@dangerous_hatun
|
Bu çocuk beni kalpten götürecekti! Niyeti bozmuştu, adak adamış bile olabilirdi, ama yapacaktı. Kendi kalbini düşünürken benimkine fazla acımasızdı. Dudakları benden ağırca uzaklaşırken dona kalmış gözlerim gözlerine çıktı, bana bakıyordu. Bana ağır çekimde gelen anımızda kocaman sırıttı ve geri çekildi. "Hayırlı geceler Aysuna hanım." Deyip arkasını döndüğünde sırtına baka kaldım. Misilleme mi yapmıştı o bana? Kaskını takıp motora bindiğinde çalıştırdıktan sonra bana baktı, gözleri hala gülümsediği için olsa gerek kısıktı. Başını aşağı itip vizörün düşmesini sağlayınca kalbim durduğu yerden tekrar atmaya başladı; kaskın görünüşü o denli etkiliyordu ki beni! Motora gaz verince alt dudağımı dişledim ama o görmeden hızla düzelttim, rezil olmayalım şimdi bir de. Hiç gerek yoktu şimdiden iç dünyamı öğrenmesine. Geldiği yoldan gitmek yerine yanımdan geçip sokağımıza girdi, Kutlu ondan tarafa bile bakmazken yanından yavaşça geçti ve motoru bağırttı. Göz dağı mı veriyordu o? Kıvrılmalarına engel olamadığım dudaklarıma tezat gözlerimi devirdim. Şu Gökmen'in orta da fol yok yumurta yok durumumuza rağmen beni kıskanması, sahiplenmesi falan tatlı olduğu kadar komik ve gıcıktı. Önce bir çıkma teklifi alayım canım, yoksa bugünkü imâmı tekrarlamak zorunda kalacağım. Gökmen göz açımızdan gitmişti ama Çiçek'in sesi hala geliyordu. Kutlu'ya doğru gittim, karşısında durduğumda evimin önündeydik. "Merhaba." Dedim normal bir şekilde. Bana uzunca baktı. "Merhaba." Dedi sonra. Dış kapıdan girip eve ilerlediğinde onunda arkasından baka kaldım. Bugün bu erkeklerin benimle problemi neydi çok pardon? Masum bir ben oysa ki! Arkasından eve girdiğimde herkesle sırayla selamlaştım. Kutlu sessizdi, annemleri görünce onu uyarmam gerektiğini fark ettim. Belki konusunu açmazdı ama derse ne hesap verirdim, bilmiyorum. Henüz birlikte olmadığımız için anneme söylememiştim, yoksa çekinerek de olsa ilk yetiştireceğim kişi o olurdu. Üstümü değiştirdim, eşofman üstüne arkası uzun önü kısa tişörtümü giydim ve saçlarımı taradıktan sonra salık bıraktım. Ev terliklerimle aşağı kata inip kahve içerler mi diye sordum önce misafirlerimize. Hepsinin içme şeklini öğrenip mutfağa geçeceğim sırada Kutlu da peşime takıldı, arkadaşım ve komşumuz olduğu için bahaneye ihtiyacı yoktu. Sadece kalktı ve geldi. Ben cezveyi çıkartırken masaya oturdu. "Yarın sabah ders çalışacak mıyız?" Diye sordu, ara sıra bahçe de birlikte oturup çalışırdık, biriyle yapınca aklıma daha çok ve çabuk giriyordu; bu yüzden dershaneye sık sık gitmeyi tercih ederdim... Tabii Gökmen'den sonra bu sıfırın altına düşmüştü. Bir haftadır gitmiyordum, bugüne kadar. "Bilmem, bir yarın olsun haberleşiriz." Başımı çevirip nezaketen tebessüm ettiğimde aynı şekilde karşılık verdi, lakin gözlerinden anlıyordum; konuyu açmak istiyordu. Kahve ocaktayken ona arkam dönük kalmaya devam ettim. "Sorabilirsin." Üç-dört saniye sustu. "Sevgilin miydi? Seni öptü." "Pek sayılmaz." "Bu ne demek oluyor?" "Henüz değil yani." "Flört dönemindesiniz o zaman?" "Öyle." "Hiç öyle gözükmüyordu." Diye mırıldandı, güya sessizce söyledi ama bana duyurmak istiyordu. "Bana da göz dağı verdi." Sesi fazlaca kısıldığı için hoşnutsuzluğunu duyup duymadığıma emin olamadım ama sezdim. Gülümsedim o görmediği için. Fincanları tepsiye dizmeyi bitirdiğimde kahve de köpürmüştü. "Deli biraz." Dedim kısık sesle ama sessiz mutfakta duymuştu; yine de başka bir şey demedi. Kahveleri döktükten sonra su bardaklarını ve çikolatalarını da yerleştirdim ve tepsiyi alıp ona döndüm. "Annemler bilmiyor, kesin olmadığı için söylemedim." Dedim gözlerine bakarken. "Sen de söylemezsen sevinirim." Ayağa kalktı. "Senin özel hayatın, beni alakadar etmez... Sadece dikkat et, pek tekin bir tipi yoktu çünkü." Gülümsedim. "Saçının yan tarafındaki çizikten mi karar verdin buna?" "Onu görmedim, ama eğer varsa; evet... Bunu serseriler yapar." Gülümsedim, konu sıkmıştı beni. "Beni düşündüğün için teşekkür ederim, merak etme, dikkatli olurum." Deyip mutfaktan çıktım. Yıllardır arkadaş adı altında birbirimizi tanısak da pek yakınlığımız yoktu aslında. Sadece Kutlu benim aksime daha düşünceli ve arkadaş canlısıydı. Benden hoşlanma ihtimalini