@dangerous_hatun
|
Yengem kıskanç bir kadındı, çok çok kıskanç hem de. Dayımla daha evli değillerken, sevgililik dönemlerinde bizimle tanışmaya geldiklerinde annem insan sarrafı olduğu için -eski- yengemi hemen tanımış ve hiç sevmemişti. Ama dayım için susmuştu, birazcık... Yengem de annemi sevmezdi ve dolaylı yoldan beni de sevmezdi. Dayımla sarıldığımız bir keresinde bana kötü kötü bakmış ve yalnız kaldığımızda kolumu morartana kadar sıkmıştı. Bir daha sarılmamamı söylemişti. Anneme söylemiştim hemen, annem de yengemle kavga etmişti. Dayımın belki de hiçbir zaman haberi olmadı çünkü annem söylememişti, bu konuda öylece kapanıp gitmişti. O zamanlar merak etmiştim, acaba bilseydi bana inanır mıydı? Ve yengeme kızar mıydı, yoksa konuyu kapatır mıydı? İkicisi olsa çok kırılırdım çünkü dayımı çok seviyordum. Şimdiyse merak ettiğim tek bir soru değil, onlarcası vardı. Gözleri şaşkınlıkla titriyordu. Bana bakarken ne düşünüyordu? Gökmen'in evinde görmeyi beklediği son kişiydim. Bakışları donuktu ama sonra çözüldü ve nemli saçlarımda, kıyafetler de gezindi. Yüzü gerildi. Korkuyla yutkundum, Atakan gibi düşündüyse vay halime. "Dayı." Diye mırıldandım. "Sen-" Duraksadı, nefes verdi. "Senin burada ne işin var?" Barıştığımızı bilmediği için soracağı ilk soru elbette ki buydu. "Üstündekiler ne?" Eliyle üstümü göstermişti. "Aysuna?" Diye sordu zorla nefes vererek. Aklından neler geçtiyse artık hayal kırıklığıyla bakıyordu, sanki Gökmen'le yaşadıklarımızı biliyor gibi, hatta ileriye gittiğimizi düşünüyor gibi bakıyordu. "Dayı şey-" "Su'yum, pizzayı sen alacaksın ama parasız nereye git-" Gökmen iki metre arkamda kala kaldı. Aralarında kalmak beni iki kat rahatsız ederken dayımı da net görsün diye yana çekildim, bacaklarım adrenalinden titriyordu o yüzden de kapıya yaslanmıştım. Gökmen'in çenesi kasılmıştı. "Senin ne işin var burada?" Benzer sorular, farklı nedenler... Dayım belki aralarındaki sorun yüzünden alttan alabilirdi ama beni böyle gördükten sonra aklında dönen tilkiler onu sinirlendirmişti. "Asıl benim yeğenimin ne işi var burada?" Diye bağırarak içeri daldı. Gökmen'in yakasına yapıştığında kapıyı iterek bıraktım ve, "dayı." Diye bağırışımla eş zamanda kapı çarparak kapandı. İçerideki üçlü ani kalkış yaptıkları için birbirlerine çarparak düşme tehlikesi yaşadılar ve sonra bize doğru geldiler. İkisi dayımı biri Gökmen'i tuttu fakat Gökmen'i tutmaları yersizdi. O zaten ellerini iki yanda salmıştı, saldıran dayımdı. "Bir soru sordum lan sana!" Diye bağırdı dayım. Gözlerimin içleri yine yanmaya başladı, Turhan ve Yaşar dayımı tutarken ben geride kalmak zorunda kalmıştım. Dayımın ateş saçan gözlerine bakarak sırıttı Gökmen. "Sevgilimi evime getiremez miyim?" Diye sordu sırf daha çok sinir etmek için. Dayımın yakalarındaki yumrukları daha çok gerildi ve başı hafifçe yana eğildi. Gökmen devam etti. "Merak ediyordu, ben de bütün evi gezdirdim. Ama neyse ki çocuklar biz banyodan çıktıktan sonra geldiler." Gözlerim kocaman oldu. Küfürden veya hakaretten hoşlanmadığımı herkes bilirdi ama ahlak kuralları si- Geri zekâlı çocuk! "Gökmen!" Diye dişlerim arasından tısladım. Dayım kontrolden çıkıp yakalarından sarstı onu. "Seni tanımasam yemin ederim buna inanır ve ağzını burnunu kırardım," kendini tutuyordu. "Ama dua et tanıyorum ve benim için değerlisin. Yoksaa-" "Niye inanmıyorsun ki?" Diye devam etti Gökmen. "Aysuna'nın saçları ıslak ve üstünde benim kıyafetlerime var. İtiraf etmeliyim onu böyle görmek hayal ettiklerimden daha güzel." "Ulan çocuk!" Dayım yumruk atmak için elini kaldırınca Yaşar havada yakaladı ve Turhan'la