Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@dangerous_hatun

Annemin sabah işe giderken saçlarımın arasına kondurduğu buseyi bilecek kadar hassas bir uyku içerisindeydim. Camım kapalı olmasına rağmen Gökmen'in gelebilme ihtimali beni tedirgin etmişti. Bu berbat histen utanıyordum, hep yanımda olmasını istediğim kişinin şimdi gelmesi beni geriyordu.

Dün yazdığım nota rağmen gelmişti, dün neden onu yazmıştım ki?

Sırt üstü uzanıp pikemi üstüme çektim utançla inlerken.

Gökmen'imi çok özlemiştim. Neden bu durumdaydık ki, neden neden?

Erkeklerin hatalarını neden hep biz kızlar çekiyorduk?

Sabrımın ve sevgimin sonucu bu mu olacaktı gerçekten de?

Pikemi hırsla çektiğimde saç tellerim uçuştu, midem guruldadı lakin aç olmama rağmen midem çok ağrıyordu, bulanıyordu da aynı zamanda. Boğazım su içmediğim için kurumuştu.

Telefonumdan saati kontrol edip kalktım, yüzümü yıkayıp kapımı sessizce açtım. Babamın yine evde olma ihtimali vardı. Merdivenleri parmak ucumda indim, evi mutfaktan başlayarak karış karış gezdim ve kimsenin olmadığından emin olunca rahat bir nefes verdim.

Sonra aklıma bahçe geldi, hemen onu da dolaşıp babamın bugün işe gittiğinden yüz de yüz emin oldum. Mutfakta dolabı açmış karşısında içine boş boş bakarken dolapcağızın ışığı söndü ve kendime geldim, dalmıştım. Yumurta vardı, kaşar vardı, makarna vardı, ekmek vardı, annem akşam yemek de yapmıştı ama hiçbirini canım istemiyordu.

En son pes edip zorla yoğurdu aldım, içine ekmek doğrayıp yedim. Midem daha çok bulandı.

Kafamı dağıtacak şeylere ihtiyacım olduğu için evi süpürdüm sildim, çamaşırları katladım, makinayı boşalttım, tülleri söküp yıkadım ve camları sildim. Hepsi bitince eve güzel kokuyu sıkarak gezindim. Saat 3'ü geçerken koltukta boş boş oturuyordum. Bu moralle hareket etmek zor olsa da kafamı dağıtmıştı.

Sonra aklıma Buket geldi. Üçüncü günleriydi bugün, arasam ayıp olmazdı bence. Ayrıca sabahtı ve saatte geçti. Telefon kulağımda çalarken açması için dualar ettim, onunla konuşmaya ihtiyacım vardı. Olanları anlatamazdım ama sesi beni rahatlatırdı belki.

"Kankinotellam benim." Diye şakıyarak açtığında anında yüzümde gülücükler tomurcuklandı. "Buyur gönlümün çikolatası."

Güldüm, günler saatler sonra ilk defa canlı bir gülüş duydum kendimden. "Nasılsın taze gelin? Nasıl gidiyor balayı?"

O da güldü. "Burhan'la iddiaya girmiştik ne zaman arayacaksın diye, o ikinci gün demişti, ben üçüncü, kazandım." Dedi ve yine güldü, neşesi yerindeydi neyse ki, birimiz mutluyduk en azından. "Ben kazandım beyefendi." Dedi sonra, Burhan yanındaydı demek ki.

Burhan, "kalp her zaman aklı yener." Diye kelime oyunu yapınca, Buket eridi. Bir muck sesi duymuş bile olabilirdim.

Yüzümü buruşturdum. "Ben hala hattayım."

Kahkahalara boğuldular ama sonra Buket'in, "tamam." Deyip hareketlendiğini duydum. "Kalktım yanından, dikkatimi dağıtıyordu zaten." Dedi. "Buyur kankaların en güzeli."

"Bir şey yok." Dedim hemen onu bir sebep yüzünden aradığımı düşünmesin diye. "Nasılsın iyi misin diye sormak için aradım."

"Kız nasıl olacağım, balayındayım, tabii ki de harikayım." Deyip şuh bir kahkaha attı.

Kız deme işte ya, yapma onu ya.

"Sevindim." Deyip ne diyeceğimi bilemeyerek duraksadım, Buket, "sen nasılsın?" Diye sorunca ise durduğuma pişman oldum çünkü ses tonu şüphelendiğini düşünmeme neden oldu. "İyi misin? Gökmen'le nasıl gidiyor?"

"İdare etmeye çalışıyoruz."

Sustuğunda kaşlarını çatmış sinir olmuş mimiklerini hayal ettim ve konuştuğunda ses tonu bunları yaptığını onayladı. "Üzdü mü seni o-"

"Gelince detaylı anlatırım olur mu?" Dedim hızla, kötü bir söz söylemesini istemedim. Ben bile içimden kızarken aptal şebelekten başka bir şey diyemiyordum.

"Emin misin? Bir sürü boş saatim var, dökül kankinotellam dökül."

"Yok yok yüz yüze konuşuruz, şimdi konuşmaya gerek yok." Dedim. "Hem ben seni güzel şeylerden konuşalım diye aradım, böyle şeyleri değil."

"Tamam, haklısın."

Yerimde kıpırdandım. "O zaman başla anlatmaya, nereler gittiniz?"

Sinsi kıkırtısını duyunca kendimi her şeye hazırladım. "Ben gelmeden önce boşuna planlar yapmışım Aysuna, henüz yataktan başka bir yer gezemedik. Pikeleri ezberledik ama." Ben yüzümü buruştururken Buket öyle bir güldü ki bir dakika kadar sürdü.

"İğrençsiniz de diyemiyorum ki, evlisiniz. En doğal hakkınız."

"Burhan iki senenin acısını çıkartıyor."

"Tamam ya!" Dedim gözlerimi belerterek, utandığım için güldü; evli kadınların arsızlığına daha ilk günlerden sahip olmuştu. "Hiç mi sokağa çıkıp el ele gezmediniz, sohbet falan, ne bileyim. Onları anlat, midem zaten iyi değil."

"Dün akşam yemeğine çıktığımızda yürüdük biraz, evet."

"Peki." İ'yi uzattım. "Evlilik nasıl bir şey?" Hızla devam ettim. "Tabii daha güzel yanlarını görüyorsunuz ama yine de merak ettim, biriyle başını aynı yastığa koymak, sabah ilk onu görmek falan filan işte..."

"Aysuna, korkuyorum."

"Niye?"

"Yoksa Gökmen evlilik teklifi etti de Hamit amca onu vurdu ve Hamit amca hapse, Gökmen de hastaneye mi düştü?"

Gözlerimi devirirken güldüm. Bu senaryo gerçek olabilecek kadar tehlikeliydi. "Hayır."

"Hımm. Öyle sorunca... Bir de Gökmen'den beklenir yani, Hamit amcamdan da beklerim."

"Sana katılıyorum ama hayır ikisi de olmadı." Dedim, peşine ağzımın içinde geveledim. "Şükür ki."

"Ne? Ne dedin?"

"Yok bir şey, sen anlatmaya devam et."

Buket'i normalde bu kadar hızlı kandıramam ama şu an aşk ve evlilik sarhoşuydu, Rabbim yardım ediyordu bana. O konuştu ben dinledim, arada yorum yaptım. Güldük, kaldıkları oteldeki diğer balayı çiftlerinden bahsetti, geri döndüklerinde yapmak istediklerinden söz etti. Sesini, konuşma stilini bile çok özlemiştim. Hep tebessümle dinledim anlattıklarını.

Ne kadar konuştuysak artık Burhan sonunda isyan etmişti. Buket, "de git!" Diyerek azarlayınca gülmüştüm ama vakitlerini çalmak istemediğim içinde kapatmak istedim. Telefonu kapatınca ev, sessizlik ve ben baş başa kaldık. Biraz halıya bakındım sonra ayaklandım, odama çıkarken telefonum çaldı, kalbim anında küt küt atmaya başladı Gökmen arıyor diye.

