Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@danlan

hellü canimmm, iyi okumalar.

 

Bir Gün Belki 6. Bölüm

 

Zaman durmuşta sadece onun dudaklarından çıkan sözler etrafımızda dönüyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Ivan’ın arkamda hareketsizce durmaya devam etmesiyle benden çok şaşırdığını anladım.

Pavel’ın sinirden kıpkırmızı olmuş yüzüne bakarken az önce onun çekilmesini bekleyip kendim çekilmediğim için kendimden nefret ediyordum, ona hesap verecek olduğumuzdan dolayı değil fakat itham ettiği sözler beni delirtmeye yetecek şeylerdi.

Beni başkasıyla gördüğü an bile hayat kadını damgasını yapıştırırken bu durumdayken karşımıza geçmesi benim için hiç iyi olmamıştı, peki ya Ivan? Ona ne yapacaktı, buradan kovup gönderecek miydi? Öyle kolayca kovabileceği biri miydi, ona zarar verir miydi?

Aklım bir milyon olmuş soru cümbüşünün içerisindeyken Pavel’ın hızlı adımlarla bize yaklaşıp koluma yapışması bir kaç saniye sürdü, işte bu Ivan’ı kendine getiren şey oldu.

Çekiştirmeyle beraber bir kaç adım uzaklaşmıştımki “çek o ellerini!” İkimizde donup kaldık, kalbim korkuyla atmaya başlamıştı bu sefer, Ivan’a susması için bakışlarımla resmen yalvarırken onun tek odaklandığı şey Pavel’dı.

Onun dikkatini kendime çekmem gerekiyordu, çünkü Ivan’ın bakışları hiç normal değildi ve bir kaç saat sonra daha fazla pişman olacağı şeyler yapmasını önlemek için konuştum. “Sandığın gibi bir şey yok, bırak şu kolumu” sonunda kelimeleri toparlayabildiğimde dilime ilk gelenleri söyledim, ben kollarında debelendikçe dahada sıklaştı tutuşu. “Öyle mi? Ne yapıyordunuz peki, yüzleriniz arasında bir santim boşluk varken sen onu o seni okşarken, ne yapıyordunuz söylemek ister misin?” Bunları ses tonunu alçaltıp iyice dibime girerken adeta nefesini yüzüme üfleye üfleye söylemişti.

“Bırak! Bırak diyorum sana, seni ilgilendirmez!” Öyle çok debelendimki en sonunda kendimi kollarından kurtardığımda dengemi sağlayamayıp bir an geriye doğru düşeceğimi sandım, fakat arkamda put kesilmiş Ivan bir anda beni tutup yanında sabitleyince ayakta durabildim.

“Bay Pavel, o ne sizin nede benim yatak eğlencem, o sizin kızınız, benim ise korumakla görevli olduğum kadın” bu kadar sakin cümleler kurmasını beklemediğim için şaşkınca ona dönüp baktım, ama o gözlerini benden tarafa çevirmiyordu. Belimdeki tutuşu ne zaman silinmişti onu bile algılayamamıştım.

“Sen açıkla o zaman Ivan, az önce ne yapıyordunuz?” Ivan’ın kızın diye üstüne basması yaptığı sapıklıklara bir göndermeyi, oda bunun farkında olacakki Ivan’ında kendisi gibi beni kullandığını düşünerek bu soruyu sormuştu.“Yetişkiniz, olmaması gereken bir yakınlaşma oldu aramızda, fakat bir şey yaşanmadı” bu konuşmanın neden beni öfkelendirdiğini anlayamıyordum fakat benden onların oyuncağı olan bir kuklaymışım gibi bahsetmeleri sinirlerimi bozuyordu.

Buraya geliş amacım ve diğer şeyler umrumda değildi şu an, artık gerçekten bu oyun bitsin istiyordum.

Onları arkamda bırakıp gidersem her şey sıfırlancaktı, belkide bu anlar baştan yaşanacaktı o yüzden Pavel’a dönüp baktım, “seninle önemli bir şey konuşmam gerekiyor.” Dedim. Pavel’ın yüz hatları gevşerken kafasını sallayıp odası olduğunu düşündüğüm yere doğru gitti fakat son cümlesi “bu olay kapanmadı Ivan” diye bağırmasıydı.

Derin bir nefes aldıktan sonra yüzümü ovuşturup bir adım atmıştımki tekrar kolumdan tutuldum artık sinir katsayım arttığı için kim olduğu önemsiz şekilde patladım “yeter! Yeter, ben bir oyuncakmışım gibi çekiştirip durmayın, yeter!” Sözlerimde fazlasıyla ciddiydim.

Karşımda kim olduğunun önemi yoktu. “O adamın yanına tek gitmene izin vereceğimimi sanıyorsun?” Sorusunda haklı olsada şu an hiçbir şey duymak istemiyordum, o yüzden omuzlarım yenilgiyle düşerken “ne yapabilirim Ivan, çok yoruldum, yeter. Ne olacaksa olsun.” Sesimin az önceki çıkışımın aksine yorgun ve bitap çıkması Ivan’ı duraksatırken onu tekrardan sinirlendirdiğimi fark ettim.