zor bela geriye çektiler dayımı. Atakan da kollarını Gökmen'in koltuk altlarından geçirmiş geriye doğru çekerken Gökmen'in yüzünde piç bir sırıtış vardı. Dayıma hala kızgın ve hatta nefretliydi, onu kızdırmak için beni kullanıyordu. Dayımı kapı tarafında tutarlarken Gökmen'e koştum, kolunu tuttum. "Salak saçma konuşmayı kesip kendine gel Gökmen." Başını bana eğerek gülümsedi. "Kendimdeyim sevgilim." Dayım sinirle homurdandı ve yine atak yaptı, Turhan ve Yaşar'a helal olsun, dayım gibi heybetli birini tutmak zor olsa gerekti. "Dayımı kızdırmak için beni kullanıyorsun. Tekrar söylüyorum kendine gel yoksa dayım yerine ben çakacağım bir tane." "Vurduğun yerde gül açar sevgilimmm." Başını bana uzatıp dudaklarını bastırarak harfi uzatınca ağzım açık kaldım. Tamam odun biri değildi ama şu anda yaptığı sırf şovdu. Yanağına okkalı bir Osmanlı tokadı geçirmek için avuç içimdeki damarlar kaşınıyordu. "Ben konuşup barışmaya geldim ama bu çocuğu dövmeden çıkmayacağım herhalde bu evden." "Ne barışacağım be seninle!" Diye çemkirdi Gökmen. Alayı gitmişti, ciddi ve sinirliydi. Dayımla göz göze kaldılar. "Hamit abi beni dinleyip affedene kadar sen ve ben diye bir şey yok. O zamana kadar ben de seni dinlemeyip affetmeyeceğim." "Sırlarını ailem dediğin insanlardan saklarsan sonuçlarına katlanırsın Gökmen efendi!" Diye sesini yükseltti dayım. "Dayı." Diye bir fısıltı çıktı dudaklarımdan ama bence kimse duymadı. Gökmen de sesini yükseltti. "Belki de abim dediğim, sevip değer verdiğim adam beni kazıklamasaydı bunların hiçbiri olmazdı." "Bir, ben öyle bir şey yapmadım!" Diye bağırdı, sesleri gittikçe yükseliyordu. "İki, eninde sonunda öğreneceklerdi. Senin o küçük aklın tüm bu sırları sonsuza kadar saklayabileceğini mi sanıyordu yoksa?" "O büyük aklınla yaptıklarının başıma açtıklarından sonra küçük aklıma hak veriyorum ve sorunun cevabı; EVET! Saklayacaktım!" Tek kaşımı kaldırarak gözlerine baktım ama o bunu fark etmedi, bir de hala yüzsüz gibi saklayacaktım diyordu. Tam dayaklık! "Geçmişinden kaçıyorsun ama oraya takılı halde yaşıyorsun Gökmen!" Turhan, Yaşar ve Atakan belli etmeden dayımla, Gökmen'i bıraktıklarında tekrar atak yapmalarını bekledim ama uzaktan kavga etmek dışında hiçbir şey olmadı. Ben ise aralarında kalmıştım. Bu sefer duygusal ya da psikolojik olarak değil. Fiziksel olarak! "Benim geçmişim senin götüne girsin!" Diye bağırırken kolunu uzattı ve işaret parmağını dayıma doğru ok gibi uzattı. Gözlerim genişledi. "Bir tek benim değil herkesinkine girdi!" "Eğer Hamit abi ve Kübra teyze benimle eskisi gibi olmazsa seni öldürüp bu sefer gerçek bir nedenle mahpusa girerim." "Ağzını hayra aç!" Diye sessizce bağırdım. Beni duymamazlıktan gelerek dayıma bakmayı sürdürdü. Dayım, Gökmen'in cümlesi bittiği gibi karşılık verdi, o ona o ona derken başım gittikçe ağrımaya başladı. Ne zaman bitecekti bu? Çok yorulmuştum, psikolojik olarak çok yorulmuştum. "Eniştemle ablam hapse girme nedenini dinleyip sana hak verse bile eskisi gibi olamazsınız çünkü yalan söyledin, sır sakladın. Sana eski masum gözlerler asla bakmayacaklar! Oğuldan tekrar damat adayına düştün Gökmen, kabul et. Ve hatta o mertebeye tekrar sahip olabilmek için ayaklarına kapanmalısın!" Dayım bağırarak sözlerini bitirdiğinde Gökmen susup kaldı, aslında bu bildiği bir şeydi ama her duyduğunda aynı tepkiyi veriyordu. Yediremiyordu kendine. İnanmak istemiyordu. Kırılıyordu. "Şerefsiz." Diye mırıldandı, kırgın ve kızgın bir mırıltıyla. "Dost acı söyler." "Seni son zamanlar da pek dost olarak görmüyorum." "İstediğin şekilde gör ama öyleyim, buraya gelme nedenimde