bile düşünmüyordum yoksa önce kendi aklıma sonra da Gökmen'in aklına sokardım gibime geliyordu. Gerek yoktu böyle boş aksiyonlara. Kutlu sehpaları koyunca ben de kahveleri dağıttım, peşine de kapı çaldı. Buket ayakkabılarını çıkartıp yanağıma gürültülü bir öpücük kondurdu, gülümsedim. "Sen yine geldin mi?" Dedim sesimi değiştirerek espri mahiyetinde. "Geldim, kör misın?" Kahkahalarla gülerken birbirimize doğru eğildik, ellerimiz ağızlarımızı kapatırken gülüşlerimizi bastırmaya çalıştı. Sonra içeridekilere selam verip benimle mutfağa geçti. Malzemeleri tezgaha dizerken ellerini birbirlerine sürttü ve dudaklarını açlıkla yaladı. "Meyveli pastammm, az kaldı kavuşacağız." "Yarısı meyveli." Diye düzelttim. Bana gözlerini kısarak baktı. "Bunu kabul ettiğine inanamıyorum Aysuna. İhanete uğramış gibiyim şu anda." Omuzlarımı kaldırdım, "ama seviyorum dedi." Dedim. "Gökmen çilekli seviyor diye niye pastamın yarısını çöp ediyoruz ben anlamadım, gitsin dışarıda yesin." "Ama çok tatlıydı, kıyamadım." "O zaman Burhan da sade seviyor, sen de çikolatalı; hadi pastayı dörde bölelim. Futbol takımı gibi olsun, her milletten var." "Futbol takımı kısmına katılıyorum, hepsi ayrı lezzetli." "Çapkın." Deyip koluma vurunca, güldüm. "Neyse boş yapma, hadi. Başlayalım artık, geç olmadan Gökmen'in yemesi lazım. Sonra kilo alıyormuş." "Ayyy, bu da beyci oldu çıktı." "Ben iki senedir senin bu hallerini çekiyorum." Ben öyle deyince haklı oluşumla ağız burun yamultarak sessiz kaldı ve meyveleri doğramaya koyuldu. Pandispanyası için yumurtaları şekerle güzelce çırptım, köpük köpük olunca durdum. Gökmen'in yiyince vereceği tepki için öyle aşkla ve hızlıca yaptım ki, Buket, "bu Gökmen yıllardır nerede ya?" Diye benimle dalga geçti, çünkü normalde pasta yaparken daha yavaş ve acelesiz davranırdım; o da hep kızardı bana, bir an önce yemek istediği için acele eden taraf o olurdu genelde. "Burhan'ın yanında." Deyince, birbirimize baktık ve gülmeye başladık. Burnumuzun dibindeydi aslında ama nasip işte, kader; o gün hasta olup evde kalmam ve onun polisten kaçma girişimiyle bizi bir araya getirmişti. Tabii hala bir araya gelememiştik orası ayrı ama olsun. Aşama aşama! Pişme kısmından sonra süsleme işini Buket'e bıraktım. Pasta dolapta iki saatlik dinlenmeye geçtiğinde vakit benim için geçmek bilmedi. İçeride büyüklerin sohbetlerini dinleyip arada biz de katıldık, Sinan amca yine babama alttan alttan dalaştı; gıcık herif ya! Takmıştı benim okulumu kafasına. Oğluna mı alacaksın diye çıkışasım geliyordu bazen, ne bu benim kariyerime takmışlığı! Ama onları dinlemek bana bir artı kazandırdı, kurduğum iki saatlik alarmın çalmasına yarım saat kalmıştı. Buket'i dürtükleyip kaldırdım ve odama çıktık büyüklere veda ederek. Buket anlamadığı için bana boş boş bakıyordu. "Gökmen'i çağıracağım birazdan, üstümü giyinmem lazım, yardım et." Gözleri bayarken yatağımın ucuna oturdu. "Bunun için mi Kübra teyze ve Beylül teyzenin börek tarifini kaçırdım yani?" Ciddi misin dercesine baktım. "Börek mi, ben mi Buket?" "Hanginiz karnımı doyuracak?" Sırıttı. Yatağın üstündeki yastığı kaptığım gibi neresine denk geldiğini umursamadan geçirdim. Gıcık seni. "Tamam tamam, kızma." Yastığı arkasına atıp sırt üstü uzandı, bana bakmak için eğdiği başından dolayı gıdığı çıkmıştı. "Bir şey giymene gerek yok bence, saçma yani." "Bunu sen mi diyorsun?" Dedim karşısında dikilirken, ellerimi belime koydum. "Hatırlatırım hanımefendi, adet olduğun zaman bütün gün benim canımı çıkartmış olmana rağmen gece Burhan sana çikolata getirdiği zaman makyaj yapıp çıkmıştın karşısına." O anları hatırlamış olacak ki hülyalı biçimde tavana bakarak şapşal aşık gülümsemesini takındı. "Ne güzel günlerdi." Gözlerimi devirdim ve telefonumu aldım. "Arıyorum, gelsin." "Ara... En geç 10 dakikaya burada zaten." Gülümsedim, bunda doğruydu işte. 1000RR'la Gökmen birleştiği zaman hız trenini bile sollardı, ki ben onu daha önce hiç son hızda kullanırken görmemiştim. Telefonu omzum ve başım arasına sıkıştırdım ki eşya rahat seçebileyim. Açmasını beklerken düz renk bir tişört ve şort çıkarttım, sonra şort kısa olduğu için vazgeçtim. Kıyafetlerime karışamazdı şu konumda ama şimdi pasta anımızı da