Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@dangerous_hatun

Sabah annemler uyurken kalkıp hazırlandım, Duman’ın randevusuna yetişmemiz gerektiği için Gökmen’i bekletmek istemedim. Yüzümü gözümü yıkayıp çapaklarımdan ve uykulu halimden arındım. Siyah pantolonumun üzerine beyaz tişörtümü giydiğim zaman hafiften kilo almaya başladığımı daha net fark ettim.

Ödem bunlar Aysuna, kilo değil.

Babam aramız bozuk olmasa çoktan beni diyete sokardı. Ya da kafasını Gökmen’le bozmuş olmasa…

Aynanın karşısında gözlerimi devirip işime geri döndüm. Saçlarımı düzleştirip önden iki tutamı ördüm ve geriye doğru çekip tel tokayla tutturdum. Maskaramı sürüp eyeliner çektim, parfümümü sıkıp kafam da giyeceğim ayakkabılarımı hazırladığımda bile bekleyecek vaktim vardı. Erken kalkmamıştım aslında ama hızlı hareket etmiş olmalıydım.

Beklerken tırnaklarımı kesip, manikür setimi çıkarttım. Uzun zaman sonra kendimle ilgilendim biraz. Tırnak etlerimi kesip şekillendirdim. Gökmen telefonumu çaldırana kadar oyalanıp durdum. Evden çıkarken anahtarımı ve lazım olan şeyleri çantama koyduğumdan emin oldum. Telefonumun şarjı yarımdı, malum dün akşam şarj aletinin ucunu kırmıştım.

Evden çıktığımda Gökmen’i kapının önünde görmeyi beklemiyordum. Şaşkınlığında yanında korku da saldı beni. “Gökmen!” Diyerek geçtim karşısına.

Kalçasını Çiçek’e yaslamış, benim koltuğuma Duman’ın çantasını ve içindeki Duman’ı koymuş beni bekliyordu.

Gözleri parladı. “Güzelim.”

“Burada ne işi var?”

Kaşları çatıldı. “Derken? Duman’ı beraber götürmeyecek miydik?”

“Sokak başında beklersin sanmıştım.”

“Ne fark eder ki? Baban dün akşam öğrenmiş zaten, biri görüp söylese kaç yazar.”

“Bu kadar kalın düşünme lütfen.” Dedim başımı iki yana sallayarak, ve Duman’a dönerek cevap vermesini duymak istemediğimi belirttim. Çantanın şeffaf camından gözlerini bana dikmişti. Bir sibirya kurdu gibi yüz mimikleri o kadar belirgindi ki; bana ‘sende mi götüme iğne vurulmasını izlemeye geliyorsun’ der gibi bakıyordu.

Sırıttım. “Hadi gidelim.”

Kaskımı takıp Duman’ı sırtıma geçirdim. Gökmen taktığı zaman ona tam sarılamıyordum çünkü. Taktığım andan beri Duman çırpınıp durdu. Bir tık tırsıp bu gözlerime yansıyınca Gökmen, “çantayı delemez, merak etme.” Dedi, çünkü tam olarak bunu yapacağını sanmıştım. Çantayı delip sırtımı tırmalayacağını.

Yola çıktığımızda biraz daha sakinleşti. Ama sanırım nereye gittiğimizi biliyordu, benim çantayı takan kişi olmamdan daha çok buna huysuzdu. Çiçek’i durduran tek şey kırmızı ışıkken yolları akıp geçtik, insanlar Bursa sokaklarında canavar mı geziyor diye bakıyordu ama hiç kimse göremeden Gökmen ortadan kayboluyordu. Hızlı ve akışkan kullanıyordu. Veteriner binasına vardığımızda önce o indi, sonra Duman’ı alıp kendi sırtına taktı ve elimi tutup benim inmeme yardım etti.

Nazik sevgilim benim.

Her hareketiyle ayrı hoşuma gidiyordu. Kot pantolonuyla. Motorcu ceketiyle. Kafasından çıkarttığı kaskıyla. Dağılan siyah saçlarıyla.

En çok da bana sevgiyle bakan zeytin gözleriyle.

El ele üç katlı bir binanın en alt katına açılmış olan veterinere girdik. Resepsiyonun yanındaki yan yana dizilmiş oturaklar da oturan birkaç kişi ve hayvanları harici iç taraftan bağıran –daha doğrusu odayı yıkan- kedi sesiyle Duman daha da huzursuzlandı. Gökmen resepsiyondaki genç yaşlardaki erkekle konuşup Duman’ın kimliğini verdikten sonra boş olan yere oturduk, Duman’ı kucağına koyup şeffaf yeri kendine çevirdi.

Bu şeytan kedinin ilk defa mazlum bakışlara sahip olduğunu görüyordum.

Üzülmedim değil. İğne vurulmaktan ben de ürkerdim.

“Ne iğnesi olacak aşkım?”

“İğne değil ya, kısırlaştıracağım.”

Gözlerim açıldı. “Ne?” Dedim. “Ama niye? Günah ya.”

“Asıl bana günah. Ben bir Mart ayını daha kaldıramam Su.”

“Duman kaç yaşında?”

“İki. İlk Mart ayında çok sakindi, birkaç kere halılara sürtünmek dışında fazla istekli değildi ama bu geçtiğimiz Mart bana neler yaptı neler.”

Dudaklarım kıvrıldı. Oturduğum yerde hafifçe ona döndüm. “Neler yaptı? Anlatsana.”

Gözlerime bakarak gülümsedikten sonra o anları hatırlayarak ürperdi. “Bir akşam işten geldim, ölü gibiyim ama, o gün bir doğum günü vardı kafe de, peşine evlilik teklifi, bir de gelen giden çok olunca canımız çıkmıştı. Akşam gece yarısında gelmiştim eve, hiç unutmuyorum 11 Mart’tı. Duman’ın azma günü olarak geçti tarihe benim için.”

Gülüşümü gizlemek ve bastırmak için elimi ağzıma kapattım.

“Kapıda karşıladı beni yine, gözüm hiçbir şeyi görmüyordu ama, tek istediğim yatıp uyumaktı. Başını azıcık sevdiğimi hatırlıyorum. Yatak odasına zor gitmiştim. Aysuna, tam ceketimi çıkarttım, kendimi yüz üstü yatağa attım, böyle yüzümün tamamı yatığıma gömüldü yani, öyle diyeyim. Yüzüm yastığa değdiği gibi yapış yapış bir şeyler gözüme, burnuma, ağzıma girdi.”

Yüzüm buruşurken dudaklarım gerildi. “İğrenç.”

“Tek kelimeyle ifade etmem gerekirse, evet. İğrencin de ötesiydi. Uykum bir anda nasıl açıldı ama bir görsen, yataktan sporcular gibi zıplayarak kalktım.”

Gülüşüm sırasında alnım omzuna düştü. Gökmen de güldü, gülerek anlatmaya devam etti. “Bütün azgınlığı suratımdaydı Aysuna.”

“Iyy Gökmen.” Başımı kaldırıp yanaklarına baktım, dudaklarına. Allah bilir kaç kere öpmüştüm onu. Elimi uzatıp kirli sakallarını sevdim. “Kendini tursille yıkadın değil mi?”

“Tursil, beyaz sabun, mavi sabun, genel temizlik, her şeyle yıkadım. Yine de bir hafta boyunca yüzüme dokunamamıştım.”

Güldüm. Yanağını sevdim. “Kıyamam aşkım ya.”

“Öyle işte.” Duman’a baktı. “Ve sonunda buradayız, biraz geç kaldık ama olsun. Anca fırsatım oldu.”

“Peki Mart’ta çiftleşti mi? O kadar azmış hayvan.”

“Her azana eş verilseydi,” elini hava da salladı. “Ohooo.”

Pis pis sırıtmasıyla gözlerim genişledi. Koluna vurduğumda güldü.

“Ne düşündün bilmiyorum ama senin için fesat.”

“Yapıyorsun yapıyorsun sonra fesat olan ben oluyorum. Yalancı. Aynı şey geçti aklından.”

“Üzüm üzüme baka baka kararır Su’yum. Kendine benzettin beni de.”

Gülümserken baygın gözlerle baktım, gülümsemesi genişledi. Kolunu omzuma atıp göğsüne çekti, başımın üstünü öpüp, “çok güzelsin.” Diye mırıldandı.

