Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@dangerous_hatun

Yalan söylemeyen bir insan olmaktan gurur duyuyorum.

Vicdanım rahat en azından!

Ama bu türlü türlü bahaneler uydurup, iş güz arlık yapmayacağım anlamına gelmiyor.

"Annecim mutfak alışverişine çıkıyorum, sonra çarşıda biraz dolaşacağım ve akşam da Kutlu'yla kahve içeceğiz. Haberiniz olsun."

Mesajı yolladıktan sonra sabah erkenden kalkıp toplayıp temizlediğim evi son kez kontrol ettim. Üstümü giyinmiştim. Siyah pantolon üstüne beyaz crop ve kırmızı deri ceket. Saçlarımı örüp sol omzuma attım. Önlerden tutamlar bıraktım, hafif pembe glossumu sürdüğümde hazırdım.

Converse ayakkabılarımı giyerken bir yandan da Kutlu'ya akşam kısacık uğrayacağımı bildiren bir mesaj attım. Planım patlak verirse mahvolurdum.

Gökmen'le dün akşam konuştuktan sonra biraz sessizce oturmuş, hasret gidermiştik. Kendisi hemen fırsattan istifade edip buluşma ayarlamıştı bugün için. Ben de onun tatlı diline kanmış ve kabul etmiştim.

Bazen erkek olmak istiyordum. Ne kadar da hayatları basit ve güzeldi.

İnce düşünce yok. Kafaya takma yok. Bir konu olup bittiyse bitmiştir. Detaylı düşünmek yok.

Onun için geç yaşlanıyorlar!

Bir de biz kadınlara bak. 20 yaşımda, 40 yaşında gibi hissediyorum. Tek sebebi de bir erkek!

Ama bu sefer karar vermiştim. Ağırdan alacaktım. Ben tecrübesizdim, Gökmen hızlı. O yüzden çok hızlı başlamış ve devam ettirmiştik. İkinci baharımızın yapraklarını yavaş yavaş koparacaktım bu defa.

Bizim için yeni bir başlangıçtı. İlkinde yaptığım gibi çabuk ilerlemesine izin vermeyecektim. Doğal ama katı olmalıydı. Tanışmalıydık. Buket bana birini tanımanın en kolay yolu için üç soru vermişti yıllar önce; o Burhan'la çıkıp tecrübe edindikçe bana aktarırdı... Birincisi tuttuğu takım, sevdiği yemekler ve küçükken hatırladığı ve güldüğü bir anısı.

İki, arkadaşları ve onlarla neden arkadaş olduğu.

Ve üç, bu benim içinde önemli bir soruydu. Beni neden sevdiği? Neden benimle birlikteydi? Ona ne katıyordum?

Kaskım elimde, telefonum, param, anahtarım, glossum, su şişem, hepsi çantamdaydı. Dış kapıdan çıkıp sokağın başına yürümeye başladığımda Gökmen'in beni beklediğini gördüm. Adımlarım yavaşladı ama kesilmedi.

Çiçek'i yan park etmişti, boyası aynı renkti ama sanki parlıyordu, güneş de vuruyordu tepeden. Gökmen siyah pantolonunun sardığı uzun bacaklarını öne uzatmış, birini birinin üzerine atmıştı. Kalçasını Çiçek'e yaslamıştı ve deri ceketinin yarım açık olan fermuarı sayesinde içine giydiği beyaz tişörtünü görebiliyordum. Saçları kask yüzünden dağınıktı, yüzünde şapşal ama karizmatik bir sırıtış vardı. Göz göze geldik, ah o bakışları, içimi görüyor, içime sahip olmak istiyormuş gibi olan bakışları yok muydu.

Ona yaklaştıkça yüzümde engel olamadığım bir gülümseme belirdi ve kendimi koşarken buldum.

Çiçek'ten ayrıldı ve beni kollarını açarak karşıladı. Ayaklarım yerden kesilince Gökmen etrafında bir tur döndü. Biz kızlar sırf bu hareketin sunduğu kelebek hissi için kendimizden uzun ve güçlü erkekleri tercih ediyorduk işte.

Ayaklarım yere basmadan başımı kaldırdım, gözlerine baktığımda yüzlerimiz yakındı. Tamamıyla kahve kokuyordu, tenine sinmiş olan kokusunu soluyunca iç çektim. Bunu çok özlemiştim.

"Çok bekledin mi?" Diye sordum. Tekrar gözlerine rahatça, sevgiyle, hislerimi saklamak zorunda kalmadan bakmak mükemmel bir histi.

"Biraz." Dedi. "Ama beklediğime değeceğini her zaman biliyorum."

Gülümserken gözlerim alnına düşmüş olan tutam saçlara kaydı, sağ elimi boynundan çekip saçıyla oynadım ve geriye yatırdım; yumuşacıktı.

Ben bunu yaparken Gökmen gözünü kırpmadan beni izliyordu. "Gidelim mi?"

Gözlerine bakıp başımı salladım. Ayaklarım yere değince kollarımı boynundan çektim. Kaskımı takmak için kaldırdığımda Gökmen elimden alıp, "bana bırak." Dedi. Şaşırsam da hemen şımarık bir kız gibi gülümseyip başımı uzattım.

Saç tutamlarımı düzeltti önce gözüme girmesinler diye, o işini incelikle yaparken gözlerimi ağırca kapattım. Umarım güzel gözüküyorumdur, çünkü bu güzel anda istediğim son şey şapşal ve tipsiz görünmekti. Dokunuşlarına odaklandım. Saçlarıma dokunan parmaklarının uçlarının alnıma ve şakaklarıma temas edişleri tüylerimi diken diken ediyordu, midem ağrıyordu, sanki bana ilk defa dokunuyormuş gibi heyecanlanmıştım.