Ama hayır yanlış alarm, annem arıyordu. "Efendim anne?"

Halimi hatırımı sorup yaptığım işleri duyduktan sonra tebrik etti ve akşam dışarıya çıkacağımızı söyleyip kapattı. Babam yeni bir yer keşfetmiş ve bizi yemekten sonra götürecekmiş. Aramızı ısıtmaya çalışıyor güya.

Duştan önceki bakımımı yapıp duş aldım, sonra duştan sonraki bakımlarımı da yaptım, tüy gibi hafiflemiştim. Kafamı dağıtmak için eskiye dönmeye çalışıyordum lakin hepsi o anlar da işe yarıyordu, sonrası yine boşluk.

Tüm dolabımı boşaltıp katlayarak ve ayırarak yeniden dizdim. Akşam için elbise seçmeye koyuldum, canım pantolon giymek istemiyordu. Dizlerimin üstünde biten su yeşili, kemeri kalın siyah, sıfır kollu ince kumaş elbisemi giyip ayna karşısında kendimi onaylayarak başımı salladım. Siyah kot ceketimi de giyinip kontrol ettim. Tamam olmuştu.

Zaman beynimi oyalayınca ne de çabuk geçiyordu, arabanın sesini ve peşine annemlerin konuşmalarını duydum. Kapanan kapının ardından annem, "Aysuna?" Diye seslendi.

Odamın kapısını açıp başımı çıkarttım. "Efendim?" Diye bağırdım alt kata doğru.

"Barkın'a kıyafet seçmesinde yardımcı olur musun? Üstümüzü giyinip çıkalım."

"Yemek yiyip çıkmayacak mıydık?"

"Sen aç mısın?"

"Yok."

"O zaman çıkalım şimdi."

"Tamam."

Barkın merdivenlerin başında göründü, ağır adımlarla bana doğru geldi ve kısaca süzdü.

"Ne bakıyorsun?" Diye sordum.

"Güzel olmuşsun." Deyip odasına kaçmaca girdi. Arkasından bakarken şaşkınlıkla tebessüm ettim. Evde erkek kardeş beslemek gerçekten de tuhaf bir deneyimdi, evlenince büyük ihtimalle onu özleyecektim.

Odasına girdim ve dolabını açtım. "Nereye gittiğimizi sen biliyor musun?"

"Hayır." Yarın ki kitaplarını ders programına göre alıp çantasına koydu.

Diz kapaklarına gelen bol mavi şort ve beyaz tişört seçip yatağının üstüne bıraktım. "Bunları giyersin."

"Tamam. Sağ ol."

Kapıdan çıkarken duyduğum teşekkürle şaşırdım, bugün Barkın da bir şey vardı ama hayırlısı. Kibarlık yüklenmiş gibiydi.

"Ne demek."

Mini çantamı ve telefonumu alıp aşağıya indim. Salonda oturmuş sosyal medya da gezinirken ev ahalisini beklemeye koyuldum. Sayfayı yenilediğim zaman Gökmen'in attığı hikaye gün yüzüne çıktı. Kalbim bir anda on katı hızlı atmaya başladı. Arkamı kontrol edip parmağımı uzattım, kırmızı halka üstünde tereddütte kalsam da bir cesaretle açıp baktım.

Kaskın önüne takılmış kamera Gökmen motor sürerken ön tarafı ve yolu çekiyordu, hızı gözümü korkuturken çalan müzik gözlerimi doldurdu.

"Seasons, they will change,

Life will make you grow,

Dreams will make you cry, cry, cry,

Everything is temporary,

Everything will slide,

Love will never die, die, die..."

İlk dansımın, ilk dansımızın müziğiydi. Yeri ben de ayrıydı.

Sinirimden ne yapacağımı bilemeyerek ekrana vurunca parmağım kalbe dokundu ve hikayesini beğendim. "Ay ay ayy." Diye işkence çekerken hemen kalbe tekrar dokundum. İnşallah üstten görmezdi. Telefonu kapatıp iki elimi yüzüme bastırdım. Utançtan ölebilirdim ya da aptallığımdan.

"Barkın!" Babam yanıma bağırarak gelince korkarak yerimde sıçradım, koltuktan kalkınca karşılıklı kaldık ve göz göze geldik. Hızla kaçırdım bakışlarımı. O da zaten bana çok bakmadı, Barkın'a seslenip aşağıya çağırdı. Annem bile gelmişti ama assolist kardeşim ortalıkta yoktu. Babam bir kez daha bağırınca korkudan koşarak indi aşağıya. Oysa ki giydiği tek şey şort ve tişörttü, neydi bu kadar zor olan?

Arabayla yola çıktığımızda başımı arkama yaslayıp yolculuk boyunca gözlerimi kapadım. Annemin konuşmasını ve babamın mırıltılarını duyuyordum. Annem, "ben de duymuştum orayı." Diyordu. Babam da, "bugüne nasipmiş." Diye cevap veriyordu.

Araba sağa dönüp durduğunda ve babam el frenini çekip motoru kapattığında gözlerimi açtım. Dışarı çıkmak iyi gelebilirdi belki ama yine de evde olmayı tercih ederdim. Kapımı ölü gibi açıp çıktım, üstümü düzeltip arabanın arkasına geçerek beklemeye başladım.

Beraber mekana yürümeye başladığımız zaman başımı kaldırdım ve nereye geldiğimizi gördüm. Gözlerim anında kocaman olurken adımlarım duraksadı. Burası Gökmen'in kafesiydi. Hızla yanımdan geçen annemin koluna yapıştım.

Bana tuhaf bir bakış attı. "Ne oldu?"

"Niye buraya geldik?" Kafamdan türlü türlü senaryolar geçtiği için ilk sorum bu olmuştu.

"Baban duymuş güzel yer diye, geldik işte."

"Yok yok burası hiç güzel değil."

"Nereden biliyorsun?" Diye sordu babam.

"Biz Buket'le gelmiştik daha önce oradan biliyorum, berbat bir yer burası. Hadi geri dönelim." Annemi çekiştirince bana doğru birkaç adım geldi ama sonra hareket ettirilemez hale geldi.

"Kızım o kadar geldik, bir girelim bakalım."

"Anne kötü diyorum, hani yok yere para mı harcayalım şimdi? Ne gerek var, hadi gidelim." Tekrar çekiştirsem de faydasızdı.

Babam, Barkın'ı alıp çoktan girişe yönelmişti bile. Annem de kolunu kurtarıp gidince düşük omuzlarımla peşlerine takıldım. İçeri girdiğimizde sıcak bir karşılama bulduk, annemler dört kişilik masaya geçerken bakışlarım hep etraftaydı. O salak kaza geçirdiği günün haftası işe falan gelmezdi herhalde, değil mi?

O kadar da yapmazdı?

Kimi kandırıyorum ya, Gökmen bu!

Diken üstünde yerime oturdum, ben kafeyi taramaya devam ederken biri sol yanımda durdu. "Hoş geldiniz." Dedi erkek sesi. Korkarak hızla başımı çevirdim ve Gökmen'le alakası olmayan bir garsonla karşılaştım. Rahat bir nefes verip önüme döndüm.

Babam, "hoş bulduk." Dedi.

"Ne alırsınız?"

"Henüz karar vermedik." Deyince annem, garson başını sallayıp gitti.

Barkın çoktan menüye gömülmüştü bile. Annem de ona katıldı, babam bakmaya başlamadan önce çay sipariş etti. Dizlerim titrerken gözlerim hep içeriyi turluyordu. Barkın hevesle işini bitirmiş babamın garsonu çağırmasını beklerken annem bana döndü. "Kızım sen de bak, sipariş verelim."

"Karnım aç değil."

"Tatlı ye."

"İyi tamam. Trileçe olsun."

