çok berbat bir histi, ben eski beni özlemiştim. Gökmen'imi özlemiştim, babamı özlemiştim. Bu hisler beni boğuyordu, belki boğazımda izler çıkmıyordu ama oradaydılar. Hava karardığına göre annemle Barkın da gelmiş olmalıydılar, seslerini hiç duymamıştım. Sokak lambaları mahallemizi aydınlatıyordu, evler de odaların ışıkları yanıktı, kimsenin evi bizim ev kadar karanlık değildi. Eskinden bizim evde böyle aydınlık ve neşe doluydu. Eski dediğim iki gün önceydi, kahretsin ki gözlerim yine dolmuştu. Buğulu buğulu oldular. Anılarım beni sokağın başına bakmaya itti, az buz görünüyordu. Bizim yerimiz- Birileri vardı orada. Gözlerimi silip kırpıştırdım ve Gökmen'i gördüm. Gözlerim genişledi. O da beni yeni görmüş gibi yasladığı motorundan ayrıldı ve diklendi, onun hareketlenmesi ile iki-üç metre arkasında duran üç kişi de hareketlendi. Turhan, Yaşar ve Atakan olmalıydılar. Gökmen'i her şeye rağmen tutamamışlardı anlaşılan. Onu net göremesem bile varlığı karşımdaydı, siyah pantolonu ve siyah ceketi içindeydi. Dik duruyordu, iyi miydi? Aramızdaki onca mesafeye rağmen sanki göz bebeklerinin içine bakıyordum, az buz görebildiğim duruşu bile bana çok şey anlatıyordu. Ona dokunmuyordum lakin özlemim burun direklerimi sızlattı. Yanımda olamamasının suçlusu o olduğu için bir kez daha öfkem alevlendi, şimdi ailecek akşam yemeği yiyor olabilirdik, zeytin gözlerini daha yakından görüyor olabilirdim. Dişlerimi sıktım. Ani verdiğim kararla geri çekildim, tamamıyla öfkemin kuklasıydım. Gökmen kolunu dirsekten kırıp elini sallamak için kaldırmıştı ki ben camı sertçe kapatıp tülü hışımla çektim. Beni bu mesafeden de olsa görmeyi hak etmiyordu! |
0% |