Gülümsemem güzelleşti. Kollarımı emaneten beline sardım. Sıramızı beklerken en zevk aldığım olan sevgilime sarılmak değildi, en iyisi Duman’ın kıskanç mırıltıları eşliğinde bize bakarak camını tırmalamasıydı.

Sen misin benim sevgilimin yüzüne zevk sularını bırakan?

Öyle veteriner sırası beklerler işte.

İçten sırıtmam dışa yansıdığı sıralarda çağırıldık, Gökmen, Duman’ı da alıp önden giderken peşine takıldım. Başka bir çanta da çıkan –başka bir huysuz- kedi ile girişte göz göze geldim. O da bana kötü kötü baktı. Bu kedilerin benimle derdi neydi?

O sadece huysuz ve hassas Aysuna, seninle bir alakası yok.

İçeride doktor ve iki benim yaşlarımdaki kızla baş başa kaldığımızda Gökmen Duman’ı masaya koyuyordu. Adam gelip çantayı açtı, “asabi midir?” Diye sorduğunda Gökmen’le aynı anda güldük.

“Asabi onun yanında sakin kalır hocam.” Dedi Gökmen.

“Ya da şeytan.” Diye mırıldandım, bakışlar bana dönünce öksürdüm ve yalandan gülümsedim. Herkes işine döndü.

Adam, Duman’ı eldivenler çıkarttı saldırma ihtimaline karşı fakat Duman bizi göt etti. O yemez dediğimiz çocuğumuzun misafirlikte kıtlıktan çıkmış gibi yiyor oluşunu seyrediyor gibi dona kaldık Gökmen’le. Duman, adamın elinde hiç kıpırdamadan durdu. Sevmesine izin verdi. Stajyerler ameliyat için hazırlık yaparken biz öylece durduk.

Adam, Gökmen’in şaşkın yüzüne bakıp güldü. “Hayvanlar beni sever.” Dedi.

“Kedilere mi fısıldıyorsunuz?” Dedim tebessüm ederek.

Bana bakıp güldü, benden en az 10 yaş büyüktü ama siyah saçlarının yanlarına karışmış olan –tahmini genetik- beyaz saç tutamları farklı bir yakışıklılık ve gençlik katıyordu sivri yüzüne. “Hayvanlara ve kadınlara.” Deyip göz kırptığında dona kaldım.

Gökmen, “pardon hocam?” Diye avel bir sesle sorduğunda, adam güldü.

“Sevgilin için söylemiyorum Gökmen. Bekar kadınları tercih ederim.” Duman’ı kucağına aldı, şeytan kedi ondayken ne kadar usluydu.

“Bekar mısınız?”

“Soru sorma şuna.” Diye mırıldandı Gökmen kulağımın dibinde.

“Bir dur.” Diyerek dürttüm karnını.

Geri çekilip adama beni gösterdi. “Annesi avukat, asistanı bekarmış.”

Dudaklarım kahkaha atmamak için sıkılırken kıvrıldı, gözlerim usulca kapandı, sıktım.

Adam sessiz kaldıktan sonra gülüp arkasını döndü. “Çok yakışıyorsunuz bu arada.”

“Sağ olun.” Dedi Gökmen hızla. İkimize edilen iltifatları seviyordu.

“Dışarıda bekleyebilirsiniz.”

Başımızı sallayıp el ele kapıdan çıktık. Duman madem çok sevmişti doktoru görsündü şimdi ebesini ters tarafından. Oturduğumuz yere geri dönüp oturduk. Gökmen ellerimizi ayırmadan kendi kucağına aldı. “Kaçta gideceksiniz?”

“Nereye aşkım?”

“Dün annen söyledi ya.”

“Ha,” diyerek hatırladım. “Öğlenden sonra. Daha var ya, yetişirim.”

“Nasıl biri ziyaret edeceğiniz kişi?”

Büyük anneanneyi düşününce gülümsedim. “Önce kafana bir tane şaplak atar sonra sıkıca sarılır sana, öyle tip bir kadın.” Güldüm. “Yaşı var ama deli doludur, çok kafa kadındır.”

Gülümsedikten sonra, “hımm.” Diyerek durdu bir süre. “Beni sever mi?” Diye sordu.

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. “Sevdirirsin.” Dedim içten bir sesle. Gökmen’i sevmemek mümkün müydü? Bunu bana söylediğinde ego yapıyor diye düşünmüştüm ama hayır, onu sevmek insanın elinde olan bir şey değildi. Kendini sevdiriyordu. O her ne kadar farkında olmasa da kendini sevdiriyor ve özletiyordu. Babamın bile sırf bu yüzden acı çektiğine emindim.

Susup başını önüne eğmesi kötü bir şey söylediğimi zannetmeme neden oldu. Yan çehresine baktım. “Gökmen?”

“Bir şey yok.” Dedi hızla ve bana baktı. “Nerede oturuyor peki anneanne?”

Yine bastırıyor, kapatıyordu kendini. Yapmasını istemesem de ben de sürekli onu açmaya çalışmaktan yoruluyordum. Bu defa yapmasına izin verdim. “Kocayayla da. Hiç gittin mi?”

“Hayır.”

“Çok güzeldir. Anneannenin evinin yakınında küçük bir dere var, ayak bileklerimizi biraz geçer, gittiğimiz zaman Barkın’la oradan su içip yanında oturmayı çok seviyoruz. Belki bu sefer gittiğimizde de yaparız.”

“Anneanne tek başına mı yaşıyor?”

“İstese de yaşayamaz ki aşkım. Kaç yaşında! Eşinin yeğenleri bakıyor ona. Bir kız yanında kalıyor, iki erkek yeğeni de gidip geliyor, İhtiyaçlarını gideriyorlar.”

“Erkek mi?” Diyerek bana şöyle bir baktı. “Siz gittiğinizde de orada mı olacaklar?”

‘Evet’ desem peşimize düşecek gibi deli deli bakıyordu. ‘Hayır’ desem yalan olacaktı. Yutkundum. “Bilmiyorum.” Dedim yavaşça.

“O zaman gitme?”

“Anneme söz verdim Gökmen. Beraber gidelim istiyor.”

Haklı olduğumu bildiği için sessiz kalıp arkasına yaslandı. Ben de yaslandım. “Atakan motor sürmeye çağırmıştı, ben de oraya giderim seni bıraktıktan sonra.”

“İyi olur.” Dedim kafası dağılsın diye. “Ama Duman?”

“Ameliyattan sonra biraz daha burada kalacak. Bakımlarını yapacaklar. Akşam eve giderken alırım.”

Eskiden muhabbetlerimiz tıkanmazdı da şimdi konuşacak şeylerimiz yokmuş gibi tıkanıyorduk. Arada susup duruyorduk. Konuşacak çok şeyimiz olduğu için mi yoksa konuşursak istemeyeceğimiz yerlere kayacağından mı korkuyorduk bilmiyorum ama son zamanlar da sık sık oluyordu. İkimizde de bir durgunluk vardı.

“Neden susuyorsun?” Diye sordum.

“Ne?”

“Eskiden konuşup dururdun, yanaşırdın bana. Şimdi yanına gelmemi istiyorsun ama susuyorsun.” Kendim kuruntu yapmıyordum değil mi?

Gözlerime uzunca baktı, kaçırmadan dayandım, kelimeleri yoksa bakışlarından anlarım belki diye baktım. Başını eğip omzuma yattı. Yine sustu. Sonra başını kaldırdı. “Dün akşam senin için bir fotoğraf buldum. Görmek ister misin?”

Başımı salladım.

Telefonunu çıkartıp galeriye girdi. Fotoğrafı açıp bana verdi telefonunu. Bir mutfaktı kareyi oluşturan; ana tezgahtan ayrı olan kısa dikdörtgen tezgahın üzerinde unlar ve hamurlar vardı. Tezgahın arkasında Gökmen’in saçlarına ve gözlerine sahip bir adamla, çok güzel bir kadın duruyordu, kadın kameraya bakarken adam ona yandan sarılmış içine çekmek istermiş gibi yanaklarını bastırmıştı. Tezgahın ön tarafında ise Gökmen olduğunu anlayabildiğim tahmini 18 yaşlarında bir çocuk oturuyordu sandalye de. Hemen yanında ayakta ise biraz daha büyük başka bir erkek çocuk vardı: Ataberk. Hepsinin yüzünde öyle geniş gülümseler vardı ki kendi ailemin mutlu kareleriyle karşılaştırdığımda bu fotoğraf belki de hayatımda gördüğüm en mutlu aile portresi falan olabilirdi.