bozmak istemiyordum, o yüzden de diz kapağıma gelen başka bir kot şort seçtim. Açılan telefonun peşine, "efendim bornozlu?" Sesini duydum ve kalbim tekledi, eşyalar elimden düşerken son anda tek elle tuttum ikisini de. Diğer elimle telefonu omzumdan alıp kulağıma dayadım doğru düzdün. "Benim." Dedim ilk ne diyeceğimi bilemeyerek. Sessizce güldü, boğazından gelen tonu telefondan bile o kadar bir içim su gibi geliyordu ki... "Biliyorum." Diye mırıldandı. "Pastam mı hazır yoksa?" Benden önce konuyu açtığı için sevindim açıkçası. "Evet." Dedim yerimde kıpırdanırken, karşılıklı konuşmadan farklı olarak telefon konuşması daha sevgili gibi hissettiriyordu, ikimizinde ses tonları değişik ve hoştu. "Gelirsen sokağın başına çıkartabilirim." "Gelirim." Dedi hiç beklemeden. Gülümsedim. "Ama nasıl çıkacaksın dışarı, ailen nereye gidiyorsun diye sormaz mı?" Bunu şimdi düşünmemiz de ayrı bir saçmaydı ama neyse... Çare ararken Buket'in oynadığı oyundaki karaktere söven sözleri kulaklarıma doldu, ona baktım ve sırıttım. "Ben hallederim, sen merak etme." Dedim. Gülümsemesi sesine yansıdı. "7 dakikaya oradayım... El sıkışalım mı?" Dediğini anlamam sadece iki saniyemi aldı ve gülmeye başladım. Anılara ithaf ha? "Hala yabancılarla el sıkışmıyorum." Hareket ettiğine dair sesler işittim, merdivenleri iniyordu sanki. "Hala mı yabancıyız bee?" "Değil miyiz? Yakınlık derecemiz ne? Ben bilmiyorum da, söyler misin lütfen, aydınlat beni?" Sesim sevecen çıksa da imâm çok netti. Kahkaha attı, merdiven boşluğunda olduğu için sanırım sesi yankılandı. Gülümsedim. "Senin 7 dakika işi yine yarım saate dönmesin de, ona göre... Bekleyemem." Böyle deyince seni özledim hızlı gel demiş gibi hissettiğim için toparladım. "Fazla vaktim yok yani, yatıp uyuyacağım." "Bu saatte?" "Evet." "Saat daha 7?" "Sabah erken kalkıp ders çalışmam lazım, erken saatte beynime daha iyi giriyor konular." "Öğrenci olmak da zor haa." "Sen kurtulalı 6 yıl olmuş ama sesin çok dertli geldi." Liseyi 7 yılda dışarıdan bitirdiğini söylemişti, yani 21 yaşında mezun olmuştu, bu da 6 yıldır okuldan men demekti; mükemmel bir his olsa gerek. "Sen anılarımı canlandırıyorsun." "Görende sanacak liseye gittin, dışarıdan okumakta ne var?" Terliğimle yere daire çizerken gözlerimle takip ettim. "Senede iki kere bankaya git; para yatır, halk eğitime git, kayıt ol, iki kere sınava gir, derslere kendin çalış, puan topla... Kesinlikle sizden daha kolay." Dedi alayla. "Hedefi olmayan ve yüksek bir üniversite istemeyen biri için içeriden lise kolay evet ama ben hiç kolay bir yanını görmedim valla, gece gündüz ders çalışıyordum." "Onun için mi iki kere mezuna kaldın?" Diye beni kızdırmak için sordu. Kaşlarımı çattım. "Gökmen!" Dedim sesli harfleri uzatarak. Güldü. "Peki, sen kazandın, öyle olsun." Gülümsedim. "Öyle oluyor zaten." Diye mızmızlandım yine de. Durmuş gibi bir hareketlenme oldu. "Şimdi motora binmem gerek, geldiğim zaman ararım. Tamam?" "Tamam, görüşürüz... Dikkatli sür." Dedim ve sonra burnumu kırıştırdım, çok sevgili işi oldu be! Gülümsedi sanırım. "Görüşürüz." Dedi içten bir sesle, son emrim hoşuna gitmişti. Telefonu kapattıktan sonra omuzlarım düştü ve karşımdaki duvara sırıtarak bakmaya başladım. Buket'in ıslık sesi böldü beni, silkelenip ona döndüm. Elini havada salladı, "bizim kız gitmiş." Diyerek. "Bizim kız uçmuş, bizim kızı evermişiz, bizim kız aşık, bizim kız-" "Kız deme anılarım canlanıyor." Banyo kapısına döndüm, Buket arkamdan, "niye lan?" Diye seslenirken içeri girdim ve sorusundan kaçtım. Üstümü giyinip, parfümle döşedim ten kokumu, dudak nemlendiricimi sürdüm, Buket'e hak verdiğim tek nokta makyaj ve saç kısmıydı, o yüzden de saçımı tarayıp salık bıraktım yine. Dakikalar aktı ama Gökmen gelmedi, fazlaca kırmızı ışığa takılmıştı galiba. Buket yanımda yatmış oyunlarına dalmışken ben yatağın ucunda hanım köylü gibi oturmuş, bekliyordum. Telefonumda hemen yanımdaydı ve siyah ekran değişsin diye gözlerimle büyü yapıyordum. Cadı olmadığımdan olsa gerek işe yaramamıştı. Beklemekten sıkıldığım bir ara dizim sallanmaya başladı, Buket dur artık gibi sesli bir soluk alıp verince durdum. Yutkundum. "Niye gelmedi hala?" Dedim camıma bakarken. O camdan girmişti, kaç