“Ne demek ne olacaksa olsun, o odada sana neler yapabileceğinden haberin var mı senin?” Sesindeki yoğun öfke bile artık tahammül edemediğim bir şeydi. “Bir önemi yok, tek istediğim konuşup gitmek.” Tüm ümitsizliğim ve yorgunluğum gözler önündeyken onu arkadam bırakıp az önce Pavel’ın gittiği yöne doğru gittim.

“kapının önünde olacağım!” Ivan’ın bağırışına bile bir tepki veremeden yürümeye devam ettim.

O kadar bitmiş hissetmeye başlamıştımki bir anda, tüm dünya kararmıştı sanki aniden. Nefes almak bile acı verici bir hale gelmişti.

Çıktığım merdivenlerin sonunda onun ismi yazılı odanın önünde durmuştum, kapıya o kadar uzun süre bakmıştımki istemeden en sonunda ben bu durumdan rahatsız olup kapıyı çalmadan açtım.

Masasında oturmuş elinde yanan purosunu içiyordu, onun bu rahatlığı sinirden onu paramparça etmek istememe sebep oluyordu.

“Seninle konuşmam gerekiyor” göğsüm kendi hiddetimin şiddetiyle hızla inip kalkarken onunda bana öfkeyle baktığını hissedebiliyordum.

“Bunun için geç kaldığını düşünmeye başlamıştım, ne zamandır korumalarımla yatıyorsun!” Masasına dayadığı kollarıyla bana hesap soruyordu, ona tek söz etmeden bu konuyu kapatabileceğimi bilseydim direkt yapardım fakat onu tanıyordum, ben onu tatmin edecek bir cevap vermediğim sürece bu konu kapanmayacaktı.“Onunla yatmıyorum! Bir anlık bir şeydi, sen gelmeseydinde geri çekilecektim zaten!” Ona kurduğum en dürüst cümlelerden biriydi sanırım bu, ağzımdan çıkan hiçbir kelimede yalan yoktu. O an Pavel gelmemiş olsaydı bile çekilmesi için onu itecektim.

Sadece şu anımı düşünerek hareket edemezdim, bu insanların hayatımın başka nerelerinde bana dokunacaklarına emin olmadığım sürece bunu yapamazdım.

“Benimlede böyle hatalar yapmanı isterdim.” Pis sırıtışını yüzünden söküp atmak istedim, bugün değil belki ama bir gün, bir gün onu kendi ininde öldürecektim.

Ar damarı çatlamış kelimesi onun üzerine özel dikim bir elbise gibi oturuyordu, bir insanın bir insana yapamayacağı kadar kötülüğü yaptıktan sonra o ceketini üzerine geçirip saygın iş adamı rolü oynayan bir konu mankeninden başka bir şey değildi o.

Bedenime değen bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak asıl konuya gelmek için dudaklarımı araladım “Pavel ben artık gitmek istiyorum, çok yoruldum gerçekten. Beni türkiyeye gönder. Ne olursun!” Ona ilk yalvarışım değildi, bu ona yaptığım ilk manipülasyonda değildi. Ama o her defasında aklıyla değilde erkekliğine yenik düşüp farklı dürtülerle bana yaklaşmıştı.

Bana acıyan bakışları canımı yakmadı, aksine zaferime giden yola adımımı attığımı hissettirdi.

“Buradan bir yere ayrılamazsın güzelim, sana güzel baktığımı düşünüyordum” işte, yavaş yavaş ağa geliyordu. Fazla zeki bir adamdı. Fakat erkekliğine o kadar düşkündüki onu bununla ne kadar kolay kandırdığımı anlayamıyordu, kendini üstün görmek hoşuna giderken başka hiçbir şeyi umursamıyordu.

“Pavel, yapma lütfen. Dayanamıyorum anlamıyor musun?” Gözyaşları yanaklarıma damlamaya başladığında ifadesi nötürleşti. Yumruk yaptığı eli dudaklarının üzerine yaslıyken bana bakmayı sürdürdü.

Pavel’ın en büyük hatası egosuydu. Onun bana karşı yaptığı bir şey için yalvarsam zevk alırdı, fakat başkasından çektiğimi iddia ettiğim bir acı için ona yalvarmam egosunu okşuyordu. “Türkiyeye dönemezsin Aleyna, şu an değil. Seni diğer evlerden birine alabilirim fakat.” Evet türkiyeye dönmek ilk hedefimdi fakat onlarla ilgili yapmam gereken şeyleri türkiyeden yürütmem çok zordu, hatta imkansızdı. Buradayken bile bilgiye ulaşım imkanım oldukça kısıtlıyken türkiyeden buraya hiçbir şey yapamazdım.