Saçlarımla işi bitince kaskı kulaklarıma dikkat ederek taktı, o zaman gözlerimi aynı yavaşlıkta açtım, gözlerine baktım. Bana göre dünyadaki en güzel siyah gözler ona aitti. Vizörden açık kalan gözlerime baktı. Gülümsedi. Başını yana eğip kaskımın içine girdi, burnumun ucunu öpüp, "miniciksin ya." Deyip kocaman sarıldı.

Yeminle bir anlık nefesim kesildi sandım.

Sevgisi içine sığmıyormuş gibi beni sağa sola sallayarak sevdi. Sarsıldım, kollarım cansız gibi iki yanımda salındı.

"Gökmen boğuluyorum."

"Abartma." Deyip geri çekildi, gözlerime baktı.

Derin bir nefes aldım. "Ayı yavrusunu severken öldürürmüş, az önce o hesaptı yani."

Kahkaha atıp kendi kaskına uzandı. Taktıktan sonra bana döndü. "Söyle bakalım bornozlu, nereye gidiyoruz?" Ona bıraksam muhtemelen bir yerler, bir şeyler bulurdu ama ona bırakmamıştım. İpleri elimde tutuyordum.

"Avm'ye. Alışveriş yapacağız. Ondan sonra da markete, mutfak alışverişi yapacağız." Bir erkeğin sizi sevip sevmediği alışveriş anındaki sabrından anlaşılır, Gökmen'in de bu teste girme zamanı gelmişti artık. Bakalım ne kadar sabırlı beyimiz?

Omuzları daha alışveriş kelimesiyle düştü, beklediği randevu bu değildi anlaşılan. Gülmemek için kendimi tuttum. "Alışveriş mi?" Diye sordu hüsrana uğramış bir sesle. "Hiç eğlenceli değil."

"O zaman ben taksiyle gidiyorum."

"Tamam tamam şaka yaptım. Bin."

Güldüm. Sinir olduğu için vizörüme vurdu.

"Gökmen!"

Güldü. Bu sefer ben vizörüne vurmak istedim ama kaçtı ve kendisi hızlıca camını kapatıp motora bindi.

"Gıcık oluyorum sana."

Çiçek'i çalıştırdı. "Bu cümle kulağıma nasıl geliyor biliyor musun? 'Deli oluyorum sana' diye. Hatta yankı yapıyor." Ellerini kaldırıp yankı yapar gibi iki yana hareket ettirirken sesini de inceltti. " 'Deli oluyorum sana, deli oluyorum sana, deli oluyo-" Kaskına bir tane geçirince sesi kesildi. "Ah." Ben arkasına binerken gülüyordu ama tutunduğum omzunu sıkınca gülüşü acı inleyişe döndü ve sustu.

Popomu yerime koyup rahat bir pozisyon kazandıktan sonra kollarımı beline doladım. Karnını içeri çektiğinde kaşlarım çatıldı. Gıdıklanmış mıydı yoksa heyecanlanmış mıydı? Ama bunu ilk defa yapmıyordum ki. Öne eğilip gidonu tuttu, yavaşça yola çıktığımızda gevşedi, karın kasları tekrar avuç içlerimin altındaydı, bu hissi de özlemiştim. Özlediğim birçok detay vardı. Bazılarını Gökmen'e belli etmeden yapabilirdim, fark edip hemen eskiye döndüğümüzü düşünsün istemiyordum.

Çarşı içine çıktığımızda Gökmen hızı arttırdı, yan yana giden arabaların arasından makas atarak orta hızda gittiğimiz için ben de artçısı olarak ona ayak uydurmak zorundaydım. Bir sağa yatıyor, bir sola yatıyorduk ve her hareketimiz birbirine uyumluydu. Olmak zorundaydı. Bu konuda hiç zorlanmıyor oluşumuz fazlasıyla romantikti bence.

Tüm yolu zevkten dört köşe olarak geçirdim, asırlarca mezarında aşık olduğu adamı beklemiş mumya kraliçe gibi hissediyordum, sonunda uyanmıştım, etlerim kemiklerine kavuşmuştu ve sevdiğim adamlaydım.

Kırmızı ışıkta durduğumuzda Gökmen sırtını dikleştirince ben de geriye doğru çekildim, vizörünü açıp başını bana çevirdi. "Alışveriş yaparken bize de bakalım mı bir şeyler?" Diye sordu.

"Ne gibi?"

"Çift kombinlerine bakalım mesela, instagram da görmüştüm, herkes yapıyor. Çok heves ettim, biz de yapalım mı?"

Güldüm. "Olur yapalım." Dedim başımı sallarken.

Sevinçle gülümseyince gözleri kısıldı ve başını sallarken önüne döndü. Yeşil ışıkla beraber yola devam ettik. Bir sonraki ışığa yine yakalanınca Gökmen tekrar vizörünü açıp bana döndü.

"Çift bileziği de alalım mı? Böyle isimler yazan var ya, altına da tarih attırırız."

"Karar ver ama sen de, kombin mi, bilezik mi?"

"Niye ikisini de yapamıyoruz?" Diye sordu huysuzca. "Sevgili değil miyiz? İkisini de yapabiliriz."