tamamen sensin. Sana aşık olduğumu ve barışmanız için çabalamak zorunda olduğumu mu sanıyorsun? Hayır," dedi başını iki yana sallayarak. "Ama neyle mutlu olduğunu biliyorum ve mutlu olmanı istiyorum. Tekrar." Dedi üstüne basarak. "Evlenip gittiğinde seni özlemiştim biliyor musun? Ama şimdi hiç geri dönmemiş olmanı diliyorum!" "Evet biliyorum, bunu anlamam için dışa vurmana gerek yok." Gökmen ağzını açtığında daha fazla dayanamadım. "Yeter!" Diye bağırdım uzatarak, ayaklarımı yere vurarak tepindim. Gözlerimin içi yanmasını arttırdı. Gökmen'e baktığımda gözleri bana döndü. "Suçlu olduğunu kabul et ve sus artık!" Afalladı, sonra başını eğdi. Dayıma döndüm aynı şekilde. "Birbirinizin kalbini kırmak yerine sevginizi kabul edip alttan almayı deneseniz olmaz mı? Gökmen'e hatalarını söylemek yerine alttan alıp bize bir çıkış yolu olduğunu söylesen ya da? Büyüğümüz olarak." Son cümleyi kısık bir tonda ve daha sakince söyledim. Susup nefeslendiler. Dayım elini saçlarından geçirdi, Gökmen başı önde bir şekilde arkasını dönüp içeri gitti. Tekli koltuğa oturup ellerini bacaklarının üstüne bıraktı. Atakan peşine gidince diğerleri de gitti, dayıma baktım ve onay vererek başını salladı. İçeri geçtik. Dayım ayakta kalırken ben yere oturdum, herkes eski yerlerindeydi. Duman ise hemen yanımda oturmuş evdeki bütün yüzlere tek tek bakıyordu. Kafası karışmış gibiydi ve bağrışmalar yüzünden korktuğu için sakladığı yerden az önce çıkmıştı. "Ana konuyu konuşmaya başlamadan önce biri bana cevap versin." Dedi dayım, başlarımız ona döndü, Gökmen sabit kalırken alttan baktı. "Aysuna?" "Efendim dayı?" "Neden buradasın? Neden saçların ıslak? Neden banyo yaptın? Neden üstünde bu dangalağın kıyafetleri var?" "Kokum üstüne sinsin diye." Diye mırıldandı Gökmen. Dayımla soluyup başını ona çevirdi. "Çocuk bak..." Susup dişlerini sıktı. Gökmen gözlerini eğdi çenesini sağa sola oynatırken. Yerimde kıpırdandım ve ağzımı açtığımda Atakan konuşmama izin vermedi. "Duman saçlarına işemiş." Diyerek işaret parmağını yanımdaki Duman'a çevirdi. Dayım, Duman'a bakıp bana döndü. "Saçlarına neden işedi?" "Gökmen'i benden kıskanıyor." Dediğimde Duman kuyruğunu bana cilve yapar gibi vurdu. Hay senin zamansız sevgine tükürsünler be hayvan! Dayım şüpheyle tek kaşını kaldırdı, cevabımdan tatmin olmasa da takılmadı, başka soruya geçti. "Saçlarına işediyse ıslak mendille silseydin dayım. Neden banyo yapma gereği duydun, hem de bunun evinde ve evde yalnızca ikiniz varken." Yutkundum. "Gökmen'e güvenmiyor musun?" "Güvenmediğim Gökmen değil, deli akan kanlarınız. Bir kız ve bir erkek -özellikle bir evin içinde- baş başa kaldığında pek iyi şeyler olmaz." Gözlerimi kaçırıp başımı eğdiğimde bunun beni sadece -daha fazla- suçlu gösterdiğini sonradan fark ettim. "Kıyafetlerinde mi pislendi?" "Evet." Dedi hızla Gökmen. "Neredeler şimdi?" Diye bana sordu dayım. "Oda da. Yıkadık, kurusunlar diye bekliyorum." Dayım hemen arkasında kalan kaloriferin üstüne elini koyarken gözleri bizden ayrılmıyordu. Yaz ayında elbette kalorifer açık değildi. "Buz gibi peteklerde kıyafetler nasıl kuruyacak? "Belki balkonuma astım." "Senin balkonun yok Gökmen." Dedi dayım kendinden oldukça emin bir şekilde. "Hayat dersi bilmem kaç polis bey, kaloriferler ayarlanabilir. Sadece yatak odamı açtım. Boşa diğerleri yansın istemedim." Dayım bunu mantıklı bulmuştu ama hala inanmıyordu. "Yatak odanınkine de bakacağım." Deyip hareketlendi. Korkuyla Gökmen'e döndüm, bana bakıp başını çevirdi. "Eğer odama girersen seni haneye tecavüzden şikayet ederim, şahitlerim de sağlam." Dayım duraksayıp gözlerine