“Beni neden çağırdın Pavel, istediğin oldu işte, buradayım. Halimi görmüyormusun.” Acizce kendimi gösterdim, onunla savaşırken öğrendiğim bir diğer şey ise duygusal manipülasyondu. Kendi öğrettiklerinin eceli olacağını bilseydi daha ben onun eline geçtiğim ilk öldürürdü beni.

Ayağa kalkması gerçek anlamda beni gererken bir adım geriye gittim, dudakları kıvrıldı. Bunun hoşuna gideceğini biliyordum, sadist puşt.“Cevapları mı istiyorsun, bunun için mi bana yalvarıyorsun” yaklaştıkça geriye kaçmayı bırakmıştım. Çünkü onunla bir duvar arasına sıkışmak istemiyordum.

İstediğim şeylere ulaşmak için kendi benliğimi ilk kenara atışım değildi bu, ama her seferinde son olmasını isterken buluyordum kendimi.

Benden çok daha uzundu, ama bana üstten bakmasının bununla hiçbir alakası yoktu. Elinin tersi yüzümde gezmeye başlayınca bundan dakikalar öncesi kafamın içinde bir şimşek gibi çakmaya başladı, Ivan’ın dokunuşuna içimde bir şeyler hareket ederken Pavel yanıma yaklaştığına an oradan kusarak kaçmak istiyordum.

Onun dokunuşundaki şefkat yerini burada acımasızlığa bırakmıştı. Çenemi iki parmağının arasına alıp başımı ona doğru kaldırmamı sağladığında gerçekten ağlamaya başlamak üzereydim, dudaklarım haddinden fazla titreyip yaşlar daha hızlı akmaya başlayınca ancak anlayabilmiştim bunu.

“Seni kurtarmamı mı istiyorsun? Bunu istediğin an yapabileceğini biliyordun. Biliyordun değil mi tatlım.” İma ettiği şey tüm tüylerimi ürpertirken, bedenimin ona karşı verdiği tepkiyi öyle büyük bir zevkle izlediki onun gözünden nasıl göründüğümü merak etmeye bile cesaret edemedim. Acizliğimden korktum.

“Söyle, söyle bitsin artık. Bulamıyorum! Bulamıyorum anlasana, o paketide bulamıyorum, sorulanın cevaplarınıda bulamıyorum, bana yardım et.” Gözlerimi gözlerinden bir saniye bile ayırmıyordum, “o paketin benim için bu kadar önemli olduğunu düşünmen çok hoş, fakat oradaki bilgiler çöpe gitse bile yedeği olan şeyler, düşürmüş olmanın bir önemi yok anlıyacağın. Bir nevi senin testindi bu. Diğer konuya gelecek olursak,” gerçek bir şaşkınlıkla bakıyordum artık ona, kaç gece götüm tutuşmuştu o sikik paket yüzünden bu aptalın haberi var mıydı! Elbette vardı, odamda kamera vardı! Bu konuları tekrardan hatırlamak sakin kalmama hiç yardımcı olmayacağından dolayı gözlerimi sımsıkı yumup bir süre her şeyi oturtmayı denedim kendi içimde. Buradan dönemezdim, buraya kadar gelmişken pasif bir sinire yenik düşemezdim.

“Annen. Onun için çağırdım seni buraya, son zamanlarında yanında ol diye” bir uğuldama hızla geldi geçti kafamın içinde, bir anda tüm zaman ve yer algımı kaybetmişim gibi bir histi bu. Birinin hayatında yerinizin olmaması o kişinin size hayat verdiği gerçeğini değiştirmiyordu.

“Ne diyorsun sen, ne, ne demek son zamanları?” Anneme kötü mü bakmıştı yani onca yıl, ama annem mutluydu. Hep mutlu gözükmüştü. O hayatı annem tercih etmişti, annem neden hep acıyı seçmişti bunu asla öğrenemesemde, bu sefer daha mutlu olduğunu düşünmüştüm.

Hayatını birinin seçimleri üzerine kurma yükünü sadece o kişiye sormalıydınız, bu acıyı başka kimse anlatamazdı çünkü.

Beni o cümleleri kuracak kadar güçlü değildim fakat tek bir şey diyecek olsaydım, reankarnasyon bir insanı en çok tüketen şeydi, daha doğrusu hatalarla büyüyen ebeveynlerin çocuklarını bir reankarnasyon olarak görmesi en büyük eziyetti.“Şşş, ağlama. Bizde öğreneli çok olmadı, annenin beyninde bir tümör var. Geç kalınmış bir evrede. Seni bu yüzden çağırdım, ne olursa olsun onu sevdiğini biliyorum.” Ben onu kullancakken şu an beni gafil avladığının farkında olarak beni etkisi altına alıyordu. Ve benim şu anda bunu engelleyecek tek bir güç kırıntım bile yoktu.

Annem, yegane acım. Sonsuza kadar geçmeyecek kalp ağrım. Öte yandan canımın en içi. Ne demiştim, En büyük vicdan, bir çocuğun herseye rağmen ailesine duyduğudur. Yüreğime ferahlığı ve yangını aynı anda getiren kadın şimdi gidiyordu.

