Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@danlan

 

Bir Gün Belki 5. BÖLÜM

 

Okunurluğunu arttırmak için akşam saatlerinde atmaya çalışıyorum bölümleri, eğer iki üç kişide olsa sabit bir kaç kişi olursa düzenli bir şekilde buraya atmaya çalışırım.

 

iyi okumalar!

 

=

 

“Irina, çık oradan. Uyanacak şimdi.” Fısıltılar ve tıkırtılar kulağımı karıncalandırıyordu, gözlerimin üzerindeki ağırlık tam olarak ayılmamı engelliyordu.

 

Bir anda gelen esnememi tutamayıp, uyku halinden çıkıp gerinince odadan gelen çığlıkla bende çığlık atıp bir anda geriye kaçtım, “ayy,” karşımda iki kadın ellerinde bezlerle durmuş bana bakıyorlardı, odamda ne işleri olduğunu sorgulayamadan daha küçük görünen kız “uyandırmak istememiştik, kusura bakmayın, korkuttum sizide.” Mahcupça yüzünü eğince istemsizce gülümsedim, “sorun değil ama odamda ne yaptığınızı sorabilir miyim?” Ellerim belime yerleşmiş bir şekilde anlamayarak baktım onlara, ben onlara onlar bana bakmaya devam ederken bu bakışmanın sonunda konudan çıkacağımızı hissederek tekrar sözü ele aldım.

 

“Evet, ne işiniz var burada” yaşını almış olan kadın “odaları topladığımız saat bu efendim, uyuduğunuzu bilmiyorduk.” Dedi, ama küçük olan kızın kısık olsada duyulur sesle “ne işimiz olacaktıki, hizmetçi odaya neden girer” diyip kıkırdamasıyla yanındaki abla vallahi hiçte acımadan dirseğiyle geriye çarpmıştı.

 

Gülmekle ağlamak arasında bir yerde sıkışıp kalmış gibiydim, sinirim bozulup gülmeye başlayınca yüzüme ellerimi örtüp bir kaç saniye ayılmaya çalıştım, böyle bir uyanış beklememek bir yana, bu insanlarla ilk defa tanışıyordum.

 

“Gerçekten, bak gerçekten o kadar haklısınki” bir elimi belime dayamışken diğerini kaldırıp sakinleşmeye çalıştım, “daha ayılamadım, kusura bakmayın.” Benden övgü alan kız yanındaki kadına dönüp tuhaf yüz ifadeleri yapıp omzunu dikleştirince elimde olmadan güldüm, “saat kaçtı?” İki kadında bana bakıp “öğlen iki, evdekiler çıktılar efendim, sizin için kahvaltı hazırladık dolapta duruyor.” Yaşça daha büyük olan kadın dedi.

 

O kadar uyumama anlam veremezken, biraz daha bir şeyler yemezsem iflas edecek midem için kahvaltı edicektim önce, “teşekkür ederim, birazdan odadan çıkarım o zaman gelseniz?” Evdeki kurulu sistemi bilmediğim için insanlara biraz çekimser yaklaşıyordum, bir anda onları kıracak bir şey söylemiş olmamak için.

 

Kadının yüzünde anlayışlı bir ifade belirdiğinde biraz daha rahatlamıştım, aslında dışarıdan kimseden çekinmeyen daha soğuk biri gibi dursamda böyle hatalar yapmaktan çok korkuyordum.

 

Bugün için planlarım vardı, büyük bir şeylere başlamak için hala erkendi belki evet ama, beni sonuca götürecek yolu izlemektense, o yolun çamuruna ayaklarımı bulamayı tercih ederim.Odada yalnız kaldığımda artık kaçmamam gerektiğinin farkındaydım, o numarada beni kendine çeken bir şey vardı, bu numara herkese ait çıkabilirdi, türkiyeden buraya gelene kadar sayısız kişinin yanından geçmiştim sonuç olarak.

 

Pijamalarımı değişip yüzümü yıkadım biraz olsun bir şeylere hazır olabilmek için, öncelerde, yani lisede, bazı tanıdıklarım hayatı çok romantize ederdi, bana kalırsa gözlerini boyadıkları, gerçeklerden kaçmaya çalıştıkları bir perdeydi bu kendi önlerine çektikleri.

 

Onlara bunun saçma bulduğumu söylediğimde bana bunu yaparken daha iyi hissedip mutlu olduklarını söylerlerdi, o zaman saçma gelmişti bana bu düşünce şekli, gereksiz detaylar nasıl mutlu ederdi bir insanı değil mi?

 

Hala daha o insanları tam anlayabildiğim söylenemezdi, ama artık bir şeylere hazır olmak için önceden gereksiz gördüğüm şeyleri yapmaya ihtiyaç duyuyordum. Sarılmak gibi. Buraya geldiğimden beri içimde inanılmaz bir sahip çıkılma ve sığınma arzusuyla yanıp tutuşuyordum, eski ben şu anki halimi görse yüzüme tükürürdü. Lisede burnundan kıl aldırmayan bir kızdım, nettim, serttim yeri geldiğinde çekilmez biri oluyordum hatta, fakat bunlar benim korunma mekanizmamdı, onları bırakırsam benden geriye hiçbir şey kalmazdı.