baktı. "Geri dur yunus!" Dayım sinirli bir nefes alıp verdi, Gökmen'in onu şikayet etmeyeceğini biliyordu ama yine de geri döndü. "Yalan söylerken daha az stres yapın." Dedi hepimize bakarken, utanıp başımı eğdim, çenem gerdanıma değiyordu, benim aksine diğerleri yüzsüz gibi gözlerini devirdiler ya da başlarını dik tutup salonu taradılar. "Aysuna, hadi kalk giyin, gidelim dayım." "Ama dayı hani konuşacaktık?" "Seni bırakıp geri döneceğim." "İkinizi burada baş başa mı bırakayım?" "Aysuna dedim!" "Tamam dayı." Kalkmak için hareketlendim. "Hayır 'tamam dayı' falan değil." Dedi Gökmen. Geri yerime oturdum. "Sınırlarını bil Gökmen." Dedi dayım, bana bakınca tekrar kalkmak için hareketlendim. "Buraya barışmak için gelmedin mi? Bu yaptığın tavırlar durumu kötüleştiriyor." Dedi Gökmen, gözlerini gözlerime dikince yine oturdum. Dayım sinirli bir nefes verince yine kalkmak için hareketlendim, Gökmen uzanıp elini omzuma koyunca geri oturdum. Göz göze geldik. "Kız şamar oğlanına döndü." Dedi sessizce Yaşar. "Birbiriniz için yapmıyorsanız Aysuna için anlaşmaya çalışın." Dayıma yandan baktı. "Üstüne alınma polis bey amca, biz genel olarak yunuslardan hoşlanmıyoruz ama seninle olan mazimiz, şimdi yaşananlar..." Omuzlarını silkti. "Aysuna'nın dayısı olman." Beklentiyle devam etmesini bekledik. "Artık sadece sen ve biz yokuz, Gökmen ve sen yoksun. Aysuna da var." Turhan devam etti. "Uzaktan gözlemleyen birileri olarak söylüyoruz. Bu haliniz yalnızca ona zarar veriyor." Dedi beni göstererek. "Kumamı savunacağım aklıma hiç gelmezdi ama," dedi Atakan. "Haklılar... kendi hissettikleriniz ve gururlarınız yüzünden şu kızcağızı mahvediyorsunuz. Sadece siz de değil, Hamit abi de yapıyor bunu." Atakan düşmanım değildi ama bu özlü sözleri kalbimi ısıtmıştı, tebessüm ettim gözlerine bakarken. Atakan sustuktan sonra Yaşar yine sessizce, "düşüncesizlik yapıyorsunuz." Dedi buna katlanamıyormuş gibi. Gökmen elini omzumdan çekerek geri çekildi. Dayımın sessiz soluklarını işitmiyordum, düşünüyordu. Karar veriyordu. Çok tuhaf bir andı. Her an ne olacağı hiç belli değildi. Dayım anneme bu akşamdan bahsedecek miydi? İnşallah yapmazdı. Kübra Pamir kafamı kırardı. "Aklında ne var?" Diye sordu dayım, Gökmen'e. Sevgilim başını kaldırıp dayımın gözlerinin içine baktı. "Ne?" "Kendini nasıl affettireceksin?" "Çok düşündüm ama..." Başını eğdi. "Bilmiyorum." "Affettirmek kolay." Dediğinde hepimiz şaşkınca dayıma baktık. "Gerçeği anlattığında eniştem yumuşar, zor olan iki şey var." Merak ve dikkatle yüzüne bakıyorduk. Yükünü bir ayağına verdi ve elini kaldırıp parmakları ile saydı. "Birincisi, anlatman için seni dinlemesini sağlamak. İkincisi, affettikten sonra güvenini kazanıp yanında eskisi gibi olabilmesini sağlamak, ki eniştemi tanıyorsam bu esktra zor olacak çünkü o... kinci demeyelim de... tripçi, inatçı, nazlı... tuhaf bir şeydir işte." "Dayıı." "Dayım kabul et, baban bir tuhaf." "Etmiyorum." Dayım pes edip gözlerini çevirdi. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Gökmen'in düşünceli sesini duyduk. "İlkini sen halledeceksin." Dayımın gözlerine çözemediğim duygularla baktı. "Ben suçluyum kabul, ama sen de suçlusun. Kabul et." Dayım başını sallayarak kabul etti. "O yüzden de beni dinlemeye onu sen ikna edeceksin." "Sen ne yapacaksın peki?" "Gönlünü almak için ne gerekiyorsa onu." "Ne mesela?" Diye sordum. Gözlerime baktı ama bu kısacık bir andı, kaçırdı. "Ne gerekiyorsa." Diye fısıldadığında ev bu denli sessiz olmasa asla duyamazdık. Kirpiklerinin titrediğini gördüm. Aklından ne geçiyordu? Korku bedenimi bardaktan boşalırcasına yağan bir