Ona hiçbir zaman tam kavuşamamışken şimdi bunun için artık bir şansım olmadığını öğreniyordum, bir çocuk annesinin bir öleceğini öğrendiğinde ne yapardı? Muhtemelen ağlardı, fakat benim o zamana kadar akıttığım yaşlar durmuştu, annemle ilgili her şeyin zihnimde eksiksiz durduğu gibi.

Ben unutkan biriydim anne, ama senden kalan acı bile ilk günki gibi kaldı içimde.

“Sen kurtar onu, sen yap. doktorsun sen! bir şeyler yapabilirsin! Kurtar onu!” Sesim yüksek değil ama şiddetliydi.

Artık ona gerçekten yalvarıyordum. Hemde beni hiç sevmeyen bir kadın uğruna. Hayatında bir leke olarak kalmıştım belki ama ben kendimi sadece onun üzerine yakıştırmıştım.

Elleriyle kavradı yüzümü, “bir çaresi yok. Çok geç. Çok geç Aleyna.” Bir ümit geldiğim bu yerden tüm varımı bırakıp çıkacağımı bilememiştim. Çaresizlik bir zehir gibi işlemeye başladı bedenime, ayakta duracak güç, konuşacak derman bulamadım. Onun kollarına yığılacağımı hissettiğimde geriye çekilip koltuklara bıraktım kendimi.

“Hala evden gitmek istiyor musun?” Cevabını bile bile soruyordu, kanı kabukla kapatmaya çalışıyordu, bilmiyorduki iz bırakıyordu. Kafamı iki yanıma salladım, “bir süre daha orada kalmalıyım.” Gene onun için. Sonrasında bin pişman olacağım şeyler yapmamak için kendimi ezip geçiyordum, ama bir gün bunun için pişman olmaktansa bugün kendimi hiçe saymayı yeğlerdim.

Çaresizliği hissettiğim çok fazla zaman olmuştu ancak hiçbiri bu kadar geçmeyecekmiş gibi hissettirmemişti, yaşadığım her şey boşaymış gibi geliyordu artık. O an fark ettimki aslında hayatımı annem için yaşamışım, düşünüyorum, o olmasaydı çoktan bir yerlerden aşağıya bırakmıştım kendimi, o olmasa buraya gelmezdim, o olmasa bunlarıda yaşamazdım fakat içimde çığlık atan bir ses vardı. Onun iyiki var olduğunu haykıran, onun annesi olduğunu savunan, artık o küçük yaşına rağmen yaşadıklarıyla dermanı kalmamış bitkin sesiyle bağıran küçük kız çocuğuna aitti o ses.

Onun hala içimde bir yerlerde kaldığını bilmiyordum, çok öncelerde almışlardı onun ruhunu benden.

Bunun olacağını hep bilen bir his vardı saki içimde, sanki hayatımdan tamamen çıkacağını veya zaten hayatımda olmadığını bana haykıran bir his, acımın üzerine toprak attım. Onuniçin elimden başka hiçbir şey gelemezdi, ben onun varlığına tutunmuştum ona değil, ben hayalimde bir anne kurgulayıp onunla yaşamıştım yıllarda, ona bahaneler bulup ondan sevgi almıştım kendimce, ama artık bunu yapmayacaktım. Sadece son pişmanlığım olmaması için uğraşacaktım, bundan başka yapacağım her şey artık dipsiz bir çukura atlamaktan farksız olurdu çünkü.

Onun geride bırakacağı bir beni bile yokken içinde burada kendimden geriye kalan şeylere sarılmam gerekiyordu.

Ellerimin üzerinde sıcaklık hissettiğimde Pavel’ı diz çökmüş ellerimi avuçlarken buldum, sinirlenip, öfkelenip itmem gerekiyordu belki ama kurtulamayacağım durumları fırsata çevirmeyi öğreneli epey zaman olmuştu.

Acımı bir kenara atıp artık her şeyi bitirmeliydim, annem ölecekti. Ben gidecektim. O yüzden bu adamın bana daha fazla musallat olmasını engellemeliydim. Annem buradan gittiğinde benimle bir bağlantısı kalmaması gerekiyordu.

Olan geçip gidiyordu ve benim şu anda ileriyi düşünmem gerekiyordu, acımı hiçe saydım, ona istediğini vermeyecektim.

Elimi tutuşunu geri çekmedim, normalde işe yaramazdı belkide bu yaptıklarım, rol olduğunu düşünürdü. Fakat şu an acıya bulanmış bir haldeyken ona böyle davranacağım aklının ucundan bile geçmezdi, bu kadar kalpsiz olabileceğimi düşünmezdi.

“Şimdi ne yapacağım? Onun yanında bile olamazken, nasıl destek olacağım?” Bunlar sadece gözünü boyamak için söylediğim bir kaç kelimeydi, gerçekte hissetiklerimi tarif edecek kadar çok cümlem yoktu.