Ben cevap veremeden yan tarafımızdaki arabanın açık camından bir kadın sesi duyuldu. "Gençler instagram hesabınız var mı?" Başımız aynı anda platin saçlı, makyajlı, polo kullanan ablaya döndü.

"Anlamadık abla?" Diye sordu Gökmen.

"Motorcu çiftler video çekip atıyor ya hesaplarına videolarını, öyle attığınız bir hesabınız var mı diye merak ettim. Takip etmek isterim, çok tatlı görünüyorsunuz."

Gülümsedim. "Yok abla, hesabımız yok."

Kadının yüzünde bir iki tane botoks vardı, çok belliydi ama gülümsemesi samimiydi. "Açmalısınız."

Gökmen eliyle 'okey' işareti yaptıktan sonra yeşil ışık yandı. Kadın kalkış yapmadan önce, "çocuğu kırma, bilekliği de kombini de al bak." Dedi bana ve gitti.

Gökmen arkasından, "helal sana be abla." Diye bağırınca, kadın camını kapatmadan önce elini görüşürüz dercesine salladı. Güldük. Biz de arkadan kornayı yiyince kalkış yaptık, avmeye vardığımızda Gökmen, Çiçek için en muntazam yeri bulup park etti. Ayaklıklara basıp önce motor üstünde ayağa kalktım, kollarımı esnettim, popom uyuşmuştu vallahi.

Gökmen indikten sonra kollarını uzatıp belimin iki yanından kavradı ve kolaylıkla beni de indirdi. Sevinçle omuzlarına tutunup bu hareketini mutlulukla uygulamasına izin verdim. Çiçek'in anahtarının halkasında benim aldığım hediye anahtarlık vardı, Gökmen cebine sıkıştırırken göz ucuyla görmüştüm. Kasklarımızı çıkartınca bir duraksama yaşadık.

"Kasklarımızı nereye bırakacağız?" Diye sordum.

"Burada bırakamayız." Dedi.

"Yanımıza alalım?"

"Bütün gün elimizde mi taşıyacağız?" Diye sorduğunda göz göze geldik, bakıştık, düşündük ve sadece 3 dakika sonra avmnin içinde kafamızda kasklarla el ele yürüyorduk; iki akşamdır karanlık olduğu için fark etmiyordum ama şimdi elini tutarken yara izlerini fark etmiştim. Duvarlara mı vurmuştu? Atakan öyle bir şeyler söylemişti sanki. Kurumuş yaralarına dokunmamaya çalışıyordum, sormamak için de dilimi ısırıyordum.

Neyse ki insanlar bize uzaydan ufomuzla gelmişiz gibi bakıyorlardı da kafam dağılıyordu. Vizörlerimiz açıktı.

"Bence ortak bir instagram hesabı açalım." Dedi Gökmen.

Ellerimizi belli belirsiz ileri geri sallamaya başladım, parmaklarımız iç içe geçmiş olduğundan avuç içinin sıcaklığı bütün bedenime yayılıyordu.

"Gerek var mı ki? Kim uğraşacak onunla?"

"Peki açmış olsak adını ne koyardık?"

Aynı anda adımlar atıyorduk, benim conversim, Gökmen'in siyah spor ayakkabısı ile uyum içinde hareket ediyordu.

"Çiçeğinebeveynleri_ koyardık bence." Dediğimde gülüştük.

"Ben karar verdim açacağım."

"Boş işlerle uğraşacağına babama kendini nasıl affettireceğini düşünsene." Yüzünü göremiyordum ama sesi kesilince suratının asıldığını anladım. Boştaki elimle koluna sarıldım. "Tamam, özür dilerim. Bugünü güzel geçirelim, bir daha konuyu açmayacağım."

"Haklısın aslında-"

"Hayır hayır, bugün yok. Sonra konuşuruz bunları."

"Tamam." Alışveriş yapacağımız mağazayı bulmak için merdivenleri çıktık, ağır adımlarla yürürken Gökmen, "çok bunaldım." Diyerek kaskını çıkarttı. Alnındaki terleri kolunun tersiyle sildi. Tam o sırada liseli kızlar karşıdan gelmesin mi? Benim yakışıklı, dağınık siyah saçlı, afet sevgilime eriyerek bakmasınlar mı? Ben bir anda kıskançlık krizine girmeyeyim mi?

Hepsi aynı anda oldu.

Uzaktan görsem, gözlerimi devirip saçma bulacağım hareketi düşünmeden hayata geçirdim. İki elimle Gökmen'in koluna sarılıp kendime doğru çektim ve açık vizörümden kızlara kötü bakışlar attım. Gökmen sarsıldı, ne olduğunu şaşırdı. Bir de üstüne, "tak o kaskını hemen geri." Diye çemkirince bana şok bakışlar attı. Dişlerimin arasından, "hemen!" Dediğimde tırsarak hızla kaskını taktı, hatta vizörünü bile kapattı.

Kızlar geçip gittiğinde koluna sarılmayı bıraktım ama kanım hala kaynıyordu. "O kaskını bugün çıkartmıyorsun duydun mu beni? Bu avmden çıkana kadar çıkartmıyorsun o zıkkımı."

"Niye, ne oldu ki?" Diye sordu masumca.

"Saf mısın, saf rolü mü yapıyorsun?" Kızlara olan sinirimi Gökmen'den çıkartıyordum.

Şaşırdı. "Üçüncü şıkkı seçiyorum; şu an saf gibi hissediyorum... Ne oldu?"

"O kızları görmedin mi? Seni yiyecek gibi baktılar!"