yıllık camıma ilk defa farklı gözle bakarken duraksadım. O gün benim camım kapalıydı, nasıl girmişti acaba içeri? Bunu uzunca düşünmek için başımı yana yatırmıştım ki telefonum çaldı, daldığım için yerimde zıpladım, benimle beraber Buket de zıpladı. "Ne yapıyorsun, yavaş." Dedi eli kalbine giderken, o da oyuna dalmıştı ki korkmuştu. "Pardon." Deyip hızla telefonu kaptım. Ekranda numara vardı, açtığımda telefon hattımın bağlı olduğu yerin aradığını robot kadın sesinden anladım, bu ay tarifem bittiği için yeni bir tane öneriyordu bana. "Üfff!" Sinirle kapatma tuşuna bastım. "Şu anı mı buldun bunun için, gerçekten şimdi mi yani? Boş yere hem korktum hem heyecanlandım senin yüzünden, üf!" "Kimmiş?" "Tarife için aramışlar." Buket tepkisiz kalırken telefonum yine çaldı ve ekranda gördüğüm lakapla ayaklandım. Buket'e, "kalk hadi, kalk." Dedim elimle de emrederken. O huysuzca kalkarken ben telefonu açtım. "Efendim?" "Geldim, sokağın başındayım." "Tamam, geliyorum." "Az bekle ama." Duraksadım. "Niye?" "Senin arkidoşun ve ailesi çıkıyor şimdi evden, onlar gitsin, az bekle." "Tamam... 10 dakika sonra çıkarım." "Tamam." Telefonu kapattım. Buket'le aşağı indiğimizde annemler salona dönüyordu. "Gitti mi Sinan amcalar?" Diye sordum, bilmiyormuş gibi. Babam sinirle içeri geçerken annem arkasından gülümseyerek baktı ve bana başını salladı. "Son bir kez babanı sinir edip gitti." Gözlerimi devirdim. "Adamın işi gücü yok, benim okuluma taktı anne ya. Hayır, emekli de değil oysa ki, çalışıyor, boş vakti de yok... Ne bu ben sevdası?" Annem omuzlarını silkerken güldü. Neyse konuya gelelim canım anam. "Anne." Dediğimde içeri geçmek için hareketlenmiş bedeni durdu. Bana baktı. "Buket'in evine gidip geleceğiz iki dakika, alması gerekenler varmış, haberin olsun." "Tamam, dikkatli olun." "Oluruz." Annemin salona geçmesini yan yana uslu kızlar gibi bekledik, sonra gizlice mutfağa koştuk. Barkın karanlık mutfakta dolabın içine girmişti, ışık onu belli ediyordu. "Barkın ne yapıyorsun?" Diye sorduğumda suçlu hissediyor olacak ki korkup hemen dolabın önüne siper oldu ve görmemizi engelledi. "Hiçbir şey." Ama ağzına bulaşmış kremadan ve arkasına sakladığı elindeki çataldan pasta yediğini tahmin etmek zor değildi. Omzundan kenara ittim, çilekli yerin büyük bir kısmını yemişti. Sinirlerim anında gerilirken Barkın'a doğru atıldım, "seni ben ne yapayım şimdi çocuk?" Diye tısladım, Buket zor tuttu. "Aysuna dur." "Çilekli kısmını mı yedin bir de!" "Fark ediyor mu, pasta işte." Dedi Barkın gevşekçe. Sonra çatalı kaldırıp üstünde kalan kremaları yaladı gözümün içine baka baka. Gözlerim büyürken dişlerimi sıktım, kızgın boğa gibi soludum. Yine tutmak için atıldım. "Geberteceğim çocuk seni." Buket belimden zorlukla tutarken Barkın gülerek içeri kaçtı. "Sinir şey!" Buket, "Allah'ını seviyorsun dur, dermanım kalmadı." Deyince, tepinmeyi kestim. "Biraz kalmış çilekliden, al da gidelim hadi." Dolaba döndüm, pastayı içinden çıkartıp baktım, ne kadar kalmış diye. "Hepsini kemirmiş pislik çocuk!" Dedim, tam bir abla sevgisiyle. "Hiç bırakmamış Gökmen'e." Dedim küskün bir sesle, Buket'e bakıp dudaklarımı büzdüm. "Az kalmış Buket." Saçlarımı sevdi. "Onunda nasibi oymuş." Elimdeki tabağı aldı. "Kalanı yesin artık, yapacak bir şey yok." Ben huysuzca yerimde ağlar gibi tepinirken, Buket pastayı kesti, küçük bir tabağa koyup streç filme sardı. "Onu eşek sudan gelene kadar dövmezsem bana da Barkın'ın ablası Aysuna demesinler." Dedim, Buket'ten tabağı alırken. "Sen gel o kadar uğraş, sonra bücür kardeşin çıksın, yesin hepsini." "Bücür demezsek yalnız, şurada iki-üç sene sonra bizimle aynı boya gelecek." "Haklısın, uzayacak." Kapıyı açıp çıktık. "O zaman dövmesi daha zor olur değil mi? Çok uzarsa yetişemem falan. Şimdiden bol bol döveyim." Gülüp kolunu omzuma attı. "Ya da Gökmen'ciğine söylersin." Konumuz ona kayınca gülümsedim. "Söylerim." Bahçe kapısından çıktığımızda ikimizde sola baktık, sokağın başındaydı; beni bekliyordu. Gülümsedim, Buket'e el sallayıp ilerlemeye başladım. Karanlık sokağımızdaki sarı direk ışığı tepeden ona vuruyordu. Kaskı motorun üstündeydi, ayakta dikiliyordu, koyu siyah saçları karışmıştı; büyük ihtimalle kaskı çıkarttıktan