“Evde kalıp onun yanında olmaya devam edeceksin. Onunla daha çok vakit geçirmen için bir şeyler yapacağım.” Pis suratına tükürmemek için sıktığım dişlerim artık canımı yakıyordu, karşıma geçmiş düşünceli bir eş, normal bir babaymış gibi davranıyordu.

Temas gerçek anlamda midemi bulandırmaya başlamışken orada daha fazla oturamadım. “Şu anda onun nerede olduğunu biliyor musun?” Ayaklanmamla beraber oda çöktüğü sandalye dibinden ayrılmıştı, fakat aramızdaki mesafeyi azaltmama hiç izin vermeden dibimde bitmişti.

“Muhtemelen arkadaşlarıyla bir yerlerde oturuyordur.” Dedi kıravatını düzeltirken, “o, bunu biliyor değil mi?” Bu içimde apayrı bir korkuydu, “biliyor elbette, uzun zaman oldu.” Ürperdiğimi hissettim. Annem uzun süredir öleceğini bilerek yaşıyordu, yaşamda kendine edinmeye çalıştığı mutluluk perdesi hiçbir zaman onun üzerine oturmamıştı. Hayatı boyunca yaptığı yanlış seçimler ruhunu öldürmüşken şimdi bir hastalıkla ebediyen göçüp gidecekti. Belkide huzura ererdi, öleceğine sevinmez miydi insan? Belkide kimisi ölmekten çok yaşarken başına geleceklerden korkuyordu.Bazen ölüm bir kurtuluş olurdu, bitiş olurdu, ayrılık olurdu en önemlisi ölüm kalana acı olandı giden yitip gitmiş bir deri parçasıydı. Olan kalanının ruhuna bir darbe indirirdi asıl, gerçek ölüm yitip giden bir beden izlerken ruhunun içinden çıkmaya çalışacak kadar acı çekmendir.

“Yanına gitmek istiyorum. Hemen.” Kararlılığım sözlerimde hissediliyordu. Pavel’ın bana olan bakışlarındaki küçümseme acımayla karışık bir şekilde beni bulmuştu, içime hala tüm bu olanlar için sadece onu suçlayan bir taraf vardı. Ama hayır, asıl annem bu hayat için varını yoğunu ortaya koymuştu. Ve annem artık bir vardı, belkide sonrasında olmayacaktı.

“Seni Ivan’la göndereceğimi sanıyorsan yanılıyorsun canım. Bunu hala halletmiş sayılmayız, şimdi Edgar’ı arayacağım ve seni bırakacaklar.” Ivan o kadar aklımdan çıkmıştıki Pavel hatırlatmasaydı muhtemelen hatırlamazdım bugün olanları, veya az kalsın olacakları.

Fazlasıyla pişmandım daha erken geriye çekilmediğim için, fakat o an öyle bir etki altındaydımki sanki bir iple bağlanmış gibi hissediyordum kendimi.

Onunla gitmek ne kadar en güvelisiymiş gibi hissettirsede onu görmeye hazır değildim, nasıl davranmam gerektiğini algılayamamıştım hala. “Peki. Bekliyorum.” Artık sesimden çıkan yorgunluk rol değildi, neyi yapacaksa hemen yapmalıydı ve ben bir şeylere biraz daha geç kalmamalıydım.

Pavel’ın gözleri bir süre üzerimde oyalansada bir tepki vermemişti, arkasını dönüp masasında bir şeyler yaptıktan sonra bir kaç arama yaptı. Ayakta dikilmiş tüm bu yabancılığın ortasında duruyordum, tek tanıdığımı sandığım kişiye gidebilmek için.

“Alt katta seni bekliyorlar, kendine dikkat etsen iyi olur güzelim, Ivan’a yaklaşma.” Hiçbir korku hissetmedim ama bir tepkide vermeden arkamı dönüp o odadan çıktım. Tüm o yol boyunca hissettiğim acının yanında birde utanç vardı, tüm boynumun yandığını hissediyordum, hiçbir şekilde bir sevgi beslemediğim bir adamla öpüşecektim neredeyse.

Eğer olsaydı ondan ne kadar nefret edeceğimi tahmin bile edemiyordum. Diğerlerinden ne farkı kalmış olacaktıki eğer öpseydi, diğer sevmediğim pisliklerden ne farkı kalmış olacaktı.

Ben onu bir abi gibi seviyordum, bir babam olsaydı o kadar güvenirdim, öyle bir güven oluşturmuştu içimde kendine. Bunu dışarıya yansıtmakta belkide iyi değildim, anlayamamıştı.

Ama şu anda onun yüzüne nasıl bakacağımı bilemiyordum, o ne yapacaktı en çokta onu merak ediyorum aslında. Bana karşı bir çekim duyduğunu düşünmek tüylerimi ürpertti, bir an kollarımı sıvazlerken buldum kendimi.

Geldiğim yere geri döndüm, etraf saçma bir kalabalıkla doluydu. İstediğim güveni hala kazanamamıştım onda, bunu deneyecektim tabi ama uğraşacak takatim kalmamıştı. Her şeyi oluruna bırakmak beni nereye sürüklerlerse oraya gitmek istiyordum.