Şaşkınca başımı kaldırdım telefondan. Gökmen tepkilerim için yüzüme bakıyordu. Telefonu ona bakarken kaldırıp yüzünün yanında tuttum. Bir ona bir gençlik resmine baktım. Çok değişmiş ama bir o kadar da hiç değişmemiş gibiydi. Sonra başka bir şey dikkatimi çekti. “Bakışlarınız neredeyse aynı.” Dedim.

“Farklı olan ne?” Diye sordu. “O zamanlar daha mı mutluymuşum.” Deyip acı acı gülümsedi.

“Senden bahsetmedim ki.” Dedim, anlamadı. “Babandan bahsettim.”

Duygulandı.

“Aynı ona benziyorsun dış görünüş olarak,” emin olamayarak duraksadım. “Ataberk,” dedim, yine durdum. Tepkisiz kalması beni cesaretlendirdi. “İkinizin gözleri tıpkı babanız. Ona çok benziyorsunuz.”

“Peki ya annem?”

O güzel kadına baktım. Tüm dişleri görünüyordu, gülümsemesi felçli bir insanı bile canlandırabilirdi. “Dış görünüş olarak sanırım minicik de olsa yüz hatlarını almışsınız.”

Gülümsedi. “Anneme pek benzemiyoruz. En azından dış görünüş olarak… Ama babam huylarımızı ondan aldığımızı söylerdi. Sakin yapımızı, gülümsememizi.”

Telefonu indirip biraz daha baktım. “Bu fotoğrafı alabilir miyim?”

“İstiyorsan alabilirsin.”

Fotoğrafı kendime attıktan sonra galeriye gir çık yaptım ve dikkatimi başka bir şey çekti. Kendimi görmüştüm. Fotoğraf da ben vardım. Yakınlaştırıp baktığımda Çiçek’in üstündeydim, çarşı içiydi. Kaşlarım düşünürken çatıldı ve anlamam kısa sürdü. R6 sürmeye gittiğimiz zamandı bu, Gökmen tost almak için indiğinde yerine geçmiştim. O günü unutmak mümkün değildi. Çiçek’in gücünü hissetmiştim. Bir R6 sürmüştüm, Gökmen bana sürdürmüştü. İç çektim o zamanların özlemi ile.

O zaman bir sapık gibi fotoğrafımı çektiğini bilmiyordum tabii, gözlerim açıldı. Gökmen, “ne oldu?” Deyip eğildi ve neye baktığımı gördü. Sonra hızla, “hop hop hop.” Diyerek telefonu elimden çekip aldı. “Özellerime girme.”

Sinir alay karışık güldüm. “Ne özeli len!” Diye çirkefleştim. “Fotoğraftaki benim bir kere.”

“Bu hala benim özelim.” Dedi telefonu göğsüne bastırarak. “Namusum.”

“Sen niye çektin beni bakayım öyle?”

“Hoşuma gitti, çektim. Sana ne.”

“Bana ne mi? Herife bak ya. Bu yaptığına taciz nedir.”

“Ayıp oluyor ama.” Dedi alınganlıkla.

“Başka çektiğin var mı?” Sessiz kalıp gözlerime masum masum bakmasından cevabın olumlu olduğunu anladım. “Ver bakayım şunu bana.” Uzanıp göğsünden telefonu almaya çalıştım.

“Vermem.”

“Ver dedim.”

“I-ıhh.”

“Gökmen!”

Ben çekiştirdim, o çekiştirdi, ben çektim, o çekti. İtişip kakıştık. İnsanlar tuhaf tuhaf bize baktı. Saçım başım dağılmıştı Gökmen’in tembel hayvan gibi yapıştığı telefonunu göğsünden çekip almaya çalışırken.

“Ver şunu dedim!” Diye sesim biraz yükselince, korkudan anında bıraktı.

“Al iyi aman tamam.”

Çekişmemiz yüzünden kapanan galeriyi tekrar açtım. Yana kaydırınca Duman’ın fotoğrafı vardı, durmadan kaydırıp sonunda kendimi bir kez daha buldum. Uçurtma’ydı burası, sol ön çaprazdan çekilmiş bir fotoğraftı. Yanımda Buket, ninjanın üstündeydi fakat odak nokta bendim. Çiçek’in üstünde oturmuş öne doğru eğilmiştim ve dirseklerim deponun üzerindeyken belim bükülmüş, kalçam kavislenmişti. Yalan yok hayatımda bu kadar seksi bir fotoğrafım daha olmamıştı.

Utandım biraz da.

Gökmen eğilip başını omzuma yasladı ve o da baktı. “Aa, hayatımın en güzel gününden bir kareye mi bakıyorsun?” Deyince, gülümseyip omzumdaki başına baktım. Kolumu uzatıp saçlarını sevdiğimde alttan uzandığım için kolumun iç kısmı yüzüne denk geldi, yumuşak ve tüysüz kısımları öpünce huylanıp güldüm ve kolumu hızla çektim.

“Başka var mı?”

“Devam et, vardır.”

Yana kaydırarak devam ettim. Çoğunlukla Duman ve Uçurtma’ya dair fotoğraflar vardı. Kendisini pek çekmiyordu, sonrasında denk geldiğim fotoğraf şenliktendi. Beraber çekildiğimiz ilk fotoğraftı. İç çektim. “O gün çok güzeldi.” Dedim sessizce.

“Öyleydi.” Dedi Gökmen’de.

Benim için efsaneydi, Gökmen bu tür şeylere alışık olduğu için onun gününü güzelleştiren muhtemelen bendim.

Fotoğrafı beraber inceleyip yorumlar da bulunmak çok eğlenceliydi. Kendi hislerimi hatırlayıp Gökmen’e olan aşkımı tazeliyordum, bir yandan da onun hislerini öğrenmiş oluyordum.

Duman’ın yavru iken çekilmiş bir fotoğrafına denk gelince durdum, yakınlaştırıp flaş yüzünden parlamış olan küçük yüzündeki uzun bıyıklarına baktım. Beraber gülmeye başladık. “Küçükken çok tatlıymış.” Dedim.

Gökmen gülmeyi bırakıp bana doğru başını kaldırdı. “Hala öyle benim kızım.”

“Değil öyle falan.” Dedim bende ona bakarak. “Huysuz ve şeytan.”

“İnsan hiç kumasına öyle der mi?” Diye sordu omzumdan kalkarken.

“Sen de bana amma kuma yapmışsın ha, Duman, Atakan…” Elimi hava da salladım.

“Seninle tek başlarına baş edemezlerdi o yüzden.” Deyip omzuma geri yattı.

Gözlerimi devirirken güldüm. Dik saçları yanaklarıma sürtününce galeri maceramıza devam etmeden saçları arasına yüzümü daldırıp başını öptüm. “Banyo yapıp mı geldin?”

Başını salladı.

Kokusunu sevdiğim, ne de güzel kokuyordu.

Yana kaydırınca bu sefer Gökmen çıktı ekranda. Şükürler olsun! Kendisi çekmemişti, başka biri tarafından çekilmişti. Bir kafe ya da onun benzeri bir yerdi, sandalye de oturmuş bir bacağını dizinden kırmıştı, bileğinden diğer bacağının üzerine atmıştı. Telefonu ile ilgilenirken yanındaki kişi çekmişti.

“Sonunda bir tane sen bulduk.” Diye dalga geçtim.

“Kendimi niye çekeyim ki?” Diye sordu. “Bunu da Turhan çekmişti, ilk arkadaşlık zamanlarımızdan kalma, o yüzden anı diye bıraktım.”

Böyle söyleyince daha dikkatli baktım ve saç, sakal tıraşının farklılığı anında gözüme çarptı. Yüz tipi daha toy duruyordu. O zamanlarda da küçük değildi ama her bir yıl insandan bir parça götürüyor ve getiriyordu.