 

Tıpkı şu an olduğu gibi. Bir tayt ve tişörtle ne kadar hazır olunabilecekse o kadar hazırdım, aynen gayette romantik hissediyordum şu an, bebek gibiydim bebek, oh mis! Katlayıp sakladığım kağıdı koyduğum yerden alıp camın kenarına tünedim, kimin çıkacağı içimde ayrı bir merak konusuyken neden bana bir kağıt bıraktığı ayrı bir konuydu. Kağıdı belki anlayabilirdim, klasik bir flört yöntemiydi sonuç olarak, fakat kimin koyduğunuda merak ettiğimi inkar edemezdim.

 

İstemsizce tırnaklarımı yemeye başlamıştım, bu alışkanlığımı kesmek için ne kadar uğraştıysamda ne zaman stres olsam kendimi aynı şeyi yaparken buluyordum. Numarayı ekrana girsemde aramak için biraz bekledim, bu aramayı yaptıktan sonrada annemle konuşmak istiyordum, onu kırmaktan çekinmeyi bırakmış olarak konuşmak istiyordum.

 

Tuşa sonunda basabildiğimde içimde büyüyen heyecana anlam veremedim, neden aradığımıda bilmiyordum, bunu yapmak doğrun geliyordu şu an.

 

Meraktan aramıştım evet ama arama yanıtlandığında kalbim göğüs kafesimi delmek ister gibi atmaya başladı, açacağını düşünmemiştim, hayır düşünmüştüm, ne yapıyordum ben şu an!

 

“Alo” ses kalın ve hırıltılıydı, sanki bir yerden uzaklaşıyordu. “Numaranızı bırakmanızdaki sebebi öğrenebilir miyim?” Tüm heyecanıma rağmen sesim ölçülüydü.

 

Karşı taraftan bir kaç şeyin devrilip düşme sesi gelince bir an telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ekrana baktım, ne yapıyordu o orada? “Hey!” Cevap için beklerken yüreğim ağzıma gelmek üzereydi.

 

“Aradın. Daha erken bekliyordum” alay mı ediyordu bu benimle? İçimdeki heyecanın içine öfke karışınca “kimsin diyorum sana, farkındaysan bu yaptığın sapıklık!” Hafif yükselen sesim umarım alt kattan duyulmamıştır, evet evde kimse yoktu ama görevliler tarafından ilk haftadan deli damgası yemek istemiyordum.“Ne bağırıyorsun kız, kedi gibi cırlama ordan.” Ciddi anlamda far görmüş tavşan gibi kalakaldım bu laflara, gerizekalı mıydı bu bilmiyorum fakat beyin yetmezliği çektiği çok belliydi!

 

“Salak mısın sen be! Ne işi var senin numaranın benim cebimde, birde not yazmışsın, sapık mısın oğlum sen?” Bir elimi belime dayayıp boş duvara atarlanmamı saymazsak gayet aklı başında şeylerdi söylediklerim.

 

Derinden bir gülüş sesi geldi hattın diğer ucundan, “tamam tamam sakin ol, kötü bir başlangıç yapmamıştık aslında.” Sesinde beni yatıştıran bir şey vardı, ama bu tanıştığımızı iddia ettiği anda sanki uçup gitmişti. “Nereden tanışıyoruz, seni anlamadığımın farkındasın değil mi?” Numarayı ararken bu kadar lakayt biriyle konuşacağımı düşünmemiştim.

 

“Aslında sesimden tanırsın diye düşünmüştüm, o kadar yer edemedim mi sende.” Şu anda tanımadığım bir adam onu tanımadın diye bana trip atıyordu! “Açık konuşur musun artık, gerçekten başım ağrımaya başladı.” Ses gelmedi bir süre karşıdan, hatta ekrana bakıp hatta mı diye kontrol etme ihtiyacı hissettim kısa bir an için.

 

“Sarp ben, uçakta karşılaştığın, yanına oturduğun.” Ne! Açık kalan ağzıma ufak bir şamar atarak popomu ve omzumu arkamdaki duvara yasladım “o musun sen? Yüz yüze daha akıllıydın.” Yemin ederimki ona karşı ilk cümlelerimin böyle olmasını bende istememiştim, çenemin bağı yoktuki büzesin, şom ağızlılık bir hastalıktır, kusura bakmayın.

 

“Bu kadar açık sözlü olduğunu bilseydim numaramı verirken biraz daha düşünürdüm, yavaş saldır” biraz utansamda artık iş işten geçmişti, yanlış bir şeyde söylememiştim oysa, o yüzden utancımı gidermeye çalıştım.

 

“İnerken bir hoşçakal bile dememiştin aslında, numaranı verecek kadar dikkatini çektiğimi düşünmemem normal” peki ben neden şu anda bu uçaktaki yabancıya trip atıyormuş gibi hissediyordum. ATIYORSUN ÇÜNKÜ SALAK! Vermişsin adamı bu cahil kulunun karşısına flört et diyorsun Allahım, hayatında erkek görmemiş olduğunu biliyorsun.

 

Tercihlerimi sorgulamam gereken an şu an değildi, erkeklerden uzak durmak başlı başına benim kendi kararımdı, yoksa bizde bilirdik tabi her çiçekten bal almayı.

