Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@danlan

Bir Gün Belki 4. Bölüm

 

 

‘Seni unutmaya niyetim yok sarı’ ve altında bir telefon numarası, beynim durmuş gibi hissediyordum bu kağıdın, varlığını kimin koyduğunu, hiçbir şeyi algılayamıyordum.

Dün akşamdan beri kağıtta yazan numarayı arayıp aramamayı düşünüyordum, eşofmanımınm cebine bu girerken nasıl hissetmemiştim aslında kafamdaki en büyük soru işareti buydu, bugün neredeyse bitmek üzereydi ve içimden bir ses aramamı söylüyordu.

Tüm gün odamda kalmıştım bugün, evin içinde neler olup bittiğinden haberim yoktu.

Numarayı arayacaktım, fakat şu an değil, önce odadan çıkıp yiyecek bir şeyler bulmam gerekiyordu, bün eve geldiğimden beri Hatta dün sabahtan beri mideme hiçbir şey girmemişti.

Üzerimde pijamalarım vardı ama değişecek halim yoktu, annem gördüğünde muhtemelen bundan hoşlanmayacaktı.

Telefonu ve kağıdı yatağın üzerine bırakıp çıktım odadan, saat geç olmadığı için kimsenin uyuduğunu düşünmüyordum, alta indiğimde hepsini salonda görünce bunun doğru olduğunu anladım.

Benim içeri girmemle Ivan’ın bakışlarını üzerimde hissettim, hepsi salondaydı ve şu an keşke üzerimi değişseymişim diye düşünüyordum. Hepsinden kastım gerçekten hepsi buradaydı, en az on beş koruma Pavel’ın önünde duruyorlardı. Ve şu an bana bakan sadece Ivan değildi, tüm gözler üzerime çevrilmişti.

Üzerimde normal bir beyaz tişört olsada altımdaki ayıcıklı pijamaydı sanırım onların dikkatini çeken, ama neden uzaylıymışım gibi bakıyorlardı onlar ne giyiyordu sanki uyurken.

“Anne, ne kadarda belli onunla yaşamadığın” Elenanın küçümseyici sözleri onu keyiflendirirken arkasına yaslandı ve giydiği beyaz eteğin ucunu düzeltti, ama özenmiyordum. Ona annelik yapan kadınla benim annem arasında dağlar kadar fark vardı.

Annem onun üzülmesine izin vermiyordu, beni ise hiçbir zaman görmemişti bile.

Şu an onun yüzüne bakma sebebim tamamiyle kendime olan kızgınlığımdandı, ben kendim o adama karşı bir tepki koyamazken bunu artık kimseden beklemiyordum.

Birinin beni korumasına olan ihtiyacı en son on yaşındayken delice bir istekle beklemişken, şu an kendime o desteği hak görmüyordum, çünkü o küçük kıza kimse yardım etmemişti. Ben bile.

“Haklısın. Ama yanıldığın bir şey var, beni o büyütmedi” girişte dikilmeye devam ettim. Nasıl bir konuşmanın ortasında girmiştim buraya kim bilir, aslında onlara devam etmelerini söyleyip tekrardan odama çıkabilirdim ama yapmak istemiyordum.Onunla böyle bir ortamda gereksiz bir laf dalaşına girip gözleri üzerime çekmeye devam etmeye niyetim yoktu, çünkü salonda herkes mum gibi dikilip gerginlikten kasılırken, bizim saçma atışmamız fazlasıyla göze batıyordu. Korumaların dizildiği şöminenin önünden geçerek koltuklara oturdum rahatça, ama ne rahat, için için kasılsamda bunu göstermemeye çalıştım.