Galeriden çıkıp fotoğraf kısmına girdim. “Ben de bir tane anı istiyorum.” Deyip arka kamerayı Gökmen’e çevirdiğim gibi onu hazırlıksız yakaladım. Ben çektikten sonra yüzü huysuz modunu aldı. Ekranı kendime çekip çektiğim fotoğrafa baktım. Düz yüz hatlı ve boş bakışlar.

Gülmeye başladığımda hemen eğilip o da baktı. “Çirkin mi çıkmışım?”

Daha çok güldüm. “O ne demek haşmetlimiz? Tabii ki de çok şapşik çıktınız.”

“Aysuna ya.” Deyip telefonu elimden almaya çalışınca izin vermedim. “Bu fotoğraf benim.” Hızla kendime atıp fotoğrafı güvenceye aldım. Sonra verdim telefonu.

Eline alınca tekrar kamerayı açtı. Kolunu omzuma atıp arkasına yaslandığında hemen öne eğilip göğsüne sığındım ve gülümsedim. Gökmen de bu sefer hazırlıklı olduğu için gülümsedi. Fotojenik bir beyefendiydi kendileri.

“Bu da benim anım.”

Gülümsedim. Gülümsedi.

“Kafe nasıl gidiyor?” Diye sordum azıcık da günledik sohbet edelim diye.

“Aynı.”

“Ortağınla konuştun mu? Bir akrabası bir şeyi ölmüştü ya en son.”

Başını iki yana salladı. “Sen söyleyene kadar hiç aklıma bile gelmedi.” Telefonunu kaldırıp arama yaptığında, “fazla uzun konuşma, gitmem lazım benim.” Dedim, gerçi istesem de uzun konuşmazdı herhalde. Erkeklerin geneli telefon konuşmalarını kadınlar kadar sevmiyordu, Gökmen de onlardan biriydi.

Başını sallayıp yanımdan kalktı ve telefon konuşmasını yapmaya gitti. Duman’ın ameliyatta olduğu odanın kapısına baktım. Annemle babam beni küçükken doktora götürüp kısırlaştırmış olsaydı böğürlerini deşerdim herhalde. Ne kadar canice ve yanlıştı bu yapılan.

Ben içten içe Duman’a üzülürken ve Gökmen’e kızarken, aşkım telefon konuşmasını bitirmiş yanıma gelmişti. “O yüz tipi ne öyle?”

“İnsanlar çocuklarını senin elinden alsa hoşuna gider miydi?” Diye sordum. Başımda ayakta dikildiği için ben de kalktım, zaten gidecektik.

Bana delirmişim gibi baktı. “Elalem niye benim çocuklarımı elimden alsın ki?”

“Aynen öyle.” Dedim, sanki o demek istediğimi anlamış gibi. Yüz ifadesi ise aksini bağırıyordu.

“Bence ben seni bir an önce eve götüreyim, anneannenin evine git, bir dağ havası yayla havası al hayatım.”

Beraber çıkışa doğru yürürken resepsiyona bilgi verdi. Yanıma geri geldiğinde, “seni de götürürdüm beynin açılsın diye ama babam varken aksi olurmuş gibi geldi.” Dedim.

“Sen ne ara bu kadar kinci bir şey oldun ya.” Dedi gülerek. Kapıda onu resepsiyona bilgi verirken bekleyip sonra yanıma gelince lafımı söylediğim için söylüyordu bunu.

“Sana yayladan ot, balya falan getireyim mi sevgilim? Akşam yemeğinde yersin.”

Başını geriye atarak güldü. “Gel beraber olsun sevgilim.”

“Benim mideme dokunuyor.” Deyip önüme döndüm. Trip atarak bir iki adım hızlı attığımda hiç gocunmadan ve yorulmadan bana yetişip kolunu omzuma attı, şakağımı öpünce gülümsedim.

Biraz yürüdükten sonra, “baban Ataberk’i izliyor mu?” Diye sordu Gökmen.

Bir anda Ataberk’in konusunu açıp böyle bir soru sorunca şaşırarak başımı kaldırdım, suratını görme ihtiyacı hissetmiştim. “Ataberk mi?”

“Hımm.” Dedi boğazdan gelen bir sesle, başını sallayarak. “Televizyonda fazla aktif bu aralar.”

Babamı bilmem ama Gökmen’in abisini seyrettiği belliydi. “Bilmiyorum ki izliyor mu. Son zamanlar da pek yan yana durmuyoruz…”

“Anladım…” Sesi düşünceli bir halden sohbet tonuna geçti. “Muhabir bir kadınla itişip kakışıyordu en son izlediğimde. Şimdi ne yapıyorlar bilmiyorum. Herhalde kadın istifa etmiş ya da Türkiye’ye geri dönmüştür.” Alayla sırıttı.

“Çok mu huysuzdur Ataberk?”

Gözlerini belertti. “Ohooo.” Dedi bana bakarak, çok komik gözüktü gözüme. “Huysuzluğun başkentidir o. Hatta hatta huysuzluğun kralıdır. Çekilmezdir. Yakışıklı ama gıcıktır. Dik kafalıdır. Sinir bozucudur.”

“Bana birini hatırlattı.” Ona imayla baktım.

Anlamadı. “Kimi? Selçuk’u mu?”

Gülerken başım koluna doğru yattı, gülüşüme baktı. “Dayıma dalaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun ama sorsam sevmezsin onu.”

Gözlerini devirdi.

Gülümsedim. “Ataberk bana şu an konuştuğum kişiyi hatırlattı.”

“Ben mi?” Dedi elini göğsüne koyarak. “Ben huysuz değilim bir kere.”

Bunu söylerken bile huysuzdu. “Hı-hıı.”

“Ataberk’in benim gibi olabilmesi için kırk fırın ekmek yemesi lazım.”

“Huysuzluk konusunda mı?” Diye laf soktum.

Bana huysuz bir bakış atınca sesli güldüm.

“Beni onunla aynı kefeye koydun ya, aşk olsun Su’yum.”

Kolunun altından çıkıp Gökmen’in etrafında dönmeye ve kıvırarak dans etmeye başladığımda ağzımdan kendim uydurduğum şarkı döküldü. “Aşk olsun aman aşk olsun, aramızda bir tek aşk olsun.”

Yürümeyi kesip omuzlarını düşürüp huysuz modunu alsa da gülümseyerek beni seyrediyordu. “Çatlak karı.” Dedi şarkım bitince.

Karnımı tutarak güldüm. “Bir de huysuz değilim der.” Dedim yüzünü göstererek. Sonra uzanıp yanaklarını parmaklarımın arasına aldım, sıktım ve salladım. “Şu tipe bak!” Dedim sesimi yükseltip coşkuyla. “Yerim lan seni.”

Huysuzca başını benden kurtarıp geri çekildiğinde daha çok güldüm. Ataberk’in onu huysuzluk ve çocuk ruhlulukta geçebileceğini hiç sanmıyordum. Sırnaşıp kolumu beline sardı, yanında asılı duran kolunu da alıp kendi omzuma attıktan sonra yürüttüm bizi.

Park yerine az kala ben önüme, Gökmen bana bakıyordu. Çiçek’ten zar zor alabildiğim bakışlarımı sevgilime kaldırdım. İçten ve yoğun ama karmaşık bakıyordu. İç çekti sonra ve lazlar gibi, “oy oy oyy.” Dedi.

Kaşlarım çatıldı. “Ne oldu? Niye dertlendin?”

“Çok güzelsin.”

Utanarak gülümsedim.

Çiçek’in yanına gelince Gökmen önce benim kaskımı taktı, sonra kendi kaskını takıp bindi. Artçı koltuğuma bindiğimde yavaş ve dikkatli şekilde yola çıktık. Eve gidişimiz ise hiç de yavaş ve dikkatli değildi.

Yanımızdan geçen arabaların bizim varlığımızdan haberleri olduğunu bile sanmıyordum çünkü rüzgar gibiydik. Korkum azalmış olsa da ürküyordum. Tamamıyla korkmadığım ve Gökmen’le yan yatarak bir bütün gibi hissettiğim günü iple çekiyordum. Bunun için biraz pratik yapmalıydık belki de. Hoşuma giderdi. Ama motorla pratik yapmayı bırak, adam akıllı bile yan yana gelemiyorduk.

