Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@dangerous_hatun

İskenderlerimizi yedikten sonra kasklarımızı takıp gezmeye devam ettik. Ben bu aktiviteye bayılmıştım, kasklarımız olayı garipleştirse de kimsenin mimiklerimizi göremiyor olması havalı geliyordu. Dolaşırken sütlü dondurma gözüme çarptı ve Gökmen'i annesini çekiştiren çocuklar gibi çekiştirdim. Etrafta olan bakışları bana döndü, ne var? Der gibi baktı.

"Dondurma alalım." Dedim. "Yemekten sonra dondurma yenir sonuçta, Türk adetidir."

"O Ramazan da olmuyor muydu?"

"Lütfen."

Onu ikna etme çabasına girmeden de her istediğimi yaptıracağımı ama ille de bunu yaptığımı çünkü ona nazlanmayı sevdiğimi bildiği için gözlerime bakarak gülümsedi. Gözlerinin içi parlıyordu, dolunayı orada saklıyordu sanki. "Alalım tabii," derken dondurmacıya döndü. "Adetlerimizi es geçemeyiz."

Elimden tutarak önden giderken peşinden zıplayarak takip ettim. Sıraya girdik. "Neyli yiyeceksin?"

"Çilekli."

Gözlerim baydı. "Farklı bir şey dene."

"Sahip olduklarımı seviyorum onlar bana yetiyor. Yeni şeylere ihtiyacım yok."

"Allah Allah." Derken sırıttım.

"Tut da sal-" Önümüzdekiler gidip sıra bize gelince elimi hızla kaska bastırdım sanki ağzını kapatabilecekmiş gibi, neyse ki psikoloji diye bir şey vardı. Yüce Rabbime şükürler olsun. Gökmen ani hareketimle ağızını kapatmışım gibi hızla sustu.

"Terbiyesiz." Deyip siparişlerimizi bekleyen kıza döndüm. "Merhaba."

"Merhaba. Hoş geldiniz. Ne alırsınız?"

"Ben çikolata parçacıklı istiyorum."

"Kreması olsun mu?"

"Hayır olmasın."

"Tamamdır. Sizin?" Diye sordu Gökmen'e.

"Çilekli benim ki."

"Sos?"

"Olmasın."

"Tamamdır." Harflere baskı yaparken ekrana siparişlerimizi yazdı. Fişi verip gitti. Gökmen fişi ciddiyetle incelerken ben de etrafa bakındım. Avmnin içi rengarenk ve çok sesliydi. Yan yana mağazaların görüntüleri hoşuma gidiyordu.

"Gökmen?"

"Su'yum?" Diye sordu kalın, dolgun bir sesle. Başımı çevirince hala fişe baktığını gördüm. Hatta şimdi iki eliyle tutuyordu.

"Neye bakıyorsun o fişte o kadar detaylı?"

"Hiiç."

Fişe baktım ama merak edilecek hiçbir şey yoktu. Onun gibi düşünüp anlamak isterdim ama sonra erkek aklına düşmek istemeyeceğim geldi aklıma. Ay iyi ki kızım var ya!

"Kitapçıya girelim mi sonra?"

Fişi bırakıp bana baktı. "Niye? Bir şey mi alacaksın? İhtiyacın mı var?" Diye sordu yavaşça.

"Kitap bakarız. Kitap okumayı seviyor musun?"

Burnunu kırıştırdı. "Pek değil."

"Bir deneyelim belki seversin." Koluna sarılıp sırnaştım. "Kitap okuyan erkekleri severim."

Gözlerime bakıp yüzünü aşağıya, bana doğru eğdi. "Ben de sarı minilerini sadece bana giyen Aysuna'mı severim ama işte her istediğimiz olmuyor sevgilim."

Bir, bu cümle fesattı. İki, elbiselerime yapılmış sözlü bir savaştı. Ve üç, "sarı minilerimi giyeceksem bile artık o şansını kaybettin." Dedim.

Önüme döndüğümde hala mal mal bana bakıyordu, e tabii, anlaması biraz uzun sürdü. Aydınlığa eriştiğindeyse kız siparişlerimizi getirmişti. "Sarı mini elbiselerin mi var?" Diye coşkuyla, hatta biraz da seslice sorunca telaşla etrafımıza bakındım. İnsanlar -zaten kasktan dolayı tuhaf buluyorlardı- garip garip bize bakıyorlardı.

Kız bile iki elinde olan dondurmalarımızı bize uzatmış hafif irileşmiş gözleriyle gözlerime bakıyordu.

Hızla uzanıp dondurmaları aldım. "Artık yok dedim ya." Gökmen'e çemkirip kaçtım oradan. Parayı ödeyip peşimden koşarak yetişip kolunu omzuma attı, koşarken kaskını çıkartmıştı. Çilekli dondurması hala benim elimde olduğu için başını eğip dondurmasının koca bir kısmını ısırıp ağzına aldı.

"Çüş! Hazır başlamışken elimi de al ağzına."

Başını geriye atıp kahkaha attı. "Bazen gerçekten 20 yaşında olduğunu unutuyorum." Kaskımı çıkartıp kulağıma doğru eğildi. "Bazı sözler vardır sevgilim, gittikleri tek yön o yöndür."

Saflığım tuttu. Başımı çevirip, "hangi yön?" Diye sordum.

Gözlerime bakıp aşağı doğru kaydı, gözlerini takip edip başımı eğdim. Gördüğüm tek şey dondurmalardı. "Niye bazı sözlerin gittiği tek yön dondurmalar? Anlamadım."

Gökmen öyle bir güldü ki, sesini bastırmak için kolunu omzumdan çekip yürüyen merdivenlerin yanına konmuş olan çiçeğin dibine diz çökmek ve eliyle ağzını kapatmak zorunda kaldı. Gülmesini durduramıyordu.

"Gökmen bizi avmden atacaklar. İyi misin? Kendini insan gibi hissediyor musun aşkım?"

Eğdiği başını kaldırıp arkasını döndü ve yere oturdu. 32 diş gülümsüyordu. Gözlerime baktı. "Çok alem bir şeysin ya."

"Noldu ya?"

"Kast ettiğim şey dondurma değildi."

Dudaklarım belli belirsiz büzüldü. Çikolatalı dondurmamı çilekliye bandırıp yaladım. "Neydi o zaman?" Diye sordum saf bir edayla.

Gözündeki yaşı silip ayağa kalktı. "Yok bir şey sevgilim, hadi gel kitapçıya gidelim. Söz sana 'Ali topa vur' kitabı alacağım."

"Niye ona ihtiyacım olsun ki? Ben üniversiteye gidiyorum." Kendimce havamı atıyordum ama Gökmen bana göstermemeye çalışarak sırıtıyordu. Kaçırdığım bir şey vardı ve bundan acayip zevk alıyordu.

Hadi hayırlısı!

Kitapçıya girmeden önce dondurmalarımızı bitirdik. İçeride biraz gezip kitap yerine beraber oynayabilmek için oyunlar aldık. Kasa sırası beklerken ben oyunlar ve onları birlikte oynayacağımız için heyecanlıyken Gökmen saçımı çekerek beni gıcık etme derdindeydi. Elini ittiriyordum, o geri geliyordu. "Rahat dur!" Dedim.

"Durmazsam ne olur anneciğim?"

"Popona şaplağı yersin!"

Gülmemek için dudaklarını sıkınca osurur gibi sesler çıkarttı. İnsanlar bize bakıyor mu diye göz gezdirdiğimde birkaç kişinin bize baktığını gördüm. "Genç kızların dikkatini çekiyorsun Gökmen, sessiz ol."

"Tamam anne." Sıra bize geldiğinde Gökmen kartını çıkarıp verdi.

Adam kartı çekip ret yiyince Gökmen şaşırdı. "Olmadı mı abi?"

"Kart çekmiyor."

Cüzdanından başka bir kart çıkarttı. "Bunu dene abi." Adam denedi ama yine olmayınca Gökmen kaşlarını çattı. "Ne yaptı, Çınar beni ortaklıktan mı çıkarttı? Kafe iflas mı etti? Fakir mi kaldım ne oldu ya?"

"Nakit ödeyelim." Dedim cebimdeki üç kuruş paraya el atarken, babamla küs olduğumuzdan beri pek zengin sayılmazdım. Annemden de istemek aklıma gelmemişti. Bir ton soru sorardı bir de üstüne.

"Nakit yok üstümde." Dedi.

"Ben de var."

Ters bir bakış attı. "Hala üstümde nakit yok Aysuna."

Bana ödettirmeyecekti güya, sek erkek! Dudağımı kıvırıp kollarımı göğsümde bağladım. "İyi ne halt yersen ye... Para harcamanın meraklısı değilim hoş."

Üçüncü kartı da çıkartıp verdi, Maşallah kartları da hiç bitmiyordu. Kart aktifti ve ödemeyi de bu sefer yapabilmişti, ah keşke yapamasaydı. Kasa da öylece kala kalsaydı. Ne de güzel olurdu.

Oyunları koydukları poşeti alıp bana döndü. Diğer elinde de kask olduğu için elimi tutmak yerine kolunu omzuma atıp göğsüne çekti. En üst kat olan oyun merkezlerinin yanından geçerken aklıma nereden düştüyse düştü ve kendimi sorarken buldum.

"Hapishane nasıl bir yer?" Başımı kaldırıp yüzüne baktım.

Duraksar ya da en azından kötü hissettiğine dair bir mimik sergiler sanmıştım ama gayet rahattı. "Biraz filmlerdekine benziyor." Yanımızdan geçen iki çiftten biri bana çarpmak üzereyken Gökmen daha çok kendine çekip kurtulmamı sağladı. Ve asıl havalı olan bence bunu günlük işiymiş gibi yapması ve konuşmayı kesmemiş olmasıydı. Her hareketine düşüyorum be adam! "İşlerimizi kendimiz yapıyorduk, çamaşırdı, bulaşıktı. Kendimi yatılı okulda gibi hissetmiştim."

"Pek iyi yanı olduğunu sanmıyorum ama kötü yanları neydi?"

"Kim olduğumu bilenler vardı." Deyip başını eğdi ve gözlerime baktı. "Zengin bebesi olduğum için birkaç kere dayak bile yemiştim."

"Hii!" Diyerek başımı geriye çektim, "dayak mı?"

"Evet."

"Şu tatlı, masum, güzel suratına nasıl vurdular aşkım ya?"

"İnan ki sordum ama söylemediler."

Yanağını ittirerek gözlerimi devirdiğimde güldü. "Olur da bir gün abinle tanışırsam bana hatırlat, ona okkalı bir tokat atacağım."

Suratı düştü. "Tanışmanızı istemiyorum." Dedi. "Tokat kısmı için can atsam da tanışmanızı istemiyorum ve olmaması içinde elimden geleni yapacağım."

Hapishaneyi değil de bunu söylemem daha çok sinirine gitmişti, kafasına takmıştı. Tamam Ataberk hak ediyordu ama hapishane benim için daha büyük bir olaydı. Gökmen'in ne düşündüğünü bilemezdim lakin biraz düşününce hapisten çok abisine kızma sebebini anlıyordum. Gökmen fiziksel şeylere değil, duygusal ve zihinsel şeylere önem veriyor ve daha çok takıyordu. Sebebi buydu.

"Hapishaneden bir olay anlat o zaman bana." Dedim konuyu değiştirmek için.

Hızlıca ruh halime ayak uydurdu. "Ne anlatayım? Ve neden bunu konuşuyoruz ki? Başka sohbet konusu mu kalmadı Aysuna?"

"Merak ediyorum." Diye yalvardım.

"İyi tamam." Deyip biraz düşündü ve anlatmaya koyuldu. "Hapishane adaleti diye bir şey vardı mesela."

"Nedir o?"