Pavel’ın yüzünde hınzır bir gülümseme oluşurken bir elide sakallarına gitti, “tabiki bizimle oturabilirsin güzel kızım” onun istemediği hiçbir şeyi yapamıyacağım mesajını başarılı bir şekilde bana iletirken kısa süreliğinede olsa bendeki dikkatini korumaların üzerine geri çevirdi, muhtemelen ben gelmeden önce bahsi geçen konuya devam edeceklerdi. Bu ortamda neden oturduğuma anlam veremezken en azından onlar konuşurken yiyecek bir şeyler bulup yedikten sonra gelmeyi düşünürken, “odalardaki kameraları nasıl benim yetkim dışımda etkisiz bırakırsınız, açıkla Edgar” odalardaki kamera derken? Kaşlarım çatılıp Pavel’a dönmem iki saniyemi aldı, ama sanırım bu konu onun için fazlasıyla önemliydi.

Ne yani bu sapık bizim odalarımızı mı izliyordu? “Efendim bir arıza yoktu, bizde anlayamadık. Aleyna hanımın kamera görüntüleri silince, sıfırlamak amaçlı kısa bir süreliğine kapatmıştık” artık adının Edgar olduğunu bildiğim baştaki adam söylemişti bunları.

Benim odamda kamera olmasının yanı sıra bu görüntülerin biri tarafından silindiğini öğreniyordum şu an, bunları öğrenmiş olmam Pavel’ı biraz bile rahatsız etmiyordu, anlaşılan o ki beni ciddiye almamaya devam ediyordu. Evet şu an bulunduğum konum onun üzerime kurduğu planları yıkmaya yetmezdi, fakat küçümsediğin her şeyin altında kalmak vazgeçilemez bir döngüydü, uzakta olduğunu hissettiğiniz günler için çabalamayı bırakırsanız imkansız dersiniz, oraya koşmaya başladığınızda engellerin üstünden, yöresinden geçip geleceğin o ışığında gelenlere yaklaşmaya başladığınızda, arkanıza dönüp baktığınızda geride bıraktığınız o yokuşlar sizin zaferiniz olacak.

“Kamera odasına kim girebiliyor, benim yetki vermediğim kim elini kolunu sallayarak giriyor oraya.” Ve aniden ayaklandı, onun ayaklanmasıyla korumaların hepsi eş adımlarla geri çekildi.

“Şimdi söylerseniz canı yanan sadece siz olursunuz” bu cümlenin altındaki gizlemeye gerek görmediğim tehdit buradakileri nasıl etkilemiştim bilmiyordum, sanırım bağışıklık kazanmıştım. Ne de olsa uzun süredir bunları duyup duruyordum, aslında ne kadar boşa laf cambazlığı yaptığını şu an fark ediyordum.

Ortamda gergin bir hava olsada bu beni etkilemiyordu, tek merak ettiğim odamdaki telefon numarasının sahibi ve odamdaki kamera kayıtlarını kimin, neden sildiğiydi.

“Sadece ben ve Ivan giriyoruz oraya patron, dediğinizin üzerine oradaki sabit adamımızıda kaldırmıştık oradan. Yani erişebilen sadece ikimiziz, geri kalanlardan bazılarının sadece izleme hakkı var” Ivan oradan mı görmüştü yani beni? Duymamış, oda gördüklerinin peşine düşüp gelmişti. İçimde engelleyemediğim bir his peyda oldu, kırgınlık.

Bu görüntülere başka kimin erişebildiğini veya ne zaman izlediklerini öğrenmem gerekiyordu, yoksa bu evde kaldığım süre boyunca hiçbir şey öğrenemeyecektim.Ivan’a döndüm, bakışları benden çok uzaktaydı, ona kızacağımımı sanıyordu? Ona hak veriyordumki ben, eğer şu an bundan sebep yüzüme bakmıyorsa ona bunları söylemeliydim.

Onun gibi birinin beni önemsemesini beklemiyordum.

“Görüntüleri kurtarmayı deneyin en azından odaya kim girmiş onu bulmaya çalışın” dedi ve yerinden kalktı, bakışları bana çarpınca o günki korkaklığım karşılamadı bu sefer onu, “yemekte bize katıl tatlım” bu adama kesinlikle bipolar teşhisi konulmalıydı, beş saniye önce sinir küpüyken bu kadar hızlı dönmesi akıl alır gibi değildi.