sonra düzeltmemişti. Dalgalı saçlarının bazı tutamları alnına düşmüştü, siyah spor ayakkabı, siyah pantolon ve beyaz tişörtü üstüne giydiği siyah deri ceketiyle, benim kalbime garezi vardı. Hep söylüyordum, bu kadar benim için kendini dizayn etmiş bir erkek daha olamazdı! Bulamazdım. Şu ana kadar gördüğüm, tanıdığım her şeyiyle bana uygundu. Her bir adımımda beni izliyordu. Karşısında durduğumda minikçe kıvrılmış olan dudakları biraz daha çekildi iki yana. "Geç kaldın?" Dedim yumuşak bir tonda, nedenini merak ediyordum. "Ceza yedim yine yolda gelirken." Gözlerim büyürken güldüm, sol elim ağzıma gitti şaşkınlıkla. "Bunu o kadar olağan bir şeymiş gibi söylüyorsun ki, gülesim geldi." Sesimi kalınlaştırıp ona benzetmeye çalışarak dalga geçtim. "Öyle yolda gelirken ceza yedim ya, önemli bir şey değil. Sen ne yaptın? Falan der gibisin." Taklidime güldü, kalçasını motora dayayıp ellerini önünde birleştirerek üst üste koydu. "Benim için olağan çünkü." "Ne cezası yedin?" Diye sordum, içim giderken. Üzülmüştüm, gitti canım paracıklar. "Hız." "Kaçamadın yani?" Diye sorarken kaşlarımı kaldırdım. Gülerken boynu gerildi, adem elması belirginleşti, elmacıkları toplandı, dişlerini gördüm gözlerindeki neşeyle beraber. "Cık. Bu sefer yemedi." Gülümseyip başımı eğdiğimde pastayı hatırladım, gözlerine bakıp tabağı utanarak uzattım. "Benden gizli yemişler biraz." Dedim aynı utangaçlıkla. "Bir dilimcik kaldı." Tabağı alırken bu onun için problem değil gibiydi. "Olsun, bir dilim iki dilim fark etmez bana. Elinin lezzetine bakmak istedim sadece." Neye bu hazırlık koçum? El lezzeti falan? Streç filmi açıp Buket'in içine koyduğu küçük boy çatalı aldı, ben çekingen bir ilgiyle onu seyrederken pastadan bir dilim aldı. Ağzına götürdü, yavaşça çiğnerken gözlerimin içine bakıyordu. Bana inat tepkisiz kaldıkça sinir oluyordum, gözlerimi tehditvari kısıp seslice soluklandım. İkinci dilimi alıp çiğnerken dudakları usulca kıvrıldı. "Hiç pastane açmayı düşündün mü?" Beğenmişti. "Hayır, mimar olmak istiyorum." O güldü, beni de beraberinde sürükledi. "Doğru ya, hep okulundan, mezuna kalmadan falan bahsediyoruz ama hiç istediğin mesleği sormamıştım." Derken pastayı iştahla yemeye devam etti. "Mimarlığın parası güzel diyorlar, doğru mu?" Omuzlarımı silktim. "Bilmem." Dedim umursamazca. "Parası illa ilgi çekiyor ama ben parası için istemiyorum, az kazansam bile, hatta iş bulamasam bile o mesleğe sahip olmak mutlu eder beni." İlgiyle dediklerimi dinlemeye devam etti, gözünü benden ayırmazken pastayı yemeyi hiç kesmedi. "İnsanların sorunu da bu zaten, bir işi parası için yaptığında, para ortadan kalktığında tüm değerinin yok olduğunu düşünüyorlar ve ortada kalıyorlar, bu da kişiyi yıpratıyor." "Ama parasız olmaz." "Olur demiyorum zaten." Dedim. "Ama mesela, doktor olmak. Kime neden olmak istiyorsun diye sorsam parası güzel diyor. Kimseden şunu duymuyorum, insanlarla ilgilenmek hoşuma gidiyor, onların iyileştiğini gördüğüm zaman mutlu oluyorum, yaptığım mesleğin anlamıyla gurur duyarım, duyuyorum gibi şeyler... Herkeste şu kafa var, eğer almam gereken maaşın altında alırsam meslek umurumda bile değil, hemen bırakırım." "Sen de haklısın, onlar da haklı bence... Şöyle düşün, benzin olmadığı için motor sürmeyi bırakır mısın?" Kendi sorusuna kendi cevap verdi. "Hayır." Dedi. "Ama benzin olmadan da o motor gitmez." Sözleri beni duraksattı. Dediği gibi ben de öznel düşüncemde haklıydım, Gökmen de. Ama bu para olmadığı zaman insanların birbirlerine yardım etmeyi kesecekleri anlamına mı geliyordu şimdi? Eğer o anlama geliyorsa, benim öznel düşüncem hemen nesnel düşünce kategorisine girmeliydi. Son dilimi alıp tabağı sıyırdı. "Çok güzel olmuş, ellerine sağlık." "Ne demek." Derken tabağı geri aldım. Buket kapının önünden sessiz bir bağırmayla, "hadi artık." Deyince, ona bakıp Gökmen'e döndüm. "Gitmem gerek." "Tamam tamam, son bir şey söyleyeceğim." Başımı sallarken heyecan bastı, dudaklarımı içe katladım sözlerini beklerken. "Yarın otoban da motor şenliği var." Başını yana eğip şakağını kaşıdı. "Ben gideceğim, sen de benimle gelmek ister misin?" Artık bunları çıkma teklifi olarak algılamıyordum. Sadece motor kısmına odaklandım ve genişçe gülümsedim. "Motor