Başını bana çevirip vizörünü açtı ve başını geriye çekti. "Hangi kızlar?" Diye sordu abartılı bir tonlamayla. Gözlerine baktım ve gerçekten de varlıklarını hiç fark etmediğini anladım.

Biraz utanarak önüme döndüğümde Gökmen elimi bıraktı, kaşlarım çatılsa da hemen peşine kolunu omzuma atıp göğsüne çekti bedenimi.

"Senin aksine ben çevremdeki hiçbir kızı görmüyorum." Dedi.

"Dünya da kaç tane cinsiyet var?" Diye sordum başımı kaldırarak, gözlerine baktım.

"Erkekler ve Aysuna."

Anlamam bir saniyemi aldı, anladığımdaysa cevabı o kadar hoşuma gitti ki içimdeki mutluluğu gülerek dışa yansıttım. 32 diş sırıtıyordum. 'Yaa' diyerek erimeme şu kadarcık kalmıştı. Az önceki yaptığım klişeden sonra bunu ben de Gökmen'de garipsemezdi gerçi. O yüzden de beline sarılıp içimden upuzun bir 'yaaaa' çekerek sevgilime tekrar aşık oldum.

İnsanların -bizi tuhaf buldukları için attıkları- tuhaf bakışlarına maruz kalarak mağazaya giriş yaptık. Üst katlara bakmak için başımı kaldırdığımda kask ağırlık yaptı ve başım geriye düştü, boş bir çuval gibi. Gökmen hemen arkamda olduğu için eliyle kafamı yakaladı ve gülmeye başladık. Sesimizin fazla çıktığını bir sürü göz bize döndüğünde fark ettik ve sessiz olmaya çalıştık.

Yan yana reyonları gezerken sürekli bir şeyler gösterip 'bu nasıl olur?' diye soruyorduk birbirimize. Gökmen bu çift kombin işine takmıştı. Hevesini gözden kaçırmak imkansızdı. Alt üst simsiyah olan takımı gösterince başımı kaldırıp baktım. Ön taraflarında kalpler vardı. Eşofman takımıydı.

Beğenmemiştim lakin böyle söyleyerek reddedersem Gökmen itiraz edecekti. "Eğer bunu alırsak giyip dışarıda gezeceğiz ama?" O kalpli tişörtle hiçbir erkek dışarıya çıkmazdı.

Tam da tahmin ettiğim gibi oldu ve Gökmen kısa bir duraksamadan sonra yüzünü buruşturdu. Gülüp yürümeye devam ettim. O da hemen peşimden geliyordu. Mağaza çok büyük olduğu ve biz durmadan yürüdüğümüz için çift alanından bayan bölmesine geçmiştik, yazlık mini elbiseler gözüme takılınca adımlarım duraksadı. Ellerimi uzatıp bakmak ve içlerinden seçmek istedim ama Gökmen yanımdan geçerken bir eliyle ellerimi tuttu, diğer eliyle de vizörüme vurup kapattı ve tasmalı köpeği gibi peşinden sürükleyerek devam etmemi sağladı.

"Gel canım benim, orası sana uygun değil."

"Ama bir baksaydım."

"Olmaz."

"Sadece göz atacağım Gökmen, söz."

"Bu tehlikeyi göze alamam canım benim, o yüzden hayır. Yürü."

"Bütün sinir sistemlerimi yıpratıyorsun." Gıcıklığına ceketimin önünü açtım ve cropumu görmesini sağladım.

Bir kere baktı, önüne döndü, sonra ne gördüğünü kavramış gibi tekrar baktı, gözleri hafiften irileşti. Hemen uzanıp fermuarı kapattı. Güldüm.

"Bugün güzel ve sakin bir gün olacak." Diye telkin etti kendini. Sinirlenmemeye çalışıyordu.

Sesli güldüm. "Çabamız o yönde." Deyip elini tuttum.

"Seninki pek o yönde değil."

Durup mankenin üzerindeki çift ceketlerini gösterdi. "Bunlar nasıl?" Biri yeşil öbürü siyah renkteydi ve üzerlerinde iki farklı desen vardı. Yeşil olan da siyah bir el vardı ve uzanıyordu, siyah ceket de ise yeşil; dallarının yarısı yapraksız olan bir ağaç vardı.

"Bir anlamı olduğuna eminim ama anlamını çözemedim." Dediğimde, Gökmen güldü.

"Ben de." Çalışanları bulmak için etrafa bakındı, yakında bir yerlerde bulmuş olacak ki, "bakar mısınız?" Diye seslendi. Gelen kıza ceketleri gösterip bedenlerimizi söyledi. Kabinlerle uğraşmamıza gerek kalmadan ceketlerimizi denedik, aynada yan yana durup baktık. Tam olmuştu ve desenler üzerimizde daha bir anlamlı duruyordu sanki.

"Çıkartmayalım bence." Dedi. "Güzel oldu, böyle gezelim bugün."

"Üstümüzdeki ceketleri ne yapacağız?"

"Zaten aldıklarımızı poşete koyacaklardı, bunlar yerine onları taşırız."

"Doğru."

"Ödemeyi yapalım, çıkalım."

Kasaya gittiğimizde Gökmen bana bırakmadan arka cebinden cüzdanını çıkarttı ve nakitle ödemeyi yaptı. Üstümüzden çıkarttıklarımızı poşete koyduk, Gökmen taşıyordu elbette. Mağazadan çıkınca çocuk gibi mutluydu çünkü istediğini yapmıştık. Ama bilezik istemiyordum, ben kesin kaybederdim onu. İnşallah unuturdu.