 

“Aslında yol boyu uyuduğun içinde fark edememiş olabilir misin, çünkü gözlerim fazlasıyla senin üzerindeydi aslında.” Utancın boynumdan başlayıp midemi karıncalandırdığı tek an bu andı sanırım, bu değişik hisi kusup atmak şu an en çok istediğim şeyler arasındaydı.

 

“Sen beni mi izledin? Normalde olsa uyanırdım, hem ben uyanmadıysamda sen neden uyurken beni izliyorsun pis herif!” Birilerini paylamayı alışkanlık edinmiş biriyseniz istemsizce gelişen flört sizin için bir cehennem oluyordu.

 

“Uyurken sana katlanabileceğimi düşünmüştüm oysa..” Sesini fısıltı gibi çıkarması duymama engel olamamıştı tabi. Çenem yere düşecek kadar açılırken o cümleleri dürüp ona sokmayı planlıyordum şahsen! İt herif! “Kimsin be sen, bana katlan dedik sanki, salak insan ya.Düşünme sen, aradığımız adama bak, en başından atıcaktım o kağıdı.” Bu cümleyi farklı şartlar ve farklı şekillerde tekrar söyleceğimi bilmeden dudaklarımdan salıverdim o gün.

 

“Dur bi dur, konuşamadık bile, hemen bir atışma. Kağıdı aynı yere gideceğiz zaten, iyi kız konuşuruz diye koydum cebine, bu kadar atarlanacağını nereden bileyim?” Onun sesi sakinleşince istemsizce içimdeki tüm sinir uçup gitmişti, “niyetin umurumda değil, gerçekten bir oyalanmaya ayıracak zamanım yok, başımda çok daha büyük dertler var.” bu söylediklerim hatta uzun sessizliğin içinde başka tıkırtılar eklenmesine sebep olurken bende çenemi tutmaya çalışıyordum.

 

“Anlıyorum tabikide, sorunun ne ise sana yardımcıda olabilirim, oyalanmak gibi bakmada orada sana bir arkadaş olacakmışım gibi düşün?” Şaşkınlığım zihinimi bulandırırken bu kadar samimi olabilecek kadar ne konuştuğumuzu düşünmeye çalıştım.

 

“Boyunu aşacak işler için böyle konuşman hem komik hemde tanımadığın birinin her şeyine atlaman salakça, gerçekten, ama gerçekten şu an biriyle ilgilenecek durumda değilim” Bu sefer hiç beklemeden cevap geldi karşı taraftan “sana diyorumki, yanında bir arkadaş olarak gör beni, bunu anlamak bu kadar zor mu? Anlıyorum, tanımıyorsun ve afalladın, ama niyetim sadece birileriyle bir şeyler konuşup buradaki günlerimi çöp olmaktan kurtarmak” bu sefer susan taraf ben oldum, burada bir dosta veya konuşacağım birine ihtiyaç duyacağımı hiç düşünmemiştim, ama şimdi o böyle söyleyince, bu olaylarında dışında olan ve yanındayken diğerlerinden farklı bir gün geçirebileceğim biri fazlasıyla mantıklı geliyordu şu an.

 

Herkesin niyetinin kötü olduğu algısına kapılmıştım, evet bunun için geçerli sebeplerim olsada herkese karşı bu kadar olumsuz önyargıyla dolmamalıydım.

 

“Sen neden buradasın?” Konuyu aniden alıp çekmem onu şaşırtmış olmalıydı, ama bu benim lugatımda bir karar vermekti, beklemeyi sevmeyen biri olduğumu anlamak hiç zor değildi.

 

“Zorunlu bir ziyaret diyelim, senin kadar derdim yok anlayacağın burada. Sadece kafam dağılsın istiyorum” şu yaşıma kadar kimseyi isteyerek eklememiştim hayatıma, onlar sızacak bir yer bulmuşlardı. Zaten pekte fazla arkadaşım diyebileceğim kişi yoktu, herkesle anlaşabilen birisi değildim, ama hayatıma birini aldığımda canımın yanına koyardım canını.

 

“İki gün sonra sıkılıp mesajlarıma bakmamaya başlarsan alınmam korkma, genelde böyle olur, pek eğlenceli, komik veya ne bileyim? Öyle çok samimi olamam yani, anladın mı?” Karşı taraftan gelen boğuk gülme sesi karnımın içeride süzüldüğünü hissettirmişti bana.

 

“İstediğim şeylerden öyle kolay sıkılmam ben, merak etme.” Nedensizce bu cümle bana bir göz kırpış eşliğinde söylenmiş gibi hissettiriyordu.

 

“Buraları biliyor musun?” Gene konuyu alıp bambaşka bir yere götürüyordum ama elimde değildi.

 

Ona bir nebzede olsa güvenebileceğimi hissediyordum, en azından bir arkadaş olarak yanımda olabilirdi. Ki eğer buraları biliyorsa fazlasıyla bana yardımı olacağını düşünüyordum, dışarıdan bakıldığında her şeyi bilen bir tip gibi duruyordu.“Yabancısı sayılmam, neden? Bir yere mi gitmek istiyorsun?” Bu ülkeden ayrılmadan önce Pavel’la ilgili öğrenebileceğim en küçük, gereksiz şeyleri bile bilmek istiyordum.