Onu sinirlendiren şey umarım benim odamın görüntülerinin gitmiş olması olmazdı, yoksa onun takıntıları başıma iyice bela olcaktı. Ben türkiyedeyken hayatıma çok müdahale edemiyordu fakat yer yer kapıma bırakılan paketleri götürmem gereken yerler, birilerinden mesaj alıp ona iletmem gerekebiliyordu.

Aç olduğum ve onunla konuşmam gerektiği için bu teklifi geri çeviremeyecektim, yoksa onunla baş başa konuşmak zorunda kalabilirdim ve bu şu an en son istediğim şey bile değildi.

“Acıkmıştım zaten” diyip oturduğum koltuktan kalktım, annem ve elen çoktan ayaklanıp

salondan yemek masasının olduğu tarafa geçmişlerdi bile.

Pis bir sırıtış belirmişti aptal herifin yüzünde, tüm sakallarını tek tek yolmak istiyordum çoğu zaman, gerizekalı!

Ben onun önüne geçmiş giderken “o kamerayıda aktif hale getirin, istediğim an o görüntüler elimde olmalı nede olsa.” Bunları duysamda durmadım.

Dikkatimi şu anlık o olaya veremiyecektim, bozuk olduğu süre boyunca diğer halletmem gereken şeylere yönelmeliydim, sonrasında kimin bu görüntüleri kestiğini veya kimlerin neden izlediğini öğrenebilirdim.

Masanın baş köşesi boştu ama sol taraftaki iki sandalyeye annem ve kız kardeşim oturmuştu bile, ne o ilkisinin yanına geçmek nede Pavel’ın yanında oturmak istiyordum, o yüzden Pavel’la arama bir sandalye girmiş olacak şekilde sağ tarafındaki sandalyeye oturdum bende.

Annem yüzüme bakmıyordu, kendini hatalımı görüyordu yoksa tartışma çıkarmak mı istemiyordu anlayamıyordum, belkide bu olanları biraz bile önemsemiyordu.

“Yerleşmişsiniz bile süper! Katya, bardakları doldur” kenarda hazırda elinde tepsiyle bekleyen Katya adeta komut almış gibi hareket etmeye başlamıştı, bu ev, bu yaşantı bana çok uzaktı.

Onlarla yaşamak istemiyordum, hayat bu değildi. Bir tiyatro sahnesinin farklı perdelerini oynayıp duruyorlardı kendi aralarında.

Kendilerine bile yabancı olan yalancılardı onlar.“Elena telefonu kapat” sofraya oturup mendilini sererken kurmuştu bu cümleyi, Elen bıkkın bıkkın baksada onu ikiletmeden kapattı telefonu. Onu koruma isteğiyle doluyordu içim, bunu engelleyememek canımı sıkıyordu artık.

Susmaya zorladım kendimi, seslerini çıkarmayanların çığlığı olmayacaktım.

“Nereye kadar böyle sürdüreceksin, hala bize bir şey anlatmadığının farkındasın değil mi?” Sanırım şu an masaya atılan konu benide ilgilendiriyordu çünkü elen cümlesini bitirdikten sonra Pavel’ın duraksayıp bana bakmasının başka açıklaması yok gibi duruyordu.

“Zamanı gelince öğreneceksin zaten, bu asiliği bırakman gerektiğini konuştuğumuzu hatırlıyorum Elena” dik dik bakıyordu kız kardeşime, çenemin bağları kopsundu ki susamadım daha fazla “sadece soru sordu, fazla abartmıyor musun. Bir asilik yaptığı yok” benim çıkışım annemi huzursuz Elenayı mutsuz ederken Pavel’ın keyiflenmesini sağlıyordu, bu adam nasıl bir ruh hastasıydı bilmiyordum ama böyle yüzüme yüzüme gerzek gerzek sırıtınca elimin tersiyle ağzının ortasına vurasım geliyordu şerefsizin.

