@dangerous_hatun
|
Yazar’dan… “Bir abin olduğunu bilmiyordum!” Ses tanıdıktı Gökmen için, temkinli ve yakın geliyordu, sırtını dayadığı mahpus duvarı soğukluğunu bir 20 dakika önce kaybetmişti. Selçuk’la yine trafikte sorun yaşadıkları için karakola geldiklerinde de birbirlerine dalmışlardı. Onların aşkları da böyleydi işte, ne yaparsın. Gökmen umursamaz mimiklerini bozmadı. Bunu eninde sonunda öğreneceğini zaten biliyordu. “Benim için yok.” Dedi. Ataberk maddi gücünü kullanarak aile kayıtlarını ayırmış olsa da polis tarafından yapılan ince bir araştırmayla bulunamayacak bir şey değildi. Buradaki asıl soru Selçuk neden Gökmen’i bu kadar detaylı araştırmıştı. Bir trafik kavgasından buraya neden ve nasıl varmıştı? “Hem de ünlü bir abi.” “Hala yok.” Selçuk demir parmaklıkların önüne geldi, kimsenin olmadığından emin olmak için sağına soluna baktı ve kameranın duyma ihtimaline karşı sesini kıstı. “Neden?” “Seni ilgilendirmez yunus!” Dedi, hakaret eder gibi tükürürcesine söylemişti. Selçuk, Gökmen ona bakmasa da başını salladı ve, “bulmak çok zordu, abin mi sakladı bu bilgiyi?” Diye sordu. “Merak etme kimse bilmiyor ve benden de çıkmaz.” Ondan tarafa bakmadı. “Kendi kendine konuşan bir deli gibi görünüyorsun, bence susmalısın artık.” Başının arkasını duvara yaslayıp diğer yana çevirdi. “Çünkü benim bir abim yok, yanlış Atilla’yı bulmuş olmalısın.” Aysuna’dan… Babamın gözleri buzlu bir cam gibi donuktu fakat elleri usulca havalandı ve parmakları açılıp gerildi, önünde diz çökmüş Gökmen’in boynuna doğru yol aldılar. “Boğacağım çocuk seni!” Dedi sessiz, yavaş ama ölümcül bir ses tonuyla. “Sen kimin küçük kızıyla evlenmek istiyorsun lan!” Babam öne atılıp Gökmen’i boğazından yakaladı iki eliyle. “Ay baba baba.” Diyerek koluna yapıştım yine, Burhan da oradan Buket’le babamın adını söyleye söyleye yanımıza koştular ve babamın diğer koluna da Burhan sarıldı. Gökmen boğazındaki elleri tutup çekmeye çalışırken dili dışarı çıkmıştı ve gözleri başıyla beraber ile geri sallanıyordu. Dayım Gökmen gibi babamın ellerini tutmuş parmaklarını açmaya çalışsa da 10 kişi müdahale edemiyorduk adama. Buket’le annemin bağırışları tüm mahalleyi sokağa dökmüştü. “Baba ne olur bırak.” Diye yalvardıkça babamın elleri biraz çözülüyordu sanki, ama sonra Gökmen gözlerini belerterek nefesi yettiğince, “seviyorum.” Diye bağırınca, babam tekrar başlıyordu sıkmaya. Döngüye girmiştik artık. Ben ellerini çözüyordum, Gökmen daha çok sıkmasına sebep oluyordu. Ta ki babam nefes nefese kalıp yorulana kadar bu şekilde devam ettik. Burhan’la son bir güç babamı geri çektik, üçümüz geriye doğru adımladık, neredeyse düşüyorduk. Gökmen öksürerek yere popo üstü oturdu, dayımla annem yanına çöküp haline baktılar. Annem, “Barkın koş su getir oğlum.” Diye bağırdı. Barkın içeri koşarken babam, “haram zıkkım olsun o su ona.” Diye kızdı. Kollarım babama sarılmış bir halde gözlerim sevgilimdeydi. Öksürüp duruyordu sürekli. Meraklı komşularımızda gittikçe yaklaşıyordu, Kutlu’nun annesi ve babası gelip babama baktılar ve hal hatır sorup durumu anlamaya çalıştılar. O sırada Kutlu da sırtında çantasıyla sokağın başında belirdi, biri daha gelip babamı tutsa aşkımın yanına gidecektim bende ama kimse gelip de yerimi almıyordu. Gökmen boynunu ovarak öksürüklerine devam etti, Barkın gelip suyu verince biraz rahatladı. Babam artık komşuları bile görmüyordu. “Gelmiş bir de benim kızımla evlenecek, sen kim be!” Diye bağırdı. “Benim kızım daha küçücük.” Kolunu Burhan’dan bir çırpıda kurtarıp kollarını bedenime sardı, sarıldı. Gökmen suyundan son yudumunu alıp başını kaldırdı ve hayretle genişleyen gözlerini üstümüze dikti. Kutlu ve Gökmen’in bakışlarının tam o anda bu kadar aynı olması çok komikti. “Küçük mü?” Diye sordu Gökmen, çatallı sesiyle. “Gökmen Allah’ını seviyorsan sus.” Diye atıldım hemen, dayıma yaptığı boş boğazlık babamda farklı sonuçlara neden olabilirdi ki örneğini daha az önce yaşamıştık. “Küçük tabii!” Dedi babam. “Daha üniversiteye bile gitmiyor. Sınav sürecinde.” “Üniversiteye gidememe sebebi yaşı değil ki ama Hamit amca,” dedi Kutlu. Annesi ve babasının arkasındaydı, hayretle herkese bakıyordu. “Kazanamadığından dolayı.” Babamın kötü bakışları hedef olarak Kutlu’ya dönünce, Kutlu sustu ve annesinin arkasına doğru kaydı. Bir yanağım babamın göğsüne yapışmıştı, beni o kadar sıkı sarıyordu, alıp götürmelerinden korkar gibi tutuyordu. “Baba nefes almalıyım.” Dedim sessizce. Ama Gökmen’den kaçar mı? “Benim de Su’yuma ihtiyacım var.” Diyerek ayaklandı, bir anda kalkınca başı döndü, dayımla annem tuttu. Yine de bu susması için bir engel değildi maalesef. “İçtin ya az önce su.” Diye çıkıştı babam dişleri arasından. “Ben hayat Su’yumu istiyorum.” “Seni