 

Ona bunları açıkça anlatamayacağım için arkadaşça görüştüğümüz bir anda Pavel’la ilgili araştırdığım yerlere onunla gidecektim. Ama onu bu insanların içine sokmak ona zarar verirse bu vicdan yüküyle yaşayamazdım, o yüzden biriyle dışarıda görüşmem bile çok tehlikeliydi.

 

Türkiyedeyken arkadaşlarım onun için bir sorun teşkil etmemişti hiçbir zaman, onları, liseli ergen bir arkadaş grubu olarak görüyordu benim için. Elbette hiçbirini araştırmamıştı bu yüzdende, kaynakları o kadar derindiki istese arkadaşlarımdan birinin şimdilerde eşi olan adamın babasının bir asker olduğunu öğrenirdi, ama o en büyük hatayı yapıp, önemsememişti, kayda değer görmemişti.

 

Bu durum şu ana kadarda başına hiçbir iş açmadığı için onları hatırladığından bile şüpheliydim, fakat benimle onlarla ilgili konuştuğu ilk günü unutmak mümkün değildi, kansız bir insanın neler yapabileceğini görmek en acımasız hayat derslerinden biriydi kesinlikle.

 

“İlk gelişim. Ziyaret için buradayım, ama o kadar rahat çıkabileceğimi zannetmiyorum. O yüzden artık telefon arkadaşımsın!” Sona doğru sesime karışan neşeyle adeta şakımıştım, karşı tarafın gülme sesiyle iyice keyiflenirken olduğum yerde süzüldüm anlamadan.

 

“Telefon arkadaşı mı? Bu cihazın içine hapsolmak istediğimide nereden çıkardın?” Onunda sesi keyifli geliyordu, “bizde böyle, ne yaparsın, arkadaş ararken bir telefona mahkum kalmakta varmış kaderinde” sözlerim ondan çok benim kafamı kurcalıyordu aslında, alttan alttan soramadıklarımı dile getirme şeklimdi bu benim.

 

Onun gibi birinin arkadaşı olmamasının ihtimali yoktu, fazlasıyla yakışıklı ve açık sözlü bir adamdı, ve buralarıda bildiğine göre, bir arkadaş olarak bana pekte ihtiyacı yoktu aslında.

 

“Ne yapacaksın beni mi kaçıracaksın? Ah ilk görüşte aşık mı oldun yoksa, üzgünüm canım vaktim yok” hafif şımarık tonum, cilveli bir tonada bürününce ne o nede ben ciddi kalabildim,

 

uzun süredir gülmediğim kadar gülümsediğimi fark ettim o an. “Bu acıyla nasıl yaşarım bilmiyorum, ne olur, ne olur yapma bunu bize” sesini değiştirip eski çam film artistlerine benzetmesi benim için son noktaydı, öyle yüksek sesle kahkaha attımki o sesi daha önce hiç duymadığımı fark ettim. Gülüşlerin ilki, farklı, çok farklıydı.

 

Artık kapatmam gerekiyordu ama hiç içimden gelmiyordu bu şu an, “bu kadar eğleneceğimi düşünmemiştim, sağ ol. Artık kapatmalıyım işim var, fakat ilerleyen zamanlar için elbette telefon arkadaşım için vaktim var” cümlelerimin bitimine eş zamanlı olarak boğazını temizlediğini duydum ardından, “seni sadece orda bırakacağımı düşünmen ne hoş, ama öyle olmayacak. Zamanı geldiğinde, ki bu öyle çok uzun bir süre değil sakın yanlış anlama.

 

Benimle kendi isteğinle dışarıya çıkacaksın.” Öyle kendinden emin cümleler kuruyorduki bir an benliğimden şüphe ediyordum.

 

“Tamam ağlama, çok özlettirmeyeceğim söz. Kapatıyorum artık, hoşçakal” insanın biriyle dediği her kelimede yanlış anlaşıldım mı hissi olmadan konuşması çok güzel bir şeymiş.“Kendine iyi bak sarı, ben gelene kadar en azından.” Dedi ve telefonu kapattı, tamam kapat dedikte öküz gibi neredeyse suratımıza kapatta dememiştik!

 

İstemsizce ‘hey Allahım’ der gibi kafamı eğip güldükten sonra bir anda etraf sessizleşti.

 

Gözüme bir ışık vuruyormuşta onu bir anda çekmişler gibi hissediyordum, renklerin bir anda solması, odanın dar gelmesi ve her şeyin sessizleşmesinin başka nasıl bir açıklaması olabilirdiki?

 

Bir süre odaya bakarak boş boş göz kırpıştırdım, bir kaç dakika önce olduğum yerde değilmişim gibi hissediyordum, bu hisse daha ben anlam veremeden gerçeklere döndüğüm yüzüme bir seslenişle çarpıldı.

 

İsmim söylenip ardında kapı çalınınca dışarıda beklemelerini söylediğim çalışanları unuttuğumu fark ettim.

 

Bir elim alnıma gidip sıvazlarken diğeri belime yerleşmişti, ama gelen çalışan kadın ve yanındaki genç kız değildi, benim kız kardeşimdi, Elena. Onu burda görmeyi beklemediğim için aval aval suratına baktım bir süre, bunu bitirende o oldu. “Seninle bir şey konuşmalıyım” ses tonundaki yaşından büyük ciddiyeti içimi burkmuştu sebepsiz yere.

