Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@dangerous_hatun

Yazar'dan...

Haziran ayı ve Muğla şehri; harika ikili.

Buket otel odalarının terasında oturuyordu, sabah çok erken saatlerdi. Sıcaktan uyuyamamıştı, çareyi buraya gelip güzel havanın tadını çıkartmakta bulmuştu çünkü Burhan'ı uyandırmak istememişti. Bugün gezecekleri yerler için dinlenmesini istiyordu.

Öbür yandan ise kafayı Aysuna'ya takmıştı, dün yaptıkları konuşma da onu darlamamış olsa da içine kurt düşmüştü bir kere.

Sırtını yasladığı koltuğun iki yanına konulan elleri fark etmese de hemen peşine saçları arasına bahşedilen buseyi hissetti. Daldığı için irkildi.

Başını kaldırıp bakınca Burhan'ı gördü; saçları dağılmıştı, altında siyah eşofman üstünde ise hiçbir şey yoktu ve teni hafiften bronzlaşmıştı, gülümsedi. Burhan eğilip dudaklarından öptü. Fazla uzaklaşmadı. "Ne yapıyor benim karım?"

Gülümsemesi genişledi. "Seher saatinin tadını çıkartıyorum."

Dolaşıp yanına oturdu, koltuğun büyük bir kısmını kapladı bacaklarını açarak, kolunu omzuna atınca Buket hemen göğsüne sırnaştı. Bacaklarını altında toplayıp iyice büzüldü.

"Vee?"

"Düşünüyorum."

Başını çevirse de göğsüne saklanmış olan eşinin yüzünü göremedi. "Neyi?"

"Aysuna ve Gökmen'in arası bozuk sanırım."

Beklediği en son şey buydu. "Dün onu mu konuşuyordunuz?"

"Hayır." Buket diklendi, yan oturarak bağdaş kurdu ve Burhan'ın gözleri içine baktı. "Aysuna'nın bir sıkıntısı var ama söylemedi, buradayken dert etmemi istemedi sanırım."

Burhan başını salladı. "Anladım."

Buket bir süre durup aklına gelen fikirle hiç çekinmeden sordu. "Sen Gökmen'i arayıp sorsana. Ne olmuş diye."

Burhan tereddüt ederek duraksadı, ne olduğunu bilmiyordu ama eğer aklına gelen şeylerden biriyse Buket'in yanında konuşmaları tehlikeli olurdu. "Bu saatte mi?" Diye bahane uydurdu.

"Gökmen işe gitmiyor mu?" Diye sordu tek kaşını kaldırıp başını yana eğerek.

Zeki bir kadınla evlenmenin eksileri ile üçüncü günden tanışıyordu Burhan. "Peki, beni yakaladın." Eşofmanının ceplerini yalandan kontrol eder gibi yaptı. "Telefonum yanımda değil."

Buket bacaklarını çözüp kalktı ve koşarcasına içeri girdi. Burhan'ın gözleri baydı. "Gerçekten mi, ciddi misin?" Diye söylendi arkasından. Buket aynı hızla geri döndü, bacaklarını iki yana açarak kucağına oturdu, kasıkları Burhan'ı rahatsız etmesin ya da dikkatini dağıtmasın diye baldırları üzerindeydi. Telefonunu sevimlilik yaparak uzattı.

Burhan telefonunu başını 'sana inanamıyorum' dercesine sallarken aldı. Gökmen'i bulup aradı. Telefon çalarken Burhan açmaması için dua ediyordu, telefon bir kere çaldı, iki kere çaldı, üçüncü çalışta tam Burhan bahane uydurup kapatacaktı ki Gökmen açtı.

Hem de neşeli geliyordu sesi. "Beni bu kadar çabuk özleyeceğini biliyordum."

Burhan da sesini duyduğuna sevindi, bu mutluluğunu Buket'in çakmak çakmak bakan gözleri törpülüyordu. Çaktırmadan iki tık sesi kıstı.

"Hasretinden hasta oldum, balayını yataklar da geçiriyorum Gökmen, uçak bileti alıp buraya gelir misin lütfen?"

Gökmen kahkaha attı. "Ne dilediğine dikkat et."

Güldü, onu gerçekten özlemişti. Kucağında kıpırdanan eşiyle bakışları ona kaydı, Buket eliyle 'hadi sor' işaretleri yapıyordu. İstemeyerek başını salladı. Çaktırmadan bir tık daha kıstı sesi.

"Nasılsın?" Diye sordu.

"İyiyim, siz nasılsınız?"

"Biz iyiyiz, siz nasılsınız?"

Gökmen bir saniye durdu. "Az önce iyiyim dedim ya Burhan, aşk başına mı vurdu?"

"Daha çok Muğla güneşi." Diye mırıldandı. Sonra seslice, "bu sefer çoğul sordum." Dedi ima ile.

Gökmen, "bir şey mi biliyorsun?" Diye sordu şüpheyle.

"Bilmem gereken bir şey mi var?" Burhan bu soruyu sorunca Buket'in gözleri merakla canlandı. Duyamıyordu ama Burhan'ın dikkati dağılmasın diye de konuşamıyordu.

Gökmen yerinde kıpırdanınca bu telefondan Burhan'a da vardı, dertli sesiyle, "Aysuna'yla aramız pek iyi değil." Dedi.

Burhan kaşlarını kaldırarak Buket'e 'araları bozukmuş' mesajını verdi, Buket hemen anladı ve üzüldüğü için dudakları büküldü, omuzları çöktü.

"Neden?"

Gökmen sıkıntıyla soludu, bir yandan da hareket etmeye başlamıştı. "Yalnız mısın?" Burhan'ın sessiz kalışından Gökmen sorusunun cevabını aldı. "Tartıştık işte." Diyerek bir şeyler olduğunu, sonra anlatacağını göstermiş oldu.

"Anladım." Yine de Buket anlamasın diye normal davrandı. "Anlatmak ister misin?"

"Döndüğünde konuşuruz."

"Tamam. Kendine iyi bak."

"Sen de."

Burhan telefonu kapatınca Buket'in büyümüş meraklı bakışları ile çarpıştı. "Ee ne olmuş? Ne dedi?"

"Dönünce konuşuruz dedi." Dedi omuzlarını silkerken.

Buket'in omuzları düştü, eşinin iki yana açılmış bacakları üstünde otururken kendi yükünü iyice verdi lakin Burhan hiç şikayetçi ya da yorgun görünmüyordu. Büyük baldırları eşini tartabilirdi... "Aysuna da aynısını söyledi."