Bana yandan tuhaf bir bakış atıp başını salladı. Babam arkasını dönmeden kolunu kaldırıp çağırdı. Garson bize doğru gelirken Barkın yanındaki suyu açıp bir yudum aldı, masaya koyduktan sonra eli çarpınca da yere düştü ve elbise diplerime sıçradı. "Barkın!" Diye kızıp temizlemek için eğildim.

"Özür dilerim." Dedi sitem edercesine.

Söylenerek elbisemi silkelerken karşı tarafta duran ayakkabıları gördüm, garson gelmiş olmalıydı. Masada sessizlik vardı, neden sipariş vermiyorlardı?

İşimi bitirip diklendim. "Ben traliçenin yanında limonata isti-" Gökmen'in direkt gözlerime bakan zeytin gözleri ile dilim takılı kaldı. Bu gözlere bakarken yaşadığım onca hissi tatmayalı sanki asırlar olmuştu. O bana ben ona baka kalmıştık. Barkın'ın ağzı düşmüştü ve annemle babam da şaşkındı ki bunları bile bulanık görüyordum, tek odağım Gökmen'di.

Annem, "Gökmen." Deyip ayaklanınca o anneme baktı ve bağımız koptu, gözlerimi kırpıştırarak başımı eğdim. Ellerini omuzlarına koyup uzunca süzdü Gökmen'i. "Burada mı çalışıyorsun?"

Gökmen tepki veremeden annem ellerini yanaklarına koyup başını sağa sola çevirdi, her yanını kontrol ettikten sonra, "çok şükür iyisin." Deyip sarıldı. Gökmen afalladı, bir elinde not defteri ve kalem vardı, diğerini boşlukta sallamaktan başka bir şey yapamadı.

Babam Gökmen'i kısaca süzüp bakışlarını çekti.

"Senin için çok endişelendik." Dedi annem, geri çekilip gözlerine baktı tekrar. "İyisin ya, doktora görünmemişsin, çok kızdım ama nasıl hissediyorsun?" Annem motora bağlamıştı. "İlaç kullanıyor musun? Kırığın çıkığın yok değil mi? Canın ev yemeği isterse hemen beni ara, ne istersen yaparım."

Başım eğikken gözlerimi kaldırdım ve Gökmen'in dolmuş gözleri ile anneme bakarak tebessüm ettiğini gördüm. "İyiyim." Diyen çatallı sesi boğazımı düğümledi. Yorgun bir ses tonuydu. Boğazını temizledi ve öyle devam etti. "İyiyim Kübra teyze, sağ ol."

"Kaza geçirdin nasıl iyi olabilirsin?"

Cevap babamdan geldi. Onlara bakmıyordu. "İyiyim diyor işte çocuk, uzatma Kübra."

Gökmen babamdan yana bakmadı, sadece gözlerini eğdi.

Annem babama ters bir bakış atıp Gökmen'e döndü. "Burada çalışıyorsun değil mi?" Diye sordu yine. Gökmen başını salladı. "Niye geldin ki işe? İzin alsaydın."

"Doktora gitmediğim için izin alamadım. El işi de öyle oluyor işte Kübra teyze." Dedi yavaşça. Başımı kaldırıp direkt gözlerine baktım. "Mecbur geldim." Kaşlarımı kaldırdım sinirle.

"Mecbur geldin?" Diye sorduğumda herkes bana baktı.

Gökmen'in göz bebekleri titredi, yutkundu. "Evet."

Dişlerimi sıktım. "Hala yalan söylüyorsun ya!" Hırsla ayağa kalkıp su şişesini kaptığım gibi ağzını açıp yüzüne doğru fırlattım. Annem çığlık atarak uzaklaştı, babamla Barkın'ın gözleri genişledi, Gökmen de şaşırmıştı ve üstüne bocalan su ile irkilmişti. Masanın etrafında dolaştım ona ulaşabilmek için. "Hala yalan söylüyorsun gözlerimizin içine baka baka! Hala!"

Annem beni tutamadan Gökmen'e ulaştım ve iki elimle saçlarına uzandım, başladım çekmeye. "Bıktım senin yalanlarından, sırlarından." Babam büyümüş gözleri ile oturduğu yerden kalkıp annemle beni tutmaya çalışırken Gökmen'in boynu bükülmüştü.

Çocuk gibi bağırmaya başladı. "Ah ah ah, Aysuna acıyor acıyor."

Boyum ondan kısa olduğu için aşağı doğru çekiştirdim saçlarını, o da sola doğru başını yatırıp çektiğim yönlere gelmek zorunda kaldı.

"Söyle onlara söyle çabuk!" Diye çığırdım. "Kafenin kime ait olduğunu söyle!"

"Aysuna-"

"Bıktım senin yalanlarından, söyle çabuk! Delirttin beni, sinir hastası ettin Gökmen! Sinir!"

"Tamam tamam söyleyeceğim."

"Söyle dedim."

"Söyleyeceğim dedim ya! Ah!"

"Söyle!"

"Kafe benim." Dediğinde saçlarını bıraktım. Babam sol kolumu tutuyordu, annem sağ. Bir iki adım geriye çekildim onlar sayesinde.

"Kızında deli gücü var Hamit." Diye mırıldandı annem nefesleri arasında.

"O senin kızın." Dedi babam korkarak beni süzerken.

Bense saçlarını ovarken bana küskün bakışlar atan Gökmen'e bakıyordum sinirle!

"Daha gür bir sesle söyle." Derken kolumu kaldırdım ve işaret parmağımı uzattım, Gökmen korkarak bir adım geriye kaçtı, annemler beni daha sıkı tuttu.

"Tamam ya." Dedi hala saç köklerini ovarken. Annemle babama kısaca bakıp bakışlarını eğdi. "Bu kafe arkadaşımla benim, ortağız."

Ben rahatladım, annemler şaşırdı, çalışan garsonlar duraksadı ve Gökmen birçok şaşkın, meraklı bakışların hedefi haline geldi.

"Nasıl? İnsan bir rahatlıyor değil mi?" Diye bağırdım.

Bana küskün bakışlarını atmaya devam etmesi umurumda bile değildi, çok uzun zamandır içimde tutuyordum. Kollarımı kurtarıp elbisemi düzelttim ve Gökmen'e son bir bakış attım. Arkamı dönüp kafeden çıktım. Temiz hava yüzüme vurduğunda irkilsem de hoşuma gitti. Olduğum yer de durup derin nefesler aldım.

Yaptığım onun başına ne işler açardı, ne hissettirirdi bilmiyorum ama şu anlık pişman değildim, saatler sonrası için bir şey diyemezdim. Lakin iyi gelmişti.

Arkamda duyduğum adım sesleri ile kendime çeki düzen verdim yoksa yine gözlerim dolacaktı, annem elini omzuma koyup ona dönmemi sağladı, gözlerime baktı ve 'evde görüşeceğiz' bakışını yumuşatarak attı. Sessiz sedasız arabamıza binip evin yolunu tuttuk.

İşte kahretsin ki ben böyle bir insandım. Daha yolun yarısına bile gelmeden Gökmen'i düşünmeye başlamıştım. Ne durumdaydı? İnsanlar çok üstüne geliyor muydu? Kötü hissediyor muydu? Bana kızmış mıydı? Saçlarına çok asılmış mıydım acaba?

Araba garaj da durduğu gibi indim. Ama anahtarım olmadığı için kapının önünde beklemek zorunda kaldım. Babam açınca içeri girdim ve ayakkabılarımı çıkarttığım gibi merdivenlere koştum. Üstümü bile çıkartmadan yatağıma girdiğimde annemin peşime gelmesi fazla uzun sürmedi.

Işığı yakmadan yatağa oturdu. "Kafenin on ait olduğunu biliyor muydun?"

Başımı biraz çevirdim, başımı salladım.

"Ne zamandan beri?"

"Düğün akşamı öğrendim."

"O mu söyledi?" Başımı iki yana salladığımda annem kızarak soludu. "Bu çocuk niye böyle?"