 

Benim üzerimde rahat spor kıyafetleri varken o, kumaş mini bir beyaz etek üzerine sarı şık bir tişört giyiyordu, karakterlerimiz kadar zıttık aslında.

 

Ben siyahtım, o beyaz.

 

“Otur” ona yatağın üzerini gösterip kendim yatağın karşısındaki çekmeceli dolaba yaslandım, “beni sevmediğini biliyorum,” cümleye başlar başlamaz aslında onun hiçbir şey bilmediğini fark ettim. “Normal. Sonuçta yıllardır bir iletişimimiz yok, haklısın.” Ona böyle düşünmediğimi her şartta ablası olduğumu, ve ne olursa olsun olmaya devam edeceğimi söylemek istesemde sustum. Çünkü benim ondaki yerim bir tanıdıktan halliceydi, beni huzurunu kaçıran birisi olarak görüyordu. “Annem, sen geldiğinden beri tuhaflaştı. Zaten sessizdi, fakat sanki konuşmak ona yasaklanmış gibi davranıyor. Bunu istemiyorum, böyle olmasını istemiyorum anlıyor musun? Annemi istiyorum, annemi geri istiyorum. Benim annem o, bu en doğal hakkım. Ama sen varken bu mümkün değil, ona iyi gelmiyorsun, tüketiyorsun onu.

 

yokluğunda sapasağlam bir kadınken senin gelince çöktü. Onun için yıpranmış hastalıklı bir geçmişten başka bir şey değilsin sen, beni anla. Annemi bana geri ver. Onun için sadece bir hatasın.” Cümlelerindeki samimiyette her bir kelimesiyle beraber canımı yakmıştı.

 

Gık demeden dinledim her bir kelimesini, zaten bildiğim şeyleri bir başkası tarafından duymak çok daha zormuş onu fark etmiştim. Bu kadar açık olmasını beklemiyordum, canımı paramparça edecek kadar açık, ruhumu bir kancaya takıp asacak kadar açık.

 

Beklemiyordum. Huzurlarını bozduğumu biliyorum, elbette bunu bir yere kadarda anlıyordum. O kadın annemdi ama onlar birer yabancıydı bana. Ama bu nefret, bu kin ve hırs bu kadar canımı yakmamalıydı. Onlar şu zamana kadar bir günümde yoklarken bundan sonraki tüm günlerimi etkileyecek cümleler kurmamalıydılar. Bu bana zarar veriyordu.

 

Şimdiye kadar kendimi ruhsal olarak herkesten korumaya çalışmıştım, ve çoğu zamanda başarılı olmuştum. Zaten olamasam muhtemelen en nihayetinde intihar ederdim, çünkü hem ailevi hemde genel sorunlarla uğraşacak gücü kendimde görmüyordum.Ona verecek belkide çok cevabım vardı ama şu an dilim hiçbirine dönmüyordu. Lal olup kalakalmıştım karşısında, bana gözlerinden zerre acıma geçmeden bakıyordu. Bu bir nebze olsun iyi bir şeydi ama onun bu kadar kötü biri olduğunu kabullenmek istemiyordum.

 

“Herkes tercihlerini yaşar derler bilir misin?” Kollarımı önümde kavuşturup biraz daha rahat yaslandım arkama, bana kaşlarını çatmış ve anlamayarak bakıyordu. Cıkladım, “değil. Bazen kendi tercih ettiğini bırak önüne bir tercih hakkı bile koyulmaz. Kader mi derler buna bilemem, fakat tek bildiğim benim önümdeki yolumun basamaklarını benim dizmediğim, ışığını benim yakmadığım. Kendi hayatın üzerinde söz hakkın olmaması ne demek bilmiyorsan gelip bana hayat dersi verme burada.” Sözlerim onu biraz bile etkilemiş miydi bilmiyordum. Babasından almış olduğu yüzü öyle donuk bakıyorduki, sanki konuşmuyordum, sanki sesim ona gitmiyordu şu an.

 

“Kimseye bilerek bir şey yaptığım yok, baban burada kalmaya zorluyor beni, söylemediği, sakladığı şeyler var. Bence benden önce annenin hayatını karartanlar listesine eklemen gereken çok kişi var, ve bunların başını çekenlerden biriside senin, kendi öz baban.” Daha fazla söze gerek yoktu.

 

Aklı olan anlardı, zihni olan düşünürdü, kalbi olan hissederdi. Paramparçayken bile ayakta durmayı başaran et perdesi, ruhumu içeride tutmakta gittikçe zorlanıyordu.

 

“Sana hak veriyo olmam dediklerimi değiştiremiyor. O kadın, benim annem. Sense tanımadığım bir yabancısın. Anlıyacağını düşünüyorum.” Bunun devamında ne ben ondan bir cümle bekledim nede o benden bir cevap.

 

Ucuna oturduğu yataktan kalktıktan sonra arkasını dönmeden çıktı odadan, haklıydı ama. Haklı olması içimde atan canın acı vermesini engellemesede, haklıydı. O kadın, onun annesiydi. Benim ise hayata gelmeme sebep olmuş, ardından bir süre benimle kaldıktan sonra hayatıma silinmez bir zehir bırakıp gitmişti.