Sokağın başına geldiğimizde Gökmen durdu. Önce indim, sonra kaskımı çıkarttım. Başımı iki yana salladığımda hayalimdeki saçlarımın savrulmasıydı ama öyle bir şey olmadı. Aksine komik gözükmüştüm bence. Yine de Gökmen’in çıplak gözlerinde gördüğüm şey sevgi ve hayranlıktan başka bir şey değildi.

Kaskımı kolumun altına alıp diğer kolumu boynuna doladım, o da tek kolunu belime sardı. Yanağını öpüp, “görüşürüz aşkım.” Dedim.

O da beni boynumdan öptü. “Görüşürüz güzelim.”

Geri çekilip gözlerine bakarak gülümsedim. Sonra sokağa girdim. Eve doğru giderken hala arkamdan baktığını biliyordum. Zaman geçse de çiftler arasındaki bu heyecanın ve sevginin azalmak yerine artmasını sağlayan tek bir şey vardı, bizden biliyordum; davranışların değişmemesi ve saygının azalmaması.

Dış kapımızda geldiğimde elimi açmak için kaldırdım, girmeden önce başımı çevirdim. Gözleri pür dikkat üzerimdeydi ve dudaklarımda uzaktan görmekte zorlandığım küçük, silik bir gülümseme vardı. Beni eve bıraktığı ilk günde böyleydi, o da, ben de ve içimdeki heyecanda.

Sarı motorunda oturmuş eve güvenle girmemi bekliyordu, el salladım. Gülümsemesi genişlerken o da bana salladı. Bazen ilk zamanlarımıza dönmek istiyordum, çünkü o zamanlar daha güzelmişiz gibi geliyordu. Fakat sonra fark ediyordum, o zamanlar da güzel olan şeyler vardı, şimdi de vardı. O zamanlar ilklerin heyecanı ile mutluluğum hiç sönmezdi, Gökmen’le yaptığım her şey beni çok heyecanlandırır ve mutlu ederdi. Ama şimdi birbirimize daha yakındık, duygusal olarak her şeyimizi paylaşıyorduk.

Gökmen bana kapılarını açıyordu. Ben de güvenle oraya girip acılarına, sevgisine ortak oluyordum.

İçeri hüzünle girdim çünkü onu bırakmak istemiyordum. Dış kapımızı kapattığımda aramıza set çekmiş gibi hissediyordum. Eve girdim. Annemler mutfaktaydı. Sessizce odama çıkmak için merdivenlere yöneldim. Kaskımı diğerlerinin yanına koydum. Üstümü değiştirip saçlarımı yaptım ve evden hiç çıkmamışım gibi, yeni kalkıp giyinmişim gibi aşağıya indim.

Mutfağa girmeden önce derin bir nefes aldım. “Afiyet olsun.” Sesimi duymalarıyla başlarını kaldırdılar.

Beklemediğim bir şekilde babam, “gel beraber olsun kızım.” Dedi.

İçim ısındı.

Şaşkınlığımı belli etmeden bastırdım ve, “olur.” Dedim. Boş sandalyeye, Barkın’ın karşısına oturdum. Çatalımı kaptığım gibi patates, domates, salata, zeytin, ne varsa, hepsine sırayla daldırdım. Çok acıkmıştım.

Babam sessizce –büyük ihtimalle dalgınlıktan ve bana duyurmak istemediğinden ama yanlışlıkla duyduğum bir ses tonuyla- “o gördüğüm şey bir katman mı?” Dedi, tam da belimin yan tarafına bakarken.

Yavaşça sırtımı dikleştirdim ve yemek yememi de zıt bir şekilde hızla yavaşlattım. Al işte, fark etmişti. Ama buna sevinmemek elde değildi çünkü babam tekrar bana karışmaya başlıyordu. Eskisi gibi!

Anneme dönüp konuyu dağıtmak için, “gidiyoruz değil mi nineye?” Diye sordum.

“Evet.”

Başımı sallayıp önüme döndüm. Barkın, “abla.” Deyince başımı kaldırdım, babamı ve gördüğü katmanımı yok sayıyordum. “Babam yıllık izine çıkacakmış bu hafta. Cuma günü son.”

Eskiden –babam sevdiğim adama düşman değilken- babam yıllık izine çıkınca çok mutlu olurdum, okuldan gelince bana kapıyı o açardı ve annem gelene kadar türlü türlü şeyler yapardık, bazen Barkın’ka, bazen de yalnızca ikimiz.

Şimdiyi kimse sormasın, ben bile ne tedirginlik harici ne hissettiğimi bilmiyorum.

Gökmen’le buluşmalarımız sınırlıdan imkansıza düşmüştü artık.

“Bir haftalık mı?” Diye sordum babam.

“2. Ama duruma göre uzatabilirim.” Dedi babam.

“Baba ne yapacaksın ki o kadar uzun süre evde?” Diye sordum. “Fındık zamanı da değil.”

“Yıllık izinde ne yapılırsa onu yapacağım kızım. Yatacağım.”

Annem dayanamayıp atıldı. “İkinci günü evde deli danalar gibi gezeceksin, yatamazsın sen.” Kocasını tanıyan bir adet Kübragil, asla yanılmazdı.

Babam kızgın bir çocuk gibi itiraz etti. “Yatacağım Kübra, görürsün.” Sanki bu konuyu aynı bu şekilde dün geceden beri tartışıyorlarmış gibiydi.

“Sonra üçüncü günü tatilden sıkılmamışsın gibi mutlu davranacaksın.”

Barkın devam ettirdi. “Dördüncü gün evdeki her şeye karışmaya başlayacaksın.”

Ben devam ettirdim. “Söylenip duracaksın.”

Annem son noktayı koydu. “Ve geri kalan günlerde deliren biz olacağız.”

Hepimiz babama bakarken sofrada sessizlik oldu, Türk babalarının genel tanımı buydu, kendileri de bunu biliyordu ama itiraz etme ve şimdi gelecek olan acındırma sözleri durumu komik hale getiriyordu.

“Evde bu kadar istenmediğimi bilmiyordum.”

“Ağzımızdan öyle bir şey çıkmadı baba.” Bunu diyen ben değildim.

“Bir hafta yeterdi demek istiyorum hayatım, iki hafta ne yapacaksın evde? Ben de yokum.”

“Arabayı muayene götürürüm. Selçuk’un yanında takılırım. Aysuna’yla gezeriz.”

Sonuncuya hayır demezdim, özellikle de aramızdaki durumu düzeltecekse.

Bana onay için bakınca gönlünü kırmamak için başımı salladım. Umut ve memnunlukla önüne döndüğünde hem üzüldüm hem de sevindim. Ah babam, ah. Niye bu hale gelmiştik ve düzelmemiz neden bu kadar uzun sürüyordu?

“Buket’ler de gelecek bu akşam.” Dedim, Burhan işe gidince üçümüz takılırız diye.

“Ne zaman gelirler?” Diye sordu annem.

“Bilmiyorum ki, ama yola çıkmışlardır.”

“Biz de gidip gelelim o zaman bir an önce. Buket’e de, akşam yemeğine yetişsinler.”

“O zaman erken dönüp bir de yemek hazırlamamız lazım anne.” Ben gelirler çay içeriz falan diye düşündüğüm için rahattım. Annem yine Türk anneliğini ortaya koyup her şeyi bir güne sığdırmış ve iki elimizi bir pabuca sokmuştu.

“Yaparız.”

Bu bizim için son noktaydı. Kahvaltıyı hızlıca yapıp evden bağıra çağıra çıkmıştık. Ben çıksam annem evin son kontrollerini yaptığı için çıkamıyordu, annem çıksa babam arabanın anahtarını unutuyordu. Babam gelse Barkın tabletini unutuyordu, babam da sinirden köpürünce annem oğlunu savunuyordu. Ben sessiz kalma hakkımla beraber kenardaydım.

Rabbime şükür yola çıkabildiğimizde sessizlik hakimdi. Kankitonellema akşam yemeği işini yazıp haber verince yolda olduklarını bir saate varacaklarını söylediler. “Anne bir saate gelirlermiş.”

“Tamam eve girip beklesinler, bir şey olmaz, yabancı değiller.”

“Tamam.” Söylediği şeyi yazıp yolladıktan sonra başka birinden gelen bildirim telefonumun üstüne düştü.