Ivan’da oradaydı. Beklemediğim şekilde gözlerini benden ayırmıyordu, fakat ben ona bir kaç saniyeden fazla bakmadım. Koruma kalabalığının ortasına düştüğüm an kolumdan yakalandım “bizimle geliyorsun minik fare” Edgar bana tiksintiyle bakarken kurmuştu bu cümleyi.

Her şeyi öğrenmişlerdi değil mi. Ivan’la ne kadar yakınlaştığımı öğrenmişlerdi.İçimde onlara karşı zerre utanç yoktu fakat Ivan’ın yüzüne bakmayı bırak varlığı bile buradan kaçıp gitmeye zorluyordu beni. Onunda pişman olduğuna emindim, sonuçta patronunun üvey kızıydım, gerçekleri biliyor olması onun için sonuçları değiştirmeyecekti. Pavel’ın Edgar’ı arayıp komut verdiği her durumda belli oluyordu, buraya ne niyetle gelmiştim ve hiç beklemediğim şeyler yaşıyordum, annemi düşünmek istemiyordum. Ona acıyan yanımı susarsa her şey benim açımdan daha kolay olacaktı, onu sevmek istemiyorum fakat onu canımdan çok sevdiğimi biliyordum.

Gözlerim bir kere bile onun üzerine değmedi sadece Edgarla göz teması kurmaya çalıştım bir süre, “beni nereye götüreceğini biliyorsun.” Ondan çekinmediğimi hissettirmek için sesimi sabit tutmuştum fakat daha bir kaç dakika önce olan şeylerin şokunu atlatamadığım için çok zorlanıyordum.

“Bay lev haber verdi, hemde her şeyi. İlk geldiğinde anlamalıydım aslında, kendinizi fazla zeki sanıyorsun” cümlelerinde tehdit yoktu, beni korkutan bir şeyde yoktu esasen. Sanki savaşımın içinde elimdeki tüm silahları alıp kendi kulemin dibine bırakmışlar gibiydi.

Savaşacağım şeyi elimden almışlardı, tüm amacımı bitirmişlerdi. “Ne düşündüğün zerre umurumda değil biliyor musun? Neyim ben? Neymişim ben ya, gözünüzde neymişim! Öldürsenize! Öldürün hadi, neden hala tutuyorsunuz beni! Öldürsenize! Sana diyorum,” ani gelen sinir patlaması içimde tutunacak yer bulamadı. Kendimi dışarıdan izliyormuş gibiydim, adeta gözlerim açık bir şekilde bilincimi kaybediyordum. Ellerim onu itiyordu, ona bağırıyordum ve bunların hepsini sanki kendim yapmıyormuş gibi izliyordum bir yandanda.

“Ya öldürün ya da yaşatın, sürünmekten bıktım!” O an belindeki silaha uzandım ve arkamdan sıkıcı hareketlerimi engelleyen sarılışla aniden o ana döndüm. “Dur! Sakin ol! Sakin, tamam geçti.” Ivan. Hem kendime hemde onlara bilinçsizce yaptığım saldırımı durdurmuştu. Kollarının arasında çırpınacak takatim kalmamış şekilde kaldım. Az önce içimde patlayan öfke geldiği gibi bir köşeye çekilmiş, bunun onun kolları arasıda olmamla hiçbir ilgisi yoktu. Gördüğüm en ufak merhamet kırıntısına yelkenlerimi indirmemlede alakası yoktu. Aslında hayatımda olan hiçbir şeyin benimle alakası yoktu, bitecekti ve gidecektim. Hayat buydu. Artık sıkıldığım, sonunun gelmesini beklediğim bir film.

“Öldür beni. Lütfen” sesimi bir tek ben ve o duyuyordu. Dediklerimi sert bir nefesle karşılayıp yürümem için beni arkasından çekiştirmeye başlarken gerimizde kalanlara söylediklerini duyuyordum.

“Sakın Edgar! Lanet olsun sakın ona tek bir kelime daha etme, bu sefer o silahını ben almak zorunda kalırım!” Pavel koridorda gördüklerinden sonra bu adamları benim başımda durmaları için göndertmişti fakat Ivam öyle kararlı ve geçilmez duruyorlardıki lobiden bir adım dışarıya hareket etmemişlerdi hala. “İyiyim, bırak.” Kendime gelmeye çalıştım. Esen rüzgar gözlerimi açmama yardımcı oldu, kolumu onun esaretinden kurtardım. Olanların hızına yetişemeyen kalbim son sürat atmaya devam ediyordu.“Orada aklından ne geçiyordu bilmiyorum fakat bunu bir daha sakın yapma!” Sakinliği anlık ürpermeme sebep olsada bakmaya dayanamıyormuş gibi arka kapıyı açıp sürücü tarafına oturdu. Gitmem gereken yolu gösteriyordu, takip ettim.