Artık insanlar sadece kaskla avm de gezdiğimiz için değil aynı zamanda çift kombinlerimiz yüzünden de bize bakıp duruyorlardı.

Önünden geçtiğimiz bir camın yansıması gözüme ilişti, ikimizi de durdurdum ve telefonumu çıkarttım. Çekeceğimi anlayınca Gökmen hemen yanıma geçip poz verdi, bir elini cebine attı, diğeri poşeti tutuyordu zaten. Ben de elimi cebime sokup diğer elimle telefonu kaldırıp yan tuttum ve fotoğrafımızı çektim.

Siyah pantolon, çift ceketi, sarı-siyah kasklarımızla çok cool bir fotoğraf olmuştu. Story atmak için hesabıma giriş yaptığımda parmaklarım kırgınlıkla duraksadı. Neyse ki Gökmen yüzümü göremiyordu. Yapmak istediğim şeyi yapamadan telefonu kapatıp cebime koydum.

Buraya gizlice gelmiştim, ailemin haberi yoktu ve eğer paylaşım yaparsam görürlerdi. Bu beni üzmüştü. Ben ailemden gizli bir şeyler yapmak istemiyordum, çünkü bana göre onların kızacağı şeyler yanlış şeylerdi ve yanlış şeyler yapan bir evlat olmak istemiyordum.

Gökmen'e hislerimi belli etmeden hızlıca toparlanmaya çalıştım. El ele avmyi turlamaya devam ettik. İnsanların bakışları ile dalga geçtik, neredeyse bütün mağazalara girdik; ben hiçbir şey alamadım ve sonunda acıktık. Yemek yemek için sahibi Türk olan bir yer seçtik.

"Ben iskender yiyeceğim." Dedim hemen, kaskı çıkartınca terden yüzüme yapışmış olan saçlarımı geriye tarayıp peçeteyle temizlendim.

Kaskını çıkartıp masada yanına koydu. Tek eliyle saçlarını önce geriye doğru taradı, sonra parmaklarını içlerine sokup karıştırdı ve doğal haliyle bıraktı. "Sen öyle deyince benim de canım çekti. Evet, iskender yiyelimmmm."

Güldüm. Hem çocuk gibi, hem de olgun bir adam olmayı nasıl beceriyordu bilmiyorum ama ben bu adama bayılıyordum. Onunla her şey yapabilirmişim gibi geliyordu, onunla her şey olabilirmişim, her şey kolayca çözülürmüş ve ben de güvendeymişim hissi veriyordu.

Ekranlardan bakıp ne içeceğimize de karar verince Gökmen siparişi vermek için kalktı. Onu beklerken etrafa göz gezdirdim. Derin bir nefes aldım bunu yaparken. Son birkaç günü olmamış gibi sayarak vakit geçirmek ne kadar da kolaydı. Evet kırgınlık hala hissediyordum ama eski umutsuzluk yoktu içimde. Her şey olmasa da bu durumu düzeltecektik, Gökmen bu kadar çabalarken ben geri duramazdım. Babam da eninde sonunda oturup dinleyecekti. Hak verecek ve yumuşayacaktı.

Belki baba olarak hala tetikte kalacaktı, Gökmen'e karşı mesafesini koruyacaktı ama düzelecekti. Umudum vardı.

Kocaman bedeni peşine yakışıklı suratıyla karşıma oturunca dudaklarım kıvrıldı. Gözlerime baktı ve çok çok heyecanlandım. Sanki daha önce hiç beraber normal sohbet etmemişiz gibi dilim ağzımın içinde dolandı, düşüncelerim sekteye uğradı.

Sonra aklıma ikimizin ortak noktası olan Çiçek geldi. O ağzını bir şey demek için açtığında ben de açtım ve aynı anda konuştuk.

"Çiçek'i ne-"

"Sınav sonuç-"

Bakıştık ve gülüştük.

"Önce sen." Dedi.

Başımı salladım, itiraz etmedim çünkü merak ediyordum. "Çiçek'i ne zaman aldın sanayiden?"

"Dün akşam senin yanına gelmeden önce aldım."

"Tamamen iyileşti mi?"

"Evet."

"Güzel. Bir gün üstüme zimmetlendiğinde hasar kaydının bulunmasını istemiyorum Gökmen."

Söylediğim şeyin 'mehir' olduğunu anlaması biraz sürdü, anladığındaysa kaşları çatıldı ve huysuz bir bakış attı bana. "Şu mesele."

Dudaklarımı birbirlerine bastırdım. "Hala alışamadın mı?" Diye sordum kaşlarımı kaldırıp indirirken, sırıtıyordum.

Arkasına yaslanıp kollarını bağladı. "Hayır, alışamadım."

Kahkaha attım. "Sorun değil sevgilim." Dedim sevecenlikle. "Alışmak için önünde uzunca bir zaman var."

Gözlerini devirirken başını da diğer yana çevirdi. "O da alışamadığım başka bir mesele."

"Hangisi?"

"Evlilik."

Anlayamadım. Konuşmaya devam etti.

"Eskiden de önümüzde engeller vardı ama şimdi iki kat imkansızlaşmış gibi." Gözlerime baktı. "Sanki artık evlenmemiz çok daha imkansız."