o hayat suyunda boğarım çocuk!” “Boğ.” Dedi Gökmen dudaklarını öne uzatarak. “En azından ölüm nedenim Su’yum olur.” “Dua et şu an kızımı korumakla meşgulüm Gökmen, yoksa ben gösterirdim sana hayat suyunda boğulmak nasıl bir şeymiş.” “Kızını ver ben korurum, sen gel beni hayat Su’yum da boğ.” Deyip kollarını uzattı. İki tane kocaman çocuk arasında paylaşılamayan milyon dolarlık bebek gibi hissediyordum. Annem, Gökmen’in ellerine vurunca Gökmen acıyla inleyip kollarını indirdi. Annem bir babama bir Gökmen’e bakarak kızmaya başladı. “Saçmalamaya başladınız ama artık! Benim kızım oyuncak da değil, sizin stres topunuzda değil.” Yanımıza gelip zar zor beni babamın kollarından alı verdi. Sonra kendi kollarını bedenime sardı. Yav ne oluyoruz? Buket hayretle olanları seyrediyordu. Ah canım kankim bir bilsen neler oluyor. “Sen de sarıldığına göre sıra bende bence Kübra teyze.” Babam elleri boşalınca Gökmen’e atıldı. “Sen hala nefes alıyor musun?” Komşuların hayret dolu sesleriyle oluşan fısır fısır konuşmalar eşliğinde Gökmen dayımın arkasına saklandı, Burhan ve Buket babamı tutmaya çalıştı. Az önce bana olduğu gibi Buket’in sarsıldığını ve saçlarının sağa sola savrulduğunu gördüm. Bence o da babamın bu kadar güçlü bir yaşlı olduğunu bilmiyordu. Hayat tecrübelerden ibaret be kankim, öğreneceksin. “Hamit!” Diye bağırdı annem. “Yeter bu kadar rezillik. Polis çağırttırma bana.” “Çağır.” Dedi babam. “Bu ırz düşmanını alsınlar götürsünler.” Başını dayımın iki metre uzunluğundaki omzunun yanından çıkarttı. “Hii,” yaptı Gökmen gözlerini büyüterek. “Ben ırz düşmanı değilim bir kere, aşığım aşık. Aşık!” “Hala aşk diyor.” Babam yüzünü gözünü ovuşturdu. “Sevmiyor benim kızım seni, tamam mı? Biz konuştuk onunla geçen gece. Sevmiyor seni.” NE? “Biz de bu sabah konuştuk, seviyor beni.” NE? Babam Gökmen’i kandırmaya çalışınca Gökmen de kendinden ödün vermeyerek hiçbirimizi şaşırtmayacak o kelimeleri kurdu. Pardon, pot kırdı diyecektim. Bu sabah yanına gizlice geldiğimi unutmuş muydu acaba? Mal şebelek ya! Acaba şuracıkta düşüp bayılsam, beni odama çıkartsalar, yeniden uyansam ve duygu sömürgesi yapsam araları düzelir miydi? O senaryoyu bir kere denedik Aysuna’cım, işe yaramıyor. Ama en azından bu rezillik içeri taşınmış olurdu. Tamam o zaman, üç deyince bayılıyoruz. 1. 2. İki buçuk- Ben bayılamadan polis sirenleri mahalleyi doldurdu. Önce herkes yanan renkli ışıklara baktı, sonra da anneme, ben de dahil; başımı kaldırıp çenemi göğsüne yasladım ve suratına aşağıdan baktım. Annem omuzlarını silkti. “Bana bakmayın, ben kaç dakikadır kızıma sarılıyorum. Telefonumun nerede olduğunu hatırlamıyorum bile.” İki polis arabası dayımın arabasının arkasında durdu, 6 kişi inip yanımıza geldiler ve daha ağızlarını açamadan dayımı tanıdılar. “Aa Selçuk.” Dedi öndeki dayım yaşlarındaki adam. “Senin ne işin var burada? Biz ihbar üzerine geldik,” bize baktı. “Kavga varmış sanırım.” Dayım dertli bir iç çekti. “Tanıştırayım,” bana sümüklü böcek gibi yapışmış olan annemi gösterdi. ”Ablam.” Annem hemen beni bırakıp kendine çeki düzen verdi; saçlarını falan düzeltti. “Merhaba.” Dedi, kocaman nezaketle gülümseyerek. Dayım domates gibi kızarmış babamı gösterdi. “Eniştem.” Babam da gülümsedi ve başını eğerek selam verdi. “Hoş geldiniz.” Dağılmış saçlarıma, hırpalanmış halime ve yorgun omuzlarıma baktılar. Dayım, “yeğenlerim.” Dedi, Barkın’ı da göstererek. “Arkadaşları.” Burhan’la Buket kasırganın ortasına düşmüş şaşkın iki ördek de olsalar tebessüm ettiler. Dayım en son Gökmen’e döndü. “Bu da-“ “Biz tanıyoruz bunu. Gökmen değil mi çocuklar?” Dedi polis, yanındaki arkadaşlarına da sorarak. Oha Gökmen, normal polisler bile mi tanıyor seni? Kaşlarım kalktı. Polis, sevgilimin şaşkın ve ‘ben tanımasam da onlar beni tanıyor, kesin bir halt işlemişimdir’ bakışlarına ve şebelek sırıtışına baktı. “Ulan bir belanın içinde de seni bulmayalım. Ne işin var senin burada?” Dayım, “Gökmen’i tanıyorsunuz da, benim Gökmen olduğunu nereden bilmiyorsunuz?” Diye sordu. Polis cevap veremeden babam kin kusarak atıldı. “O belanın kendisidir, o, o. Benim belam, benim benim!” Gökmen ‘gerçekten senin belan mıyım?’ der gibi başını yana yatırdı. Babam elinin tersini kaldırıp adım atınca herkes ‘hop hop’ diye diye atıldı ortaya, polisler dahi araya girdi. “Abi bir sakin ol, darptan ve huzursuzluk çıkartmaktan almayayım bakın sizi.” Dayım, polisin omzuna elini koydu. “Arama mahalleden mi oldu?” Başını salladı. “Şimdi buradaki sorun nedir? Anlatın!” Babam işaret parmağını sallayarak atıldı. “Bu benim kızımın sapığı!” Gökmen’le aynı anda, “oha.” Dedik, gözlerimiz büyümüştü. Buket, “ne sapığı Hamit amca ya?” Dedi. “Burhan’ın arkadaşı ya Gökmen. Ben yaptım aralarını.” Dedi göğsünü kabartarak. Hadi ya, öyle mi olmuştu? İçimden gülümsedim. “Kankitonellam bu şu anda övünebileceğin bir şey değil.” Dedim sessizce, başımı inkar ederek iki yana salladım. Buket de babamın bakışlarını görünce ne demek istediğimi anladı ama neden olduğunu anlayamamış olacak ki, - haliyle- kafası karışmış gibi baktı. Babamın kıskançlığını en iyi o bilirdi ama şu an ki evrenin tek sebebinin kıskançlık olmadığı çok barizdi. “Enişte ne biçim şeyler söylüyorsun!” Dedi dayım uyarı dolu bakışlarlar, kendi aramızdayken söylemesi başkaydı, Gökmen’e zaten mimli olan polislere ‘bu herif sapık’ demek başkaydı. Babam önce, “sen mi yaptın aralarını?” Diye şaşırsa da, sonra olaydan sapmamak adına konuya geri döndü. Gökmen’i işaret etmeye devam ederek polislere şikayet etti. “Sevmiyor benim kızım seni diyorum, inatla seviyor diyor. Kaç saattir kovuyorum onu ama gitmiyor, sonunda komşular bile şikayet etmiş.” “Yav seviyor senin kızın beni, Allah Allah. Şizofren misin Hamit abi?” “Saygısızlık yapma bana!” Gözlerini belertti. “Sen de bana yalancı muamelesi yapıyorsun!” “Kızımda ben de seni istemiyoruz, bırak peşimizi!” “Kızın beni gayet de istiyor. Senin gönlünü de alacağım, o konuyu kendine sıkıntı etmene hiç gerek yok.” “Benim tek sıkıntım senin varlığın. Git ya!” “Gitmeyeceğim.” “Oğlum bak git!” “Gitmiyorum-“ Kollarını iki yana açtı. “LAN YETER!” Polis bağırınca hepimiz yerimizde sıçradık, sus pus olduk. “Mesele hiç sapıklığa benzemiyor. Neyi paylaşamıyorsunuz siz?” Bütün bakışlar bu sefer bana döndü. Polisler kaşlarını çatarak yüzümü ve kıyafetlerimi süzdüler. Paylaşılamayacak bir şey arıyorlardı sanırım. “Ne alaka?” Yutkundum ve terleyen ellerimi birbirlerine sürttüm. “Şimdi söyle polis amca babam Gökmen’i istemiyor ama biz Gökmen’le birlikteyiz ve istiyorum.” Ellerimi öne uzatıp hızlıca salladım. “Yani orta da sapıklık bir durum yok.” Gökmen sevinç kahkahası attı. “Ahahahaha!” Babama nispet edercesine baktı. “Kapak olsun Hamit abi.” Babam bozuldu, aldığı nefesle göğsü şişerken sinirlendiğini görebiliyordum ve kötü tarafı Gökmen’i tekrardan boğacakmış gibi bakıyordu. Dayım elini öyle güçlü ve hızlı bir şekilde Gökmen’in ağzına kapattı ki ‘şap’ sesini duyduk. Acımış olmalıydı. Yüzüm buruştu. Sevgilim iyice şaplak oğlanına dönmüştü. Gökmen daha fazla konuşmasın diye ağzını kapatıp arkasına doğru çekti, Gökmen bu sefer daha çok çırpınmaya başladı. Polise gülümsedi ve, “durum kontrol altında.” Dedi. “Bence siz şimdi gidin, burayı ben hallederim.” “Bana pek kontrol altında gibi gelmiyor Selçuk, emin misin? Bir de bir şey yaparsınız birbirinize, olay mahalline giden polis olarak kayıtlar da biz varız.” Hepimize şüpheyle baktı, ellerimize özellikle. “Bana bakın, silah yok değil mi hiçbirinizin belinde?” Babam sevimsiz bir gülüş attı. “Sizce silahın olsa şimdiye kadar kullanmaz mıydım polis bey?” Gökmen’e kötü kötü bakınca gözlerim büyüdü. Polisler gerilince dayım dişlerini sıktı. O, olayı düzeltmeye çalışırken biz daha beter hale getiriyorduk. “Selçuk?!” Dedi polis, dayıma yan bir bakış atarak. “Eniştem silah değil bir levye bile yok, güven bana.” “Bu ortam dağılmadan gidemeyiz. Hemen orta yolu bulun ve bu ortamın bir daha oluşmaması için gerekli önlemleri alın.” Polislerin bu kadar tehditkar bakabildiğini hiç fark etmemiştim. “Yoksa ben karışmam.” Dayım hızla salladı başını. “Hemen hallediyorum.” Burhan’a baktı. “Burhan al Gökmen’i götür. Abla sen de eniştemi al içeri götür.” Burhan’la annem görev yerlerine koştular, dayım Gökmen’i Burhan’ın ellerine teslim etti, onlar Çiçek’in yanına giderken biz Gökmen’le ayrılan aşıklar gibi bakışıyorduk. Ayrılık acısı gözlerimize vurmuştu. Gökmen yutkunup kolunu kaldırdı ve babama doğru bağırdı. “Aşıkları ayırmak büyük günahtır Hamit abi, bunu unutma. Meleklerin sorgusunda aklına geleceğim.” Babam, annem onu sakinleştirmeye çalışırken bunları duyunca iki katı sinirlendi. Gözlerini kapatıp sıktı. “Bu çocuk hala konuşuyor Kübra. Susmuyor.” Gözlerini açtı. “Susmuyor. Susmuyor. A-ah. Susmuyor.” Polis, “Gökmen sus!” Diye bağırdı gür bir sesle. Korktum yalan yok. Yanımdaki Buket’le, Barkın da korkmuştu, üçümüz yan yana durmuş, tedirginlikle susarak dikkat çekmiyorduk. “Niye herkes bana susmam gerektiğini söylüyor ya!” Diye isyan etti Gökmen. “Sen sussan ortalık yatışacak çünkü!” Diye bağırdı dayım. “Bağırmayın sevgilime ya.” Dedim cılız ama cesur bir sesle. Dayım işaret parmağını bana doğrulttu. “Aysuna sen de sus.” “Su’yuma sus deme!” Diye atıldı Gökmen. Burhan tutmasa yanıma gelecekti. “Gökmen sus!” “Susu al bir tarafına sok.” Burhan’ın kollarından çekiştirmesiyle sırtını bize döndü, kaskını zorla kafasına geçirdi. Burhan, Çiçek’in üstünde olan benim hediyeme takılı