Gözlerim hüzünle eğildi. Kendimi zorlayarak yatakta oturur pozisyona geçtim, biraz da annemle konuşmak istiyordum. İçimi dökmek, iyi geleceğini düşündüm.

Sırtımı başlığa yasladım. "Gökmen hep böyle anne." Dedim, gözlerini gözlerime dikip dinlemeye başladı. "Benden sakladığı bir sürü şey var, biliyorum, bildiğimi o da biliyor hatta ama ne olursa olsun asla ondan öğrenemiyorum." Abisini söylememek için duraksamam gerekmişti. Düşünerek konuşmaya devam ettim. "Kafenin ortağı olduğunu bile ortağı olan çocuktan öğrendim, çocukta Gökmen bana söylemiştir diye anlattı."

Gözlerimin içine süzercesine bakınca kendimi çıplak hissettim, sanki sakladığım her şeyi görüp Gökmen'in tüm sırlarını öğrenecekmiş gibi bakıyordu. "Başka neler sakladı senden?"

Başımı eğdim ve parmaklarımla oynadım. "Var işte bir şeyler daha." Dedim. Hızla ekledim. "Ama söyleyemem, onun sırları sonuçta."

"Bu sırların sana neler hissettirdiğini anlat o zaman bana? Bilememek, bildiğinde ya da Gökmen'in tavırları sana ne hissettiriyor?"

Birinin bana bunu sormasına ihtiyacım vardı sanki. Ağlamamak için direndim. "Yalnız ve geri plana atılmış hissettiriyor."

Annemin bakışları yumuşadı ve merhameti öne çıktı. "Neden?"

"Çünkü bana her şeyi anlatabilir." Diye patladım. "Ona bu güveni vermiyor muyum? Neden her şeyi benden gizliyor?" Tüm çabam boşa çıktı ve gözlerim doldu.

"Daha yenisiniz annem."

"Ama Gökmen öyle davranmıyor... Yıllardır yanımda, hayatımdaymış gibi davranıyor bana. Benimle bir ömür geçirmek istiyor gibi, çok seviyor gibi, tüm sorumlarıma çare olabilecekmiş gibi davranıyor ama aynı şeyleri benim ona yapmamı istemiyor sanki. Bana anlatmıyor, benim ona iyi gelmemi istemiyor."

"Belki istiyordur..."

"O zaman neden yapmıyor?"

"...ama yapamıyordur."

"Neden?" Derken sesim yükseldi, içim içime sığmıyordu artık. Daralmıştım.

Annem derin bir nefes aldı, verdi. Kısaca düşündüğünde hayatın ona sunduğu tüm tecrübelerini anlatacakmış gibi göründü gözüme. O meşhur anne-kız konuşmasını şu an yapıyor olmak tuhaftı, yine de iyi hissettiriyordu; ihtiyacım vardı.

"Bazı insanlar..." deyip durdu, gözlerime baktı. Nefesimi tutmuş diyeceklerini bekliyordum. "Zordur." Hala tutuyordum. "Gökmen," bir avukat olarak tüm bilgeliğini sunuyordu bana, Gökmen'le tanıştığı ilk andan beri süzüp tanımaya ve çözmeye çalıştığını biliyordum zaten. "Sevilmeyi istiyor, sevilmeyi seviyor, aile istiyor, aile olmayı seviyor, insan istiyor çevresinde, hep birileri olsun, yalnız kalmayayım istiyor."

Yanlış bir tane kelimesi yoktu.

"Ama bunlar kendi çizdiği sınırlar içerisinde olsun istiyor."

Annem Gökmen'i tek bir cümle de özetlemişti. Tam olarak buydu. Bana en başından beri yaptığı buydu, herkese yaptığı buydu. Burhan'ın ayrıcalığı neydi acaba?

"Tam bir aslan burcu gibi; dışarıya sunduğu yıkılmaz duvarını kendi içinde paramparça ediyor."

Gökmen Atilla, 2019 yılını benim için bu kadar unutulmaz kıldığın için teşekkür ederim!

Keşke sabah o saçlarını daha çok çekiştirseydim.

Annemin bacağıma koyduğu eliyle dikkatim ona döndü tekrar. Gözlerine çıktım. Bana anlayışla bakıyordu. "Kafaya takma, her şey olacağına varır annem."

"Nasıl takmayayım ki?"

"Takınca ne değişecek?"

İki saniye düşününce gülümsedim. "Hiçbir şey."

"Aynen öyle." Ayağa kalkıp başımın üstüne buse kondurdu. Elini yanağıma koyduğunda başımı kaldırdım. "Biraz zaman geçsin sonra konuşursun Gökmen'le, olmadı biter bu iş. Aslında hiç karmaşık değil, karmaşık hale getiren bizleriz. Duygularımız."

Gökmen'e günlerdir çok kırgın, çok sinirliydim ama onu bırakmak istemiyordum. Evet ara sıra aklımdan geçmiyor değildi ama her zaman süründürmek istemiştim. Tamamıyla hayatımdan çıkartma düşüncesi kalbimi sıkıyordu.

Başımı dalgınca salladığımda annem benden uzaklaştı ve odadan çıktı. Başım ağırca önüme döndü, pikemi kabartan ayaklarıma baktım, daldım gittim.

Ama artık aynı şeyleri düşünüp, çaresizlik içinde kıvranmaktan sıkılmıştım. Derin bir nefes alıp yatmak için kıpırdandım, tam başımı yastığa koydum ki camdan tıkırtılar geldi. Put gibi kala kaldım, doğru mu duymuştum?

Gerçi konu benim camım ve ondan gelen sesler olunca yanlış duyma ihtimalim çok düşüktü ama olsun.

Ağır bir tedirginlikle pikemin içinden çıktım, camıma yaklaştıkça seçmemin kolaylaştırdı silüet göğsüme ağrılar yolladı. Tülümü açtım, karanlıkta Gökmen'in gözleriyle karşılaştım. Kalbim yüz kat hızlı atmaya başladı.

Sıkı ve rahatça tutunduğu yerde bir eliyle bana camı açmamı işaret etti.

Başımı iki yana salladım. Tülü yüzüne çektim. Ama hareket etmedim.

Sessiz olmaya çalışarak cama vurdu.

Yine başımı iki yana salladım.

Bu sefer sinirlendi sanırım, sesli şekilde vurunca endişeye kapıldım ve tülü açtığım gibi camı da açtım. Kızmaktı amacım. "Gök-" dememe kalmadan camdan yakaladığı aralığı kullandı, örümcek adam çevikliğiyle kendini içeri attığı gibi camı kapattı, tülü de çekip benim ateş saçan gözlerime döndü.

"Sen bir şey demeden önce-"

"Defol odamdan!"

"Aysuna konuşmaya geldim."

"İstemiyorum!"

"Evet onun farkındayım ama umurumda değil!" Diye çıkıştığında sustum kaldım. Aramızda mesafe olsa da yanımdaydı, boyu posu, gözleri, kahve kokusu, her şeyiyle yakınımdaydı ve bu beni ilk defa baş başa kalmışız gibi heyecanlandırdı. Hatta ondan bile daha çok heyecanlandım. Kızgınlığımı diri tutmak için gözlerimizi kopardım.

Derin bir nefes alıp konuşmak için ağzını araladı. "Koca bir asır geçmiş gibi Aysuna." Dedi yorgun bir sesle. "Bırak anlatayım, konuşalım, geri dön bana ne olur."

"Siz erkeklere hep geç düşüyor bir şeyler."

"Evet, evet buna yüz de yüz katılıyorum."

Yandan ters bir bakış attım.

Yutkunup hevesini kırdı. "Ama gelmesem de olmazdı." Dedi. "Ben çok yoruldum, çok özledim, çok hasretindeyim... Ne olur dinlesen beni, anlasan."

Gözlerimi eğip iç muhasebeme döndüm. Sürekli onu anlamamı, dinlememi söylüyordu. Acaba o beni hiç anlamaya çalışıyor muydu?