Gözlerine bakarak düşündüm. Haklıydı. Çıkardığım sonuç gözlerime yansıyınca bunu gördü ve mimikleri hüzünle şekillendi. Gözlerini eğip başını çevirdi yine. Kıyamam ama ben sana ya. Bu durumu benden çok kafaya taktığını görebiliyordum, geçmişinin geleceğimizi şekillendiriyor olması onu kızdırıyordu. Çaresizlik ise üzüyordu. Bu kadar çok kafaya takmaya devam ederse depresyona kadar yolu vardı bence.

"Bazı şeyler gerçekten zamana bırakılmalı Gökmen." Dediğimde bana yandan baktı. "Sen üzülünce durumumuz düzeliyor mu? Hayır. Sen üzülmeyince durumumuz düzeliyor mu? Yine hayır."

"İşte ben de o yüzden üzülerek durumumuzun boktanlığını yaşamayı tercih ediyorum."

Kendimi tutamayıp güldüm. Gözlerimi büyütüp kızmaya çalıştım. "Küfür yok!"

"Her neyse." Diye mırıldandı.

"Bence de her neyse." Diyerek öne uzandım, neşelensin istiyordum; onu böyle görmek beni üzüyordu. Bizim ilişkimizdeki neşe kaynağı oydu. Bu halini hiç beğenmemiştim. Elini tutup kendime çektim ve masanın üzerinde sıkıca tuttum. "Sen de bir şey diyecektin, ne diyecektin?"

Yutkundu, kendine çeki düzen vermek için iki üç saniye durdu. "Sınav sonuçların çıktı mı diye soracaktım? Ne zaman açıklanacak bilmiyorum gerçi de, oldu mu işte diye soracaktım."

"Bugün günlerden ne? Pazar. Pazar değil mi?"

"Yok, Cumartesi bugün."

"Cumartesi mi? O zaman sınava gireli daha 6 gün falan oldu. Kafadan 1 hafta işte. Sonuçların açıklanmasına 2-3 hafta daha var."

"Niye o kadar bekletiyorlar ki?"

"Çünkü sınava giren yüz binlerce öğrenci var. Hepsinin sonuçlarını kontrol etmek iki günde yapılacak iş değil."

Hak vererek kafasını salladı. "O da doğru." Dedi. "Zaman hiç geçmiyor ya. Bu hafta zaten hiç geçmedi orası ayrı ama sanki sen sınava gireli, düğün olalı aylar olmuş gibi."

"Böyle mi hissediyorsun?"

"Şu an böyle hissediyorum evet." Avmnin üst katını süzerken aklına bir şey gelmiş gibi gerildi, bana yandan bakarken alt dudağını içten kemiriyordu. Gözlerimi kıstım. Karşı tepki olarak dişlerini göstererek şirince sırıttı. Kaşlarım çatıldı. Elimi bırakmadan tamamen bana döndü ve öne doğru eğildi. "Sevgilim?" Dedi.

Noluyor? Hayırdır?

"Sevgilim?"

"Aysuna'm?"

"Gökmen'im?"

Onun sesi ne kadar sevecen çıkıyorsa benim ki de bir o kadar şüpheci çıkıyordu.

"Su'yum?"

"Başlayacağım sana da isim kiplerine de ha! Söyle ne derdin varsa!"

Boğazını temizledi. "Şimdi ben son birkaç gündür çok üzgündüm ya."

"Hıı."

"Çocuklar yanımdaydı, bana destek oldular falan."

"Eee?"

"Sonra biz hep beraber düşündük ki kafamızı dağıtmak için-"

"Siz erkekler bir araya gelip, düşünüp, plan yaptıysanız kesin o iş, hayırlı bir iş değildir ya da beni çok kızdıracak bir iştir."

Gözlerini kırpıştırdı şirinlikle.

Aldığım nefesle omuzlarım yükselip alçaldı, sinirle dudaklarımı ıslattım. "Söyle Gökmen, söyle." Dedim sabırlı olmaya çalıştığım esnada.

"Darp yok ama." Derken elimi bırakmaya çalıştı. Daha sıkı tuttum, o çekmeye ben tutmaya çalışınca fazladan sıktım, parmakları sıkıştı ve beyazladı. "Ah ah Aysuna acıyor." Eğilip büküldü karşımda.

"Söyle hemen." Dedim dişlerim arasından.

"Daha söylemeden gördüğüm muameleye bak. Söylemeyeceğim vazgeçtim."

"Söyle dedim."

"Cık."

"Söylemeyeceksen o zaman yapmayacaksın da!" Dedim dişlerim arasından.

Yutkunuşuyla adem elması belirgince hareket etti. "Kontrollü tepki vereceksin söz ver?"

Hanım hanımcık gülümsememi takındım. "Ay Gökmen abartma." Dedim. "Yani şuradan geçen biri duysa ilişkimizde seni her gün darp ediyorum sanır. Üzülürler haline." Elini biraz sıkmayı bıraktım, sıktığım yerleri okşayarak sevdim. "Söyle şimdi sevgilim, bak, sakinim. Söyle."

Gülümsememim sahte olduğunu çok iyi biliyordu. "Bu gülümsemenden çatık kaşlarından daha çok korkuyorum."

"Sana da iyilik yaramıyor be!" Diye çemkirdim.

Gülmemek için dudaklarını sıksa da gülümsüyordu. "Sana bu 3 günde neler olmuş ya? Ben eski Aysuna'yı istiyorum."

"Bu üç günde çok şeyler oldu Gökmen, çok! Çok tecrübeler, çok hisler edindim. Şimdi hemen bana o kas kafalı arkadaşlarınla yaptığın beyin fırtınalarını anlat."

"Kafamızı dağıtmak için Trabzon tatiline gidelim diye düşündük."