anahtarını çevirip bindi ve Gökmen’e arkasına atlamasını işaret etti. “Senin arkana binmem ben.” “Hemen Gökmen!” Dedi sessizce ama tehdit dolu bakışlarıyla Burhan. Gökmen küskünlükle omuz silkse de binmek için hareketlendi. Ayağını ayaklığa koyup diğer ayağını attı, Burhan geri geri çıkmaya başladığında vizörünü açıp panel başındaki konuşmacı gibi babama seslendi. “Hamit abi, ben kızınla evleneceğim sen de göreceksin.” Ne yazık ki Çiçek bir Porche’den hızlıydı ama babamdan hızlı değildi. Babam annemin ellerinden nasıl kaçtı, önümüzden koşarken saçlarımızı nasıl savurdu, Gökmen’le Burhan’in üstüne atlayıp Çiçek’i devirdi ve bunların hepsi nasıl 5 saniye içinde oldu(?) bilmiyordum. Ama kesin karar vermiştim. Babam vampirdi. Ortam hiç sahip olamadığı sakinliğini tekrar kaybederken omuzlarım çöktü. Babam yerde Gökmen’in üstündeydi ve kaskına vurup duruyordu. Burhan aradan sıvışmış olsa da onları ayırmaya çalışıyordu. Dayımla, polislerde müdahale etmeye çalıştılar. Buket kocasını kurtarmak için koştu, annem babamı tutabilmek için can havliyle savaştı. Barkın yanımda durmuş gülmekten başka bir işe yaramıyordu. Benimse artık dermanım kalmamıştı. Tecrübelerime dayanarak burada durmayı tercih ediyordum, ben ne kadar aralarını düzeltmeye çalışırsam çalışayım, ortalarına girip ağlayayım, işe yaramıyordu. Beni paylaşamadıkları için beni yıpratmayı seçiyorlardı. Olduğum yerde omuzlarım çökmüş şekilde dururken olan kargaşayı yan gözle seyrettim. Tüm mahallenin aksine benim için dört gözle izlenecek bir olay değildi çünkü. 🛵 Çok güzel. Sonunda karakola da düşmüştük. Bizi iki polis arabasına tıktıklarında diğer aile ve dost fertlerimin aksine ben ve Barkın ön koltukta rahattık ve suçlu muamelesi görmüyorduk. Onlar doblo arabanın arkasındaki kafesteydi. Yol boyunca sessizce. Babam arkadaki arabada gelmişti, Gökmen de öndeki. Ama arabalara bölüşülürlerken bile beni kendi olduğu arabaya bindirmek için elinden geleni ardına koymamıştı babam. Sonuç olarak buradaydık. Ben kalçamı küçük bir masaya yaslamıştım, Barkın yanımdaki sandalye de oturmuş meyve suyunu yudumluyordu. Karşımızdaki yan yana olan iki nezarethaneyi biz dizi demir parmaklık ayırıyordu. Bahse girerim ki babamla Gökmen oradan bile birbirlerini yolabilirlerdi. Olan Buket’le Burhan’a olmuştu. Bir tek onlara üzülüyordum. Canlarım benim ya. Balayından dönüp mahpusa düşmüşlerdi. Annem, babam, ve dayım soldaki mahpusdaydı. Gökmen, Burhan ve Buket ise sağdakinde. İki odanın da üç yanı demir parmaklık olduğu için onlar bizi, ben de onları görebiliyordum. “Bana bu günü de gösterdiniz ya, ne desem bilemiyorum.” Dedim sessiz ve yorgun bir sesle. Utançlarından bana bakamadılar bile. Buket’im Burhan’ına sığınmış somurtarak oturuyordu. İnsanlarında vebaline giriyorduk artık, kendimizi aşmıştık. “Mutlu musunuz?” Diye sordum. “İçinizdekileri döküp rahatladınız mı, sonuçta buraya düşmek için çok çabaladınız.” “Ben dökemedim.” Babam sessizce bunu söyleyince çakmak çakmak olan gözlerim hızla kendisine döndü. Annem dirseğiyle dürterek uyardı. “İyi, o zaman burada devam. Ben kardeşimi alıp gidiyorum. Pizzamızı ısmarlayıp televizyon karşısında keyif yapacağız.” Elimi uzattım. “Kalk Barkın.” Bir eliyle elimi tuttu, diğeriyle hala meyve suyunu içip aile fertlerimize bakıyordu. Dayım ayaklandı. “Ya ben niye buradayım anlamıyorum?” Demir parmaklıklara dayandı ve iç tarafa doğru seslenmeye başladı. “Polisim ben ya, olay mahallinde durumu düzeltmeye çalışıyordum. Suçlu değilim ki.” Oradan geçen bir polis durdu, dayıma baktı sonra yoluna devam etti. Barkın’la gülmeye başladık. Dayım bize kötü bakış atana kadar tabii. Sonra annem kalktı ve, “ben avukatım.” Diye seslendi. İki polisin dikkatini çekti. “Kendimi savunma hakkım var, ve ailemi. Buradan çıkmak istiyoruz.” “Hanımefendi avukatlık bir durum.” Dedi polis. “Darptan ve huzursuzluk çıkartmaktan buradasınız. Mahalleli sizden şikayetçi değil, sizde birbirinizden darptan dolayı şikayetçi olmazsanız yarın sabah çıkacaksınız. Ama bu akşam buradasınız.” “Kefalet ödeyip çıksak?” Diye sordu annem. Polis dışarıdaki tek reşit olup kefalet ödeyebilecek bana baktı. Herkes umutla bana baktı. Onlara bir ders verme zamanıydı, lakin dediğim gibi kurunun yanında yaş da yanacaktı. Elimle ceplerimi yokladım. “Annecim ben sınav öğrencisiyim, metaliksizim. Sizi nasıl çıkartabilirim ki buradan?” “Annem cüzdanımda kartım var!” Gözlerini uyarı babında açmıştı. Şirin ama sahte bir tebessümle baktım hepsine. “Yarın sabah görüşürüz.” Barkın’la aynı anda el sallayıp polislerin eşliğinden çıkışa yürümeye başladık. Bana çok kızacaklarını biliyordum yine de bunu yapacaktım, onlar beni düşünmeden iki ara bir derede bırakmışlardı. Hem de kaç kere. Bizim