yağmurun hızla ıslatması gibi sarıp, ıslatıp, titretti. Yutkundum. "Paylaşmak ister misin?" Diye sordu dayım kinayeyle. "Hayır." Dedi Gökmen, kesin kararı buydu. Söylemeyecekti. "Peki." Dayım saçlarını karıştırıp bir süre düşündükten sonra, "eniştemi hallettiğimde sana haber vereceğim, o yüzden de bir ergen gibi davranmayı bırak ve o engeli kaldır." Dedi. Karşımdaki üçlü gülmeye başladı, ya da gülmemeye, kendilerini zor tutsalar da pek başarılı değillerdi. Kaşlarımı çatarak hepsine baktım. Ne engeli? "Ve o zamana kadar da sakın enişteme görünme, bu onu daha fazla kızdırmaktan başka bir işe yaramıyor." "Haklı." Deyip ayaklandım. Gökmen gitmemden korkan, gitmemi istemeyen bakışlarıyla hızla başını kaldırıp gözlerime baktı. Ben de gitmek istemiyordum ama olmak zorunda olan buydu. "Dayımla eve gideyim, sözünü dinle ve biraz sabret." O da ayağa kalktı, karşıma dikildi. "O zamana kadar görüşmeyecek miyiz?" "Hayır." Dedi dayım kesin bir dille. Gökmen ona bakmadan sinirli bir nefes alıp verdi. Gözlerime hala cevap ister gibi bakıyordu. Başımı iki yana salladığımda omuzları düştü. "Sikerler böyle işi!" Diye söylenip arkasını döndü. "Gökmen!" "Ne var?" Diye sesini yükselterek bana döndü. "Hep aynı terane anasını satayım! Sınavın var, ayrı kalıyoruz. Ailen bizi öğreniyor, ayrı kalıyoruz. Ne zaman birleşmeye çalışsak bir şey oluyor -genelde baban oluyor- ve biz ayrı düşüyoruz, günlerce görüşmüyoruz, sesini duyamıyorum, sarılamıyorum. Özlüyorum, çok özlüyorum Aysuna!" Bana doğru bir adım attı. Dayımın varlığı gerilmeme neden oldu, utandım. "Kavuşamıyoruz, olmuyor bir türlü! Kafayı yemek üzereyim!" Ne diyeceğimi bilemedim. Yalnız olsak belki bir şeyler gevelerdim ama onun yarasına şifa olacak şey -ben olmama rağmen- ben de değildi. Onun çaresizliği beni de çaresiz kılıyordu, kendi çaresizliğimin üstüne üstüne biniyordu. Boğazım düğümlendi, ağlamak istiyordum. Dişlerimi sıktım. "Sabretmeliyiz..." diye mırıldandım, burnundan nefes verirken omuzları hüsranla çöktü, yan dönüp gözlerini kapattı ve kendimi daha da kötü hissettim. Dayıma baktım bir çıkış yolu ararken. Gözlerime merhametle baktı. Ben halledeceğim der gibi baktı. Ben buradayım ve arkandayım dayıcım der gibi baktı. "Git giyin dayım." Dedi yumuşak bir sesle. İkiletmedim. Başımı sallayıp yatak odasına gittim, kapıyı kapattığımda çene topum titriyordu; öyle bir şeyin içindeydik ki benim için çok fazlaydı. Ellerim titremeye başladı. Dayımın içeriden gelen sesini duyuyor ama kelimelerini boğuk işitiyordum. Sertçe yutkundum. Benim hayatım toz pembeydi, ne ara pembesi gidip tozlu acı dolu hatıralar bırakacak anlar yaşamaya geçiş yapmıştım, yapmıştık? Ben bağırma ne demek onu bile bilmezdim, Buket'le bile en büyük tartışmamız normal ses tonunda olurdu ve sonunda da birbirimize sarılarak uyurduk. Sabah annemlere kahvaltı hazırlayıp akşama kadar ya ders çalışır ya da çarşı da boş beleş gezerdik. Üşüyordum. Ellerimi kollarıma doladım. Şimdi Buket olsa sarılırdı bana. Onu özledim, ona ihtiyacım vardı. Dayımın sesi kesildi, başka kimse konuşmadı. Üstümden çıkarttığım her bir kıyafetle kendime eziyet ediyor gibiydim, bol olmalarına rağmen içlerinde ısınmış, mutlu olmuş, alışmıştım. Yavaşça, ellerim titrerken giyindim. Kıyafetleri zar zor katlayıp yatağın üstünde bıraktım. Ayak sesleri ve birkaç diyalog daha duyduktan sonra kapı tıklatıldı. Başımı kaldırdım, kimin geldiğini bilmeme rağmen sordum. "Benim güzelim. Giyindin mi?" Sesi bile beni mutlu etmeye yetiyordu. Tebessüm ettim inceliğine karşı. "Gel." Yerimde hafifçe dönüp yatağa oturdum. Ellerimi kucağımın üstüne koydum. Gökmen