şenliği mi?" "Evet." Dedi gülümsememden cesaret alarak. "12-1 gibi başlayacak, 11 de yola çıksak anca yetişiriz... Gelmek ister misin?" "Bu soru şu andan bana hakaret gibi geliyor, farkındasın, değil mi?" Güldü. "Bunu evet olarak kabul ediyorum." "Tabii ki evet!" Bana bir şeyler teklif ederken o her zamanki özgüvenli hali gidiyor, yerine utangaç Gökmen geliyordu. Şebelek! "Ha bir de, yarından sonraki gün," Deyince, gülüştük. "Uçurtma da bir şenliğimiz var." Sesi devam ederken kısıldı. "Ona... gelmek ister misin?" Bu daha ilgi çekiciydi işte. "Uçurtma da mı?" Heyecanıma yandaşlık ederek heyecanla başını salladı, ama benimki kısa sürdü aklıma gelenle. "Ama Burhan gelmemizi istemiyor." Yüzü anında düştü ve sinirle kasıldı. "Niye istemiyormuş?" "Bilmiyorum." Ellerini beline koyup başını çevirdi ve mırıldandı. "Uçurtma'yı beğenmiyorsa neden temsilcilerinden biri." Buket yine, "hadi ama." Diye seslenince, Gökmen hemen bana döndü ve, "onu ben hallederim, sen gelmek istiyor musun?" Diye sordu hızlıca. "İstiyorum, neden istemeyeyim." "Tamam o zaman. Yarın 11 de hazır ol, gelip alırım seni. Uçurtma şenliği içinde sonra haberleşiriz." Başımı salladım, sonra duraksamanın garip kaçacağını düşünüp, "hayırlı geceler." Deyip arkamı döndüm onu beklemeden. Buket'in yanına varana kadar gitmeyip beni beklediğini biliyordum, hep yapıyordu; hep yapacakmış hissi veriyordu. Buket ben gelince içeri girdi, ben de girmeden son bir kez ona baktım. Eldivenlerini, kaskını giyinmiş motora binmişti ama benim girmemi bekliyordu. Tebessüm ettim ve el salladım. O da bana salladı. Böylece ben eve girdim, o da yola çıktı ve geceyi yine birbirimizle kapattık. Son bir hafta da birçok kez olduğu gibi... 🏍 Sabah ilk işim tartılmak oldu. Aç karnına çıkan gerçek kilomla tansiyonlarım düştü, 59 olmuştum. Babam duyarsa sıkı yönetime geçerdik ve ben bu sıralar yemek yemeyi fazlaca sever olmuştum. Spor yapmıyordum, yememe de dikkat etmeyince hemen göstermişti kendini kilolar. Tartı bana, ben tartıya bakarken Buket, "lütfen Hamit amcaya söyleme." Dedi, yatakta dönüp sırt üstü yattı, gözleri bile daha açık değildi ama belli ki o da yemeklerden uzaklaştırılmak istemiyordu. "Yarın söylerim." Deyip indim tartıdan. "Şimdi kahvaltıyı güçlü etmem gerek, bugün dışarı çıkacağız Gökmen'le... Hem zaten çoktan çıkmıştır babam." Gözlerini açıp bana baktı. "Siz niye her konuşmanızda bir randevu ayarlıyorsunuz kendinize?" Omuzlarımı silktim. "O soruyor, ben de kabul ediyorum." Başımı yan çevirip şirince gülümsedim ve dolaba koştum. Bu sefer erken kalkmıştım, kahvaltı etmeye ve rahatça giyinmeye bolca zamanım vardı. Buket de erken olan dersi için kalkmıştı. Banyoya giderken tokasından kaçmış, darmadağın saçlarına bakıp güldüm. Beraber hazırlandık, o benim saçlarımı ördü, ben de onunkileri düzleştirdim. Pantolon üstüne fakir kol tişört giydim ve converselerimle hazırdım. Güneş kremimi de sürdüm. Bu sabah vücut bakımıma vakit ayıramadığımı babam duysa ikinci bir şok ve sinir krizi yaşardı. O yüzden o da gizli kalacaktı. Babamla, Barkın gitmişti ama annem bu sabah işe geç gideceği için kahvaltı da bize katıldı; daha doğrusu bize kahvaltı hazırladı ama Buket'le ikisi benden önce çıkınca bulaşıklar bana kalmıştı. Saat on bire doğru akmaya başlayınca hemen aynada son defa kendimi kontrol ettim. Anahtarımı cebime sıkıştırdım, telefonumu da diğer cebe koyup evden çıktım. Gökmen kahve dolu termosuyla sokağın başındaydı. Birbirimizi görünce gülümsedik. "Hayırlı sabahlar." Dedim yanına varınca. "Artık öğlen oldu." Gülümsedi. Hep benim için getirdiği kaskı verirken, "buyurun." Dedi nazikçe. "Teşekkür ederim." Kahvesinden son bir yudum alıp çantasına koydu ve onu da bana uzattı, aramızda sözsüz anlaşma varmış gibi çantayı alıp sırtıma taktım... Çantasını her zaman getirmiyordu ama getirdi mi de, onu takma işi bana kalıyordu. O binince ben de artçı koltuğuna yerleştim, kollarımı beline alışkanlıkla sardığımda yola çıktı. Ara sokaklardan ana yola çıkmamız uzun sürdü ama sonrası için zaman tutmak mümkün değildi, hız yapıyorduk ve makas atma da yanında bonus olarak geliyordu. Ama Gökmen eğildiğinde ben her zaman ona ayak uyduramıyordum, bu bazen dengesini kaybedecek