Ani gelen sinirle dişlerimi sıkıp alttan Gökmen'e kötü bakışlarımı kaldırdım. Bakışlarımı görünce tırstı, yutkunup, "eyvah." Diye mırıldandı.

Hırsla yumruk yaptığım ellerimle omuzlarına ve göğsüne vurarak ittirmeye ve sessizce bağırmaya başladım. "Dinlemeyeceğim seni, çık, git, defol hemen odamdan. Senin için, senin yüzünden akıttığım her bir göz yaşı için hasret çektireceğim sana."

"Ama o zaman çok uzun sürer." Vuruşlarım canını yakıyordu güya. "Ah ah Aysuna." Elleriyle kalkan yaptı kendine.

Vurmayı kestim. "Ne kadar ağladığımı da biliyorsun demek ha!"

"Yok sevgilim-"

"Sevgilim deme bana!" Tekrar vurmaya başladım.

"Ah Aysuna acıyor."

"Acısın diye vuruyorum zaten." Cama doğru ittirdim, sırtı ve kalçası duvara değdi. "Geldiğin gibi geri dön, hemen!"

"Aysuna bir dinler misin beni?"

"Lüzumsuz!"

"Aysuna-"

"Çık dedim."

"Bir vurmayı keser misin?"

"Hayır!"

"Ama-"

"Gökmen çık dedim!" Deyip omzuna sert bir tane indirdim ve bu sanırım ondaki son sabrı da alıp götürdü.

"Ya bir dur!" Diye patladığı sırada bileklerimi en ince yerlerinden yakaladı ve hırsla yaptığı bu harekette bileklerimi fazla sıktı, öbür yandan da beni kendine çekmişti; ellerimiz başlarımızın hizasında havada duruyordu. Yüzlerimiz nefeslerimizi hissedeceğimiz kadar yakındı, yine de hırsla birbirimizin gözlerine bakmaktan başka tepkimiz ve odağımız yoktu. Kıyafetlerimiz değiyordu. "Dur bir, anlatacağım işte, dur!"

İkimizde sık nefesler alıp veriyorduk. Nefes hızımız azaldıkça ana odaklanmamız kolaylaştı ve Gökmen'in gelen bir anlık siniri yok oldu, gözlerime iç çekerek baktı. Bana olan sevgisini böylesine görmek kabuğumun kırılmasına yol açabilirdi, oysa ki ben sürünmesini istiyordum.

Beni en başından dinlemediği, yok saydığı ve şimdi de her şey karıştığı için anlatmak zorunda kaldığını hissederek geldiği için.

Ona içten içe kızgın olduğum çok ince şeyler vardı ve bu incelikler birleşip koca bir yumak haline geliyordu.

"Neden durup dinleyecekmişim ki seni?"

"Çünkü beni seviyorsun!"

"Sevgi öyle her şeyi çözebiliyor muymuş ya?"

"Çözer, yeter ki Su'yum istesin."

Sadece bir saniyelik duraksadım. "İstemiyor ama." Bileklerimi kurtarmaya çalıştım, bırakmadı; daha güçlü tuttu.

Sessizce bağırmaya başladığında şaşırdım ve donmuş bir şekilde dinlemeye başladım. "Ya iste işte iste, niye istemiyorsun? Seviyorum seni, köpek gibi seviyorum, iki gün uzak kalınca delirecek kadar seviyorum, sen dinlemezsen kim dinleyecek beni! Delirtme adamı Aysuna! İtip kakma beni, yanında tut, sevmiyor, istemiyormuşsun gibi davranma! Tamam kırıldın biliyorum ama tamir etmeme izin vermezsen nasıl düzelecek bu iş! Beni kovarak nereye varacaksın? İyi hadi kov!" Diyerek bıraktı bileklerimi. "İttir beni, git dene bana." Kollarını iki yana açıp başını öne uzattı, gözlerini büyüttü. "Nereye kadar, ha? Her git dediğinde giderim ama geri dönmeyeceğimi mi sanıyorsun? Pes mi edeceğim? Gözlerimin içine baksana sen benim, oradan bakınca zayıf, sevgisine sahip çıkamayacak kadar beceriksiz bir adamamı benziyorum?" Durmadan devam etti. "Sen istediğin kadar kov beni, si- umurumda bile değil! Yine geri geleceğim, tekrar ve tekrar geri geleceğim. Ta ki bana olan sevginin bittiğini ve beni istemediğini bilene kadar." Bana doğru bir adım atınca yine dibimdeydi, başımı gözlerine bakmak için kaldırdım. Tüm heybetiyle üstüme çullanmak istiyor ama kendini tutuyormuş gibiydi, gözlerini son anda dudaklarımdan kaçırdı. "O zamana kadar hiçbir yere gitmiyorum! Bunu o güzel beynine kazısan iyi edersin!"

Cümlesi bittiği gibi bir eli belime dolandı, öbürü yanağımı kavradı ve beni kendine çekti. Bir saniye içinde dudakları dudaklarımın üstünde, sonra da arasındaydı.

Hırsla öpüyordu dudaklarımı.

Karşılık vermek aklıma ilk başlar da gelmese de o öylesine hırslıydı ki, beni ona ayak uydurmak zorunda bırakmıştı. Sonradan kendime gelip ellerimi göğsüne koydum, biraz ittirsem de fizik kurallarına aykırı olarak Gökmen ittirdiğimde daha çok bana çekildi.

Ben de ittirmeyi bıraktım.

Biraz öpmesine izin verdiğimde ve o bu uysallığımı hissettiğinde duruldu, geri çekildiğinde bitti sanmıştım ama nefes almama dahi izin vermeden başını diğer yana çevirip öpmeye devam etti.

Daha yoğun ve duygulu şekilde.

İşte şimdi benim Gökmen'im gibi öpüyor, bana hak ettiğim tavırlarla yaklaşıyordu. Bu asabiyeti biraz- tamam, bayağı hoşuma gitmiş olsa da tekrarı olmaması ve abartmaması için daha sonra ayrı bir konuşma yapılacaktı.

Şimdilik sadece kendimi ona bıraktım, kendimi fazla kaptırmamaya çalışarak öpüşüne karşılık verdim.

Kim özlemimi inkar edebilirdi ki?

Her şeyi inkar edip, kendi içimde bile üstünü örtebilirdim ama özlem bir yerde illa ki patlak veriyordu.

Ellerim yumruk şeklinde göğsünün üzerinde kalmaya devam etti, sanki evimiz soğukmuş gibi sıcak dudaklarına kavuştuğumda tenim yanmaya başladı. Tişörtünü tutup onu daha çok kendime çekmek istesem de gururuma yediremedim.

Dolgun olan alt dudağı dudaklarımın arasında kayboldu. Bu özlem öpücüğü şehvete dönüşmeden önce başımı eğerek böldüm. Nefeslendim. Alnım ve saçlarım tişörtüne büyük nefes alışverişleri sayesinde değiyordu, onun derin soluklarını başımın üstünde hissediyordum. Bunu eninde sonunda yapacağımı biliyordu, sadece belki o da bu kadar uzun süre izin vermemi beklemiyordu.

Gözlerine bakma düşüncesi utanmama sebep olurmuş gibi hissettiğim için başım eğik kaldım. "Bunu barışmadan bir daha yaparsan tokadı yersin Gökmen."

Boğazdan bir sesle güldü, adem elması hareketlendi ve göğsü kıpırdandı.

Şşş... kendine hakim ol Aysuna.

"Bir onu yapmadığın kalmıştı zaten."

"Hak etmediğini söyle." Desem de hala kolları arasındaydım. Aşkta, sevgi de, özlem de, hiçbirinde, gerçekten de -eğer iki tarafta çabalıyorsa- asla gurur olmuyordu. Beni bu kadar dirayetsiz lakin bağımlı ve güçlü kılan Gökmen'in sevgisi ve azmiydi.