 

İçimdeki sıkıntıyı atacağını umarak verdiğim derin nefesler işe yaramayınca sertçe yüzümü sıvazladım, artık emindim. O paket bulunsun veyahut bulunmasın, ki artık benim yapabileceğimde pek bir şey yoktu. Bu evden gidecektim. Buranın ve buradakilerin bana sadece zarar verdiğinin daha kaç farklı şekilde yüzüme vurulacağını artık bilemiyordum.

 

“Off!” Üstümdeki bıkkınlık ne yaparsam yapayım hiç geçmeyecek gibiydi. Hava almak istiyordum, buradan koşarak çıkıp bir daha geri dönemiyecek kadar uzağa gitmek istiyordum.

 

Bunu yapabilmem için her şeyi kökünden çözmeliydim, bu yolda Pavel’la her şeyi konuşmaktan geçiyordu. Onun yanına nasıl gideceğimi bilmiyordum ama alttaki koruma sürüsüne söylediğimde eşşek değilse biri götürür diye düşünüyordum.

 

Sonucu ne olursa olsun ruhumu sıkıştığı yerden çıkarmam gerekiyordu, uzaktayken arada bir kendini hatırlatması dışında hayatıma bir etkisi yoktu, ruhuma bıraktığı izleri saymazsak tabikide.

 

Sadece altımdaki taytı bir kot pantolonla değiştirip çıktım evden, kime gidip derdimi anlatabileceğimi düşünüyordum. Hepsi birbirine benzeyen onlarca adam vardı bu evinçevresinde, bir umut Ivan’ın burada olma ihtimaline tutundum. Ama evin içine girebilen sayılı kişiden biri olduğu için muhtemelen şu anda Pavel’ın yanındaydı.

 

En mantıklısının kapının tam önünde dikilen adamlarla konuşmak olduğunu düşünerek oraya yöneldim, yaklaştıkça bakışları bana dönerken sorgulamaya başlamışlardı bile.

 

“Pavel’ın yanına gitmem gerekiyor,” devamında ne demeliydim tam emin olamamıştım, bırakır mısınız? Yardım eder misiniz? Gibi bir şey mi demeliydim.

 

Önünde durduğum adam bana dediklerimi anlamamış gibi bakarken ne yapacağımı bilemedim bir an için, konuştuğum dili bilmiyor olamazdı, buraya geldiğimden beri rusça konuşuyordum herkes gibi.

 

“Yardım edecek misiniz?” Demeyi başardım en sonunda, istemsizce kaşlarım çatılıp suratım ekşimişti. Koskoca adam bir anda gözlerini devirince surat ifadem dahada büzüştü, benim surat ifade mi yoksa onun yaptığımı daha komik karar veremedim bir an.

 

“Size bir araba bırakıldı zaten, bildiğinizi düşünüyorduk. Buyrun arka tarafta” tip tip bakıştığım adamın yanındaki daha zayıf ve uzun olan çocuk söylemişti bunları, yüzüne baktığımda onun buradaki çoğu kişiden daha genç olduğunu fark etmiştim.

 

Diğerinin derdi neydi bilmiyorum fakat zaten gidecekken bir belaya daha bulaşmak istemiyordum.

 

Daha cılız olan çocuğu takip ederek benim için bırakıldığı söylenen arabanın yanına gittik. Çocuğun bir anda dediği şey aklımı kurcalayan bir cümleye cevap olmuştu, “Ivan bey hazırlattı bu arabayı sizin için, şöförlüğünüzü ben yapacağım.” Yüzümdeki tebessümü engelleyemezken daha fazla konuşmayarak kafamla onayladım çocuğu. Ben arkaya o öne sürücü koltuğuna geçtiğinde hızlıca yola çıkmıştık, yol boyunca bana bir şeyler anlatan genç çocuğu hiç bölmediğim için iş yerinin kaldığımız yere biraz uzak olduğunu öğrenmiştim.

 

Dediği kadar uzun sürmüştü yol, hatta bir süre sonra midemin bulandığını hissetmeye başlamıştım. Ki bu çok sık olan bir şey değildi.

 

Araba devasa bir yapının önünde durduğunda küçük dilimi yutucak gibiydim, bir doktor için burası çok fazlaydı. Fazla değil imkansızdı, buranın şartları imkanları neyi sağlıyordu bilmiyordum fakat akıl mantığa sığmazdı böyle bir yerin bir doktora ait olacağı.

 

Karşımda kocaman bir yeşilliğin içinde yay şeklini almış devasa bir bina ve yanında ondan daha küçük farklı farklı binalar vardı, görkeminden bahsetmeye kelimelerim yetmiyordu, onun gücünün boyutunu görmek bildiğim şeyleri tekrar gün yüzüne çıkarırken oturduğum yerde huzursuzca kıpırdandım.

 

Aynadan bana bakan çocuk muhtemelen enden beklediğimi sorguluyordu, inecek cesareti kendimde bulamamak sinirlenmeme sebep oluyordu.

 

Gerçekten kendi benliğime yaptığım saygısızlığın haddi hesabı yoktu, bazı şeyler benim elimdeyken yapmamam, cesaret edememem gururuma dokunuyordu.Bir hışımla arabadan çıkmayı bende beklemiyordum ama görünen oki süren çocuk o kadar odaklanmıştıki beklememe aniden kapıyı açtığımda neredeyse yerinden sıçradığına yemin edebilirdim.