olmasından dolayı beni korkutunca sarıldığım belini sıkıyordum, o da usulca kendi çapında yavaşlıyordu. Yavaşlamasa bile ara makasları kesmişti. Etrafı izledim yol boyu lakin rüzgarın hissi beni mayıştırdığı için nerede olduğumuzdan haberim yoktu, sadece bakıyordum ve anın tadını çıkartıyordum. Sonra otobana girdiğimizi fark ettim. Diklendim, başımı kaldırıp etrafa bakındım. Gökmen sağa sinyal verip köşe de durunca ellerimi çektim ama motoru durdurmadığı için birazdan yine hareket edeceğimizi anladım. "Neden buraya geldik?" Diye sordum. Eldivenini çıkartmış telefonunda bir şeyler yapıyordu. "Birazdan görürsün." Dün akşam söylediği geldi aklıma. "Şenlik dedin?" Etrafa bakındım, tek tük arabalar vardı. "Şenliği bırak, ortada motor bile yok." "Hı-hıı." "Gökmen!" Diyerek ona döndüm, ellerimi omzuna koyup ayaklıklara basarak tepesine yükseldim ve öne eğilip telefonda ne yaptığına baktım. Hemen telefonu göğsüne kapatıp başını kaldırdı, açık vizöründen bana baktı. "Bir çekil ya." Dedi. "Özel alanıma saygı duy." "Bu yapacağımız şey Uçurtma'yla mı alakalı?" "Şenlik diyorum, başka da spoi yok... Otur şimdi yerine, cık cık." Yediğim tatlı azarla dudaklarımı büzdüm ve geri yerime oturdum. O telefonuyla ilgilenirken ben beklemekten başka bir şey yapamadım. Sonra telefonunu bana verip, "çantaya atsana, cebimde kalmış, düşmesin şimdi." Dedi. Elinden alıp çantaya koydum, o da bu sırada eldivenlerini giyindi ve gitme vaktimizin geldiğini anladım. Ne olacağını bilmiyordum ama karnım heyecandan ağrımaya başlamıştı, yediklerimi kusabilirdim. Gidonu tutunca hemen beline sarıldım. Solunu kontrol edip otobana çıktı, hızı o kadar düşüktü ki, oyalandığımızı anlamam uzun sürmedi. Bir şey bekliyorduk ama ne? Heyecan ve merak beni oturduğum yerde kurdun elmayı kemirdiği gibi kemirdi durdu. Göğsüme taş oturmuştu, olacak olan olsa da ben de rahatlasam diye beklemeye başladım bir süre sonra. Yutkundum. "Gökmen ne-" diyecektim ki arkadamızdan bir ses cümbüşü duyuldu. Gökmen hızını arttırırken başımı çevirip baktım. Gözlerim o kadar büyüdü ki yuvalarından çıkacaktı. 100 taneden fazla motor kabilesi şu an son hız bize doğru geliyordu, otobanın tamamını kaplamışlardı, renk renklerdi, birbirlerinin aralarına girip dalaşıyorlardı ve bu sanki dans ediyorlarmış gibi geliyordu göze. Ben yanımızdan geçip gidecekler sandım ama hepsi ip gibi sağımıza ve solumuza dizildiler. Kafam bir o yana dönüyordu bir bu yana. Bazı artçıların ellerinde orta boy baslar vardı ve aynı müzikler çaldığı için birleştiklerinde yolu inletiyorlardı. Gülümsemekten yanaklarıma ağrılar girdi, öğrenirsem heyecanım geçer dediğim olayda kalbim hızını 10 katına çıkartıp beni yanılttı. Solumuzda olan motorcu Gökmen'e yaklaştı ve yumruk olan elini uzattı. Gökmen de yumruğunu onunla tokuşturdu, selamlaştılar. Bunu bu şekilde basit bir selamlaşma sandım ama motorcu arkasında kalanlara eliyle geçiş izni veren bir kol işareti yapınca aslında Gökmen'den onay aldığı anladım. Motorcular Gökmen'i geçerek hız yaptılar, hareketlendiler ve ben şaşkınlığımdan onlara odaklanamadım bile. Yeni öğrendiğim şeyle Gökmen'in sırtına vurdum. Bana yandan baktı. "Sen Uçurtma'nın birinci kurucusu ve temsilcisisin." Diye bağırdım, duysun diye. Gülerken başını salladı. Önüne dönüp hızını arttırdı. Burhan ve o çok yakınlardı, Burhan ikinci kurucu ve temsilciydi, Gökmen de bunu bana birkaç kere söylemişti ama hiç birinci kim diye sormak aklıma gelmemişti. Aklımı ve düşüncelerimi o kadar meşgul etmişti ki beyefendi, motorları ve onlarla ilgili şeyleri bile unutturmuştu bana. Yüz yirmi de hızını korudu, herkes tabiri caizse uçarken, sağa sola yatıp şenlenirken, Gökmen'in hareketsiz kalış sebebini anlayamadım. Her bir yanımızdan geçen, tek teker yapan, egzoz patlatan ve çığlıklar atan motorcuları keyifle seyrettim sadece ve bunun için içten içe Gökmen'e çok teşekkür ettim. Hayatıma bir anda girmişti ve şimdi hayallerimi yaşıyordum... Hem de onunla. Bu gerçek bir motorcu şenliğiydi. Motorlar rengarenkti, bazılarının üstünde kadın gözü dövmeleri vardı, bazılarında ateşler... Pembe renkli olanları vardı, yeşil, mor, siyah, beyaz... O kadar güzellerdi ki, süzmeme fırsat kalmadan geçip gittikleri için hız yapan motorculara kızasım geldi. 