Burhan hafifçe tebessüm etti, karısının güzel yüzünü süzdü ve kollarını uzatıp sarılarak onu göğsüne çekti. "Demek ki kendi sıkıntılarıyla bizi mutlu günlerimizde üzmek istemiyorlar kalbim." Dedi. Buket yanağını göğsüne yaslayıp kollarını da beline doladı. "Gerçek dostlarımız." Diye mırıldandı. Buket'in saçları arasına burnunu soktu, kokusunu soludu ve öptü. "Hadi gidelim kahvaltı edelim şimdi." Dedi, yoksa Buket'in kafaya takıp kuracağını biliyordu. Sonunda da Aysuna'yı arayıp ağır sorguya alacaktı. Buna izin veremezdi.

Başını kaldırmak için atak da bulundu. "Ama Burhan sence de-"

Burhan yüzleri aynı hizaya gelince dudaklarına vardı ve Buket'i susturdu. Bir eli yanağı ile boyun girintisi arasında kalarak yüzünün yanını kavradı. Dudakları arasına sızıp usulca öptü, Buket iç çekerken geri çekildi ve gözlerine baktı.

Kaşları çocuksu bir tatlılıkla çatıktı. "Lafımı kesme benim."

Gülümsedi. "Ama kalbim açlıktan ölmek üzereyim." Buket'i belinden kavradığı gibi hafif bir şey kaldırırmışçasına kaldırdı ve kendisi de ayağa kalktığında eşini omzuna attı.

Buket gülerken, "tamam." Diyordu. "Gıcık koca."

"Bu söylediğini yemekten sonra bana hatırlat." İçeri yürümeye başladı.

Demek istediğini anlasa da anlamamazlığa vurdu. "Ne zaman?"

"Mümkünse yatağa geçtiğimiz zaman."

Buket'in kahkahaları ardından üstlerini giyinmek için soyundular, işin zor kısmı; gözleri birbirlerinden kopmazken hazırlanıp lobiye inmekti.

🏍

Aysuna'dan...

Sabah rutinimin uyanmak, elimi yüzümü yıkamak, yatağımı toplayıp kahvaltı etmek ve ders çalışmak olduğu zamanları özlüyordum. Çünkü şimdi ki rutinim sabah kalkmak, yatağımı toplamadan dağılmış, tokamdan çıkmış dağınık saçlarımla tüm evi ve bahçeyi turlayıp babamın evde olmadığını teyit etmekti.

Diğerinden daha basitti ama daha yorucuydu, stresi vardı bir kere.

Ya babam evdeyse korkusunu bu zamana kadar hiç yaşamamıştım. Aksine sabah kalkıp evde olması için dualar eder, işe gittiğini anlayınca da çok üzülürdüm.

Anıların verdiği hüznü başımı iki yana sallayarak atmaya çalıştım, çünkü şimdi çok önemli bir görevim vardı.

Çekici bulmak!

Ah baba, beni hallere düşürdün, görüyor musun?

Mümkünse görme de.

Aramaya yatak odasından başladım, annem ve babam benim odamı karıştırıp, izinsizce girmez ve bunun doğru olduğunu bana bu şekilde öğretmişlerdi. Bu yüzden de şu an yatak odalarını karıştırırken kendimi ahlaksız bir hırsız gibi hissediyordum. Utanç kaynağı bir hırsız.

Komodinleri, dolaplarını, eşyalarının altlarına bile baktım, belki babam ben bulamayayım diye saklamıştır diye. Sonra anlamasınlar diye ellediğim her şeyi düzelttim ve bahçeye çıktım. Arka bahçe de babamın malzemelerini koyduğu küçük bir dolap vardı, ama kilitliydi. Neyse ki anahtarın yerini biliyordum.

Kilidi açıp dolabı nazikçe aramaya başladım ama bulamadıkça sinirlerim gerildiği için biraz dağıtmış olabilirim. Burada da yoktu. Dolabı sert hareketlerle eski haline getirip kilitledim ve anahtarı yerine koydum.

Salonun ortasında durmuş, ellerim belimde ne yapacağımı düşünüyordum. Çivileri sökmek için çekice ihtiyacım vardı, iki taraflıydı, bir tarafı çakmak, bir tarafı sökmek içindi. Derin derin nefesler alarak düşündüm lakin aklıma hiçbir yer gelmiyordu. Nereye saklamış olabilirdi ki.

Belki de karnım aç olduğu için yeterince iyi düşünemiyordum. Mantıklı. Dün akşamdan sonra bir tık daha iyi hissediyordum, psikoloji fiziksel yaşamı çok etkiliyordu. Enerjim yerine gelmiş hissediyordum çünkü Gökmen çabalıyordu, yanıma geliyordu ve anlatıp her şeyi düzeltmek istiyordu.

Başaramasa bile bunun için çabaladığını bilmek dahi beni iyileştiriyordu.

Mutfağa girdim, dolaptan pankek malzemelerini çıkarttım, kutu çikolatayı da çıkarttım ve başladım yapmaya. Tavayı ısıtıp az yağ döktüm, pankekin püf noktası buydu, az yağ. Bir tarafı piştikten sonra çikolatayı kaşıkla ortasına koyup üzerine çiğ hamurdan döktüm ve çevirdim. Böylece içi çikolatalı pankek oluyordu. Bayılıyordum buna.

Süt de ısıtıp pankek dolu tabağımı aldım, iki elim dolu biçimde masaya dönmüştüm ki donup kaldım.

Çekiç masanın üzerindeydi.

Babam gerçekten de onu buraya mı bırakmıştı yani?

Ellerimdekileri masaya koyup çekici aldım, göz hizama kaldırıp baktığımda gülesim geldi. Güldüm. Sinir hastası olmama şu kadarcık kalmıştı.

Bazen aradığımız şeylerin tam gözümüzün önünde olması ama bizim duygularımıza kapılıp onları göremememiz...

Çekici masada yanıma koyup gözümü ondan ayırmadan kahvaltımı ettim. Bulaşıkları topladıktan sonra çekicimi alıp odama çıktım ve yastığımın altına sakladım. "Sakın bir yere gitme." Diye uyardım parmağımı da uzatıp.

Saçmalıklarım artık had safhadaydı.