"Benim çıkmama yakın tecavüz suçundan içeri giren bir adam vardı. Geldiği akşam koğuşta kimse onu hoşbeş etmedi, hatta suratına bile bakmadılar. Benim yanımda yatan bir abi vardı, kızına zarar veren birini öldürdüğü için 20 yıl ceza yemişti. Sessiz sakin biriydi ama yastığının altında küçük bir çakı saklardı. Ben de yanlışlıkla görmüştüm. Tecavüzcü geldiğinde ona bir tek ve en çok o abi bakmıştı. O gece uyurken tıkırtılara uyandım." Bulduğumuz boş bir masaya oturunca yan dönüp gözlerimi diktim, nefesimi tutuyordum dinlerken. "Herkes mışıl mışıl uyuyordu ama yanımdaki abi yoktu. İnsanın içine kötü bir his doğar ya, bana da o oldu işte. Karanlıkta koğuşun içine bakınırken kapının açık olduğunu gördüm. Sessizce gidip hole baktım, oranın ışıkları yanıyordu. Her yer kandı Aysuna."

Zaten nefes almıyordum ama son söylediği ile nefesimi içeri çekip göğsüm şişkinken kaldım. Gözlerim hafif genişlemişti. Gökmen gözlerimin ta içine baktı.

"Tecavüzcü yerde yatıyordu, ölmüştü. O abi öldürmüş onu. Başında dikiliyordu seri katil gibi, görünce o kadar korkmuştum ki hiç unutmuyorum."

Ben olsam her akşam kabuslarıma girerdi. Gökmen nasıl uyuyordu acaba? "Sonra ne oldu, seni gördü mü?"

"Görmeden hemen içeri geçtim. Ertesi sabah hepimizi topladılar, gardiyanlar bunu kimin yaptığını sorarken arkalarında ceset torbalanıp götürülüyordu."

Gökmen bunları yaşadığında benim yaşlarımdaydı, hatta belki biraz da küçüktü. Düşündükçe aklımı delirecek gibi oluyordum, ben daha bizim sokak da yürürken önüme büyük köpek çıkınca köşeye geçip saatlerce köpeğin gitmesini bekliyorum. Gökmen'se o yaşlar da bunları yaşamış, görmüş, duymuş, tam içinde bulunarak korkmuş, belki de korkudan titremişti.

"Gardiyanlar kimin yaptığını sorsa da söylemedim." Dediğinde gözlerimin önündeki dalgınlık bulutu kalktı. Ana döndüm.

"Neden söylemedin?"

"Korkmuş olsam da yaptığı doğru gelmişti. Tecavüzcülere yapılması gereken bu, acılı bir ölüm."

Katılıyordum ama o anı ben yaşasam farklı olabilirdi.

"Zaten orada amaç formalite." Dediğinde, başımı yana eğerek kaşlarımı çattım.

"Ne için formalite?"

"İçeride işler farklı yürür güzelim. Gardiyanların o soruları sormalarının tek amacı gösteriş, yoksa umurlarında değil. Hatta belki de onlardan bazıları düzenledi o akşam ki cinayeti."

Gözlerim hafifçe irileşti. "Nereden biliyorsun?"

"Koğuş kapısının anahtarı gardiyanlar da olur çünkü. Kim gecenin bir yarısı açtı o kapıyı abiye?"

Aydınlanma yaşarken gözlerim ve ağzım aynı anda açıldı. "Bilerek yapıldı." Başını sallayarak onayladı beni. Elim ağzıma gitti. "Tuzak kurdular ona. Oha! Çok iyi. İçeride gerçekten bunlar oluyor mu?"

"Ben bir tane şahit oldum ama olsa bile dışarı sızdırılmıyor. Öyle tek tük haber yapılıyor."

"Bence yapılsın, insanların içlerinin yağları erir."

"O adamın tecavüz ettiği kıza ve ailesine haber verdiler diye duymuştum. Onların içlerinin yağları erimiştir, bu yeterli."

Yumruk olan ellerimi göğsüme çekip Gökmen'e sığındım, hiç sorgulamadan kolunu omzuma attı. "Çok korkutucu bir şey." Dedim empati kurarak, elimde olmadan bacaklarımı sıkmış, birbirlerine yapıştırmıştım. Yutkundum.

"Öyle." Derken kolumu sıvazlıyordu. "Sen sakın bensiz akşamları dışarı çıkma tamam mı? Gündüzleri de hep kalabalık yerlerden git gideceğin yerlere."

"Tamam." Asla itiraz etmeyeceğim bir emir vermişti.

Biraz öyle oturup gelen geçeni seyrettik, ben hala anlattıklarını düşünüyor, sindirmeye çalışıyordum. Hayatım o kadar toz pembeydi ki Gökmen'in yaşadıkları bana aksiyon dizisinin bir bölümü gibi geliyordu. Çevremde olmadığı için imkansız geliyordu küçük aklıma lakin hepsi gerçekti ve hatta Dünya da sık sık olan olaylardı.

15-17 dakika kadar sonra kafamı dağıtmak için başka şeyler düşüneyim derken alışveriş aşkı geldi bir anda içime. Aniden kalkıp ürken Gökmen'i de kaldırdım ve elinden tutarak aşağı kata götürdüm. Soru sorup durdu ama cevap vermedim, avmnin ikinci katına gelince de zaten ne olduğunu anlamıştı. Kasklarımızı takıp öyle devam ettik.

Geçtiğim her mağazanın kapısı altın varaklıymış gibi parlıyor ve gözüme çarpıyordu. Alışveriş yapma DNA'm sırtımı kaşıyordu bildiğin.

"Gökmen şuraya girelim mi?"

Daha giriş camlardaki mankenlerin üzerinde olan elbiseleri gördüğü gibi vazgeçiyordu. "Cık, beğenmedim."

Somurttum. Koskoca avmyi fethetmiştik ama aldığımız tek şey üstümüzdekilerdi. Yeni bir tane mağazanın önünden geçerken içeri girmek için atak yaptım, Gökmen elimden tutarak engel olmaya çalışınca uzak bir noktayı gösterip, "Gökmen aa bak babamla annem." Dedim.

Korkudan baykuş gibi başını uzattı ve her yere baktı. "Hani hani, nerede nerede, ben niye göremiyorum?"

Onun o şapşal halinden yararlanıp elimi kurtardım, koşarak mağazaya girdim. Gökmen çok geç olduğunda oyunumu fark edip arkamdan mızıldandı. Güldüm. "Gel hadi."

"Hain."

Şarkı mırıldanarak gözüme kestirdiğim güzel olan her şeyin bedenini bulup koluma attım. Ben alıyordum, Gökmen kolumdan alıp geri koymaya çalışıyordu ama o koydukça ben daha çok alıyordum.

"Dünyayı sen ve elbiselerin kurtarmayacak Aysuna, abartma."

"Umarım biz kurtarmayız sevgilim." Diye tiye aldım ve kabinlere yöneldim. Boş olana girip üstümü çıkarttım. İlk elime geleni deneyip kabinden çıktığımda Gökmen bayılır gibi hemen arkasında kalan oturağa düştü. Kaskım da kabinde olduğu için çatılan kaşlarım meydandaydı. "Hiç oyuncu olmayı düşündün mü?"

Eli kalbine gitti, açık vizöründen bana yalvaran bakışlar atıyordu. "Seri katillerin çok kazandığını biliyorum ama lütfen canımı bağışla. Uzun bir yaşam istiyorum."

Nazlı nazlı omuzlarımı silkip aynaya döndüm. Beyaz elbisenin üzerinde yeşil ve ela renklerinde lale çiçekleri vardı, sıfır koldu ve baldırlarımın yarısına geliyordu. Sallanınca dipleri havalandı.

Gökmen, "tansiyonlarım." Diyerek yanıma uçtu ve etek diplerimi indirip bacaklarımı sakladı. Başımı eğip baktım ve kıkırdadım.

"Üf aman tamam, çekil be." Omzundan hafifçe itip kabinlere geri döndüm.

Diğer elbisem kottu, arkasındaki fermuarı çekmek için kabin başında bekleyen çalışanı çağırdım, Gökmen'i bayanlar kısmına sokamayacağım için çarem oydu. Gelip fermuarımı çekince teşekkür ettim. Gökmen'in yanına çıkınca elbiseyi süzdü, gözlerime baktı ve baygın bakışlarını vizörünü kapatarak görmemi engelledi.

Bu hallerinin çok tatlı olduğundan haberi var mıydı acaba? Gülümsedim, ben onu göremesem de o beni görüyordu çünkü. Ellerimi belime koydum, bel kıvrımımı belirginleştiriyordu kot. "Bu nasıl aşkım?"

"Bir önceki gibi aşkım!" Diye baskılandı. "Berbat."

Çalışan kızın yüzündeki beni süzerken oluşan gülümseme şaşkınlıkla kayboldu. "Karışmak gibi olmasın ama bence çok yakıştı."

Vizörü açtı. "Yakışan tam olarak ne? Ortada elbise yok ki." Dedi huysuzca, gözlerimi devirip aynaya döndüm. Konuşsun dursun, sonuçta almamı engelleyemezdi.

Kız münakaşaya girmeden sustu.

"Odunluk yapma." Dedim.

Kalkıp yanıma geldi, dibimde durdu. "Bizi mağara insanlarından ayıran çizgi ne biliyor musun Aysuna? Çıplak derilerimizin görülme oranının azalması."

Başımı geriye atarak güldüm. "Benzetmene bayıldım."

"Benzetme yapmıyordum, medeniyeti açıklamaya çalışıyordum."

Çalışan kız aynada benimle göz göze geldi. "Sevgilinizin karın ağrısı başkaymış." Dedi.

Genişçe gülümsedim. "Elbiseyle bir derdi yok."

"Hayır elbiseyle bir derdim var. Hatta bunu tasarlayan ve satanla da derdim var."

Başımı kaldırıp bana doğru eğdiği gözlerine baktım. Alnına yapışmış saçlarının dipleri, gözleri ve burnu gözüküyordu, küçük suratını yesinler senin. "Eve gidelim oyacağım o zeytin gözlerini senin."

Gözlerini kırpıştırarak geri çekildi, gözlerini oyduğumu hayal etmişti sanırım. Küserek vizörünü kapatıp göz bağımızı kopardı, sonra kollarını kelebek yapıp arkasını döndü. Küçük adımlarla mağazanın içinde amaçsızca gezmeye gidince aynaya geri döndüm. Elbise çok hoştu gerçekten de ama almayacaktım. Sadece güzeldi.

"Biraz kısıtlayıcı." Dedi kız.

"Kıskanç." Diye düzelttim. Kısıtlayıcı olsa bu elbiseyi şimdi bile giydirmez, alıp almama hakkını bana bırakmazdı.

Kızın yüzü aksini bağırsa da tartışmaya girmedim... Birkaç tane daha denedikten sonra beğenmeyerek mağazadan çıktım. Gökmen elimi tuttu. Gezmeye devam ettik, elimi mengene gibi sarıp mağazalara girmeme engel oluyordu.

Kötü kötü baktım. Umursamadı. Aksine neşeyle, "hadi gel tatlı yiyelim sevgilim." Dedi ve ceylan gibi sekerek ilerlemeye, beni de peşinde sürüklemeye başladı. Gören de sanacak 27 yaşında koca, iş sahibi adam!

Sıraya girdik, tatlıların sergilendiği duvar menüsüne bakarken, "anneme alışveriş yapacağım dedim Gökmen. Hiçbir şey almadan geri dönersem şüphelenir." Dedim.

"Bu kaçamaklık sinirlerimi bozuyor." Diye mırıldandı.

"Eskiden de gözlerine sokmuyorduk."

"O başka bu başka. O zamanlar eğlenceliydi."