 

Geriye daha fazla bakmadan, yani korku tekrar hareketlerime işlemeden hızla ilerledim koca yapıta, etraftaki insanların hepsi kendi halindeydi, bir kısmının doktor olduğu üzerlerindeki üniformalardan belliyken buradaki korumaların giydiği normal güvenlik formaları dışında çevrede korumaya benzeyen kişiler görememiştim.

 

Sonuçta burası bir hastaneydi? Klinik? İş merkezi? Ne olduğunu boş vermek en mantıklısıydı sanırım, en azından şu an için.

 

Kapılardan içeri girdiğimde içerisininde en az dışarısı kadar gösterişli olduğunu fark ettim, etraftan o kadar temiz bir koku yükseliyorduki bunun bir süre sonra burun deliklerimi yakacağından emindim.

 

Danışma olarak düşündüğüm bölümde geniş bir stant arkasında aralıklarla dört kız oturuyordu ve çoğu şu anda işlem alıyordu. Birinin işinin bittiğini gördüğüm an hızla o kızın önünde bittim, kızıl saçlarını sımsıkı bir topuz yapmış çok güzel bir kızdı, yaş konusunda benden küçük olduğuna yemin edebilirdim.

 

“Merhaba? Pavel burada mı?” Soyadını eklemeye gerek duymamıştım çünkü burası zaten onunsa tanımları gerekir diye düşünüyordum.

 

Genç kız beni inceleyip gördüklerinden memnun olmamış gibi sahte bir gülümsemeyle bakmaya başlayınca kaşlarım çatıldı, o adam gibi çalışanlarıda gerizekalıydı!

 

“Randevunuz var mı? Pavel bey başka türlü yanına kabul etmez.” Bilmiş bir şekilde konuşurken bir an için çenesindeki elinden tutup çekmek istedim onu.

 

Danışmanın önündeki tezgaha yaslanıp “üvey kızınız, geldi derseniz içeriye alacaktır” kız neredeyse kahkahaya boğulacak gibi duruyordu fakat kendini tutup “hanımefendi lütfen randevunuzun olduğu bir zaman gelin.” Dedi ve önündeki bilgisayara bir şeyler yazmaya başladı.

 

Daha fazla dayanamayıp hızla ileri atıldım ve bilgisayarın üzerinde elleri olmasını umursamadan setçe kapağa bastırdım. Acı dolu cıyaklaması etrafı sararken çoğu göz üzerimize dönmüştü, “sana, beni içeriye al dedim. İster ararsın, ister direkt alırsın, ama seni daha fazla beklemeyeceğim.” Kapının önündeki güvenlikler hiç vakit kaybetmeden yanımıza gelince sabır dolu bir nefesi dışarı bırakmak zorunda kaldım.

 

“Hanımefendi ne yapıyorsunuz!” Bilgisayara yapışmış ellerimi çektiklerinde kız korkarak oturduğu yerden kalkıp bir kaç adım geriye kaçtı.

 

“Pavel’la görüşeceğim, arayıp söyler misiniz? Burada olduğumu öğrenince içeri alacaktır!” Kollarıma yapışan güvenlikler daraltmaya başlayınca çaresizce etrafıma bakındım.“Bırakın kızı!” Arkadan gelen tanıdık sesle hızla o yöne döndüm, Ivan hızlı ve öfkeli bir şekilde yanımıza doğru geliyordu. Bakışları kollarıma yapışan ellerdeyken öfkesi görülmeyecek gibi değildi.

 

Korumalar ateşe değmiş gibi çektiler ellerini ama yanımdan bir adım bile uzaklaşmadılar. “Ivan, Pavel’la görüşmeliyim ama izin vermiyorlar” şu anda onu oyuna almayan küçük kız çocuklarının babasına şikayet ettiği gibi ediyordum onları Ivan’a, o ise ketum duruşuna bir saniye bile bozmadan yanıma gelip tüm o tavırlarına rağmen hissedemeyeceğim kadar hafif şekilde kolumu tutup “böyle bir şey bir daha görmeyeceğim!” Sesinindeki ton hepimizi ürpertirken çıt çıkmadı.

 

Onun yanında olmanın verdiği güvenle az önce beni tutan adamlara baktım, asla birinin yardımına, gücüne ihtiyacım olmasada asıl ihtiyacım olan şeyin, sana gerek kalmadanda seni koruyacak biri olduğunu anladım.

 

Önümüzde dikilen güvenlikler olayı kısaca Ivan’a anlatırken onları bölme ihtiyacı hissetmedim, yalan bir şeyde söylemediler zaten. Onlar olanı anlatmayı bitirdiklerinde ben söze girdim, “onunla görüşmeliyim, amacım zorluk çıkarmak değildi. Özür dilerim seni meşgul ediyorum” başkası olsa bu kadar çekingen davranmazdım fakat önünü alamadığım minnet duygum doğru olanın ona bu şekilde yaklaşmam gerektiğini söylüyordu.

 

Ivan eliyle kolumu hafifçe okşayınca daha fazla konuşmadım, “o buraya girdiğinde bir daha bunlar yaşanmayacak, değil mi?” Sesindeki tehditkar ton ben dahil herkesi tedirgin ederken koluna ufak dokunuşlar yaprak gitmemiz gerektiğini belli ettim.