Akşama kadar kendimi oyalayacak bir şeyler bulmak adına evi gezindim, temizlik yapmak istemedi canım. Ben de o yüzden yemek yapmaya karar verdim. Yemeklerimi seçip eksik malzemeleri almak adına markete çıktım. Reyonlar arasında gezinirken oldukça odaklanmış durumdaydım.

Biri tikimle oynayıp çığlık atarak arkamı dönmeme neden olana kadar.

Dehşet saçan civciv gibi gülmekten bir hal olan Kutlu'ya baktım, bakışlarım ardından baygın bir aldı. "Çok komik."

"Reyonlar da bizim bilmediğimiz bir tarihi eser mi var?" Dedi gülmesi azalırken. "Oraya mı saklamışlar?" Dedi eğilip benim gibi reyonun içine bakarak.

Gülümserken gözlerimi devirdim. "Hayır hiçbir şey yok."

"Sana güvenip kontrol etmeye ara veriyorum." Diklenip gözlerime baktı, gülümsedi. "Nasılsın? Görüşemiyoruz bir süredir, sınavı halledip artık ders çalışmaya ihtiyacın kalmayınca aramaz oldun."

Şaka yaparak söylese de her şakanın altında bir gerçek vardır değil mi? "Kusura bakma Kutlu ya." Önüme döndüğümde yanıma geçti ve beraber ağır adımlarla reyonlar arasında yürümeye başladık. "Bu aralar pek normal bir hayatım yok."

Anlayışla başını salladı. "Evet." Dedi düşünceli bir sesle. "Dün akşam ne oldu öyle?" Diye sordu çekinerek. "Hamit abi Gökmen'i kovalıyordu. Biraz garip bir portreydi."

Dün akşam kötü geçmiş olsa da Kutlu böyle söyleyince komik geldi, kıkırdadım ve gülümsedim. "Burçları uyuşmadı." Diyerek gerçekten kaçtım.

O da güldü. "İnanırım."

"Niye?"

"Bence Gökmen'in burcu bir tek seninle uyuşuyor çünkü."

İkimiz adına edilmiş bir iltifata gülümsemesem içimde kalırdı. "Aslında burçlarımız uyumsuz, aslan ve boğa."

"Ben pek anlamam ama çok mu uyumsuz?"

Başımı salladım.

"Yan yanayken iyi görünüyorsunuz ama."

"Burçlar her şey demek değil zaten, insanın kişiliğini etkilese de karakter de çok önemli. Gökmen yeri geldi mi tam bir aslan burcu, kendini eğitip körelttiği yönleri bizi bir arada tutuyor... Konu ikimiz olduğu zaman asla gurur yapmaz mesela." Son söylediğimi yürümeye devam ederken Kutlu'ya bakarak söyledim. Bunu herkes bilsin istiyor gibi bir coşkuyla.

"Anlıyorum."

Yürümeyi kestim ve yüzüm eş zamanlı olarak düştü. "Tüm mahalle bizim hakkımızda konuşuyor değil mi?"

Ellerini ceplerine sokup omuzlarını silkti. "Siz evlenince unuturlar merak etme." Deyince, gülmeden edemedim.

"Evleneceğimize çok eminsin."

"İnancım tam."

"Neden?"

"En son bana köpek muamelesi yaptığında emin olmuş olabilirim." Dediğinde, yüzümü buruşturdum. "Aşırı kıskanç."

Gülümsedim. "Hiç sorma."

"Biraz kötü değil mi?" Kaşlarım çatıldı. "Kıskanç olması yani?"

"Karşı tarafa zarar vermediği sürece kıskançlık güzel bir şeydir."

"Sana zarar veriyor mu?"

"Hayır... Çünkü Gökmen'in kıskançlığı kısıtlayıcı değil, özgürlük verici bir tatlılığı var."

Bana garipmişim gibi baktı ama dudakları kıvrılmıştı. "Tuhaf bir ifade şekli."

Güldüm. "Aşık olmadığın için öyle geliyordur."

"Vay be, 20 yaşında aşkı buldun demek ha, kıskandım." Önüne dönüp yürümeye devam edince gülerek peşine takıldım.

"Sen bulamadın mı hala birini?" Süt reyonunda durduk ve gözden geçirirken konuşmaya devam ettik.

"Hayır."

"Bence de bulma zaten."

Çatık kaşlarıyla bir bakış attı. "O niye?"

"Siz erkekler geç olgunlaşıyorsunuz çünkü." Bana gözleri büyümüş, alıngan bir bakış attı. "Genç kızların hayatlarını mahvetmeyin rica ediyorum." Elimi göğsüme koyarak gözlerimi kırpıştırdım, alttan rica ediyorum bakışımı attım.

Gıcık olmuş yüz ifadesine gülmemek için kendimi tuttum. "Çok biliyorsun sen." Diye çıkıştığında ise tutamadım daha fazla gülmemi. "Peki çok bilmiş Aysuna hanım, kaç yaşına kadar bekâr kalmalıyım?"

"4 yıllık üniversiteden, 6 aylık askerlikten ve minimum 2 yıllık iş hayatından sonra insan cinsinin erkek türü artık olgunluğa erişmiş, duyguları oturmuş ve kızlar için hazır hale gelmiş demektir."

Kafasında üç saniyelik bir matematik yaptı ve, "bana Gökmen'in yaşını söylüyormuşsun gibi geldi." Dedi.

Ben de durup düşündüm ve evet, tam onun yaşına denk geliyordu. Bizim yaşımızdan hesaplarsak 27 oluyordu. Ellerimi önümde birleştirip omuzlarımı öne çıkarttım ve başımı yana yatırıp sevimli bir ifadeyle olduğum yerde salladım. "Benim aşkım her şekilde mükemmel."

Dilini çıkartıp kusar gibi yaptı, Kutlu arkasını dönmüş kasaya giderken ben kendi kendime konuşuyordum. "Bir insanın yaşı bile kusursuz olur mu hiç? Oluyor işte, var." Kendi kendime deliler gibi güldüm. "Onu da ben kaptım." İki elimi yüzüme kapattım utanırken, sanki insanlar Gökmen'in bana ait olduğunu ve ne kadar değerli olduğunu biliyormuş gibi.

Sonra yalnız olduğumu fark ettim, ellerimi çekip düzeldim ve Kutlu'yu aradım. Kasa da ödeme yapıyordu. Almam gerekeni hemen süt reyonundan alıp koşmaca yanına gittim. "Beni niye beklemiyorsun ya?"

"Duymak istemeyeceğim şeyler söylüyordun."