Doğru söylüyordu, o zamanlar eğlenceliydi, mutluyduk. Allah'ım nolur babamla Gökmen'i birleştirecek bir şey olsun. Kim ve ne olacağı önemli değil, bir şey vesile olsun artık. Aa bir dakika.

"Haftaya Ramazan." Dedim.

Gökmen de bunu şimdi hatırlamış olmalıydı. "Oha, evet öyle."

"Belki Ramazan yüzü suyu hürmetine babam oturup dinler seni."

Gülmeye başladı, bu kadar komiğine gideceğini düşünmemiştim ama keyifle gülüyordu. Ellerini açıp sürebildiği kadarıyla yüzüne sürdü. "Amin." Dedi sonra.

"Ama," dedim. "Babam seni dinleyip hak verse bile affetmesi için başka bir şey yapmalıyız." Tatlı sırası bize geldiğinde ilk önce ben söyledim. Gökmen'in aklına bir şey gelmiş ama hiç hoşlanmamış olacak ki titreyip başını iki yana salladı. "Kızını ikna etmek için bu kadar uğraşmadım." Diye mırıldandı.

"Ne dedin sen?" Deyip başımı tamamen ona çevirdim.

Hızla toparlamaya çalıştı, tatlı siparişini almak için bekleyen kıza, "ben tatlı olarak bu hanımefendiyi alabilir miyim?" Diye sorarak beni gösterdi. Kız kıkırdadı ve, "maalesef, hanımefendiyi henüz menümüze eklemedik." Diye Gökmen'e ayak uydurdu. Gülümseyip genç kıza baktım ve o da bana gülümsedi. "Bu üzdü işte... O zaman ben magnolia alayım."

Kız siparişleri ekrana girdikten sonra Gökmen ödemeyi yaptı, tatlıları getirmek için gittiğinde Gökmen'in koluna iki elimle asıldım. "Doğruyu söyle, ne dedin az önce?"

Tırsarak başını geriye çekti. "Hiç hiç hiç hiç."

"Dedin dedin."

"Demedim demedim demedim ya." Kolunu silkeledi. "Tembel hayvan gibi yapıştın, bırak."

"Yalan söyleme."

Tatlılarımız gelince benden kurtulup aldı ve kaçarak masalardan birine gitti. Kasklarımızı çıkarıp soluklandık. Oturduğumuzda bakışlarımı yok saydı ve, "tatlı yedikten sonra seni bir yere götüreyim mi?" Diye sordu.

"Nereye?"

"Bir sürü yakışıklı yüzlerin olduğu bir yere."

Şaşırdım, "yapmazsın sen, kıskançsın." Derken tek omzumu silkip başımı iki yana salladım.

Başka bir şey demeden dudaklarına fermuar çekti.

Gıcık.

🏍

Çiçek, Gökmen'in talimatları ile yavaşlayıp döndü ve giriş yaptığımız binanın otoparkında biraz daha ilerledikten sonra durdu. Çoğu karanlık olan otoparkı loş ışıklar aydınlatıyordu. Kasklarımızı çıkarıp nefeslendik, Çiçek'i orada bırakıp el ele merdivenlere giderken her yere bakıyordum. "Nereye geldik?" Diye sordum.

"Sabırlı ol."

"Peki."

Merdivenleri çıkıp karşılıklı iki kapısı olan kata çıktığımızda Gökmen -diğer süslenmiş kapının aksine gayet sade kalan- kapının önünde durdu. Elini tutarken sıktım, bana baktı.

"İçeriye mi gireceğiz?" Diye sorduğumda başını salladım. "Gökmen." Dedim yavaşça. "Aklıma kötü kötü şeyler geliyor bak. Yakışıklı yüzler derken..." Sırıtıp cebindeki anahtarı çıkarıp kapı deliğine sokunca cümlemi bitiremedim ve sesim sona doğru kısılıp tamamen yok oldu.

Kapıyı iterek açtı, elimi bırakıp içeri girdi ve kollarını iki yana açtı. "Evime hoş geldin sevgilim." Dedi sevinçli bir gülümsemeyle. "Sonunda." Diye devam etti daha kısık bir sesle.

Şaşa kaldım. Bir çırpıda sordum. "Evin mi?"

Başını salladığında ayaklarının dibinde grili bir şeyler gördüm, başımı hafifçe eğip baktığımda Duman'ı gördüm, adı gibi duman rengiydi ve renkli gözleri Gökmen'e sürtünürken bana bakıyor, parlıyordu.

Kocaman sırıttım. "Duman." Dedim yumuşak bir sesle.

Gökmen eğilip Duman'ı kucağına aldı, tombul yanağını öptü ve kendi yanağına bastırıp poz verdi bana. "İçeri gelmeyecek misin?"

Gülümserken başımı iki yana salladım, "beni eve attığına inanamıyorum." Derken içeri koşmaca girdim, göreceğim her şey için çok hevesliydim.

"Hep sen mi yapacaksın."

Kapıyı arkamdan kapatırken kahkaha attım. Komik bir noktaya değinmişti bizim adımıza. Koluna gülüşüm devam ederken hafifçe vurunca Duman kucağından bana doğru atılıp tısladı. Geri çekilirken irkildim.

Gökmen hemen daha sıkı tuttu kedisini. "Duman!" Diye kızdı ona. "Çok ayıp ama, konuşmuştuk bunları."

Kaşlarım çatıldı. "Neyi konuşmuştunuz?" Gözlerimi kısarak Duman'ın düşman bakışlarına karşılık verdim. "Kediyle?"

"Alışması için ona seni anlattım ama..." Duman'ı uzak tutarak bana doğru eğildi. "Zaman alacak sanırım."

Gökmen yalnızlıktan kediyle mi konuşuyordu yani evde? Ah bu adam, içimde yerlere yatarak gülmek istememe neden olacak bir şeyler büyüdü fakat kendimi tuttum, Duman'a bakıp işaret parmağımı uzattım. "Seni de mehir olarak alayım da gör gününü."

Parmağıma doğru pençe atınca hızla geri çekip koşarak içeri gittim. Gökmen arkamdan gülüyordu fakat sonra duruldu ve Duman'a, "öyle bir şey tabii ki de olmayacak." Diye fısıldadığını duymuştum.

Evlenince otomatikmen benim de kedim oluyordu ama neyse...

Gülümserken başımı iki yana salladım, salonun tam ortasında durup küçük, sade ama sevdiğim adamın yuvası olan evi inceledim. Kahve kokusu her yerdeydi. Eşyalar az ve özdü fakat Gökmen yanımda olmasa da sanki sadece bu eşyalara bakarak bile bana onu hatırlatabilir, hissettirebilirlermiş gibi geliyordu.

Sessiz adımlar atarak yanıma geldi, bir adım arkamda ama Duman'ın bana atak yapamayacağı şekilde tetikte durdu. "Nasıl buldun?"

Koltukları, televizyonu, sehpayı, halıyı ve mutfak tezgahını inceledim. Tezgahta sadece kahve ve tost makinasının olması dudaklarımda tebessüme yol açtı. Gerçekten de her şey onu ifade ediyordu.

Ama burası evin sadece iki kısmıydı, gördüğüm kadarıyla üç kapı daha vardı. Kapalıydılar. İçlerini görmeliydim.

"Tek bir şey söyleyeceğim." Gözlerine baktığımda merak ve ilgiyle ağzımdan çıkacakları beklediğini gördüm. "Sen bana senin makinanda kahve yaparken diğer odaları gezmek istiyorum. Yorumumu sonra yapacağım."

Gülümsedi ve eliyle buyur etti. Koşarak bulduğum ilk odaya daldım. Yatak odasıydı burası. Kapıdan birkaç adım içeri girdim, midem heyecandan ağrıyordu. Sonunda Gökmen'in evinde hatta yatak odasındaydım, karışık renklerdeki yatak takımı örtüsüne bakarak gülümsedim. Dolabı tek kişi için biraz büyüktü, tek komodin yerine iki komodini vardı; rahatına düşkündü. Gülümsemem genişledi.

İçeri adımladım, aynasının önündeki parfümlerine baktım, tek tek açıp kokladım ama hiçbirinin kokusu tanıdık değildi. Benim yanıma gelirken sıkmıyor muydu? Tek işittiğim kokusu kahveydi çünkü, derisinin altına sinen kahve kokusu...

Her şeyi o kadar keşfetmek istiyordum ki parmak uçlarımı gezinirken tüllerin üzerinde bile dolaştırdım. Yatağının yanındaki komodinde olan birkaç resim dikkatimi çekti. Yaklaşıp eğildim, elime aldım. Bu bizdik. Şenlik de çekildiğimiz fotoğraftı, bizim ilk fotoğrafımızdı. Ben, Gökmen, arkamızda Çiçek ve onlarca motorla motorcu. Yüzlerimizdeki gülümseme tamamen gerçekti. Bunu bastırıp yatağının başına koymuştu.

Her hareketiyle içimdeki sevgiyi büyütmeyi başarmakta tam bir ustaydı. Hisli bir gülümseme dudaklarıma yayıldı.

Diğer resme baktığımda sadece kendimi gördüm. Uzaktan çekilmişti ve görüş açısı netti. Çiçek'in üstünde tek başıma oturuyor ve telefonuma bakıyordum, Uçurtma'ydı burası. Biraz inceleyip düşününce çıkma teklifi ettiği gün olduğunu anladım. Ama hangi ara çekmişti bunu? Sanırım Ece yanıma gelip bana bağırmadan hemen önceydi. Bizi motorların yanına yollayıp iş halletmek için uzakta kaldıklarında gözü hep üzerimdeydi demek ki. Resmimi çekip bastırmıştı. Deli. Gülümsemem genişledi.

Eğer bunu başkası yapmış olsaydı ya da daha ilişkinin başlarında yapmış olsaydı sapık der hemen ayrılırdım. Ürkütücüydü çünkü bu tür davranışlar.

Bir resim daha vardı ama yüz üstü kapatılmıştı. Uzanıp kaldırdığımda dayımı gördüm. Düğün günüydü. Gökmen, arkadaşları ve dayım vardı kare de. Dayım hariç hepsi 32 diş sırıtıyordu, Gökmen daha gençti burada, yüzü toy duruyordu. Bir iki yıl önceki hali böyleyse 18 yaşındaki fotoğraflarını kesinlikle görmeliydim. Kesin bıyıkları terlemiş, karışık saçlı, komik bir ergendi.

Gökmen'i öyle hayal etmek çok zordu çünkü tanıştığımız günden beri hep yakışıklıydı, temizdi. Kendine özen verirdi.

Resme bakarken hüzünle gülümsemem soldu. Eskiden ne kadar mutlu ve yakınlarmış. Şimdi birbirlerinin suratlarına bile bakamıyorlar. Bu işe el atmalıydım. Benim ailem küs kalamazdı. Bu benim 20 yıllık hayat felsefeme tersti.

Resmi yerine koydum ama ters çevirmedim, Gökmen özellikle görsün diye açık bıraktım diğerleri gibi.

Derin bir nefes alıp arkamı döndüm. Bu işi halledecektim ama şimdi buradaydım, Gökmen'in odasını karıştırmak için bir şansım vardı.

Karşımdaki kapıya gidip açtım. Ebeveyn banyosuydu, beyaz döşemeliydi, havluları düzenle katlanmıştı, bornozunu görünce gülmemek için dudaklarımı sıktım. Neden gülmek istiyordum bilmiyorum ama komik gelmişti. Onu bornoz içinde hayal ettim. Babamı daha önce bornozla görmüştüm ama Gökmen'i hayal etmek çok zordu. Acaba istesem benim için bir kere giyer miydi?

Kapıyı öylece açık bırakıp yatağa doğru döndüm. Dolabın karşısına geçtim, elimi açmak için uzatıp duraksadım. Başımı uzatıp içeriye doğru, "dolabını karıştırabilir miyim?" Diye seslendim.