 

Onları arkamızda bırakıp bilmediğim koridorlarda yürürken “teşekkür ederim, her seferinde etrafımda olman sanırım en büyük şansım, iyiki varsın Ivan” tuttuğu kolumdan destek alarak ona yaslanınca bedeni taş kesilmişti, adımları ağırlaşırken beni hafifçe uzaklaştırdı, kaşlarımı çatsamda bir şey demeden yüzüne baktım, “gözünde büyütüyorsun, bir şey yaptığım yok.

 

İşim bu.” Benden bir kaç adım önde yürüyüp neredeyse kaçar gibi ilerleyince koşarak yetiştim ve kolundan tutup çektim onu.

 

“Bana tecavüz etmek üzereyken, beni kurtardığındada mı işini yapıyordun!” Kendine haksızlık etmesine küçük görmesine izin veremezdim. Kısa sürede benim için o kadar değerli biri haline gelmiştiki, onu kendinden bile korumak istiyordum.

 

Ivanın göğsü körüklenmiş gibi sertçe inip kalkmaya başladığında “sus!” Diye adeta hırladı dişlerinin arasından, ama hayır, bendeki yerini bilmeliydi. O yüzden susmadım, devam ettim.

 

“Neden? Daha önce yapmadımı sanıyorsun? Veya yaptırmadı mı-“ bu sefer cümlemi tamamlayamadım, kolumdan çekip beni duvarla arasına alması bir kaç saniye sürmüştü sadece.

 

“Konuşma. Anlatma. Anlatmaki şu an çıkıp onu öldürmeyeyim!” O kadar hızlı nefesler alıyorduki elimi göğsüne yerleştirmekten kendimi alıkoyamadım.

 

“Sen kurtardın. Sen engelledin, ve bunu yapmaya devam ediyorsun. Kendini onunla bir görmene katlanamıyorum” sert nefesleri yüzüme çarparken doğruları söylemeye devamettim, “o gün ilk değildi Ivan, son mu onuda bilemem, fakat bildiğim tek şey sana çok güvendiğim.” Dövmelerin kapladığı boynundaki damarların attığını göremesem bile hissedebiliyordum.

 

“Sana dokunamaz, ben buradayken olmaz.” Takılı kalmış gibi aynı şeyleri söylüyordu, o günün onu bu kadar etkilediğini hiç düşünmemiştim. Beni kurtardıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğini zannetmiştim, ama görünen o ki yanılmıştım.

 

Ona bunun ilk olmadığını söyledikçe terlediğini ve istemdende olsa beni tutuşunun sıklaştığını görebiliyordum. Göğsündeki elimi beni tutan koluna kayınca bakışları elime değdi “beni tanımıyorsun, beni kendi meleğin ilan etmişsin şeytan olduğumu fark etmeden” aksanı arada bir anlayamadığım şekilde sertleşsede ne demek istediğini çıkarabiliyordum.

 

“İzin vermiyorsun. Anlatırsın dinlerim dedim, kaçmam senden. Benim güvenim kırılmaz bir camdan sana, ne yaparsan yap, kıramazsın.” Cümlelerim bir anda gözlerinde ifadenin değişmesine soluklarının sığlaşmasına sebep olurken ne yapacağımı bilemedim.

 

Gözleri tüm yüzümü turlayıp dudaklarımı esiri altına alınca bedenimin karıncalandığını hissettim, yüzü bana yaklaşmaya başlayınca onun eğilen gövdesinden görünmediğime emindim. Boştaki eli yüzüme çıktığında önce elinin tersini yanaklarımda gezdirdi, parmaklarından aldığım soğuk ve sertlik bana iyi hissettirmemesi gerekirken hissettirmişti.

 

Dudaklarım, elmacık kemiklerim ve tüm yüzüm bu histen nasibini alırken en sonunda büyük avucu boynum ve yanağımı saracak şekilde yerleşti, tam o an ne yaptığımızı sorgularken buldum kendimi. Çekime karşı koyamazken bunun yanlış olduğunu haykırmak istiyordum, ama dilim lal bedenim solmuş gibi hiçbir şey yapmadan anın akışını izledim.

 

Ona karşı duygusal hiçbir hissim olmaması suçluluk duygusunu arttırdı içimde, yapmak istemediğim ama dönemediğimde bir yoldaymış gibiydim.

 

Onun çekilmesi için amansız bir arzuyla doldum, uzaklaşmasını bekledim. Bunu istedim. Yüzüme yaklaşması, keskin kokusu, kısa saçları ve sert yüzü içimdeki beklentiyi arttırırken belkide ömürümün sonuna kadar duymak istemiyeceğim o sesi duydum.

 

“Beni reddederken adamlarımın altına yattığını bilmiyordum Aleyna!” Pavel.

 

Ivan’ ın kendini tehlikeye atacak bir tepki vermesine izin vermeden ondan uzaklaşıp önüne geçtim, göğsüm anın heyecanıylamı yoksa Pavel’ın çok yanlış zamanda gelmesinden mi bilinmez hızla inip kalkıyordu.

 

“Senin yanında kuyruk sallamak için neden bu kadar ısrar ettiğini anlamaya çalışıyordum bende, meğersem sevgili kızım onun yatağını ısıtıyormuş!”

 

 

 

5. BÖLÜM SONUU

Loading...
0%