Gıcık olduğumda yaptığım hareketi yaptım, üst dudağımı sol tarafa doğru kaldırdım ve yandan bir bakış attım.

Kutlu başta olmak üzere tüm erkekler kıskanıyordu benim sevgilimi. Onun gibi olamadıkları, olamayacakları için. Kıskanın insan cinsinin erkek türleri!

Kutlu'yla eve kadar beraber yürüdük ve benden kaçmasın diye Gökmen'den bahsetmeyi bıraktım. Yol zaten çok uzun değildi, onun okulundan bahsederken eve varmıştık. Vedalaşıp evlerimize girdik. Ceketimi çıkartıp mutfağa geçtim. Başladım yemek yapmaya.

Hamaratlığım tutmuştu. Çorba dışında iki çeşit yemek daha yapıp salatayı da hallettim, yağını limonunu koymadan leğenle kenara çektim ve üstünü kapattım. Bulaşıklarımı yıkarken bahçeye giren arabayı duydum.

Vakit ne de çabuk geçmişti.

Dolu dolu geçirdiğim bir günün daha sonuna gelmiştim. Mutfak camından baktım ve arabadan inen ailemi gördüm. Hemen kapıya koştum. Son birkaç gündür yaşadıklarımız ve ailemden uzaklaşmışım hissi beni mahvediyordu. Yakınlaşmak istiyordum çünkü Gökmen'le de aramızı düzeltme adımları atıyorduk, kimse küs ve ayrı kalsın istemiyordum.

Bunun için babama bir adım atmalıydım, hatta gerekirse iki adım atmalıydım.

Anahtarı deliğe soktukları anda kapıyı açtım ve neşeyle gülümsedim. "Hoş geldiniz."

Üç çift göz bana baka kaldı. Kapıyı açmama mı, neşeli oluşuma mı, yoksa başka bir şeye mi şaşırmışlardı, anlam verememiştim.

"Hoş geldiniz." Diye tekrar ettim, belki idrak edememişlerdir diye.

Annem, "hoş bulduk." Diyerek içeri ilk giren oldu. Barkın ayakkabısını çıkarttıktan sonra koşarak yukarı çıkınca babamla kapıda baş başa kaldık.

"Hoş geldin baba." Dedim bir anlık cesaretle. Beni geri tepip, hevesimi kırmazdı, emindim, yapmazdı.

Gözlerime bakıp başını eğdikten sonra sallayarak içeri girdi. Ayakkabılarını çıkarttı ve zar zor duyabileceğim bir ses tonuyla, "hoş bulduk." Dedi. İçeri girerken arkasından baktım. Bu da bir adım sayılırdı.

Kapıyı kapatıp içeri koşturdum. "Karnınız aç mı, hemen yiyelim mi? Sofrayı kurayım mı?" Diye sordum her kelimemi uzatarak.

Annem yatak odasından, "olur." Diye seslenince mutfağa koşturdum. Sofrayı kurup çorbaları soğusun diye önden koyup salatayı hallettim. Geriye beklemek kalıyordu. Aile fertlerim tek tek mutfağa doluşmaya başlayınca neşemi sabit tuttum.

Annem yemekleri görünce, "aferin benim kızıma, teşekkür ederim, Allah Razı olsun." Diyerek sarıldı.

"Ne demek." Dedim hemen.

"Barkın'la baban da bulaşıkları halleder bu akşam." Tebessüm edince kocaman gülümsedim.

Masadaki tüm sandalyeler dolunca aklıma dayım geldi. "Dayım son günler de gelmiyor anne, vardiyası mı değişti?"

"Öyle olmuş canım."

"Hımm." Barkın'a baktım. "Okul nasıldı?"

Lokmasını yutup acayip bir soru sormuşum gibi baktı bana. "Benim mi?"

"Ben okula gitmiyorum Barkın. Sence kimin?"

"İyiydi."

"Peki." Ben susunca herkes susuyordu, konuşmazsam kimse konuşmuyordu, Barkın'ın her zaman ki haliydi, annem yorgundu, babam için kesin bir tezim yoktu. Sessiz lakin boğucu bir nefes alıp verdim. Sıkılmıştım. "Baba." Dedim sol çaprazımda oturan babama.

Benden yana bakmadı.

Cesaretimi kırmamak için çaba gösterdim. "Dün söylediğim şey için özür dilerim." Elindeki kaşığı kullanırken sekteye uğradı, yine de bakmadı bana. Annem bakışlarını kocasına dikti. Böyle davranması üzüyordu beni. "Özür diliyorum, böyle davranmaya devam mı edeceksin?"

Babam tepkisiz kalınca annem, "Hamit!" Diye bir uyarıda bulundu.

"Ne?" Dedi babam huysuz bir tonlamayla.

"Senin de bir şey söylemen gerekmiyor mu?"

"Ne gibi?"

"Özür gibi!"

"Özür dilenecek ne yaptım ki?" Diye sorup başını kaldırdı, annemle göz göze geldiğinde ben yerime sindim. "Bana bir tane neden söyle."

"En basiti kızına bağırdığın ve davranışların için."

"Hepsinin sebebini söylerseniz ben de özür dilerim, neden olmasın." Arkasına yaslandı rahat bir edayla. "Yaptıklarında haksızdın deyin, özür dileyeyim."

"Davranışların yanlıştı." Dedi annem baskı yaparak.

"Aysuna bu kadar Gökmen'e bağlıyken, onu bana karşı savunurken karşıma alıp konuşsaydım işe yarayacak mıydı?" Soru anneme sorulmuş gibi gözükse de muhatabı benmişim gibi hissediyordum. Lakin cevap veremezdim, bir cevabım olmadığından değil, yüzüm olmadığından, ortalığı daha çok alevlendirmek istemediğimden veremezdim... Babam ani bir hareketle başını bana çevirince irkildim. "Ondan ayrıl, bitir dediğimde babanı dinleyecek miydin?"

Yutkundum. 'Evet' desem yalan olurdu, 'hayır' desem kızardı. Yine de sessizliğimden zaten cevabı almış gibi başını iki yana sallayarak önüne döndü babam. Hepimiz kendi içimizde bir şeyler yaşıyorduk, ona rağmen -ben de dahil olmak üzere- hiçbirimiz sofradan kızarak kalkmadık.

Benim aile terbiyem de bu yoktu. Kızarak gitmek, küs kalmak biz de yoktu. Yeni yüzlerimizi tanıyoruz derken bunlardan da bahsediyordum.