"Tamam ama iç çamaşırı çekmeceme girme."

Başımı geriye atarak güldüm. "Tamam." Dedim ama duyamayacağı kadar sessizdi sesim.

Dolap kapılarını tek tek açıp baktım, tişörtlerine, pantolonlarına, kot ceketlerine, deri ceketlerine, sürüş takımlarına ve bir iki tane olan şapkasına baktım. Şapkalardan sarı olanı alıp aynanın karşısına geçtim. Takıp aynada sağa sola dönüp yakışıp yakışmadığına baktım.

"Yakıştı bence."

Kapı pervazına yaslanmış elleri pantolonunun ceplerinde gülümseyerek bana bakıyordu. Duman da hemen bacaklarının dibindeydi, başını kaldırmış babasına bakıyor ve ilgiyi benden alıp kendisine vermesini istiyordu.

İkisine de bakıp nazlı nazlı gülümsedim ve aynaya döndüm. "Sarı rengi sadece güzellere yakışır." Dedim.

Güldü. "Katılıyorum." Kapıdan ayrılıp yanıma gelirken yavaş adımları kalp ritmimi bozmak için özellikle yaptığı hamlelerdi bence. Ayna ile arama girip şapkayı çıkartıp arkasındaki komodine koydu ve gözlerime baktı. Bir adım daha yanaşıp ellerini yanaklarıma koydu, bakışları dudaklarıma kayıp yüzüme doğru eğilmeye başladı. İç güdüsel olarak başımı kaldırıp yan doğru eğdim.

Ama pislik yapmasam içimde kalırdı. "Evine geldim diye beni hafif bir kız sanma sakın."

"Kesinlikle hafif olduğunu sanmıyorum aşkım, bence kilo aldın."

Gözlerim irileşti ve sinirle koluna vurunca güldü. Gülüşüne bakarken ben de gülümsedim ama güya sinirli bakmaya çalışıyordum. Eğilip gülüşümü öptü. Dudaklarım dudaklarına uyum sağlamak için gülüşümü sildi ve alt dudağını kavradım. Öpüşmeyi bir saniyelik kesti fakat dudaklarımı bırakmadı, hala beni öperken iç çekti, yanaklarımdaki elleri yüzümü sıkıca kavrayıp daha çok kendine çekip bir adım da kendisi attı bana doğru.

Beni fiziksel olarak sevişi bile o kadar ince ve duygu yüklüydü ki...

Dudaklarının kıvrıldığını hissettiğimde gülümsediğini anladım. "Su'yum." Diye fısıldayarak öpüşünü tekrar hareketlendirdi, sol yanağımdaki eli belime inip tamamen sardı ve beni kendine bastırdı. Ellerimi omuzlarına koyup pazılarını kavradım. Başımı yana daha çok eğdiğimde o da bana ayak uydurdu ve öpüşümüzü böylece derinleştirdik.

Kolunun belime uyguladığı baskı yüzünden ona çekiliyor, beni içine sokmaya çalıştığını bilmek ve bedenini bana bastırıp hissetmemi sağlaması içimi ateşe veriyordu. Yanağımdaki diğer eli de kalçama indi, avucunu açıp kıvrımlı kısmımı sıkıp kendine çektiğinde aynı anda inledik. "Gökmen." Dedim nefes nefese, lakin tekrar öpmeye başlayınca susmak zorunda kaldım.

Ona güveniyordum, sınırları biliyordu, o sınıra geldiğimizde duracağına olan inancım tamdı, bu yüzden de anın tadını çıkarttım.

Yatak odasında olmak ya da şu an acayip şekilde cinsel gerilim yaşayarak beni arzuyla öpmesi biraz tedirgin edici olsa da güvenin anlamı buydu, duracağını biliyordum.

Dudaklarımdan çene hattıma kayıp öpücüklerini boynuma doğru sıraladı. Ellerim omuzlarından sırtına doğru kaydı, boynumu öpmesi için başımı biraz çevirdiğimde şakağım omzuna değmek üzereydi. Şah damarımın üzerindeki nefesi karnımı karıncalandırıyordu, bacaklarım heyecandan ağrıyordu, bir sızı karnımdan başlayıp alta doğru ilerliyor ve sızlıyordu.

Her bir öpücüğü bir diğerinden daha çok etkiliyordu bedenimi, aklıma gelenle baygınlaşan gözlerim açıldı, geri çekilip durmasını sağlamadım, zar zor konuştum sadece. "Gökmen eğer morartırsan seni vururum." Sesimin boğazdan gelmesi ve kısık olması tuhafıma gidince kendimi boğazımı temizlememek için zor tuttum.

Yüzünü boğazımdan kaldırmadan güldü. "Haklısın, baban bu sefer kesin vurur beni."

Gülümserken gözlerimi kapatıp alnımı omzuna yasladım ve soluklarımı sakinleştirmek istedim, ama Gökmen'in durmaya niyeti yoktu. Özlem ve açlıkla tüm fırsatlarını değerlendiriyordu, ben de istiyordum ve yaptıklarından asla şikayetçi değildim lakin korkmuyor da değildim.

Boğazımdaki keşfi sırasında bir ara gerdanıma da indi ama boynunu oraya kadar bükemediği için vazgeçip başını çenemin altından çevirip boynumun diğer tarafına geçti. Küçük ve ıslak öpücükler bırakıyordu, kokumu içine çekişini her seferinde işitiyordum. Sol elimi ensesine koyup destek aldım, aksi halde ayakta durmak gittikçe güçleşiyordu.

Duman'ın ayaklarıma sürtünmesi ile irkilsem de Gökmen takmayınca ben de takılmadım.

Belli belirsiz adımlarla üzerime doğru gelmeye başlayınca ayak uydurdum, birkaç adım sonra bacaklarımın arkası yatağa çarptı. Gökmen yüzünü yüz hizama getirip duraksamadan dudaklarımı öpmeye başladı, iki kolunu da belime sarıp havaya kaldırdı ve ben hiç düşünmeden bacaklarımı beline sardım. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum, bu onu daha çok cesaretlendiriyordu sadece. Ama yapmak istemiştim. Sınır işini Gökmen'e bırakıp güvenmeye çalışmak kafamı o kadar meşgul ediyordu ki cinsel dürtülerim tamamen özgür kalmıştı.

Tek dizini yatağa koyup beni usulca yatırdı, başım pikesi üzerinden yastığına değince kollarını belimden çekip kendiliğinden açılan bacaklarımın arasına girdi; bu da tamamen iç güdüseldi, bacaklarımı açıp onu oraya davet etmem gerekiyormuş gibi gelmişti, istemiştim... Ellerini iki yanıma koyup öpüşmeyi derinleştirdiğinde sorun yoktu fakat kasıkları kasıklarıma değince -hatta biraz da bilerek bastırıp inleyince- o sınırı benim çizmem gerektiğini anladım.

Belki sonuna kadar gitmezdik ama oraya yaklaşırdık çünkü bunu yapma imkanımız vardı, yalnızdık, evde kimse yoktu, bizi rahatsız edecek biri yoktu, birbirimizi seviyorduk, onu bilmem ama benim kasıklarım sızlıyordu; hiç bilmediğim bir arzu için yanıp tutuşuyordum. Ya da ne bilmemesi ya, Gökmen'in benden daha fena olduğuna bahse bile girerdim. Kendini sakin tutmaya çalıştığını fark ediyordum, kontrollü öpüşü ve ellerini üzerimde herhangi bir yere koymadan önce iki kere düşünerek teklemesi bunu kanıtlıyordu.

Ellerimi göğsüne koydum, itmedim, sadece koydum ve sıcaklığı çok hoşuma gitti. Bir elimi parmakları arasına alıp yatağa bastırdı, diğer kolunun dirseğiyle kendini dik tutuyordu... Dudaklarımın üstünde kayıyor, dans eder gibi kavrayıp yüzüme doğru daha çok eğiliyordu. Of bu yaşadıklarımız çok güzeldi- Kendine gel Aysuna.

Duman yatağa çıkıp yüzümüze sürtündüğünde bile durmak gibi bir hamle yapmadı. Gerçekten de durmaya niyeti yoktu, duramıyordu, ben yapmazsam bu işin sonunun nereye gideceği belliydi.

Santim bile denmeyecek bir oranda geri çekildim. "Gökmen." Diye fısıldadığımda durdu. Alnını alnıma yaslayıp gözlerini kapattı. Bitirmek zorunda olduğumuzu fark ettiği için solukları biraz sinirliydi sanki. O nefeslenirken ben de kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Gerçi hala üstümde, bacaklarımın arasında olduğu için bariz bir zorluk çekiyordum ama çabaladım.

"Durmak istemiyorum." Dediğinde tüylerim diken diken oldu. Nereye kadar durmak istemiyordu?

"Ama..." dedim, sustum. Zaten bildiği şeyleri bana söyletmesini istemiyordum.

Dişlerini sıkınca çene hattı belirginleşip gerildi. "O babana gram hakkımı helal etmiyorum." Dediğinde önce şaşırdım sonra da kahkahayı bastım. Gözlerin açıp gözlerime baktı. "Ne! komik mi bornozlu?"

Bana uzun zamandır böyle seslenmiyordu. Basit kelimenin bizim için özel oluşu kalbimi ısıttı, söyleyiş tarzına güldüm. "Değil ama... ne bileyim."

"Bence de değil. Şu anki halim hiç mi hiç komik değil. Ben gülsem komik olabilirdi belki ama gram komik değil."

"Neden ki?" Diye sordum omuzlarımı kıpırdatarak, ellerimi omuzlarına koyup parmaklarımın baskısını hissetmesi için belli belirsiz kıpırdattım, alttan baktım ona. Bende az fena değildim ha.

Yüzünü yüzüme eğip gözlerime derince baktı. "Yanıyorum çünkü." Diye çıkıştı, boğuk ve kalın sesi odanın az önce yaşadıklarımızdan daha çok sıcak basmasına neden oldu.

Güzel iltifat ve itiraflarının yanı sıra bu itirafının farklı oluşu kendimi özel hissettirmişti, bir erkeğin benim için yanıyor olması. Böyle söyleyince biraz komik geliyordu sanki fakat Gökmen'in gözlerine bakarken, söyleme tarzı ve sesi hiç de komik değildi. Hatta aksine onu tekrar öpme ve biraz daha ilerleme isteği uyandırmıştı ben de.

Sakın yapma Aysuna!

Bu çok tehlikeli bir hareket olur.

Tamam.

İşin içinden sıyrılmak için onun taktiğini kullandım. Alaya aldım. Şebeklik yaptım. "İtfaiye çağırmamı ister misin hayatım?" Gözleri baydı. "Ya da önce bir bardak soğuk su iç, hala devam ederse itfaiyeyi o zaman çağırırım."

"Sen yanımda olduğun müddetçe pek sönecek bir yangın gibi görünmüyor." Dediğinde alaya alma sürem dolmuştu, atmosferimiz değişti. Sol kolunun dirseği ile kendini üstümde tutarken sağ elinin parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı. Tüy hafifliğindeydi, saçlarımı severken gözleri de parmaklarını takip ediyordu. Fakat ben onun zeytin gözlerinden başka bir yere bakamıyordum... Elini çekip gözlerime döndüğünde gözlerindeki bakış sönmüştü. "Ve bir bardak soğuk su yerine soğuk duşu tercih ederim." Deyip yana doğru yuvarlanarak üstümden kalktığında gülmeye başladım. Duman, Gökmen'in kalkması ile yataktan atlayarak indi ve ebeveyn banyosuna kadar onu takip etti.

"Gülme yoksa yatağa geri dönerim."

Kendimi tutmaya çalıştım ama gülüşümü kesmek yerine sadece sessizleştirebilmiştim. Gökmen banyoya girmeden önce gülüşümün kısık tonunu hala duyduğu için vücudunu yan çevirip gözlerime baktı. "Kaşınıyorsun bak." Dedi.