Hatalar yapsa da her zaman çabalıyordu.

Önemli olan da buydu.

Duraksadı ve yutkundu. "Hak ettim." Başını bana doğru eğince alnı alnımın üstüne değdi, bana bakmaya çalıştı. "Vursana bir tane."

Kafamı kaldırmadan gözlerimi kaldırdım, tersçe baktım. "Yapamayacağımı bildiğin için ne kadar da rahatsın."

Verdiğim cevap onu mutlu etmişti. Dudakları iki yana kıvrıldı karizmatik kıpırtılarla, genişçe gülümsedi. "Dedi bugün saçımı başımı yolan ve beni yumruk yağmuruna tutan kız."

Gülümsememek için dudaklarımı içten ısırıp başımı daha çok eğdim. "Şanslısın ki," deyip durdum, gurur yok Aysuna, gurur yok. Onun çabasını görüyorsun, bir adım at, hadi... "Sana gıcık olmama ve pislik olduğunu düşünmeme rağmen," gözlerine alttan baktım, çok dikkatli bakıyordu; duyamamaktan endişe duyar gibi pür dikkatti. "Seni seviyorum."

Gülümsemesi az önceki serseri halinin aksine daha samimi ve duygusal bir hal aldı. Karanlığa alışmış gözlerim sayesinde dolan gözlerini gördüm. "Peki beni dinleyecek misin?" Yanağımda olan elinin baş parmağının yanağımı hafif hafif okşadığını hissettim. "Su'yum?"

İşte benim süründürme becerim ve arzum buraya kadardı. Bu yüzden hep yanıma gelmesinden kaçınmıştım, beni alaşağı edeceğini biliyordum... Başımı salladım ve kolları arasından çıktım. Bakışları sırtımdayken yere oturup sırtımı yatağımın ayak ucuna yasladım. Ona bakmadan elimle karşımı gösterdim.

Ayakkabılarını çıkartıp o köşe de bıraktı. Karşıma oturduğunda aramızda en fazla 1 metre vardı, yüz bulup bana doğru kaysa dizlerimiz kolaylıkla değerdi.

Benim gibi bağdaş kurdu, omuzları düşüktü ama gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Bu suçlu ama cesur olma çabası hoşuma gidiyordu.

"Dinliyorum?" Ellerimi bacaklarımın arasında tuttum, parmaklarım üşümeye başlamıştı, strestendi sanırım. Ya da heyecan yapmaya başlamıştım.

Boğazını kendine cesaret vermek için temizledi. "Hangisinden başlayayım?"

"Kaç tane anlatman gereken şey var Gökmen?"

"Küçük detayları da anlatmak istiyorum."

Kaşlarım çatıldı. "Nasıl yani?"

"Tanıştığımızdan beri birkaç doğruyu çarptırmış olabilirim."

Gözlerim genişledi. "Bana küçük yalanlar da mı söyledin?" Diye sesimi yükselttim.

Parmağını endişeyle kendi dudağına vurdu. "Şş şş Aysuna, sessiz ol." Belertmiş olduğum gözlerimle bakmaya devam ettim. Yerinde kıpırdanıp konuşmaya başladı. "Her şeyi anlatacağım, bu akşam yetmezse yarın akşam da gelirim, olur mu?"

"Olur." Dedim sertçe. "Ne kadar sırrın varsa artık!" Diye söylendim sonra kendi kendime. Tabii ki de Gökmen duydu, omuzları biraz daha çöktü. "Nereden başlayacaksan başla artık Gökmen."

"Tamam tamam." Biraz durup düşündü. İçinde karar veremiyor gibi uzunca duraksayınca, "hapis olayından başla istersen." Dedim yumuşak bir sesle. Gözlerime baktı. "Bence en baştan başlamalıyım."

"Nasıl yani?"

"Annemle babamın vefatından öncesine yani."

Şaşırdım. "Hepsi birbirine mi bağlantılı, hapse girmen, Ataberk?"

"Evet."

"Tamam." Dedim hemen kabul ederek. "Anlat dinliyorum." Uzun zamandır beklediğim bir andı bu, ne anlatırsa dinlerdim; yeter ki benden kaçmayıp bana kendisiyle ilgili her şeyi anlatsın.

Sanki kabullenmem onu hüsrana uğratmıştı, istemeyip kısa kesmesini isteyeceğimi sandıysa büyük bir yanılgı içindeydi ve şimdi de hayal kırıklığına uğramıştı. Derin bir nefes aldı. Daha anlatmaya başlamadan yorulmuş gibiydi.

"Hayatım 17 yaşımdan önce çok güzeldi," gözlerime bakmayı bıraktı. "Babam annemi çok severdi, annem bu yüzden çok güzel bir kadındı, parlardı, ışık saçardı, onun mutlu olması Ataberk'le beni de iyi çocuklar yaptı, mutlu büyüdük, her şeye sahip yetiştirildik ama şımartılmadık." Gözlerime baktı. "Sana anlattığım motor sıralamamamı hatırlıyor musun?"

Başımı salladım kısaca.

"Onu yaptım ama para biriktirerek değil, para zaten çokça sahip olduğum bir şeydi. Ama ilk motorumu küçükken babam almıştı, bir buçuk iki yaşlarındaydım."

Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı.

"Babam bir Nascar yarışçısı olsa da motorları da severdi. Garaj da arabalarının yanında motorları da olurdu. Ataberk hiçbir zaman motorlara binmek istemedi, babam da bir gün ikimizi alıp seçim yaptırdı ve o arabayı ben ise motoru seçtim. Ama bu seçimi yaptığımızda büyüktük, ben ilk motor üstüne bindiğimde daha kreşe bile gitmiyordum. Babam her adımım da yanımdaydı, hafta içleri Ataberk'i pistlere götürürdü, hafta sonları da bahçemizde bana motor öğretirdi."

"Yani ilk motorun iki yaşında mı oldu?" Diye sordum. Başını sallayınca, "kıskandım." Diye mırıldanıp yüzümü çevirdim. Gülümsedi.

"Babam bize o seçimi yaptırdıktan sonra benim motor sevgim gitti."

Şok geçirerek başımı geri çevirdim.

"Ataberk'in de araba sevgisi gitti."

"Ama-"

"Sonraaa," dedi uysallıkla, 'bırak da anlatayım' der gibi baktı. Sustum. "Biz okullarımıza odaklandık, Ataberk istediği mesleği seçmişti ama ben kararsızdım, sadece ders çalışıyordum, öylesineydi, liseye geçtiğimde motorlar tekrar gözüme ilişmeye başladı. Ara ara sürmeye başladım. Birkaç sene içerisinde bir sürü model motor değiştirdim."

Durunca, "sonra 17 yaşına mı geldin?" Diye sordum.

Onayladı. "Babamın sürdüğü bir motorda annem arkasındaydı, kaza geçirdiler."

Bu internette tek bir cümle ile aratsaydım anında karşıma çıkacak bir haberdi. Aklıma mı gelmemişti? Gökmen'in anlatmasına ihtiyacım vardı belki de.

"İnsanlar ambulansı aramak yerine etraflarına doluştular ve ünlü yüzlerini görünce videoya çekmeye başladılar. Birkaç kişi vicdanlı çıkıp yardım etti ama gereksizdi, kaza anında ölmüşlerdi zaten."

Son cümleyi böylesine söyleyebilmesi bile içimi ürpertiyordu. Kirpiklerim titredi.

"Kaldırımlar kana bulanmıştı." Dedi gözleri yere dalmışken. Donuktu göz bebekleri. "Ruhsuzdu bedenleri. Bir zamanlar sıcaklığı ile rahatladığım annem buz gibi olmuştu. Morg da onları gördüğümde..."

Devam etsin diye bekledim ama etmedi.

"Devam etmek istediğin yerden devam et Gökmen." Dedim merhametli bir sesle.

Dalgınlığı gitmedi. "Korktum." Bu bir önceki cümlesinin sonuydu.