Gözlerim donuklaştı, Gökmen'in elini tamamen bırakıp arkama yaslandım. Beklediği tepki bu değilmiş gibi şaşırdı. Kollarımı göğsümde bağladım. "Demek o Atakan kuması zayıf anından faydalandı, öyle mi?"

"Ne? Ne zayıf anı, ne faydalanması Aysuna?"

Yemeklerimizin hazır olduğunu bildiren erkek sesiyle Gökmen o tarafa baktı. Sonra bana bakıp isteksizce kalktı ve tabaklarımızı almaya gitti.

Gözlerimi kısıp masaya diktim. O Atakan kuması zaten çok öncelerden takmıştı kafayı Trabzon tatiline, ama Gökmen'i ayartmanın yolunu bulamıyordu, dertleştikleri akşamlardan birinde de Gökmen'imin zayıflığından faydalanıp tatilin ona iyi geleceğini empoze etmiş olmalıydı. Evet evet, olan buydu. Erkek erkeğe gitmelerini istemediğim için, sırf bana inat ayarlamıştı bunu. Gökmen'i alıp tatile giderken gözlerimin içine bakacak ve zevkten dört köşe olacaktı. Ama hayır! Ben buna izin verir miyim? Asla!

Gökmen yemeklerimizi masaya bırakıp, iskender kokusu burnuma doluşunca kendime geldim. Karnım guruldadı. "O tatile kesinlikle gidilmeyecek Gökmen." Diye parladım.

Elinde çatalı kala kaldı. "Ama neden?" Diye sordu 'e'yi uzatarak.

"Burada mızıkçı benmişim gibi bakma bana. Bütün haftayı ağlayarak, harap olmuş biçimde geçiren benim ve ödül olarak neden sen arkadaşlarınla tatile gidiyormuşsun?" Cevap vermesine fırsat vermeden tekrar uzunca konuştum. "Hem de kendini babama affettirmen gereken bu dönemde sen nasıl tatil planları yaparsın aklım almıyor, şaşıyorum sana vallahi." Kaşlarımı ona inanamıyormuş gibi kaldırırken çatalıma uzandım, yemeğime döndüm.

Elinde olan çatalını tabağının köşesine bıraktı. "İştahım kaçtı."

"Ay bir de bana trip at." Deyip histerik biçimde güldüm. "İyi, ben haksızım. Haksız olduğumu söyle ve arkana bakmadan tatile git o zaman."

Sinirlendiğini hissettim. Normalde küskünlükle tepki verirdi, tatlı tepkilerine alışıktım ama şimdi sinirlenmişti. Gözlerime bakmaya devam ederken nefes alıp verdi ve bakışlarını çekti. Bir anda benim de iştahım kaçtı. Ucu iskender sosuna bulanmış olan çatalımı peçetenin üstüne bıraktım.

Onun gibi arkama yaslandım ve sessizliğine ayak uydurdum. Sırf kıskançlıktan tatile gitmesini istemiyor olabilirdim fakat söylediklerimde de haksız değildim. Sorumlarımız vardı, çözmek yerine kafa dağıtmak için tatile mi gidecekti gerçekten de? Daha yeni barışmıştık. Yıpranmış olan ilişkimizi onarmak yerine gidecek miydi? Bugün gülümsüyorum diye bütün haftayı unuttuğumu falan sanmıştı herhalde.

Dişlerimi sıktım, düşündükçe sinirleniyordum çünkü kendimi dolduruyordum. Düşünmemeye çalıştım. Sakin olmalıydım. Yaşadıklarımızdan sonra gergin olmam normaldi ama eski ben olsam ne yapardı?

Eski ben artık yoktu.

Ama olsa ne yapardı çünkü şu anda yıkılmış köprümüzü onarmak adına Gökmen'le yeni bir başlangıç yapıyorduk. Tekrar yıkmak için buluşmamıştık. Sakince ve olgunlukla durup düşündüm.

Belki-

"Sen sana anlattıklarıma üzüldün ve kendi içinde yıprandın ama ben bunların tümünü yaşadım Aysuna." Aynı anda birbirimize baktık. "İkinci şansı vermeyeceksin, beni kabul etmeyeceksin diye ne kadar korktuğumdan haberin yok senin. Babandan bulduğum baba sevgisini kaybetmiş olmanın ağırlığı altında eziliyorum, Kübra teyzenin bana hala merhametle yaklaşıyor olmasının beni mutlu etmesi bile kalbimi kırıyor çünkü muhtaç hissediyorum. O ilgiye muhtacım. Hislerimi bilmiyorsun, ben de göstermiyorum diye olmadıkları anlamına gelmez." Her sözünde daha çok afalladım. "Benim kafamın içindeki karmaşıklıktan haberdar değilsin, bu senin suçun değil çünkü anlatmıyorum, anlatamıyorum, düşünürken, yaşarken öyle değil belki ama her dışa vuracağım anda ne kadar çocukça olduklarını fark edip utanıyorum."

Sustuğunda gözlerini sabit tuttu. Gayet sakin ve tane tane konuşmuştu ama bir anda konuşmaya başlayıp, içini dökünce şaşırmıştım. Gözlerindeki bakıştan dolayı rahatsız hissettim. Bir şeyler söyleme ihtiyacıyla yanıp tutuştum ve kalbimden geçen ilk şey aklıma varıp dilimden döküldü.