Yapmam gereken şeyler aklımda dönmeye başlayana kadar dikildim orada ne bir itekleyen nede sabırsızlanan oldu. Arabaya binip kapıyı kapattığımdada yolda ilerlemeye başladığımızdada sessizliği aramızda asılı kaldı.

En doğrusu buydu muhtemelen, onun benden daha sağlıklı düşündüğünü biliyordum. Onunki anlık bir dürtüyken benimki korkuydu. Birine güvenmişken yapacağım bir hatayla onu

kaybetmek istemedim. Sanırım hiçbir zaman kimseden kendi isteğimle kendim için vazgeçemeyecektim.

Çiçeklerle dolu bir yola girdik, araba bir kafenin önünde durdu. Etraf bir sinema filmdinden fırlamış gibiydi, büyülenerek bakındım etrafıma, çok güzeldi. Çiçeklere aşık değildim ama burası, burası mükemmeldi. Heryeri geçip dışarıdaki masalardan birinde oturan anneme takıldı gözlerim. Gülüyordu, hemde öyle güzel gülüyorduki. Daha önce hiç böyle görmemiştim onu, böyle güzel gülebildiğinden haberim yoktu.

Belki onada birisi yol gösterseydi, belki onunda elinden tutsalardı böyle olmazdı. Annemin aslında mutlu olabildiğini görmek içime batan bir kıymıktan çok, canımı alan bir acıydı. Kahkahası doldu camlardan kulaklarıma, o sesi kaydetmek istedim, onu ve gülüşünü bu ana hapsedip saklamak istedim.

Bana döndü, istemeden yapmıştı bunu anlamıştım. Çünkü varlığımdan haberdar olduğu saniye yüzündeki gülümsemenin hiç orada var olmamış gibi gitmesinin başka bir açıklaması olamazdı.

Ardınan o geldi. Yanaklarını acıtan pis bir tebessüm, yalandan bir huzur. Hemen gidersem, hemen dönersem, yani onun yanından ne kadar hızlı ayrılırsam tekrar öyle gülebilir diye düşünerek hızlıca indim arabadan. Ayaklarım ani hareketlerimle acısada sadece anneme doğru yürüdüm.

Arkadaşlarıda dahil hepsi bana bakıyordu, muhtemelen bende günlerini bölecek kadar ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Annemde öyle duruyordu bana bakarken, burada neden olduğumu sorguluyordu. Haklıydı.

Yanına varmama metreler kalmışken durdum bir anda. Ona baktım, ona gerçekten baktım. Onu gördüm. Ondan mutluluğunu çalmaya gelmiştim. Evet o şu anda mutluydu ve ben buraya gelip onun huzurunun içine sıçacaktım. Bunu neredeyse yapacaktım!

Yapamazdım, buna hakkım yoktu. Kafamdaki her şeyi şu anlıkta olsa bir köşeye kaldırdım. Yeniden adım atmaya başladığımda geliş amacımdan tamamen sapmış durumdaydım.

“Merhaba anne.” Ayağa kalkıp bana sarılması olağan ama beklenmedikti.“Ah, merhaba tatlım” konuşurken burnunu çekmesi yüreğimi söküp almıştı yerinden. O uzaklaşmasa asla ondan ayrılamayacağımı biliyordum o yüzden geri çekilmeye yeltendiğinde onu bıraktım.

“Burada ne işin var, yani beklemiyordum?” Yüzü kararsızlıkla kasılırken arkadaşlarını kontrol ediyordu, onları rahatsız ediyordum. Olduğum yerde küçüldüğümü hissettim fakat dışarıdan bakan birisi duygusuz bir zavallı görebilirdi. “Eve dönüyordum ve sadece seni görmek istedim anne” bu ilk değildi, şu an geçmişi düşünemezdim. Düşünürsem her şeyi yerle bir ederdim, zamanı değildi.

“Öyle mi? Ah, bebeğim. Oturmak ister misin?” Bana baktığı gözlerindeki İsteksizlik mi yoksa çekingenlik miydi bilememiştim.

Öyle bir niyetim olmasada masadaki kadınlara baktım kısa bir an, yüzlerinde bir tebessümle bana baksalarda rahatsız olduklarını hissetmek güç değildi.

“Rahatsız olmayın lütfen. Merhaba hanımlar.” Onlarada kısa bir selam verdikten sonra tamamen anneme döndüm. “Gideceğim şimdi anne, dediğim gibi seni görmek istedim.” Elim boynumdaki kolyeye uzanırken onun gözleride Oraya kaydı. Bana hediye ettiği ilk şeydi bu kolye. Boğazını temizleyerek hızla gözlerini kırpıştırarak uzaklaştırdı oradan. Beynimin içinde fısıldayan sesi susturamıyordum. Onunla ilgili gerçekleri önüme serip duruyordu.

Duygularımı daha fazla engelleyemedim, belkide son olacağını düşünerek yaptım. “Sana sarılabilir miyim anne?” Ama tek istediğim buydu. Bunu hem aklımla hemde kalbimle biliyordum, hissediyordum.