İki elimi de ağzıma kapattım.

İstemediği bir gülümseme dudaklarını esir ederken gözlerini devirip kapıyı kapattı. Sadece 15 saniye sonra da suyun sesini duydum. O zaman gülmeye devam ettim. Sonra aklıma gelenle yüzüm asıldı, kollarım yatakta iki yanıma düştü.

Benim de duşa girmem gerekiyordu.

Sonra heyecanlandım.

Gökmen'in evinde banyo mu yapacaktım.

Mecburen!

Sırıtmam genişlemeye başladı, işaret parmağımı dişlerim arasına aldığım alt dudağıma doğru kaldırdım. Sakinleşmeye başladıkça yaşadıklarımız daha net bir şekilde zihnime düşüyordu. Tenim hala karıncalanıyor, karnımın altı sızlıyordu fakat birkaç dakika önceki dayanılmaz arzu ve baskı şu an yoktu. Muhtemelen Gökmen gelip ufak bir öpücük bile verse yine o duygulara geri dönerdim ama kendimi sakinleştirmeye çalıştığım için şu anlık iyi durumdaydım.

Yatak odasının kapısından taze kahve kokusu gelip burnuma doluşunca başımı çevirdim. Zıplayarak yataktan indim, Duman ani hareketimden korkup yerinde sıçradı ve sırtını diken gibi dikleştirdi. Ben mutfağa giderken arkamdan huysuz tıslamasını duydum.

İki kupa kahve tezgahın üzerindeydi. Bir kupa sarı, öbürü beyazdı. Sarı olanı büyük ihtimalle kendine hazırlamıştı ama kimin umurunda. Alıp sırıtarak içtim, sıcaklığı iyiydi fakat, ağhh, ıyy, öğğ, çok acıydı. Yüzümü buruştururken tezgaha geri koydum.

Bunu kesinlikle kendisine hazırlamıştı.

Beyaz kupayı alıp içtim, bu daha tatlı ve içilebilirdi.

Kapı açılma sesiyle başımı çevirdim, Gökmen çıkmıştı. Birkaç adım atarak öne ve yana geçtiğimde yatak odasının açık kapısından onu gördüm. Beklediğim üzere bornozlu falan değildi, beline bağladığı beyaz havluyla çıkmıştı.

Of be adam!

Sağ elindeki baş havlusuyla saçlarını kurularken başını yana eğmişti. Yatağının önünde öylece dikiliyordu. Karın kasları sırayla dizilmişti, havlu V çizgisini kapatmıyordu, göğüs kasları ne çok şişikti ne de yok gibiydi, belirgin ve yeterliydi, tam istediğim gibiydi. Sırtını göremiyordum ama geniş omuzları tamamen açıktaydı, öküz gibi kaslı değildi, zayıf da değildi, ortasını tutturmuş olmasına bayılmıştım, onu ilk defa çıplak görüyordum. Kupayı düşürmemek için eki elimle tuttum. Saçlarından sıçrayan su damlaları göğüs kaslarına düştükçe yutkunuyordum. Kesilmesi gereken uzamış, kıvrılmış saçlarına hiç değinmiyordum bile. O kusursuz değildi belki ama çok yakındı. Nefes kesiciydi.

Nefes alamasam da hayal kırıklığına uğramıştım. Onu bornozlu görmek için bu tek şansımdı. Tüm bu manzara eşsiz olsa da bornozlu görmek için ne isterse yapabilirdim. Başını kaldırıp beni görünce tek kaşı havalandı. "Ne bakıyorsun kız?"

Yavaş adımlarla ilerledim ve onun daha önce yaptığı gibi omzumu kapı pervazına yasladım. "Sence?" Utanmadan boydan süzüp gözlerine çıktım. "Asıl bakmazsam yazık olur."

Sırıttı. "Hadi ya."

İşaret parmağımı başımın yanına kaldırdım ve şirince gülümsedim. "Bir şey isteyebilir miyim?"

Başını 'iste' der gibi öne itti.

"Benim için bir kere bornozunu giyer misin?"

Tuhaf karşıladı. "Bornoz mu? Niye?"

"İçinde görmek istiyorum seni."

Alayla sahte bir gülüş sundu. "Ahaha." Gülüşü hiç var olmamış gibi gitti. "Hayatta olmaz."

"Ama lütfen sevgilim." Diyerek ona doğru bir adım atmıştım ki elini kaldırıp işaret parmağıyla uyardı. Anında durdum.

"Sakın." Dedi. "Sakın bana yaklaşma, banyodan yeni çıktım."

Kahkaha attım. "Sana yaklaşmamı istemiyorsan hemen bornozunu giyip gel."

Surat asıp ofladı. Banyoya geri dönüp saniyeler içinde geri çıktı. Tam kahvemden bir yudum alıyordum, bornozuyla çıkıp iki metre ötede karşımda durunca kahveyi püskürttüm. Kahkahayı bastım. Sebebi kesinlikle bornoz değildi, omuzlarını düşürüp çocuk gibi surat asmış olması bornozun üzerinde komik durmasına neden oluyordu. Kendi kendini komik durumuna düşürüyordu yani.

"Nasıl? Yakışmış mı bana?"

Elimle 'okey' işaretini kaparken, "kesinlikle." Dedim. Gözlerim yaşlarla dolmuştu. "2019 bornoz yakışıklı unvanı Gökmen Atilla'ya gidiyor." Diye bağırdım coşkuyla.

Gözlerini devirip eliyle kışkışladı beni.

"Niye kovuyorsun beni ya?" Deyip kupayı aynanın önüne koydum. "Ben de banyoya gireceğim." Ebeveyn banyosuna yöneldiğimde Gökmen'in ağzı bir karış açık kalmıştı, arkamdan bana bakıyordu. Kapıyı kapatmadan önce başımı çevirip cilveli bir bakış attım ve boştaki elimle tişörtümü çıkartmaya başladığımda kapı kapanmadan önce çıplak belimi görmesine izin verdim.

Kapı tamamen kapanana kadar başını yana yatırarak görmeye çalıştı, kapatıp sırıttım ve kilidi çevirdiğimde sessizce küfür ettiğini duydum. Gülmemek için boğazımı bile içten sıkmam gerekmişti. Elimle ağzımı kapatıp duşakabine döndüm. Buhar pek fazla yoktu. Vardı ama yoktu. Üstümü çıkartıp temiz bir yere koydum, duştan sonra mecbur onları giyecektim yine.

Duşakabine girdiğimde acaba sıcak suyla mı soğuk suyla mı yıkanıyor diye merak sardı içimi. Aşk böyle tuhaf bir şeydi işte. Hangi sıcaklıkta yıkandığını merak eder oluyorsun. Tuşu kaldırdığımda su büyük bir hızla akıp direkt yüzüme ve saçlarıma döküldü, buz gibi su yüzünden çığlığı bastım. "AAAAAA!.. GÖKMEN!"

Koşarak gelip kapının önünde durdu. "Aysuna ne oldu? Bir şey mi oldu? Düştün mü? Müsait misin? Gireyim mi içeri?"

"Hayır!" Diye bağırdım sinirle. Suyu sıcağa çevirdim. "Sen buz gibi suyla niye yıkanıyorsun be adam?"

Sessiz kaldı. Sonra gülme seslerini işittim. "Ben içerideyim." Deyip gitti.

"Defol git." Diye söylendim arkasından.

Saçlarımı ıslatan soğuk su damlaları bel oyuntuma düştüğü için titredim, su sıcakladığı gibi de altına girip ısınmaya çalıştım. İnsan falan değildi benim sevgilim. O suyla nasıl yıkanabilir aklım almıyor...

Duşta fazla durmak saçlarımı ilk yıkamadan sonra tuhaf gelince hızlıca durulanıp, işimi halledip temiz havlulardan biriyle kurulandım. Üstümü giyinecekken duraksadım. Bunları eve giderken giyerdim bence. Şimdi gerek yoktu. Başımın üzerinde yanan ampulle kapıyı araladım ve Gökmen'in hala burada olup olmadığına baktım. Gitmişti, hatta yatak odasının kapısını bile kapatmıştı benim düşünceli sevgilim.

Oy ağzını yediğim ya.

İnce düşünceni yesinler senin.

Tedbirli bir şekilde havluyla odaya girdim, dolabını açıp siyah bir tişört ve gri eşofman aldım. Tişört okeydi ama eşofman büyük gelmişti, haliyle. Gökmen'in geniş baldırlarına bile bol gelen şey benim ince baldırlarıma nasıl büyük gelmezdi ki? -Gökmen'e göre ince baldırlar-

Belindeki ipi sonuna kadar sıksam da sürekli düşüp duruyordu.

Ama olsun, yine de çıkartmayacaktım.

Eşyalarımı yatağın üzerine koyup yatak odasından çıktım. Gökmen'i anında gördüm, evin planı buna müsaade ediyordu. Salonda oturuyordu, Duman kucağındaydı ve kahve içerken onunla konuşuyor, daha da doğrusu uyarılar da bulunuyordu.

"Güzel kızım konuşmuştuk ama bunu, Aysuna benim sevgilim, bana davrandığın gibi davranman gerekiyor ona. Tıslayıp durursan nasıl olacak o iş. Küser ama bak-" Başını kaldırıp beni görünce sustu.

Tekli koltuğun yanında durup kollarımı kaldırıp indirdim. "Nasıl olmuşum?" Onca şeyden utanmayıp şimdi beni onun eşyalarını giyerken süzmesi utanmama neden olmuştu.

Hiç acele etmeden boydan süzdü ve gülümsedi. Gözlerimde durdu. "Sen nasıl girdin onların içine be?"

Güldüm. Koltuğun yanından geçip yanına oturmak için hamle yaptım ama Gökmen beni kucağına çekince Duman kaçmak zorunda kaldı. Küçük bir çığlık attım. Yanlamasına oturtmuştu. Bir kolunu belime sarıp sevgiyle baktı gözlerime.

"Hayvanı dışlıyorsun ondan sonra bana iyi davranmasını bekliyorsun." Başımı çevirip Duman'ı çağırmaya çalıştım. "Pisi pisi gel."

Gökmen gülüp ıslak saçlarımın dipleriyle ilgilenmeye başladı. Ben Duman'ı çağırırken o zevki sefa sürüyordu. Sanırım burada Duman'ın bize küsmesini umursayan bir tek ben vardım.

Yüzünü boynuma gömüp kokladı. "Şampuanımı da kullanmışsın." Başımı ona çevirdim. Bana alttan bakıp erkeksi bir havayla sırıttı. "Hoşuma gitti."

Utanarak gülümsedim. "Evini beğendim." Dedim.

"Sevindim." Dedi yüzünü tekrar boynuma gömerken, oraya sığındı, kokumu soludu ve tek tük öpücükler de kondurdu ama çoğunlukla bunu yapmaktan kaçınıyordu. İkinci bir banyoyu o da ben de istemiyorduk bence.

"Neden?"

"Evlenince ev taşıma derdimiz olmayacak çünkü."

'Nah bulursun' dercesine alayla güldüm. "Bu ev tek kişilik Gökmen, iki kişilik değil."

"İkimize yeter."

"Sadece ikimiz mi olacağız?"

Başını hızla mağarasından çıkardı ve gözlerime baktı. "Hamit abiyi ya da Selçuk abiyi evlatlık edinmem."

"Salak onu mu diyorum." Derken gülmeye başladım. "Yani bana bunu da detirttin ya..." Kolumu boynuna dolayıp şakağını öptüm, öperken ben de onun nemli saçlarından yayılan şampuan kokusunu soludum. Allah'ım, çok güzel kokuyordu, koku farklı olduğu için değil, o olduğu için çok güzeldi. Geri çekilip gözlerine baktım.