“Daha ilk günlerden aile yaşantımızada mı karışıyorsun güzelim, burada kurallar var. Ben ne dersem o!” Gülüşü solup yerini ölümcül bir ifadeye bırakırken asıl susmamı sağlayan o cümleler geldi “babam haklı, bizim ailemiz böyle, fazla kaptırma kendini” gerçekten kan bağımı sikiyim diyordum bazen.

Ardından ona hiç oturmayan yapmacık bir ifadeyle “yani senin için söylüyorum, sonra üzülme diye” dudaklarını silip yemeğine başladı. Derin bir nefesi bırakıp kollarımı masaya dayayıp Pavel’ a döndüm, “ben neden buradayım? Bu evcilik fazla sıkıcı olmaya başlamadı mı artık? Ne derdin varsa söyle, halledelim, ben sana paketini verdikten sonrada gideyim” her şeyin bu kadar kolay olmıyacağını fısıldayan bir ses vardı içimde, buraya çakılı kalmayacaktım belki ama burada bırakacağım çok şey olacaktı.

Buraya geldiğime daha havalimanında onunla konuştuğumda pişman olmuştum aslında, ama artık her şey için çok geçti.

“Belkide sende Elenayla birlikte beklemesin, zaten halletmen gereken daha önemli şeyler var değil mi canım” ima ettiği, kaydettiğim o paketinde Allah belasını versin, kendi başıma iş açmakta adeta bir ustaydım.

“Elimden geleni yapıyorum, merak etme. En yakın zamanda onu sana vericem” bunu nasıl yapacağım hakkında bir fikrim yoktu.

“Bu sadece senin hayrına olur tatlım, burada olmandan mutluluk duyarım” oda masada bana doğru eğilince hızla geri çekildim, gözlerim istemsizce anneme kaydı ama o önündeki tabağı eşeliyordu, bu an bana eskiyi hatırlatmıştı. Aynı böyle bir sofrada annemle, o zamanlar daha orada ne işimiz olduğunu bile bilmediğim zamanlarda, otururken o adamlar bana yaklaştığında anlamayıp anneme baktığım an gibiydi şu anda.

O hiçbir zaman değişmemişti, kendine kurmaya çalıştığı sahte hayatlarda oynadığı rol hep mutluluktu çünkü gerçeğine sahip değildi.

İştahım kaçmıştı, fakat daha ne kadar aç durabilirdi bünyem tam emin olamıyordum, bu evde aniden bayılmaktansa ölmeyi tercih ederdim.

“İçsene, özel bir şaraptır, beğeneceğinden eminim” az önce servis edilen içkiden bahsediyordu, ama uzun süredir boş olan mideme bu kötülüğü yapamıyacaktım.

“Kalsın, siz içersiniz” sandalyemden kalktım ve çıkmak niyetindeydim ancak tam yanından geçerken bileğimi sarıp beni olduğum yere sabitlemesiyle durmak zorunda kaldım.

“Benden izin almadan nereye tatlım” alttan bakışlarındaki üstünlüğü ezip geçmek istiyordum, ondan başka kimsenin bana böyle davranmasına izin vermezdim, ama o, zaaflarıma oynuyordu.

Zaaf hala kanayan, açık bir yaraydı herkesi oraya çeken, bulunduğunda tekrar darbe alacağın yerdi.

Benim zaaflarım vardı, vicdanım ve ailem. Zaaflarımı saklayamamıştım, çünkü bunlar olurken bir çocuktum, sevgimi saklamam gerektiğini fark edememiştim, düşünememiştim.

O dönemde verdiğim açıklara saplıyorlardı bugün tüm oklarını.

“Doydum. Ve senden izin almıyacağım” bileğimi çektiğimde bırakması içimi bir nebze olsun rahatlatırken ayağa kalkması her şeyi silip bir de gerilememe neden oldu.

Fiziksel olarak öleceğimi bilsem geri adım atmazken istismar düşüncesi beynimi karıncalandırıp, elimin ayağımın uyuşmasını neden oluyordu.