Hepimiz durgunduk, bir süre sonra Barkın yavaşça kalktı masadan. Çorbası bitmişti.

Gitmek için bir adım atmıştı ki, annem, "ne oldu oğlum doydun mu? Hiçbir şey yemedin ki ama." Dedi hızla.

Barkın annemin gözleri içine baktı. "Anne?"

"Efendim?"

"Eskiden yemekleri çok güzel yaptığınızı sanırdım." Anlam veremediğimiz için kaşlarımız annemle aynı anda çatıldı. "Şimdiyse o tadın yemeklerde değil de ailemizde olduğunu anlıyorum." Kaşlarımız çözüldü lakin onlar yerine kalplerimiz de sızı baş gösterdi.

Barkın mutfaktan çıkarken arkasında nasıl bir karmaşıklık bıraktığından habersizdi belki de. Babamın göz bebekleri titremişti. Tam şu anda düşüncelerini okumayı çok isterdim. Annemin sert yutkunuşunu işittim ve bir anda gelen ağlama isteğimi bastıramadığımı fark edince sofradan kalktım. Çatallı çıkan sesimle, "afiyet olsun." Deyip uzun adımlarla mutfaktan çıktım, sonra koşmaya başladım. Odama varana kadar durmadım.

Kapımı sessizce kapatıp yorganımın altına girdim. Bu işin böyle düzelmeyeceğini anlamıştım. Yaşlarım bir bir yanaklarımdan süzülürken ailem için ne yapmam gerektiğini düşündüm durdum. Belki de sıraya koymalıydım. Önce Gökmen ve ben. Biz düzelmeliydik. Sonra babam ve ben. Biz barışmalıydık. Sonra ailem ve ben.

Neden her şey de ben vardım?

Boğazıma oturan yumruyla birlikte bunu düşündüm durdum. Bazı şeylerin çözüme ulaşmasından mı kaynaklıdır nedir, bilmiyorum, fakat ağlamam bu sefer daha kısa sürdü. İçimi döktüm ama harap olmadan bitti.

Derin soluklar alıp verirken kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Saat 10'a az kalmıştı. Gökmen ağladığımı ağlarsa bir de onunla uğraşırdım. Sanki bilmiyormuş gibi...

Kafamı dağıtmak için videolar, diziler seyrettim. Böyle yapınca kafam dağıldı ve vakit çabucak geçti. Telefonumun şarjı bitip diziyi kapatmam gerekmese saati üstten göremeyecektim. Ona on vardı.

Hemen telefonumu şarja takıp aşağı katı kontrol ettim. Herkes işe-okula gideceği için erkenden yatmıştı. Kapımı kapatıp bu defa kilitledim. Çekici kaptığım gibi çivileri söktüm, o kadar zordu ki. Gökmen gelmeden halletmem gerekiyordu. Sonuncu çivideyken tırmanan Gökmen'i gördüm. Göz göze geldik, yaptığımı görünce gözlerini devirdi.

Hareketlerimi hızlandırıp çiviyi çıkarttım ve camı açtım. "Gel."

Tek bir hareketle içeri atladı, ayakkabılarının çıkarttığı ses yüzünden ikimizde yüzümüzü buruşturduk. Gökmen cama baktı. "Ben şaka yapıyorsun sanmıştım."

"Artık babamın yaptığı hiçbir şeyi garipsemiyorum." Camı kapatıp çivileri topladım. "Kaybolmasınlar, bunları sonra yerlerine çakacağım."

Bir çivilere, bir bana baktı, gülmeye başladı.

Koluna vurdum.

"Ah."

"Gülme, bunlar başıma geliyorsa sebebi sensin."

Yüzü düştü. "Tamam."

Çivileri ve çekici alıp yatağıma yönelmiştim ki Gökmen kolumu tutup arkama geçti ve kollarını boynuma sardı, kıpırdamadan kaldım. Yüzünü saçlarım arasından boynuma gömdü. "Onca günden sonra bir merhaba sarılmasına ihtiyacım var Aysuna."

Nefeslerim heyecanlandığım için sessizce hızlandı. Yutkundum. Elimi tedirgin bir duraksamayla kaldırıp boynuma sardığı kolu üstüne koydum. "Sarılabilirsin." Diye mırıldandım.

Ses tonumdan her ne çıkarttıysa artık, "devamını getir." Dedi.

"Ne?"

"Sarılabilirsin. Devamını getir. Bir şey söyleyecektin."

Ben bile ne söyleyeceğimi bilmiyordum, ya da emin değildim ve bunu sezmişti. Duraksadım. Sevgilim... "İçimden gelmiyor."

Saçlarıma vuran nefesinin kesildiğini fark ettim. Biraz daha durup usulca geri çekildi, kollarını bedenimden ayırıp iki yanına saldı. Arkamda kaldı.

Rahatsızlık bedenimi kaplayan damarlar eşliğinde her yanıma yayıldı, hareket etmeye ihtiyacım vardı. "Konuşalım." Diyerek yatağıma yürüdüm. Dün akşam ki gibi yere oturdum ve karşıma geçmesini bekledim.

Bana ayakta bakmaya devam etti. Sonra karşıma geçmek yerine gelip yanıma oturdu, şaşırdım ama oturması için yer açmak adına kaydım. İkimiz de bu defa ayaklarımızı bağdaş kurmak yerine uzattık. Ellerimiz bacaklarımızın üzerinde kaldı.

"Sabahtan beri nereden başlayıp nasıl anlatmam gerektiğini düşünüyorum ama şimdi senin yanına gelince hepsini unuttum." Kendine güldü. Başını eğdi. "Varlığın beni heyecanlandırıyor."

Duygularını bana böyle açıkça söylemesi o kadar hoştu ki. Kızlar hislerini onlara söyleyen ve belli eden erkeklere kapılırlar.

Gülümsedim.

Başımı çevirip yüzünün benim açımdan görünen kısmına baktım. Onu sevdiğim için benim gözüme kusursuz gelse de kusursuz değildi. Kirli sakalları vardı ve stresten sanırım şakağında sivilce çıkmıştı. Herhangi biri olsa neden sıkmamış onu, kendine bakmıyor diye düşünürdüm. Ama sevdiği birinde olunca insan sivilcesini bile sever hale geliyordu.

Yardımcı olmak adına nerede kaldığımızı düşündüm. "Abinle baş başa kalmıştınız. Orada kalmıştın babam gelmeden önce."