Gülümsüyordu. "Onu demediğini biliyorum tabii ki de."

"E o zaman?"

"Ben pek çok şey olabilirim Aysuna, iyi bir iş ortağı, her daim yardımına koşacak bir dost, aşık bir adam ama baba olmak ürkütmüyor değil." Ağzından bunlar çıkıyordu ama gözleri aksini söylüyordu bana. İstiyordu, içinde baba olmak için çocuksu bir heves vardı.

"Evlenince bu oluyor ama Gökmen."

"İlk birkaç sene korunsak olmaz mı?"

Yanaklarım anında yanmaya başladı, bakışlarımı kaçırıp salona bakınmaya başladım. Boğazımı temizleyip derin bir nefes aldım. Gökmen başını eğip yüzüme bakmaya çalışırken gülümsüyordu.

"Heey. Konuyu sen açtın." Dedi yumuşak bir tonlamayla, bana dalaşırken sesi hep böyle geliyordu kulağıma.

"İyi, birkaç yıl burada otururuz." Bu söylediğim onun söylediği şeyin namuslu şeklindeki olumlu cevabıydı, ve o da anlamıştı. Sırıtıp arkasına yaslandı, böyle geri çekilip beni uzaktan seyretmeye başlayınca kucağında oturmak rahatsız hissettirmişti. Hemen bir şey söylemem gerekiyordu ya da göğsüne yatıp başımı yaslayıp susmalıydım. Aslında konuşmamız gereken ve sormak istediğim bir sürü soru vardı, evden çıkmadan önce aklımdaydı ama şimdi unutmuştum... Başımı çevirdim. "Hani sen bana yakışıklı yüzler gösterecektin?" Dedim, ne anlama geldiklerini bile bilmiyordum, acaba fotoğraflarını mı gösterecekti, yakışıklı yüzden kastı bu muydu?

"Gösteririm güzelim, acelen mi var?"

"Hava kararmadan eve dönmem gerekiyor Gökmen."

"Tamam o zaman gel göstereyim hadi."

Kalkmaya yeltenince ben de hareketlendim ama benden önce davranıp kalkmama izin vermedi, kollarını bacaklarımın ve sırtımın altından geçirip kucağına aldı. Kollarım boynuna dolandı. Küçük gülüşüm evde yankılandı.

Yatak odasının karşısındaki kapı normal tuvalet ve banyo olmalıydı, diğer kapalı kapının önünde durduğumuzda, "gözlerini kapat." Dedi.

"Neden?"

"Lütfen gözlerini kapatır mısın Aysuna?"

"Peki." Kapattım.

Kapıyı bacaklarımı tutan eliyle açıp ayağıyla itti. Kapı duvara vurup öyle durdu. Işığı yaktı. İçeri iki üç adım atıp durdu. Beni yavaşça yere indirdi ve arkama geçip ellerini gözlerime koydu.

"Zaten gözlerim kapalı Gökmen."

"Sen aç şimdi."

Açtığımda parmak çizgilerini gördüm. "Açtım."

"Hazır mısın?"

"Neye?" Diye sordum sabırsızca.

"Bayılacağına eminim o yüzden de hemen arkanda olacağım, bayılmamak için kendini kasma."

Ne diyor bu uşak ya- Ellerini çekince gördüklerimle gözlerim irileşti. Ağzım aşağı düştü. Ellerim boşaldı. Nefeslerim sekteye uğradı. Pinterestte, internette falan hep görüyordum ama canlı kanlı ilk defa o ortamdaydım. Evin en büyük odası burası olmalıydı, bir köşesinde spor aletleri vardı, diğer köşesinde ise duvarlara monte edilmiş yatay tahtaların üzerinde aşağıdan yukarıya dizilmiş kasklar vardı. Renk renk, farklı modeller de, farklı markalar da bir sürü vardı hem de.

Bir adım öne çıkıp başımı yukarı kaldırdım. "Bunlar... senin mi?"

"Tek koleksiyon yapan sen misin sandın?" Ellerini şimdi giydiğini fark ettiğim gri eşofmanının ceplerine sokup omuzlarını içe doğru kastı ve gülümsedi.

"Evet tek yapan sensin çünkü benimki seninkinin yanında koleksiyon sayılmaz."

Güldü. "Ben yıllardır para kazanıyorum ve alıyorum. Senin de olur bir gün."

Dudaklarım bunun hayali ile kıvrıldı. Ben daha büyüğünü istiyordum, takamayacak kadar çok olsunlar istiyordum, ya da her gün birini takayım renk renk gezeyim motorun üstünde istiyordum.

"Haklıymışsın." Dedim hemen önümde duran yeşil ve pembe desenlerle çizilmiş kaskı incelerken. "Hayatımda hiç bu kadar yakışıklı yüzü bir arada görmedim ben."

Biraz susup bir anda, "ben mi bunların hepsi mi?" Diye sordu.

Güldüm. "Bunların hepsi." Dedim küskün hallerini tatlı bulduğum için. Sessizleşince başımı omzuma doğru eğip baktım. Dudaklarını sinirle bükmüş ben hariç her yere bakıyordu. "Ne bu siz erkeklerdeki abuk subuk şeylerle kendilerini karşılaştırıp trip atma çabası?" Cevap bile vermedi. Ben de gönlünü almak için iltifat ettim, yüz de yüz doğru bu arada. "Ama bir şey itiraf edeyim, en çok senin kafanda seviyorum."

Dudaklarını öne uzatarak büzüp yerinde sallandı, yine bana bakmıyordu. Sonra yakınındaki bir kaska uzanıp taktı, siyah vizörlüydü, kapatıp bana döndü. Kaskın duruşu beni acayip etkiliyordu. Nedenini bilmiyordum ama oluyordu işte. Bazı insanlar kulak memesinin emilmesinden tahrik olurdu belki. Bazıları bir kokudan ya da sesten. Benimkisi ise kasktı. O kadar, yakışıklı demek hafif kalıyordu, o kadar güçlü ve harika görünüyordu ki. İçimde oluşturduğu hissi tarif edecek kelime bulamıyordum. Hayran da oluyordum, tahrik de...

Alt dudağımı dişlediğimde Gökmen hayretle vizörü açtı. Sırıtıyordu sanki. "Gerçekten çok etkileniyorsun."

Anlamıştı ama dediğim gibi, gösterdiğim bile hafif kalıyordu. Saatlerce bakabilirdim bu görüntüye. Aşık bile olabilirdim.

"Tahmin bile edemezsin." Dedim başımı iki yana sallayarak.

Kaskı çıkartıp yerine koyarken, "evlenirsek bunları yatak odamıza taşırım o zaman." Dedi. Saçları karıştı, alnına ve kulak üstlerine doğru dağıldı.

Sesli güldüm. "Beni etkilemek için kasklara mı ihtiyacın var?"

"Yatakta mı?" Diye garip bulmuş gibi sordu. "Hayır, yatakta seni etkilemek için kasklara ihtiyacım yok." Pisçe sırıttı.

"Cık cık cık Gökmen." Dedim yan yan bakarak. "Sen bu eve girdiğimizden beri çok pis bir şey oldun."

Burnundan gülüp omuzlarını silkti. Sonra yanıma gelip arkama geçti ve belime sarılıp ellerini karnımın üzerinde birleştirdi. Sırtımı huzurla göğsüne yasladım. Sevgiyle sarılıyordu. Omzumun üzerine buse kondurup kulağımın arkasını öptü hafifçe. Bir şey başlatmak için öpmüyordu, sevgi gösterisi yapıyordu, seziyordum.

Gözlerim mıyışarak kapanmak üzereydi.

Geri çekilmeden kulağıma fısıldadı. "Sen benim eksikliğini çektiğim her şeysin Aysuna. Aramazken bulduğum mutluluğumsun." Daha kısık tonda devam ettiğinde neredeyse kulağımın dibinde olmasına rağmen duyamayacaktım. "Sen benim Serendipçe'msin."

Serendipçe mi?

Anlamını bilmiyordum ama kulağa güzel geliyordu. Ama anlam yükleyerek söyledikleri kalp ritmimi değiştirdi, o her zaman çok güzel severdi beni. Hiç aklıma gelmemişti ama şimdi değişebileceği düşüncesi beni mahvetti. Gökmen, dedim içimden, hiç değişme, beni hep böyle sev olur mu? Lütfen.

İnsan birini gerçekten sevince kaybetmekten ölesiye korkuyordu.

Gözlerim huzurla kapandı, bana ayak uydurduğu için bir süre öyle kaldık. Sessizce. Sadece o ve ben. Sıcak göğsüne çekilmiştim, nefesi saçlarım arasındaydı. Güvende ve mutluydum. Varlığı benim için yeterliydi. Onsuz nasıl 20 sene yaşamıştım? Yaşamıştım işte ama şimdi onsuz bir gün bile geçirmek istemiyordum. Onunla aynı evde olmak bastırdığım duygularımı açığa çıkartıyordu. Şimdi evlenme teklifi etse 'evet' derdim. Bunun için can atardım.

Deli gibi bunu yapmasını istiyorum, her şeye rağmen yapmasını istiyorum.

Gözlerimi geri açtığımda aklım dağıldı, kasklar önümdeydi ve parlıyorlardı. Allahım! Çok güzellerdi!

"Gökmen?" Diye mırıldandım.

"Hımm?" Sesi boğazdan ve uykulu geliyordu, sanki o da gözlerini kapatmıştı.

Kaskları bir kez daha süzüp yutkundum. "Bunları da mehir olarak istiyorum."

Yüzünü boyun girintimden hızla çıkarıp sesini yükseltti. "Oha ama Aysuna. Çüşş! Brüst!"

"Onu öküze derler canım, ben öküz müyüm?" Diyerek çevirdim başımı.

"E yuh ama sevgilim. Mehir adı altında her şeyime konuyorsun."

"Ne var ki bunda, niye kızdın bu kadar?"

"Çiçek'i istiyorsun, bugün Duman'a bile göz koydun, -ki senden hiç hoşlanmıyor- şimdi de kasklarım mı? Yeter bence."

"Vermeyecek misin yani?" Yan dönüp daha net baktım gözlerine. Bakışlarımdan olsa gerek duraksadı, karar veremiyor ya da karar vermiş ama onu bana söylemeye çekiniyormuş gibi uzunca duraksayınca trip atarak kollarından çıktım. "Birinin Serendipçe'si olmak bu kadar sürüyor sanırım." Diyerek odadan çıktım.

"Güzelim ya..." Peşimden omuzları düşük, kolları ölü gibi sallanırken ağır adımlarla geldi.

İçeri geçip tekli koltuğa oturdum ve kollarımı kelebek yapıp surat astım. Karşıma geçip yere çömeldi ve uzanıp kollarımı çözdükten sonra ellerimi tuttu, ellerimiz bacaklarımın üzerinde birleşti. "Surat asmak sana hiç yakışmıyor."

"Surat astıranlar utansın."

"Hasbin Allah..." diye mırıldanıp yutkundu, tekrar bana döndüğünde sabırlı olmaya çalıştığını fark ettim, ondan yana bakmadığım için tam olarak mimiklerini göremesem de önümde diz çöktüğü için hiç de zor değildi. "Kaskları boş ver şimdi ya. Harika bir fikrim var. Neden şimdi sevgiline ne tür pizza sevdiğini söylemiyorsun ve o da sana en büyük boy sipariş vermiyor."

Banyo yaptıktan sonra karnım acıktığı için cazip bir teklifti bu. Kaskları eninde sonunda alırdım zaten... "Orta boy isterim."

"Karnın doyacak mı onunla?"

"Spor yapmıyorum ne zamandır. Yediklerime de dikkat etmezsem kilo alırım."

"Kim demiş onu?"