2 saate yakın yolda bu eğlenceyi sürdürdüler. Hiçbir boşluk yoktu, nereye baksam bir motor, bir güzellik, bir eğlence, bir aşk görüyordum. Heyecandan güldüm, içim içime sığmıyordu. Sözlü olmasa da teşekkür mahiyetinde Gökmen'e daha sıkı sarıldım ve başımı sırtına yasladım. Başını hafifçe çevirip bana iki saniye baktı, önüne dönüp hızını arttırınca başımı kaldırdım. Kollarımı, nadir gelen cesaretimle çözüp iki yana açtım ve sırtımı dikleştirdim. Gökmen önümüzdeki motorcuların hepsini geçmek için hızını arttırdı, o gittikçe rüzgar daha da şiddetlendi, saçlarımın salık olmasını ne kadar çok isterdim şimdi, gerçek özgürlüğü her yanımda hissederdim. Konvoyun en önüne geldiğimizde Gökmen hız açmayı bıraktı ve sağa sinyal verdi. Onunla beraber tüm motorlar da aynı şeyi yaptı. Durduk. Nefessiz kalmışım gibi kaskı çıkartıp gülmeye başladım. Gökmen de anahtarı çevirip kaskını çıkarttı, bana bakıp gülümsedi. "Güzel miydi?" "Sen dalga mı geçiyorsun?" Diye sesimi yükselttim. Kollarımı boynuna dolayıp yüzümü yanından çıkarttım, yanaklarımız birbirine sürttü. "Harikaydı. Çok çok çok güzeldi." Sesli güldü, gözleri kısıldı. Yaptığımı fark edip yavaşça geri çekildiğimde motordan indi. Eldivenlerini çıkartırken arkamdan bir sürü kişi çıka geldi, motorundan inen bazı sürücüler Gökmen'in yanına gelip heyecan dolu bağırmalar eşliğinde ellerini uzattılar ve tokalaştılar. "Seviyorum bu işi." Dedi içlerinden biri, onu Buket'in sözünde görmüştüm; cama çıkıp bağırandı. Kumral, ela gözlüydü, kıyafetleri boldu ama vücut hatları az buz belli oluyordu, Gökmen'den birkaç santim kısaydı ama belli olmuyordu. İnsanın, onların yanında hiç adrenalin damarı atmayı kesmiyordu. "Şenliği daha sık yapmalıyız." Dedi başka bir tanesi Gökmen'le tokalaştıktan sonra. O da erkekti. Kızlarda gelmişti yanımıza ama Gökmen onlarla sadece başıyla selamlaşıyordu, kızlarla hep öyleydi aslında ve şu anda bunu net olarak fark etmemle ondan bir kez daha hoşlandım. Yüz ifadesi güzeldi ama hafif ciddilikte vardı. "Müsait oldukça." Diye kısa bir cevap verdi Gökmen. Hala onun birinci kurucu olduğuna inanamıyordum, bana neden söylememişti ki? Hadi benim fark etmem için orta da hiçbir şey yoktu, o niye söylemiyordu? Çocuklardan biri hala motor üstünde oturan beni fark etti, Gökmen'in yerine kaymış, bacaklarımı tamamen iki yana açarak oturmuştum; onun bıraktığı sıcaklığı bacaklarımın arasında hissettim... "Hoş geldin." Dedi, tüm gözler bana döndü; hepsi güleç insanlardı. Nazik ama utangaç bir tebessümle başımı salladım. "Hoş bulduk." "Gökmen geleceğini söylemişti." Dedi kumral olan, sonra işaret parmağını uzattı. "Sen Buket'in arkadaşı değil misin? Söz de görmüştüm seni." Başımı salladım. "Ooo." Deyip bana yanaşmak için atak yaptı, sanırım sarılacaktı ki kolları kalkmıştı ama Gökmen elinin tersini göğsüne koyup gerisin geri çekti onu. Kumral hiç umursamadan, "aramıza mı katıldın? Mükemmel." Dedi. "Peki beğendin mi? Nasıldı?" Diye sordu kızlardan biri, hemen yanımdaydı, bana en yakın oydu. Gözlerine baktım. "Sizin probleminiz ne, bunu beğenmeyen ölsün." Tepkim hoşlarına gitti. Güldüler ve birbirlerine bakındılar, kız elini sırtıma koyup samimi bir gülümsemeyle omzumu sıktı, oturduğum yerde hafifçe sarsıldım. "İşte buuu!" Dedi kumral, kollarını havaya kaldırarak. Deli dolu bir tipti. Gökmen'e baktığımda o da bana bakarak gülümsüyordu, hem de kocaman. Sonra bana yanaştı, heyecan bastı. Sırtımdaki çantasına eğilip telefonunu aldı ve, "gel." Dedi. Şaşırsam da motordan indim. Telefonunu açıp kumrala uzattı. "Bir fotoğrafımızı çeksene." Kumral telefonu alırken Gökmen bileğimden hafifçe tutup beni Çiçek'in önüne getirdi. Kumral karşımıza geçtiğinde elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim, ta ki Gökmen kolunu omzuma atıp beni kendine çekene kadar. Ben de kolumu beline sardım, diğer elimi de emaneten göğsü üstüne yerleştirdim. O başını yatırıp başımın üstüne koyunca daha çok yanaştık. Beraber gülümsediğimizde kumral fotoğrafımızı çekti. Yüzlerimizdeki mutluluk dolu gülümsememiz, arkamızda Çiçek ve onunda arkasında olan motor sürüsüyle Gökmen'le ilk fotoğrafımızı çekildik. Bu... hayalimdekinden bile güzeldi! |
0% |