Yakışıklı Kask (sarı kalp emojisi)

“Arayınca aç.” (11:26)

Yazdığını okudum ama mesaj yazamadan görüntülü arama gelince elim ayağım birbirine girdi. Açamazdım! Babam görürdü, kızardı, ne tepki vereceğini bilmiyordum ya bildiğim için korkuyordum.

Ama aç demişti, ya önemli bir şeyse.

Korkarak ve sesi sonun kadar kısıp kapıya pısarak açtım. Ekranda Gökmen’in yüzünü ve zeytin gözlerini beklerken karşıma Atakan, Yaşar ve Turhan çıktı. Ama onları gören yalnızca bendim, motorlarının yanlarında durmuş sürüşe hazırlık yapıyorlardı; eldivenlerini takıyor, vizörlerini siliyorlardı. Gökmen telefonu aşağıda tutmuş çekiyordu.

Gülümsedim.

Bir mesaj daha geldi, görüntülü konuşma sırasında bir yandan da yazıyordu çünkü biliyordu konuşamayacağımı. Zeki erkeğim benim! Gülümsemem genişledi.

“Sürerken gözlerim yolu görse de aklımda hep sen olacaksın.” (11:27)

Kalp ritmim tek bir mesajla atış şeklini öylesine değiştirdi ki babam araba seslerine rağmen duyacak ve kalbimi hızlandıran tek erkeği bildiğinden Gökmen’le konuştuğumu fark edecek sandım.

“Sürerken boş boş yola bakmaktansa kalbimle aklımın aynı hisler ve görüler içinde olması…” (11:27)

“Bunu seviyorum.” (11:27)

“Seni seviyorum Su’yum.” (11:27)

Sevildiğimi hissetmekten gözlerim dolmak üzereydi. “Ben de seni seviyorum Yakışıklı Kaskımmm.” (11:28)

Başka bir mesaj gelmeden önce Atakan el kol hareketi yapıp bir şeyler söyledi, duyamadım. Gökmen, “izle.” (11:28) Yazıp telefonu Çiçek’in gidonunda olan yerine taktı. O zaman gördüm aşkımı. Kıyafetlerini zaten biliyordum. Telefona doğru eğilip el salladıktan ve beni öper gibi ekranı öptükten sonra gülümsedi. Gözlerinin içi parladı. Gülümsememi görsün istedim, gösterdim.

Ben de belli belirsiz el salladığımda yerinde diklenip kaskını taktı. Yüzünden daha yakışıklı tek bir şey vardı, o da şimdi kafasındaydı. İç çektim.

Barkın bana yan gözle bakınca kaydığım yerimde dikleştim. “Ne bakıyorsun?” Diye tersledim.

“Sana ne, bakarım.” Deyip bana kıçını döndü.

Dudak büktüm.

İki kardeş olmanın ve geniş bir arabaya sahip olmanın avantajı buydu, arka koltukları paylaştığın kardeşine istediğin zaman sırtını dönebiliyordun.

Barkın’ın kemikli götünden telefonuma döndüm. Daha iyi manzaralara sahiptim çok Şükür!

Gökmen tam takım hazırdı, önden içlerinden biri motoru bağırtarak çıkınca Gökmen diğerlerine fırsat vermeden atak yaptı. Şehir içinden yan yana geçtiler, benimle olduğunun aksine daha pis sürüyordu. Dikkatini dağıtmamak için dişlerimi sıksamda aklım çıkıyordu var ya izlerken.

Arabaların arasından geçerken dikiz aynalarına değmekten kıl payı kurtuluyordu. Yaşar'la yan yana ışıklarda durduklarında Yaşar vizörünü açtı, Gökmen'e doğru eğilip bağırdı. Ses kısık olduğu için duyabilmek adına hemen hoparlörü kulağıma dayadım. "Arabadaki kız götüne bakıyordu lan!" Deyip kahkaha attı.

Gözlerim büyürken telefonu eğip ekrana baktım. Sırf ne tepki verecek diye!

Gökmen vizörünü açıp başını çevirdi, hangi araba dercesine arkasına bakınınca kan beynime sıçradı. Hemen mesaj yazmaya başladım ama göremeyeceği için vazgeçtim. Sinirden gözlerim alev atıyordu, ne biçim Dünya lan bu! Sevgilimizin götünü trafik de bile koruyamıyorduk.

Arabayı ararken sağa sola dönen boynu benim varlığımı hatırlamasıyla duraksadı, yandan şöyle bir bakınca büyümüş gözlerimi gördü ve tırstığı için hırsını Yaşar'dan çıkarttı. Uzanıp kaskının arkasına vurdu. "Bana ne lan, bana niye söylüyorsun? Baktıysa baktı."

"Oğlum mal mısın? Senin götüne baktı."

"Belki bana değil, seninkine baktı."

"Benim götüme baksaydı şimdi numarasını almıştım."

Bu espriye benim sevgilim gülmez diye içimden geçirdiğim an karşılıklı gülüştüler, hatta karşılıklı kahkahalar attılar, gözlerim iki kat büyürken Gökmen yine beni hatırladı. "Yani yok, şerefsiz!" Diye parladı güya. "Sevgilin yok mu lan senin? Benim var! Kötü kötü işlerine alet ediyorsun beni de!" Telefona eğilip, "sen bakma buna aşkım benim, saçmalıyor." Dedi, yalvaran zeytin gözlerini oyacağım senin Gökmen!

Başımı 'hıhı, kesin öyledir' dercesine salladım. O aldı mesajımı.

Işık yanınca yola çıktılar. Bir süre daha önden kendisini izletti bana, sonra kamerayı çevirdi ve görüş açım yol oldu.

Otobana benziyordu, bir sürü araba vardı. Hepsinin arasından hızlı hızlı geçerken bir süre sonra orta şeritteki bir aracın yanına gelip hız düşürdü. Sabit hızla gitmeye başladı. Ne yapıyordu? Sabırla yola bakmaya devam ettiğim sırada Barkın, "Gökmen abi mi o?" Diye götünü yırtıp benim camımdan dışarıyı gösterdi işaret parmağıyla.

Başımı süratle kaldırdım, dikkatimi ilk çeken Çiçek'in sarılığıydı. Gökmen hemen kapımın yanındaydı, açık vizöründen bana bakıyordu. Yanında da üç farklı motor vardı: Turhan, Yaşar, Atakan.

Orada eskiden Burhan da olurdu...

Ağzım şaşkınlıkla açılırken Barkın kendini yırtarak söylediği için babamla annem de başlarını çevirdi. Babam, "hırtapoz!" Diye tısladı. "Burada bile peşimizde."

Benim peşimde babacığım! Dikkatini çekerim! İç sesim sırıttı.

Telefonu kapatıp camımı açtım, saçlarım hızdan dalgalandı, sırtıma doğru savruldu. Gökmen usulca arabaya yanaşıp sol kolunu dirsekten kırarak kapıya koydu. "Güzel bayan." Deyip göz kırpınca gülmemek için kendimi zor tuttum.

Deli oğlan ya.

"Buyurun benim." Dedim sessizce cilveyle ama Barkın'ın kusma efekti bana pek de sessiz olmadığını kanıtladı.

Babam daha da dellendi. "Lan!" Direksiyona vurduğunu duydum.

Annem, "aman Hamit sakin ol, trafikdeyiz." Derken, Gökmen çenemi sevip okşadı. Eridim, oturduğum koltukta sıvılaşmak üzereydim. Birbirimize aşık aşık baktık.

Babam, "Kübra sakin ol deme bana. Gözümün önünde birbirlerini seviyorlar!" Diye bağırdı. "Ulan Gökmen! Gömeceğim ha bu çocuğu Bursa'nın otoyoluna." Arabayı sağa kırınca Gökmen neredeyse devriliyordu.

Annem, "Hamit!" Diye, ben, "baba!" Diye aynı anda çığlık attık. Barkın korku ve kahkaha arası sesler çıkartırken Gökmen son anda kolunu çekti, gidonu tuttu ve Turhan'la beraber devrilmeden önce kurtuldu.

"Baba ne yapıyorsun ya? Otobandayız, düşerse arabaların altında kalabilirdi."