"Diyetisyenim ve geçirdiğim 5 yıllık ergenliğim."

"Pıhğ-" Gülüşünü son anda tuttu çünkü bakışlarım hiç iyi değildi. Yanaklarını tutup sıktı, gevşetti ve gülmemeye çalıştı. "Olsun. Ben seni tontiş de severim."

"Sabah öyle demiyordun ama."

"Keşke bu hafızanı ders çalışırken de kullansan."

"Gökmen çarparım bak! Çok üstüme geliyorsun."

Cevaben güldü sadece.

Omuzlarımı kıpırdatıp başımı yana çevirdim. "Hem ben kendimi tontiş sevmiyorum, sen kilo almamı istesen de almam yani." Dedim. "O yüzden şimdi bana orta boy sucuklu-kaşarlı, mantarsız ve mısırsız pizza sipariş et. Yanında da ayran istiyorum, gazlı içecekler sivilce yapıyor ve böbreğe zarar veriyor."

"Hamile kalınca ne yapacaksın?"

Durup ciddi ciddi düşünmeye başladım. Beni çektiği tuzakla kafamı karıştırırken alttan alttan seyretti.

Hamilelik kiloları zor veriliyordu, bunu her genç kız gibi ben de biliyordum çünkü 20'li yaşların en çok düşünme yaşları olduğu bilinen bir gerçekti. -En başımıza gelmeyecek şeylere bile kafamızı taktığımız o yaştaydım- Her şeyi en saçma detayına kadar düşünüyordum.

Kilolar nasıl verilecekti? Derim sarkınca onları hangi kremlerle düzeltecektim ve en önemlisi de param yetecek miydi? -Gökmen versin para, bana ne!- Doğumdan zaten başlıca korkuyordum. Ya sezaryen olursa! Hii! Göbeğimi keseceklerdi ve o dikiş izleriyle ömür boyu yaşayacaktım! Acısı da cabasıydı. Ha bir de benim değil de babasının soyadını alıyordu! Sen gel o kadar acı çek, çocuğun zevk alıp kenara çekilen babasının soyisimi alsın. Olmaz olsun adalet... Peki ya ben de ikinci çocuktan sonra mahallenin dedikoducu, çok bilmiş, şişman teyzelerinden biri olursam ve sokaktan geçen herhangi bir genç kız da bana bakarak 'ben evlenince onun gibi kendimi salmayacağım, doğumdan sonra böyle olmayacağım' derse!

Gözlerim daldığım yere bakarken dehşetle büyümüştü. Buket'le biz de yapardık bunu çünkü.

Gökmen hangi ara ayağımın dibinden kalktı da pizzacıyı aradı da telefonu kapattıysa artık sesi kendime gelmeme neden oldu. Gözlerimi kırpıştırıp başımı kaldırdım. Tüylerim diken diken olmuştu. Bu konuyu açıp kafama soktuğu için o siyah saçlarını yolup, zeytin gözlerine çatal sokmalıydım. Koltukta ayaklarımın üzerine hışımla kalktığımda korktu.

Sinirle koluna vurdum. "Ne hamileliği ya!" Diye çemkirdim yüzüne karşı. "Sen benim düşmanım mısın?"

Gözleri büyümüştü ve anlam veremeyerek yüzüme bakıyordu. "Ne?" Diye sordu avel avel.

"Sen çok istiyorsan doğum yapabilirsin canım."

"Ben mi?" Tek kaşını kaldırdı. "Bunu istediğinden emin misin Aysuna?" Bana doğru birkaç adım attığında koltukta ayakta olduğum için boyum ondan biraz uzundu. Ellerini belime koyup başını bana doğru kaldırdı ve çenesini gerdanıma yasladı. "Bir bebeğin bebek doğurması sence mümkün mü?" Gözlerini kırpıştırdı.

Gözlerimi devirdim. "O zaman o bebek baba da olamaz."

Dudaklarını eğip büktükten sonra belime sarılmayı bırakıp geri çekildi. "Hazır değilim ben zaten." Diye mırıldandı.

Sanki bu konuşmadan sonra evlenmeyecek, hamile kalmayacak, ve tüm o kafamın içinde dolaşan şeyler olmayacakmış gibi bir keyifle koltuğa geri oturdum. Peşine kapı çaldı. Bakışlarımız buluştu. "Dayın mı geldi acaba?"

Gözlerim büyüdü. "Sus be, tövbe de!" Gülünce rahatlığına uyuz oldum. "Birini mi bekliyordun?" Diye sordum. Tedirgince devam ettim. "Açsana kapıyı."

Kapıyı açmak için hareketlendi ama gitmeden önce bana eğildi. "Bilmiyorum karıcım, sen bekliyor muydun?"

Ben vuramadan gülüp kaçtı ve kapıya koştu. Arkasından gülümseyerek baktım. Deli şapşik!

Kapı açılma sesinden sonra Gökmen'in, "hayırdır?" Diyen sesini duydum.

Birkaç konuşma duyduğumda sesleri anında tanıdım. Ayak sesleri içeri geldi, Turhan salona girerken beni görünce adımlarını sertçe kesti ve baka kaldı. Onun arkasında olan Atakan kafasını sırtına vurup sersemlediği bir duruş yapınca Yaşar da ona çarptı ve tren vagonları gibi dizildiler.

Atakan alnını tutup, "salak niye duruyorsun dünyanın-" diyordu ki beni gördü. "Anaa, bu da burada."

Gökmen yanlarından geçip yanıma geldi, oradan da mutfağa geçerken, "ilk defa geliyor." Dedi.

Elimi kaldırıp salladım. "Merhaba."

Üçünün gözleri de aynı anda koltuğa sinmiş, bacaklarımı kendime çekmiş olan gariban halimi süzdü, tabii üstümdeki Gökmen'in kıyafetlerini de. Gözlerimle görüyordum ama tuhaftı, çünkü aynı anda sağ kaşlarını nasıl kaldırabiliyorlardı?

"Kahve içecek misiniz?" Diye seslendi Gökmen.

"Ben alırım." Diyerek ilk ayılan Turhan oldu. Çaprazımdaki ikili koltuğa oturdu. Peşine Yaşar da oturdu ama Atakan ayakta kalarak bana tip tip bakmaya devam etti.

"Ne bakıyorsun?" Diye sordum Ankara şivesiyle. -Yapabildiğim kadarıyla tabii-

Etrafı köpek gibi kokladı. "Duman'ın bok kumu harici kokan başka bir şey daha var bu evde." Dedi.

"Kahve kokuyor." Dedi Gökmen salona geri gelirken.

"Yok yok, başka bir şey bu."

"Neymiş?"

Gözlerimin içine bakıp başını yana yatırdı ve imayla, "libido." Dedi.

Ürperdim, gerçekten de ev öyle mi kokuyordu? O nasıl bir kokuydu ki?

Sonra Atakan saçlarıma baktı ve ıslak saçlarım aklıma geldi, başımı eğip baktım ve utanç tüm bedenime yayıldı. Gökmen hemen yanımda durdu. Başımı daha kaldıramazdım artık, yerimde olabildiği kadar küçülürken Yaşar ve Turhan da başlarını bana çevirdiler.

"Ne var, Duman saçlarına işemiş, biz de yıkamış olamaz mıyız?"

"Üstünü de mi işedi?" Diye sordu Yaşar.

"Evet." Dedi rahatça Gökmen.

"Senin saçlarına ve üstüne de Aysuna işedi galiba?" Diye sordu alayla Atakan.

Ben dahil herkesin başı Atakan'a çevrildi.

Gökmen diyecek bir şey bulamayarak susa kalınca elini kaldırıp kapıyı gösterdi. "Defol evimden."

"Rüyanda bile göremezsin." Deyip koştu ve Turhan'la Yaşar'ın arasına oturmaya çalıştı, sığamayınca da poposunu sağa sola oynatıp araya kaynadı. "Gerçi artık senin rüyalar rezervedir, bize yer yoktur oralarda ama olsun." Üçü kahkahayı bastı.

Allah'ım, şu an utandığım kadar hayatım boyunca utandığımı hiç hatırlamıyorum. Varsa bile bu olay onu solladı. Koşarak kaçmak istiyorum şu an bu evden. Yanaklarımın halini bilmem ama tüm yüzüm, vücudumla beraber yanıyordu. Ve bu yangın yarım saat önceki yangınla uzaktan yakından alakasızdı. Tamamıyla utançtan yanıyordum. Konuyu biri değiştirebilir mi çünkü bunların kahkahası beni soluksuz bırakıyor.

Bir saniye ya!

Başımı özgüvenle kaldırıp koltukta üçüne doğru eğildim, zaten salon küçük ve koltuklar da birbirlerine yakındı. Gülüşleri bu hareketim ve bakışlarımla kesildi, aynı anda geriye doğru çekildiler.

Direkt Atakan'ın gözleri içine baktım. "Bu Trabzon tatili senin başının altından çıktı değil mi yine?"

Turhan ve Yaşar başını eğerken Atakan'ın boğazı kabardı ve öksürecek gibi tıkandı. Öksürdü ve Gökmen'e kötü bakışlar attı. "Onu da mı söyledin hanımcı pislik!"

"Habersiz gidebileceğimizi gerçekten düşünüyor muydun?" Diye yanıtladı Gökmen.

Aferin benim aşkıma.

"Son anda söylerdik."

"Sonra beni hangi çukurda 40 yerinden bıçaklanmış olarak bulurdunuz bilemiyorum artık." Deyip mutfağa geri döndü. Üçlü, arkasından ürkerek baktıktan sonra bana geri döndüler.

"Gidilmeyecek o tatile." Dedim dişlerim arasından.

"Niye?" Diye çıkıştı Atakan.

"Sebep?" Dedi Yaşar.

"Yengeye cevap verilmez ben susuyorum." Dedi Turhan.

"Çünkü ben istemiyorum." Dedim.

Gökmen kendine ve Turhan'a yaptığı kahveleri getirip sehpanın üzerine koyduktan sonra benim oturduğum tekli koltuğun önüne oturup sırtını koltuğa verdi. Elimi hemen sağ omzuna koydum. sol omzu çocukların tarafındaydı. Tuttuğum sağ omzundan yukarı doğru parmaklarımı kaydırarak boyun girintisini okşamaya başladım.

Gerildi.

"Ya vallahi bungalov da kalmayacağız." Diye savunma yaptı Yaşar.

"Ha bir de orada kalın!" Diyerek gözlerimi belerttim.

"Sıçtın sıvadın, sus." Diye kızdı Atakan. "Bana bırak sen bu işi." Boğazını temizleyerek bana döndü. "Tamamıyla masumane bir tatilden bahsediyoruz minik yenge. Gökmen'in yaşadığı zor zamanlar ve bizim yaz aylarında evde boş torba gibi oturmayı sevmediğimizden dolayı bu tatili planladım. Sana kalacağımız evi bile gösterebilirim."

Dört parmağım boynunu, baş parmağım ise ense kökünü okşarken gözlerim Atakan'daydı. Gökmen ise kucağına tünemiş olan Duman'dan farksızdı. Mıyışmış ya da başka şeyler de olmuş olabilirdi. Bilemeyeceğim artık...

"Üç artı bir, hepimizin odası ayrı olacak ve istersen Gökmen yatarken odasının kapısını kilitler. Manitanın ırzına geçmeyeceğiz yani." Sona kadar iyi gidiyordu.

Turhan burun kemerini sıktı. "Başarmak üzereydin." Diye mırıldandı başı eğikken.

"Bundan önceki tatillerde yaptınız yani?" Diye sordum tek kaşımı kaldırarak.

Yaşar, "tövbe Estağfurullah." Diyerek başını başka yöne çevirdi.

"Sen de bizi iyice şey yaptın Aysuna." Diye hayıflandı Turhan.