için çağrılan taksiye binip evin yolunu tuttuk. “Sence doğru olanı mı yaptık?” Diye sordu Barkın. Camdan dışarı baktım. “Hayır.” Dedim. “E o zaman-“ “Ama bunu hak ettiler. Ben kankitonellama üzülüyorum o da kocası yüzünden bu durumdaydı, sır ortağı sonuçta.” “Gökmen abinin hapis yattığını Burhan abi biliyor muydu?” Diye sordu çocuksu bir şaşkınlıkla. “Tabii ki.” Dedim yüzümü buruşturarak, Barkın’a safsın dercesine baktım. “Burhan, Gökmen’in her şeyini bilir.” Başını anladım dercesine sallarken arkasına yaslandı. “O halde neden sana söylemedi?” “Erkeklerin sır tutma olayı çok ketum ve düşüncesizce Barkın. Sen öyle olma ama tamam mı? Eğer bir şey biliyorsan ve bu şey iki tarafa da zarar verecekse onu uygun bir zamanda söyle.” “Sırrın iki tarafı da üzdüğünü ve uygun bir zaman olup olmadığını nereden bileceğim?” Güzel bir soru, akıllı kardeşim benim. Biraz düşündüm çünkü önemli bir konuydu. Eğer Gökmen bana ve aileme doğru bir zamanda her şeyi güzelce anlatsaydı babamın tepkisi –belki- biraz daha az ve sağlıklı olabilirdi. “İzleyerek ve düşünerek.” Dedim. Bana anlamayarak baktı. “Mesela,” diyerek hafifçe ona döndüm. “Babam, dayımları bahçede duymak yerine bu olay için toplandığımız bir akşam da yumuşatılarak her şeyi detaylıca dinlemiş olsaydı daha iyi olmaz mıydı?” “Olurdu.” Dedi başını sallayarak. “Yani sanırım.” Kaşları çatıldı. “Detaylıca derken?” “Gökmen abin masum Barkın.” “Nasıl?” “Üzerine suç atıldı.” Gözleri büyüdü. “Nasıl?” Benim küçük kardeşim meraklı ve oldukça da tatlıydı. Erkek kardeşler büyüdükçe mi tatlı oluyordu acaba? Barkın geçen ay bu denli tatlı değildi. “Hayalleri varmış ve bir adam bunu kullanarak onu dolandırmış. Sonra suçu Gökmen abine yıkıp kaçmış, polisler de onu hapse atmışlar.” Düşünüp gözlerini kırpıştırdı. “Sonra nasıl çıkmış?” “Adamı yakalamışlar ve itiraf etmiş.” Gözleri büyüdü, içlerindeki üzüntüyü ve korkuyu gördüm. “Hapishaneler korkunç bir yer, çok mu uzun kalmış orada?” “7 ay.” Daha da dehşete kapıldı. “Ben o kadar ay boyunca okula gidiyorum.” Önüne döndü omuzları titrerken, aklına gelen şey onu titretmiş olmalıydı. “7 ay boyunca beni okula kapatıp ders yaptırdıklarını düşünsene. Korkunç abla!” Tepkise ve hayal gücüne gülmeye başladım. Bana yandan bakıp o da gülmeye başladı. Kolumu uzatıp omzuna attım ve kendime yaklaştırdım. “Korkunç Barkın, evet.” Onun anlayabileceği şekilde anlamıştı. Hapis de okul da korkunç bir şeydi bence. Barkın sarılmama ters bir tepki vermese de bana sarılmadı, koynuma yatıp ellerini kucağında tuttu. Başımı çevirip camdan akıp giden yolu seyrettim. Hava kararmaya başlamıştı. Sabah erken kalkmıştım, veterinere git, gel. Büyükanneye git, gel. Günüm yollarda geçmişti hep. Saatler akıp gitmişti. Eve vardığımızda ise iyice karanlık çökmüştü. Telefonumun arkasında olan 200 lirayı uzattım taksici abiye, Barkın inerken abi de 90 lira para üstünü uzattı bana. İnip kapıyı kapattığımda gitti, Barkın yanıma geldi, yan yana durup başımızı kaldırarak evimize baktık. Derin birer nefes aldık. Bu eve şu anda içimdeki kırgınlıklarla ve kötü hissederek, yalnız giriyor olabilirdim. Ama bir gün, ailemle ailemi görmek için gelecektim. O gün için bugün sabretmeliydim. Gökmen’i seviyordum, o da beni seviyordu, çabalamalıydık. Hayallerimiz vardı. Hayallerimde, küçükken beni oturttuğu gibi benim çocuklarımı da dizinde oturtan annem vardı, harçlık verip yanaklarından öpen babam vardı. Barkın’ı bile dayı olarak hayal etmek oldukça kolaydı. Başımı eğip kardeşime baktı. Bence fedakar ve iyi bir dayı olurdu. Gülümsedim. Bana baktı. “Ne gülümsüyorsun?” Diye sordu tatlı bir terslikle. Gülüp kolumu omzuna attım, eve yürümeye başladık. “Senden nasıl bir dayı olurdu diye düşünüyordum sadece.” “Sen önce döllenmemiş çocuklarının babasını hapisten çıkar da-“ Kafasına şaplak atınca susup güldü ve benden kaçtı. “Çok biliyorsun sen, eşek!” O kapıyı açarken ben de merdivenleri çıktım. Eğer anahtarları unutsaydım sinirden oturup gülerdim. Ailemi demir parmaklıklar ardından bırakıp eve bu denli rahat gelmek hiç benlik değildi. 