"Korktun mu?" Diye sordum ifadesiz tutmaya çalıştığım ses tonumla.

"Evet." Dedi. "Korktum..."

"Neden?"

"Bilmiyorum." Dedi. "Ama korktuğumu hatırlıyorum." Tek eliyle yüzünü ovdu, büyük bir nefes aldı, başını yukarı kaldırıp ağzından verdi. Yutkundu. "Ataberk ölü hallerine sarıldı ama ben öylece uzaktan baktım. Sanırım bu hayatımdaki en büyük pişmanlığım. Sarılmamam yani. Sarılmalıydım."

Ne diyeceğimi bilemiyordum ama belki iyi hissetmesi için onu anladığımı gösterebilirdim. "Korkmuştun."

"Sarılmalıydım."

"Çocuktun Gökmen."

"İnsan hiç annesinden korkar mı?" Diye sorup direkt gözlerime bakınca dilim lâl oldu. Afalladım. Dudaklarım kıpırdadı ama ne diyeceğimi bilemedim. Benim anneme karşı olan en büyük korku sebebim atlet giymediğim ya da odamı toparlamadığım içindi.

Gökmen annesinin ölü bedeninden korkmuştu ve şimdi bana öyle bir soru sormuştu ki, buna benim gibi hayatta hiç anne baba ya da sevgi eksikliği çekmemiş biri asla cevap veremezdi.

Sevdiğim adama destek olamamak kalbime yüzlerce bıçak saplıyordu. Onu anlayabilmeyi çok isterdim, acıtacağını bilsem de. Ona karşı empati yapmayı o an her şeyden çok istedim.

"Özür dilerim." Dedim, burun direğimin sızladığını hissettim. "Ama bu sorunun cevabını bilmiyorum."

Küçük detayları uzaktan seçemesem de ağlamak üzere olduğunu görebiliyordum. Başını sallayıp eğmeyi ve sessiz kalmayı tercih etti. Kötü olduğunu anlamayayım diye sesini düzeltti ve güçlü bir şekilde anlatmaya devam etti.

"Ataberk'le baş başa kaldık. Babam ve annemden kalan yüklü miktardaki miras ve ünlü bir soy isimden başka hiçbir şeyimiz yoktu. Yalnız ve hayati seçimler yapması gereken iki ergendik. Ataberk 20'li yaşlarındaydı o zaman-"

"Aysuna." Babamın merdivenlerden gelen sesiyle gözlerim kocaman oldu. Hayır baba şimdi olmaz ya. Bitince gelsen olmaz mı? İçimden kızarken aklıma gelenle gerilim dolu saliseler yaşadım: Kapıyı kilitlemeyi unutmuştum.

Ayaklanırken tedirgin olmuş Gökmen'i de çekiştirdim. "Çabuk kalk çabuk çabuk."

"Ama daha bitirmedim."

"Devamını sonra anlatırsın Gökmen, babam geliyor."

"Bir yere saklansam, baban çok kalmaz gider."

"Gökmen yarın akşam!" Dedim dişlerim arasından. Cama doğru ittirdim sırtından. O ayakkabılarını giymeye çalışırken tülü çekip camı açtım.

"Aysuna?" Babamın sesi daha yakından geliyordu, titreyen ellerimle Gökmen'i cama ittirdim, yalpaladı, camın kenarına kolunu çarpıp kısık sesle inledi ama durmadı. Bacaklarını sarkıttığı gibi aşağı kaymaya başladı ama tam o sırada da babam kapıyı açtı. "Kız-" derken beni ve Gökmen'in kafasını gördü.

Üçümüzün aynı anda gözleri genişledi ve bir saniye kadar ağır çekime alındık. Sonrası malum!

"Senin burada ne işin var!" Babam Gökmen'i yakalama umuduyla odama daldı, Gökmen korkuyla aşağı salındı ve atlama noktasına gelemeden aşağı düştü; önce ayakları üstüne sonra da poposu üstüne düştü, yüzümü buruşturdum, canı yanmış olmalıydı.

Babam camdan sarkıp işaret parmağını tehdit edercesine salladı. "Bekle beni orada Gökmen, bekle geliyorum!" O hırsla odamdan öyle bir çıktı gören sanır 20 yaşında genç uşak.

"Baba." Diyerek ben de peşine koştum.

Dejavu yaşıyordum bildiğin.

Ben merdivenleri nefes nefese inerken babam doğum günü hediyesini almak isteyen hevesli çocuklar gibi koşuyordu. Faydasız olduğunu bilmeme rağmen, "baba." Diye bağırdım yine. Hole vardığımızda annem mutfaktan seslerimizi duymuş olacak ki Barkın'la hole çıktılar.

"Hamit ne oluyor?"

Babamı durdurabilene aşk olsun. Kapıyı açtı, ayakkabılarını bile giymeden terlikleriyle çıktı.

"Anne yardım et babamı tutalım."

"Niye ne oldu?"

"Gökmen geldi." Babamın arkasından kapıdan çıkarken anneme son kez bakmıştım ve şok olduğunu görmüştüm. Daha bir şey sormadan o da benim peşime çıktı kapıdan, Barkın dahi içeride kalamadı.

Ben, "baba." Diye, annem, "Hamit dur, Aysuna tut şunu." Diye, Barkın'sa, "kaç Gökmen abi." Diye bağırıyordu. Mahalle yine bizi dinliyordu ve artık utanacak derman bile kalmamıştı ben de. Neyse ki hava karanlıktı.

Gökmen sokağın başına bıraktığı tanımadığım bir motora binip kaçtı. Babam yine bir iki metre boş yere koştu peşinden, arkasından hırsla baktığını inip kalkan omuzlarından anlayabiliyordum. Annem hemen yanımdaydı, babam arkasını dönüp o bakışlarından bana da atınca yutkundum. Annem kolunu omzuma atınca bir tık rahatlasam da babam aynı şekilde bize doğru gelmeye başladı.

Hiç durmadı, yanımdan geçip gitti. Arkasından bakarken Kutlu ve ailesinin kapının önüne çıktığını gördük. Başımı eğip hızlıca eve yürüdüm, kimseyi görmek istemiyordum.

Eve girdiğimde gürültüler işittim. Kaşlarım çatılırken ağır adımlarla merdivenlere yöneldim, annemle Barkın da çok geçmeden içeri girip kapıyı kapattı. "Anne sesi duyuyor musun?"

Annem dikkat kesildi, sonra, "bir yere vuruluyor sanki." Dedi. "Evi mi yıkıyor baban?"

"Sanki." Deyip merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Arkamdan onlar da geliyordu.

Odama yaklaştıkça ses daha net hale geldi. Sonuna kadar açık kapımın eşiğinde durdum, babam çivileri cama isabetlemiş çekiçle çakıyordu.

Ağzım düştü. "Baba?" Diye mırıldanmaktan başka tepki veremedim.

Annem yanımdan geçip içeri girdi. "Hamit, ne yapıyorsun?" Diye sordu devasa bir şaşkınlıkla.

"Sence?" Diye sesini yükseltti babam, delirmiş gibi hızlı hareket ediyordu. Son çiviyi de tüm gücüyle çaktı ve diklendi. Kolunu kaldırıp parmağıyla gösterdi. "Bu camın kotası doldu artık. Ben girenleri çıkanları kaldıramıyorum. Yeter!"

"Girenler çıkanlar?"

Babam dünü anneme anlatmamıştı, şaşırılacak olay... Ben hala camıma çakılan çivilerin şokunu yaşarken yanımdaki Barkın'ın kıkırtılarını işitmemek mümkün değildi. Annemle babam seviyeli ama gürültülü bir tartışmanın içine girerken başımı robot gibi çevirip Barkın'a ölümcül bir bakış attım.

Göz göze geldiğimiz anda sustu ve mimiklerini düzeltti. "Havasızlıktan odan kokacak, ona üzülüyordum." Bakışlarım aynı kalınca bir adım yana kayarak uzaklaştı benden.