"Ben onu uyarmadım mı? Kızımın yanına yaklaşma demedim mi?" Diye bağırdı. Bir yola bir de dönüp bana bakıyordu.

Annemin keskin ve sinirli sesi babama yöneldi. "Hamit saçmalamaya başladın iyice!"

Kalbim küt küt atıyordu. Aşkım nasıl diye kontrol etmek için döndüm, iyiydi. Dengesini harika bir motor kullanıcısı olduğu için kurabilmişti. Ama ya dalgın olup kuramasaydı. Babam aklını yitirmişti.

Kırmızı ışık da ani bir frenle durduk, kemer olmadığı için kafam annemin koltuğuna vurdu, ileri gidip geri geldim. "Ah!"

Arkamızdaki araba bile korna çalmıştı. "Hamit!" Diye bağırdı annem. "Beni biraz daha kızdırırsan şoförlüğü ele alacağım."

Babam annemi duymuyordu. Camdan eğilmiş Gökmen'i arıyordu, malûm Çiçek'in rengi sağ olsun pek de zor olmadı. "Aha da orada!" Deyip kapısını açtı. Arabadan indi. Annemle kendimizi yırttık arkasından. Ben inmeye kalkınca bu sefer annem bana, "araba da kalıyorsun Aysuna!" Dedi otoriter bir sesle.

"Ama anne-"

Babamın otobanda yankılanan, "Gökmen!" Bağırışı lafımı böldü. Öne eğildim. Babam sert adımlarla Gökmen'e doğru giderken benim aptal sevgilim olduğu yerde duruyordu, başını çevirmiş bakarken babamın ona doğru gelmesini bekliyor ve ara gaz vererek babamı iki kat gazlıyordu. Arka tekerinden hafiften de duman çıkıyordu.

"Etrafımda bir tane akıllı adam yok ya!" Diye bağırdım sinirle. "Salak çocuk, yapmasana!" Açık camdan beni duysa da takmadı.

Babam tam yanına vardı, elini uzattı ensesini kavrayaraktı ki, freni bırakıp ileri atıldı. Kırmızı ışıkta teker kaldırarak kaçtı. Gelsin cezalar!

"Mal yemin ediyorum!"

"Az önce öyle demiyordun ama." Dedi Barkın, güldü.

"Barkın sus, yoksa sana da çakarım bir tane." Babama bakmak için dönmeden önce ağız yamulttuğunu gördüm. Babam sinirli adımlarla, söylenerek arabaya doğru gelirken annemin telefonu çaldı. Sesli soluklarını bastırarak telefonu açtı ve sakin bir tonlamayla cevap verdi.

"Efendim?" Karşı tarafı uzunca dinledikten sonra, "anladım canım. Tamam sorun değil," babam arabaya binip kapıyı gürültüyle kapatınca annemden ejderha bakışı kazandı. "Yok yok sorun değil, başka zaman geliriz." Dedi telefondaki kişiye, ben arkama yaslanmış, kollarımı bağlamış, babama ve Gökmen'e kızarken. Bir kişiyi suçlayamıyordum ki, ikisi de birbirinden beterdi. "Tamam canım görüşürüz, Allah'a emanet." Telefonu nazikçe kapattığı gibi yola yeni çıkmış babama baktı. "Dön eve!" Dedi dişleri arasından.

"Niye?" Diye sordu babam asabice.

"Uzaktan misafir gelmiş büyük anneye, yeğeni aradı şimdi. Sonra gelin dedi."

"Hay başlayacağım onlara da şimdi. Biz varken niye başka misafir geliyor?"

"Onlar çağırmamış Hamit! Habersiz gelmişler uzaktan diyorum ya! Dön eve!"

Herkes de ayrı bir gergin...

Babam ileri ki kavşaktan dönüş yapana kadar annem kendini tuttu, sonrasında ise eve varana kadar söylendi. Annem pek söylenen bir kadın değildi, genelde sinirlendiği zaman kısa ve öz konuşur, konuyu kapatırdı, şimdiyse susmak bilmiyordu, bu nedenle anlıyordum ki; çok kızmıştı.

Gökmen'in nerede ve ne halde olduğunu merak etsem de telefonumu çıkartıp arama cesaretini gösteremedim, eve varana kadar annemin sözleri bir kulağımdan girip öbüründen çıktı, sürekli konuşmuş olsa da aklım Gökmen de olduğu için duyamıyordum. Ve bir de trafikte motor sürmeye devam ederken arabaya yanaşıp çenemi sevişi, bana kısık gözleriyle bakışı; bunları düşündükçe aptal aptal sırıtıyordum... İnşallah başına bir şey gelmeden bir kenarda durup sakinleşmiştir. İnşallah hayattadır çünkü yarın olduğunda onu kendi ellerimle öldürecektim.

Kudurmuş gibi babamın etrafında dolaşıyordu, önce sabah evin önüne kadar geldi, şimdi de bu yaptığı! Özellikle kendini babamın gözüne sokuyordu! Sırtı kaşınıyordu da babamdan önce ben kaşıyacaktım onu! 27 yıllık kirini atacaktım hiç şüphesi olmasın!

Öyle böyle eve geldik, babam arabayı içeri sokmak yerine yol kenarına park ettiği anda kapıyı açtım. İnerken, "yavaş!" Diyerek kızdı bana. Duymamazlıktan geldim.

Eve hırslı ve hızlı adımlar atıyordum, içeri girip Gökmen'i arayacak ve tüm öfkemi ondan çıkaracaktım fakat hiç gerek kalmadı. Yolun karşısından gelen sarı motoru görünce dış kapının önünde durdum.

Gel bakalım Gökmen efendi, eceline gel. -beni kast etmiyorum-

Barkın yanımda durduğunda Gökmen de karşımızda durdu. Anahtarı çevirip motoru kapattı. Kaskını çıkarttı. Yüzünde düz bir ifade vardı. Normalde şapşik olan tavırlarından ve babamdan korkan halinden şu an eser yoktu.

Sağ bacağını atıp indi ve bize doğru iki adım atmıştı ki babam ondan hızlı davrandı. Yanımızdan ışık hızıyla geçti, Gökmen'i yakasından yakaladı. "İçimde kalmıştı, gel buraya." Diyerek sarstı onu.

Bu sahne bir yerden tanıdıktı ve hep de aynı tepkiler vardı. Babam sinirli, Gökmen ölü bakışlı, annem ve ben korku dolu, Barkın elini ayağını nereye koyacağını bilmiyor ama meraktan da yanımızdan ayrılmıyor...

Annemle babamın kollarına yapıştık ama ne âlâ, adam da deli gücü vardı.

"Gökmen." Dedi babam sabırla. "Tam unutuyorum bak bir şeyleri, sakinleşiyorum, sakin sakin düşünmeye çalışıyorum, affedeceğim diyorum, konuşacağım diyorum ama olmuyor oğlum! Sen," yakasından ileri geri sarstı, Gökmen'in kafası kemiksiz gibi sallanınca saçları savrulup alnına düştü. "Yine," sarstı, "beni," sarstı, "sinir," sarstı, "edecek," sarstı, "bir şey buluyorsun. Yatışan sinirlerimi hareketlendirecek bir şey buluyorsun!"

"Baba lütfen temas etmeden konuşalım. Nolur artık ya."

Gökmen direkt babamın gözlerinin içine baktı. "Konuşacak mıyız artık?" Diye sordu sakin ve olgun bir tavırla.

Babam da direkt gözlerine baktı, bakıştılar. Aralarında ne konuştular bilmiyorum ama Gökmen bana son zamanlar da gösterdiği yorgunluğunu şimdi de babama tüm şeffaflığı ile gösteriyordu.

Benim aşkım büyümüştü ve duygularını saklamıyordu.

Gururlu bir anne gibiydim.

Babamı duraksatanda bu oldu. Bakışmalarına sebep olan ve onu belki de birkaç saniyeliğine sakin kılan bu oldu.

Dayımın arabası Çiçek'in hemen arkasında durdu. Ön camdan gördüğü şeyle dehşete kapıldı, arabadan hızla indi. Manzara ona da tanıdık gelmiş olmalıydı, gözlerindeki korku bu yüzdendi. "Enişte." Diye sesini yükselterek koştu.

Gökmen, dayım arkasındayken kolunu geriye doğru uzattı, gözlerini babamdan almadı. "Karışmayın siz." Dedi.