“Benden daha çok izin alacağın şeyler olacak güzelim, o günlerin gelmesini zevkle bekliyorum” bir eli saçıma uzanınca bir adımla kalmayıp dört beş adım geriledim, “daha çok bekleyeceksin o zaman, burada düşündüğün kadar uzun kalmayacağım.” Dedim ve onun beni tutmasına fırsat vermeden adeta koşarak yanından geçtim.

Arkamdan gelen gülme seslerini umursamamaya çalıştım, o kendi içinde bi zafer kazandığına sevinebilirdi, ama benim ona yenildiğim falan yoktu. Aksine intikam soğuk yenen bir yemekti.

Odama çıkıp önce ananemi ardındanda o gizli numaranın sahibini arama niyetindeydim fakat önünden geçtiğim bahçe kapısının aralığından Ivan’ı görünce , içimden bir ses oraya gitmememi söyledi.

Belki onunla biraz daha konuşup sohbet etme şansım olurdu, nede olsa pek iyi tanışmamıştık. Hatta biz daha tanışmamıştık bile, o beni buraya sürgün getirenlerden biri olarak girmişti hayatıma fakat kaderin cilveside odurki ona sonsuza kadar minnettar olacağım şekilde kurtarmıştı beni.

Geniş bahçenin bazı yerlerinde korumalar olsada, Ivan şu an çalışıyor gibi durmuyordu, bahçedeki çardakta parmaklarının arasına tutturduğu sigarasını içerken dalgın bakışlar atıyordu etrafa, onu böyle derde sokanın, hatta bu hayata neyin sürüklediğini merak ettim bir an, sonuçta kim isterdiki ölüm kokan bir gömleği üzerine bile isteye giymeyi.Ona hiç sorma gereksinimi bile duymadan çardakta yanına oturdum, kısa bir an olsa bile irkilmedi, belkide düşündüğüm kadar dalgın değildi veya sezileri fazlasıyla kuvvetliydi.

Benden tarafa baktı hafifçe ardından oturduğu yerde biraz daha geriye yaslanıp cebine attığı eliyle paketi çıkarıp bana uzattı, sigara içiyordum fakat aşırı derecede bağımlıyım denemezdi, paket onun ellerinin arasındayken bir dal aldım içinden, çakmağı yakıp ucunu ateşe vermesi o kadar hızlı olmuştuki, bu hareketinin etkileyici olduğunu kabul etmek zorunda bırakmıştı resmen.

“Anlatırsan, seni dinlerim.” İkimizin dumanları bir olup havaya yükselirken ben daha fazla sessiz kalamamıştım. Onun rahatsız ediyorum hissine kapılmıyordum, çünkü biliyordumki onun gibi adamlar sizi istemedikleri sürece yanlarında bir saniyeden fazla duramazdınız.

“Anlatılacak bir şey yok” boş bakmıyordu aslında, sadece hayatındaki boşlukları neyle dolduracağını bilememişti, eksikliklerine yapmaya çalıştığı yamanın farklı kumaştan olduğunun farkına varamamıştı belkide daha.

“Herkesin anlatacak bir şeyi vardır” bundan emindim, her insan bir romandı, kimisinin sayfası kimisininse seveni az olurdu, ama o sayfaların içinde hayat bulan bir ruh vardı. O şeyleri yaşamış ve belkide kendinin bile hatırlamadığı bir zihin çöplüğüne gömmüştü.

fakat insan ne kadar unuttum derse desin karakterinin girdiği kabın şeklini, aldığı darbeler belirlerdi.

“Seninde anlatacak bir şeyin vardır, ailen mesela. İşin. Nedenlerin?” Ona bunları sorarkende bir yandan bahçeyi gözetliyordum, o ise hala dümdüz önüne baksada gözlerinin benden tarafa kaydığını görebiliyordum.

“Ailem yok. İşim bu. Nedenlerle değil sonuçlarıyla ilgilenirim” çok net bir adamdı. Doğru bildiği şeyleri sorgulamadan kabul etmişti. Aslında ona nedenler olmadan sonuçların bir hiç olduğunu anlatmak isterdim, fakat ne onun anlayacağını düşünüyordum nede benim anlatabileceğimi. Bazı şeyler sadece yaşayarak tecrübe edilirdi, veya o şeyle burun buruna gelmek zorunda kalınarak.