2 ay önceki ben yapamazdı en azından. Kapıyı kapattık, holde ilerledik, içeri gelip sessiz ve boş evimize kısaca baktık. “Peki.” Dedi Barkın uzatarak. Bana baktı. “Pizza yiyecek miyiz?” Bu umutla eve geldiğine emindim, gülmeye başladım ve başımı salladım. “Hadi bize birer tane ısmarla da yiyelim.” “Yess.” Uzattığım telefonumu kapıp pizzacıyı aradı, bahçeye çıkmak için kapıyı açarken adres verdiğini işittim. Bahçedeki oturma grubumuza vardım, tekli, süngerli koltuğa oturup ayaklarımı kendime çektim ve kollarını etrafıma sardım. Yaz aylarının en sevdiği yanı buydu işte, hava ne kadar kararırsa kararsın rüzgar ılık eserdi. Tokamı çekiştirip saçlarımı saldım, bütün gün bağlı kaldıkları zaman ağrı yapıyordu. Barkın gelene kadar bahçe de yalnız oturdum, düşünmemek için kafamı başka şeylerle meşgul etmeye çalıştığımda aklıma ilk gelen sınav sonuçları oluyordu. Bana sınav sonucunu beklerken heyecandan ve stresten deliren öğrenci psikolojisi bile yaşatmıyorlardı. Benim şu anda sınav sonuçlarını düşünmemek için 10 sezonluk bir diziye başlamış olmam gerekiyordu, nezarethane de olan ailemi, dostlarımı ve sevdiğim adamı düşünmemek için sınav sonuçlarını düşünmem değil. Barkın karşıma gürültülü bir şekilde oturunca dikkatim dağıldı. Gözlerimi kırpıştırıp dikkatimi kardeşime verdim. “Pizza yerken film izleyelim mi?” Diye sordu hevesle. Tuhaftı. “Annemlerin olmamasına çabuk alıştın.” Omuzları ve suratı düştü. Yutkunup biraz sessiz kalınca söylediğime bin pişman oldum. “Eve hep annemle girerim, ya da eve geldiğimde annem olur. Bu akşam beraber içeri girip boş evi görmek çok…” Ne diyeceğini bilememiş gibi duraksadığında ben devam ettim çünkü aynı şeyleri hissetmiştik. “Kötüydü.” Gözlerime bakıp başını salladı. “Yalnız kalmışız gibi hissettim. Bir daha hiç gelmeyeceklermiş gibi.” Anne-baba konusu her açıldığında aklıma kalbimin atma sebebi olan adam geliyordu. Aradan geçen yılların ona yaşattığı hisleri azalttığını hiç sanmıyordum… Barkın’a başımı salladım. “Beni çok üzdüler Barkın.” Dedim içime kaçmış sesimle. “Biliyorum.” Dedi ondan beklemeyeceğim bir olgunlukla. “Seni kimse dinlemiyor.” Başını iki yana salladı, mimikleri sinir olmuş gibi kıpırdandı. “Gökmen abi bağırıp çağırıp yine bir şekilde kendini dinletiyor ama seni kimse duymuyor.” Bu çocuk benim kardeşim miydi? Yüzümden içimdekileri okumuş olacak ki ruhsuz bir gülüş attı. “Bir köşe de durup olanları izlediğimde gördüğüm tek şey buydu abla.” “Sana da travmalar yaşattık değil mi?” “Evet.” Dedi hiç inkar etmeden. “Kendini iyi hissetmeni sağlayacaksa bunlar benim de ilk travmalarım.” Dedim. Gülmeye başladık. “Oturup kardeş sohbetlerini daha çok yapmalıyız. Ne kadar büyüdüğünü fark ediyorum.” Oturduğu yerde yayıldı. “Biz hiç oturup kardeş sohbeti yapmayız ki.” “Onu diyorum işte, yapmalıyız.” Başını salladı. “Bir daha ki sohbet konusu ben olayım ama.” Dedi hevesle. Gülümseyip başımı salladım. “İstersen şimdi de olabilirsin. Benim hakkımda daha fazla konuşmayalım, içim daralıyor.” “Olur ama…” başını eğip alttan gözlerini kaldırdı. “Hemen şimdi mi benim hakkımda konuşacağız?” “Neden olmasın?” Yerimde diklendim. “Ee anlat hadi.” “Neyi?” Dedi dudaklarını buruşturarak. “Meselaa…” Düşündüğümde aklıma gelen tek şey okuldaki arkadaşları oluyordu, ya da bir kız. Yaşı küçüktü ama belki benim kaçırdığım bir nokta da kardeşim, erkek olmuş olabilirdi. “Bir kızdan hoşlanıyor musun?” Direkt sorduğumda beklediğim ilk tepki yüzünü buruşturup bir ergen gibi, ‘saçmalama abla ya, ne kızı’ tepkilerdi. Ama utanıp başını eğdiğinde dudaklarım iki yana kıvrıldı, neredeyse tüm yüzüme yayılacaktı. “Demek bir kız var?” “Anlatmak istemiyorum.” Heveslendim. “Ama neden?” “Sen Gökmen abiyi ilk bana mı anlattın?” Dedi haklı bir isyanla. “İlk sana anlatsaydım babama öterdin.” Dedim ben de haklı bir suçlamayla. Bu yüzden sessiz kaldı. “Ayrıca sen benimle bir değilsin, Buket ablan. Ondan önce gelip sana anlatsaydım ikimizde hala nefes alıyor olmazdık.” Gözlerini devirdi. Hevesim tekrar yerine geldi, yerimde kıpırdandım ve bacaklarımı altıma alarak oturdum. “Hadi lütfen anlat, çok merak ettim.” Dedim. “Güzel mi?” Başını daha çok eğdi. Duraksadım. “Çirkin mi?” Diye sordum emin olamayarak. Başını kaldırdı. “Kime göre neye göre?” Diye parladı bir anda. Ne tepki vereceğimi bilemeyerek durdum. Dudaklarımı ıslattım ve nefes verdim. “Yani-“ “Bana göre güzel.” Kaşlarım yavaşça havalanırken başımı aşağı eğildi. Bak sen bizim Barkın’a. Nasıl da savunuyordu ilk aşkını. Sadece Gökmen’in etkilerinde ortaya çıkan aptal sırıtışım yüzüme yayıldı. “Anladım.” Dedim, gözlerime çekinerek baktı. “Kız çok güzel.” Bir saniye daha bakıp yerinde rahatlarken gülümsedi. Başını salladı sonra. Dış kapımızın orada duran motor sesiyle başlarımız döndü, motor sesi kalp ritmimi bozu verdi anında. Gökmen’in nerede olduğunu biliyordum ve gelme imkanı yoktu ama yine de en ufak bir motor sesi bana onu hatırlatıyordu. Telefonum çaldı, pizzacı arıyordu. Barkın açıp yerinden kalktı ve telefonu cevaplarken bir yandan da dış kapımızı açtı. Adama parayı ödeyip pizzalarımızı aldı. Geri yanıma döndüğünde pizzaları yarım bacak olan sehpamıza koydu, içeri gitti. Laptopumu alıp geri geldi. “Harika bir film buldum abla. Onu seyredelim.” “Nereden buldun?” Diye sordum pizzaları poşetten çıkarırken. Laptopu sehpaya koydu, internette aratma yapıyordu. “İnstagram’dan. Yorumlar güzel film diyordu. Hatta bir sürü kişi demişti ki ‘tam aileyle izlenecek film.’ “ Cümlenin başını dinlerken, “hımmm”Lıyordum. Sonunu duyduğumda ise pizzayı bölmek için uzanan ellerim yarı yolda havada kaldı, gözlerim büyüdü. Barkın internette aratmasını bitirdiği anda laptopa uzandım ve çekip aldım, Barkın’dan uzaklara çektim. Bana garip garip baktı. “Ne yapıyorsun abla?” “Barkın o insanların hepsi yalancı ablam.” Başımı iki yana salladım şiddetle. “Ablan bir kere o tuzağa düştü, aynısını yaşamana izin vermem. Seni koruyacağım. Merak etme.” Orta çağdaki askerlerin krallarına uyguladığı tarifeyi ona uygulamam garip bakışlarını daha da garipleştirdi. Kaşlarını çatıldı. “Beni filmden mi koruyacaksın?” “İkinci bir travma yaşamaman için bu fedakarlığı yapacağım ablacım.” “Sen iyice kafayı sıyırdın abla.” Beni kendi halime bırakıp pizzalara döndü. Öyle demek kolaydı tabii. Bu ablan instagramdaki o insanlar yüzünden neler yaşadı neler sen bir bilsen. Hala bile Gökmen’in ağzında sakızdı o olay. Çocuklarımıza bile sansürleyip anlatacağına emindim. Ben yaşadım ama kardeşime yaşatmazdım. Rabbim yaşadığım bu travmayı hiçbir ümmeti Muhammed’e yaşatmasın. Hele sevgilisiyle, asla! Barkın bana tuhaf bakışlarını ata dururken film seçme işini üstlendim. Sağlığımız için! Bulduğum her filmi en az 10 kere kontrol ettim. Barkın sonunda isyan etmiş ve uykusunun geldiğini söylemişti. Hızlanıp filmi bulduğumda da burada rahat edemediğini söylemiş mızmızlanmıştı. Pılımızı pırtımızı toplayıp içeri geçtik, koltuklara yayılıp laptopu televizyona bağladım. Pizzamızı yerken izlemeye başladık. Film akıcıydı, neyse ki. Kafamı dağıtmaya bire birdi. Ne kadar hayırlı birer evlat olduğumuzu bana unutturuyordu. Anası babası mahpustayken pizza yiyen hayırlı evlatlar olduğumuzu yani. Filmin yarısında Barkın uyumuştu. Abla yüreğim dayanamadığı için Seyit Onbaşı gibi kucağıma aldım kardeşimi. Merdivenleri yukarıya kadar bir tarafım çıkarak bitirdiğimde baldırlarım yanıyordu. Barkın, ablan zayıfla. Acilen! Barkın’ın üstünü çıkarıp eşofman giydirdim, mırıldanıp uykusuna döndüğünde üstünü örttüm ve dayanamayıp yanağına bir buse kondurdum. Bu akşam ne kadar da tatlıydı, ablasının yanındaydı. Olgun gibiydi. Çıktığım aksine merdivenleri inerken omuzlarım düşük, kollarım felçli gibi yanımda sallanıyordu. İşte şimdi gerçekten yalnız kalmıştım. Salona dönüp filmi bitirdim. Sonra başka bir film daha açtım. Hayatımda Kore aşk filmi izlediğim için pişman oluyordum. Birbirine çok yakışan, çok çabalayan ama filmin sonunda kavuşamayan bir çiftlerdi çünkü. Kız ölüyordu, hem de erkeğin kucağında. Zaten çok hassastım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Aslında ağladığım şey film değildi. Bunu bende biliyordum ama kendime film için ağladığımı söyleyerek kendimi teselli ediyordum. Kandırmak da denebilirdi buna. Maalesef ki kötü bir yalancıydım. Gerçi aksi olsaydı bile –iyi bir yalancı olsaydım- insan kendine yalan söyleyemiyordu. Herkesi kandırıyordu ama kendine doğrudan başkası kalmıyordu. Evin havası içimi daraltınca laptopu bırakıp bahçeye çıktım. Eski yerime oturdum ve bacaklarımı kendime çektim. Öyle kaç saat oturdum bilmiyordum fakat açılan bahçe kapımızın sesi beni kendime getirdi. Gece yarısını geçmişti saat. Bu saatte kim gelir diye düşünmekten 5 saniyede aklımı şaşırmıştım ki annemin sesini duydum. “Anne?” Diye şaşkınca seslendim. Birkaç diyalog işittikten sonra iki kişinin eve girmeden bahçeye doğru geldiğini anladım, başka biri de evin kapısını açıp içeri girmişti. Buket’le annemi karanlıkta seçtiğimde oldukça şaşırdım. “Nasıl çıktınız?” İlk sorumdu. “Hayırsız.” Dedi hemen Buket. “İnsan arkadaşına böyle mi hoş geldin der.” Yüzüm asıldı. Kız evlenip balayından dönmüştü ama ben ona doya doya sarılamamıştım bile. Ayaklandım. Kollarımı boynuna sarıp içime sokarcasına sarıldım. “Hoş geldin arkadaşım.” Dedim ağlamaklı bir sesle. Az önce birkaç ton yaş döktüğüm için zaten ağlamaya hazırdım. “Hoş bulduk kankitonellam.” Belimdeki sıkı kollarını bir tek kendisi çözebilirdi. Annem koltuğa oturup bizi izledi. Ayrıldığımızda avuçları yanaklarımı kavradı. “Tenin niye bu kadar sıcak senin? Ateşin mi var?” Ağladığım için tenim yanıyordu, Buket öyle deyince annem yerinde endişeyle kıpırdandı. “Yok be, ağladım.” Bu sefer ikisi de endişeliydi. “Film izledim, o yüzden.” Pek inanmadılar. “Gerçekten.” Dedim, daha inandırıcı olsun diye detay verdim. “Kore filmiydi ve aşıklar kavuşamıyordu.” Bunu söylememle çenem benden bağımsız top halini ağladı ve gözlerim yine yaşlarımla doldu. Annemle Buket güldüler, arkadaşım gözlerime bakarken, “oy oy benim arkadaşım, imkansız aşkları seyredip ağlamış mı? Oy oyy.” Dedi merhametle. Başımı salladım çocuk gibi. Gülüp