Şaşkınlıkla baka kaldım, diğerleri de benden farksız değildi. Dayım araya girmezse bu defa kesin dayak yerdi Gökmen. Nefesimi tuttum. Babamın sakin duruşu ve Gökmen'in ona 'sınırdayım, delirdim artık' bakışı tüylerimi diken diken etti. Sertçe yutkundum. Artık ne olacaksa olsundu. Bünyem kaldırmakta zorlanıyordu. Sona gelelim.

"Adam akıllı konuşabilir miyiz artık Hamit abi?"

Babam cevapsız kalsa da yakasında yumruk olmuş ellerinin belli belirsiz çözüldüğünü gördüm. Kabul mu ediyordu? Allah'ım lütfen etsin.

"Bana tek bir şey söyle, geçerli olsa iyi edersin." Dedi babam.

"Sonra?" Diye sordu Gökmen.

"Sonra içeri geçip koltuğa oturacaksın ve baştan sona," iki kelime üzerine baskı yaptı, "adam akıllı, anlatacaksın bana."

Başını salladı, babamın kabul sozlerine rağmen elleri hala tetikte ve sert bir şekilde yakasında olunca Gökmen'in sindiremediğini düşündüm, gözleri hafifçe nemlendi. "Ben masumdum." Dediğinde aslında zoruna giden şeyin bu olduğunu anladım. Kendini kanıtlamak için bunu söylemek zorunda olmak.

Tüm bu olanların ve ana konumuzun bu olmasına rağmen babam sanki bunu duymayı en son bekliyor gibiydi. Gökmen'in daha farklı şeyler söyleyeceğini düşünmüş gibiydi, lakin ben bunu söyleyeceğini hissetmiştim. Kendini kanıtlıyordu, ama kanıtlamak zorunda kalmaktan nefret ediyordu.

Gökmen, "ve bir şey daha var." Dedi, tam babam ağzını açmış bir şey söyleyecekken. Hay senin ağzına tüküreyim, bir sus! Ne diyeceğini merak etmiştim.

"Ne var yine?" Diye çıkıştı.

Gökmen ellerini yavaşça kaldırıp avuç içlerini babama gösterir vaziyette yakasındaki elleri tuttu. "Önce şunları bir üstümden çekelim. Önemli bir konu çünkü ve ellerin yüzüme fazla yakın olmasın."

Ne?

Babam içimdekini dışa vurdu. "Ne?"

"Şimdi şöyle ki Hamit abicim," elleri çözdükten sonra bir adım geri çekildi fakat bu tırstığı için değil, babamla fazla yakın oldukları içindi. Benimle bile bu kadar yakın olmamıştır herhalde hiç. -Şaka şaka- Bana yandan baktı, hemen babamın arka çaprazındaydım. "Biliyorum bana çok kızacaksın ama burama kadar geldi." Burun kemerini gösterdi.

"Alnına kadar yolu var Gökmen!" Dedim uyarı dolu bir sesle.

"Yok." Başını iki yana salladı itiraz ederek.

Ben kızarsam kesin babam da kızardı. Karnım korkuyla kasıldı, kaşlarımı kaldırıp indirdim ve başımı iki yana salladım. Sakın, sakın yapma Gökmen her ne yapacaksan!

"Seninde iyi bildiğin gibi Hamit abi, kızını seviyorum."

Babam tek elini uzatıp boynunu tutacakmış gibi yaparken dilini dişleri arasına aldı. "Bak oğlum söyleme işte şunu!"

Gökmen başını geri bile çekmedi. Sanki 'tut ve sık, umurunda değil' gibiydi. "Olan şeyi inkar edemem."

"Sürekli söylemene de gerek yok."

"Bunu benden daha çok duyacaksın Hamit abi. Emin ol."

Aşığım sana be adam. -Ama tercihen hayatta kal lütfen-

"Sabır Allah'ım." Dedi babam etrafına bakınarak.

"Beni öldürmeye niyetlenmeden önce birkaç saniye düşünmeni istiyorum sadece."

"Çocuk bak sabrımla oynama benim."

"Ben bir karar verdim, kızının aşkından öldüğümü bilmeyen yoktur artık herhalde diye düşünüyorum," gizli gizli camlara çıkmış olan komşularımız duysun diye sesini yükseltti ve etrafa bakındı. Babam sinirle gözlerini kapattı. "Bu hasrete bir son vermeye karar verdim."

Eğer sevgilimi bir gram bile olsa tanıyorsam -ki Allah kahretmesin tanıyordum- aklımdan geçeni yapmak üzereydi, nefeslerim telaşla hızlandı.

Bir adım daha geri gitti. "Düşündüm, taşındım, seninle aramızı düzeltmeden yapmayacaktım aslında ama kendimi biliyorum, konu Aysuna olunca çok sabırsızım."

Herkes anlamayan gözlerle bakıyordu benim mal şebeliğime. "Gökmen yapma!" Dedim bir çırpıda.

"Su'yum bir dur ya." Benden babama döndü. "Hamit abi, ben kızını seviyorum." Dedi o da bir çırpıda, söyleyememekten korkar gibi.

Babam derin bir nefes aldı sinirle, Barkın kıkırdadı, ben elimi gözlerimin üzerine kapattım. "Ve-" Bizim arabanın arkasında bir araba durunca sokaktan geçen herhangi biri sandım ve bu anı böldüğü için teşekkür ettim... Derken! Kapılar açıldı ve kapandı, başlarımız o tarafa döndü. Burhan şoför koltuğundan inene kadar Buket çoktan inmiş ve bize bakarak kollarını iki yana açmıştı.

Kocaman gülümsüyordu. "Ben geldim güzel ailem." Diye şakıdı.

Siyah saçları arasındaki beyaz çizgilerinin solmaya başladığı salık saçlarını, güneş gibi parlayan kahve gözlerini gördüğümde onu ne kadar çok özlediğimi bir kez daha hatırladım. İspanyol paça pantolon, kot ceketi altına giydiği sevdiği beyaz sıfır kol tişörtü ile haddinden fazla benim arkadaşımdı. Düğünden sonra balayı bitene kadar tek derdimin Buket'in yokluğu olacağını sanmıştım.

İç çektikten sonra omuzlarım mutlulukla düştü. Buket'im, canım arkadaşım, gülüşünü görmeyi özlemiştim. Şimdi o açtığı kollarına koşup sıkı sıkı sarılmak istiyordum. Varlığını özlemiştim. Sanki bir asırdır yoktu. Bir hafta ne de uzun geçmişti. Derin bir nefes aldım ve göz göze geldik. Yüz tipimden ortamın gergin oluşunu anlamış gibi gülümsemesi düştü. Hayır ya, senin ki de düşmesin kankitonellem. O gülümsemeyi o kadar çok özlemiştim ki, kollarının sıcaklık hatırası beni ona çekiyordu ama adım atamıyordum.

Burhan Buket'in arkasında durdu, hepimize bakınıp, "neler oluyor burada?" Diye sordu.

Hiçbirimiz ağzımızı açmadan Gökmen çemkirdi. "Ya bir dakika bölmeyin beni artık! Sahne çalıp duruyor herkes!" Babam böylece ona geri döndü, beyni dönmüş, felçli bir hasta gibi olan bakışı endişe vericiydi. Babam da hepimiz gibi yorulmuştu. "Herkes sussun, sadece ben konuşacağım ve kimse de bu konuşmayı yapmadan bir yere gideceğimi düşünmesin çünkü gitmeyeceğim. O kadar!"

Sözlerin çoğu bana ve dayımaydı. Ama benim -sevgilime hayatımda hiç etmediğim kadar hakaret etmiştim, sağ olsun- mal aşkım, salak aşkım bilmiyordu ki eğer şu anda nefes alıyorsa bizim sayemizdeydi. Adama iyilik de yaramıyordu.

"Ben bu kızı seviyorum, uzak da kalamıyorum kardeşim!" Geri çekildiği yerde tek dizinin üstüne çöktü ve başını yanımdaki babama doğru kaldırdı. "Lütfen Hamit abi, evlenebilir miyiz?"

İşin tuhaf yanı sorduğu soru değildi, diz çöktüğü kişiydi, o kişi ben değildim.

Babamdı...

Loading...
0%