"Çocuk gibi olman benim için hiçbir zaman sorun olmadı." Dedim. Yutkundu, sanki ağlamamak için kendini sıkıyordu. "Aksine bunu masum buluyorum ve çoğu zaman senin olgunluğun bizi bir arada tutuyor. Yani hayır utanma, ben senin her şeyini seviyorum Gökmen, sorun değil."

Başını eğip gözlerini kaçırdığında yerimden kalktım, sandalyemle birlikte yanına geçtim. Oturup başını kendime çektim, sarıldım. Göğsüme sığındı. İnsanların varlığını umursamadan sevdiğim adama sarıldım.

"Bu kadar sevilmeyi hak ediyor muyum? Bu sevgiyi hak ediyor muyum?" Diye sordu sessizce, sarıldığım için boğuk da çıkmıştı.

"Hak etmesen bulamazdın." Dedim. "En çok sen hak ediyorsun." Deyip daha sıkı sarıldım. "Benim Gökmen'im hak ediyor."

Bir santim bile uzaklaşmadan başını kaldırdı, yavru köpek gibi baktı bana. "O zaman tatile gidebilir miyim?"

Sert tavrım geri döndü. "Hayır!"

"Of Aysuna ya, ama ya." Diye mızıldanıp başını tekrar eğdi ve sığındı. Yüz hatlarım memnuniyetle yumuşarken sarılmama kaldığım yerden devam ettim. Yüzünü kendime bastırdığım için sesi varla yok arası gelse de hala karı gibi söylenmeye devam ediyordu. Arkadaşlarıyla maç oynamaya çıkmak isteyen erkek çocukları gibiydi. Keyifle gülümseyip istifimi bozmadım.

Lakin burnuma tekrar dolmaya başlayan iskender kokusu yüzünden dikkatim dağılıyordu. Sol kolumla sarılmaya devam ederken sağ kolumu çözdüm. Gökmen'in çatalına uzanıp ete doladım, ekmeğe de batırıp Gökmen'in üstünden geçirdim. Ağzıma attım.

Allah'ımmm!

Tadı o kadar güzeldi ki!

Tarifi yok!

Mükemmelliğini anlatacak bir kelime yok. Cümle de yok. Belki birkaç sayfalık destan yazısıyla anlatabilirdim. Ama haşa, ben değil, bunu anca bir şair ya da yazar anlatabilirdi. O kadar muntazam bir yemekti. İskenderi kim bulduysa Allah ondan razı olsun. Allah ne muradı varsa versin. Amin.

"Aysuna ne yapıyorsun?" Gökmen sorarak uzaklaştı benden. Ağzımın kenarlarına bulaşmış sosu görünce ağzı şaşkınlıkla aralandı. "Ben dertlenip tasalanırken sen iskender mi yiyorsun?

Elimle ağzımı sper edip çiğnemekten minicik olmuş lokmamı yuttum. "Sevgilim açıklayabilirim-"

"Hem de benim çatalımla benim iskenderimi yiyorsun." Elimden çatalı çekip aldı. "Yüzsüzlükte seviye atladın bildiğin. Geç karşıya." Dediğini yapıp sandalyemle yerime transfer oldum.

Çatallarımızı değiştirip benim tabağımdan bir parça et aldı. "O tatile de gideceğim." Diye mırıldandığında tek kaşım havalandı.

"Sorry canım, duyamadım?" Diye sorduğumda benden tarafa bakmadan lokmasını çiğnemeye devam etti.

"Yok bir şey." Diye geveledi ağzının içinde.

"Ben de öyle düşünmüştüm." Keyifle yemeğimi yemeye döndüm. Her bir lokması ağzımda dağılıp tadıyla beni mest ediyordu. İskender aşkına, bayılmak üzereydim. Gözlerimi kapatıp lokmamı çiğnerken başımı sağa sola mutlulukla salladım.

Yeni bir çatal almak için gözlerimi açtığımda Gökmen'i dirseğini masaya dayamış, yanağını avucuna koymuş geviş getirirken beni seyrettiğini gördüm.

Utanarak gülümsedim. "Ne?" Başımı tabağıma eğdim, etle ekmeği bir arada alıp yoğur da bandırdım.

"Çok güzelsin."

Bunu bana kaç kere söylemişti bilmiyordum ama her seferi aynı etkiyi bırakıyordu. Çünkü biliyordum ki o da aynı etkiyle söylüyordu, içinden gelerek söylüyordu. İltifat etmek için değil, gerçekten beni güzel bulduğu için söylüyordu.

Yemek yemeyi bırakıp bana daldığını görünce uzanıp tabağındaki etlere çatalımı batırdım. "Aç ağzını." Gözlerini benden ayırmadan açtı, geri çekerken çatala dudaklarını sürterek eti sıyırdı. O dudakların tadını biliyordum, iğrenç bir hareket olması gerekiyordu ama etkilenmiştim.

Çatalımı geri alıp boş bir şekilde ağzıma götürdüm. Dudaklarıma aynı şekilde sürterek dışarı çektim ve gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Gökmen nefes bile almadan seyrediyordu. Çatalı dudaklarımdan ağırca ayırıp ete batırdım ve masumca yemek yemeye devam ettim.

"I-ıhh, hımm. Çok lezzetli." Dedim.

Gökmen iki saniye daha masum tuttuğum gözlerime bakıp hızla yanağını avucundan ayırdı, "uff." Larken göğsünü gererek etrafa bakındı.

Kahkaha attım.

Erkekleri etkilemek çok kolaydı. Kahretsin. Utanıyordum ama hoşuma da gitmişti.

Loading...
0%