Ona dönüp baktığımda gerçektende dediği gibi bir adam görüyordum, beklentisiz, ailesiz, sadece işini önemseyen bir manyak. Fakat beni kurtaran adam bir abiydi, bir babaydı.

Benimle beraber o küçücük lanet şeyi arayan adam bir şeyler bulmak için beklemişti, uğraşmıştı, belkide devam ederse işini kaybedecekti ama o bunu umursamamıştı.

Bunları hatırladıkça içimde büyüyen sevgi tohumuna dur diyemiyordum. “İster miydin, yani böyle değilde işte, her şeyin tam tersi olmasını? Bir ailen, çocukların, düzenli normal bir işin?” Ona karşı bunları söylemek banada akılamaz geliyordu ama kimsenin özünü bilemezdik.

Bazen insan kendi özünü bile bilemezdi.

“İsterdim. Ama imkansız” kaşlarım çatıldı, nasıl bu kadar kesin konuşabilirdi. Ondan bu cevabı beklemesemde, nedenlerini merak ediyordum. “Hayır, hayır imkansız deği-“ eliniusulca kaldırıp susturdu beni, sigarasından son derin bir nefes alıp bahçeden tarafa fırlattı, “imkansız” öyle net bir kararlılıkla söylemiştiki susmak zorunda kalmıştım.

“Sen bunları düşünme, elinden geleni yap ve buradan gitmeye bak” daha fazla soru sorup onu kışkırtmak isteyen yanımı susturdum ve dediklerine uydum.

Ne o yeni sigara yakmıştı, nede ben elimdeki bittikten sonra bir başka sigara istemiştim, bugün sigaraya benzeyen şeyin, ilerde bir sonu anımsatacağını bilememiştim. Artık kalkmam gerekiyordu, zaten benimle bu kadar konuşması bile bir mucizeydi, o yüzden şansımı fazla zorlamadan kalktım yanında “odanın kapısını kilitlemeyi unutma yatarken, görüntüler içinde benden haber bekle” durdum, sadece bakmak istedim yüzüne, uzun uzun, baktımda, bekledim, izledim, orada görmeye beklediğim şeyler değilde istediklerim vardı, kendiniz korumaktan yorulmuş bir kız çocuğu birinin gözlerinde ilk güven ve destek arardı, yükünü bırakabileceği bir liman görünce, o kızın ne savaşlardan çıktığının önemi olmazdı, ne kadar güçlü olduğunun, küçük bir çocuk misali bulduğu o göğüse sığınırdı.

Bende öyle yaptım, olduğum yerden hızla ileri atılarak sarıldım ona. Sanırım benden her şeyi bekleyip bunu beklemediği için bir anda donmuştu resmen, fakat sonrasında karşılık vermeden durunca beni kovmadığını anladım.

Ona sarıldım, sarıldım, sarıldım. Geri çekilip tekrar yüzüne baktığımdaysa gözlerimin dolmuş olmasına bile üzülemeden “teşekkür ederim” dedim, ağzımdan çıkarabildiğim tek sözcükler bunlardı o an.

Daha fazla durup ona zorluk çıkaramazdım, bahçedeki diğer korumaların dikkatini çekmeden hızla içeri girdim, kimseye değinip görünmeden adeta uçarak odama kaçtım. Seri bir şekilde girip kilitlediğim kapının arkasına yaslanıp yere çökmemde çok hızlı oldu.

Bunlara alışık değildim, ezilsem bile kendimdim, kendimi koruyan, kollayan, sahip çıkan ve düşünen, birinin bunu benim için yapması kalbimin üzerinden bir şeyle geçiyorlarmış gibi sızlamasına neden oluyordu.

Desteğe ihtiyacım olduğunu hiçbir zaman kendi içimde inkar etmemiştim fakat kimsedende yardım isteyememiştim.