Benden yana bakmadan başını salladı. Cümlelerini kafasında toparlayıp anlatmaya başladı.

"Ataberk'le aramızda 3 yaş var." Deyip durdu. "Off!" Yüzünü tek eliyle sıvazladı. "Direkt bodoslamama mı dalsam, ne yapsam, anlatmak çok zor."

Gergindi. Rahatlaması için bir şeyler yapabilirdim. "Telefonunu ver." Dedim elimi uzatarak. Elime baktı, gözlerime baktı, sonra telefonunu çıkartıp verdi. Ne yaptığıma bakmıyordu bile. Müzik uygulamasına girip en son dinlediklerine baktım. İşte oradaydı.

Açıp sesi ayarladım ve ortamıza koydum. Müzik başladığında neyi açtığımı anladı ve dudaklarına tebessümü oturdu.

"Benim için çevirir misin?" Diye sordum.

Gözlerime baktı, başını salladı.

Tebessüm edip önüme döndüm ve bekledim. Şarkı akıp gitti ama Gökmen hiçbirini çevirmedi, zorlamadım ve yapmayacağını düşündüm. Bizim ritmimize geldiğinde ise kısık ses tonunu duydum.

"Mevsimler, onlar değişecek,

Hayat seni olgunlaştıracak,

Hayaller seni ağlatacak, ağlatacak, ağlatacak,"

Başını çevirince ben de çevirdim, gözlerimizi birleştirdi.

"Her şey gelip geçici,

Her şey akıp gidecek,

Sevgi hiçbir zaman ölmeyecek, ölmeyecek."

O sustu ama şarkı çalmaya devam etti. "Anlamı... güzelmiş." Dedim.

"Çok anlamlı. Benim için en azından." Kucağındaki parmaklarına doğru eğdi başını.

"Keşke dans ederken bilseydim anlamını."

"Şimdi biliyorsun." Derken kaldırdı başını. "Tekrar dans edebiliriz?"

Gülümsedim. "Anlatıp gitmen gerekiyor Gökmen."

"Gitmek istemiyorum." Dedi başını iki yana sallayarak. Gözlerime çivili gözleri o kadar masum, o kadar güzeldi ki, onun için beslediğim en derin duygu olan sevgimi merhametim besliyordu.

Beni çaresizliğe sürüklüyordu, yine ve yine. Ben de başımı iki yana sallayarak önüme döndüm. "Tüm bunlar olmasa bile yine de kalamazdın. Babam ya da annem her an gelebilir ve odamda olduğunu görmeleri haliyle kızmalarına neden oluyor."

"Evet." Diye fısıldadı. Parmaklarını iç içe geçirip biraz oynadı. Vakit kazanıyordu, sanki anlamıyordum. Bıyık altından gülümsedim. Yanımda kalabilmek için saniyeler kazanmakla meşguldü.

"Ataberk Nascar yarışlarına girip kazandıkça ünlü oldu." Diyerek anlatmaya başladı. Rahatsız olmasın diye hareketsiz kaldım. "Seyahatler etmeye başladı, bazen ben de gidiyordum ama çoğu zaman İstanbul da tek başıma kalırdım. Yalnızlık benim için her zaman sorun olmuştur zaten. Arkadaşlar edinmek için motor kulüplerine katılmaya başladım, okulumu dışarıdan devam ettirdim, evimize temizliğe gelen şirket ekibiyle bile sohbetler ederdim, her neyse... Motor kulüplerinden birinde bir adamla tanıştım. Kısa sürede yakın arkadaş olduk. O zamanlar tecrübesiz bir çocuktum. Reşit de olmuştum, salak bir özgüven vardı üstümde."

"17 yaşındaydın ama?"

"17 yaşında annemler gitti, aradan biraz zaman geçtikten sonra normal hayata ayak uydurmaya başladık."

"Anladım."

"18 yaşındayken o adamı arkadaş diye yanımda gezdirmeye başladım. Başlarda her şey normaldi, ama sonra beni daha çok sever oldu, daha samimi, daha yakındı. Bana tam da ihtiyacım olanları veriyordu. Hoşuma gitmişti, mutluydum. Ataberk arada birkaç günlüğüne geliyor, sonra da hemen tekrar gidiyordu. Üst üste yarışlara katılıp yükseliyordu. Yalnızdım ve zayıf noktama denk gelmişti."

Duraksayınca meraklı bir sesle sessizce sordum. "Ney zayıf noktana denk gelmişti?"

Yutkundu ve devam etti. "Aradan aylar geçtikten sonra arkadaş dediğim şerefsiz yanıma geldi ve motor galerisi açmak istediğini söyledi. Ortak olalım dedi. Paramın olduğunu biliyordu, soy adımı öğrenince kim olduğumu da öğrenmiş meğerse... Ataberk'in başarıdan başarıya koşması ve yalnız kalmam kafamı karıştırmıştı, ben de bir şeyler yapmak istiyordum ve galeri açmak istediğimi ona söylemiştim. O da aylar sonra gelip bana bu fikir onunmuş gibi ve bana destek çıkacakmış gibi davrandı."

"Hayalin motor galerisi açmak mıydı?"

Başını salladı. "Yarışçı da olmak istiyordum." Dedi. "Motor yarışçısı, eğitimlere katılıyordum, kendime menajer bile bulmuştum. İlk yarışıma 3 hafta kala gelip galeriyi açmak istediğini söyleyince parayı vereceğimi söyledim. Her şeyi ona bıraktım çünkü ben yarışlara hazırlanıyordum, en büyük hayalimdi. Ve iki hayalimi birden gerçekleştirebilme ihtimali beni iki kat mutlu ediyordu... Verdiğim parayla yeri bulmuş, motor şirketleri ile görüşmüş, açılışı yapmak için beni arayıp haber veriyordu. Ben hiçbirini göremesemde mutlu oluyordum. Üç hafta sonra, yarışıma bir gün kala Ataberk destek olmak için izin gününde Türkiye'ye geldi, evde beraber oturmuş, heyecanımı paylaşıyorduk." Dudaklarında belli belirsiz bir kıpırdanma oldu, anısı onu mutlu etmişti. "Polisler gelene kadar." Dediğinde o kıpırtılar da yok oldu. "Kapıyı çaldılar, ismimi sorup kelepçeleri taktılar. Ataberk'in donup kaldığını hatırlıyorum. Karakola gittiğimizde odada tek başıma bekliyordum. Kimse gelmiyordu."