onay vermiş olsam da kapıyı yavaşça açıp içeri bakıp beni giyinik gördükten sonra girdi. Kapıyı ardından olduğu gibi kapattı, dayım içeride olduğu için bu yaptığı beni hem gerdi hem de utandırdı. Kocam değildi sonuçta. Yüz ifademe bakıp, "iyi misin?" Diye sorarak yanıma geldi küçük adımlarla. Sanki beni ürkütmemeye çalışıyordu. Başımı salladım. Yanıma oturdu. Kolu koluma değdi. "Yüzün öyle demiyor." Diğer tarafındaki elini kaldırıp işaret parmağının yan tarafını çene altıma koydu, baş parmağını da çene topuma koyup başımı ona doğru çevirdi. Gözlerime baktı. Dertlerimin hepsini görmüş gibi yüzü düştü. Yine de sordu. "Ne oldu?" Biz kızların genel sorunu buydu. Dertlerimiz içimizi yırtıp yaşadığımız şehri boğacak kadar çok olsa da, bizi mahvetse de ilk soruşta asla anlatamazdık. Bakışlarımı kaçırıp tekrar sormasını bekledim. "Aysuna? Ne oldu?" Yutkundum. Yine bekledim. "Dayın geldi diye mi?" İki kere daha sorarsa söylerdim. İçim anca öyle rahat ederdi. "Hım?" Gözlerimi kapatıp açtım ağırca. Bir kere daha sor söyleyeceğim. Hazırım içimi dökmeye. Yüzüme bakıp dalgınca, "peki." Dedi uzatarak. "Konuşmak istemiyorsan-" "Yaa." Diyerek başımı ona doğru çevirerek yatırdım. "Bir kere daha sorsaydın söyleyecektim." Bana avel avel baktı. "Kızım manyak mısın?" Diye çıkıştı. "Niye ilk soruşumda söylemiyorsun?" "Öyle." Dedim içime kaçmış sesimle. "Bir kere daha sorsaydın anlatacaktım." "Allah Allah... Güzelim dayın içeride seni bekliyor, fazla vaktimiz yok zaten, sen bir de 10 kere sormamı mı bekliyorsun?" "Şu anda mantıklı olamayacak kadar duygusalım Gökmen." Bakışları tekrar yumuşadı, kendini suçlayan bir duygu akımı göz bebeklerini ele geçirdi. Zeytin gözleri hüzünle dumanlandı. Sertçe yutkundu. "Dayın giderken sana bir şey derse hiç cevap verme olur mu? Kızıp kırmasın seni." "Beni kıran aranızdaki bu çatışma." Diye sonunda söyleyi verdim. Gözlerine baktım direkt. "Beni yıpratan sizsiniz." Kulağa acımasız geliyordu ama benim de canım yanıyordu. "Sen, babam, dayım. Üçünüz benim bu hayatta ki tek en değerli erkeklerimsiniz ama birbirinizi her gün kırıp, kötü anılara maruz bırakıyorsunuz." "Aysuna..." dedi omuzları düşerken, çaresiz bir ifadeyle. "Siz o sözleri birbirilerinize söylüyorsunuz ama sizden önce bana çarpıyor. Benim kalbimi kırıyor..." Gözlerim doldu. "Sanki bu günler hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor Gökmen. Eskisi gibi olmanız mümkün değilmiş gibi ve bu beni çok üzüyor." Yanağıma akan yaşı görünce oda ona dar geliyormuş gibi aldığı nefesle göğsü yükseldi, önüne dönüp dirseklerini dizlerine yasladı ve ellerini yüzüne kapattı. Her bir hareketini konuşmaya devam ederken izledim. "Ne kadar mutlu ve güzeldik. Şimdiyse ne kadar da ayrı ve kötüyüz." Çenem titredi, görüş açım yaşlarımla kapandı. "Ben sizi çok özlüyorum." Deyip seslice ağlamaya başladım. Başını kaldırıp saçlarımın kapattığı yüzüme baktı. Uzanıp kendine çekti, yetmeyince bana doğru kaydı ve sıkıca sarıldı. "Ben sizi çok özlüyorum." Dedim yine. Tüm bu olanlar benim için çok ağırdı. Ağlamam sesli hale geldikçe Gökmen beni göğsüne daha çok çekiştirdi. İçine sokmak istercesine ve tüm olanları unutturabilecek, beni koruyabilecekmiş gibi sardı bedenimi. Kendi ağlamamdan başka bir şey duyamıyordum, o yüzden de Gökmen'in dişleri arasından, "bekle." Dediğini duyduğumda algılayamayacak kadar kendi düşüncelerime boğulmuştum. Baban Gökmen'i affetmeyecek. Gökmen'i seviyorsun ama içini huzursuz ediyor değil mi? Dayınla eskisi gibi olamayacaklar. Birbirlerine hep böyle dalaşacaklar! Benim yüzümden mi? Belki. Hayır hayır, onlar... Onlar... Belki