"Hamit saçmalıyorsun, kendine gelir misin artık?"

"Burada saçmalayan benim öyle mi? 10 dakika önce kızının odasına camdan giren bir erkek vardı."

"Sen de benim odama girerdin camdan." Diye savunma yaptı annem. Babam tuş oldu. "Hayır yani benim babam seni hiç yakalamadı diye sen bunları unuttun sanırım."

Babam ne diyeceğini bilemeyerek dudaklarını açıp açıp kapattı. Bana çaktırmadan baktı. Anneme dişleri arasından, "ne alakası var şimdi?" Diye sordu. "Bu az önce yaşananların normal olduğunu göstermez."

"Bizim zamanımızda normal miydi?"

Babam çaresizliğin verdi sinirle, "evet!" Diye çıkıştı. Annem onaylamaz bakışlarını attı. Babam kolunu yana doğru savurup, "konu kapanmıştır." Dedi. Bana döndü. "Seni ayrıca kınıyorum kızım! Nasıl onu odaya alırsın?"

Benden hiç beklenmeyecek aptal bir cesaretle, "niye almayayım ki?" Diye sordum. Annemin gözleri genişledi, önce şaşırdığı içindi ama sonra dişlerini sıkıp babanın üstüne gitme anlamı taşımaya başladı.

Babam afalladı, sonra sinirlendi. "Niye mi almayasın? Niye acaba?" Diye bağırdı. "Bir, burası bir kız odası ve erkekler giremez, iki, Gökmen hiç giremez!"

"Bana olanları anlatmaya gelmişti."

"Olanlar mı?"

"Evet. Hapse neden girdiğini anlatacaktı."

"Anlattı mı peki?"

"Sen geldiğinde anlatmaya başlıyordu, evet."

"Ve inanacak mıydın?"

"Niye inanmayayım ki?"

"Sana bunca zaman yalan söyleyip, sır sakladığı için olabilir mi?" Diye bağırdığında, boğazıma oturan yumru ile susmak zorunda kaldım, buna mecbur kılındım. Gerçekler, okyanusun tuzlu suyu gibi yüzüme çarpıp genzime ve boğazıma kaçtı, canımı yaktı ve bir süre de geçmedi.

"İnsanların sırları olur." Dedim sessizce.

"Onu affetmek için yeni bahanen bu mu?" Diye sordu hırsla, Gökmen'i affetme düşüncemi dahi kaldıramıyordu. Beni üzen insanlara karşı beslediği nefret beni ne kadar sevdiğini gösterse de biraz alana ve kararlar vermeye ihtiyacım vardı.

Babamın anlayamadığı şey benim de onun hissettiği şeyleri hissediyor olmamdı, ve artık küçük bir kız değildim. Büyümeye çalışıyordum.

Aynı olduğumuzu bildiğim için bir çıkarım da bulundum. "Onu süründürmek istiyorsun?"

Sinirle gülüp başını iki yana salladı, çene hattını ve sakallarını ovdu. Sonra gözlerime geri döndü. "Kızımın daha fazla üzüldüğünü görmek istemiyorum sadece."

"Bu konuda Gökmen'den pek aşağı kalır yanın yok ne yazık ki."

Barkın'ın bana dönen kafasını ve annemin büyüyen gözlerini babamın afallayan yüzünden sonra gördüm. Sanırım her geçen gün biraz daha şaşırtmaya devam ediyordum, sorunsuz ve kavgasız ailemize bir anda gelen bu olaydan sonra herkes birbirinin tepkisine şaşırıyordu.

Ben babama şaşırıyordum.

O da bana.

Gözlerimin içine bakarak başını ağırca iki yana salladı ve bakışları bana söylediği her şeyden daha çok boğazımı düğümledi. Yanıma gelip sıyrılıp gitti. Babamı kırmak bu dünyadaki en kötü şeydi benim için, daha önce hiç bilerek yapmamıştım, hatta yanlışlıkla bile yaptığımı hatırlamıyordum.

Bu his çok yeniydi.

Bu kadar acıtması normal miydi?

Annemle göz göze geldik. O da bana benzer bir bakış atıyordu. Kendimi kötü hissediyordum, sanki onların karşısında Gökmen vardı ve ben de Gökmen'i seçmişim gibi, onları ardımda bırakmışım gibi.

Gözlerim acımaya başladı. "Özür dilerim." Diye mırıldandım, yüzüm yanıyordu. "Ben..."

Annem yavaş adımlarla yanıma geldi. Karşımda durduktan sonra kollarını uzattı ve bedenimi sarmaladı. Beklediği buymuş gibi yaşlarım akmaya başladı. Tuzlu damlalarım dudaklarıma kaydı, yanaklarımda yarıklar oluşturdu.

Annem saçlarımı sevdi, Barkın yanımda kaldı ama tepkisizdi. O da benim gibiydi, ilk defa şahit olduğu aile içi problemimize karşı ne tepki vereceğini bilmiyordu. Ben ondan daha uzun süredir bu huzurun içindeydim, yine de yaşı yüzünden daha fazla sarsılma olasılığı yüksekti.

Halsiz bedenim, bitkin ruhum kendimi bile düşünmeye yetecek kadar kendinde değildi. Yatağıma yatmak ve uyumak istiyordum. Bu kadar yeterliydi. Yarın sabah ne olacaksa olmaya devam edebilirdi ama şimdi uyumak istiyordum.

Annemin kolları arasında biraz daha ağladıktan sonra isteğim gerçekleşti, söylediklerim yüzünden çektiğim vicdan azabımla uykuya dalmam uzun sürse de başardım.

Yarın sabaha hiç hazır değildim, ve maalesef zaman benden taraf değildi.

🏍

Gökmen bu akşam gelip bana Ataberk'i ve hapse girmesini anlatacaktı, camım kapalı olursa nasıl girecekti?

Sabah uyanıp boş tavanıma bakarken aklıma gelen ilk şey bu olmuştu. Evin sessiz oluşuna kanmadan önce her yeri kontrol etmem gerekiyordu ama halim yoktu. Hala ruhsal olarak bitik durumdaydım. Babamdan özür dilemeliydim.

Ama o da senden dilemeli.

Çeneni hemen kapa!

Sinirle soluyup yüz üstü döndüm, yüzümü yastığıma gömdüğümde kendime ceza olarak nefessiz kalmaya çalıştım. 10 saniye zor dayandım. Ve fark ettim ki önce lavaboya gitmeliyim sonra da çarşaflarımı değiştirmeliyim.

Telefonuma düşen bildirimle başımı çevirdim, uzanıp aldım. Gökmen yazmıştı.

Oturur pozisyona geçiş yapınca yatakta zıpladım. Hemen mesajı açtım.

"Bu akşam geleyim mi? 🙏" 11:48

Ondan mesaj almayı özlediğimi fark ettim.

O benim favori bildirimimdi.

Tebessüm ettim. Cevap yazdım. "Babam cama çivi çaktı açılamasın diye." 11:49

Anında gördü.

"Oha ama!" 11:49

"Nasıl geleceğim o zaman? Anlatmam gerek." 11:49

Durup biraz düşündüm, cama baktım, çivileri tülün ardından bana göz kırpıyordu bildiğin. Gıcık olurken üst dudağımı sola doğru kıvırdım. Telefon ekranıyla bakıştıktan sonra tuşlara dokundum.

"Bir yolunu bulacağım, 10 gibi gel." 11:51

"Tamam." 11:51

"Gökmen." 11:51

"Efendim?" 11:51

"Dikkatli ol." 11:52

"Gelirken de, eve girerken de." 11:52

Gördü ama ilk saniyeler de bir şey yazmadı. Huzursuzlanıp alt dudağımı dişledim. Niye duraksamıştı ki?

Bildirim sesi gelene kadar canımdan can gitti. Heyecandan midem ağrıdı.

"Hatunum ne derse o. 💛" 11:53

Loading...
0%