Şu an bunları unutmaya ihtiyacım vardı, o yüzden yerden kalkmadan sürünerek yataktan telefonumu alıp geldiğimden beri aramayı ihmal ettiğim ananemi aradım, ona kurduğum hayatımın yaşadığımla hiçbir alakası yoktu.

Telefonu açmasının uzun sürmesi beni şaşırtmamıştı, hiçbir zaman yanında taşımaya alışmadığı için evin farklı odalarında unutup dururdu.

“Aleyna! Allahım yarabbim şükürler olsun, aklımımı oynatayım istiyordun.” Azarını bile özlemiştim.

Telefondan çıkıp gelseydide ona sıkı sıkı sarılsaydım şu an keşke.

“ancak yerleştim be ananem, ben unutur muyum seni” yaşlandıkça hassaslaştığından onu kırmamak için verdiğim uğraş ikiye katlanmıştı.“Hadi be yalancı, ben bilmiyor muyum aklının beş karış havada olduğunu, fino köpeği gibi gezip durduğunu.” Onun duyabileceği şekilde güldüm sadece, ah be ananem keşke gerçekten gezmekten unutsaydım senide onun vicdan yükünü alsaydım tek.

“Affet kız sende beni, üzülürüm bak” çocuklaşmıştı yaşlandıkça o yüzden elimden geldiği kadar anlayışla yaklaşıyordum ona.

“Ne yaptın, sana bir şey demediler dimi kızım, o nemrut canını sıkmadı?” Annem ve Pavel’ın adını ağzına almazdı yıllardır, annemi gittiğinde silmişti o adamıysa hiç aklına sokmamıştı bile.

Geride kalan bana ise kol kanat gerip yuva olmuştu.

“O bana ne yapabilirki şekerim ayıp ediyorsun” onunla günlere katılmaktan nasıl konuşulmasını sevdiğini az çok çözmüştüm.

Bazen fazla abartınca elbet popoma iki terlik yediğimde oluyordu ama.

“Gelişin belli mi yavrucum ona göre hazırlayayım istediklerini?” Belli desem ayrı dert değil desem ayrı dert alacaktım başıma, her konuda çıkmaza girmekten gerçekten bıkıp usanmıştım.

“Hemende özlendim mi ya! Geleceğim vallahi hemen, sen merak etme” en masumane ona böyle söyleyebilirdim.

“Tamam tamam, ben daha fazla tutmayayım seni git eğlen bakayım oralarda, gelince anlatırsın” ilk buraya gideceğim dediğimdede kızmasını beklerken böyle sakin bir tepki vermişti, eksik yanlarımı bilip oraları kendi gururu için kanatmıyordu, en çokta bunun için minnettardım ona.

Telefonu uzatmadan kapadı bunların ardından, ama telefon kapanır kapanmaz onu ve evimi ne kadar özlediğimi fark etmiştim hiçbir yer hiçbir kimse bana o huzuru verememişti şu ana kadar.

Arınıp zihnimin boşalmasına yardımcı olmak için duşa girmiştim kısa süre sonra, oyalana oyalana uzun uzun yıkandım. Tertemiz pijamalar giyinip yatağa geçtiğimde bir elimde numara yazılı olan kağıt parçası diğer elimde telefonumu tutuyordum.

Aramaktansa şu an yazmak daha çok içime siniyordu, ama bu çekindiğimden dolayıda olabilirdi tabi.

Ve ilk mesajımı yazdım, “kimsin? Bu numarayı ne zaman cebime yerleştirdin?” Onun yazdığı saçma cümleden daha net bir cümle yazdığıma emindim.

Açlığa ve yorgunluğa daha fazla dayanamayan gözlerim bana ihanet ederek kapanmaya başlamışlardı, oysa mesaj beklemeyi düşünüyordum.

Zihnimin Araf’ında kaybolmuşken gelen titremeyi hissetsemde bir tepki veremeden uykuya bıraktım kendimi.

 

4. BÖLÜM SONUUU

Loading...
0%