"Tabii ki de yapmadık." Diye çıkıştı Atakan. "Yapmadığımızı söyler misin Gökmen." Başını eğip arkadaşından medet umdu ama boşunaydı. Hepimiz Gökmen'e baktık, gözlerini kapatmış okşamalarımın keyfini sürüyordu. Atakan alt dudağını yalayıp dişleri arasına aldı ve sıktı. "Lan!" Diye bağırınca Gökmen yerinde sıçrayıp gözlerini açtı. "Aklı bacak arasında olan beyefendi, sana soru soruyoruz burada. Abine cevap ver!"

"Ne? Ne sorusu?" Diye afalladı Gökmen.

Gülmemek için kendimi zor tutarken elimi çaktırmadan çekip dudaklarımın üzerine koydum ve arkama yaslandım. Bir utanç dalgasını daha kaldıramazdım.

Atakan elini hava da salladı. "Ohoo, biz bu savaşı kimin için veriyoruz, herifdeki rahatlığa bak."

"Belki Gökmen de içten içe gelmek istemiyordur." Diye ortalığı karıştırdım.

Arkadaşlarının gözleri şaşkınlık ve tehditkar biçimde genişleyince Gökmen hepsine tek tek bakıp başını bana doğru çevirip kaldırdı. "Aşkım öyle deme ya." Diye zırvaladı dudakları arasından. Sesi bile zar zor çıkıyordu.

"Yalan mı?"

"Yalan!" Diye bağırdı Gökmen'den önce Atakan. Gökmen'le göz göze geldi ve aksini söylerse arkadaşlıkları bitecekmiş gibi korkutucu baktı.

Gökmen ağzını açtı, kapadı, açtı, kapadı; benim ve Atakan arasında kalmıştı ki telefonum çalıp, "Buket görüntülü arıyor." Dediğimde rahat bir nefes verdi.

"Rabbimin sevgili kuluyum." Diyerek ayağa kalktı Duman'la beraber. Ben telefonumu açıp sehpanın üzerine yerleştirirken Gökmen beni yerimden kaldırdı ve kendisi tekli koltuğa oturdu, sonra da beni bacakları üstüne çekti.

Arkadaşlarının yanında yaptığı için kızacaktım ama başka oturacak yer olmadığı için tek yaptığım oturuşumu masum ve namuslu hale getirmek oldu. Tek bacağı üzerine yerleşip tamamen telefona döndüm. Duman ikimize de sürtünüyordu ve sanki şu anda benden pek de nefret etmiyormuş gibiydi.

"Aysuna'mm-" Buket ve Burhan'ı ekranda görebilmek için hepimiz eğildik, Buket tek beni ya da aile fertlerimizi görmeyi bekliyor olacak ki duraksadı. "Aaa, siz birlikte miydiniz?"

Turhan el salladı. "Merhaba."

Burhan da el salladı. "Ne yapıyorsunuz?" Buket'le koltuğa oturmuşlardı ve o kolu koltuğun arkasına doğru atılmışken Buket göğsüne yakın olduğu için ekranda daha belirgindi.

"Tartışıyoruz." Dedi Atakan.

"Çocuk musunuz oğlum? Neden tartışıyorsunuz?" Diye sordu Burhan.

"Biz değil." Dedi Gökmen. "Aysuna ve Atakan tartışıyor."

Burhan ağzını 'hee' derken gibi açtı ve susmayı tercih edince Buket, "kankitonellamdan uzak durun, oyarım hepinizin gözlerini." Diye cırladı.

Gülümsedim. Uzaktayken bile arkamı kolluyordu canım beni ya. "Konuyu iyi ki açtın Atakan." Dediğimde bana döndü. Buket'e bakıp şikayetimi tek nefeste sundum. "Buket bunlar Trabzon tatiline gitmeyi planlıyor ve Burhan'ın dönmesini bekliyorlar."

Yaşar ve Turhan korkudan arkalarına yaslanıp telefonun görüş açısından çıktıklarında altımda olan Gökmen'in dahi kasıldığını hissettim. Buket'ten gerçekten de korkuyorlardı. Ya da Burhan'a fazlasıyla saygı duyuyorlardı.

Buket'in gözlerini hiç bu kadar büyük görmemiştim, ekrana doğru eğilip tek kaşını saç diplerine kadar kaldırmaya uğraştı. "Ne ne ne ne ne neee!"

"Sıçtık." Diye mırıldandı Yaşar.

"Pislik kuma." Diyerek kin dolu bakışlar attı bana Atakan. Sonra yüzünü yumuşatıp Buket'e, "yengecim yalan söylüyor-" diyordu ki, Buket, "hehe ondan ondan, sana mı inanacağım, kankime mi?" Diye lafını böldü.

Atakan sus pus oldu.

Buket bu sefer de, "konuşsana." Diye cırlayınca, Atakan, "konuşunca inanmıyorsun, susunca da kızıyorsun ama." Dedi ve hepimiz gülmeye başladık. Yeminle çok komik bir serzenişti. Gözlerim dolana kadar gülmüştüm. Gökmen'in belime doladığı boştaki elinin baskısı bile beni gülmemden ayırıp heyecan kazanlarına atamamıştı.

Bu kucak pozisyonuna bayılıyordum ama diğerleri olduğu için çok rahatsızdım. Buket'le Burhan evli olmalarına hatta yıllardır birlikte olmalarına rağmen bile yanımızda hiç böylesine bir yakınlaşma içinde olmamışlardı.

Ayağa kalktığım zaman Gökmen'in bakışları üzerimdeydi. Bacaklarını iki yana açıp yere aralarına oturdum. Üzgünüm sevgilim ama ayıp!

"Atakan bak," diye devam etti Buket. "Eğer ki böyle bir şey yaparsanız sizi keser, Bursa halkına ucuz iskender diye satarım." Kıkırdadım. Bir insanın tehditti bile mi kaliteli olur ya? "DUYDUNUZ MU BENİ MAYMUN SURATLILAR!"

Buket'in cırtlak sesi beni bile yerimde sıçrattı. Atakan da yutkunup arkasına yaslandı ve arkadaşlarının arasında büzüldü.

Onlara bakıp güldüm, sonra, "Gökmen'im hariç ama." Dedim. Yanımdaki bacağına sarıldım. "Size söylüyor o maymun suratlı kısmını."

Buket, "Aysuna şu an çakma damat sevgilini savunmanın sırası değil kankitonellam. Büyük ihtimalle o da bu işin içinde çünkü." Dedi.

"Çakma damat senin kocandır." Diye mırıldandı Gökmen.

"Yok o masum ablası."

"Külahıma anlat."

Atakan, "bu evlenince daha da bir çirkefleşmiş sanki." Diye mırıldandı, kendimi tutamayıp güldüm.

Buket ona ihanet etmişim gibi baktı bana. "Aysuna!"

Gülmemin arasında, "özür dilerim." Dedim.

"Kankim sen bensizlikten kafayı yemişsin, Atakan'ın boş boğazlığına güldün az önce. Ama hiç merak etme, yarın öbür gün geri geldiğimde seninle seanslarımıza tekrar başlayacağız."

Gülümsedim. "Teşekkür ederim sensei."

"Kafayı yediği kısma katılıyorum Buket." Dedi Gökmen. "Siz balayına gittiğiniz ilk gün depresyondaydı, 'Buket'im gitti Buket'im gitti' diye ağlıyordu."

"Oy aşkım kıyamam sana." Dedi Buket, merhametliydi bakışları. Dudaklarımı büzdüm. "Çok uzak kaldık kız biz senle."

"Evet." Dedim yine depresif ruh haline bürünürken. Buket'le beraber büyümüştük ve daha önce hiç bu kadar ayrı kaldığımız olmamıştı. 1 hafta bana 1 ay gibi gelmişti. Diğer yaşadıklarımda tuzu biberi olmuştu... "Hatta babama 'Buket'im gitti' dediğim zaman düğünde senin attığın çiçek buketi sandı, biliyor musun?"

Evin içinde yankılanan kahkahalar ben hariç herkese aitti, Buket'le Burhan'ın sesli gülüşleri bile telefonumun hoparlörünü cızırdattı.

"Hamit amca ya, alem." Dedi Burhan. "Onları da çok özledik, nasıllar?"

Evde 10 saniye öncesinin aksine derin bir sessizlik oluştu. Ne cevap verecektim? Yalan mı söylemeliydim? Ne dersem Gökmen içerlenmezdi? Kuruyan boğazımı yutkunarak ıslatırken bir yandan da yüz ifademi nasıl tutsam Buket anlamaz diye düşünüyordum.

"İyiler." Dedi Gökmen kısık bir sesle. Ben olduğum şekilde kalırken üçlünün başı Gökmen'e çevrildi. "Damatlarının geri dönmesini bekliyorlar. Gel de artık ellerini öp." Kinaye yoktu ama kıskançlık vardı sesinde. Belki yüz ifadesi kendini ele vermeseydi sesinden moral bozukluğunu anlayamazlardı fakat öyle değildi.

"Gökmen?" Dedi Burhan.

Gökmen cevap vermedi, sustuk bir süre. Gerilmiştim, nefeslerim göğsümü ağrıtıyordu, bu konu için geri dönmelerini beklememiz gerekiyordu. Şimdi olmazdı, uzaktayken konuşulacak bir konu değildi.

Atakan bir anda öne eğilip, "Yaşar, Kumru ile görüşmeye başladı." Diye bağırdı, "yine!"

Buket, "ne!" Diye şaşkınlığını dışa vururken Burhan hala arkamda kalan Gökmen'e bakıyordu. Onunda Burhan'a baktığına emindim. Zaten bir şeyler olduğunu çaktığını biliyordum. Buket de saf değildi ve şu anda Atakan'ın dikkat dağıtma stratejisine ayak uydurmasının tek sebebi benimle aynı düşünüyor olması ya da bu rahatsız sessizlikten rahatsız olmuş olmasıydı.

Yaşar, Atakan'ı dürttü. "Lan!"

"Ne var? Zaten Gökmen'e söyledik, o da Aysuna'ya söyleyecekti. Bir Burhan'la Buket mi bilmesin?" Ekrana döndü. "Turhan da annesinin bulduğu hanım hanımcık bir kızla evlilik flörtü ediyor." Bana baktı. "Ne diyorlardı ona ya?"

"Görücü usulü mü?"

"Heh heh evet, ondan işte." Ekrana döndü yine, taklit ederek, "Turhan'ı bir görseniz, o telefona bakarken nasıl sırıtıyor, akşam eve gidip annesiyle kız hakkında konuşacağım diye Uçurtma'dan erken ayrılıyor falan falan, bir görseniz." Dedi.

32 diş gülümseyip Turhan'a baktım. Başını eğip gözünün yanını kaşıdı; utanmıştı. Yaşar muhabbet konusu olmaktan çabucak sıyrıldığı için mutluydu.

Buket ellerini birbirlerine vurdu. "Geri döndüğümüzde hepinizle ayrı ayrı dedikodu yapmamız gerekiyor. Biz yokken neler olmuş neler hayatım görüyor musun?"

"Görüyorum." Dedi Burhan. "Ve detayları çok da merak ediyorum." Sesindeki imayı bir tek ben sezmiş olamazdım.

Zil çalınca sustuk. Başımı kaldırıp baktığımda Gökmen, "pizza gelmiştir." Dedi, kapıya bakmak için ayaklanmaya çalıştığında ondan önce kalktım.

"Ben bakarım." Diye şakıyıp kapıya hızlı adımlarla yürüdüm. Banyo yaptıktan sonra karnım hep çok acıkırdı, pizzanın lezzeti daha yemeden ağzıma doluyordu. "Sonundaa." Diye mırıldanırken kapı kolunu tuttum ve açtım. "Pizza-"

Dona kaldım.

Dona kaldı.

Dayımla göz göze baka kaldık.

Loading...
0%