Annem bir anda beni göğsüne çekince hayatımda ilk defa o hissi anladım, anne şefkati. Sıcak, güven verici ve huzurluydu. Annem sıcak kokuyordu, oysaki az önceye kadar üşüdüğümden neredeyse emindim.

Saçlarıma bir öpücük bıraktı. Gözlerim sızlamaya başlayınca kendimi tutmakta zorlandım, kollarım onu kırmaktan korkarak sarılmıştı etrafına. “Anne” sesim o kadar boğuk ki ikimizde bir anın içinde kaybolduğumuzu biliyorduk sanki. “Görüyor musun, ne kadarda tatlılar” masadan gelen kadın sesi ikimizi gerçekliğe çekerek ayırdı. Annem ufak bir hareketle arkasına dönüp gözlerini silerken ben hayatımda ilk defa gördüğüm iki kadına bakıyordum.

“Evet! Bu kızım Aley, tam adı değil ama siz böyle daha rahat hitap edersiniz diye düşünüyorum.” Bir eli belime yerleşirken diğeriyle beni kadınlarla tanıştırmaya devam etti.

İkiside cana yakın olan iki kadından kızıl olan “seni ilk defa görüyoruz, anneni daha sık ziyaret etmelisin canım.” Bakışlarında hiçbir şey bilmemesine rağmen bana karşı bir anlayış vardı.

Bir kaç dakika önce kendime sitemle tekrarladığım şeyi tekrar hatırlattım. Bu anı bozma! Bu anı bozma! Bu anı bozma!“Türkiyede okurken buraya gidip gelmem epey zordu” anneme kayıp duruyordu bakışlarım, çünkü söylediklerimin yalan olduğunu bir tek o biliyordu.

“Gerçekten canım neden oturmuyorsun?” Bu sefer konuşan diğer kadındı, yüzüne oturan kırışıklıklar annem ve kızıl saçlı kadından daha belirginken adeta resmedilecek bir güzelliğide vardı.

“Ben şey, gitmem gerekiyor” başparmağımla yan tarafımda kalan arabayı işaret ettim. Ivan koltuğundan hiç inmemişti fakat gözlerimin içine baktığını hissederek içtiği sigarasıyla irkilerek tekrar anneme döndüm.

Yapmamam gereken bir şey yapmıştım, buraya ziyarete gelmem tam bir deli saçmasıydı ama ani duygu yüklenmemi engelleyememiş, onu görme ihtiyacıyla kavrulmuştum “Seni görmek güzeldi anne. Size iyi eğlenceler hanımlar.” Neşeli bir şekilde konuşmaya çalışsamda ilk cümlem içimdeki acı zehri dışarı atan cinstendi. “Senide bebeğim,” bir eli yüzüme uzanıp okşamaya başlamışken. “Akşam yemeğinde görüşürüz” son kez yanağıma bir öpücük kondurdu. Artık gitmem gerekiyordu, bu kadarının her ikimizede fazla geldiğinin farkındaydım.

Bakışlarımı hiçbir yere değdirmeden ilerledim, kendi kapımın önünde durdum, ama içimdeki o dürtüyü daha fazla engelleyemeden annemden tarafa doğru dönerek “kendine iyi bak anne, olur mu?” Bu mesafeden gözlerimin doluluğunu seçebileceğini düşünmüyordum fakat ben onun akmayan yaşlarla parlayan gözlerini görebilmiştim. “Bunun için uğraşıyorum Aley!” İşte, işte o gülümsemesiyle kurduğu bu cümle oradan gitmeme yetti. Işığı hissettiğimiz tek şey güneş değildi o an, bir insanda tek bir sözüyle tüm karanlıklara aydınlığa çevirip ruhunuzu ısıtabilirdi. Yol boyunca kendini bırakmadığı için onunla gurur duydum. Ne dediğimi anladığı için mutlu oldum ve en önemlisi hala içinde bana dair bir şeyler olduğunu hissettim.

Nede olsa kendi doğurduğuna o kadar da yabancı olamazdı. Şu zamana kadar öyle olması gerçeğini tek bir umut kırıntısı silmişti.

Annem ölecek olsa bile hayatı boyunca ilk kez kayda değer bir şey yapıyordu. Evet belki fiilen bir şey değildi ama annem ilk kez güçlüydü. Ve ben onun elini hiç bırakmayacaktım.

Yeri geldiğinde kendi acımı silebilmeliydim, aksi halde bu yolun sonunda pişman olan tek kişi ben olacaktım. O gidecekti, geriden kalanlar benden nefret edecekti ve ben ise, geçmişimdeki tüm acılara sarılarak ondan nefret ettiğim günler için pişmanlık duyacaktım. Bunu istemiyordum, çünkü o pişmanlıkla yaşayamayacağımı biliyordum. Belki o içimdeki ağlayan kızı susturamamıştı fakat o minik kız her zaman kolları açık bir şekilde onu bekleyecekti.

 

6. BÖLÜMM SONUU.

Loading...
0%