Gözleri ayaklarına doğru dalmıştı. Titreyen parmaklarını benden saklamak için ovmaya başladı. Ama bunu yapması daha çok dikkatimin o yöne kaymasına neden oldu. Titriyordu!

"Avukat geldi ve bana olanları anlattı. Meğerse şerefsiz her şeyi halletmiş, motorları benim üstüme alıp kaçak yollardan satmış ve beni dolandırmış."

Çenem düşmesin diye dudaklarımı bastırdım. Neler duyuyordum? Bunlar aslında Dünya üzerinde olan şeylerdi ama benim hayatım pembe duvarlarla örülmüş şeker kaplamalı bir saraydı. O anı ben yaşasaydım korkudan ölürdüm.

"Sonra Ataberk geldi." Başını hafifçe diğer yana çevirmesi gözümden kaçmadı. Yaşlarını mı benden saklıyordu? "Kandırılmış ve dolandırılmıştım ama bana inanmadı."

Çenemi bu sefer tutamadım ve aşağı doğru düşmesine izin verdim. Şaşırmıştım. Ataberk abisiydi, ona inanmamış mıydı?

Sertçe yutkunduğunu işittim. "O mesleğinde başarılı olduğu için onu kıskandığımı, ilgi çekmek için yaptığımı söyleyip bağırdı bana... O odada sadece ikimiz vardık ve abim bana hırsız, dolandırıcı deyip bağırıyordu. Anlatmaya çalıştım ama dinlemedi, dinlese de inanmadı." Başını iki yana salladı titrek hareketlerle. "Yapmamıştım ama..." Dedi kırılgan bir ses tonuyla. "Kandırılan bendim. Tek istediğim-" Yutkundu. "Tek istediğim hayallerimin gerçekleşmesiydi."

Sustu. Çenesi titriyor, arada seğiriyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ataberk'in neden inanmadığını da anlamıyordum. İnsan kardeşine inanmaz mıydı hiç? En azından dinlemez miydi?

Ona neden kırgın olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum. Dünya üzerindeki tek sevdiğin insanın, kardeşinin sana masum olduğun halde inanmaması çok ağır bir hayal kırıklığıydı. Gökmen'in tek dayanağı Ataberk'ti ve o da onu yüz üstü bırakmıştı.

"Beni karakolda bırakıp gitti..." Gökmen anlatmaya geri döndüğünde düşünce alemimden sıyrıldım. "Avukatlar içeri geldi, iki yanımda durmuş carcar konuşuyorlardı ama ben ikisini de duyamıyordum." O anı tekrar yaşıyordu. "Abim gitmişti. Bana inanmamıştı." Ona bunca zamandır abi dediğini hiç duymamıştım. "Terk edilmiştim. Artık başıma ne işler açıldığının hiçbir önemi yoktu... Suç üstüme kaldı böylece. Hapse girdim."

Kaşlarım çatıldı. "Hapse bu yüzden mi girdin gerçekten de?" Başımı eğip yüzüne bakmaya çalıştım. "Gökmen?"

Benden yana bakmadan başını salladı.

Ona sarılmak ve sabaha kadar özür dilemek istiyordum. Annemleri uyandırıp babama olanları anlatıp, babama da sabaha kadar özür dilemesi için baskı yapmak istiyordum. Hapse girme sebebinin bu olduğuna inanmak güçtü, masumdu, masumken hapis yatmıştı. Benim Gökmen'im ne acılar çekmişti böyle.

"Yüksek bir cezayla hapse mahkûm edildim çünkü miras henüz tam olarak bölünmemişti ve Ataberk de parayı ödemeyi reddetmişti."

Sinirle gözlerim büyüdü. "Alınma ama abin tam bir şerefsiz!" Diye parladım.

Gökmen gülerken başını bana döndürdü, zeytin gözleri dolmuştu ve yaşları minik minik yanaklarına doğru süzülüyordu. Ne de tatlıydı. Yanakları içten sıktığı için toplanmıştı. Yutkundu. "Biliyorum." Diye mırıldandı.

Elim yanağını sevmek için, yaşlarını silmek için kaşındı adeta. Bacaklarımın arasına sokup hakim oldum. "Sonra nasıl çıktın peki hapisten?"

Başını eğdi, o da ellerini bacakları arasına sokup avuç içlerini birbirlerine sürttü. "7 ay yattım." Göğsüme taş oturdu yeminle. "Yedinci ayımda salındım."

"Ataberk paranı mı ödemiş?"

Başını iki yana salladı yine sadece.

"Ya ne olmuş?"

"Olan şu." Diyerek kaldırıldı başını ve gözlerimin içine baktı. "Beni dolandıran adamı yakalamışlar, itiraf etmiş."

Çenem yine düştü. "Bu 7 ay içinde kardeşini çıkartmak yerine seni orada bıraktı yani? O adam gelip itiraf etmese yıllarca daha da kalacaktın ayrıca!" Başını salladı. Ellerimi sinirle birbirlerine vurup önüme döndüm. "Pislik, tipsiz, Nascar yarışçısı, zengin züppe!"

Gökmen küfürsüz kızgınlığıma gülümsedi. Bana bakarken hep güzelleşirdi bakışları. "Öyle işte." Dedi, ona döndüm. "Hapisten çıkıp eve döndüm. Oradaydı."

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

"Özür dilerim demeden özür dilemeye çalıştı." Durdu, göz bebeklerine sis indi ansızın. Sesi duruldu. Kelimeleri tek tek telaffuz etti. "Hiçbir şey demedim. Sanki onun yüzünden iki hayalimde yanıp kül olup gitmemiş gibi davrandım. Kavga etmedik, bağırmadım. Sadece gözlerine baktım ve "artık abim değilsin" deyip evden çıkıp gittim." Bunu yaparken ne kadar canının acıdığını tahmin edebiliyordum, şimdi bile o sis bulutunun arkasına sakladığı çok şey vardı. Sadece yine benden saklıyordu. Sisin arasında çakan şimşeklerin ışıklarının yansımalarını görmüyorum sanıyordu. "Ertesi gün miras işleri için görüştük, hallettik ve onu son canlı görüşümdü." Bulut kalktı, yutkunup başını geriye, yatağıma doğru yatırdı. "Bursa'ya taşındım."

"Neden Bursa?"

"Annemin memleketi çünkü."

"Gerçekten mi?"