de benim yüzümden. Ağlamam arasında hıçkırdım. Gökmen bana sarılırken her bir hıçkırığımda daha sıkı sarıp nefessiz kalmama neden oluyordu, hafifçe sallanmaya başladığında kendimi daha çok kaybettim. Ağlamak benim hayatımda nadir bir eylemdi, şimdiyse her gün ya ağlıyor ya da ağlamak istiyordum. Üçü de seni ne kadar severlerse sevsinler senin için bile olsa barışmayacaklar. İşte beni her gün ağlamaya iten ilk gerçek buydu. Ben bile onları birleştirecek kadar yeterli değildim. Gökmen saçlarımı sevdi. "Geçecek hepsi." Ağladım. "Düzelteceğiz." Ağladım. "Ben düzelteceğim." Dedi kararlı bir sesle. İçerlendim. Kendini suçlu buluyordu işte. Kapı tıklatıldı. Gökmen, "bekle dedim!" Diye sesini yükseltince, dayım, "iyi mi yeğenim?" Diye sordu. "Aysuna? Kızım?" Diye seslendi bana. İç çekerek ağlamamı durdurmaya çalıştım. Gökmen'e sarılı kalırsam asla başaramazdım ama. Sıcak göğsü mayışmama neden oluyor ve duygularımı çözüyordu. Geri çekilmeme başta izin vermeyecek gibi olsa da sonradan bıraktı. Elleri hala üstümdeyken saçlarımı geriye taradım ve yaşlarımı sildim, hala ağlamak istiyordum. Derin derin nefesler alıp burnumu çektim. Gökmen yanaklarımı severken kendimi toparlayıp gözlerine dönmemi bekledi. Baktım. Hüzünlü bir şekilde gülümsedi. "Ağlama." Dedi merhametle. "Kısa sürmesi için çabalayacağım ama olur da uzun sürerse bile bunu çözeceğiz. Baban beni eninde sonunda affedip tekrar sevecek." Yutkundum. "Eğer sen buna inanıyorsan ben de inanırım." Çünkü her ne kadar yıpransam da Gökmen'in duygusal olarak benden aşağı kalır yanı yoktu. Tereddütle duraksadı. Bana yalan söylemek istemiyordu fakat bu söylediğine tam anlamıyla da inanmadığını biliyordum. Sertçe yutkunup zorla gülümsedi. Başını aşağı yukarı salladı. Yanaklarımı sevdi. "Şimdi toparla kendini. Ağlamasın benim güzelim." Onun aksine benim dudaklarım sevilme hissinin güzelliği ile kıvrıldı. "Ağlamasın ve sevgilisine güvensin." Başımı çocuk gibi salladım. "Güveniyorum." İşte o zaman gerçekten gülümsedi, gözleri parlayıp hızla söndü. "İşte benim mankafam." Başımın üstünü acıtmayacak kadar az şekilde vurarak okşadı. Kendimi Kore dizisindeki o aptal kız gibi hissetmemim tek nedeni de bu hareketti zaten. Kaşlarım usulca çatılırken gülümsemesi genişleyip dişlerini gözler önüne serdi; zeytin gözleri kısıldı. Çok güzel gülümsüyordu zalimin oğlu. Özellikle bana böyle bakarken ve bu kadar duygu yüklüyken. Dudak büzdüm. Uzanıp dudaklarıma buse bıraktı. Geri çekilip gözlerime son kez baktı sevgiyle ve ayağa kaldırdı bizi. Kendine çekip kollarını boynuma sardı, ben de beline sarıldım ve sıcaklığının yanı sıra kokusunu da soludum. En azından şimdi onu bırakıp giderken kokusunu da yanımda götürecektim. Dayım bir kez daha kapıyı tıklatınca Gökmen, "sıçayım senin sabrına." Dedi. Güldüm, deli gibi güldüm. Psikolojim bozulmuş gibi güldüm. "Siz bana kafayı yedirteceksiniz." Gülümseyerek baktı bana, kolu omzumda kalırken ben de beline sarılı halde kaldım, beraber kapıya yürüdük. Açmadan önce kolunun altından çıktım, dayım hemen kapının önündeydi ve beni görünce çatık kaşları düzeldi. "Yeğenimi mi ağlattın?" Dedi suçlayıcı bir tonla. "Hee ağlattım, çünkü bayılıyorum ben Aysuna'yı ağlatmaya." "Son günlerde de bunu kanıtlıyorsun." Omuzlarım düştü. "Yapmayın lütfen." Dedim kısık sesle fakat Gökmen beni duyarak sustu. Kendimi Trabzon'dan Bursa'ya kadar koşmuş kadar yorgun, hatta ölü gibi hissediyordum. Susuzluktan dudaklarım ve boğazım kurumuştu. Ağlamanın insan üzerinde böyle bir etkisi vardı. Dayımın yanından geçip kapıya yürüdüm. Çocuklar koltuktan kalkıp benim peşime kapıya