bana sarıldı ve yana yana oturmamızı sağladı. “Kübra teyze gelirken bana her şeyi anlattı.” “Babam yanınızda değil miydi?” Diye sordum. “Sahi siz nasıl çıktınız?” “Sizden sonra dayının bir tanıdığı geldi çıkarttı bizi.” Dedi annem. “Ama kapıda Hamit abi rahat durmayınca Kübra teyze biraz kaşıdı onu, o yüzden biz arabayla geldik. Hamit abi taksiyle geldi. Kapıda karşılaştık, içeri girdi bize bakmadan.” “Gökmen?” Diye sordum çekinerek. “Burhan’la gittiler.” “Nereye?” Gözüm telefonumu aramayı başladı. “Evedir büyük ihtimalle, bu kafayla başka nereye gidecekler.” “Morali nasıldı?” “Aysuna!” Diye kızdı bana. “Burada mesele Gökmen’in morali değil, ben balayına gittikten sonra bu evde nelerin olduğu.” Başımı iki yana sallayarak dertlendim. “Ah Buket ah, neler neler oldu.” “Biliyorum, anlattı dedim ya Kübra teyze.” Yüzü bana acıyan bir hal aldı ve yanımdaki oturuşunu düzeltti. “Kankim, Gökmen gerçekten hapse girdi mi?” Üzüntüyle başımı salladım. Gökmen’i haklı çıkartmak, onu kötü bir sanmasınlar diye çırpınan yanım anında canlandı. “Ama haksız yere.” “Nasıl yani?” “Suç atmışlar üzerine.” Başladım Gökmen’in bana anlattığı her şeyi Buket’e ve anneme anlatmaya. Beni sessiz ve ama sakin kalamayarak dinlediler. Gökmen’in başına gelenlere onlarda çok üzülmüştü. Tabii olayın Ataberk’siz tarafı daha az sinir ediciydi çünkü bu hikayenin ana kahramanı oydu, aklıma geldikçe gözlerini oyasım geliyordu. “Burhan biliyor mu bunları?” Diye sordu arkadaşım dehşetle. “Evet.” Dedim alt dudağımı dişleyerek, Buket Burhan’ı yiyecekti. “Sır arkadaşı onlar.” “Bana anlatmamasını anlayabilirim…” dese de arkadaşımın içi içini yiyordu, kelimeleri ağzına gelip gelip geri gitti. Sonunda nadir gerçekleşen bir olay olarak susmayı tercih etti. Konu hakkında yorum yapmayacaktı. “Peki şimdi ben şeyi anlamadım,” annemle bana sırayla baktı. “Gökmen masumsa Hamit amcam neden affetmiyor onu? Bu akşam ki kavga çok yersizdi.” Ben ona başımı sallayarak hak verirken annem, “masum olsa bile hapse girebilmesine sebep olacak insanlarla takılmış. Anne baba olarak endişeleniyoruz Buket. Takıldığımız noktaları siz anlayamazsınız, en azından çocuğunuz olana kadar.” Dedi sakin ve dolgun bir sesle. Olumsuz şeyler söyleyecek diye aklım çıkarken gözlerim yine dolmuştu, yaşlı gözlerimi kırpıştırdım. Neyse ki karanlıktı. Babam bana yetiyordu, annemin Gökmen antisi olmasına dayanamazdım. “Peki sen Gökmen’e inanıyor musun anne?” Diye sordum korkarak. “İnanıyorum.” Dedi tereddüt etmeden. “Baban da inanıyor.” Şaşırsam da içime tuhaf bir rahatlama geldi. “İlk başta çok korktu, tepkisi bu yüzdendi. Ama sonra gerçeği öğrendi, yumuşamaya başladı, kendini sakinleştirmeye, Gökmen’le konuşacaktı. Ta ki Gökmen evlilik mevzusunu açana dek.” Elimle alnıma vurdum. Biliyordum böyle olacağını. Buket benim yerime sesli söylenmeye ve Gökmen’e hakaretler ederek kızmaya başladı. “Salak yeminle bu çocuk! Kendi kendine yapıyor ne yapıyorsa. Bir insanda azıcık bile mi sabır olmaz, ah göt gibi kaldı şimdi. Onun yüzünden biz de düştük mahpuslara. Bu akşam ki halimiz neydi ya öyle. Tek sebebi de o mal sevgilin Aysuna. İnsan da azcık-“ “Buket, lütfen, tamam.” Dedim gözlerimi kapatarak. Şu an çok hassastım, Gökmen’e laf etmesine dayanacak gücüm olmadığı için tepki verip kalbini kırmak istemiyordum. Afallasa da sustu. Anneme baktım. “Ne olacak şimdi anne?” Derin bir nefes aldı, düşündü fakat bana herhangi bir cevap veremedi. “Babanın sağı solu belli olmuyor son zamanlarda kızım. Yarın sabah bir olsun, yaşayıp göreceğiz.” Omuzlarım düştü, belirsizliği geçtim olayların daha da kötüye gitmesiydi beni korkutan. Gerçi babam Gökmen’i boğmaya kalkmıştı, daha kötüsü ne olabilirdi diye düşünüyor insanda sonra vazgeçiyor. Bu cümleyi ne zaman kursam götüm boktan çıkmıyordu. İnşallah güzelleşecek. Kötüye gitmeyecek. Güzel konuşalım güzel olsun. Buket gaza yüklenilmiş, tekere kalkan motor gibi ani bir hareketle bana uzandı, omuzlarımı iki yandan tutup kendine çevirdi ve çenesini dikleştirdi. “Merak etme kankitonellam, ben Hamit amcamı yumuşatacak ve sizi kavuşturacak o kurtarıcıyım. Gönlünü ferah tut.” Kendine olan öz güveni ne kadar tatlıydı. Gülümsedim. “Ah kankim, teşekkür-“ “Hamit amca!” Aramızda ölüm sessizliği baş gösterdi. Annem oturduğu yerde arkasını dönse de evin ön kısmını göremezdi, bu sadece bir refleksti. Ben nefesimi tutmuştum çünkü sıçtığımının dejavusunu yaşıyordum. Buket’in gözleri genişledi, irislerinin titrediğini karanlıkta bile görebiliyordum. “Hamit amca!” Kapımızın yumruklanma sesi. Yutkundum ve sordum. “Gökmen’in sesi ön kapıdan mı geliyor yoksa bende travma mı oldu?” Annem ayaklanırken Buket başını salladım. Yorgunlukla gözlerimi kapattım. Yine başlıyorduk. |
0% |