"Evet... Babamla tanışmadan önce orta düzeyli bir ailenin kızıymış, Bursa da doğmuş." Tebessüm etti. "Buranın bana iyi geleceğini düşündüm."

"Geldi mi peki?"

Başını kaldırmadan bana doğru yatırdı. Mahmur bakışları içime işledi. "Her şeyiyle." Dedi boğuk bir sesle, dudakları hafifçe kıvrıldı. "Bursa'yı her şeyiyle çok sevdim Aysuna. Bana her şeyiyle çok iyi geldi."

Ses tonu bunu söylerken o denli farklı ve boğazdan geliyordu ki, şehre değil de bana yaptığı bir itirafmış gibi gelmişti. Derinden yaptığı hisli bir itiraf.

Tebessüm ettim. "Sevindim."

Gözlerime baktı. Gözlerine baktım. Bir süre bakıştık, rahatsız etmedi, aksine özlemiştim gözlerine bu denli içim rahat bir şekilde bakabilmeyi. Onu özlemiştim ben özeten.

Hiç yapmayacağı bir şey yapıp bakışlarını eğdi. "Sonrasını biliyorsun zaten. Burhan'la tanıştım, Uçurtma'yı kurduk, çocuklarla tanıştım, Selçuk abiyle tanıştım ve buradayım."

O konuşurken ben hala neden gözlerini kaçırdığındaydım. Gökmen bana öyle bir psikoloji işlemişti ki sırlarının bunlarla sınırlı olduğuna inanmakta zorlanıyordum. "Bu kadar mı? Emin misin? Başka bir şey yok mu?"

Gözlerime bakmadan başını iki yana salladı.

"Bana anlatmak istediğin başka bir şey yok yani?"

"Hayır."

Ben iki kere sormuş, sorumluluğu üstümden atmıştım. "Peki." Dedim.

Gözlerime baktı hemen peşine. "Barıştık mı artık?"

Göğsümü şişiren kocaman bir nefes aldım seslice. Gözlerine baktım ve kıyamadım, sinirle güldüm. "Nasıl bu kadar çözüm odaklı olabiliyorsun?"

"Çünkü çok özledim."

"Özleyen bir tek senmişsin gibi."

"Öyle davranan bir tek benim."

"Çarpararım ha!" Deyip sol elimi kaldırdım.

Gülüp elini uzattı, elimi tuttu, kendine doğru getirip parmak boğumlarımdan öptü. Sinirim dindi. Bu kadar basit olması sinir bozucuydu; aslında basit değil anlam yüklüydü sadece... Elimi bırakmadan avucu içine aldı, gözlerime döndü.

"Barışmak istiyorum. Eskiye dönmek istiyorum."

"Ben de istiyorum."

"O zaman bizi tutan ne?"

Dudaklarım kıpırdansa da beynimin içinde ne diyeceğimi toparlayamadım, dilim sözcüklerime dönmedi sanki, ne söylesem ağırdan alırdım, ne söylesem Gökmen'i kırmazdım. İki ara bir dere de kalmıştım çünkü hem barışmak istiyordum hem de barışmak istemiyordum, ağırdan almak istiyordum, veyahut ona sarılmak ve yüzünün her bir santimini öpmek...

Üçüncüye sordum. "Başka bir sır yok değil mi Gökmen?" İçim rahat etmiyordu.

Bir saniyelik duraksamasında göz bebeklerinin titrediğini gördüm sanki. "Hayır." Dedi.

"Doğruyu söyle bana."

"Doğruyu söylüyorum." Yerin diklendi ve tamamen bana döndü. "Neden bana inanmıyorsun?"

Sinirle gülerken cevabını verdim. "Sence neden?"

"Tamam senden bir sürü şey sakladım, belli başlı yalanlarda söyledim ama bundan sonra sır yok, söz veriyorum." Avucu içindeki elimi iki eliyle tutup kendine doğru çekti. "Lütfen, inan bana."

Bir insanın gözleri içine bakıp sözlerinin tercümanlığını yapmasını bekliyordum, Gözlerinde doğruyu söylüyormuş gibi bir izlenim vardı ama emin olamamak beni kahrediyordu. Aslında korkuyordum, bana bu üç günde yaşattıklarını tekrar yaşamaktan korkuyordum çünkü ben güçlü biri değildim. Hassastım. Ve- ve... içimdeki kız derin bir nefes aldı.

Ve sevgi gibi güçlü bir bağın bana yaşatabileceği en küçük acıdan dahi deli gibi korkuyordum.

Özellikle bu Gökmen'den gelirse!

Yine de gel de kalbe söz geçir.

Sanırım hassas ve zayıf olsam da sevgim için çabalamayı öğreniyordum, tüm korku hücrelerime rağmen hem de.

Bakışlarım yumuşadı. "Sen bana gerçekleri söylersen ben kimseye inanmam." Dedim.

Gökmen'in yüz hatları rahatladı, samimi bir tebessüm gördüm. Bana bakışlarıyla binlerce kere teşekkür ediyordu. Elimi kaldırıp üstünü öptü ve başını kaldırmadan bana doğru düşer gibi eğildi. Başının üstünü omzuma yaslamıştı. Adım atıyordu.

Yutkunup cesur davrandım.

Diğer elimi kaldırıp ensesine koydum, saç diplerini sevdim. Başlar da sessiz olsa bir süre sonra kedi gibi mırıldandığını işittim.

O meşhur uyarısını yapmadan, "kes sesini Gökmen." Dedim ve buna güldü. "Ne olduğu umurumda değil, burayı seviyorum." Cinsel açıdan zorluk çekiyor olduğunu bilsem dahi umurumda değildi, ense kökündeki saçlarını ve yumuşak tenini okşamayı seviyordum.

Kıpırdanıp daha çok bana kaydı, başını hiç kaldırmadı ve öylece bedenime sığınmak için kendini küçülttü. Avuçları içindeki elimi çekip omzuna attım, başı omzumdayken kolumu sırtına doğru sardım ve diğer elim ensesindeyken, çenemi başının arkasına koydum.

O saçlarım arasına yüzünü gömerken ve sonunda istediği konumda kokumu solurken ben de tadını çıkartıyordum.

O ne kadar huzur içindeyse ben de bir o kadar sıkıntı içindeydim. Nasıl davranmam gerektiğine karar vermek çok zordu. Buket'i aramalıydım. Hem de acilen. Zaten balayı da bitmek üzereydi, benim için iki güncük feda etse gocunmazdı bence kankitonellam!

Loading...
0%