geldiler. Dayımla Gökmen de arkamdaydı. Kapıyı açıp ayakkabılarımı giydim. Dayım da giyinince bana baktı, merhametle kolunu omzuma atıp merdivenlere yönlendirdi beni. İnmeden önce başımı çevirip baktım, Gökmen ellerini ceplerine sokmuş kapı girişinde durmuş arkamızdan bakıyordu. Gitme diye yalvarıyordu adeta gözleri. Ama çaresizdi ve kıyamıyordu bana. Derin bir nefes alıp önüme döndüm. Merdivenleri inerken dayım tutuşunu sıklaştırıp başımı kendine çekti ve saçlarımın üstünü öptü. "Geçecek dayım." Dedi o da tıpkı Gökmen gibi. Tek isteğim buydu. Dışarı çıktığımızda hava kararmaya durmuştu. Arabaya binerken telefonuma bildirim düştü. Koltuğa oturduğumda dayım kapıyı kapattı. Kutlu nerede kaldığımı merak ediyordu. Gelemeyeceğimi söyleyip teşekkür ettim, beni bekleyip merak etmesi bile bir şeydi. Sonra bir bildirim daha geldi dayım arabayı çalıştırırken. Yakışıklı Kask'tan... "Yukarı bak." (18:55) Cama dönüp gözlerimi kaldırdım, Gökmen cama çıkmıştı. Beni camdan yarım yamalak görünce el salladı. Gülümsedim, el salladım. Dayım yola çıkınca koptuk. Yüzüm düştü ve arkama yaslandım. Bir bildirim daha. Telefonumu kaldırdım ve az önce giden gülümsememin geri gelmesine neden olan mesajı okudum. "Seni çok seviyorum, beni sevdiğini de biliyorum. Bu başarmamız için ihtiyacımız olan her şey. 💛" (18:57) "Ben de seni çok seviyorum." (18:58) "Hiçbir şey için kendini üzme. Senin hatan değil çünkü." (18:58) Gördü ama bir süre yazmadı. Onu beklerken sağdan soldan düşünmeye başladım, her bir şey bir diğerini açtı derken aklıma takılan şeyle dayıma döndüm. "Dayı?" "Efendim dayım?" "Düğünden önceki gün bana 'geçmiş geçmiştir' demiştin, hatırlıyor musun? Gökmen'le aramız limoni gibiydi." Duraksadı, hatırlamak için mi durdu yoksa konunun nereye gidip ne soracağımı düşündüğü için mi durdu bilmiyorum. "Evet." Dedi sonra. Mesaj geldi. "Akşam yatmadan önce mesajlaşalım olur mu? Çok özlemişim bunu yapmayı." (19:01) "Dört gözle bekleyeceğim. 💛" (19:01) Yazıp yolladıktan sonra dayıma döndüm yine. "Bunlardan söz ediyordun değil mi?" Başını salladı yola bakarken, tek kolu direksiyondaydı, diğeri açık camdan dışarıda. Heybetli vücudu koltuğa yayılmıştı. Sıkıntılıydı. "Ataberk'ten, Gökmen'in hapse girip çıkmasından, tüm bunlardan bahsediyordum." "Bana neden söylemedin?" "Bana düşmezdi... babanın bile benden, bu şekilde öğrenmesini istemedim ama oldu işte." Bana bakıp yola döndü. "Normal bir zamanda normal bir şekilde öğrenmiş olsaydın bu kadar yıpranmazdın, ben de buna inanıyordum, bu yüzden Gökmen'i bekledim... Olanların hiçbiri onun suçu değil." "Başka bilmem gereken bir şey var mı?" Direksiyondaki eli kasıldı. "Ne gibi?" "Başka bir Gökmen Atilla sırrı gibi?" "Bu soy ismi söylemeye alışmamalısın. Baban hala bilmiyor." "Var mı dayı?" "Yok." Dedi. Yoktu. Ama o zaman neden içim huzursuzdu. Neden dayımın da, Gökmen'in de bana yalan söylediğini seziyordum. Belki de daha önce yaptıkları için psikolojik olarak güvensizlik oluşmuştu ben de. Özellikle de sakladıkları sırrın bedelini hala çekiyorken bu normaldi. Sevdiğin insanların sana yalan söylediklerini düşünmek insan da bağıra çağıra ağlama isteği uyandırıyordu. Önüme döndüm. Öyle ya da böyle, eğer bir sır daha varsa ve ben bu yaşadıklarımı tekrar yaşarsam ikisini de affetmezdim. Benim canımı yakmaya hakları yoktu. Ne kadar seversem seveyim, değer verirsem vereyim bana bunları ikinci kere yaşatmaya hakları yoktu. O yüzden de şimdi onlara inanmış gibi yapıyordum. Eğer sır yoksa zaten olan sevgim katlanır ve minnettar olurdum. Fakat varsa... İşte o zaman olacaklar hiçbirimizi mutlu etmezdi. |
0% |